Karar Yılı: 2020 - Karar No: 10
Konusu: "Kitle İletişim Araçları Vasıtasıyla Evde Cuma Namazı Kılınması" konulu Kurul Kararı
Din İşleri Yüksek Kurulu, 01.04.2020 tarihinde Kurul Başkanı Dr. Ekrem KELEŞ’in başkanlığında toplandı. “Cuma Namazlarının Evde Kılınması ve Başka Yerde Kılınan Cuma Namazına Televizyon ya da İnternet Aracılığıyla uyulmasının Hükmü” konulu metin müzakere edildi.
KARAR
İslam’ın şiarlarından sayılan Cuma namazı, cemaatle camide veya açık alanda kılınması gereken temel bir ibadettir. Bu namazın, özel hanelerde kılınması caiz değildir. Evlerde kılınan bir namaz Cuma namazı olarak geçerlilik kazanmaz.
Cuma namazı da dâhil olmak üzere cemaatle kılınan namazlarda imam ile ona uyanların hakikaten veya hükmen aynı mekânda bulunması şart olduğundan televizyon, internet vb araçlarla yayınlanan namazlara başka yerlerden uyulması da caiz değildir. Bu sebeple imamın namaz kıldırdığı mekânın hakikaten ya da hükmen dışında olan başka bir mahalde bulunan bir kimsenin o imama uyarak namaz kılması durumunda bu namaz geçerli olmaz.
GEREKÇE
Cuma namazı, akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına erişmiş sağlıklı, hür ve mukim (misafir olmayan) erkeklere farz olan bir ibadettir. Bu namaz aynı zamanda İslam’ın şiarlarından yani saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve sembollerinden biridir. Yüce Allah, “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” buyurmaktadır (Cuma, 62/9-10).
Bütün ibadetlerde olduğu gibi İslam dininin temel ibadetlerinden biri olan Cuma namazı da Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından uygulanıp öğretildiği biçimiyle eda edilir. Çünkü ibadetler gerek şartları ve rükünleri gerek eda ediliş şekilleri açısından aklın alanına girmeyen, hikmetleri hakkında bazı yorumlar yapılabilse de içerik ve gerekçeleri akıl ile tam olarak kavranamayan (taabbüdî) hükümlerdir.
Bu bağlamda yukarıdaki ayetin nüzulünden ve Hz. Peygamber’in kıldırdığı ilk Cuma namazından itibaren bu önemli dinî şiarla ilgili olarak şu noktaların öne çıktığı görülmektedir:
1. Yukarıda meâli verilen ayet-i kerimede bütün müminlere hitaben Cuma namazı için çağırılmaktan ve işi-gücü bırakıp çağrının yapıldığı yere sür’atle gidip Allah’ı anmaktan bahsedilmektedir ki, bu, söz konusu namazın evin dışında ve herkesin gelebileceği bir yerde kılınacağı anlamına gelmektedir.
2. Hz. Peygamber (s.a.s) bu namazı her zaman bir namazgâhta veya bir mescitte kıldırmıştır. Ondan sonraki sahabe-i kiram döneminde ve günümüze gelinceye kadar bütün tarih boyunca da camilerde ve namazgâhlarda kılınagelmiştir. (bkz. Şevkânî, Neylü’l-evtâr, Kahire 1993, III, 269-277).
3. Gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerek Hz. Peygamber’in sünnetinde diğer farz namazlarla ilgili olarak belli bir çağrıyı duyup hemen ona icabet etmekten bahsedilmemiş, aksine vakti girdiğinde kılınması gerektiği söylenilmekle yetinilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber “Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı. Onun için ümmetimden birine namaz vakti nerede gelirse hemen oracıkta namazını kılıversin!” (Buhârî, Teyemmüm, 1; Müslim, Mesâcid, 5) buyurarak beş vakit namazın her yerde kılınabileceğini açıkça ifade etmiştir. Fakat Cuma namazı böyle değildir. Bu, bir ezana/çağrıya bağlı olarak orada bulunup kendisine bu namazı kılmanın farz olduğu herkesin katılımıyla bir yerde ve topluca eda edilen bir namazdır.
4. Birçok hadis-i şerifte “cumaya gitmekten”, “cumaya iştirak etmek için evinden çıkmaktan”, “cemaate katılmaktan”, “Cuma günü olduğu zaman mescidin kapısı yanında meleklerin durup, gelenleri öncelik sırasıyla yazmalarından”, Cuma namazı için mescide girildiğinde “tahiyyetü’l-mescid namazı kılmaktan”, Cuma için çıkılacağında “güzel elbiseler giymekten”, “güzel kokular sürmekten”, “mescide erken gitmekten” bahsedilmektedir ki, bunların her biri bu sembol ibadetin evde değil herkese açık olan bir mekânda yani musallâ/namazgâh veya camide eda edileceğini göstermektedir.
Bu hükmü içeren hadis-i şeriflerden bir kısmı şöyledir:
“Cuma günü olduğu zaman mescidin kapısı yanında melekler durur, gelenleri öncelik sırasıyla yazarlar. Erken gelenin konumu bir deve kurban eden kimse gibidir. Ondan sonraki bir sığır kurban eden gibi; ondan sonraki bir koç kurban eden gibi; ondan sonraki bir tavuk sonraki de bir yumurta tasadduk eden; gibidir. İmam hutbeye çıkınca melekler sayfaları kapatıp zikri dinlerler.” (Buhârî, Cuma, 31; Müslim, Cuma, 10, 24).
“Bir kimse Cuma günü yıkanıp elinden geldiğince temizlenir, evinde bulunan kremden veya kokudan sürünür, sonra evinden çıkıp cemaate katılır ve camide yan yana oturan iki kimsenin arasını yarmaz, omuzuna basmaz daha sonra ona takdir olunduğu kadar namaz kılar, sonra da imam hutbeye başlayınca namaz sonuna kadar sükût ederse, kuşku yok ki, o Cuma ile öteki Cuma arasındaki günahları bağışlanır.” (Buhârî, Cuma, 6; Ebû Dâvûd, Taharet, 343; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 83).
5. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Cuma namazına gitmek ergenlik çağına ulaşan her kimseye farzdır” (Ebû Dâvûd, Taharet, 342; Nesâî, Cuma, 3) buyurup ardından “Ancak köle, kadın, çocuk ve hasta bundan müstesnadır” demesi (Ebû Dâvûd, Tefrî Ebvâbi’l-Cum’a, 9; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübra, No: 5578), bu ibadetin ev dışında yine umumi bir mekânda eda edileceğine ve evde bulunan kadın, çocuk, hizmetçi ve hastalara farz olmadığına delalet etmektedir.
6. Cuma namazı tarih boyunca hep camilerde veya musallalarda kılınmış, bütün mezhepleriyle İslam âlimlerinin baskın çoğunluğu bu hüküm üzerinde ittifak etmiştir. Bir başka ifadeyle İslam âlimleri Hz. Peygamber ve sahabe uygulamasından hareketle Cuma namazının, cemaatle ve herkese açık bir mekânda kılınması gerektiği sonucunu çıkarmışlardır (Serahsî, el-Mebsût, İstanbul 1983, II, 23; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, Kahire 2004, I, 167 vd.; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, Beyrut 1992, II, 136-140; 151-152).
7. Tarih boyunca zaman zaman baş gösteren veba vb bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu ve adeta pandemik bir boyut kazandığı dönemlerde karantina uygulamaları sebebiyle sokaklar boşalmış ve camilerde cemaatle namaz kılınamaz duruma gelindiğinde fakihler evlerde Cuma namazı kılınabileceği fetvası vermemişlerdir. Mesela Hicretin 18. yılında Şam-Filistin bölgesinde Amvâs vebası denen bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkmış ve içlerinde o bölgede görev yapmakta olan büyük sahabîlerin de bulunduğu yirmi beş bin kişinin vefat etmesine sebep olmuştu. İşte bu vefatlardan sonra oraya tayin edilen Amr b. el-Âs (r.a.) hastalık riski taşıyanları toplumdan uzaklaştırarak dağlarda karantina tedbirleri almış ama Cuma namazlarının tek tek evlerde kılınabileceğinden söz etmemiştir (Taberî, Tarih, Beyrut 1387, IV, 101; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, Beyrut 1992, IV, 248). Aynı şekilde 827/1424 yılında Mekke-i Mükerreme’yi de kuşatan salgında camiler cemaatsiz kalmış, imamlar görev yapamamış ama evlerde Cuma kılınması gündeme gelmemiştir (İbn Hacer, İnbâü’l-ğumr, Beyrut 1986, III, 326). 1812 yılında İstanbul’da baş gösteren ve binlerce kişinin ölümüne sebep olan veba salgınından sonra pek çok konuda Şeyhulislâm Mekkîzâde Âsım Efendi’den (ö. 1262/1846) fetva alınmasına rağmen kılınamayan ya da karantina sebebiyle camide kılamayan kişiler için evlerde Cuma kılınmasına dair bir fetva söz konusu olmamıştır (“Karantina”, DİA, XXIV, 463-465). Zira Cuma namazının ancak genel mescidlerde veya bunun için belirlenmiş olan alanlarda herkesin iştirakiyle kılınması gerektiği yönündeki genel kanaat, zaten bunun gündeme gelmesine engel olmuştur (Cassas, Şerhu Muhtasari’t-Tahâvî, Medine 2010, II, 134; Merğînânî, el-Hidâye, Beyrut ts. (Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî), I, 82; Şirbînî, Muğni’l-Muhtac, Beyrut 1994, I, 543; Karâfî, ez-Zehîra, Beyrut 1994, II, 335; Sâvî, Haşiye ala’ş-Şerhi’s-Sağir, Kahire ts. (Dâru’l-Meârif), I, 499-500).
8. Cuma namazı için gerekli olan asgari cemaat sayısında ihtilaf edilmekle birlikte (ki bu sayı Hanefîlere göre imam dışında 3, Mâlikîlerde 12 ve Şâfiîler ile Hanbelîlerde 40 kişidir), bu sayının tamamının, kendilerine Cuma farz kılınan (Hanefilere göre en azından cemaate imamlık yapmaya elverişli) kişilerden oluşması gerektiği, aksi halde kılınan Cuma namazının geçerli olmayacağı hususunda ittifak bulunmaktadır (Merğînânî, el-Hidâye, I, 83; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 151; Şirbînî, Muğni’l-Muhtac, I, 545-6; Sâvî, Haşiye ala’ş-Şerhi’s-Sağîr, I, 497). İslam âlimlerinin bu ortak kanaati de bu namazın ancak herkese açık olan camilerde kılınabileceği sonucunu vermektedir.
9. Cuma namazının farz kılınış hikmetlerinden biri de bir mahalde meskûn olan müminlerin haftada bir kez bir araya gelip birbirlerinden ve kendilerini ilgilendiren meselelerden haberdar olmalarını ve sorunlarına çözüm üretmelerini sağlamaktır. Bu bağlamda sadece Cuma kelimesinin manası ve hikmeti düşünüldüğünde bile bunun evde kılınmasının caiz ve mümkün olmayacağı anlaşılmış olur.
Bütün bu delil ve yaklaşımlar, İslam’ın somut toplumsal sembollerinden biri olan Cuma namazının evlerde kılınamayacağını, aksine genel çağrıya binaen herkesin katılabileceği camilerde veya musallalarda ya da açık alanlarda kılınması gerektiğini göstermektedir.
Cuma ve cemaatle namazın internet, televizyon vb. iletişim araçları ile başka bir mekândaki imama uyularak kılınması meselesine gelince; fakihlerin yine Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabe-i kiram (r.a.) uygulamalarına dayanarak ulaştıkları ortak kabule göre cemaatle namaz kılınabilmesi için imam ile cemaatin aynı mekânda bulunmaları gerekir. Asr-ı saadetten itibaren yerleşik uygulama bu yöndedir. Esasen “bir imama uyan cemaat” mefhumu da bunu yani mekân birlikteliğini ve birbirlerinden haberdar olmayı gerektirmektedir. Namazların cemaatle kılınmasının hikmeti, Müslümanların birbirleriyle görüşüp hallerinden haberdar olmalarını, bilgi alışverişinde bulunmalarını, aralarında sevgi ve yardımlaşmanın yerleşmesini ve ibadetlerini birliktelik ruhuyla ve severek yapmalarını sağlama amacına yöneliktir. Hz. Peygamber bu sebeplerle namazların cemaatle kılınmasını teşvik etmiş ve cemaate gitmek için atılacak her adımın mükâfatlandırılacağını bildirmiştir (Buhârî, Ezan, 30; Mesacid, 53; Ebû Dâvûd, Salat, 47, 49). Diğer taraftan “cemaatin” ancak iki kişinin yan yana gelmesiyle oluşabileceği de yine Hz. Peygamber tarafından beyan edilmiştir (Buhârî, Ezân, 35; Nesâî, İmâmet, 43-45). Nitekim o “İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.” (Buhârî, Ezan, 9, 32; Müslim, Salat, 129) buyurarak da cemaatin, ona katılan herkesin bir arada imamla birlikte bulunması suretiyle oluştuğuna işaret etmiştir. Şu hadis-i şerif de aynı gerçeğe vurgu yapmaktadır: “Kişinin cemaat ile kıldığı namaz, evinde veya çarşıda kıldığı namazdan yirmi beş derece daha faziletlidir. Bu fazilet şu şekilde gerçekleşir: Biriniz güzelce abdest alır sırf namaz kılmak için camiye gelirse, camiye varıncaya kadar attığı her adım için bir sevap verilir ve bir günahı silinir. Camiye girdiği zaman namaz için beklediği sürece namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Melekler bu kimseye dua ederler. Kimseye eziyet etmediği ve abdesti bozulmadığı sürece; ‘Allah’ım! Bu kulunu bağışla, ona merhamet et ve tövbesini kabul et’ diye dua ederler.” (Ebû Dâvûd, Salât, 49).
İşte bu gerekçelerle, imamın namaz kıldırdığı mekân dışında bulunan bir kimse imama uymaya niyet ederek namazını kılsa bu namaz geçerli olmaz. Nitekim imam ile cemaat arasından geçen bir nehir veya genişçe bir yol da İslam âlimlerince cemaatin imama uymasına engel sayılmıştır (İbn Nüceym, el-Bahr, Kahire 1311, I, 384; II, 127; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, Bulak 1310, I, 87). Buna göre internet, televizyon ve radyo aracılığı ile başka bir mekândaki imama uymaya niyet etmekle mekân birliği gerçekleşmiş olmayacağından ve “cemaat” mefhumu oluşmayacağından bu şekilde kılınan namaz geçerli değildir.
Sonuç olarak, ibadetler eda edilirken Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de belirtilen bütün kural ve uygulamalara riayet etmek gerekir. İbadetlerde ekleme ve çıkarmanın yanında şekil ve eda etme biçimlerini değiştirmek de doğru değildir.