15 Kasım 2017 Çarşamba

Sözlerimi Duyan, Duymayanlara Ulaştırsın!

Nebevî Miras derslerinin bu haftaki konusu, Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini Sahâbe’ye öğretme metotları ile alakalı idi. Muhterem Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Veda Haccı’nda, Efendimiz’in (sas) bir sözünden hareketle belirlediği; “Sözlerimi duyan, duymayanlara ulaştırsın.” serlevhasının altında, bu konunun ne kadar önemli olduğunu çeşitli örneklerle anlattı. En son bizlere yüklenen vazife ise, gerçekten çok önemli idi. Mevla hepimize bu yolda yardım eylesin, bizleri öğrenen ve öğretenlerden kılsın.

Dersten Cümleler

Asr-ı Saadet dediğimiz o güzel dünyayı doğru tanımak gibi bir sorumluluğumuz var…

Bugün Asr-ı Saadet dünyasını anlama çabalarında arızalı yaklaşımlar:

1. Kendi dünyamızdan bakarak, onların dünyasını tanımaya çalışıyoruz.
2. Beşer olduklarını unutarak, beşer üstü varlıklar gibi algılayıp, kavramaya çalışıyoruz.
3. Sıradan insanlar olarak görerek, vahye şahit olma, peygambere yoldaş olma gibi çok ayrıcalıklı bir hususiyeti, gözden kaçırarak değerlendirmeye çalışıyoruz.
4. Tabi ve doğal olarak değil, hayal ve hisleri ön planda tutarak anlamaya çalışıyoruz.
5. Ön yargısız bir şekilde okuyup, Kur’an’ın hakemliğinde yapılanlar üzerinde tefekkür ederek, o birikime yaklaşacağımız yerde, sadece aktarmaya çalışıyoruz.

Bugün hangi Müslümanın evine gitseniz en az 3-5 tane Mushaf var değil mi? Hicri birinci asrın sonlarına doğru o günkü koca İslam coğrafyasında toplasanız 20 tane kâmilen Mushaf bulamazsınız.

Hicretin 7. veya 8. yılında Efendimiz (sas) bir mektup yazdırıyor Yemame reislerine, adamlar günlerce bir tane okuma-yazma bilen adam arıyorlar, o mektubu okutmak için, aylar sonra ancak buluyorlar da öylece okutuyorlar.

İnsanın yiyeceği en güzel rızık, alnın teri ile kazandığıdır.

Veda Hutbelerinin evrensel mesajları: İnsana onur kazandıran en önemli şeyin kulluk olduğu gerçeği, insan onurunu zedeleyen şeyin ise asabiyet olduğu…

Asıl şeref, Allah’a (cc) kul olmaktır.

“Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvadadır.”

Canın, malın, namusun mukaddes olduğunu vurgulaması, kadınların haklarının gözetilmesi gerektiğini, haksız kazancın önlenmesini, kan davalarının sonlandırılmasını, suçun şahsiliğini ve daha neler, neleri duyurmuştu…

Efendimiz (sas): “Ey İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?” Ashabı kiram hep birden: ‘Şahadet ederiz ki, Allah’ın dinini tebliğ ettin, görevini hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun’ dediler. Resulûllah (sas) mübarek şehadet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemaat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa: ‘Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab!’ buyurdu.”

“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”


Hz. Peygamber (sas) kendisinden hadis nakledilmesini ve yazılmasını yasakladı mı?
Hadis yazmayı yasaklayan en meşhur hadis, Ebû Said el-Hudrî tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadisinde Hazreti Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Benden (bir şey) yazmayınız. Kim benden Kur’ân’dan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin. Benden rivayet ediniz, bir beis yoktur. Kim benim üzerime kasden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Müslim, Sahih, IV. 2298)

Ebû Said el-Hudrî’den rivayet edilen bir haberden öğrenildiğine göre, bir sahabi hadis yazmak için Hz.Peygamber’den izin istemiş, fakat o, bu izni vermekten çekinmiştir.” (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s. 32)

Ebû Hureyre’nin (ra) şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Bir gün biz hadis yazıyorken Resûlullah (sas) yanımıza geldi ve: ‘Bu yazdıklarınız nedir?’ diye sordu. Biz de: ‘Sizden işitmiş olduğumuz hadislerdir.’ dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘Allah’ın kitabı haricinde kitap mı (istiyorsunuz) ? Bilir misiniz? Sizden önceki milletler, ancak Allah Teâlâ’nın kitabına rağmen yazmış oldukları kitaplardan dolayı sapmışlardır’ dedi. (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s.34)

Yazıya müsaade ettiği rivayetlere gelince, bu konuda da üç rivayet aktarayım.

Abdullah b. Amr (ra) “Resulullah’dan (sas) duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyşliler beni bundan nehyetti ve: “Resulullah (sas) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim Daha sonra bu durumu Resulullah’a söylediğimde: “Yaz! Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, (ağzını işaret ederek) buradan haktan başka bir şey çıkmaz.” buyurdu.” (Ebû Davud, İlim, 3)

Buhari’de, Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle bir rivayette bulunmuştur. “Resûlullah’ın ashabı içerisinde Abdullah b. Amr b. As hariç benden daha fazla hadis bilen hiç kimse yoktu. Çünkü O duyduğu hadisleri yazardı ben ise yazmazdım.” (Buhari, İlim, 9)

Ensar’dan birisi Resulullah’a (sas) gelerek: “Ya Resulullah! Ben senden bir söz işitirim, hoşuma gider. Lakin belleyemem.” Resulullah (sas) eliyle işaret ederek: “Sağ elinden yardım al yani yaz!” buyurdu. (el-Hatib, Takyidul-İlm, 65-66)

Bu konuda çok önemli bir delil de Resulullah’ın bizzat yazdırdığı ve şu an elimizde olan 6 tane diplomatik mektubudur.

Hz. Peygamber (sas) kendi hadislerini Sahabe’ye nasıl bir yöntemle öğretiyordu?

Sözlerinin iyice anlaşılmasını sağlardı.
Sözlerinin doğru bir şekilde kavranılmasına özen gösterirdi.
Sözlerinin ezberlenebilmesi için tekrar ederdi.
Sözlerinin hafızalara kayıt edilmesine teşvik ederdi.
Sözlerinin müzakere edilerek iyice kavranmasını isterdi.
Sözlerinin başkalarına ulaştırılmasını özellikle isterdi.

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 18)

Hz. Âişe “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sizin yaptığınız gibi çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya dizmezdi; tane tane konuşur, muhatabının iyice anlamasını sağlardı.” demektedir. (Buhârî, Menâkıb, 23)

Berâ b. Âzib 71 (690) veya 72 (691) yılında seksen küsur yaşlarında iken Kûfe’de vefat etti.

Berâ b. Âzib’in (ra) rivayet ettiği hadislerin toplamı 305 tanedir.

“Ey Bera! Gece yatacağın zaman güzelce abdestini al, sağ tarafına yat ve şu duayı oku!” Efendimiz (sas) sözlerine şöyle devam etmişti: “Ya Rabbi! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana yönelttim. İşlerimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Sana muhabbetimden ve senden korkumdan dolayı Sana sığınırım. Senden gayri sığınılacak başka bir yer yoktur. Ancak sen varsın. Ya Rabbi! Senin indirdiğin kitaba inandım. Gönderdiğin Nebi’ye iman ettim.”

Hz. Peygamber (sas) sözlerini şöyle bitirdi: “Ey Bera! Eğer bu sözleri söyler ve o gece ölürsen, İslam dini üzere (mümin olarak) ölürsün. Senin bundan sonra uyumadan önce son sözlerin bunlar olsun.” (Buhari, Vudû, 75; Müslim, Zikir, 56)

Enes radıyallahu anh’in belirttiğine göre: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defa selâm verirdi.” (Buhârî, İlim, 30, İsti’zân, 13; Tirmizî, İsti’zân, 28)

“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizi, İlim,7)

“Allah, benim sözümü işitip, onu iyice anladıktan sonra, başkalarına tebliğ edenin yüzünü ak etsin.” (İbn Mace, Mukaddime, 18)

“Benden bir söz işitip, onu tebliğ etmek için (başkalarına ulaştırmak için) ezberleyen kişinin Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/96)

Zeyd b. Sabit rivayet ediyor: “Kendisine ilim ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Kimi fıkıh taşıyıcıları vardır ki, kendileri fakih değildirler. Kimi fakihler de kendilerinden daha fakih olanlara o ilmi taşırlar. Allah şu kulun yüzünü ak etsin ki dediğimi işitir, onu anlar ve sonra onu başkalarına duyurur. Zira nice ilim taşıyıcıları vardır ki o ilmi tam olarak anlamaktan yoksundur. Nice ilim taşıyıcısı da kendisinden daha iyi anlayacak olana o ilmi taşır. Üç haslet vardır ki bunlar oldukça mümin kalbi kin ve husumet taşımaz. Ameli Allah rızası için ihlaslı yapmak, Müslüman idarecilere hayırhah olmak ve Müslümanların cemaatine devam etmek… Çünkü Müslümanların duaları ona katılanların hepsini kuşatır.” (İbn Mace, Sünen, 1/ 84, 85)

Berâ b. Âzib: “Bizler her zaman gece-gündüz Resulullah (sas) ile beraber olamıyor, O’ndan bizzat hadisler dinleyemiyorduk. Çünkü her birimizin dünyalık işleri ve meşguliyetleri vardı. Kimimiz tarla ve bahçelerde, kimimiz develerin veya davarlarının peşinde idi. Ama kim o anlara şahit oluyorsa hemen bize o hadiseyi ve o hadisi aktarıyor, biz de onları hafızalarımıza kayıt ediyorduk. Unutmamak için ve iyice anlamak için de bol bol müzakere ediyorduk.” (Marifetü’l-U’lumu’l-Hadis, s.14)

Enes b. Mâlik de şöyle diyor: “Bizler, Resulullah’ın yanında bulunur, ondan hadisler dinler; O’nun yanından ayrıldıktan sonra da o hadisleri kendi aramızda ezberleyinceye kadar müzakere ederdik.” (el-Cami’u li-Ahlaki’-r-Ravi ve Adabi’s-Sami, s. 12)

“Bir kimseye bildiği ilimden sorulur da, o da ilmini gizler, cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/5)

Ebû Hüreyre: “Bir ilim öğrenip de, onu anlatmayanın misali, Allah’ın kendisine mal verdiği kişi gibidir ki, o bu malı stoklar ama ondan başkalarına hiç infak etmez.” (el-Cami’u li Ahlaki’r-Ravi, s. 71)

Ebû Said el-Hudrî: “Merhaba, ey Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize vasiyet ettiği gençler! Resûlullah bizlere, meclislerimizde size yer açmamızı ve hadisleri size öğretmemizi emrederdi. Çünkü siz bizim halefimizsiniz ve bizden sonraki Ehl-i Hadis siz olacaksınız.”(Beyhakî, Şu‘abü’l-İmân, II, 275)

Abdurrahman b. Ebzâ (ra) “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün hitâb ederek Müslümanlardan bir taifeyi övdü. Sonra şöyle buyurdu: “Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!” (Taberânî, Mü’cemü’l-Kebir; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1/165)

“İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıydı.” (Mâide 5/78)

M.Emin Yıldırım

12 Kasım 2017 Pazar

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-4-

31. En Tehlikeli Kap

"İnsan, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet çok yemek gerekirse, midenin üçte biri yemeğe, üçte biri içeceğe, üçte biri de nefes alıp vermeye ayrılmalıdır."

(Tirmizî, Zühd 47; İbni Mâce, Et’ime 50.)

32. "Rasûlullah Efendimizin vefatına kadar, sofrasından bir ekmek kırıntısı bile artmamıştır."

(İbn Sa’d, et-Tabakât, 1, 401; Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 358.)

33. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor;

"Rasûllullah (s.a.s) ile ailesinin, arka arkaya birkaç gece, akşam yemeği yemeden aç yattıkları olurdu. Onlar çoğunlukla arpa ekmeği yerlerdi."


(Tirmizî, Zühd 38; İbni Mâce, Et’ime 49.)
.
34. Sirke Ne Güzel Katıktır

Hz. Câbir’in babası Abdullah İbni Amr İbni Haram, Uhud Gazvesi’nde şehid düşmüştü. Câbir de yedi veya dokuz kız kardeşini geçindirmek zorunda kalmıştı. Bu sebeple Fahr-i Âlem Efendimiz onu hem sever hem de her fırsatta kendisine yardım ederdi. Bir gün Allah’ın Sevgili Elçisi, Câbir’in evine uğradı, onu dışarı çağırdı sonra da elinden tutarak hanımlarından birinin evine gitti ve yiyecek bir şey istedi. Hizmetçi önlerine hurma yapraklarından yapılmış bir sofra örtüsü serdi. Sonra üç parça ekmek getirdi. Efendimiz ekmeğin birini kendi önüne, diğerini Câbir ‘in önüne koydu. Üçüncüsünü de aralarında taksim etti. Ardından da:

“Ekmekle yiyeceğimiz bir katık yok mu?” diye sordu. Evde sadece biraz sirke olduğunu söylediler. O zaman Efendimiz aleyhisselâm:

“Getirin onu, sirke ne güzel katıktır!” buyurdu.

Câbir ibni Abdullah hazretleri bu olayı anlattıktan sonra şöyle demiştir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Sirke ne güzel katıktır” buyurduğunu duyduğum günden beri sirkeyi severim.


(Müslim Eşribe 166.)
.
35. Ben Kral Değilim

Bir gün Fahr-i Âlem Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi, onun heybetinden ve kendisine duyduğu derin saygıdan dolayı korkup titremeye başladı. Sevgili Efendimiz bu zatın korkusunu şu sözlerle yatıştırdı:

“Rahat ol! Çünkü ben kral değilim! Ben Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.”

(İbni Mâce, Etime 30.)
.
36. Peygamber Ailesi Ne Sıkıntılar Çekti

Numan İbni Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor:

“Sizler dilediğiniz kadar yiyip içmiyor musunuz? Ben Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in karnını doyuracak bir kuru hurma bile bulamadığı zamanları gördüm.”

(Müslim Zühd 34.)
.
37. Hz. Âişe yeğeni Urve bin Zübeyr’e şöyle anlatır:

“Sevgili yeğenim! Allah’a yemin ederim ki, biz bir hilali sonra diğerini, daha sonra bir başka hilali (yani iki ayda üç hilali) görürdük de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde yemek pişirmek için ateş yakılmazdı.” Bunu duyunca Urve dedi ki:

“Peki teyzeciğim! O halde ne ile geçinirdiniz?” diye sordum. Teyzem şu cevabı verdi:

“Hurma ve su ile. Ancak şu var ki, Fahr-i Kainat Efendimiz’in sağmal hayvanları bulunan Medineli komşuları vardı. Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e süt gönderir, o da bu sütü bize verirdi.


(Buhârî, Hibe 1.)
.
38. Kabak yemeğini Çok Severdi

Enes ibni Malik radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kabak yemeğini pek severdi. Bir gün ona içinde kabak da bulunan bir yemek ikram edilmiş veya bir yemeğe davet edilmişti. Onun kabağı sevdiğini bildiğim için tabaktaki kabakları seçip onun önüne koydum.”

(Ahmed İbni Hanbel, Müsned 3.)
.
39. Yemeğimizi Çoğatıyoruz

Ashab-ı Kiram’dan Câbir İbni Târık el-Ahmesi radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’i evinde ziyarete gittiğim sırada önündeki kabağı ince ince doğradığını gördüm. Bunun üzerine:

“Ya Rasûlallah! Kabağı niçin böyle ince ince doğruyorsunuz?” diye sordum. O da:

“Kabağı böyle doğramak suretiyle yemeğimizi çoğaltıyoruz.” buyurdu.


(Tirmizî Etime 42; İbni Mâce Etime 26.)
.
40. Eşim Muhammed, babam Harun, Amcam da Musa'dır

Safiyye validemiz çok ibadet eden, cömert ve yumuşak huylu bir hanımdı. Bir gün Hz. Aişe ile Hz. Hafsa onun Yahudi asıllı olmasından söz ederek:

“Biz Rasûl-i Ekrem ile aynı soydan geliyoruz “ diye küçümsediler. O da buna üzüldü ve üzüntüsünü Peygamberler Sultanına anlattı. Allah’ın elçisi onu şöyle teselli etti:

“Sen de onlara benden nasıl üstün olabilirsiniz? Benim eşim Muhammed, babam Harun, Amcam da Musa’dır deseydin ya!”


(Tirmizî, Menâkıb 63.)

http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

11 Kasım 2017 Cumartesi

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-3-

21. Peygamberimizin Mührü

Enes ibni Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:

‘‘Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yabancı hükümdarları İslam’a davet etmek üzere onlara mektup göndermek istediği zaman, sahabilerden biri Peygamber aleyhisselama yabancı hükümdarların mühürsüz mektuplara itimat etmediklerini söyledi. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi bir yüzük mühür yaptırdı.’’

Enes ibni Mâlik sözlerine şöyle devam etti:

‘‘O yüzük mührün Rasûlullah Efendimizin mübarek parmağında nasıl parladığı hala gözümün önündedir.’’

Enes ibni Mâlik anlatıyor:

‘‘Rasûlullah sallalahu aleyhi ve sellem yüzük mühründe (üç satır halinde ) Muhammed Rasûlullah yazılıydı. Birinci satıra Muhammed, ikinci satıra Rasûl, üçüncü satıra da Allah kelimesi kazınmıştı.’’

(Buhârî, Libas 50; Müslim, Libas 56.)
.
22. Peygamberimizin Yüzüğü

Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: Rasûl-i Ekrem (s.a.s) yüzüğü sağ eline takardı.

(Ebû Davûd, Hatem 5.)

23. Abdullah ibni Ömer radıyallahu anh anlatıyor:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir altın yüzük yaptırdı ve sağ eline taktı. Bunu gören sahabiler de aynı şekilde birer altın yüzük edindiler. Onların bu halini gören Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem, parmağındaki bu yüzüğü çıkarıp attı ve: “Bundan sonra hiçbir zaman altın yüzük takmayacağım” buyurdu. Bunun üzerine sahabiler de parmaklarındaki yüzükleri çıkarıp attı.

(Buhâri, Libâs 45, 50, 53; Müslim Libâs 53.)

24. Ashâb-ı kirâmdan Berâ bin Âzib radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerine yedi şeyi yapmayı emrettiğini, buna karşılık yedi şeyi yasakladığını söylediği hadis-i şerifte yasaklanan şeylerin başında altın yüzüğü saymaktadır.

(Buhâri, Cenâiz 2.)

25. Hz. Peygamber’in Zırhı

Ashab-ı kiramdan Zübeyr ibni Avvam radıyallahu anh anlatıyor:

Uhud Savaşı’ nın yapıldığı gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde iki zırh vardı. Bir kayanın üzerine çıkmak istedi, fakat üstündeki bu zırhla çıkamadı. Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah radıyallahu anh’ın sırtına basarak kayaya çıkabildi. İşte o zaman Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: “Talha cenneti hak etti.”
(Tirmizi Cihâd 17; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 1, 165.)

26. Ondan Daha Güzelini Görmedim


Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:

Ben, Rasullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha güzel bir varlık görmedim. Sanki güneş, onun mübarek yüzünde akıp giderdi. Ondan daha süratli yürüyen birini de görmedim. Sanki yeryüzü onun önünde dürülürdü. O gayet rahat bir şekilde yürüyüp giderken biz ona ayak uydurmakta zorlanırdık.

(Tirmizî, Menâkıb 12; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, 2, 350.)

27. Ben Kral Değilim!


Bir defasında Peygamber Efendimizin huzurunda bulunan bir kimse korkuya kapılmıştı. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuştu:

‘’Rahat ol! Ben kral değilim! Ben, Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.’’
(İbni Mâce, Et’ime 30; Hâkim, el-Müstedrek, 3, 50.)

28. “Allah’ın rızası ana babayı hoşnut ederek kazanılır; Allah’ın gazabı da ana babayı öfkelendirerek celbedilir. Elbette dede ve nine de ana baba durumundadır. Onların da ana baba gibi gözetilmesi ve sayılması gerekir.”

(Tirmizî, Birr 3.)

29. Ebu Cühayfe radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Ben kesinlikle bir yere dayanarak yemek yemem."

(Buharî, Et’ ime 13; Ebû Dâvud , Et’ ime 16.)

30.
"Şu Uhud Dağı kadar altınımın olması beni sevindirmez. Borç ödemek için ayırdığım dışında yanımda bir dinar bile bulundurarak üç gün geçirmeyi istemem. Elimdekileri Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim."

(Buhârî, İstikraz 3; Müslim, Zekât 32.)


http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

10 Kasım 2017 Cuma

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-2-

11. Saçları Ağarmamıştı‏

Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in başında yirmiye yakın ağar­mış saç teli vardı."

(İbn Mâce, Libâs 35.)
.
12. Tabiîn âlimlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî şöyle dedi:

"Enes ibni Mâlik radıyallahu anh'a: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem saçlarını kına ile boyadı mı? diye sormuştum. Bana şu cevabı verdi:

'Resûl-i Ekrem Efendimiz'in mübarek saçları boyayacak kadar ağarmamıştı. Sadece sakal başlarındaki birkaç tel saçına ak düşmüştü. Ebû Bekir radıyallahu anh ise saç ve sakalı ağardığında onları kına ve ketem ile boyardı.'

(Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 14.)
.
13. Ellerini Yüzüne Sürerdi‏


Hz. Ömer'in anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini açarak duâ ettiği zaman, mutlaka ellerini yüzüne sürerdi."

(Hâkim, Müstedrek, I, 719.)
.
14. Beni Hûd Suresi İhtiyarla
ttı‏

Ashâb-ı kiramdan Ebû Cühayfe radıyallahu anh anlatıyor:

"Sahâbîler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:

'Yâ Resûlallah! Yaşlandığını görüyoruz' dediler. Allah'ın Elçisi onlara şöyle buyurdu:

'Beni Hûd sûresi ile benzeri sûreler ihtiyarlattı. "


(Ebû Yalâ, Müsned, II, 184.)
.
15. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor:

Hz. Ebû Bekir Resûlullah Efendimize hitaben:

"Yâ Resûlallah! Sende yaşlanma alâmetleri görünüyor, sakalın da ağarmış!" dedi.

Allah'ın Elçisi de ona şöyle buyurdu:

"Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn (Nebe ) ve İze'ş-şemsü küvviret (Tekvîr) sûreleri kocalttı ve saçlarımı ağarttı."

.
16. Yeni Bir Elbise Giydiğinde

Ebû Said radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullah (s.a.s) yeni bir elbise giydiğinde ‘bu sarığı, bu gömleği, bu hırkayı’ diye giysinin adını belirterek şöyle dua ederdi:

‘Allah’ım! Bana bu sarığı, (bu gömleği, bu hırkayı) giydirdiğin için Sana hamdolsun. Senden bunu ve bunun örttüğü uzuvlarımı hayırlı kılmanı niyaz ederim. Bu elbisenin ve bunu taşıyan uzuvlarımı şerrinden de Sana sığınırım.’”

(Ebû Dâvud, Libas 1; Tirmizi, Libas 29.)
.
17. Sade Yaşamak İmandandır


Bir gün sahabe-i Güzin efendilerimiz Peygamber Efendimizin yanında dünyadan bahsettiler. Efendimiz de onlara şunu söyledi:

‘’Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; evet sade yaşamak imandandır.’’

(Ebû Dâvud, Tereccül 1.)
.
18. Beyaz Elbise Giyiniz
Abdullah İbn Abbas radıyallahu anhümadan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

‘’Size beyaz elbise giymenizi tavsiye ederim. Hayatta olanlarınız beyaz elbise giysin. Vefat edenlerinizi de beyaz kefene sarınız; zira beyaz elbise giysilerinizin en hayırlısıdır.’’

(Ebû Dâvud, Tıb 14; Tirmizi, Cenâiz 18.)
.
19. Üç Gün Karnı Doymadı

Hz. Âişe radıyallahu anha anlatıyor:

‘’Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’yi şereflendirdiği günden vefat ettiği ana kadar, onun ailesi üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karınlarını doyurmadı.’’

(Buhârî, Et’ime 23; Müslim, Zühd 20.)
.
20. Sofra Adabı


Allah’ın Rasulü vefat ettiği zaman henüz 9 yaşında olan üvey oğlu Ömer ibni Ebî Seleme’ ye, o daha küçük bir çocukken nasıl yemek yiyeceğini şöyle öğretmiştir:

‘’Oğulcuğum! Sofraya yanaş, besmele çek, sağ elinle ye, daima önünden ye!’’

(Ebû Dâvud, Et’ime 19; Buhârî, Et’ime 2; Müslim, Eşribe 108.)


http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

9 Kasım 2017 Perşembe

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-1-

1. Aydan Daha Güzel

Câbir ibni Semüre radıyallahu anh şöyle dedi:

"Mehtaplı bir gecede Resûl-i Ekrem Efendimizi kırmızı renkli bir elbi­se içinde gördüm. Hangisinin daha güzel olduğunu anlamak için bir onun yüzüne bir de Ay'a baktım. Yemin ederim ki, bence onun mübarek yüzü Ay'dan daha güzeldi."


(Tirmizî, Edeb 47; Dârimî, Mukaddime 10.)

2. Ondan Daha Güzelini Görmedim

Berâ Âzib radıyallahu anh anlatıyor:

"Fahr-i Cihan Efendimiz'in mübarek saçı ne çok dalgalı ne de tama­men düzdü. Orta boyluydu. Göğsü ile iki omzunun arası genişçeydi. Gür saçları başından kulak memesine kadar inerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi kırmızı renkli bir elbise içinde görmüştüm; ben hayatımda ondan daha güzel bir varlık görmedim."

(Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 91.)

3. Bu Yüzün Sahibi Yalancı Olamaz

Abdullah b. Selâm radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Medine'yi şereflendirdiği gün, insanlar 'Resûlullah geldi! Resûlullah geldi!" diye ona doğru koşarak gidiyordu. Onu görmek için ben de halkın arasına katıldım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüzünü görür görmez, o yüzün sahibinin ya­lan söylemeyeceğini anladım."

(Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53.)

4. Abdullah b. Ömer anlatıyor:

"Ben hayatımda Rasûlullah kadar cesur, onun kadar cömert, onun kadar yiğit, onun kadar aydınlık yüzlü ve güzel birini görmedim."
(Dârimî, Mukaddime 10.)

5. Doğan Güneş

Rubeyyi binti Muavviz radıyallahu anha, Ammâr b. Yâsir'in torunu Ubeyde'ye, Efendimizi şöyle anlatıyor:

"Sen onu bir görseydin, doğan güneşi görmüş gibi olurdun!"

(Dârimî, Mukaddime 10, n. 61. )

6. Onu Gören Bir Ben Kaldım

Tabiîn muhaddislerinden Ebû Mes'ûd Saîd ibni İyâs el-Cüreyrî şöyle dedi:

Ashâb-ı kiramdan Ebü't-Tufeyl Âmir ibni Vasile el-Leysî radıyallahu anh bir gün: "Şu yeryüzünde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi bizzat gören insanlardan sadece ben kaldım." dedi. Bunun üzerine ben de ona: "Öyleyse Peygamber Efendimiz i gördüğün gibi bana da anlat, de­dim. O da:

"Allah'ın Elçisi beyaz tenliydi. Mübarek bedeni eşsiz bir güzelliğe sa­hipti. Ne uzun ne kısa ne zayıf ne de fazla kiloluydu." dedi."

(Müslim, Fezâil 98-99; Ebû Dâvûd , Edeb 30.)

7. Enes b. Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek saçları kulaklarının yarısına kadar uzanırdı."

(Müslim, Fezâil 96.)

8. Nübüvvet Mührü‏

Câbir ibni Semüre radıyallahu anh anlatıyor:

"Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin iki küreği arasındaki peygamberlik mührünü gördüm. Bu mühür güvercin yumurtası büyüklü­ğünde ve kırmızımsı bir ben idi."
(Tirmizî, Menâkıb 11.)

9. Her İşe Sağdan Başlardı‏


Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her işe sağdan başlamayı severdi. Abdest ve boy abdesti aldığında sağ eliyle, saçını ve sakalını taradığında sağ tarafından, ayakkabısını giymeye de sağ ayağıyla başlardı."

(Buhârî, Vudû 31; Müslim, Tahâret 66.)

10. Yine Hz. Âişe anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sağ elini temizlik ve yemek için, sol elini de tuvalette temizlenmek ve benzeri işler için kullanırdı."

(Ebû Dâvûd. Tahâret 18, nr. 33.)


http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

8 Kasım 2017 Çarşamba

Bunları - Biliyor muydunuz?

1. Kur'an-ı Kerim'de en çok tekarlanan ayet "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" ayetidir. Rahman Suresinde 31 defa tekrar edilmektedir.
.
2. Aşere-i Mübeşşereden olan Zübeyr b. Avvâm, Peygamber Efendimizin halası Hz. Safiyye'nin oğludur. Hz. Zübeyr'in babası ise Hz. Hatice'nin kardeşi Avvâm b. Huveylid'dir.
.
3. Kur'an-ı Kerim'de ismi en çok geçen peygamber Hz. Musa'dır. Hz. Musa'nın ismi toplam 136 defa geçmektedir.
.
4. Felak ve Nas Surelerine sığındıran ve koruyan anlamında Muavvizeteyn denilir.
.
5. İlk Korku Namazı (Salâtu'l -Havf) Hicretin beşinci yılında yapılan Zaturrika gazvesi sırasında kılınmıştır.
.
6. Kur'ân-ı Kerim'de "üsve" kavramı model alınacak örnek anlamında bir kez Peygamberimiz (Ahzâb 33/21), iki kez de Hz. İbrahim için kullanılır. (Mümtehine 60/4-6)
.
7. Hicretten sonra müminlere kendilerini korumaları maksadıyla savaşma izni Hac Suresi 22/39-40. Ayetlerle verilmiştir.
.
8. Mekke ismi Kur’an-ı Kerim’de bir yerde Fetih Suresi 24. ayette geçmektedir.
.
9. İnsanlar cahiliye devrinde Şevvâl ayında evlenmezlerdi. Peygamber Efendimiz günümüzde de yaygın olan iki bayram arası düğün olmaz anlayışını yıkmış Hz. Aişe validemizle bu ayda nikahlanıp evlenmiştir.
.
10. Fahr-i Cihan Efendimiz Medine'ye hicret et­tikten sonra Mekke'ye dört defa geldi. Bunlar;

- Hudeybiye Antlaşması ndan bir yıl sonra hicretin yedinci yılında (629) Umretü'l-kazâ için gelişi;

- ikincisi hicretin sekizinci yılında (630) Mekke fethi için gelişi;

- üçüncüsü aynı yıl Hudeybiye Gazvesi nden sonra umre yapmak için gelişi;

- dördüncüsü de hicretin dokuzuncu yılında (631) Veda haccı için geli­şidir.
.
11. Daha çok istihbarat toplamak amacıyla oluşturulan ve gerektiğinde düşmanla çatışmaya giren, Hz. Peygamberin katılmadığı askeri birliklere seriyye adı verilir.
.
12. Peygamber Efendimizi annesi Âmine’den sonra, kısa bir süre amcası Ebû Leheb’in cariyelerinden Süveybe emzirmiştir.
.
13. Kur'ân-ı Kerim'de zamirler dışında en çok geçen kelime, Allah (c.c) lafz-ı celâlidir.
.
14. Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk'ın Allah (c.c) lafz-ı celali dışında en fazla zikredilen ismi Rab ism-i şerifidir. 962 yerde bu isim Allah'a nispet edilerek kullanılmıştır.
.
15. Kur'ân-ı Kerim'de en fazla bahsi geçen ibadet namazdır. Dinin direği olan namaz, salât şeklinde Kur'ân'da toplam 86 kez geçmektedir.
.
16. Kur'ân-ı Kerim'in en fazla değindiği ilişki, ilim-amel ilişkisidir. 2637 ayette Kur'ân, ilim-amel ilişkisine değinmekte ve bunun üzerinden mesajlar vermektedir.
.
17. Kur'ân-ı Kerim'de 17 sûrenin başında yemin vardır. Bu yeminlerden en fazlası, Rabbimizin kendi ismi üzerine yaptığı yeminlerdir. Allah (c.c) 7 defa kendi ismi üzerine yemin etmektedir.
.
18. Kur'ân-ı Kerim'de en hayırlı örtünün, takva örtüsü olduğu belirtilmektedir. A'raf Sûresi, 26. ayette bu hakikate dikkat çekilmiştir.
.
19. Kur'ân-ı Kerim'de en güzel boyanın Allah'ın (c.c) boyası olduğu belirtilmiştir. (Bakara 2/138) Allah'tan daha güzel boya/renk verenin olamayacağı hakikatine dikkat çekilmiştir.
.
20. Kur'ân-ı Kerim'de en güzel sözlü kimsenin:
"Kuşkusuz ben müslümanlardanım." diyen olduğu belirtilmiştir. (Fussilet 41/33)
.
21. Kur'ân-ı Kerim'de insanlar için en güzel örneklerin, Efendimiz (s.a.s) (Ahzâb 33/21) ve Hz. İbrahim (a.s) ile ailesi olduğu belirtilmiştir. (Mümtehine 60/4,6)
.
22. Kur'ân-ı Kerim'in en fazla üzerinde durduğu konu tevhiddir. Allah'ın (c.c) birliği konusu, hemen hemen tüm sûrelerin ortak mevzusudur.
.
23. İbn Kayyım el-Cevziyye, Peygamber Efendimizin (sas) hayatı yaşayış ve uygulamalarına dair bilgileri içeren meşhur eseri "Zâdü'l-Meâd"ı Şam'dan hacca giderken, yolculuk esnasında hiçbir kitaba bakmadan kaleme almıştır.
.
24. Yusuf suresi nübüvvetin 8-10. yılları arasıda Mekkeli müşriklerin müslümanlara ambargo uyguladığı yıllarda nazil olmustur. Boykot altında büyük sıkıntılar çeken sahabiler Hz. Peygamber'den (sas) kıssa niteliğinde ayetler okumasını talep etmişlerdir. Bu sure Hz. Peygamber'i (sas) ve müminleri teselli etmektedir. Kardeşleri Yusuf'u kuyuya atmışlar ve ona zulmetmişlerse de sonunda Hz. Yusuf üstün gelmiştir. Peygamberimiz ve ashabı da bir gün Hz. Yusuf gibi zafere ulaşacaklardır.
.
25. Ayların sayısı Allah tarafından on iki olarak tespit edilmiş olup bunların dördü haram aylardır. (Tevbe 9/36.)
.
26. Kur'an'da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır.
.
27. Müslümanlar için bütün zamanların en değerlisi Ku'an'ın indirildiği, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesidir.
.
28. Efendimiz aleyhisselâmın her gece İsrâ suresiyle birlikte Zümer suresini de okuduğunu biliyor muydunuz?

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 68; Tirmizî Fedâilü'l-Kur'ân, 21.)
.
29. Kur’ân-ı Kerim’de kendilerinden ağır bir söz alındığı bildirilen sabır ve azmin sembolü beş peygambere ulü’l azm peygamberler denilir.

Ahzâb suresi 7. ayette isimleri zikredilen bu peygamberler Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. İsa ve Muhammed aleyhisselâmdır.

30. Peygamber Efendimiz ümmetine "yâ ze'l- celâli ve'l- ikrâm" zikrini sürekli ve ısrarla tekrar etmelerini tavsiye ederdi.

( Ahmed b. Hanbel, Müsned , IV,177; Tirmizî, Daavât, 91.)
.
31. Peygamberimizin dedelerinden Kusay ve Abdülmuttalib'in, amcası Ebû Talib'in ve yine Efendimizin hanımı Hz. Hatice'nin mezarları Mekke'de önceleri Hacûn denilen Cennetü'l-Muallâ adlı mezarlıkta bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in burayı göstererek, “Bu kabristan ne güzeldir!” buyurması (Müsned, I, 367; Fâkihî, IV, 50) veya Hz. Hatice’nin burada medfûn bulunması sebebiyle Mekke’deki bu mezarlığa “Cennetü’l-Muallâ” denilmiştir.

Yazar:
Siyer-i Nebi


6 Kasım 2017 Pazartesi

Çocuklarınıza Duâ Ediniz, Onlara Bedduâ veya Lânet Etmeyiniz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Allah Rasûlü(sav) çocuklara, mallara bedduâ edilmesini doğru bulmamış, devesine kızan ve bu sebeple arkasından lanet eden birisini ikaz ettikten sonra şöyle buyurmuştur:

"Kendi kendinize bedduâ etmeyin, çocuklarınıza da bedduâ etmeyin, mallarınıza da bedduâ etmeyin. Yapacağınız bedduâlar, Allah'tan bir şey istenildiğinde duâların kabul edilip istenilenin verildiği bir saate rast gelmesin"[1]

*
Bedduâ, aleyhte duâ, menfî duâ etmek demektir. Cezalandırılmayı isteyen bir duâda bulunmaktır. İnsanlar, öfkelenince veya canı yanınca çok defa iradelerine hakimiyeti kaybederler, acı sözler söylerler ve bedduâlar yağdırmaya başlarlar.

Bu, yeterli İslâmî şuurda olmayan insanlarda daha çok görülen bir davranıştır. Duygu ağırlıklı oldukları, hislerine hakim olmakta daha fazla zorluk çektikleri için kadınlar arasında daha yaygındır. Biraz düşününce kendilerinin de razı olmayacağı nice acı sözleri, nice bedduâları çocuklarına bir anda sıralayıverirler. Bu son derece yanlış bir davranıştır. Çocuğu rencide eder, bedduâ edene karşı iyi niyetini, duygularını sarsar. Hele de bedduâ eden bunu sık sık ve yerli yersiz yapıyorsa…

Müslüman lanetçi olamaz. Kötü söz söylemeyi adet haline getiren, kaba davranışlı, itici, küfürbaz birisi de olamaz… Bunlar İslâm ahlâkıyla, Allah Rasûlü’nün irşad ettiği sîret ile de yan yana gelemez…

Müslüman, kendisini akıntıya terk etmeyen, iradesinin dizginlerini elden bırakmayan, ahlâk güzelliğini her şart altında korumaya muvaffak olan insandır… Hata etmiş olsa bile ilk fırsatta hatasından dönebilen, Rabbine sığınıp tevbe eden ve tevbesinde samimi olandır…

Evde ayağına çarpan veya aranınca bulunamayan eşyaya, tarlaya, bahçeye giren hayvana, tekeri patlayan, su kaynatan veya çalışmayan arabaya lanet eden, yaramazlık yapan veya gönderdiği yere gitmeyen, istediği işi yapmayan çocuğuna bedduâ edenlerin hiç de az olmadığı bir gerçek. Bu bedduâlar ve lânetlerin çok defa çocukların kötülüğünü istemekten ziyade dil alışkanlığı ile sıralanan bedduâlar veya dile yerleşen lanetler olduğunu biliyoruz.

Ancak böyle olsa bile doğru olmadığı ortadadır. Hoş görülmesi de doğru değildir. Bunu bir alışkanlık haline getirmek de ayrı bir kusurdur. Çirkin bir alışkanlıktır…

Küçük görülen şeyler, üzerinde ısrar edildiğinde, alışkanlığa dönüşür, büyür ve insanın ahlâkının, şahsiyetinin bir parçası haline gelir… Bundan sonra kolay kolay sökülüp atılamazlar.

Allah Rasûlü(sav) Abdullah İbn Mes'ûd'un(ra) rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der:

"Mü'min başkalarının iffetine dil uzatan, insanlara lanet yağdıran, çirkin, saldırgan ve kaba sözler söyleyen biri olamaz."[2]

Her mü'minin Allah Rasûlü'nün bu ikazını tekrar tekrar düşünmesi ve kendi davranışlarını ciddî bir muhasebeden geçirmesi gerekir. Çünkü karşılaştığımız kaba ve çiğ davranışlar, sert ve çirkin sözler hiç de az değildir. Nice sîmalardan tebessüm kaybolmuş, yerini çatık kaşlar, hırçın davranışlar, acı sözler almıştır.

Diğer insanlar için diline hakim olması, ne söylediğini bilerek söylemesi, duygu ve düşüncelerini, sevinçlerini ve acılarını, hatta öfke ve tenkitlerini güzel kelimelerle ifade etmesi istenen mü'minler, kendilerinden bir parça olan çocukları için daha da dikkatli olmak zorundadırlar… Onlar henüz mükellef de değildirler. Bizi yaratan Rabbimizin hoş karşılayıp fırsat verdiğine siz de sabrediniz ve fırsat veriniz. İyiliği için gayret sarf ediniz. Hatalarını iyi bir üslupla söyleyiniz ve onları hatalarından vazgeçirmeye çalışınız. Onlara doğruları ve doğruların güzelliklerini gösteriniz. Onlar için gerçek mânâda büyük olunuz…

Mü'min daima şuurla hareket eden insan olmalı, iman, akıl ve iradesinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemelidir…

Duâ ne kadar güzelse, bedduâ ve lanet de o derece çirkindir.


[1] Sahih-i Müslim, Zühd (4/ 2304
[2] Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 350), Müstedrek, Hâkim (1/ 12) Tirmizî, Hadisin "hasen garib" olduğunu söyler. Hakim, Buhârî ve Müslim'in şartına göre "sahih"tir der, Zehebî sükut eder.


5 Kasım 2017 Pazar

Çocuklarınıza Güzel Sözler ve İman Esaslarını Öğretiniz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Abdullah İbn Abbas (ra) bir hatırasını anlatıyor:

“Bir gün Allah Rasûlü’nün terkisindeydim. “Çocuk! Sana bazı sözler öğreteyim,” buyurdu ve devam etti:

“Allah’ın hukukunu koru ki o da seni korusun. Allah’ın buyruklarını yerine getir, onlara riâyet et, koru ki onu yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin de onu Allah’tan iste. Birinden yardım talep edeceksen onu Allah’tan talep et.

Bilesin ki bütün insanlar sana bir konuda fayda sağlamak için bir araya gelse, ancak Allah’ın yazdığı bir faydayı temin edebilirler. Bunun dışında bir şey yapamazlar.

Bütün insanlar sana bir konuda zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın yazdığının dışında sana hiçbir zarar veremezler.
Kalem kaldırılmış, sayfalar kurumuş, her şey yerli yerini bulmuş, yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”[1]

Allah Rasûlü(sav) bineğinin terkisine oturttuğu Abdullah’a Allah sevgisi ve Rahman'a güven, hukukuna riâyet aşılıyor, gönlüne imanın temel esaslarını yerleştiriyor. Çünkü iman eden ve kalbine Allah sevgisi yerleştiren bir mü’min, bunu hayatına aksettirecek, hayatın bütününe artık bu pencereden bakacaktır. Her öğrendiği ve yaşadığı, samimiyetine samimiyet, ecrine ecir katacaktır.

*

Çocukların selim fıtratlarını korumak, küçük yavruların dillerinin ilk kelimeleri şekillendirmeye başladığı andan itibaren onlara İslâmî kelimeleri öğretmek, dillerine “Allah”, “Muhammed”, “Allahu Ekber”, “Kabe” gibi, onları inançlarına bağlayacak kelimeler yerleştirmek elbette her mü’min gönlün arzusu olmalıdır.

Bunları söyleyen bir çocuk anne ve babasının kendisine söyletmeye çalıştığı şeylerin güzel olduğunu hissedecek, kendisi de onlara sevgi duyacaktır. Çocuk bu kelimeleri telaffuz edince büyüklerini de sevindirecek, kendilerinin de büyükleri tarafından sevilmesine, dolayısıyla âile yuvasında sevginin artmasına vesile olacaktır. Çocuk, diline yerleşen bu kelimeleri başkalarının yanında da söyleyecek, onların gönlünde de sevgi canlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu, anne ve babaya, çocuğun diline ve gönlüne bu kelimeleri kim yerleştirdi ise ona ayrıca ecir kazandıracaktır.

Ancak çocuğun yaşı, kelimeleri telaffuzdaki zorluğu göz önünde tutulmalı, bazen utangaçlığının tuttuğu, bazen de isteksiz olup inat edebileceği unutulmamalı, fazla ısrarcı olunmamalı, çocuk zorlanmamalıdır. Çocuk söylediği zaman, duyulan sevinç belli edilmeli, bunun için mükâfatlandırılmalıdır.

Mükâfatlandırma, bilinen en iyi teşvik yollarından birisidir. Her zaman maddî olması da gerekli değildir. Sevinç belli ederek, kucaklayarak, sözle ifade ederek, duâ ederek de yapılır. Hatta bu şekildeki mükafatlandırmaların çocuk üzerindeki tesiri, maddî olanlardan daha verimli ve müspettir. Mükafatlandırmanın çok daha değişik yollarının olduğu bir gerçektir. Farklılıklar hayata güzellik katar, bir hatıra olarak da zihinde kalır.

Çocuk biraz büyüyüp iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edebileceği temyiz yaşına gelince sıkmadan, sevdirerek, bazen meraklandırarak, bazen eğlenceye veya neşeli bir atmosfere dökerek ona daha ciddî bilgiler verilmeli, İslâmın arzuladığı edeb ve terbiye de aşılanmaya başlanmalıdır.

Rabbimizin selim fıtrat üzerine yarattığı ve bize bahşettiği yavrularımız, çirkin sözlere, çirkin davranışlara alıştırmamalıdır. Yanlış ve rezil bilgiler ve düşüncelerle dünyalarını da, âhiretlerini de karartacak cahilliklerden, şuursuz davranışlardan onları uzak tutmalı, kötülüklerden, çirkinliklerden sakınmalı, zihinlerini bulandırmamalı, öğrenmeye açık zihin dağarcığını zehirli veya boş bilgilerle doldurmamalıyız.

Yaşı büyüdükçe öğrendikleri de ilerlemeli, güzel kelimeler ve duygular dilinde ve gönlünde yer etmelidir.

*

İman her güzel amelin temeli, çekirdeğidir. Ameller onunla değer kazanırlar.

İki Cihan Serveri hak dâvâyı tebliğ ediyor, yaşıyor, gönüllere yerleştiriyor, yeni filizlenen nesile değişik vesilelerle şefkatli bir muallim olarak öğretiyordu.

*

Bir başka hatıra Cündüb İbn Abdullah'tan(ra). Bakınız o ne diyor:

“Biz yeni filizlenip gelişen bir grup genç olarak Allah Rasûlü’nün(sav) yanındaydık. Kur‘ân öğrenmeden önce imanı öğrendik. Sonra Kur‘ân öğrendik ve o bizim imanımızı artırdı, imanımıza iman kattı.”[2]

*

Berâ İbn Âzib'in(ra) rivâyet ettiği bir hadis ise hayat ile imanı nasıl iç içe yoğurup sunuyor :

"Allah Rasûlü(sav) bana şöyle buyurdu:

"Yatağına yatmak istediğinde namaz için nasıl abdest alıyorsan öylece abdest al. Sonra sağ tarafına yat ve şöyle duâ et:

Allahım! Yüzümü sana döndüm, kendimi sana teslim ettim!

Her işimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım!

Arzuladığım senin rızan, ümit bağladığım sen, korktuğum da sensin!

Senden başka sığınak, senin kapından başka kurtuluş kapısı yok!

İndirdiğin kitabına, gönderdiğin peygamberine iman ettim."

Allah Rasûlü(sav) sözüne şöyle devam ediyor:

"Bu duâ, uyumadan önce son sözlerin olsun.

O gece ölürsen, yaratıldığın gibi temiz fıtrat üzerine hayata göz kapamış olursun."

Bir başka rivâyette şu ek vardır:
"Ölmez yaşar, yeni bir sabaha uyanırsan büyük ecir alarak sabahı etmiş olursun."[3]

Allah Rasûlü'nün Berâ'ya öğrettiği bu duâ, sadece duâ etmek için tekrar edilmesi gereken kelimeler, cümleler değildir. Bir inancı, bir teslimiyeti ve samimiyeti ifade eden kelimeler, cümlelerdir. Şuurla yapılan her tekrar tazelenmeye, canlanmaya vesile olacak mânâ ile yüklüdür.

Anlayan için bunlar çok şeydir…

*

Abdullah İbn Abbâs’tan(ra) dinliyoruz:

“Rasûlullah(sav), Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi bize teşehhüdü öğretirdi.”[4]

Teşehhüdün içinde imanın çekirdeği olan “Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, sadece ve sadece Allah’a kulluk edileceğine, Muhammed’in onun kulu ve Rasûlü olduğuna” şehâdet vardır. “Teşehhüd” ismini de buradan almıştır.

Allah Rasûlü(sav) her şeyden önce Allah’ın varlığını ve birliğini, kısaca tevhid inancını tebliğ için gönderilmiştir. Filizlenen neslin de kire, pasa bulaşmadan, bulanıklıklar yaşamadan, yaratıldığı temiz fıtratı koruyarak, tevhid inancının berraklığında ve güzelliğinde yoluna devam etmesi en büyük arzularındandır. İslâm nûrunu söndürmeye çalışanlara karşı mücadele verirken, iç içe nice sıkıntılı anlar yaşanırken, yeni yetişen nesillerin şuurla yetişmesi yönünde sergilediği örnek gayret, gerçekten ibret vericidir.

O bizim hidâyet rehberimizdir…


Dr. M. Şerafettin KALAY


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfetü’l-Kıyâme (4/ 667), Müsned-i Ahmed İbn Hanbel (1/ 293, 303)
[2] Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime 9 (1/ 23) Zevâid’de hadisin sahih, râvîlerinin güvenilir olduğu zikredilir.
[3] Sahih-i Buhârî, Vudû ( 3/ 71-72), Deavât (18/ 343), Tevhîd ( 20/ 350),
Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2081-2082).
[4] Sahih-i Müslim, Salât (1/ 303).


4 Kasım 2017 Cumartesi

Çocuklarınıza Kur’ân Öğretiniz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Âişe Vâlidemizden nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

"Kur'ân okuyan ve okuyuşunda mâhir olan biri meleklerle beraberdir. Kur'ân’ı harfi harfe tutturak okumaya çalışan, kesik kesik okuyan ve okurken zorlanan bir insan bu azmi ve gayreti sebebiyle iki kat ecir alır." [1] Bu bir müjde, bu bir teşviktir.

Rabbimizin kendisi uğruna sarf edilecek her dakikayı ve her emeği zayi etmeyeceği bilinen bir hakikattir.


*
Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın kitabı, Rabbimizin kullara hitabıdır. Allah'ın vahy ettiği, Rasûlü'nün bize tebliğ ettiği ilâhî nazımdır. Bu ümmete sunulan en büyük mucizedir.

Biz çocuklarımıza Kitab'ımızı Allah'ın vahyettiği, Rasûlü'nün tebliğ ettiği şekliyle öğretmek zorundayız. Bu bizim annelik, babalık görevlerimiz arasındadır. Bu görevin yapılmayışı ciddî bir kusurdur. Kur'an tilâvetini öğretmek bizim yavrularımıza sunacağımız en güzel hediyelerden biridir. Yavrularımız böylece Rabbimizin kitabıyla bağ kuracak, onu okumanın onurunu yaşayacak, ayrıca dil ve telaffuz kabiliyeti gelişecektir. Peş peşe gelen farklı ses iniş ve çıkışlarına, kalınlaşma ve incelmelere, uzatma ve kısalmalara dilleri alışacak ve kendi dillerini de daha iyi ve net kullanır hale geleceklerdir. Bu onların kendine güvenlerini ve maneviyatlarını yükseltecektir.

Bir mü'minin Rabbinin kitabını okumayı bilmemesi ciddî bir eksikliktir. Anne, baba tarafından bu imkân hazırlanmamış ise bu da anne babanın ciddî bir kusuru, ciddî bir ihmalidir.

Abdullah İbn Abbas(ra), Allah Rasûlü vefât ettiğinde henüz çocuk denilecek yaşlardaydı.[2] Henüz on yaşına gelmeden muhkem olan Kur'ân'ı hıfzettiğini söyler.[3]

Bir Müslüman, ibadetlerini sıhhatli olarak yerine getirebilecek derecede Kur'ân ezberlememişse bu çok daha tehlikeli ve ciddî bir eksikliktir. Üzerinde her ferdin durup düşünmesi gereken, affedilmesi zor bir ihmaldir. Ömür varken bir an önce telafi edilmeli, hayatı birçok açıdan manasız hale getiren bu kusur yok edilmelidir.

Allah Rasûlü’nün(sas) ikazına dikkat ediniz: "Hafızasında Kur'ân bulunmayan bir insan, harâbe bir ev gibidir."[4]

Harâbe bir ev olmak ve harâbe bir ev gibi hayat sürmek hiç de övgüye layık olmayan bir hayat tarzıdır.

Çocuklarımızın, dolayısıyla gelecek neslimizin hayatını harabeye çevirmek isteyen zihniyet çirkin bir zihniyettir. Bu yönde atılan adımların da İblis'i razı etmeye yönelik adımlar olduğu açıktır. İblis'in kendisine uşak olanları, Allah'ın gazabından kurtaramayacağı, kurtarmaya da çalışmayacağı kesindir. O gün, en yakın dostun bile dostu aramayacağı, sormayacağı, soramayacağı gündür.

*

Her yapılan şey, belli bir oranda emek ister. Sonu güzel olan şeyler, şüphesiz emek sarf etmeye değer şeylerdir. Kur'ân öğrenmeye çalışmak sonu en güzel olan şeylerdendir. Her türlü emeğe, her türlü sıkıntıya göğüs germeye, her türlü engeli aşmaya değer.

Ve hepimizin bildiği bir hadis-i şerif: "Sizin en hayırlılarınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir."[5]

Kur'ân'ın fazileti ve tilâvetiyle ilgili daha nice hadis-i şerif vardır. Hadis kitaplarının tefsir veya fedâilü'l-Kur'ân ile ilgili bölümlerine bakan kardeşlerimiz bu hadislerle karşılaşacaklar ve onlardan istifade edeceklerdir. Kur'ân tilaveti ne kadar teşvik edilse yeridir.

O, zikirlerin efendisi, iki cihan saadetini elde etme düstûrudur. Onun emirlerini öğrenmek ve onları hayata aksettirmek her mü'minin görevidir. Onun buyruklarını anlama, onu müzâkere ise ayrı bir değer taşır. Onu müzâkere için bir araya gelindiği meclisler, sekînet ve rahmetin tecellî ettiği en hayırlı meclislerdir.

Allah Rasûlü(saS); "Eğer bir topluluk, Allah’ın evlerinden birinde toplanır, Allah’ın Kitâbı’nı okur, onu anlamaya çalışır, aralarında müzakere eder ilim ve irfanlarını genişletirlerse, üzerlerine huzur, sükûnet ve vakar iner, onları rahmet kaplar, melekler kuşatır ve Allah onları katındaki melekler arasında anar,”[6]buyurur.

Çocuklarımızın da ilâhî hitaptan feyz almalarını arzuluyorsak, meleklerle kuşatılan meclislerde bulunmalarını istiyorsak, şartlar ne olursa olsun ihmalkâr davranmamalı, üzerimize düşeni yerine getirmeliyiz.

Dr. M. Şerafettin KALAY

[1] Sahih-i Buhârî, Tefsîr (16/ 140-141), Sahih-i Müslim, Salât (1/ 549-550).
[2] Allah Rasûlü(sas) vefat ettiğinde Abdullah'ın kaç yaşlarında olduğu konusunda ihtilaf vardır. Daha güçlü olan kanaat 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yönündedir. (Umdetü'l-Kârî 16/ 224-225)
[3] Bak Sahih-i Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân (16/ 224) ve Umdetü'l-Kârî 16/ 224-225)
[4] Sünen-i Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân (5/ 177). "Hadis, hasen sahihtir," der.
[5] Sahih-i Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân (16/ 226), Sünen-i Ebî Dâvud, Salât (2/ 147), Sünen-i Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân (5/ 174).
[6] Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2074).


3 Kasım 2017 Cuma

Çocuklarınıza İbadet Duygusu Aşılayınız-Dr. M. Şerafettin KALAY

Çocuklarınıza ibadet duygusu aşılayınız. Onlara nasıl namaz kılacaklarını, nasıl oruç tutacaklarını öğretiniz.

Mu âz İbn Abdullah İbn Hubeyb el-Cühenî nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü(sav) şöyle buyuruyor: “Sağını solundan ayırt etmeye başladığında çocuklara namaz kılmayı emredin.” [1]


Allah a kulluğun ifadesidir. Gerçek mânâda Allah a kul olmak, başka bir şeye kul olunamayacağının ilanıdır. İbadet, yaratılış gayemize uygun hareket etmektir.

Bu şuur insanlar arasında yayıldığında, gerçek saadet devirleri yaşanmış, hayata huzur ve saadet hakim olmuştur. Yeryüzünde bereket artmış, ilim, irfan yaygınlaşmış, insanî değerler yerli yerini bulmuştur.

İbadet şahsı arındırır, basîreti artırır, insanı çirkinliklerden korur.

Çocuklara küçük yaşlardan itibaren ibedet duygusu aşılanmalı, bilgisi verilmelidir.

Namaz, insanı Rabbine yaklaştıran, onun rızasını celbeden ibadet ve tâattan biridir. Onunla başlayarak ibadetler üzerinde duygu ve düşüncelerimizi paylaşmaya ihtiyaç olsa gerektir.

Namaz

İbâdet deyince ilk akla gelen de şüphesiz namazdır. Günde beş vakit olarak farz oluşu sebebiyle de en çok edâ edilen ibâdettir. Mü’mine günde beş kere Rabbinin huzuruna durma, gönlünü temizleme, manevîyatla doldurma imkanı verir. Allah Rasûlü’nden(sav) namazın sağladığı gönül temizliğiyle ilgili olarak şöyle bir hadis gelir. O, sahabelerine sesleniyor:

“Sizden birisinin kapısının önünde akıp giden bir nehir olsa, o kişi de bu nehirde günde beş defa yıkansa, üzerinde herhangi bir kir kalır mı?

Sahabeleri; “Kalmaz,” diye cevap veriyorlar.

Onlardan bu cevabı alınca şöyle buyuruyor: “Namaz da bunun gibidir. Allah onunla hataları siler, yok eder.”
[2]

Hem Sahih-i Buharî’de, hem de Sahih-i Müslim’de yer alan bu rivâyet Ebu Hureyre’den gelir. Müslim’in, Câbir İbn Abdullah’tan(ra) naklettiği bir başka rivâyet, aynı mânâyı biraz değişik lafızla vurgular:

“Beş vakit namaz, sizden birisinin kapısının önünden akan ve o insanın her gün içinde beş kere yıkandığı gür ve berrak bir nehre benzer.” [3]

Çocuklar küçük yaşlardan itibaren anne ve babalarını, kendileriyle birlikte olduğu diğer büyüklerini namaz kılarken gördükçe heves edecekler, onları taklit etmeye çalışacaklar, onlar gibi rükûya, secdeye gideceklerdir. “Allahu Ekber!” diyecekler, belki de Allah Rasûlü’nde olduğu gibi namaz kılanın sırtına çıkmaya çalışacaklar, ayaklarının arasından geçeceklerdir. Böylece namazla tanışacaklar, onu benimseyecekler, onu büyüklüğün, büyümenin bir alâmeti sayacaklar, giderek şuuruna ereceklerdir.

Hikmet sebeplerinden birisi de bu olsa gerektir ki Allah Rasûlü(sav); “Namazlarınızdan bir kısmını evinizde kılınız. Onları kabirlere çevirmeyiniz,” [4] buyuruyor.

Câbir’den(ra) gelen bir hadis-i şerifte farklı vurgular vardır: “Sizden biri, camide namazını kıldıktan sonra, namazından bazılarını da evinin nasibi olarak ayırsın. Allah bu namaz sebebiyle evinde hayırlar lütfeder.” [5]

İçinde Allah’ın zikredildiği, İslâm nûruyla aydınlanan evlere olan ihtiyacımızı dile getirmiştik. Kur ân tilaveti ve namaz evlerin nûr ile dolmasına en güzel vesilelerdir.

Çocuğu namaza alıştırmak için ayrıca gayret ve sabır gerekebilir. Anne, baba bu sabrı ve sebatı göstermeye hazır olmalıdır.

Rabbimizin Rasûlü ne, onun şahsında hepimize hitap ettiği şu emr-i celîline dikkat ediniz ve taşıdığı mânâ derinliği üzerinde iyi düşününüz:

“Âilene namazı emret; kendin de bütün titizliğinle onu edâya sabret.” (Tâhâ 20/ 132)

Âyet-i kerîmeyi tek cümle içinde ancak bu kadar meâllendirebiliyoruz. Ancak âyette geçen “ıstabir” kelimesi üzerinde birkaç cümle ile de olsa durmak zorunda olduğumuzu biliyoruz.

Bu kelime, sabır ile aynı kökten olsa bile dilimizde sadece “sabret” diye ifade edilemez. Onun için başına “bütün titizliğinle” ifadesini yerleştirdik. Bunun da yeterli olduğunu zannetmiyoruz. Çünkü “ıstıbar” kelimesi, İbn Atâ nın da işaret ettiği gibi sabır çeşitlerinin en şiddetlisi, en ağırı, en fazla mücadele isteyenidir.[6] Sadece dişini sıkıp bir, iki kereliğine sabır değildir. Devamlı mücadele vererek hedefi gerçekleştirmek için sabır ve sebat göstermek, bıkmamak, yılmamak demektir. Yapılan ve devam edilen işin ehemmiyetine inanarak, azmi elden bırakmadan üzerine çalışmak demektir.

Dolayısıyla âyet-i kerîmede bize emredilen sadece ailemize namaz kılmayı öğretmek veya emretmek değildir. Önce kendimizin en güzel şekilde etmemiz, âilemize örnek olmamızı ve onların da namazı ikamesi için mücadele vermemizi emrediyor.

Bu ayet-i kerîmenin indirilişinden sonra Allah Rasûlü nün(sav) her sabah damadı Hz. Ali ile kızı Fatıma nın kapısına varıp onları namaza kaldırdığı, “-Namaz!” diyerek onlara seslendiği nakledilir.[7] Hz. Ömer in de ev halkını gece namazı için kaldırdığı kaynaklarımızda yer alır.[8]

Yaşanan hayatın içinde ifade etmeye çalışırsak; sabahın seher vaktinde, uykuların en tatlı olduğu devrelerde namaz için kalkmamız, günü erken ve bereketli vaktinde hayata ibadetle başlamamız, âile fertlerimizi kaldırmamız, üşengeçlik gösteriyorlarsa onları uyandırmanın ve namazlarını edâ ettirmenin hoş, güzel üsluplarını bulmamız, uykunun ağırlığına, nefsin karşı koyuşuna, onların ihmallerine hep göğüs gerip sabretmemiz, onlar arzu edilen şuuru yakalayıncaya, namaza kalkmaya alışıncaya, beden saatleri ibadete göre şekilleninceye kadar bu sabr ve sebatı sürdürmeye devam etmemiz emrediliyor. Diğer namazlarda da bu mücadelenin benzerini sergilememiz, her durumda hem kendimiz, hem de âilemiz için azmimizi, şevkimizi, gayretimizi yitirmememiz isteniyor.

Namaz, sadece hataları temizlemez, insanı da yüceltir, ona iman safiyeti verir, duygularını berraklaştırır, ahlâkını güzelleştirir, çirkinliklere düşmesine engel olur.

Zikr-i Hakîm’de şöyle buyurulur:

“Kitaptan sana vahyedileni oku. Namazı hakkıyla edâ et. Şüphesiz namaz, fuhşiyattan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikr ne büyüktür. Allah yaptıklarınızı her yönüyle bilir.” (Ankebût Sûresi, 29/ 45)

Namaz iman nûru ile dalâlet karanlığı arasındaki perdedir.[9] Namaz mü’minin mirâcıdır.

Allah Rasûlü’nün küçük yaşlardan itibaren çocuklara ibadet ve mescid sevgisi aşılanmasını arzu ettiği, hem sözlü, hem de fiili hadislerinden açık ve net olarak anlaşılmaktadır. Onları mescide getirişi, mescide gelişlerinde hoş karşılaması, onlara yakın ilgi gösterişi, yedi yaşına gelen ve artık tam bir eğitim devresine giren çocuklara namaz kılmalarının emredilmesini istemesi bunun misallerindendir.

Nitekim bilinen ve günümüzün özenti ve zayıflıkları sebebiyle sıkça tartışılır hale getirilen bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü(sav) şöyle buyurur:

“Yedi yaşına geldiklerinizde çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına geldiklerinde gerekirse dövün ve yataklarını birbirinden ayırın.” [10]

Yedi yaşına gelen bir çocuk, önceden de zikredildiği gibi normal şartlarda eğitim ve öğretim için en uygun çağdadır. Bu yaştan on yaşına kadar çocuğa namaz öğretilmesi ve namaz kılmaya alıştırılması için üç yıl vardır. Gayret eden bir anne-baba için üç yıl çocuğa sevdirerek namaz öğretmek ve onu namaza alıştırmak için basite alınamayacak bir zaman dilimidir. Bu yıllar çocuğun alışkanlıklarının oturmaya, iradesinin giderek güçlenmeye başladığı devredir. Ergenlik, dolayısıyla mükellef olma yaşı giderek yaklaşmakta, fizîkî gelişme de hızlanmaktadır. Artık namaz konusunda kaybedilecek zaman yoktur. Namaz kılmamakta direnen, gevşek davranan veya ihmal eden çocuğa artık küçük yaşlardaki kadar hoşgörülü davranılamaz. Çocuk bu konuda ebeveyninin kararlılığını hissetmeli, kendisine sayısız nimetler bahşeden Rabbine ibadette kusur göstermemelidir. Çocuğunun bu gününü, yarınını, ebedî hayatını düşünen anne-baba bu konuda ihmalkâr olmamalıdır.

Yemesi, içmesi, okuması, hak ve hukuka riâyeti nasıl son derece önemli ise bu da en az onlar kadar önemlidir. Hatta buna dikkat etmeyenin, diğer vazifelerinde de ihmalkâr davranacağı, kusur göstereceği açıktır.

Biz çocuğumuza hayatın gerçeklerini anlatmaz, ona hayata atılmadan önce doğru ve yanlışları, olabilecekleri ve olamayacakları öğretmezsek hayatın bunları ona daha acı öğreteceği kesindir. İşte o zaman biz çocuğumuza zulmetmiş, insafsızlık etmiş oluruz. Biz ona Rabbine ibadet şuurunu aşılamaz, dolayısıyla onun ebedî hayatını karartırsak işte o zaman merhametsizlik, düşüncesizlik ve kötülük etmiş oluruz.

Rabbimizin; “Ey iman edenler kendinizi ve âilenizi Cehennem ateşinden koruyun,” (Tahrim, 66/ 6) buyruğunu unutmayınız.

Kendimizi ve âilemizi ateşten korumak istiyorsak gerçek şefkat ve merhametin ne olduğunu idrak etmeliyiz.

Oruç

Oruç da namaz gibi bedenî ibadetlerdendir. Namazla birleşince daha da mânevî bir atmosferin insanı kuşatmasına ve farklı güzelliklerin yaşanmasına vesile olur. Ramazan ayında manevî duyguların daha farklı boyutlarda yaşandığı bilinen bir gerçektir.

Oruçta nefse, iştihalara ve şehvete hükmetme dirayeti, muhtacın halini hissetme hikmeti daha açıktır. Onda insan oğlunun bir lokma yiyeceğe, bir yudum içeceğe bile muhtaç olduğu, insanın güç ve kudreti, makam ve mevkisi ne olursa olsun bunlarsız edemeyeceği, acizliği, Rezzâk olan Allah a muhtaciyeti, bütün bu gerçekler zihne nakledilişi vardır.

Bir hadis-i kudsîde orucun farkı şöyle zikredilir: “Ademoğlunun her hayırlı ameli katlanarak mükâfât alır. İyilikler on katından yediyüz katına kadar karşılık bulur.

Ancak oruç farklıdır. O bana aittir, onun mükâfâtını ben takdir edip vereceğim. Çünkü oruçlu mü min şehvetini, iştahının çektiklerini, yiyeceğini benim için terkeder.

Oruçlu için iki sevinç anı vardır: Orucunu bitirip iftar ettiğinde yaşadığı sevinç anı ve Rabbiyle karşılaştığı o gündeki sevinçli anı.

Oruçlu bir insanın oruç sebebiyle ağzında meydana gelen koku, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”
[11]

Oruçta, Allah rızası için arzulara gem vurmak ve sabretmek vardır. Onda fakirin, muhtacın halini anlayış, açlık duygusunun nasıl bir duygu olduğunu tadış, aç uyumak zorunda kalan insanlara merhamette canlanış vardır. Nitekim Ramazan ayında bunun gönüllerde bıraktığı tesiri, insanlarda canlanan iyilik yapma, infakta bulunma arzularını daha açık ve net bir şekilde görüyor, hissediyoruz.

Çocuğun oruca alışmasında hem iradesini güçlendirme, nefse hakimiyetini artırma, hem de açlığa susuzluğa katlanmanın, bu nimetleri bize bahşeden Rabbimiz uğruna olduğu şuurunu elde etme vardır.

Bunlara ek olarak sonraki yıllarda yâd edeceği, kendisi gibi oruca başlayan, alışmaya çalışan çocuklarına, torunlarına veya yakınlarına aktaracağı tatlı hatıraları vardır. İftar saatini iple çekişler, iyice acıkınca mutfağa girip çıkarak annenin iftar için neler hazırladığını gözden geçirişler, onları nasıl yiyeceğini hayal edişler, canının çektiği şeyleri dile getirişler, bazen oruçlu olduğunu unutuşlar, bakkaldan iftar için ekmek alıp gelirken farkında olmadan açlık duygusuyla ucundan koparıp yiyişler, Ramazan topunun atışını kapıda bekleyişler, anneye, babaya oruçla ilgili sorulan sorular ve daha neler neler.

Çocuklar büyüklerinden bu tür hatıraları dinlemekten, onların da çocuk olduğu günlerin varlığını, çocukça davranışlarının olduğunu duymaktan hoşlanırlar. Bu hatıraların paylaşılması büyüklerle küçükler arasında yakınlığın doğmasına vesîle olur.

Hatıralar yaşanmalıdır ki anlatılabilsin, paylaşılsın.

***

Hacc

Hacc ise çok farklı bir ibadettir. Masraflı ve meşakkatlidir. Tesiri de o derece güçlüdür. Küçük yaşlarda Beytulah a varmak, büyük neticelerin elde edilmesine vesile olacaktır…

Çocuk yaşlarında hacc ile ilgili bir hatırasını Sâib İbn Yezîd(ra) anlatıyor: “Babam beni Allah Rasûlü’yle birlikte yapılan Vedâ Haccına götürdü. Bu sırada yedi yaşlarındaydım.” [12]

Allah Rasûlü(sav) sadece bir kere hacc yapma imkanı bulmuştur. Mekke’nin fethinin ikinci yılında yapılan Vedâ Haccı onun ilk ve son haccı olmuştur. Bu haccı sırasında kafilesinde çocuklar da bulunmuş, yaşadıkları hatıraları birer hazine gibi saklamış, sonraki nesillerle paylaşmışlardır. Bunlardan biri de yukarıda adı geçen Sâib’tir. O, her çocuğa nasip olmayan, gerçekten iftihar edilecek hatırasını sonraki yıllara taşıyanlardan biridir.

Bir başka hatırayı ergenlik çağlarına yaklaştığı günlerde hac kervanına katılan Abdullah İbn Abbas’tan(ra)dinliyoruz. O, kendisiyle ilgili olmayan farklı bir hadiseyi bizlere anlatıyor:

“Hac yolculuğu sırasında Ravhâ denilen yerde Rasûlullah(sav) Eefendimiz bir kafileyle karşılaşmıştı. Bu kafilede bulunan bir kadın karşılaştıkları kişinin Allah Rasûlü(sav) olduğunu öğrenince, çocuğunu bineğinin üzerinde duran Rasûlullah’a doğru kaldırarak; -Bunun için de hac var mıdır? diye sordu.

Rasûlullah(sav); “Evet, senin için de ecir vardır,” buyurdu [13]

Aynı hadiseyi Câbir İbn Abdullah(ra) farklı kelimelerle dile getirir: “Rasûlullah(sav) Efendimiz vedâ haccında, bineğinin üzerindeydi. Bir kadın küçük bir çocuğu Allah Rasûlü’ne doğru kaldırarak; -Bu haccedebilir mi? diye sordu. Efendimiz; -Evet, sen de ecir alırsın, buyurdu. [14]

Allah Rasûlü’nün işaret ettiği “ecir alma”, ayrıca üzerinde durulmaya değer bir noktadır. Çocuklar yaşları küçük olsa da, yani henüz mükellef olmasalar da ibadet edebilirler. Onların ibadetlerine vesile olan, onlara ibadet için imkan hazırlayan, ibadet etme sevgisi aşılayan, çocukları ibadet etsin diye maddî, manevî külfetlere katlanan mü minler, bu samimiyetleri, bu davranışları, niyetleri ve gayretleri sebebiyle ecir alırlar.

Bu duyguyu taşıyan, yavrusuna namaz için abdest aldırmaya gayret eden, onların küçücük ellerini ve ayaklarını yıkayan, namaza dururken ellerini üst üste koyarak bağlayan, nasıl bağlanacağını gösteren, Ka‘be’yi tavaf ederken onu omuzlarında taşıyan, onlara Hacerü l- Esved e selâm verdiren anne-babaları görmek ne kadar gönle hoş görünüyor… Elbette ki bunun ecrini alacaklarına inanıyoruz.

Bu satırlar da o ümitle kaleme alınıyor.

Yaş büyüdükçe irade güçlenir, şuur artar. Anne-baba ve büyüklerin de çocuğun yaşı büyüdükçe daha dikkatli olmaları, çocuklarının ibadetleri konusunda daha hassas davranmaya başlamaları gerekir. Çünkü mükellefiyet çağı yaklaşmaktadır. Lehte ve aleyhte her şeyin kayda geçtiği bu çağ gelmeden çocuğun ibadeti artık uurlu bir alışkanlık haline getirmesi gelmelidir.

Dr. M. Şerafettin KALAY

[1] Sünen-i Ebu Davud, Salât (1/ 335). Hadis, isnadı hasen olan bir hadistir. (Camiu l-Usûl Fî Ahâdîsi r-Resûl 5/ 188).
[2] Sahih-i Buharî, Mevâkîtü’s-Salât (4/ 157), Sahih-i Müslim, Mesâcid (1/ 462-463).
[3] Sahih-i Müslim, Mesâcid (1/ 463).
[4] Sahih-i Buhârî, Salât (3/ 447), Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 538-539).
[5] Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 539).
[6] Tenvîru l-Ezhan min Tefsîr-i Ruhu l-Beyan (2/ 451).
[7] El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 263).
[8] El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 263).
[9] Sahih-i Buharî, Bedü’l-Halk (12/ 271-272) ve Fedâil (14/ 5-6) Sahih-i Müslim, İman ( 1/ 146-147), Sünen-i Tirmizî, İman (5/ 13).
[10] Sünen-i Ebu Davûd, Salât (1/334, Hadis No: 495). Hadisin isnadı hasendir. (Câmiu l-Usûl Fî Ahâdîsi r-Resûl 5/ 187).
[11] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 29), Sahih-i Müslim, Sıyam ( 2/ 807).
[12] Sahih-i Buharî, Hac (8/ 404),Sünen-i Tirmizî, Hac (3/ 265?) “Hadis, hasen sahihtir,” der.
[13] Sahih-i Müslim, Hac (2/ 974), Sünen-i Ebu Davûd, Menasik (2/ 352-353).
[14] Sünen-i Tirmizî, Hac 83 (3/ 265). Hadis için “ğarîb” demiştir.


http://www.siyerinebi.com/tr/cocuklariniza-ibadet-duygusu-asilayiniz