Evet, Ramazan Ayı, insanlık için hidâyet kaynağı, helal ile haramı, hak ile batılı birbirinden ayıran net bilgilerin yer aldığı ilâhî kelamın, hayat düsturumuzun, Zikr-i Hakîm’in indirildiği ay…
Nefsi arındırmanın, onu berraklığa erdirmenin en güzel üsluplarından biri olan oruç ibadetine zaman çerçevesi olan ay.
Rahmet ayı, feyz ve bereket ayıdır. Bedir zaferi bu aydadır. Mekke’nin fethi ondadır. Tarih boyunca daha nice fetihlere sahne olmuştur. Onun için Ramazan’ın, ibadet ayı, iyilik ve ihsan ayı olarak anılması kadar, fetihler ve nusret ayı olarak anılması hiç de gönle uzak değildir.
O, Allah Rasûlü’nün; “Ramazan ayına ulaşan, bu ayı geçirip de mağfirete erişemeyen insana yazıklar olsun!”(1) buyurarak bizleri hem ikaz ettiği, hem de müjdeler verdiği ay.
“Cennette bir kapı vardır. Ona ‘Reyyân’ denilir. Kıyamet gününde bu kapıdan oruçlular girer.”(2)
“Oruç tutan insan için iki sevinç anı vardır: Birinci sevinç anı iftar anıdır. İkinci sevinç anı ise kişinin Rabbine kavuştuğu andır.” hadisleriyle de bu müjdesine yeni müjdeler kattığı ay…(3)
Bu güzel aya, bu feyz ve bereket ayına, bu zafer ve nusret ayına; “Hoş geldin! Safâlar getirdin! Rabbimiz seni nice yeni feyz ve bereketlere, nusretlere vesîle eylesin!” diyerek karşılıyoruz.
Bu ay, birkaç ibadetin iç içe yaşandığı, gönlün mânevî hazlar için daha hassas olduğu bir aydır. Ancak “Ramazan” denince de birinci derecede akla gelen ibadet, oruçtur.
Ramazan orucu, hicretin ikinci yılında Bedir Gazvesi’nden önce, Şaban ayının 10. gününde farz kılınmıştır.
İslâmî ıstılahta orucun karşılığı “savm”dır. Savm, kelime olarak; “nefsi alıkoymak, ona hâkim olmak” manalarına gelir. “Sabretmek” manasına da geldiği nakledilir. Sabretmek manası bir açıdan öncekilerle bütünleşen bir manadır.
Orucun fıkhî manası ise şudur: “Asıl fecrin doğuşundan, güneş batıncaya kadar insanın Allah rızası için nefsine hâkim olması, onu orucu bozacak şeylerden alıkoymasıdır.”
Oruçta nefse, iştihalara ve şehvete hükmetme dirayeti vardır. Muhtacın halini hissetme hikmeti açıktır. Onda insanoğlunun bir lokma yiyeceğe, bir yudum içeceğe bile muhtaç olduğu; insanın güç ve kudreti, makam ve mevkisi ne olursa olsun bunlarsız edemeyeceği; acizliği; Rezzâk olan Allah’a muhtaciyeti; bu gerçeğin zihne nakşedilişi vardır.
İnsan oruç sayesinde hayvânî duygularını, hırslarını azaltır; nefsin arzu ve ihtiyaçlarını yeniden elekten geçirir; manevî duygularını, gönül hassasiyetini yeniden canlandırır; güzel hasletler ve ibadetlerle hayatına yepyeni bir canlılık, dirilik verir. Nefsini zora alıştırır, dizginleri bütünüyle ele geçiriş şuurunu yaşar, Allah için yapılan fedakârlığın lezzetini tadar.
Bir hadis-i kudsîde orucun farkı şöyle vurgulanır:
“Ademoğlunun her hayırlı ameli katlanarak mükâfât alır. İyilikler on katından yediyüz katına kadar karşılık bulur.
Ancak oruç farklıdır. O bana aittir, onun mükâfâtını ben takdir edip vereceğim. Çünkü oruçlu mü’min şehvetini, iştahının çektiklerini, yiyeceğini benim için terkeder.
Oruçlu için iki sevinç anı vardır: Orucunu bitirip iftar ettiğinde duyduğu sevinç anı ve Rabbiyle karşılaştığı o gündeki sevinçli anı.
Oruçlu bir insanın oruç sebebiyle ağzında meydana gelen koku, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”(4)
Oruç tutan bir mü’minin yokluğa, mahrumiyete katlanışı, yiyecek ve içecek bulamadığı için değil, Rabbinin rızasını, nefsinin arzularına tercih ettiği içindir; bilerek’tir, şuurla’dır. Böylece oruçlu kişi, Allah’ın verdiği iradeyi onun emrettiği yönde kullanmanın ulvîliğini hissedecek, nefsine karşı bir mücadele örneği sergileyecektir.
Yaratıcısının emrine uyarak belli bir süre nefsini dizginleyen, onu meşru nimetlerden uzak tutan, Rabbinin rızası için yokluğa katlanma dirayetini gösteren bir mü’min, artık diğer hırslarını da dizginlemeyi öğrenecek, harama, başkalarının mallarına göz dikmeyecek, elindekini başkalarıyla meşru çerçevede paylaşmayı öğrenecek, muhtaçlara yardımın gönle verdiği hazzı duyacak, Rahman’ın arzuladığı saflarda yer almayı kendisine şiar edinecektir.
Nitekim Ramazan ayının manevî atmosferine girip ilerledikçe gönüllerin daha çok safiyet kazandığı, iyilik etme, hayra vesile olma, fedakârlık duygularının canlanışı, şerden uzak durmak için iradelerin güçlenişi her basiret sahibinin şahid olduğu bir hayat gerçeğidir.
İmam Mâverdî(rh.a.) nakleder: Yusuf aleyhisselem’a; “Yeryüzü hazînelerinin başındasın, yine de kendine açlık mı çektiriyorsun?” diye sorulur.
“Kendimi doyurmaktan, tok olunca da açları unutmaktan korkuyorum.” diye cevap verir.(5)
İnsan ne kadar varlıklı olursa olsun, emrinde, hizmetinde ne kadar çalışan bulunursa bulunsun, ne kadar ceberutluk yaparsa yapsın, isterse kibir ve gururu dağları tutsun neticede budur ve acizdir. Açlığın veya sancının kıvrandırdığı, hastalığın soldurduğu, ölümün alıp götürdüğüdür. Geriye yaptıkları, acı-tatlı hatıraları kalır. Onların çoğu da bir süre sonra unutulur. Ancak hiçbir şeyi unutmayan vardır ve yapılanların hepsi, iyi olsun, kötü olsun muhasebe için insanın önüne gelir…
İnsan hayatına bu şuurla şekil vermeli, nereden gelip nereye gittiğini bilmelidir.
Ramazan ayında gönlümüzü kuşatan manevî atmosferin bütün hayatımızı kaplamasını, yeni Ramazanların yepyeni çiçekler ve meyvelerin baharı olmasını niyaz ediyoruz.
(1) Hadisi, Tirmizî nakleder ve sahih olduğunu söyler.
(2) Sahih-i Müslim, Savm (2/ 808).
(3) Sahih-i Müslim, Savm (2/ 807), Sünen-i Tirmizî (3/ 138).
(4) Hadis müttefekun aleyh olan bir hadistir. Bkz: Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 29), Sahih-i Müslim, Sıyam ( 2/ 807).
(5) Edebü’d-Dünya ve’d-Dîn (s. 97).http://www.siyerinebi.com/tr/ramazan-ayini-karsilarken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder