Kaynakların iç dinamiği ve özgünlükleri noktasından hareket eden ve bu konudaki tetkikleri usul alimlerinden daha fazla önemseyen Fuat Sezgin bilimler tarihçisi olmasının yanında hadis alanında önemli bir çalışma yapmıştır.
Bir literatürün adım adım nasıl değerlendirileceğinin metodunun sergilendiği, 1956 yılında yayımlanan Fuat Sezgin'in Buhârî'nin Kaynakları adlı eser Türkçe'de genelde ihmal edilmiş bir eserdir. Eser özellikle Batı'da gerçekleştirilen çalışmalarda sıkça atıfta bulunulan ve pek çok çalışmanın yapılmasına imkan tanımış bir eserdir.Sezgin'in daha sonra ağırlıklı çalışma alanı olarak farklı ve yoğun uğraşlar içine girmesi eserin yeniden ele alınmasını bugüne değin sağlamamış olsa da bu çalışma ilim tarihi ve kaynakça tarihi açısından bir boşluğu doldurmuştur.
Ali Dere, Fuat Sezgin'in Buhârî'nin Kaynakları adlı eseri için şunları yazmıştı yıllar önce: "Burada, Buhârî'nin, eserini nasıl bir edebî muhit içinde ve hangi maksatla meydana getirdiği üzerinde durulurken, yapılan kaynaklar arası karşılaştırma ve metin değerlendirmeleri, Buhârî'nin Sahîh'i özelinde gerçekleştiriliyor olsa da, izlenen yöntem teorik çerçevede ifade edilerek, herhangi başka bir kaynağın özellikleri ile bizzat onun kaynaklarını araştırmaya, bize ulaşmayan eserlerin izlerinin yer aldıkları diğer eserler içerisinde takip edilerek bunlar hakkında bilgi sahibi olmaya, hatta bunları yeniden inşa etmeye imkan verecek donanım tarif edilmektedir."
Rivayet Geleneğinin Ortaya Çıkışı
Kaynakların iç dinamiği ve özgünlükleri noktasından hareket eden ve bu konudaki tetkikleri usul alimlerinden daha fazla önemseyen Fuat Sezgin bilimler tarihçisi olmasının yanında hadis alanında önemli bir çalışma yapmıştır. Hadislerin sıhhat probleminden öte eserlerin yazılış sebepleri ve özelliklerine ilişkin çalışması pek çok kişiyi şaşırtmıştır. Çünkü bir hadis kitabının filolojik kaynaklarını veya genel olarak kaynaklarını araştırmak gibi daha önce üzerinde düşünülmeyen, düşünülmediği için bilinmeyen bir konuyu irdelemiştir. O yıllar da Buhârî ile diğer hadis kitap ve meselelerini muhtelif bakımlardan ele alan modern araştırmalara, Buhârî'nin -diğer hadis musannıfları gibi- kendinden evvel mevcut bir literatürden faydalanmak imkânından mahrum kaldığı, İslam ülkesinin muhtelif yerlerini bir bir dolaşıp hadis ravileriyle temas etmek suretiyle topladığı şifahi haberlerden Sahih'ini telif ettiği şeklindeki yargı hâkim bulunuyordu. Sezgin hadislerin yazımın yasaklanması bahsinin zayıf bir uygulama olmakla birlikte hicri altıncı yüzyıla değin sürdüğünü de belirtir. Hadislerin naklinde sahabeden itibaren yazılmış kitapların yerini ve itibarını özümleyerek ortaya koymaya çalışır Sezgin. Hafıza ile yazı ve nakilde sadakat ilkesini esas alan İslami rivayet geleneğinin ortaya çıkış ve gelişim koşullarının anlaşılabilmesi için kaçınılmaz bir çabanın sonucunda ortaya çıkan teorisi genel olarak şöyle özetlenebilir: Önce oryantalistler ardından Müslümanların son yüzyılda büyük hadis kitaplarının muhtevasının sözlü olarak kulaktan kulağa aktarıldığını düşünüyorlardı. O ise Buhâri'nin kaynaklarının ilk yüzyıla değin uzandığına kaniydi. Müslümanların dipnot metodunu raviler yoluyla ortaya koyduğuna inanıyordu. Hafızanın sakladıklarını tümüyle yadsımıyordu elbette.Kitabın satırlarının tespit ettiklerini belirginleştirmeye ve bunun isnad zinciri içine nasıl yedirildiğine dikkat kesiliyordu.Hadis naklinde kitapların işgal ettiği yeri,ahberenâ, haddesenâ ve benzeri lafızların ardına kitapların nasıl saklı kaldıklarına dair misaller içinden seçtikleri yer alıyor çalışmada. Doçentlik tezi olarak kaleme aldığı kitabı bütün bütüne bu tezin savunusu niteliğindedir. Almanca olarak ilk cildi 1967 yılında yayımlanan kitabında aynı zamanda hadis teorisini de bütün dünyaya tanıtır Fuat Sezgin.O zaman onun teorisi için "Böyle bir teori getiriyor ama bunun doğruluğunun yanlışlığını zaman gösterecek" şeklinde ihtiyatlı bir üslupla yaklaşırlar. Aradan geçen yıllar içinde Sezgin'in bu teorisine karşı çıkan öbekler oluşur farklı Batı ülkelerinde. O ise gün geçtikçe elde ettiği verilerle elde ettiği sonuçların da katkısıyla teorisinin yüzde yüz doğru olduğuna inanır.
Ravi Dipnot Sistemi
Sefer Turan şöyle diyordu Bilimler Tarihçisi Fuat Sezgin kitabının girişinde: "Buhârînin Kaynakları başlıklı doçentlik tezi çalışması alanında bir ilk olma özelliği taşıyordu.Çünkü Fuat Sezgin bu çalışmasında bilinen yaygın kanaatin tersine İslam'ın ilk dönemlerindeki Hadis nakillerinin sözlü değil yazılı kaynaklara dayandığını savunuyordu.Bu hâlâ alanında çok önemli bir kitap olarak kabul edilir." Gerçekten de söz konusu eser, en azından temel kaynakları literatür tarihi açısından ele almanın ne gibi üstünlük sağladığını göstermesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Zira, bir hadis kitabının filolojik kaynaklarını veya umumi olarak kaynaklarını araştırmak gibi daha öncesi için meçhul olan bir meseleyi irdeleyen bu çalışmada, bir literatürü kendi iç dinamikleri açısından ele alabilme avantajları kullanılarak, normatif yaklaşımın bu eserlere ilişkin çözemediği sorunlarda bile isabetli izahlara ulaşılmaktadır. Burada sunulan izahlar ise, gerek Batı ve gerekse İslam dünyasındaki yanlış bir çok kanaate mukni cevap mahiyeti taşımaktadır. Çünkü hadis teorisinin yanlış anlaşılması,Müslümanların tarihinin Avrupalılar nezdinde tanınmayışının sebeplerinin başından gelmektedir. Sözlü kültürün egemenliğinde aktarılan hadislerin güvenilirliğinden önemli ölçüde uzaklaşacağı ise inkâr edilemez.Hürmet ettiği oryantalistlerin hadis meselesindeki ravi dipnot sistemini anlamamış olmalarını bir türlü affedemez Sezgin.
En güvenilir Hadis koleksiyonunun Sahih-i Buhari olduğu bilinir.Bunun niçin böyle olduğu, Fuat Sezgin'in doktora tezinin konusuydu. Sezgin, Buhari'nin derlediği Hadis kaynaklarının bizzat Peygamber'in yaşadığı yedinci yüzyıla kadar indiğini belgeledi. Bunu nasıl mı yaptı? Hadisleri sıkı bir incelemeden geçirerek. Onu bu yola düşüren ise Arap filologlarından Ebû 'Ubeyde'nin (öl. 210) Mecâzul'l Kur'ân adlı eserdir. Şöyle anlatır bunu Sezgin: "Beni yazma eserlerle tanıştıran bir çalışmaydı.Bu kitabın bir nüshası Ankara'da İsmail Saib'in Kütüphanesinde bulmuştum.Hocam Ritter de İsmail Saib'i çok severdi.İsmail Saib'in kitapları Ankara'ya taşınınca hocam da Ankara'ya gitmiş orada aramış,bulmuştu.Çalışmaya başladım.Fakat bu el yazması eser çok eski olmasına rağmen sadece tek nüshasına göre neşretmek zordu.Bunun üzerine iz sürmeye başladım,aradım taradım sonunda kitabın ikinci bir nüshasını buldum.Hocam çok şaşırmıştı: "Ben otuz senedir bu kitabı arıyorum,sen nasıl buldun,vallahi aferin sana!" dedi.Böylece hocamın teklif ettiği bu kitap benim doktora tezim oldu ve 1951 yılında bitirdim.Bu tezi hazırlarken Mecâzul'l Kur'ân'ın kaynaklarını aramaya başladım.Bu sırada da İbn Hâcer el-Askâlânî'nin 'Tehzib' adlı eseriyle karşılaştım.Muammer b.Musemma'yı Buhari'nin,kitabında 'Muammer' diye zikrettiğini öğrendim; 'Buhari'nin ne alakası var bu kitapla?' dedim.
Buhari'nin kitabının sekiz büyük bölümü vardır, bir kısmı tefsirdir.Buharî'nin kitabına baktım; 'Kâle: Muammer' diye(yani,Muammer dedi ki) alıntılar yapıyor.Bunu okuyunca baktım ki Buharî, Mecâzul'l Kur'ân'dan da cümleler iktibas ediyor.Yani bir hadis kitabında,bir filoloji kitabından alınma uzun uzun cümleler var.Hatta yer yer aşağı yukarı, kitabı ihtisar etmiş.Bu durum bütün hadisler hakkındaki tasavvurumu allak bullak etti.Bunun üzerine karar verdim,tezi bitirince Buharî'ye bakacaktım.Acaba Buharî ara sıra da olsa yazılı kaynak kullandı mı? Böylece Buharî çalışması başlamış oldu."
Konuyla ilgili olarak eserine 1956 yılında önsözde ise şunları ifade eder: "Bir hadis kitabının filolojik kaynaklarını veya umumi olarak kaynaklarını araştırmak meselesi, bidayette -bildiğime göre- daha evvelce üzerinde durulmamış olan ve neticesi tamamıyla meçhul bulunan bir mevzu idi. Mevzuu ele alırken Buhârî'nin kitabını, asırlardan beri meydana getirilen şerhleri, terâcim-i ahvâl ve hadis usûlü kitapları ve sair ilgili eserlerin verdiği bilgi muvacehesinde tetkik etmeyi ve daha evvelki filologlardan yaptığı iktibasları tespit etmeyi tasarlamıştım. Netice çok ümit verici olmasa bile, filolojik bakımdan, Buhârî'nin Mecâzul'l Kur'ân'dan faydalandığı muhakkak gibi görünüyordu. Bu keyfiyet gerek Mecâz'a başvurmak ve gerekse sarihlerin verdiği bilgilerden faydalanmak suretiyle öğrenilebiliyordu. Bu çalışma Müslümanlar dâhil olmak üzere, günümüz insanlarının İslam medeniyeti tasavvurlarındaki küçümseyici ve bir anlamda ciddi bir anlama sorununa işaret eder. Genel olarak Goldziher'in ulaştığı sonuçlar üzerinden hareket edilmesi ve hem temel problemlerde hem de teferruatta ona atıfta bulunulmaktadır. Goldziher ise büyük ölçüde Sprenger'den etkilenmiştir ona göre. Sprenger büyük ölçüde hadisin aslen sözlü olarak aktarıldığı yanlış inancını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştı. Goldziher ise sonraki dönemde gerek kelami ihtimamın,gerekse dini kaygının hadisin yazılmasına karşı bir hoşnutsuzluğa sebebiyet verdiğini ve böylece kendilerinin tekrar belli yanlış bir inancı oluşturduklarını düşünmektedir.Onun hadis literatürüne ilişkin bu yaklaşımı doğrulanmış da değildir. Bu konuda şunları yazmıştır Sezgin o yıllarda: "araştırıcı -bu kanaatin tamamıyla aksine- hadislerin ilk yazılı kaynaklarını keşfetmiş olmak gibi bir şöhret kazanmıştı. Bazı selefleri gibi, hicrî birinci asırda, hadislerin bazı yazılı vesikaları bulunduğuna dair kayıtlara rastlayarak, Müslüman alimlerin, yanlış olarak hadisleri tamamıyla şifahi malzemelerden ibaret addettikleri zehabına kapılmış; buna mukabil müteakip asırlarda meydana getirilen musannaf hadis kitaplarının -daha evvel bazı hadis vesikalarının mevcudiyetini kabul etmesine rağmen- malzemelerini hadis ravilerinin şifahi haberlerinden topladıkları neticesine varmıştı."
Müslümanların Kültürel Özelliği
İslam'ın ilk yıllarında hadislerin sahife veya cuz' diye belirtilen defterlerde yazılı olarak kaydedildiğini bir vakıa olarak kabul eden Goldziher müteakip dönemde tereddütlerin ortaya çıktığını ve hadislerin yazılı olarak muhafaza edilmediğimi kabul etmektedir. Bunun devamında ise hadis edebiyatının devamına ilişkin verileri çürütmekte ve hadis mecmualarının başlangıçlarını hicri ikinci asrın ilk yarısına yerleştirmektedir. Bu mecmualar ise onun kanaatine göre toplayıcıların(câmiler) mevcut bir literatürden seçtikleri tenkit süzgecinden geçirilmiş ve tasnif edilmiş bir hadis koleksiyonu değildir.bunların yazarları daha ziyade uzun yolculuklarda sözlü rivayetleri toplayıp bir araya getirmişlerdir. Sezgin ise hadislerin ilk zamanlardan itibaren yazılı olarak nakledildiğini sonradan hadislerin önce tedvin sonra tasnif edildiğini ifade eder. Goldziher'in ise tasnif ve tedvin farkını ihmal ettiğinin altını çizer. Ortaya attığı problemi ele alırken hadis sahasındaki tahammulu'l-'ilm (ilmin elde edilmesi) denen mekanizmaya ayrı bir önem atfeder Sezgin. Çünkü ona göre bu diğer kültür çevrelerinde örneği olmaksızın İslam kültürüne has bir mekanizma olup, modern çalışmalardaki yanlış anlamanın ana nedenini oluşturmaktadır. Hadis usulü kitaplarında zikredilen tahammulu'l-'ilm metodlarından yalnızca üçüne icâze, münâvele ve vicâde'yi tanıyan Goldziher diğer metotların farkında olmaksızın genellemelere varmayı denemiştir. Oysa semâ,kırâ'a, kitâbe ve mukâtebe,vasiye gibi metotlar bilinseydi erken dönem İslam döneminin metin rivayet etme adeti daha iyi anlaşılabilirdi.Nakil işinde başından beri münhasıran yazılı dokümanların nazarı itibara alındığını ve isnadlarda müellif isimlerinin yer aldığını belgeler Buhârînin Kaynakları'nda Fuat Sezgin.
Tefsir ve hadis geleneği kısacası rivayet geleneği dediğimiz son derece ilmi usule odaklanır. Çalışması etraflıca ele alınıp esaslı bir tenkide tabi tutulduğunda, onun meseleyi inceden inceye tetkik ettiği anlaşılmaktadır.
Fuat Sezgin, Buhârînin Kaynakları, Kitabiyat Yayınları, 2001, 399 sayfa