6 Aralık 2015 Pazar

578.İÇTİHAD

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Nureddin Yıldız Hoca'nın merak ettiğim tüm konulardaki fetvalarını okuyorum.Kitaplar dolusu bilginin özeti durumunda olan bu fetvalardan çok faydalandığımı belirtmeliyim. Aşağıda bir soruyu cevaplarken dinimize tatbik etmemiz gereken ilkeleri açıklamış .Benim çok önemli bulduğum bu ilkeleri sizinle de paylaşmak istedim.

"Dinimizin kaynakları ve din olarak tatbik ettiklerimiz hususunda şu temel umdeyi beyan edeyim:

Allah’ın Kitab’ı ve Nebi’sinin Sünnet’i esastır. Bu ikisinde ne varsa iman etmek, gereği ile amel etmek durumundayız.

– Bu iki kaynağa ilave yapmakla, onları eksiltmek arasında bir fark görmüyoruz.

Din olarak uygulanabilecek bir işin, SAHİH ve SARİH bir şekilde bize ulaşmış olması gerekir. Din, muğlak ifadeler üzerinden yaşanamaz. Bilhassa hüküm ihtiva eden, kişinin imanı veya küfrü ile alakalı hususların SAHİH ve SARİH bir yolla ulaşması şarttır.

– Dini yaşantısı örnek olan neslin, ASHABI KİRAM ve TABİİN nesli olduğunu kesinlikle tartışamayız. Bu iki neslin yaptığı hüccettir. 


Onlardan sonraki nesillerin büyüklerinin işlerinin İÇTİHAT DEĞERİ vardır. Bu da şu demektir: Bir mü’min, birinci ve ikinci nesilden gelen uygulamaları ibadet maksadı ile yapar, yapmalıdır. Üçüncü ve daha sonraki nesillerden gelen uygulamalar ise içtihat değerindedir. 

İçtihat değerinde olmak da, avamdan birinin müçtehit birine uymasıyla ilgili genel kuralın çizgisinde kalması şeklinde tatbik edilir. Bu da içtihatların birden çok olmasının normal görülmesi, bir içtihadı ‘yegâne yol’ görmenin mümkün olmayacağı prensibini ortaya koyar.
İçtihat çizgisinin de, üçüncü ve dördüncü nesilden sonra sınırlandırılması gerekmektedir. Bu sınırlama ise, Ebu Hanife ile başlayan ve Ahmed bin Hanbel ile tabii bir süreçte sonlandırılan müçtehit nesil çizgisinin uzatılmamasını gerektirmektedir. Eğer bir içtihat ihtiyacı olacaksa o da toplu içtihat niteliğinde olmalıdır.

Bu dönemlerden sonraki nesillerin içinde gelişen fikirler ve kavramlar;

a- Kesinlikle birinci nesildeki uygulamalar gibi görülemez. Hiç kimseyi; kimliği, ilmi, unvanı ne olursa olsun Ebu Bekir veya Hasan Basrî 
radıyallahu anhum gibi göremeyiz. Hiçbir ilim sahibi, Ebu Hanife’nin kabul görmüşlüğü düzeyinde görülemez.

b- Bu dönemlerde gelişen hiçbir kavram, SAHİH ve SARİH naslarla belirlenmiş konular gibi tutulamaz.
Bu dönemde gelişen kavram ve akımlara yönelik oluşan rağbet ve beğeninin, ashabı kiramın icmaı ile bir tutulmasını, dine müdahaleye götürebilecek bir tehlike olarak görürüz.

c- Bu dönemlerdeki içtihatları ise içtihat sahibini benimseyebileceğimiz kadar benimseyebiliriz. Mü’minlerin içinden birinin, mü’minler nazarında ithal olmakla itham edilmemişliği varsa, içtihat edeceği konular bulunabilir. İçtihat eder, o içtihadı saygıyla kabul edebiliriz. O içtihada aykırı bir ictihat yapılamaz denmesini ise kesinlikle kabul edemeyiz. Nihayetinde bir ictihat olarak görmemiz, onu dışlamamamızı gerektirebilir ama ‘itiraz edilemez bir din’ gibi görmemizi gerektirmez.

Ebu Hanife neslinin dışındaki içtihatlarda birbirimizi itham etmemeli, Allah Teâlâ’nın göreceği hesapları biz görmeye kalkmamalıyız.

Bir konuda Ümmet’in büyükleri arasında tartışma yapılıyor olması, ilk nokta itibariyle o konuda SAHİH veya SARİH bir nassın bulunmadığını gösterir. Böyle bir durum ise, tartışma yapanların birbirlerini itham etmelerine manidir." 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

Hiç yorum yok: