4 Ağustos 2020 Salı

Benî Kaynuka' Gazvesi


Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği sırada şehrin yarıya yakın nüfusunu Benî Kaynuka‘, Benî Nadîr ve Benî Kurayza kabilelerine mensup yahudiler teşkil ediyordu.

Yahudiler’in Arabistan yarımadasına veya daha özelde Medîne’ye ne zamandan itibaren yerleşmeye başladıkları konusunda kesin bilgi yoktur. Arap yarımadasındaki yahudilerin dışarıdan gelmiş olmayıp Yahudiliği kabul etmiş Araplar olduklarına dair görüşler de bulunmaktadır. Bununla birlikte genellikle yarımadaya dışarıdan geldikleri kabul edilmekte ancak ne zaman geldikleri konusunda farklı fikirler ileri sürülmektedir. Bazı rivâyetlere göre Babil kralı Buhtunnasr (m.ö. 605-562) tarafından Kudüs’ün işgal edilmesi ve Süleyman mabedinin yıkılmasından sonra (m.ö. 586) veya daha sonraki çeşitli saldırılarda Filistin’den çıkarılan Yahudiler Arabistan yarımadasının Hicâz, Vâdi’l-kurâ, Hayber, Teymâ, Yesrib ve Eyle gibi çeşitli bölgelerine dağılmışlardı. Bunlardan Yesrib’e gelenler başlangıçta şehrin kenar kısımlarına yerleşmişler, zamanla güçlenerek burada oturan Amâlika ve Cürhümlüler’i dışarı çıkarmışlar ve böylece şehrin hâkimiyetini ellerine geçirmişlerdir.

Milâdî II. Yüzyılda Yemen’de Seylü’l-‘arim denilen sel felaketinin yaşanması üzerine bölgeyi terkeden Kahtânîler’in Ezd koluna mensup Hârise b. Sa‘lebe b. Amr Muzaykıya, kabilesiyle birlikte Yesrib’in çevresine yerleşmiş ve onun soyundan gelen Evs ve Hazrec kabileleri zamanla Yahudilere karşı üstünlük sağlayarak şehre hâkim olmuşlardı. Evs ve Hazrec’e karşı üstünlüklerini kaybeden Yahudiler, bu iki kabile arasında çıkan anlaşmazlıklarda bazısı Evs’ın bazısı da Hazrec’in yanında yer alarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Meselâ hicretten beş yıl önce (m. 617) meydana gelen Buâs harbinde (Yevmü Buâs) Benû Kurayza ve Benû Nadir yahudileri Evs’lilerle, Benû Kaynukâ da Hazrec’lilerle ittifak kurmuş ve savaş Hazreclilerin mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır. Öte yandan Benî Kaynukâ ile diğer Yahudi kabileleri arasında çeşitli anlaşmazlıklar ve çatışmalar da yaşanmaktaydı.

Siyasî alandaki durumun tersine Yahudi kabileleri ekonomik alanda Araplardan daha fazla söz sahibi idiler. Ziraat, ticaret, demircilik, silah yapımı, kumaş dokumacılığı ve kuyumculuk gibi meslekler Yahudilerin elinde idi. Benî Kaynukâ kuyumculuk, Benî Nadîr ziraat, Benî Kurayza da dericilik alanında meşhurdu. Yahudiler panayırlara katılarak zengin olmuşlar, faizle verdikleri borçlarını tahsil edemedikleri durumlarda borçlunun mülk ve arazilerine el koymuşlar ve bu sayede refah içinde yaşamaya başlamışlardı. Ayrıca falcılık ve kehânetle meşgul olup para kazananlar da vardı. Yahudiler Medine’de dinî eğitim ve öğretim yeri olan Beytülmidrâs’a da sahip idiler. Hz. Peygamber’in ve bazı sahabîlerin İslâm’ı tebliğ vs. sebeplerle buraya gittikleri bilinmektedir.

Medîne’nin güneybatı tarafında oturan Benî Kaynukâ Medîne’de çok sayıda bulunan ve utum adı verilen kalelerde yaşamaktaydı. Benî Kaynukâ Medîne’deki yahudi kabîleleri içerisinde cesaret ve savaşçılığıyla meşhur olup geçimini ticaretle, silah imalatı ve özellikle kuyumculukla sağlamakta idiler. Bu sebeple tarım arazileri yoktu. Medîne’de Sûk-u Benî Kaynukâ adı verilen çarşıları bulunmakta, hem yahudiler hem müslümanlar bu çarşıdan alışveriş yapmakta idiler. Bu tür faaliyetleri sebebiyle Benî Kaynukâ diğer yahudi kabîlelerine nazaran daha zengin idi.

Hz. Peygamber’in Medîne’ye hicretten sonra buradaki Arap ve Yahudi kabîleleriyle yaptığı, Medîne vesîkası/sözleşmesi denilen antlaşmaya Benî Kaynukâ yahudileri Hazrec kabîlesinin müttefiki olarak katılmışlardı. Bu antlaşmada Medîne’ye herhangi bir saldırı söz konusu olduğunda Yahudîler’in de savunmaya birlikte katılmaları, taraflardan birine yapılacak saldırının diğerine de yapılmış sayılarak ortak karşılık verilmesi, ayrıca Yahudiler’in Kureyş’le ve müslümanların diğer düşmanlarıyla herhangi bir ittifak içerisinde yer almamaları öngörülmüştü.

Hz. Peygamber’in Medine’de yahudilere karşı takındığı tavır bazı olumlu sonuçlar vermiş, Benî Kaynukâ’ya mensup âlim şahsiyetlerden Abdullah b. Selâm ailesiyle birlikte müslüman olmuştur. Ancak Yahudiler, genel olarak yakın zamanda gelecek peygambere tâbi olacaklarını ve düşmanlarına üstünlük sağlayacaklarını söyleyerek Evs ve Hazrec mensuplarını tehdit ettikleri halde bekledikleri peygamber yahudilerden gelmediği için Resûl i Ekrem’in risâletini benimsemediler. Ayrıca müslümanları dinlerinden döndürmek için çeşitli faaliyetlere girişiyor, zaman zaman Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’le alay ediyorlardı. Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki eski düşmanlıkları hatırlatarak fitne uyandırmaya çalışıyor ve münafıklara cesaret veriyorlardı. Bir kısmı da İslâmiyet’e girdiklerini söyleyip münafıklar arasına katıldılar. Müslümanların Bedir Gazvesi’nde sayıca az olmalarına rağmen Mekke müşrikleri karşısında başarı elde etmeleri Yahudileri rahatsız etti. Onlar çeşitli davranışlarıyla bu memnuniyetsizliklerini açığa vurdular ve taşkınlık yapmaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir gün Benî Kaynukâ çarşısında Yahudiler’i toplayarak onlara kendisinin beklenen hak peygamber olduğunu belirtti ve Kureyş'in başına gelenlerden de ders alarak müslüman olmalarını istedi. Buna karşılık Yahudiler Hz. Peygamber’e harp sanatından anlamayan Kureyş’e karşı kazandığı zaferden dolayı kendisini aldatmamasını, kendileriyle harbe girmesi halinde savaşın ne olduğunu ve kendilerinin ne kadar savaşçı olduklarını göreceğini ifade etmek suretiyle küstahça bir cevap verdiler. Kısa bir süre önce meydana gelen Bedir Gazvesi’ne dikkat çekilmek suretiyle inkâr edenlerin Allah’ın yardımıyla yakın bir zaman içerisinde mağlup edileceklerini belirten âyetlerin (Âl-i İmrân 3/12-13) Benî Kaynukâ’nın bu cevabına karşılık nâzil olduğu rivâyet edilmektedir.

Bu gerginlik devam ederken Benî Kaynukâ çarşısında yaşanan bir olay bardağı taşıran son damla oldu. Alışveriş için Benî Kaynukâ çarşısına giden ensârdan bir müslümanın hanımı uğradığı kuyumcu dükkanında orada bulunan Yahudilerin tacizine maruz kaldı. Kadının etraftan yardım istemesi üzerine müslümanlardan biri yardıma koştu ve kendisini tutamayarak Benî Kaynukâ’lı yahudi kuyumcuyu öldürdü. Kendisi de orada bulunan Yahudiler tarafından öldürüldü. Aynı zamanda daha önce yapılmış olan anlaşmanın artık bir öneminin kalmadığını ve bozulduğunu gösteren bu durum Hz. Peygamber’le birlikte müslümanlara çok ağır geldi. Hz. Peygamber yahudi kabîleler içerisinde ahdini bozan ilk kabîle olan Benî Kaynukâ’nın her an bir ihanet içerisinde bulunabileceğinden endişe etmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in, herhangi bir topluluğun anlaşmaya hiyanet edeceğinden korkması halinde, aynı şekilde karşılık vererek anlaşmayı bozabileceğini belirten âyet nâzil oldu (el-Enfâl 8/58).

Hz. Peygamber hicretten 20 ay sonra Şevval ayının ortasından itibaren kendi yerine Ebû Lübâbe b. Abdülmünzir el-Ensârî’yi Medîne’de vekil bırakarak Benî Kaynukâ’nın bulunduğu mahalleyi kuşattı. Kendisi Zâtü’l-fudûl adı verilen zırhını giymiş, beyaz sancağı amcası Hamza b. Abdülmuttalib’e vermişti. Zilkade ayının başına kadar on beş gün devam eden kuşatma sırasında herhangi bir çatışma veya ok atma yaşanmamakla birlikte dışarı ile bağlantıları tamamen kesilerek kalelerinde mahsur kalan Benî Kaynukâ yahudileri teslim olmaya mecbur kaldılar ve serbest bırakılmaları isteğine olumsuz cevap veren Hz. Peygamber’in vereceği hükme razı oldular (Zilkâde 2/Nisan 624). Hz. Peygamber’in, esirlerden sayılarının 700 civarında olduğu nakledilen savaşçı erkeklerin öldürülmesine karar vermesi üzerine Hazrec kabîlesi reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Benî Kaynukâ’lıların Hazrec kabilesinin müttefiki olduklarını, kendisine geçmişte özellikle Buâs harbinde çok yararları dokunduğunu belirtti ve affedilmelerini istedi. Abdullah b. Übey’in münafıkların başı olduğunu bilmesine rağmen Rasûlullah onun kendisini rahatsız eden ısrarlı yalvarmaları karşısında öldürme kararından vazgeçti ve malları müslümanlara kalmak üzere Benî Kaynukâ yahudilerinin hepsinin Medîne’den sürgün edilmelerini emretti. Benî Kaynukâ’ya Medîne’den ayrılmaları için üç gün süre tanıyan Hz. Peygamber onların mallarını teslim almak için Muhammed b. Mesleme’yi, Medîne’den uzaklaşıncaya kadar kontrol edip düzen sağlamakla da Ubâde b. Sâmit’i görevlendirdi. Bu arada Benî Kaynukâ’nın isteği üzerine alacaklarını tahsil etmelerine müsaade edildi. Hz. Peygamber Benî Kaynukâ’ya her zaman için çeşitli işlerini görmek amacıyla Medîne’ye gelip üç gün kalabileceklerini de belirtti. Benî Kaynukâ yahudileri çok sayıda silah, silah yapımında ve kuyumculukta kullanılan malzeme bırakarak Ubâde b. Sâmit’in gözetiminde Medîne’den ayrıldılar. Vâdi’l-kurâ’da bir ay kadar kaldıktan sonra da Suriye taraflarına gidip Ezriât’a yerleştiler.

Hz. Peygamber Benî Kaynukâ’dan ele geçirilen ganimetlerden üç adet kılıç, üç mızrak, iki zırh ve iki yay ile ganimetin beşte birini (humus) aldıktan sonra kalan beşte dörtlük kısmını müslümanlar arasında paylaştırdı. Ayrıca Muhammed b. Mesleme ve Sa‘d b. Muâz’a da birer zırh hediye etti. İslâm tarihinde humusun ilk defa ne zaman uygulandığı tartışılırken bu uygulamanın ilk defa Benî Kaynukâ gazvesinde ele geçirilen ganîmetlerin taksiminde yapıldığına dair görüşler bulunmakta, ancak daha önce gerçekleşen Abdullah b. Cahş seriyyesi ve Bedir Gazvesi ganimetlerinin taksimi ile ilgili rivâyetler de dikkate alınarak daha öncekilerde mevcut gelenek doğrultusunda humus uygulandığı, ilgili âyetin (el-Enfâl 8/41) nüzûlünden sonraki ilk humus uygulamasının ise Benî Kaynukâ’da olduğu belirtilmektedir.

Münafıklar

Rasûl-i Ekrem’in Medine’de karşılaştığı büyük problemlerden biri de nifak hareketiydi. İslâm’a ve Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğine inanmadıkları halde kendilerini mü’min gösteren bu iki yüzlü zümrenin başını Abdullah b. Übey b. Selûl çekmekteydi. Abdullah b. Übey Hazrecliler’in reisi olup Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki savaşların sonunda Yesrib’in idaresi kendisine verilmek üzere mutabakata varılmışken Hz. Peygamber’in hicretiyle bu gelişme suya düşmüş ve bu sebeple hayatının sonuna kadar ona karşı düşmanlık beslemiştir.

Rasûl-i Ekrem’in Medine’de karşılaştığı büyük problemlerden biri de nifak hareketiydi. İslâm’a ve Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğine inanmadıkları halde kendilerini mü’min gösteren bu iki yüzlü zümrenin başını Abdullah b. Übey b. Selûl çekmekteydi. Abdullah b. Übey Hazrecliler’in reisi olup Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki savaşların sonunda Yesrib’in idaresi kendisine verilmek üzere mutabakata varılmışken Hz. Peygamber’in hicretiyle bu gelişme suya düşmüş ve bu sebeple hayatının sonuna kadar ona karşı düşmanlık beslemiştir. Şehirde yaşayan yahudiler ile Mekke’deki Kureyşli müşrikler de onun bu düşmanlığını tahrik ediyorlardı. Abdullah b. Übey’le birlikte diğer münafıklar, hemşehrilerine muhacirlere hiçbir şekilde destek olmamalarını tavsiye ederek onların şehirden ayrılmalarını sağlamak istiyorlardı. Münâfıklar Medine döneminde yaşanan birçok olayda her zaman fitneden yana olmuş ve müslümanların birliğini zedelemeye çalışmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’in altmış üçüncü sûresi olan Münâfıkûn sûresi bu zümre ve benzer özellikler taşıyanlar hakkında nâzil olmuştur.


Hiç yorum yok: