Ölüm, ruhun bedenden ayrılması olayıdır. Ölen ruh değil, bedendir. Beden onun hanesi ya da elbisesi hükmündedir. Elbisenin değişmesiyle, yahut parçalanması, yok olmasıyla kişinin varlığına bir zarar gelmez. Bu dünya hayatında bize bu bedeni giydiren ve kainatla olan münasebetimizi böylece kuran Rabbimiz, bizi bu alemden göç ettirdiğinde ruhumuzu bu elbiseden ayırır, bu haneden çıkarır. Ölüm insan varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmektir. Daha güzel bir âlemin kapısıdır. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir, ruh bâkidir, yok olmaz.
O halde neden yaratıldık ve neden ölüyoruz? bunun cevabı Mülk suresi, 2. ayette bize bildirilmiş. Allah-u teala'nın diriliği ve ölümü yaratmasının sebebi şöyle açıklanır: "O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır."
Ölüm gerçeğiyle herkes bir gün mutlaka karşılaşacak. Ölüm için genç yaşlı, kadın erkek ya da çocuk olmak gibi herhangi bir sıra da söz konusu değil. Cenâb-ı Allah"ın belirlemiş olduğu eceli gelen her insan, ruhunu Rabbine teslim edecek. Ve bu hayat yolculuğu ölümle birlikte bitecek ve insanoğlu, kendisini ebedi ahiret hayatına götürecek olan yepyeni bir yolculuğa çıkacak. İşte bu yolculuk sırasında mü'min olsun, kafir olsun herkesin karşılaşıp yaşayacağı bir dizi hadise var. Hadis ve ayetlerin bildirmesiyle bilebileceğimiz bu hadiseler hakkında bilgi edinmek, ahiret hayatımız için kendimizi nasıl hazırlamamız gerektiği konusunda bize yardımcı olacaktır: Ölüm ile başlayıp Cennet veya Cehennemle sonuçlanacak bu evreleri birlikte sırasıyla hatırlamaya çalışalım:
ÖLÜM ANI
Bir kimsenin ölüm anı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü Allah'a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır. Bu sözünü ettiğimiz ölüm anı dışardan gören için değil kişinin yaşadığıdır, bunu belirtelim öncelikle.
Mü'minler ölürken yanlarına melekler gelir: Fussilet Suresi, 30.ayette “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! diye onlara müjde verir. Allah'ın kendisinden hoşnut olacağını ve kendisini bağışlayacağını duyan mü'min son derece mutlu olur. Bir an önce Allah'a kavuşmayı, Allah da ona kavuşmayı ister.
Ölmek üzere olan inançsız kimseye de işkence göreceği hatırlatılır. O da ölümden nefret eder ve Allah'a kavuşmayı istemez; esasen Allah da ona kavuşmayı istemez. Melekler inançsız kimsenin yüzüne ve arkasına vurarak 'Tadın bakalım yakıcı azabı" diye canını alırlar. İnançsız olarak ölenlerin pis kokusu gök ehlini rahatsız edecek kadar berbattır.
Ölüm gerçekleştikten sonra 2. evre olan kabir hayatı başlar.
KABİR HAYATI
İnsan ölüp de kabre konduğu andan, kıyametin kopmasına kadar geçen zamana denir.
Kabir hayatının bir adım öncesi dünya, bir adım sonrası ahiret hayatıdır. Kabir hayatı, dünya ile ahiret arasında bir engel oluşturduğu için ona 'berzah hayatı' da denir. Bir bakıma kabir, ahiret hayatının çeşitli duraklarının ilkidir. Kabirdeki imtihanı kolayca veren, ondan sonraki menzilleri daha kolay geçer. Bu ilk imtihanı veremeyen kimsenin kabir hayatı son derece korkunçtur.
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. Kabir azabı ve sorgu-sual ruha yapılacağı için, kişinin cesedi kabirde olmasa bile kabir azabı ve sorgu-suale tabi olacaktır. Zaten cesetler toprağa gömülse bile, belli bir zaman sonra çürürler. Bu açıdan kabir hayatını, sorgu suali, mükafat veya cezayı toprağa konulan cesede bağlamamak gerekir.
KABİRDEKİ SORGU
Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir.
Ebu Hüreyre'den; Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker diğerine de Nekir denir. Ölüye:
"Rasûlüllah hakkında ne diyorsun?" diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu;"O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed(s.a.s.)in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim." sözlerini söyler. Melekler; "Biz de bunu söylediğini biliyorduk zaten." derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira' kadar genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona "Yat!" denir.
"Aileme dönüp onlara haber versem mi?" diye sorar. Onlar da;
"Gelin güvey gibi rahatça uyu, gelin güveyi olan kimseyi ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır." derler. Böylece, yattığı yerden Cenab-ı Allah onu tekrar diriltinceye kadar uyur.
Eğer münafık ise, "İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum." der. Melekler de,"Böyle söylediğini zaten biliyorduk" derler. Sonra arza: "Onu sıkıştır" denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir." (Tirmizi, Cenâiz, 70)
Mümin kulun kabri genişletilir ve pırıl pırıl aydınlatılır. Ona Cehennemdeki yeri gösterilir: 'Bak, senin yerin burasıydı. Allah Teala burayı Cennette yüce bir makamla değiştirdi. O seni şu güzel yerinden kaldırıp yeniden diriltene kadar, burada rahat uyu!' derler. O Müslümanın kabrinden Cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona Cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir. O da yeniden diriltileceği kıyamet gününe kadar Cenab-ı Mevla'nın kendisine sunacağı nimetler içinde ve sabah akşam Cennetteki yerini seyrederek rahat ve huzur içinde yaşar.
Kafir veya Allah'a inanmış görünen münafık kimse ise, meleklerin sorularına cevap veremez. Melekler ona, kendisinin durumunu daha önce de bildiklerini söyleyerek başına şiddetli bir şekilde vururlar. Onun feryadını insan ve cin dışındaki diğer varlıklar duyar. Kabri daraltılır, kabrinden Cehenneme bir kapı açılır, Cehennemin alevlerini duymaya başlar. Sabah akşam Cehennemdeki yerine bakarak acılar içinde kıvranır.
Kabir azabı kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edecekken, günahı az olan müminler içinse geçici olacaktır.
Peki Kabirde iken cennetlik olduğunu öğrenen kimseler mahşer günü niçin korkuya kapılır? yani Kişiye ölüm anında cennetlik veya cehennemlik olacağı gösteriliyorsa, mahşerde neden amel defterinin sağından mı solundan mı verileceğinin telaşına kapılıyor?
Bir insan cennetlik olduğunu öğrenmiş olsa dahi mahşerin o dehşetli tablosu karşısında ve mahşer meydanının şiddetinden dolayı heyecana ve telaşa kapılır. Nitekim o günün dehşetinden peygamberler bile "nefsi nefsi" diyecektir.
Bir kimsenin cennetlik olduğunu bilmesi demek mahşer sıkıntısını çekmeyeceği anlamına da gelmez. Günahları fazla olan bir mümin, ahirette ve mahşerde çektikleri sıkıntıları günahlarına keffaret olur. Bu bakımdan günahları sevabından çok olan bir insan kabir ve mahşerde çektikleri sıkıntıdan dolayı günahları azalır ve cennetlik bir insan olabilir. Bundan dolayı kişi amelinin sağından veya solundan verileceğinin telaşında olabilir.
Ayrıca Cennetlik dahi olsa insan mizanda detaylı olarak hesaba çekilecek ve kul hakkı konusunda binlerce insanla yüzleşecek. kul hakkından dolayı ne derece kayba uğradığını görecektir. Bütün bunlar da insan üzerinde büyük bir sıkıntı ve heyecan oluşturacaktır.
Hiç günahı olmayanların ya da az günahı olanların da mahşerde çekecekleri sıkıntılardan dolayı cennetteki makamları yükselecektir.
İnsanın kabirdeki sorgusu akaidi üzerinedir. Yani kişi imanla mı öldü küfür üzere mi bu ortaya çıkar. Biliyoruz ki hardal tanesi kadar imanı olan cehennemde cezasını çektikten sonra ya da Rabbimizin affına mazhar olduktan sonra cennete gidecek. Kabir sorgulamasında, nihai gideceğimiz yeri öğreniyoruz, halbuki günahlarımız ve sevaplarımız tartıldıktan sonra önce cehenneme mi gideceğiz bilmiyoruz. Bu yüzden mahşerde amel defterimizin sağımızdan mı solumuzdan mı verileceğinin telaşına kapılacağız.
Cennete girmenin ilk şartı iman etmektir. İmanlı bir insan günahkarsa cezasını çektikten sonra cennete girecek. İnsanın başına gelen her türlü sıkıntı, hastalık ve musibetler günahının azalmasına bir sebeptir. Aynı şekilde kabirde çektiği azaplar da günahını azaltır. Günahın dereceleri, azlığı ve çokluğu kişiye göre değişir. Bu nedenle bazı insanlar kabirdeyken cezalarını çeker biter ve doğrudan cennete giderler. Cezası ve günahı çok olan müminler ise, bir kısmı haşir meydanındayken, bir kısmı cehennem kapısındayken, bazıları da cehennemde suçunun ve günahının derecelerine göre kaldıktan sonra cennete girecekler.
Peygamber Efendimiz de dualarında kabir azabından Allah'a sığınmıştır ve Müslümanların da sığınmasını tavsiye etmiştir. şöyle buyurur: "Kabirlerinizde Deccal fitnesine yakın bir imtihandan geçeceğinizi Allah bana bildirdi. Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim. Birbirinizi gömmeyi bırakmayacağınızı bilsem, kabir azabından bir miktar size de duyurması için Allah'a dua ederdim."
Kabirde Azap Şekilleri:Şüphesiz kabirde herkesin azabı aynı olmayacaktır. Kimin ne şekilde azap çekeceğini de en iyi bilen Allah'tır. Ancak Peygamber Efendimiz (asm)'den gelen haberlerde bildirilen azap şekillerini şöyle sıralamak mümkündür:
a) Kabir Sıkması:
Kabir sıkması, kabrin iki yanının ölüyü sıkıştırmasıdır ve geneldir. Hadislerde istisna edilenlerden başka, mü'min olsun kâfir olsun, ister itaatkâr isterse âsi olsun, bundan hiç kimse kurtulamaz.
"Kabir sıkmasının aslı, kabrin ölüyü kucaklamasıdır. Çünkü insanlar topraktan yaratıldılar. Ve uzun müddet ondan ayrı kaldılar. Tekrar toprağa döndükleri zaman, evlâdından uzun müddet ayrı kalan ananın evladını kucakladığı gibi, toprak da onları sıkar. Ama mü'min ve itaatkâr olanları şefkatle, âsi olanları da kızarak, gazapla.
Buna göre kabir herkesi sıkacaktır ama herkesi azap için sıkmayacaktır. Peygamber Efendimiz (asm), kabir suâli hakkındaki uzun hadislerinin sonunda suâle cevap veremeyen kâfir ve münafıklar için toprağa "Çullan onun üzerine." diye emir verileceğini ve toprağın onları, kaburga kemikleri birbirine geçinceye dek sıkıştıracağını ve bu azaplarının kıyamete dek süreceğini haber vermektedir. Kabir sıkmasının devamı kabir azabıdır. Ve bu sıkışla birlikte kâfirin kabri ateşle doldurulur.
Demek ki, kâfirlere kabir sıkması, kabir azabından bir çeşittir ve onunla azaplanmaktadırlar. Mü'minlere gelince onlar iki kısımdır: İtaatkâr olanlar ve âsi yani günahkâr olanlar. İtaatkâr olanlara kabirde azap yok, sadece kabir sıkması vardır. Âsi olanlar ise günahları derecesinde sıkılacaklar ve böylece azap çekeceklerdir.
b) Tokmakla Vuruş:
Peygamber Efendimiz (asm) den Enes b. Mâlik yoluyla rivayet edilen kabir suâli hakkındaki hadisin sonunda kâfir ve münafıklar cevap veremeyince enselerine tokmakla vurulacağı haber veriliyor. Rasulullah (asm):
"...Sonra onun (kâfir veya münafığın) ense köküne öyle bir vurulur ve o (o vuruşun acısıyla) öyle bir feryad eder ki, onun feryadını, insan ve cinler hariç, kendisine yakın olan her mahluk duyar."buyurarak bunu anlatmaktadır. Hadisin Ebû Sa'id el-Hudri'den gelen rivayetlerinde ayrıca onlar için kabirlerinden Cehennem'e bir kapı açılacağı zikredilmekte ve tokmakla vurulduğunda feryadını, insan ve cin haricinde bütün mahlukâtın işiteceği kaydedilmektedir. Bu vuruş, şüphesiz azap içindir ve azap çeşitlerinden biridir.
c) Cehennemlik Olan Kişiye Akşam-Sabah Cehennemdeki Yerinin Gösterilmesi:
Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen bir hadisinde Peygamber Efendimiz (asm):
"Sizden biriniz vefat ettiğinde, sabah ve akşam ona kendi oturacağı makamı gösterilir. O kimse cennetliklerden ise, cennetliklerin makamlarından bir makam (yani kendisinin Cennet'te varacağı makam) gösterilir. Ve ona: Burası senin kıyamet gününde gönderileceğin makamdır (yerindir), denir." buyurmaktadır.
Bu görme esnasında: "İşte senin yerin burasıdır." denmesi, cehennemlikler için en büyük azaptır. Çünkü bu gösterme akşam-sabah tekrarlanacağına göre ve kıyametin de ne zaman kopacağını Allah'dan başka kimse bilmediğine göre, kendisine Cehennem'deki varacağı yer gösterilen kişi, kabirde geçirdiği her dakikasını, her anını, kendisine gösterilen Cehennem azabına düştüm düşeceğim korkusuyla geçirecektir.
d) Yılan-Çıyan ve Haşerâtın Kabirde Ölüyü Isırması ve Sokması:
Ebû Sâ'id el-Hudrî'den rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifinde de Rasulullah (asm):
"Kabrinde kâfire doksan dokuz tinnîn (ejderha) saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırırlar ve sokarlar ki, eğer onlardan birisi yeryüzüne üfleyecek olsa, orada hiçbir yeşillik kalmazdı." (A. b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 38; Dârimî, Sünen, Rikâk, 94, c. II, s. 238.) buyurmaktadır.
Esma hadisinde ise, kabir suâllerine cevap veremeyecek olan kâfire musallat olacak hayvan hakkında:
"...Ona (kâfire) kabrinde, elinde düğümü ateşten olan, deve boynu gibi bir kırbaçla bir hayvan saldırtılır ki, Allah'ın dilediği kadar onu döver. Kulakları da sağır olduğu için, onun sesisini (feryadını) duymaz ki ona acısın."(A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 353.) denilmektedir.
bu azap insanın dünyadaki nankörlüğü ve kötülükleri nisbetinde olacaktır. Ve insana, hadis-i şeriflerde de ifade edildiği gibi, çok büyük acı verecektir. Ama bu azap gerçekten cismanî yılanlar ve ejderhaların sokmasıyla mı olacaktır? İmam Gazzâli şöyle der:
"Birincisi, en doğru en açık ve en makbul derecedir ki; yılanın mevcut olup ölüyü soktuğunu, fakat bizim gözümüze bu gibi melekût âlemine ait şeyleri görme yetisi verilmediği için bunu bizim göremediğimizi kabul etmendir.
"İkincisi, uyuyan kişinin durumunu düşünmendir ki o, rüyasında kendisini sokan bir yılan görüp acı duyuyor ve uykuda bağırıp terler içinde kalıyor. Bazen da yerinden fırlayıp kaçıyor ki, bunlar hep kendi içinde duyup da -tıpkı uyanıklık halindeki gibi- acı duyduğu şeylerdir. O bunları görür ve bu acılan çekerken sen onu sakin olarak görüyor ve onun etrafında yılan falan görmüyorsun. Halbuki onun hakkında (ona göre) yılan mevcut olduğu halde ve o ondan azap duyduğu halde, sana göre böyle bir şey yoktur (görülmüyor). Yılanın sokmasının acısı ve ızdırabı duyulduktan sonra bunun görülmeyen bir yılan olmasıyla görülen bir yılan olması arasında ne fark var ki?.."
Gazzâlî'nin de ifade ettiği gibi, en makbulü birincisi olmakla birlikte, bunlardan her hangi biriyle Allah'ın azab etmesi de mümkündür.
e) Bazı Kötü Kimseleri Toprağın Kabul Etmeyip İbret Olsun Diye Dışarı Atması:
Bazı rivayetelerde sadece Neccaroğullarından olduğu bildirilen ve ismi belirtilmeyen bir adam öldüğünde, Peygamber Efendimiz (asm): "Yer onu kabul etmeyecektir."(A. b. Hanbel, Müsned, c. III. s. 121.) buyurmuştur ve hakikaten de toprak kendisini kabul etmemiştir.
Kabir Azabının Devamlı veya Geçici Olması:
Sorguda kullar önce mü'minler ve kâfirler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Mü'min olanlar da, itaatkâr olan mü'minler ve âsi olanlar diye iki kısımdırlar. İtaatkâr olan, yani günahları olmayan, yahut da dünyadayken nasuhi tevbeleri ve iyi amelleri ile günahlarını affettirmiş olan mü'minlere kabirde azap değil, nimet vardır. Âsi yani günahkâr mü'minlerle iman etmemiş olan herkese ise kabirde azap vardır.
Kabirlerinde azap göreceklerin azabı, ya kıyamete kadar devamlı olur, yahut da geçici bir zaman için olup Allah'ın dilediği zaman kesilir. Azabı kıyamet gününe kadar devam edecek olanlar, iman etme şerefine erememiş olan kâfir, müşrik ve münafıklardır.
Kabirdeki azabı Allahu tealâ'nın dilemesiyle kaldırılacak olanlar ise, âsi yani günahkâr mü'minlerin bazılarıdır ki, günahları çok olan bir kısım günahkârların azabı da devamlı olacaktır.
Buna göre, kabir azabı iki kısımdır:
1) Devamlı olan: Bu, kâfirlerin ve mü'minlerden bazı günahı çok olan günahkârların azabıdır. Ve kıyamet gününe kadar hiç kesilmeden devam edecektir.
2) Devamlı olmayan: Bu da günahkâr mü'minlerden bazı günahı az olanların azabıdır ki, bunlar suçları miktarı azap gördükten sonra, yahut bir dua veya sadaka... vs. ile ya da sırf Allah'ın dilemesiyle onlardan azap kaldırılır.
Kâfirlerin azaplarının kıyamet gününe dek süreceği hususunda âlimler müttefiktirler. Çünkü deliller bu yöndedir. Nitekim kabir suâli konusunda rivayet edilen hadislerden Ebû Hureyre'den nakledilen birinde münafık olanların azaplarının kıyamet gününe kadar devamlı olacağı açıkça zikredilmiştir.
ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME, "BA‘S"
Ba's, “kıyamet gününde Allah’ın âhiret hayatını başlatmak üzere ölüleri yeniden canlandırması, onları kabirlerinden çıkararak hayata göndermesi”demektir.
Kıyamet hallerinden olan ba‘s, Kur’an, sünnet ve icmâ ile sabit olduğundan İslâm dinindeki iman esaslarından biridir, bunu inkâr eden dinden çıkmış kabul edilir. Kur’an’da kıyamet gününün mutlaka geleceği, kabirlerin açılacağı (el-İnfitâr 82/4), yeryüzünün, içindeki ağırlıkları dışarıya atacağı (ez-Zilzâl 99/2) ve Allah’ın insanları tekrar dirilterek yerden ot bitirir gibi topraktan çıkaracağı (Nûh 71/17-18) bildirilmiş, “Cibrîl hadisi”nde de ba‘s, iman edilmesi gereken esaslar arasında sayılmıştır (Buhârî, “Îmân”, 37).
Kur’an’da, sûra birinci üflemenin ardından -Allah’ın diledikleri müstesna- bütün canlıların yok olacağı, ikinci üfleme üzerine de ba‘s hadisesinin gerçekleşeceği ve ölmüş bütün yaratıkların yeniden canlanarak (ez-Zümer 39/68) belli bir hedefe doğru koşuyormuş gibi (el-Meâric 70/43) rablerinin huzuruna çıkacakları (Yâsîn 36/51) anlatılır ve dirilişin, gerçeği öğrenme ve amellerin karşılığını görme hikmetine bağlı olduğu (en-Nahl 16/38-39; et-Tegābün 64/7) vurgulanır. o günde, insanlar arasındaki soy yakınlığının fayda vermeyeceği, herkesin kendi derdine düşeceği ve bu yüzden kişinin kardeşinden, anne baba, eş ve çocuklarından kaçacağı (Abese 80/34-36), kimsenin birbirine bir şey sormayacağı (el-Mü’minûn 23/101), herkesin tek başına muhatap alınıp sorumlu tutulacağı, bazı yüzlerin ak, bazılarının kara olacağı (Âl-i İmrân 3/106) şeklinde kıyametle ilgili bilgiler Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde zikredilmektedir. Kur’an, ölümden sonra dirilişi hayretle karşılayan ve bu konuda kesin bilgi sahibi olmak isteyenlere cevap teşkil etmek üzere, ölmüş ve parçalarına ayrılmış bazı canlıların yeniden diriltildiğini haber verir.
Ayetlerden bir kaçını okuyalım:
Yâ-sîn suresi, 78-79.ayetlerde şöyle buyurulur: "Kendi yaratılışını unutup, `bu çürümüş kemikleri kim diriltecek`, diyerek bize misal getirene de ki: `Onu birinci defa kim yoktan vâr etti ise, işte yine O diriltecektir." Bu âyet, dirilmenin mümkün, hattâ ilk yaratılışa göre daha kolay olduğunu anlatmaktadır.
Şu âyetler de aynı anlamı te`yid eder: İsrâ, 49-51. "Biz ilk yaratışta acz mi gösterdik ki, ikinci yaratışta acze düşelim? Hayır, onlar yeni yaratılıştan şübhe içindedirler." "Bir de şöyle dediler: `Biz, kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi, gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz.` (Ey Resûlüm onlara) söyle; `İster taş, ister demir olsun, yahut gönlünüzde büyüyen (dağlar ve gökler gibi kuvvetli) herhangi bir yaratık olsun, muhakkak öldürülecek ve dirileceksiniz`. Onlar şöyle diyeceklerdir: `O halde, öldükten sonra bizi kim diriltip geri çevirecek?` Sen de ki: `Sizi ilk defa yaratmış olan kudret sâhibi Allah diriltecek...`
" Nahl, 38"Onlar: `Allah ölen kimseyi diriltemez` diye en kuvvetli yeminlerle Allah`a yemîn ettiler. Hayır, bu ölüleri diriltmek Allah üzerine gerçekleşen bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler."
A`râf, 57."Yağmur rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen O Allah`tır. Nihayet bu rüzgârlar buhar ile yüklü, ağır ağır bulutları yüklendiği zaman, bakarsın ki biz, onları ölmüş (kurumuş) memleketlere sevketmişizdir. Böylece o bulutla, o yere su indiririz de o su ile her çeşit meyveleri çıkarırız. İşte bu ölü araziden bitkileri (nebatatı) çıkardığımız gibi, ölüleri de böyle çıkaracağız (dirilteceğiz). Gerektir ki, düşünür ve ibret alırsınız".
Kur`an bize, "Yoktan vâr etmeye, koskoca kâinatı yaratmaya ve kuruyan ölü toprağı canlandırıp yeşertmeye kadir olan Hak Teâlâ, hiç şüphesiz ölerek toprak olan insan bedenini de yeniden diriltmeye, ruhunu bedenine iade etmeye kadirdir." der.
Hadislerde anlatıldığına göre bir cuma günü gerçekleşecek olan (İbn Kesîr, I, 257-260) yeniden diriliş, insandaki acbü’z-zeneb yani kuyruk sokumu adı verilen ve hiçbir zaman çürüyüp yok olmayan bedene ait maddî unsurların gökten inecek bir nevi hayat suyu sayesinde bir anda canlanmasıyla gerçekleşecek ve insan kabirden veya acbü’z-zenebin bulunduğu yerden bir bitkinin topraktan çıkışı gibi süratle canlanıp ortaya çıkacaktır (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3, 78/1; Müslim, “Fiten”, 141, 142; Müsned, II, 322; İbn Ebû Âsım, II, 433; İbn Kesîr, I, 244-247).
İbn Kesîr’in naklettiği bir hadiste, İsrâfil’in sûra ikinci defa üflemesinden sonra göklerle yeryüzü arasında bulunan ruhların kabirlerdeki cesetlere gireceği ve dirilişin böylece gerçekleşeceği anlatılır (en-Nihâye, I, 241). Kıyamet tasvirleriyle ilgili hadislerde kabirden ilk defa Hz. Muhammed as’in kalkacağı ve organları teşekkül etmiş düşük çocuklar dahil bütün insanların dirileceği bildirilir (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3; İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 58).
Ayrıca ba‘s sırasında kişilerin çıplak, tüysüz, sünnetsiz, sağlıklı ve otuz yaşlarında olacakları belirtilir (Müsned, V, 232; Buhârî, “Riḳāḳ”, 45; Müslim, “Cennet”, 55-59; Nesâî, “Cenâʾiz”, 118).
Ebû Dâvûd ise insanların ölümleri sırasında giyinmiş oldukları elbiselere bürünmüş olarak diriltileceklerini ifade eden bir hadis nakleder (“Cenâʾiz”, 18). Fakat Müslim’deki, “Her kul öldüğü hal üzere diriltilir” (“Cennet”, 83) hadisi dikkate alınarak Ebû Dâvûd’un rivayetindeki “elbise” kelimesi “iman ve amel elbisesi” anlamında te’vil edilmiştir (İbn Kesîr, I, 269).
Ba‘s ile ilgili âyetler yeniden dirilişin cismanî olacağını göstermektedir. ölüp toprağa karıştıktan sonra dirileceklerini akıllarına sığdıramayan inkârcılara,(Kāf 50/4)de “Biz toprağın onlardan yiyip tükettiklerini de, geride bıraktıklarını da çok iyi biliriz, katımızda her şeyi muhafaza eden bir kitap vardır” şeklinde cevap verilmiş; (Yâsîn 36/78-79)de çürümüş kemikleri göstererek, “Bunları kim diriltebilir?” diyenlere, “Onları ilk defa yaratan diriltecektir” buyurulmak suretiyle kemiklerin diriltilmesi ba‘sın kapsamında gösterilmiş, böylece dirilişin cismanî olacağı vurgulanmıştır. Ayrıca cennet ve cehenneme, cennet ehli ve onlara verilecek nimetlere, cehennem halkı ve onlara uygulanacak azaba dair birçok âyet ve hadiste yer alan tasvirler âhiret hayatının cismanî olacağını, yani ruh ile bedenin birleşmesiyle kurulup devam edeceğini açıkça göstermektedir. Bu kadar açık ve kesin nasları te’vil edip âhiret hayatının sadece ruhanî olduğunu iddia etmek doğru değildir.
Hayvanların tekrar diriliş olayına dahil olup olmadıkları hususu da kelâmcılar arasında tartışılmıştır. Bazı kelâmcılar hayvanların da diriltileceğini ve hesaplaşmadan sonra toprak haline getirileceğini kabul eder, Nazzâm ise bunların da cennete gireceğini ve burada yaşamaya devam edeceğini ileri sürer (Bağdâdî, s. 237).
HAŞİR
kıyamet gününde yeniden diriltilen (ba‘s) bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanmasını ifade eder. Toplanılacak yere mahşer, mevkıf veya arasât denir. Buna göre haşir, kıyamet halleri arasında ba‘stan sonra ikinci merhaleyi oluşturur.
Kur’ân-ı Kerîm’de âhiretteki haşrin tasviri yapılır. Kur’an’ın, ancak rableri huzurunda toplanacaklarından korkanlara fayda vereceği hususuna da işaret edilen âyetlerde belirtildiğine göre başta insanlar ve cinler olmak üzere şeytanlar, melekler, hatta tapınılan putlar bile hesaba çekilmek için haşredilecektir (Âl-i İmrân 3/158; el-En‘âm 6/51, 72, 128; Sebe’ 34/40; el-Ahkāf 46/6).
Yeryüzü yarılacak, insanlar süratle kabirlerinden çıkarak çekirgeler gibi kendilerini çağırana doğru koşacaklar (Kāf 50/44; el-Kamer 54/7-8); herkesin yanında biri ameline şahitlik etmek, diğeri de onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulunacaktır (Kāf 50/21). İlâhî buyruklara isyan etmekten sakınan müttakiler, Rahmânın huzuruna süvari elçiler ve konuklar gibi yüzleri parlak ve sevinçli durumda haşredilirken, kâfirler, zalimler ve Kur’an’dan yüz çeviren mücrimler gözleri korkudan göğermiş, zincire vurulup katrandan gömlek giydirilmiş, kederli ve kara yüzlerini ateş bürümüş olarak kör, sağır ve yüzükoyun bir şekilde cehennem yoluna sevkedilecekler, hesap vermeleri için cehennemin etrafında diz çöktürülmüş bir halde bekletilecekler, sonunda da cehenneme atılacaklardır (İbrâhîm 14/49-50; el-İsrâ 17/97-98; Meryem 19/68, 85-86; Tâhâ 20/102, 124-126; el-Furkān 25/34; Abese 80/38-42).
Haşrin kötüsünden Allah’a sığınan ve fakirler zümresi içinde haşredilmeyi niyaz eden (Müsned, V, 329; Tirmizî, “Zühd”, 37) Peygamber sas’in hadislerinde haşrin kısımları, şekilleri, inanç ve amelleri değişik olan insanların haşir esnasındaki durumları hakkında çeşitli bilgiler verilmektedir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre kıyamet alâmetlerinin ilki veya sonuncusu olarak çıkacak bir ateş insanları doğudan batıya sevkedecektir ki (Müsned, IV, 6; V, 3; VI, 463; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 1) bu dünyada vuku bulacak olan bir haşir kabul edilir (İbn Kesîr, I, 227, 228). Asıl haşir ise kıyametin kopmasından sonra diriltilecek yaratıkların kabirlerinden çıkması ile gerçekleşecek olan haşirdir. İlgili hadislerde haber verildiğine göre insanlar, üzerinde dağ, taş gibi yol gösterici hiçbir alâmetin bulunmadığı, kepeksiz un gibi bembeyaz ve dümdüz bir alanda haşredilecektir (Buhârî, “Riḳāḳ”, 44). Kabirden ilk defa Resûl-i Ekrem çıkacak, onu Ebû Bekir ve Ömer takip edecek, daha sonra Medine ve Mekke’de bulunanlar Peygamber’le birlikte mahşer yerine varacaklardır (İbn Kesîr, I, 262). Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacak, fakat o günün dehşetinden erkekler ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdihamdan ve yaklaştırılan güneşin hararetinden ötürü dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükselecektir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 8, “Zekât”, 52). Cennet elbiselerinden ilk defa Hz. İbrâhim ile Hz. Peygamber’e, ardından diğer peygamberlere ve müminlere giydirilecek ve bunlar haşrin zorluklarından kurtulacaktır (Kurtubî, s. 237). İnsanlar inançlarına ve amellerine göre çeşitli şekillerde haşredilir. Kötülüklerden sakınanlar eyerleri altından olan emsalsiz binekler üzerinde haşredilir ve müstakbel hayatlarını özlerler. Bazıları ikişer, üçer, dörder, onar kişilik gruplar halinde develer üzerinde mahşer yerine götürülür. Bazıları da kavurucu güneş altında yaya olarak haşrolunur. Kâfirlere gelince bunların liderleri yüzükoyun, diğerleri yürüyerek mahşere sevkedilir (Müsned, I, 155; Buhârî, “Riḳāḳ”, 45; Müslim, “Cennet”, 59; Beyhakī, s. 648; Kurtubî, s. 226, 237). İlâhî emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek (İbn Kesîr, II, 8), başkasının arazisini haksız yere alanlar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar sırtında taşımaya mahkûm edilecektir (Müsned, IV, 173). Mahşer yerine gelen insanların gözleri gökyüzüne çevrilmiş halde bekleyecekleri, sonunda Hz. Peygamber’in şefaatiyle hesaba çekilme işleminin başlayacağı da hadislerde verilen bilgiler arasında yer alır (İbn Kesîr, I, 267).
Kur’ân-ı Kerîm’de haşr kavramı hayvanlara da nisbet edilmiştir (bk. el-En‘âm 6/38; et-Tekvîr 81/5). Bu tür âyetlerle aynı konuya dair hadislerin yorumunu yapan âlimlerin bir kısmı hayvanlara izâfe edilen haşrin ölümden ibaret olduğunu, hayvanların ölüm sonrasında bir hayatı ve sorumluluğunun bulunmadığını söylerken bazıları, daha çok kelimenin genel sözlük anlamından ve bir kısım rivayetlerden hareketle hayvanların da kıyamette diriltilmesini mümkün görmüşlerdir (Taberî, VII, 119-120; XXX, 43; Âlûsî, VII, 145-146; Reşîd Rızâ, VII, 396-400). Ancak hayvanların yükümlü ve sorumlu olmadığı gerçeği karşısında İbn Abbas’ın da yer aldığı birinci gruptaki âlimlerin fikri daha isabetli görünmektedir.
MAHŞER
Haşir, kıyamet gününde yeniden diriltilen bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanmasını, bu toplanılacak yere de mahşer, mevkıf veya arasât denir. Herkes, diriltildikten sonra, "mahşer" denilen yere sevkedilir ve burada toplanır. Tekrar hatırlayalım: O gün, sur sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.
İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.
İnsanlar mahşer yerinde, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna, - yalınayak, - çıplak, - ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar. O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.
Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teala bazı kimselere özel ikramda bulunacak; onları Arş'ının gölgesinde dinlendirecektir.
Bu bahtiyar insanlar:
- adil devlet başkanları,
- temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,
- kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,
- birbirlerini Allah için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da Allah için olan insanlar,
- güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine 'Ben Allah'tan korkarım' diye yaklaşmayan yiğit adamlar,
- sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,
- tenhada Allah'ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır.
Ebû Hureyre ra nın Peygamberimiz (s.a.s)'den rivayet ettiği bir hadisten öğrendiğimize göre; insanlar, mahşere yürüyerek, binek üzerinde ve ateş azabı içerisinde olmak üzere üç grup halinde sevk edileceklerdir (Buhârî ve Müslim den M.A.Nâsıf, et-Tac, 364).
Tirmizi'nin başka bir rivayetine göre üçüncü grup, yüz üstü sürünerek mahşere çekilip götürüleceklerdir. (et-Tâc, V/365).
İnsanlar ve cinler, mahşerde toplandıktan sonra muhakeme olunmak için çeşitli korku ve sıkıntılar içinde uzun müddet bekletileceklerdir. Bu müddetin bin ila elli bin yıl arası olduğu söylenir. Allah'ın indindeki bir gün, dünya ölçülerindeki bin yıla tekabül etmektedir. Zîra âyette şöyle denmiştir:
"Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir." (Hacc, 22/47).
yine Kur'ân-ı Kerîm'in bir başka âyetinde "miktarı elli bin yıl olan bir gün"den de söz edilir (Mearic, 70/4)
Bu farklılıkla ilgili bir te'vile göre, zamanın değeri mü'min için ayrı, kâfir için ayrıdır. Mü'minlerin mahşerde hesabı kafirlere göre daha kısa sürecek, kafir için elli bin yıl gibi uzayacaktır. yine âyetle sâbittir ki, aynı müddet sâlih mümin için daha kısa, kâfirler için daha uzundur.
Mahşer meydanında bütün insanların hesabı aynı anda görülecektir.
AMEL DEFTERİ Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese: 'Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın' denecek. İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek.
O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere 'Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz' diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve Cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.
Defteri sol eline verilenler ise ' bu nasıl deftermiş! Yaptığım herşeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte herşey bitmiş olsaydı' diye yanıp tutuşacak.
HESAP
Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenab-ı Hakk'ın huzurunda hesaba çekilecektir. Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir.
Elbette iman edip iyi işler yapan, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.
Peygamber Efendimiz as in anlattığına göre bu şöyle olacaktır: Allah Teala her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, ahirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece Cehennemi görecektir. Cenab-ı Mevla, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir.
Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden Cennete girecektir.
Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir. Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hatta boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.
MİZAN
Mîzânda amellerin tartılması, amel defterlerinin verilmesinden sonra olacaktır. Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teala kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacak. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacak.
Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, şayet Allah'ın ayetlerini de inkar etmişlerse sonsuza kadar Cehennemde kalacaklar. Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.
Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Mesela 'Sübhanallahi ve bi-hamdihi sübhanallahi'l-azim' zikri dilde hafif olmakla beraber Rahman olan Allah'ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.
'Elhamdülillah' diye Allah'ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir. Ama terazide herşeyden daha ağır çeken, güzel ahlak olacaktır.
SIRAT
Mahşerden sonra Cennete veya Cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, cennetle cehennem arasında bir yoldur. Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Mü'minler buraya gelince, peygamberler 'Allahım selamet ver, selamet ver!' diye yalvaracaklardır.
Hesap görüldükten sonra sırat üzerinden cennetlikler hızla geçecek, cehennemlikler de ateşin üzerine düşeceklerdir. Bir başka açıdan söylersek, cennet ehli cehennemin kapısına uğrar, cehennem ehli orada alıkonularak içeri alınır, cennet ehli ise oradan geçerek kurtulur.
Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselam ile birlikte ümmeti geçecektir. Allah'ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir. Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda, kimi şimşek, kimi rüzgar hızıyla, kimi kuş, kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir
Şefaat
Şefaat, “günahkâr müminin bağışlanması, günahı olmayanların ise derecelerinin yükseltilmesi için izin verilen kimselerin Allah nezdinde aracılık yapması” manasına gelir.
Hz. Peygamber sas de “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Tirmizî “Sıfatü’l-Kıyame” 2359) buyurmuştur.
Ayetlerden ve hadislerden bildiğimiz üzere Allah’ın izin verdiği kimseler şefaat edecektir.
Cennet
Allah’a inanıp emir ve yasaklarına titizlikle uyanların gireceği ve içinde sonsuza kadar yaşayacağı ödül yeridir. Cennet çeşitli nimetlerle donatılmış olup, dünyada amelleri iyi olanların kazanacağı ebedi ahiret yurdudur.
Cehennem
İnanmayan veya inandığı halde günahı çok olanların (Allah affetmediği takdirde) gireceği ceza yeridir. İnanmayanlar sonsuza kadar cehennemde kalacak, inandığı halde günahı sevabından çok olanlar, cehennemde günahı kadar ceza gördükten sonra cennete gireceklerdir.