Güzel Şefaat, Selâm Almak, Ölümden Sonra Diriliş Ve Tevhidin İspatı
85- Kim güzel bir şefaatte bulunursa ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa ondan kendisine bir pay vardır. Allah her şeye hakkıyla kadir ve nazırdır.
86- Bir selâm ile selâmlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selâm alın veya onun aynısıyla karşılayın. Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını hakkıyla arayandır.
87- O, öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Olacağında hiçbir şüphe bulunmayan kıyamet günü elbette hepinizi toplayacaktır. O Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?
Açıklaması
Hayırlı netice verecek bir iş hususunda yardıma çalışan kimse için hakkın batıla galip gelmesinden bir hisse ve onu takiben elde edilen dünyada şeref ve ganimet, ahirette de nail olunacak sevaptan bir pay vardır.
Aynı şekilde bir günah yolunda katkıda bulunan kimse de çalışması ve niyetinden ötürü gereken günah ve vebali yüklenir. Sahih bir hadiste Rasul-i Ekrem (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Hayır işlerinde şefaatçi olunuz, ecir alırsınız. Allah, peygamberinin lisanı üzere dilediği şeyi hükme bağlar." [13]
Şefaat iki nevidir: Güzel ve çirkin. Güzel şefaat, kendisiyle bir Müslümanın hakkının gözetildiği, Müslümandan bir şerrin defedildiği veya ona bir hayır sağlayan, Allah rızası için yapılan ve o yüzden rüşvet almayan, caiz olan bir iş hakkında yapılan, Allah'ın had cezalarından bir had ya da kul haklarından bir hak hususunda olmayan türdeki şefaattir. Deniliyor ki: Güzel şefaat, Müslüman için dua etmektir. Çünkü o da Allah Teâlâ katında şefaatte bulunmak manasındadır. Peygamberimiz (s.a.) Hazretleri şöyle buyurmaktadır: "Kim 'Müslüman kardeşi için gıyabında dua ederse duasına icabet olunur. Melek dua edene de, aynısı senin için olsun, der." [14] İşte bu da dua edenin hissesi olmaktadır. Müslüman aleyhine yapılan dua da bunun tersinedir.
Kötü şefaat ise güzel olanın aksinedir. Şimdi yaygın olan ise aracılık etmeler, adam kayırmalar, menfaat ve rüşvet alarak yapılan kötü şefaatlerdir ve başkalarının haklarını çiğnemek, mallarını zalimce yollarla ele geçirmek için yapılmaktadır. Rivayet edildiğine göre Mesrûk bir şefaatte bulunmuş, lehinde şefaat ettiği kimse de hediye olarak Mesrûk'a bir cariye sunmuştu. Mesrûk hiddetlenerek hediyeyi reddetmiş ve "Kalbinde olanı bilseydim senin ihtiyacın hakkında tek kelâm etmezdim, tamamlanması için bir kelime bile söylemezdim" demiştir. [15]
"Allah her şeye hakkıyla kadir ve nazırdır." Herşeyi muhafaza edicidir, her şeye şahittir. Ayette geçen "mukît" kelimesinin kudret ve iktidar sahibi, hesabı lâyıkıyla görücü, manalarına geldiği de söylenmiştir. Cenab-ı Hak şefaatçıların maksatlarına muttalidir, bilicidir. Herkese maksadına göre karşılık verecektir. Herkese hak ettiği ceza ve mükâfatı vermeye kadirdir. Çünkü O'nun koyduğu kanuna (sünnetullaha) göre ceza (karşılık) amel ile alâkalıdır.
Daha sonra yüce Mevlâ insanlara selâmı ve selamlaşma âdabını öğretmektedir. Selamlaşma da güzel şefaat gibi insanlar arasında yakınlaşma ve iyi ilişki kurma vasıtalarındandır. Ayette geçen "tehiyye" kelimesinin aslı Allah'ın uzun ömürler vermesi için dua etmek demektir. "Tahiyyat Allah'a mahsustur" diye okunan duanın manası ise Allah'ın mülk ve kudretine delâlet eden ve kendileri yerine kinaye olarak kullanılan lafızlar, ifadeler demektir. Sahih olan burada tehiyye kelimesinin "selâm" manasına gelmesidir. Nitekim Allah Teâlâ da "tehiyye" lafzı ile şöyle buyurmaktadır: "Onlar sana geldikleri zaman seni Allah'ın selâmlamadığı bir şeyle selâmlarlar." (Mücadile, 58/8).
Size bir Müslüman selâm verdiği vakit kendisine ondan daha güzel veya aynı şekildeki bir selâm ile karşılık vermek vaciptir. Daha fazla bir ifade ile selâm almak mendup, benzer bir ifade ile karşılık vermek ise farzdır. Bu şahıs "Esselâmü aleykum" dediği zaman kendisine selâm verilen ya "Ve aleykümü's-selâm" şeklinde yahut da "Ve aleykümü's-selâm ve rahmetullah" şeklinde selâmı alır. Şayet "ve berakâtüh" lafzını eklerse bu daha faziletlidir. Her bir kelime için on hasene (derece) sevap elde eder. Selâmın güleryüz, sevinç ve güzel bir muamele ile alınması daha münasiptir.
İbni Cerir, Selmân-ı Fârisî (r.a.)'den rivayet ediyor: Bir adam Peygamberimize (s.a.) geldi ve "Esselâmü aleyke ya Resulullah" dedi. O da "Ve aleyke's-selâmu ve rahmetullah" dedi. Sonra başka birisi gelip "Esselâmü aleyke ve rahmetullahi ve berakâtüh ya Rasulallah" dedi. Ona da Resulullah (s.a.) "Ve aleyke's-selâm ve rahmetullahi ve berakâtüh" diye karşılık verdi. Daha sonra biri daha gelerek "es-Selâmü aleyke ya Rasulallah ve rahmetullahi ve berakâtüh" dedi. Ona ise cevabı "Ve aleyke" oldu. Bunun üzerine adam "Ey Allah'ın Peygamberi, anam-babam sana feda olsun, filân ve falan kimseler sana gelip selâm verdiklerinde, bana verdiğin karşılıktan daha fazla ifadelerle onların selâmını aldın" deyince Hz. Peygamber (s.a.): "Sen bize bir şey bırakmadın ki. Allah Teâlâ "Bir selâm ile selâmlandığınız vakit ondan daha güzeli ile selâmı alın veya onu aynısıyla karşılayın" buyurdu. Biz de sana aynısıyla karşılık verdik" diye cevap verdi.
"Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını hakkıyla arayandır." Sizi selâmlama ve onun dışındaki her şeyden dolayı hesaba çekecektir. Bu ifade selâmın yayılmasını ve selâm verenin selâmını almanın vacip olduğunu tekit etmektedir. Ebu Davud'un Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi?: Aranızda selâmı yayınız."
Daha sonra Allah Teâlâ onların selamlaşma, cihad, hayır işleri ve şefaattan dolayı mükâfat alacaklarını beyan etmekte ve varışın, dönüşün tek ve biricik ilâh bulunan Allah'a olacağını, ahirette yeniden diriliş (ba's) ve amellerin karşılığının verileceğinin kesinlikle vuku bulacağını haber vermektedir. Bu ayet dinin iki esas rüknünü de takrir eylemektedir: Tevhid (Allah'ın tek ilâh olduğu)'nu ispat ediyor ve "O, öyle bir Allah'tır ki, ondan başka bir ilâh yoktur" ayetiyle bütün mahlukat üzerinde yegâne ilâhlık haklarının O'na ait olduğunu haber veriyor. Ahirette diriliş (ba's) ve cezanın olacağı da müteakip kasem ile ispat olunmaktadır: "Olacağında hiçbir şüphe bulunmayan kıyamet [16] günü elbette hepinizi toplayacaktır." Cenab-ı Hak gelmiş geçmiş herkesi öldürüp toprak altında toplayacak, sonra da hepsini tek bir sahada diriltecek ve herkese ameline göre karşılık verecektir. Ayet, yeniden dirilme hususunda şek ve şüphe duyanlar hakkında nazil olmuştur. Allah Teâlâ bunu tekit için kendi adına yemin etmiştir.
"O Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?" Yani sözünde verdiği haberde, vaad ve tehdidinde Allah celle ve alâ'dan daha sadık ve doğru kimse yoktur, tek ilâh O'dur, başka bir rab olamaz. O'nun verdiği bu bilgi bütün kâinatı kuşatan ilminden kaynaklanmaktadır. Durum "Benim Rabbim hata da etmez, unutmaz da." (Tâ-Hâ: 20/52) ayetinde buyurulduğu gibidir. [17]
[13] Buharî, Müslim ve İbni Mace dışındaki Sünen sahipleri Ebu Musa'dan rivayet etmişlerdir.
[14] Müslim ve Ebu Davud Ebu'd-Derda'dan şu şekilde rivayet etmişlerdir. Her kim (müslü-man) kardeşine arkasından dua ederse onun müvekkel meleği de "Amin! Aynısı senin için olsun" der.
[15] Zemahşerî, 1/413.
[16] Kıyamet adının verilişi o gün insanların rablerine kıyam etmelerindendir. "Yoksa onlar büyük bir gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda dururlar." (Mutaffifin 83/4-5). Ayrıca bu adın verilişinin o gün insanların kabirlerinden kalkıp ona yönelmelerinden dolayı da olduğu söylenilmiştir: "O gün süratle kabirlerinden çıkarılırlar." (Meâric, 70/43).
[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 3/165-167.