4 Temmuz 2020 Cumartesi

Mazlum Âşık 'Ebû Hureyre radıyallahu anh'


Bize Rasûlullah sevgisini öğreten sahâbî efendilerimiz arasında Ebû Hüreyre'nin müstesna bir yeri vardır. Zira Kur'an-ı Kerîmden sonra dinimizin ikinci kaynağı olan hadîs-i şeriflerin bize gelmesinde en büyük gayreti sarf eden odur. Yüce dinimize yaptığı bu büyük hizmet sebebiyle müslümanlar ona şükran borçludur. Peygamberler Sultanı'na olan aşkı, âşıklar defterinin şeref sayfalarında yazılıdır.

İslamiyet'e yaptığı büyük hizmet sebebiyle Müslümanlar onu ne kadar çok severse, din düşmanları ile onların çömezleri de bu büyük insanı o kadar sevmezler. Sevmemekle kalsalar neyse, ama onu gözden düşürmek dolayısı ile rivayet ettiği binlerce hadisi devre dışı bıraktırmak için her terbiyesizliği yaparlar.

Yemen'de yaşayan Devs kabilesinden seksen hane, hicretin beşinci yılında, İslamiyet'i kabul ederek Medine'ye hicret etti. Bunlar arasında, henüz otuz yaşlarında bulunan Ebû Hüreyre de vardı.

Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem'i gördüğü günden itibaren Ebû Hüreyre ondan hiç ayrılmadı. Zira onun yanık gönlü Rasûlullah aşkıyla doluydu. Hz. Peygamber'e duyduğu bu derin sevgiyi "seni görünce mutlu oluyorum, gözüm gönlüm aydınlanıyor' diye açığa vururdu. (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, II, 929).

Evini barkını bırakıp Medine'ye gelen Ebû Hüreyre, Allah Rasülü'nden ayrı geçen yılların kaybını telâfi etmek için kendini Rasûlullah'ın hizmetine verdi. Bir yandan daha önce duymadığı hadis-i şerifleri öğrenirken, Kâinâtın güneş'inin yaptığı her işi, söylediği her sözü hafızasına kaydetmeye başladı. Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra yirmi altı yıl daha yaşadığına göre, ömrünün tam otuz yılını hadis öğrenmeye ve öğretmeye verdi.

Sevgilim dediği Hz. Peygamber'in vefatından sonraki zamanlarda Mescid-i Nebevî'de hadis rivayet ederken gözyaşını tutamaz ağlardı. Fahr-i Cihan Efendimiz'in aralarından ayrılışından sonra, onsuz bir hayatın kederiyle nasıl boğulduğunu şu olayda görmek mümkündür.

Bazılarının sahabi sandığı tâbiîn muhaddislerinden Şüfey İbni Mâti' el-Esbahî Medine'ye gittiği zaman ,halkın bir zatın etrafında toplanıp onu merakla dinlediğini gördü.

- Kim bu? diye sordu.

- Ebû Hüreyre, dediler.

Ebu Hüreyre konuşmasına devam ederken Şüfey yavaşça ona sokuldu ve gelip tam önüne oturdu. Sohbet sona erince, dinleyenler kalkıp gittiler. O zaman Şüfey Ebû Hüreyre'ye biraz daha yaklaşarak:

- Rasûlullah'tan dinlediğin, iyice anlayıp öğrendiğin bir hadisi bana anlatır mısın? dedi.

Hayatı hadis öğretmekle geçmiş olan Ebû Hüreyre, bu samimi arzuyu memnuniyetle kabul etti:

- İsteğini yerine getireceğim. Rasûlullah'ın bana söylediği, iyice anlayıp öğrendiğim bir hadisi sana rivayet edeceğim, dedi. Daha sözünü bitirir bitirmez, Rasûlullah'ın yokluğundan dolayı hissettiği derin hasret ve üzüntü sebebiyle hıçkırıklara boğuldu. Öyle içli ağlıyordu ki, Şüfey onun bayılıp düşeceğini zannetti.

Ebû Hüreyre biraz sonra kendine geldi. Şüfey'e olan va'dini hatırlayarak ona:

"İstediğini yerine getireceğim. Rasûlullah'ın bu Mescid'de, ikimizden başka kimse yokken bana söylediği bir hadisi sana rivayet edeceğim" dedi. Sonra tekrar kendinden geçercesine hıçkırıklara boğuldu. Biraz sonra kendine geldi. Yüzünü sildi ve üçüncü defa:

"İsteğini yerine getireceğim. Rasûlullah'ın bu Mescid'de, ikimizden başka kimse yokken bana söylediği bir hadisi sana rivayet edeceğim" dedi. Fakat bu defa öncekilerden daha çok hıçkırıp ağlamaya başladı, sonra eğilip yüzükoyun yere düştü. Şüfey Ebû Hüreyre'yi kucaklayıp göğsüne bastırdı ve uzun süre öylece kaldı.

Ebû Hüreyre kendine gelince, bu meraklı hadis talebesine, kıyamet gününde hesabı görüldükten sonra cehennem ateşi kendileriyle tutuşacak olan üç riyakar kimse hakkındaki hadisi okudu. Hadîs-i şerif bu üç günahkarın:

Kur'an-ı Kerîm öğrenen, fakat bir daha Kur'an'la meşgul olmadığı halde, Allah Teala'ya onu elinden hiç düşürmediğini söyleyen sahtekâr;

Zengin olduktan sonra yakınlarını ve yoksulları görüp gözetmediği halde, onlara Allah rızası için yardım ettiğini iddia eden yalancı;

Harpte Allah rızası için çarpıştığını ileri süren gösteriş meraklısı savaşçı olduğunu belirtiyordu. (Hadis için bk. Tirmizi, Zühd 48; Hakim, Müstedrek, l, 418;)

Abdullah İbni Mübârek, kitabü'z-Zühd (nşr. Habîburrahman EI-Azami), s. 159-160).


Prof Dr. M. Yaşar KANDEMİR

Hiç yorum yok: