14 Şubat 2016 Pazar

615.Mezhepte, sevgide ve Kur’an-ı Kerim’i anlamada orta yol-Faruk Beşer



...Hz. Ali der ki: “Sağ ve sol sapık yollardır, doğru yol orta yoldur”...


...Resulüllah'tan sonra ortaya çıkan bütün fikirlerin ve mezheplerin daha doğru olanı hep ortada olanıdır. Mezhep denecek ilk ayrışmalar Hz. Ali ile ilgili olaylarla başlamıştı. Onun hakkında şöyle bir hadis nakledilir: “Senin sebebinle iki sınıf insan helak olacaktır; seni sevmeyip sana düşman olanlar, seni sevmede aşırı gidenler”. Vakıa da böyle olmuştur.

Bu kural Hz. Peygamber'i sevmede bile geçerlidir. Hıristiyanlar peygamberlerini aşırı yüceltip sonunda tanrı yapmışlar, bazı Müslümanlar da Resulüllah'ı, hatta şeyhlerini üstatlarını aynen böyle yüceltmişler. Diğer bazıları da Hz. Peygamber'i sıradan bir postacı yerine koymuş. Oysa adalet her şeyi yerli yerine koymaktır, nasılsa öyle bilmektir. Bu da elbette ancak sağlam bilgi ile mümkün olabilir. Bu olmadı mı, duygular devreye girer ve terazi bir yöne doğru kayar....

...Akide konusunda sağa sola ilk sapmalar muhtemelen kader konusunda yaşandı. Daha sahabe döneminde bazı Müslümanlarda cebri bir kader anlayışı doğdu ve Allah yazmışsa çare yok, kulun elinden hiçbir şey gelmez gibi bir inanç ortaya çıktı. Sonra Emeviler bu fikri sevdiler ve bunu kendilerine itaat edilmesi konusunda kullandılar. Ne yapalım, sizin beğenmediğiniz yönlerimiz olabilir ama kader buymuş, boyun eğmek zorundasınız dediler. Bu tefrit anlayışa bir tepki olarak bunun ifratı ortaya çıkmada gecikmedi ve kader diye bir şey yoktur, her şeyi insan kendisi yapar diyen Kaderiyye doğdu. Sonra işin ortası yeniden öğrenildi ve kaderin var olduğu, ama insanın da yapıp ettiklerinde özgür olduğu tekrar anlaşıldı. Yani işin ortasının Cebriye ile Kaderiyye/Mutezile arasında olduğu görüldü, buna da bilahare Ehlisünnet dendi.

Mezhep anlayışında orta yol

... Fıkıh mezheplerine gelince, önceleri bunlar sadece birer anlama ve ehlinden sadır olmuş bağlayıcı olmayan içtihatlar olarak görülürken, sonraları birbirinden yalıtlanmış birer farklı anlayışa dönüştüler. Mezhep bağlılarında cahillik arttıkça tek doğru bizim mezhebimizdir anlayışı da artar. Ve işin sonunda bu ayrışma o kadar ifrata gitti ki, kaçınılmaz olarak Selefiyye denen tefritini doğurdu. Mezheplerin oluşturduğu içtihat zenginliği hesaba katılmaz oldu. Ama onlar da sadece naslarla hayatı yorumlamada zorlanınca kendi imamlarının görüşlerine/mezhebine tutunmak zorunda kalıyorlar. O halde mezhep anlayışındaki orta yol, mezheplerdeki binlerce içtihadı hesaba katma, rahmet bilme, ama mezhepleri sınırları aşılamaz birer din, birer paket program gibi görmemedir.

Kur'an-ı Kerim'e bakışta orta yol

...Hindistan'da belki bir tefrit olarak, onu anlamak için hiçbir şeye, yaşanan birikime, hatta sünnete bile ihtiyaç yoktur gibi bir fikir doğdu...

Ardından belki de buna tepki olarak, biz Kuranı kerim'i anlayamayız, büyüklerimize sorup onlar ne derlerse onu yapmalıyız gibi diğeri kadar sakat bir düşünce oluştu. Bu o kadar ifrata gitti ki, tefritini bir kez daha doğurdu, biraz da oryantalistlerin etkisiyle Kur'an-ı Kerim sıradan bir metin haline getirildi, anlaşılması imana ve amele değil de Hermönetiğe teslim edildi. Bu durum da bizde meal müçtehitlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Oysa Kur'an-ı Kerim'den herkes kendi seviyesine göre anlayabilir. Onun çok kolay olduğunu bizzat kendisi söylüyor. Hatta ondan bir şeyler anlamak için meallerden de yararlanılabilir. Ama Kur'an-ı Kerim'in dilini ve makasıdını bilmeden meallerden kendince hükümler çıkarmak, tıp okumamış birinin tıp kitaplarına bakıp hastaya ilaç yazmasından daha tehlikeli bir şeydir.


Yazının tamamı için:

Hiç yorum yok: