20 Ocak 2016 Çarşamba

601.PRATİK HOCALIK-Nureddin Yıldız

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

**İslam insandan insana öğrenilen bir dindir. Müslümanların da tek örneği Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemdir. O’nun örnekliğini taşıyan ilimler kâğıtta kaldığı müddetçe insana bir fayda sağlamaz. O’nun yürüdüğü yerden yürümeli ki mü’min Resûlullah’ı örnek almış olsun. 


**Çok bilmekten daha önemli olan mefhum;

bilindiği kadarıyla dine hizmet etmek ve dini öğretmeye çalışıp yaşanmasına vesile olmaktır. Hiç kimse bunu başka mercilere devredip kendini bu mesuliyetten kurtaramaz. Tıpkı bir abdest için onca yolu giden Ali radıyallahu anh gibi. Böyle bir halifeye sahip Müslümanların bilgilerini saklama veya küçük görme hakkı yoktur. Bu bir mesuliyettir.

**Öğretmiş olmak için öğretmek, amaç dışıdır. Olması gereken, öğrettiğini yüz yıl sonrasına ulaşması umuduyla öğretmektir. Bu umut ve heyecanı taşımak şarttır. Heyecan ve ihlâsla yapılan her iş meyvesini bugün, yarın veya yıllar sonra dahî mutlaka verecektir.

**Müslüman davet ettiği İslam’ın üzerinde izlendiği kişidir. Örnek alınabilecek konumda bulunan bir Müslüman; yapılmasında bir beis olmayan veya mübah olan işleri dahî yapmakta imtina etmelidir.

**İslam’ı öğreten kimse, karşısında bulunan kitlenin sayısına takılı kalmaz. Bu sebeple görevi Allah’a davet etmek olduğu için az sayıya takılıp bıkkınlık göstermez. Bilinmelidir ki Allah; dinine tebliğ edene, davet edilen topluluğun sayısına göre değil davette güdülen niyete göre muamele eder.

**İslam için hizmet “hocalık” makamına sahip kişilere has bir özellik değildir; çünkü toplumun “Belirli bir makama geldikten sonra hizmet ederim.” demekle geçirilecek zamanı yoktur. Bu sebeple herkes bildiği kadarıyla dinine hizmet etmek zorundadır. Herkes bildiğinin hocasıdır.

**Dinimiz İslam, insan dinidir. Melek dini değildir. Cemadata inmiş bir din de değildir. İnsana inmiştir. İnsan olan bir peygamberin ağzından Allah bize bu dini ulaştırmıştır. Bunun en tabii sonuçlarından birisi de dinle ilgili hususları insanların insandan alıp yaşamalarının daha kolay, daha çabuk ve daha müessir olmasıdır. En teknolojik cihaz bile abdesti bir nine kadar öğretemez. İnsan, insan için gelmiş olan dini insandan öğrenir. 


