21 Temmuz 2021 Çarşamba

Fâtiha Suresi-Nuzül sebebi-konusu-fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. Yedi âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha” adını almıştır. Sûrenin ayrıca, “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Esâs”,“el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.

Nuzül

Mushafta birinci, nüzûl sıralamasında 5. sûredir. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke’de nâzil olduğu hususunda ittifak vardır. Kaynaklarda nüzûl sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Kur’an’ın hem bir mukaddimesi hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rek‘atlarında rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O’na yaklaşması murat edilmiştir.

Konusu

Bu sûre ilâhî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mâna, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi (ilâhî irade, rızâ ve düzene uygun) bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için: 1. Emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. 2. Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının “yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her çeşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah” olduğunun bilinmesine bağlıdır. 3. Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin başından “yevmi’d-dîn”e kadar birincisi, “müstak^m”e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve geçmişten ibret alınmasını sağlamak üzere verilen– Kur’an kıssalarının özü veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’in bilgi, irşad ve tâlimatla ilgili bütün muhtevası “bilinmesi ve inanılması gerekenler” ve “yapılması gerekenler” diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb âlemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat düzeni gibi amelî, ahlâkî hükümler ve öğretiler vardır. Fâtiha sûresi bütün bunları ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır.

“Hamd Allah’a mahsustur” cümlesi Allah Teâlâ’nın kendisini hamde (övgü, yüceltme) lâyık kılan bütün yetkinlik sıfatlarını; “âlemlerin rabbi” ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; “rahmân ve rahîm” isimleri Allah’ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; “ceza ve hesap gününün sahibi” nitelemesi kıyamet hallerini ve âhiret âlemini; “Yalnız sana kulluk ederiz” kısmı iman, ibadet ve sosyal düzeni; “Yalnız senden yardım dileriz” cümlesi amellerde ihlâsı (ibadetlerin yalnızca Allah rızâsı için yapılmasını) ve tevhidi (O’ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini, Tanrı’ya mahsus sıfat ve etkilerin O’ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. “Bizi doğru yola ilet” cümlesi ibadet, nizam, düşünce ve ahlâk çerçevesini, “nimete erdirdiklerinin yoluna...” kısmı gelip geçmiş örnek nesilleri, millet ve toplulukları; “gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” bölümü ise kötü örnek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken geçmiş toplulukları içine almaktadır.

Denebilir ki besmelenin başındaki “bi” edatından başlayarak besmeleye, sonra Fâtiha’ya ve devamında bütün Kur’an’a doğru ilâhî sırlar perde perde açılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikçe hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilâhî irşadın ışığı âlemlere yayılmaktadır. “Bi” edatındaki “musâhabe” (beraberlik) ve “ istiâne” (yardım dileme) mânaları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının bütününü ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile Fâtiha, bu ilişkiyi daha da açarak devam etmekte, diğer sûre ve âyetler de bunları, aralarında bir bütünlük oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun üslûplar içinde açıklığa kavuşturmaktadır.

Fazileti

Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fâtiha sûresinin değeri ve müminin dinî hayatındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır” (Tirmîzî, “Duâ”, 9). “Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19). Allah’ın resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’an-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’an”, 9).

Yine birçok sahih hadiste Fâtiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).

“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü...” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler.

Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A‘râf 7/11-17). Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En‘âm 6/112). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/98-100).

Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü” çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.

Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır.

Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü’minûn 23/96-98). Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/1-fatiha-suresi

8 Temmuz 2021 Perşembe

Bakara Suresi-Nuzül sebebi-konusu-fazileti

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun sûresi olup 286 âyettir. Adını, 67-73. âyetlerde yer alan “bakara (sığır)” kelimesinden alır. Sûre, İslâm hukukunun ana konularıyla ilgili pek çok hüküm içermektedir.

Nuzül

Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Konusu

Kur’an-ı Kerîm’in kendine mahsus tertip ve üslûbu içinde şu ana konuları ihtiva etmektedir: İslâm’ın getirdiği inanç, ibadet ve hayat düzeniyle ilgili temel bilgiler; münafıklar, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, insanın yaratılışı, kabiliyetleri, imtihanı; İsrâiloğulları tarihinin önemli kesitleri, kâmil bir din olan İslâm’ın, daha önceki dinlerin evrensel kısmını ihtiva ettiği, buna karşılık onların –değişmesi, ıslah edilmesi, düzeltilmesi gereken– hükümlerini de ıslah ettiği; Hz. İbrâhim kıssası, Kâbe’nin yapılışı ve kıble oluşu; yiyecekler, kısas, vasiyet, oruç, savaş, hac, nikâh, boşama, dulluk, yetimlik, şarap, kumar, faiz, akidlerin yazılması, din ve vicdan hürriyeti, Allah-kul ilişkisi, örnek dualar vb. hususlarla ilgili hükümler ve irşadlar.

Bakara sûresi daha ziyade Fâtiha’nın, “doğru yolu bulanlarla ondan sapanlar”a işaret eden kısmının, örnekler ve tarihî vâkıalarla açıklanması gibidir.

Fazileti

Bakara sûresinin değerini ve özelliklerini anlatan sahih hadisler vardır: “Evlerinizi (içinde Kur’an okumayarak) kabirlere çevirmeyiniz. Şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürker ve uzaklaşır” (Müslim, “Müsâfirîn”, 212). “Kur’an’ı okuyunuz; çünkü o, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaat edecektir. İki nur yumağını, yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyunuz; çünkü onlar, kıyamet gününde iki büyük bulut veya gölgelik ya da kuş sürüsü gibi gelerek kendilerini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyunuz; çünkü ona sahip olmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlık sebebidir; ona sihirbazların güçleri yetmez” (Müslim, “Müsâfirîn”, 252). “Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet –o gece– ona yeter” (Buhârî, “Fezâil”, 10).

Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece hurma yığınının yanında Kur’an (Bakara sûresi) okurken atı birkaç kere ürküp heyecanlanmıştı. Üseyd atın, çocuğu Yahyâ b. Üseyd’i çiğnemesinden kaygılanarak kalktığında başının hizasında (gökte), ışıklarla donatılmış bir tavan gördü. Tavan gözünün alabildiğine, semanın derinliklerine doğru uzayıp gidiyordu. Üseyd, Resûlullah’a gelerek durumu anlattı. Resûlullah ondan Bakara sûresini okumaya devam etmesini istedi. Fakat çocuğuna bir şey olmasın diye okumaya ara verdi. Sabahleyin durumu Hz. Peygamber’e söyleyince şöyle buyurdular: “Onlar seni dinlemeye gelmiş meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi” (Müslim, “Müsâfirîn”, 242).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/2-bakara-suresi

7 Temmuz 2021 Çarşamba

Yûsuf Suresi Nuzül sebebi ve konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir. Bu sûrede Yûsuf Peygamberin hayatta karşılaştığı sıkıntılar ve bunlara sabrederek nasıl başarıya ulaştığı anlatılmakta ve inananlar için faydalı öğütler, önemli mesajlar verilmektedir. Kur’an’da baştan sona kadar bir tek konuyu anlatan tek sûre budur.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada on ikinci, iniş sırasına göre elli üçüncü sûredir. Hûd sûresinden sonra, Hicr sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.Yahudilerin telkini ile Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e, “İsrâiloğulları Mısır’a niçin gittiler?” şeklindeki sorusuna cevap olarak veya müslümanların Resûlullah’tan bir kıssa anlatmasını istemeleri üzerine indiği rivayet edilmiştir. Ancak Muhammed b. İshak’a göre sûrenin nüzûl sebebi, kavmi tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber’i teselli etmektir (Elmalılı, IV, 2841). Kavminin baskıları ve işkenceleri karşısında Resûl-i Ekrem ve arkadaşları bunalmışlardı; bu bunalımdan bir çıkış yolu arıyorlardı. Böyle sıkıntılı bir anda bu sûrenin inmesi, müslümanlara bir teselli ve müjde olmuştur. Zira kıssanın kahramanı olan Hz. Yûsuf da Filistin’de kardeşlerinin bazı kötülüklerine mâruz kalmıştı. Fakat sonunda o, Mısır’da devlet yönetiminde söz sahibi oldu, kardeşleri de bu devletin yönetiminde görevlendirildiler.

Bu sûrede anlatılan kıssa da, dolaylı olarak Hz. Muhammed ve arkadaşlarına, sabrettikleri takdirde Hz. Yûsuf’a verilmiş olan mükâfatın bir benzerinin onlara da verileceğini ve Kureyşliler’in kendilerine boyun eğeceğini müjdelemektedir. Nitekim kavminin baskısı neticesinde Medine’ye göç etmiş olan Resûlullah sekiz sene sonra Mekke’yi fethetmiş ve Kureyşliler ona boyun eğmiştir. Ancak Hz. Peygamber Kureyşliler’e, Hz. Yûsuf’un Mısır’da kardeşlerine söylediği sözün aynısını söylemiş ve şöyle demiştir: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” (İbn Sa‘d, Tabakāt, II, 142). “Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” (İbn Kesîr, es-Sîre, III, 570). Muhtevasına ve işaret ettiği konulara bakıldığında sûrenin, hicretin arifesinde meydana gelen olaylar esnasında, yani Kureyş’in Hz. Peygamber’i öldürme, sürgün etme veya hapsetme planlarını tasarladığı sırada ve bir defada inmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Konusu

İlk üç âyette bu sûredeki âyetlerin Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri olduğu, Kur’an’ın Arap diliyle indirildiği ve bu sûrede kıssaların en güzelinin anlatılacağı bildirilmektedir. Bundan sonra 101. âyete kadar Hz. Yûsuf’un kıssası anlatılmıştır. Kıssada Hz. Yûsuf’un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, onu kuyudan çıkaran kafile tarafından Mısır’da köle olarak satılması, bir iftira sonucu cezaevine girmesi, Mısır kralının gördüğü rüyayı yorumlaması neticesinde cezaevinden çıkarılıp maliyeden sorumlu yüksek düzeyde yöneticiliğe getirilmesi, uzun süreli bir ayrılıktan sonra babası ve kardeşleriyle tekrar buluşması gibi konular ele alınmıştır. Daha sonraki âyetlerde ise müminlere müjde ve öğütler verilmektedir.

Kur’an-ı Kerîm’deki kıssalar bazı hikmetlere dayanmaktadır. Özellikle peygamberlerin kıssaları, alınması gereken ibretlerle doludur. Nitekim bu sûrenin son âyetinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” Hz. Yûsuf’un kıssası hakkında da şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki Yûsuf ve kardeşle­rinde, almak isteyenler için ibretler vardır” (Yûsuf 12/7).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/12-yusuf-suresi

6 Temmuz 2021 Salı

bir dua

Sa’d b. Ebi Vakkâs’ın kızı Âişe’den (radiyallahu anhümâ) nakledildiğine göre;

“Sa’d b. Ebi Vakkâs, Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte önündeki hurma çekirdekleriyle veya çakıl taşlarıyla tesbih çeken bir kadının yanına geldi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kadına: ‘Bundan daha kolayını -veya daha faziletlisini- sana haber vereyim mi?’ diye sordu. Sonra kadına;

سُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا خَلَقَ فِى السَّمَاءِ وَسُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا خَلَقَ فِى الأَرْضِ

وَسُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا خَلَقَ بَيْنَ ذَلِكَ وَسُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا هُوَ خَالِقٌ

(Sübhânallâhi adede mâ halaka fi’s-semâi ve Sübhânallâhi adede mâ halaka fi’l-arzi  ve Sübhânallâhi adede mâ halaka beyne zâlike ve Sübhânallâhi adede mâ hüve hâlik.)

(Anlamı: ‘Ben Allah’ı gökyüzünde yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Allah’ı yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Allah’ı yer ile gök arasında yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Allah’ı bundan sonra yaratacakları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim’) dersin buyurdu ve ardından şöyle ekledi:

اَللَّهُ أَكْبَرُ  «AllahuEkber»i de,  اَلْحَمْدُ لِلَّهِ «el-Hamdulillâh»ı da,

لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ  «Lâ ilâhe illallâh»ı da, لاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ

«Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh»ı da bu şekilde söylersin.”

(Tirmizi, es-Sünen - V, 562)

https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/her-hafta-bir-dua-27hafta

5 Temmuz 2021 Pazartesi

Ter, gözyaşı, sümük, vücut dışındaki yağlar necis mi, yemek haram mı?

   
Soru Detayı

1) Ter, gözyaşı, sümük, (bilmiyorum böyle bir şey var mı ama vücut dışındaki yağlar) yemek haram mıdır?
2) Herhangi bir yere (mesela koltuk) necaset bulaşsa ve bu kurusa sonra da eli o kuruyan yere değdirse eline necaset değer mi? Eli kirli olur mu? Bu elle yemek yiyebilir mi? Gene o koltuğun necasetli yerini bilmiyorsa koltuğa dokunduktan sonra o elle yemek yiyebilir mi?
3) Bir suya dışkı düşse o suyun hepsi pis mi olur? Suyun dışkı gelmemiş yeri üzerimize sıçrarsa bile kıyafet pis mi olur?

Cevap

1. “Ter, gözyaşı, sümük, vücut dışındaki yağlar necis mi, yemek haram mı” diyorsunuz; bunların hiçbiri necis değil, ama yemek söz konusu olmaz; mesela sümüğü yemek mekruhtur.

2. Necaset kuruyunca ona elin değmesi ile mesela namaza mani olan necaset bulaşmaz. Ancak elini yıkamadan yemenin sağlığa zararlı olma ihtimali vardır; bu sebeple elleri yıkamak gerekir, yıkamadan yemek mekruh olur.

3. İlmihal kitaplarında suların hükmü açık ve genişçe yazılıdır. Bu nedenle bir ilmihal kitabı okunmasını önemle tavsiye ederiz.

“Çok” denilen suya necaset karışsa bile rengini veya tadını yahut da kokusunu necaset değiştirmedikçe bu su, dini temizlik bakımından pis olmaz, ancak sağlık yönünden tahlil edilmesi ve mikroplu ise içilmemesi, kullanılmaması gerekir.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/ter-gozyasi-sumuk-vucut-disindaki-yaglar-necis-mi-yemek-haram-mi

4 Temmuz 2021 Pazar

Hz. İbrahim'in Meleklerle bir tartışmaya girmesi nasıl anlaşılmalı?


Hûd 76 'da Hz. İbrahim (as)'ın Meleklerle bir tartışmaya girmesi nasıl anlaşılmalı? Haşa Allah'ın hükmüne direk teslim olması daha iyi olmaz mı?

Cevap

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

İbrahim’in korkusu geçip kendisine müjde de gelince Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı. Hud, 11/74)
İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi. (Hud, 11/74, 75)
“İbrahim, bundan vazgeç; çünkü rabbinin emri gelmiştir. Onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir” dediler. (Hud, 11/76)

Bu ayetlerde Hz. İbrahim’in meleklerle mücadelesi, 75. ayette ifade edildiği gibi çok merhametli olup Lut kavmi hakkında şefaatçi olmak istemesindendir. Yoksa Allah’ın emrine itiraz söz konusu değildir.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

a) “Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı” mealindeki cümlede yer alan “tartışma” konusu, ya Hz. İbrahim ile Allah arasında geçmiştir. Bu takdirde buradaki tartışmaktan maksat, Hz. İbrahim’in -Lut kavmine gelecek azabın biraz tehir edilmesi için-Allah’a yalvarıp yakarması manasına gelir. Ya da Allah’ın elçileri olan meleklerle aynı konuda yapılmış bir tartışmadır.

Hz. İbrahim Allah’ın son kararı nasıl olduğunu ne zaman ne şekilde olacağını bilmediği için biraz tehirini istemiştir. Böylece bir süre sonra helakin sebebi olan şartlar değişsin ve sonsuz rahmet devreye girsin. Bu tavrın edebe aykırı bir tarafının olmadığını belirtmek hikmetiyle, Allah onu “İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi.” ifadesiyle övmüştür. (bk. Razi, Mefatih, ilgili ayetin tefsiri)

b) “İbrahim, bundan vazgeç; çünkü rabbinin emri gelmiştir” mealindeki ayetin ifadesinden de anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim, Lut kavminin başına gelecek felaketlerle ilgili ilahî emrin detaylarını bilmiyordu. Hadis-i şerifte ifade edilen “Duaların belaları, felaketleri defettiğine” dair hakikat burada da geçerlidir.

Bu nedenle, “Bu emrin uygulanması acil mi, yoksa bir süre sonra da olabilir mi?” şeklinde kesin bir bilgiye sahip olmayan Hz. İbrahim, bütün benliğiyle bu emrin -mümkünse- biraz ertelenmesini istemiştir ki, daha sonra yalvarıp yakarmak suretiyle yapacağı dua ile sonsuz rahmeti celp edebileceğini düşünmüş olabilir.

Karinesi olmadığı takdirde bir emir fevrî de olabilir, süreli de olabilir. Melekler bu mutlak ve karinesiz emri acil; Hz. İbrahim ise onu ileriye tehir edilebilir olduğunu düşünmüş olabilir.

c) Hz. İbrahim’in bu tartışmasının kaynağı olarak şu hasletler gösterilmiştir:

“İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi” ayetinde yer alan asıl kelimelerin manası şöyledir:

Halim: “Sıkıntılara göğüs geren, ceza vermede acele etmeyen, insanlara karşı yumuşak davranan kimse” anlamındadır.

Evvah: İnsanların gam ve kederleriyle çok ilgilenen, sıkıntılarının giderilmesine çalışan kimsedir.

Münib: Allah’a yönelik olursa; tövbe ve istiğfar ile sık sık Allah’a yönelerek yalvarıp yakarmak anlamına gelir.

Bu kelime insanlara yönelik olursa, “insanların sıkıntılarına, ihtiyaçlarına sıkça dönüp bakan ve ona göre çareler arayan kimse anlamına gelir. 

Demek ki onun bu tartışmaya girmesi ondaki bu fıtrî hasletlere sahip olması sebebiyledir.

Kuran’da, Hz. İbrahim’in bu vasıflarına dikkat çekilerek -bu tartışmadan dolayı- kendisine karşı su-i zanda ve su-i edepte bulunulmamasına işaret edilmiştir.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/hz-ibrahimin-meleklerle-bir-tartismaya-girmesi-nasil-anlasilmali

3 Temmuz 2021 Cumartesi

mirâ


Nefsimizin ve kör taklidin kabulleri bizi karşımızdakini suçlama ve üzerine basarak üste çıkma refleksine itebilir, bu insanın şeytani yönüdür ve hepimizde böyle bir damar vardır, bundan Allah’a sığınırız. Ama bunun kontrolü de mümkündür ki, biz bununla da imtihan ediliyoruz. Hakikatin ortaya çıkması için değil de böyle nefsi bir tepkiyle tartışmaya Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem ‘mirâ’ tabir eder ve tartışma mirâya dönüştüğünde kendisi haklı da olsa bundan vazgeçebileni cennetle müjdeler.

Faruk Beşer

2 Temmuz 2021 Cuma

İnsan öldükten sonra ruhu nereye gidiyor?


Ölüm yokluk değildir; daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor; fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor.

Bu sebeple Peygamberimiz (asm),

“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizi, Kıyame 26)

buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiş ve hala yardım ettiği insanlar vardır.

Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi, bu dünyadaki insanlar da ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar.

Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamber'ine uymak ve iman ile ölmektir.

Resulullah (asm), kabir ziyaret ederken ahireti hatırlamayı, meyyite dua ederek, ona ihsanda bulunmayı, ona acımayı, istiğfar etmeyi emretmiştir. Bir kabri ziyaret eden kimse, hem kendisine, hem de meyyite iyilik etmiş olmaktadır. Müslim’in, Ebu Hüreyre’den bildirdiği hadiste,

"Kabirleri ziyaret ediniz! Kabir ziyareti, ölümü hatırlatır." (İbni Mâce, Cenâiz 47)

buyuruldu. Abdullah ibni Abbas diyor ki, Resulullah Medine’de, kabristan yanından geçiyordu. Kabirlere bakarak,

"Esselamü aleyküm ya ehlel-kubur! Yagfirullahü lena ve leküm, entüm selefüna ve nahnü bil-eser."

buyurdu. Bu nedenle kabir ehline selam vermek sünnettir.

İman ehli insanların ruhları serbest olduğundan verilen selamları alırlar. Ayrıca her ruhun kabriyle de irtibatı vardır. Fakat bu durum onların topraktaki cesedlerinde olduğu anlamına gelmez. O alem tamamen farklı bir alemdir. Nitekim güneş çok yükseklerde olduğu halde ışığıyla, ısısıyla, renkleriyle sizin yanınızdaki aynayla irtibatı vardır. Ama güneş aynanın içinde değildir. Aynaya zarar verilse bile güneşe bir şey olmaz.

Kutlu ve iyi ruhlar ölünce göklere mi çıkıyor?

“Muhakkak! Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” (Mutaffifîn, 83/18-21)

Abdullah b. Abbas, Kâb. B. Ahbar, Üsame b. Zeyd ve Mücahid’e göre, “İlliyun”yedinci göktür ve cennetlik olanların ruhları da oradadır. (bk. Taberî, İbn Kesir, Râzî, ilgili ayetlerin tefsiri).

Demek ki, herkesin kitabı ruhunun bulunduğu yerdedir. Oradaki mukarreb meleklere teslim edilmiştir.
Yine Kâb ve İbn Abbas’ta gelen diğer bir rivayete göre, müminlerin ruhu Arş'ın yanındadır. Başka bir rivayette cennettedir.(age.).

Konuyla ilgili Dahhak’ın görüşü şöyledir: Mümin kimsenin ruhu alındığında, onu alıp dünya semasına götürürler, Her gökte bulunan Mukarrebin melekler, onu oradan alıp sırayla ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci semaya çıkarırlar, oradan da Sidretu’l-Muntahaya götürürler ve “Ya Rabb! Bu senin filanca kulundur.” derler. Allah o kulunun kim ve nasıl biri olduğunu en iyi bilen olarak, onu azaptan emin kıldığına dair mühürlü bir tezkereyi onlara gönderir. "Muhakkak! Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” ayetleri bu gerçeğe işaret etmektedir.(age.)

Bazı alimlere göre, “yazılmış bir kitap”tan maksat kişinin amel defteridir. Hafaza melekleri onları semada mukarreb meleklere teslim ederler. Mümin olan kitabın sahibi güzel amellerini gördüğünde çok sevinecektir.(Razî, a.g.y).

Bir hadis rivayetine göre Efendimiz(a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Melekler Allah’ın kullarından bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken, onu çok fazla bulup överler. Nihayet Allah’ın dilediği yere vardıklarında, Allah onlara şu mesajı gönderir;

‘Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halis değildir (içinde Allah’ın rızası dışında başka maksatlar vardır), bu sebeple onları alıp aşağıların aşağısına (Siccin) götürün.'

"Diğer taraftan bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken onu azımsar ve küçümserler. Allah yine onlara şu mesajı gönderir:

‘Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halisdir, onları en yüksek yere götürün.'  (Zamahşeri, el-Keşşaf; Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, ilgili ayetlerin tefsiri).

Sahih bir rivayete göre,

“Şehitlerin ruhları Arş'a asılı kandillerdeki yeşil kuşların içinde olur ve istediği şekilde cennet bahçelerinde dolaşırlar.”(Müslim, İmare, 33).


https://sorularlaislamiyet.com/insan-oldukden-sonra-ruhu-nereye-gidiyor-mezarlikdan-gecerken-selam-vermek-ruhlarin-orada-olduguna