**İnsan, insanı taklit eder. İnsanın dışındaki araç ve gereçler, yardımcı öğeler olarak görülmelidir.“Dinimiz, insana inen ve insan olan bir peygamberin lisanından bize ulaşan bir din olduğu için insanın öğretme/eğitme kapasitesi herhangi bir cihazla/sistemle ölçülemeyecek kadar üstündür.” Bunu şu manada kullanmak istiyoruz: Cami imamı, Kur’an öğreten muallim, öğretmen, filan yerde sireti nebiyi öğreten hocaefendi veya öğretmen ya da çocuğuna abdest ve akideyi öğretecek olan anne, baba, hacı dede... Bir insana Allah’a ait şeyleri öğretecek kimsenin adının öğretmen/hoca/müezzin olması gerekmiyor. Neden? Müslüman isek hepimiz dinimizin hocasıyız demektir.Baba isen sen dininin hocasısın. Anne isen dininin hocasısın. Bir yerde çocuklarla ilgilenen bir iş yapıyorsan dininin hocasısın. Çalıştığın iş yerindeki arkadaşlarından üstün bildiğin ne varsa o hususta dininin hocasısın. Allah onlardan razı olsun, ashabı kiramdan hangisi öğretmenlik sertifikası alarak insanlara din öğrettiler? Kaç sahabi Kur’an’ı ezber biliyordu? Kaç sahabi on bin hadis biliyordu? Kaç sahabi Şeriat’ın bütün ahkâmını biliyordu? Yüzde yüz İslam’ı bilen, “Şu helaldir, bu haramdır.” diyen 120 civarında sahabi vardı... Bu da gösteriyor ki ashabı kiramın âlim denecek insan sayısı 120 sahabi olduğuna göre binde bir âlim/müftü denecek sahabi vardı, binde bir oranında. Ama “Allah’ın indirdiği Kur’an’ı, Şeriat’ı yeryüzüne yayan sahabi kaç kişidir?” diye sorduğunda karşımıza 120.000 sahabi çıkıyor. Neden? Kim Peygamber aleyhisselamdan iki ayet öğrendiyse hemen gidip önce evine sonra da arkadaşlarına o ayetleri öğrettiler. Hatta ve hatta Ömer bin Hattab radıyallahu anh gibi ismi İslam’la neredeyse özleşecek kadar büyük bir isim ne diyor? “Komşumla –nöbetleşe- inen ayetleri öğreniyorduk.” diyor. “Bir gün ben işime gidiyordum, komşum Peygamber aleyhisselamın yanında bulunuyor ve o öğrendiği ayetleri akşam gelip bize anlatıyordu. Öbür gün o işine gidiyor, ben Peygamber aleyhisselamın yanına gidiyordum.” Ayetleri ve dini nöbetleşe öğrenip öğretiyordı.

Kim ne biliyorsa o onun hocası demektir. Pratik hocalık da budur. Ne öğrendin? Abdest. Bitti! Abdest uzmanısın. 

Ashabı kiramın yaklaşık dört-beş bin tanesinin hayatlarına ait ayrıntılar var elimizde. Ashabı kiramı anlatan o ilk dönemlere ait kitaplar var. İşte, “Filan sahabi şurada doğdu, şöyle yaşadı, burada öldü.” diyor. Yaklaşık olarak 120.000 sahabi Peygamber aleyhisselamın veda hutbesini dinledi. Bunlardan 500 tanesi hafız değildi. Kur’an’ı ezber bilmedikleri gibi Peygamber aleyhisselam efendimizin yaklaşık 50.000 e varan hadislerinden 5.000 hadis bilen iki sahabi yoktu. Bir Ebu Hureyre var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hanımı, anamız Âişe radıyallahu anha 3.000 hadis bilmiyordu. Eşi, Peygamber aleyhisselam efendimizin konuştuğu binlerce hadisten onun kulağına 2.000 tane geçmiş. Biliyorduysa da kendisi ile beraber ahirete gitmiş o bilgiler. Ama din Âişe’den öğrenildi. Bütün dini Âişe öğretemedi, radıyallahu anha. Bildiği şeylerde dinin uzmanı oldu. Yatak odasıyla alakalı şeyleri Âişe’den iyi anlatan olmadı. Dolayısıyla ashabı kiram “Bu dini Âişe’den öğrendik.” diyorlar. Hâlbuki aynı Âişe’nin ahkâmla ilgili bilmediği şeyler de vardı. Herkes dininin hocasıdır. Herkes dinine hizmet etmek zorundadır.

**Bugün yeryüzünde İslam var elhamdülillah, milyara yakın insan Allah’a iman ediyor, “Müslüman’ım.” diyor. Bugün yüz binlerce minareden ezanlar okunuyor. İslam’ın asırlar boyunca devleti oldu, İslam medeniyetler kurdu. Bütün bunlar, şu 1435 seneden beri İslam adına yeryüzünde okunan ezanlar, kurulmuş devletler, yaşatılmış medeniyetler bir insana yüklenecek olsa elbette Peygamber aleyhisselam efendimizin göz nuru el emeğidir ama pratikte bunlar Mus’ab bin Umeyr isimli kırk yaşına gelmemiş bir delikanlının ürünüdür. Yesrib diye bir köye gitti. Orada İslam’a zemin hazırladı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi davet etti, “Gel, Yesrib İslam oldu Ya Resûlellah!” dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla oraya hicret ettiler. Medine’de İslam devleti kuruldu ve kıyamete kadar da inşallah İslam bir medeniyet olarak insanları Allah’a kavuşturan bir araç olarak var, olmaya da devam edecek. Mus’ab bin Umeyr bu işin banisi. Bu işi kuran, yaşatan ve ilk çekirdeği ortaya çıkaran ama Mus’ab bin Umeyr Uhud’da şehit olduğunda Kur’an’ın beşte ikisi inmemişti henüz. Hac dâhil İslam’ın emirlerinin çoğu ortada yoktu. Kadınlara ait tesettür bile yoktu. Mus’ab bin Umeyr bugün bir imam-hatip talebesinin, Kur’an kursundaki bir talebenin bildiğinden daha az Kur’an biliyordu, daha az İslam biliyordu. Ama bildiğinin hocası oldu. Onu pratiğe döktü. Sonuç İslam oldu. 

**Şeytanın üzerimizdeki uyguladığı tuzaklarından birisi, bizim İslam’ı üst uzmanlara havale etme hastalığımızdır. 

**Dinimizi yokuşa sürmenin gereği yoktur. Dini hocalara yıkmanın gereği yoktur. Hepimiz bu dinle Allah’ın huzuruna çıkacağız. Bu din bizi cehennemden kurtaracak. Bu din sayesinde inşallah cennete gireceğiz diye umut ediyoruz. O zaman hepimiz dinimizin hizmetkârıyız. Hepimiz bildiklerimizin hocasıyız. Herhangi bir Kur’an kursunda okumuş bir kadın, herhangi bir imam-hatip lisesini okumuş ve bitirmiş bir insan Mus’ab bin Umeyr’den çok daha fazla şeyler biliyordur. Bir defa Kur’an’ın bütününü baştan sona bir defa hatmetmiştir. Allah ondan razı olsun. Mus’ab ra, Rabb’ine kavuştuğu zaman okuyacağı Kur’an ve Mushaf yoktu meydanda. Bildiği birkaç ayetle gönülleri fethetti. Ashabı kiramın neredeyse tamamına yakını Kur’an’ın bütününü göremeden Rabb’lerine gittiler. Bütününü ezberleme imkânları, çocuklarına ezberletme imkânları olmadı. Ama Allah’a tam memnun olunmuş kullar olarak gittiler. Mesele demek ki tamamını bilip uzmanlaşacaksın, değil. Böyle değil bu din. Bir ayet, insanı kurtarmak için yeter. Sen samimi bir şekilde sadece tahareti biliyorsan, sadece abdesti guslü biliyorsan o bile bir insanın kurtulması için vesiledir. Allah görmelidir ki sen elindekini pratiğe çevirdin. O kadardı senin takatin. Daha üstesinden gelemedin. Bunu görsün Allah. ihlastır Allah’ın aradığı.

 Başta ne dedik? “Her anne-baba öğretmendir, muallimdir hocadır. Her idareci hocadır. Arkadaşı olan herkes hocadır. Bir kelime fazla bilen o bir kelimenin hocasıdır. Din pratiktir. İnsana inmiştir bu bunu gerektiriyor.” dedik.

 Din öğreten kişi abdestinden cihadına kadar Allah’ın kitabında Peygamber aleyhisselamın Sünnet’inde din olarak ne varsa, fukahanın kitaplarını dolduran din maddesi olarak ne varsa seçilmiş olduğunu bilmek zorundadır. Bu Ümmet’in dinini öğretmek için velev ki beş kişilik bir grupla ilmihâl okuyan bir arkadaş grubu olsun, onlar kimin evinde toplanıyorsa o seçilmiş bir evdir. Kim onlara “Bismillahirrahmanirrahim” deyip açıp kitabı okuyorsa o seçilmiştir. Oraya katılanlar da seçilmişlerdir. Bunları seçen de Allah’tır. Allah’ın milyarlarca kulu imandan yoksunken ya da imana ulaşmış ama caminin dibinde ibadet nimetinden yoksun yaşarken, cahil kalmayı kabul ederken, cahil kalmaktan arlanmazken Allah, eğer bir kulunu bir mecliste oturacak, ilim öğrenecek bir insan diye seçmiş ve kalbine bu sıcaklığı vermişse bu şükür yapmayı gerektiren, şükür secdesi gerektiren bir seçilmişliktir elhamdülillah.

Hocalığımız da pratik olmalı.Biz kıyamete kadar devam etmesi gereken Allah’a iman ve Allah’a ibadet zincirinde bir halka olarak görürüz kendimizi. Sevgili Peygamber aleyhisselam efendimiz dünyanın en ağır işkencelerine muhatap oldu. Kanlar içerisinde kaldı. Mübarek bacağından kanlar aktı atılan taşlardan sonra. Gelip melek “Şu iki dağın arasında ezelim mi bu adamları, intikamın olsun senin.” dediğinde Peygamber aleyhisselam Allah’a şirk koşan, putperest, kendi çocuklarını gömecek o katil adamlara bakıp da “Allah bildiği gibi yapsın.” demedi. Ne buyurdu? “Aman ha. Aman bunlar cahil, kıymet bilmiyorlar ama bunların neslinden birisi gelir de iman eder. Aman bunlara bir şey yapmayın.” dedi. Engel oldu. Neden engel oldu? Gelecek kuşakları düşündü sallallahu aleyhi ve sellem. Taif’te de böyleydi, Mekke’de de böyle oldu. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından sonra her yerde irtidat, dinden dönme, “Madem peygamber öldü peşinden gitmeyiz.” deme hastalıkları peyda olduğu hâlde sadece gelecek kuşakları iman eder belki dediği Taif’te irtidat hareketi olmadı. Emel budur, umut budur işte. Bir hoca, din öğreten muallim, mürebbi önündeki yirmi kişiyi hesap ederek iş yapamaz. Önündeki yirmi bin seneyi hesap ederek iş yapacaksın. O çocuğun öğreneceği abdestin, o çocuğun öğreneceği “Faiz haramdır.” ayeti bin sene sonra dünyanın başka bir kutbunda hidayete erecek bir insana ulaşacak inşallah diye bekleyeceksin. Umut budur. Bu mantık, bir Müslüman’ın insanlardan teşekkür veya algılama beklemesine de engeldir. “ anlatıyoruz, anlatıyoruz. Anladık diyen bile yok.” demez bir mü’min. Anlamasınlar. Senin vazifen onları mum gibi eritmek değil Allah’a davet etmektir. Velev ki seni öldürmeye gelsinler, Mus’ab bin Umeyr’i de öldürmeye gelenler hayat buldular onun önünde. “Tamam, öldüreceksen öldür, hele bir dinle; sana bir iki ayet okuyayım.” dedi. Ayetin sonunu getirmeye kalmadan “Ya ben senin adamın nasıl olurum?” dediler. Ölüme hazırdı ve insanlardan bir karşılık beklemiyordu. Rabb’inin cennetinden başka bir beklentisi yoktu. Rabb’i de o cenneti ona ihsan etti. İmanımız budur bizim. Biz talebenin performansına göre hareket etmeyiz. Talebeden çıkacak reflekslere göre “Vallahi başarılıydık.” filan diyemeyiz. Başarımızı melekler ölçer bizim. O ölçüm aracı da ihlasımızdır.

 Bıkmadı Peygamber aleyhisselam efendimiz. Onun vekili olan hoca bıkmayacak. Bıkamazsın. Bıkma hakkı yoktur muallimin. Yani insanlar namaza gelmiyor diye “Nasıl olsa ezan okuyoruz, kimsenin de ezanı dinleyip geldiği yok. Bari masraf olmasın ezanı kaldıralım!” diyor muyuz? Var mı böyle bir iddia. Hiç duyuldu mu? “Madem gelmiyor. Niye boşuna ezanı okuyoruz?” deniyor mu? Hayır. “Melekler dinliyor.” diyoruz. “Biz Rabb’imizin en büyük olduğunu, Allahu Ekber’i ilan edelim gelmeyen gelmesin.” diyoruz. Doğrusu da budur. Yapılması gereken de budur. Hocalığa gelince, öğretmeye gelince “Elli kere anlattık, daha bunun yapacağı yok!” diyemezsin. Elli bir duruyor. “Yüz on kere anlattım.” Yüz on bir bekliyor. Senin vazifen insanları mum gibi eritip secdeye kapandırmak değil. O kıvam için çalışmaktır. Dokuz yüz elli senelik ömrün olsa dokuz yüz kırk dokuzuncu senede bile sen hâlâ namazı anlatacaksın. “Ee, bu kadar olur mu?” Olur tabii. Olmadı mı? Oldu! Yapan yaptı. Dokuz yüz elli sene sabretti. Demek on sene daha ömrü olsaydı dokuz yüz altmış sene yapacaktı bu işi. İmanımız budur. Böyle gördük peygamberleri aleyhimüsselam cemian. Böyleydi peygamberler. Böyle oldukları için de bereket yağdı üzerlerine. Belki iki kişi, üç kişi kazanamadılar ama Rabblerini kazandılar. Allah’ı kazanmaktan büyük bir kazanç var mı? Allah’ı kazandın sen, ne yapacaksın talebeyi? Cemaati ne yapacaksın? Yetmedi mi Allah sana? Böyle düşünmemiz gerekiyor. En pratik hocalık budur. Talebe sayarsan “Geçenki derse on kişi katıldı, şimdiki derste on üç kişi oldu. Eyvah dokuza düştü.” Sayılarla uğraşan, matematiğin içinde kaybolur gider. Bu Ümmet, sayı Ümmet'i değil ihlas ve takva Ümmet’idir. Bir kişinin peşinde yirmi sene uğraşırız. İki kişi için iki yüz sene uğraşırız yeter ki ömrümüz olsun. Bu şekilde düşüneceğiz. Kendi çocuğumuz için de yeğenimiz için de çevremiz için de önümüze öğret bunları diye kim konduysa onun için de böyle düşüneceğiz. Bu, Ümmet-i Muhammed’in karakteridir. Öyle Yahudiler gibi “Bunun benim sözümü dinleyeceği yok!” deyip çekip gitmek bizde yok. Peşinden gideceğiz. Ne zamana kadar? Ya o bu dünyadan çekip gidecek ya ben çekip gideceğim. Ama ben Rabb’ime anlatacağım. Gülecekler, eğlenecekler. Öyle insanların gülmesinden, dedikodusundan da çekinmeyeceğiz. Pratik hocalık budur. Kardeşler, “Bu Ümmet, insana inmiş bir dini insandan daha pratik alır.” dedik ya bunun en önemli gereklerinden birisi de din öğretme durumunda olan anne, baba, muallim, başkan, üye, yönetim kurulu, hoca, hacı, müezzin, öğretim üyesi adı ne ise din öğreten kişi; velev ki o din bir abdestte başı mesh etmekle ilgili bir şey olsun o da din. Başını mesh etmezsen abdestin oluyor mu? Olmuyor. Abdestin olmazsa namazın oluyor mu? Olmuyor. Namazın olmazsa mü’min oluyor musun? Yok. Başı mesh etmek o zaman din demek. Bir kişi sana başı mesh etmeyi yanlış öğretmiş olsaydı kırk sene boşuna namaz kılmış olacaktın sonra öğrendiğinde bunu. Demek bizim dinimizin hiçbir meselesi basit değil, atılabilir, bir kenara bırakılabilir değil. Kim din öğretme durumunda ise o, örnek olduğunu bilecek. 

Hepimiz kendimize yönelik bir ders çıkaracağız.  Bu din pratiktir. Bu dinin rampaya sürülecek bir şeyi yoktur. Biz kendi kendimize yokuş üretiyoruz. Hatalarımız, yanılgılarımız bizim az bilmişliğimizdendir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabını, Ebu Bekir’i, Mus’ab’ı örnek alacağız, onların yaşantısı pratikti. Dini taviz vermeden, esnetmeden olduğu gibi yaşamamız mümkündür. Allah böyle bir din göndermiştir. Bunu durup dururken yokuşa sürmemiz mümkün değil. 

"Pratik Hocalık"- Nureddin Yıldız Hocaefendi’nin 11.11.2012 tarihli (186.) Hayat Rehberi dersidir
.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

Hiç yorum yok: