30 Aralık 2015 Çarşamba

591.UYDURMA HADİSLERİN BULUNDUĞU BELLİ-BAŞLI KONULAR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir'in mevzû hadislerle ilgili yazısı; bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenler için mükemmel bir yazı.Okumanızı öneririm.

Hadiseleri olduğundan çok daha farklı bir mahiyette aksettirmek, kendilerine sevgi ve sempati beslenen şahısları aşırı ifadelerle methetmek, insan tabiatının zaaflarından birisidir. Bu tür hareketlerin çoğu zaman maddi ve manevi birtakım hesaplar uğruna yapılmış olması da bu zaafın bir başka tezahürüdür. İnsanları mübalağacılıktan da öte yalancı konumuna düşüren bu sıfatın mevzû hadislerin doğup gelişmesinde büyük etkisi olduğu muhakkaktır. Çünkü Hz. Peygamber'in  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kudretli şahsiyeti ve ayrıca ilahî yardımla desteklenmiş olması O'nun hem ashabı, hem çağdaşları ve hem de daha sonraki nesiller tarafından üstün bir varlık olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Rasûl-i Ekrem'in(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Müslümanlar arasındaki bu farklı kabulünü ve müessir şahsiyetini, davaları adına istismar etmek hevesiyle harekete geçen samimiyetsiz nice şahıslardan başka İslam'a hizmet etmek düşüncesiyle cahil birçok Müslüman da icad ettikleri yığınla söz ve davranışları O'na isnad etmeye yeltenmişlerdir.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kesin ihtarlarına rağmen birtakım kimseler Peygamber adına hadis uydurmaktan geri durmamışlardır. Mevzuat kitaplarını dolduran yalan ve iftira mahsulü binlerce uydurma söz de bunun açık bir delilidir. Böyle olduğu halde mevzû hadislerin mevcudiyetini inkar etmeye kalkan bazılarına da tesadüf edilmiştir.

Hadis terminolojisinde Hz. Peygamber'in
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağzından uydurulan ve iftira edilerek O'na nisbet edilen söz manasında kullanılan "mevzû" tabiri “icad edilmiş, uydurulmuş” kelimeleriyle izah edilmektedir.

Ashab-ı kirama ve daha sonraki zevata aitmiş gibi gösterilen birtakım sözler de mevzû kelimesinin kapsamına girmektedir. Yalnız mevzû kelimesi mutlak kullanıldığı zaman Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adına uydurulan sözleri ifade etmektedir. Başkaları hakkında uydurulmuş sözler için de çoğu zaman "bu falan adına uydurulmuş" ifadesi yer almaktadır.

HADİS UYDURMA HAREKETİ VE SEBEPLERİ

Hadis Uydurma Hareketinin Başlaması ve Bu Hadise Karşısında Ashabın Durumu:

Hadis uydurma işinin ne zaman başladığı meselesi hadis ilmiyle meşgul olan bazı alimler arasında ihtilaf konusu olagelmiştir. Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  hayattayken, Medine civarındaki bir kabile halkını, Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  tarafından tayin edilmiş bir memur olduğunu söyleyerek aldatmak isteyen şahsın durumunu ele alan ve hadis uydurma faaliyetinin bu suretle başlamış olduğunu söyleyen İbn Hazm (456/1063) gibi alimler vardır. Öte yandan bunun sadece Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aleyhinde söylenmiş bir yalandan ibaret olduğunu ve asıl hadis uydurma hareketinin çok sonraları başladığını kabul edenler de olmuştur. İkinci görüşü savunanların Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında hadis uydurulmaya başlandığını kabul ettikleri takdirde, sahabilerin töhmet altında bırakılmış olacağı endişesi taşıdıkları dikkati çekmektedir. Halbuki hadis uyduranları gözden geçirdiğimizde nasıl bunlar arasında kötü niyetli İslam düşmanlarının büyük bir yekûn tuttuğunu görüyorsak, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatında O'nun düşmanlarının, münafıkların, O'na yalancı, mecnun, sihirbaz ve şair demek cüretinde bulunan nicelerin de mevcut olduğunu hesaba katmak suretiyle, icat ettikleri bir sözü Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nispet edebileceklerine ihtimal vermek de daima mümkündür.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)devrinde bu münferit hadise dışında böyle bir vakaya rastlamıyoruz. Bunun en büyük sebebi de muhakkak ki, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu tür isnatları bizzat tekzib edeceği düşüncesidir. Ayrıca O'nun, münafıkların birtakım tasavvurlarını vukuundan önce ortaya çıkarması karşısındaki endişe ve yılgınlığını da hesaba katmak lazımdır.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefatını takib eden Hz. Ebû Bekr (632-634) ve Ömer (634-643) radıyallahu anhum  devirlerinde hadis uydurulduğuna dair zan ve tahminden öte kesin bilgiye sahip değiliz. Bununla beraber münafıkların ve dinden dönme hadiseleri sırasında mürtedlerin maksatlarına uyan hadisler icad etmeleri ihtimal dışı değildir. Hatta sahabi olmayan birçokları için de bu ihtimaller bahis konusu olabilir.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sağlığında kamuoyunu meşgul ederek ihtilaflara sebep olacak bir olay yaşanmamıştır. O'nun vefatından sonra birtakım ihtilaflar çıkmışsa da bunlar Müslümanların birliğini bozacak boyutlarda olmamış, kısa zamanda ortadan kalkmıştır. Gerçi imamet meselesi ile ilgili hadislerin ilk üç halifenin muhalifleri tarafından bu müddet zarfında uydurulmuş olacağı hatıra gelebilir. Ne var ki, mühim ayrılıkların ve fırkalaşma hareketlerinin daha sonra başladığı düşünülünce bu ihtimalin zayıfladığı görülür.

İslam'da ilk ciddi ihtilafların tohumu Abdullah b. Sebe'nin (40/660) hilafeti haksız yere aldığı iddiasıyla ortaya çıkarak halkı Hz. Osman'ın
(radıyallahu anh)aleyhine ayaklandırmak için Hicaz'dan başlayıp, Basra, Şam ve diğer şehirleri dolaşmaya çıkmasıyla atılmış oldu. "Fitnenin kopması" diye anılan Hz. Osman'ın (radıyallahu anh)şehid edilmesi hadisesiyle birlikte de çeşitli fırkalar ortaya çıktı. Bu hadisenin yol açtığı anlaşmazlıklar neticesindedir ki, Hz. Ali (40/660) ve Hz. Muaviye (60/679) (radıyallahu anhum)  Sıffin'de karşı karşıya gelmişlerdir. Burada vukua gelen "hakem hadisesi"sini müteakip iki büyük fırka ortaya çıktı. Bunlardan biri Hz. Ali'yi (radıyallahu anh)tekfir eden Havaric diğeri de onun ilah ve Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emriyle seçilmiş bir halife olduğunu iddia eden Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'e (radıyallahu anhum)söven "gulât-ı şia"dır.

Yine sahabe asrının sonlarına doğru Kaderiye ve Mürcie mezheplerinin; daha sonraları ise Cehmiyye ve Müşebbihe gibi birçok batıl mezheplerin doğduğu görülmektedir.

Sahabe asrının sonu diye ifade edilen büyük tabiîler devri muhtelif parti ve mezheplerin ortaya çıktığı, dikkatsiz ve samimiyetsiz hadis talebelerinin çoğalmaya başladığı bir asırdır. Hadis uydurma hareketi işte böyle buhranlı bir çağda muhtelif tesirlerle başlamış ve gelişmiştir. Sahabilerin büyük bir kısmı bu yaygın uydurma hareketini görmemiştir. Bununla beraber, Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bu konudaki talimatı gereğince hadisler üzerindeki muhtemel bir tahrif faaliyetine karşı son derece titiz davranmışlardır.

Hadis Uydurmanın Sebepleri:


-Fırka, mezhep ve kabilesini müdafaa gayreti:


Batıl fırkalar hadisler üzerindeki tahriflerini iki şekilde yapmışlardır:
*İhtiyaçlarını karşılamayan ve işlerine gelmeyen hadislerin Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nisbetini inkar ederek uydurulmuş olduklarını iddia etmişlerdir.
*Görüşlerini takviye için devamlı olarak dinî naslara muhtaç olduklarından hasımlarının karşısında delil ve huccet olsun diye hadisler uydurarak bunları Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)isnad etmişlerdir.

İşte muhtelif fırkalar hadisleri bu iki surette tahrif etme yoluna giderek davalarını Peygamber sözünün otoritesiyle desteklemek hususunda bir hayli mesafe katettiler.

Görüşlerini desteklemek amacıyla hadis uyduran siyasi fırka, kelam ve fıkıh mezhepleri mensupları bu başlık altında değerlendirilebilir. Yine milliyetçilik duygusunun tesiriyle hadis uyduranlar da bu gruba dahil edilebilir.

Ayrıca İslam düşmanları da İslam dinine zarar verme gayesiyle kasıtlı olarak hadis uydurmuşlardır.


-İslam dinine hizmet etme arzusu:

Müslümanları hayra ve iyi ameller yapmaya teşvik etmek ve dinin çirkin gördüğü kötü hareketlerden sakındırmak maksadıyla hadis diye uydurulmuş sözler mevzû haberler arasında hayli kabarık bir yekûn tutmaktadır. Allah katında makbul bir iş yaptıklarını zannederek hiçbir kayda tabi olmaksızın hadis imal edenlerin zahidler, mutasavvıflar ve daha çok bu kılığa bürünen kimseler olduğu görülmektedir. Bu mevzû hadislerde ifası mümkün olmayacak kadar çok ibadet formülleri hazırlamışlardır. Aşağı yukarı her birinde şu müşterek ifadeye rastlamak mümkündür: “Kim falan gün şu kadar rekat namaz kılar ve her rekatta şu sûreleri bu kadar defa okursa ona ahirette mükafat olarak şunlar verilecektir…”

Tergîb için uydurulan haberlerin çoğu namaz ve oruç hakkında olmakla beraber, bunlar dışında kalan diğer ibadet türlerini de kapsayan uydurmacılık hareketinde fezâilu'l-Kur'ân'a (Kur’ân’ın faziletleri) ayrı bir ehemmiyet verildiği aşikârdır. Kur'ân-ı Kerim'in bazı sûreleri hakkında varid olan hadislerle iktifa edemeyenler mevcut olmalı ki, bunlar her sûre hakkında ayrı ayrı hadis uydurmaya kalkmışlardır.

-Şahsi menfaat düşüncesi:

Bu başlık altında sadece süfli çıkarlarına ulvi mefhumları alet etmekte beis görmeyenlerin durumları incelenecektir.

Dünyalık temini için çalışan bazı menfaatperestler, nüfuz ve idare sahibi birtakım zevatın arzu ve yaşayışlarına uygun hadisler imal ederek bol bol bahşiş toplama cihetine gitmişlerdir. Bir de manevi nüfuz ticareti yaparak her yerde kendine saygı gösterilen bir alim durumuna gelmek arzusuyla hadis uyduranlar olmuştur. Bu şöhret arzusunun pek farklı tezahürleri görülmektedir. Kendine sorulan bir soruya rasgele verdiği cevabı uydurduğu hadisle takviye etmek isteyenler dahi vardır.


HANGİ KONUDAKİ HADİSLER MEVZÛ OLABİLİR?


Hadislerin sahihini sakiminden ayırmak için büyük ve yorucu bir tasnif faaliyetine giren muhaddisler her hadisi teker teker inceleyerek ait olduğu bölüme yerleştirmişlerdir. Bu çalışmaların sonunda uydurma hadisler müstakil eserlerde bir araya getirilmiştir. Hadis diye uydurulan bu geniş çaptaki müfredatı daha umumi bir bakışla süzen bazı münekkidler, okuyucunun onları kolay bir şekilde ve ana hatlarıyla tanınmasını temin için hangi bahislerde daha çok uydurma hadis bulunduğunu tespit etmeye çalışmışlardır.

Hadisçilerin bu konudaki çalışmalarından faydalanarak uydurma hadislerin çokça bulunduğu belli-başlı birkaç bahsi şöylece sıralayabiliriz:
-Senenin veya haftanın belirli gün ve gecelerinde kılınması tavsiye edilen namazlar hakkındaki hadisler.
-Receb ayının ve bu ayda tutulacak oruçların fazileti hakkındaki hadisler.
-Belirli tarihlerde bazı hadiselerin cereyan edeceğini haber veren hadisler.
-Kıyamet alametlerinin muayyen aylarda zuhur edeceğini beyan eden hadisler.
-Türkleri, Habeşleri, Sudanları zemmeden hadisler.
-Ebû Hanife ve İmam Şafiî'nin adlarını anarak medh veya zemmeden hadisler.
-Hızır ve İlyas'ın
(Aleyhisselam) hayatlarından bahseden hadisler.
-Mürcie, Cehmiyye, Kaderiye, Eşariyye mezheplerinden bahseden hadisler.
-İskenderiye, Dimyat, Basra, Bağdat, Kazvin, Ürdün, Abadan, Cidde, Askalan, Nusaybin, Antakya, Horasan, Merv, Buhara, Semerkant, Tûs, Herat, Kayrevan, Fas gibi şehir ve memleketleri medh eden veya zemmeden hadisler.
-Peygamberlerin veya diğer büyük zevatın kabirleri hakkında ileri sürülen hadisler sahih değildir.
-Aşura günün faziletinden ve o gün sürmelenmek, süslenmek veya hüzünlenmek, namaz kılmak, infak etmek ve aşura çorbası pişirmekten bahseden hadisler.
-Mercimek, pirinç, bakla, patlıcan, portakal, üzüm, pırasa, karpuz, ceviz, peynir ve helva gibi yiyecek maddeleri ve gül, nergis, menekşe gibi çiçek ve bitkiler hakkındaki hadisler.
-Sokakta yemek yemeyi ve eti bıçakla kesmeyi yasaklayan ve etin faziletinden bahseden hadisler.
-İçinde Hz. Ayşe'nin lakabı olan "Humeyra" kelimesi bulunan veya "Ya Humeyra" diye başlayan hadisler.
-Hz. Peygamber'in "Ya Ali falan şeyin üç alameti vardır" diye başlayarak Hz. Ali'ye muhtelif vasiyetlerde bulunduğu iddia edilen hadisler. Bu sözde hadisler içerisinde "Ey Ali, Harun'un Musa'ya olan yakınlığı ne ise sen de bana öylesin" hadis sahihtir.
-Kur'ân-ı Kerim'in sûreleri hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır. Suyutî'nin beyanına göre hakkında hadis varit olan sûreler şunlardır: Fatiha, Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Enam, Araf, Tevbe, Kehf, Yasin, Duhan, Mülk, Zelzele, Nasr, Kafirun, İhlas ve Muavvizeteyn.
-İmanın artıp eksilmesi hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır.
-Çocuğa Muhammed veya Ahmed adını koymanın faziletine dair sahih hadis yoktur.
-Evladı zemmeden hadislerin tamamı uydurmadır.
-Bekarlığı öven hadisler.
-Akik taşından yapılmış yüzük taşının fazileti hakkındaki hadisler, uydurma hadislerdir.


MEVZÛ HADİSLERİN ALAMETLERİ VE BUNLARI TANIMA YOLLARI


*Hadis uyduranın itirafı,
*Haberin lafzında veya manasında bozukluk olması,
*Elde mevcut güvenilir hadis kitaplarında bulunmaması,
*Birçok insanın görmesi gereken bir hadiseyi bir kişinin gördüğünü iddia etmesi,
*Kur'ân'a ve sahih sünnete aykırılık,
*Akla, his ve müşahedeye muhalif olması,
*Tarihi olaylara aykırı olması.

Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir

www.sonpeygamber.info


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

23 Aralık 2015 Çarşamba

24-25-26 Aralık 2015 -EYYAM-I BİYZ ORUCU

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Eyyam-ı Biyz adı verilen ve kameri ayların 13, 14, ve 15. günleri yarın başlıyor.
Bu sünneti yerine getirmek isteyenler 
Yarın 24 Aralık Perşembe, 25 Aralık Cuma ve 26 Aralık Cumartesi günlerini oruçlu geçirmeliler.

Her hicri ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmak sünnettir. Nitekim Hz. Hafsa radıyallahu anha diyor ki:
«Dört şeyi Resûlüllah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hemen hemen hiç terketmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce'nin ilk on gününün oru­cu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından ön­ce iki rek'at namaz...» (Ahmed bin Hanbel, Nesâi)

Allah kabul etsin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(Celle celaluhu)'dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

18 Aralık 2015 Cuma

585.DİNİ BİLGİYE ULAŞMADA NEREDE HATA YAPILIYOR?-Faruk Beşer


  ..İslam"ın yegâne kaynağı Allah"tır. Allah dinini Cebrail vasıtasıyla elçisine, ondan da kullarına bildirmiştir. Dinin aslı Kur"an-ı Kerim"dir, Sünnet de onun hatasız bir uygulamasıdır. Sonra bu iki kaynakta bulunup üzerinde sahabenin ve müçtehitlerin ittifak ettikleri hususlar, ardından da ittifak edilmese de münferit içtihatlar gelir.

Bunu, merkezde Kur"an-ı Kerim olmak üzere dışa doğru genişleyen; Kur"an, sünnet, icma, fıkıh daireleri olarak şekillendirip hayal edelim. Hepsi Kur"an-ı Kerim"i tam merkeze almaları şartıyla dini bilginin kademe kademe kaynağıdır diyebiliriz. Aslında yegane kaynak Kur"an-ı Kerim"dir, diğerleri ona tabi mecazi anlamda kaynaktır demek belki daha doğru olur.

Müçtehit olmayan âlimlerin yorumları ve tasavvufi yorumlar ise bu dairelerden sonra gelen daha geniş daireleri oluştururlar. Vaaz türü meviza kitapları, tasavvuf kitapları, çeşitli menkıbeler, kişilere özel yorum ve yaşama biçimleri bunlar hep İslam"dan beslenmiş anlamalardır. Doğrular da yanlışlar da içerirler. Ama bu tür kitapların hiç birisi hiçbir zaman İslam"ın bütününü gösteremeyeceği gibi, onun hakkında kesin bilgiler de veremez....



17 Aralık 2015 Perşembe

584.DİNİ BİLGİNİN KAYNAĞI NEDİR?-Faruk Beşer



... "bilgi Allah katındadır". Yani bilginin kaynağı Allah"ın bizatihi kendisidir. Bilgiye ulaşmak için vasıtalar kullanabiliriz. Bu vasıtalar da filozofların kaynak dedikleri şeylerin sadece birisi değildir. Hepsi birden vasıtadır. Ayrıca onların kaynak olarak görmedikleri önemli bir vasıta daha vardır: Doğru haber (haber-i sadık).

Bir haberin doğruluğu iki yolla anlaşılır: 1. Tevatürle, 2.Mucizelerle. İşte bizim gayb âlemi ya da metafizikle ile ilgili olarak bildiklerimiz mucizelerin desteklediği vahiy bilgileridir. Buna iman da denebilir.

Vahyin bizi muhatap alan kısmı Kuranı Kerim"dir. Sünnet de dolaylı bir vahiydir. Bilindiği gibi sünnet Allah Rasulü"nün sözleri, fiilleri ve takrirleri (onayları) dır. Ve sünnet bütünüyle Kuranı Kerim"in hatasız yaşanmasından ibarettir. O halde Sünnet, canlı hale getirilmiş Kuran"dır, da denebilir.

Nasıl Allah Rasulü"nün takrirleri de Sünnet sayılıyorsa, onun sünneti de takriri vahiy sayılır. Çünkü biz biliyoruz ki, Allah (cc), elçisinin bazı kararlarına, en iyisi bu değildi diye müdahale etmiştir. O halde Allah, elçisinin Sünnetinin geriye kalan kısmına onay vermiş demektir. Öyleyse Sünnet takriri vahiy olmuş olur.

Sonra sahabe ve onları izleyen âlimler Kuranı Kerim"i Sünnet örneğiyle anlamaya çalışmış ve bu anlamaların bir kısmında icma/ittifak etmişlerdir. Eğer bu icma ya da ittifak, dinin sabitesi dediğimiz akide ve ibadet alanında gerçekleşmişse artık onların söylediklerinin aksine bir görüş ortaya atılamaz. Çünkü bu konular aklın, bilimin ve dolayısıyla da içtihadın konusu değildir.

Ayrıca akide konuları, ya da Gayb Âlemi ile ilgili bilgiler sadece Kuranı Kerim ve Sünnetten alınabilir. İcma bu iki kaynakta bulunup, farklı anlaşılmaya müsait olan konularda gerçekleşir. İşte böyle bir konuda icma gerçekleşince o da kesin, yani iman edilmesi gereken bir bilgi oluşturur.

İcmadan sonra da üzerinde ittifak edilmeyen, münferit fıkhî içtihatlar gelir. Buna bütünüyle fıkıh da diyebiliriz. Fıkhî içtihatları kabul etmemek insanı dinden çıkarmaz ama bütünüyle onların dışına çıkmak da mümkün değildir. Çünkü ya bileceksiniz, ya da "ehl-i zikr"e soracaksınız.

... Bir içtihadın dinde bir değer ifade edebilmesi, ehlinden çıkmış olmasına ve yerinde yapılmasına bağlıdır.


Yazının tamamı için:

16 Aralık 2015 Çarşamba

583.EHL-İ SÜNNETTİN TEMEL ÖZELLİKLERİ-Faruk Beşer



...Ehlisünnet çizgisinde olanlar, akide (inanç esasları) ve ibadetler konusunda Hz. Peygamber ve ardından onun ashabı gibi düşünenler ve uygulayanlardır. Bu iki alan (inanç ve ibadet) İslam"ın hiçbir surette değişmeyecek alanıdır. Dinin esasını bu iki alan oluşturur. Buradaki en küçük bir ekleme ya da çıkarma dine beşer müdahalesidir ve bunun adı da bidattir. "Bütün bidatler dalalettir bütün dalaletler cehenneme götürür". O halde, kimden menkul olursa olsun, sahabenin bilip yapmadığı hiçbir hareket ibadet kılınamaz, kılınırsa bidat olur. Onlar bunu anlamamışlardı da sonrakiler anladı denilemez. Çünkü bu iki alan tarihselliğin, dolayısıyla içtihadın alanı değildir.

..Ehlisünnet İslamî bilgi kaynağı olarak Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyası (içtihadı) kabul eder...

..Allah"ı tanımada O"nun isimlerinden ve sıfatlarından hareket eder, Allah"ı cisim gibi görmez (tecsim),...

..Kuranı Kerim"in mahluk/yaratılmış olmadığına inanır...

..Ehlisünnet ehli kıbleyi tekfir etmez...

..Ehlisünnet, melek, cin, şeytan, kabir azabı ve kader gibi konularda akla değil nassa bağlıdır...

..Sahabenin tamamına karşı saygılıdır...

..Mucizeye, keramete, şefaate ve cennette Allah"ın cemalinin görüleceğine inanır...

...Akıl ile nakil çatışırsa sabiteler alanında sahih nakli esas alır. İçtihadi alanlarda nakille aklı uzlaştırmaya çalışır.

Mesele; Allah Rasulü"nün ve onun ashabının iman ve amel çizgisini tespit edip onların nasıl olduğunu bilme meselesidir...


.. Bir meselede ihtilaf ediliyorsa onlara bakılır ve anlaşmazlık son bulur. Yeter ki, mükabere yapılmasın.

15 Aralık 2015 Salı

582.HANGİ EHL-İ SÜNNETTENSİNİZ?-Faruk Beşer



...Ehlisünnet, Sünnet ehli, sünnete bağlı olan demek. Sünnet ise Allah Rasulü"nün Kuranı Kerim"i yaşama biçimi. O ümmetinin Yahudiler gibi pek çok fırkaya ayrılacağını, sadece kendisi ve ashabı gibi olanların kurtulacağını, diğerlerinin helak olacağını haber verdi.....


...Hz. Peygamber"in şöyle bir sözü vardır: "Benim ümmetim asla dalalet üzerinde birleşmez. O halde bir ihtilaf gördüğünüzde siz sevad-ı azamla beraber olun". Sevad-ı azam en büyük karartı, ana kalabalık demektir. Ayrıca o; "Allah"ın eli/desteği cemaatle beraberdir" buyurdu. İşte bu ve benzeri işaretlerden hareketle onun sevad-ı azam dediği yola bilahare Ehlisünnet ve"l-cemaat denir oldu....

...Yukarıdaki hadisi şerifin anlamı şudur: Aykırı fikirlerin hepsi yanlış olmayabilir. Ama eğer bir yerde insanları farklı fırkalara ayıracak kadar bir görüş ayrılığı varsa o halde ihtiyatlı olan tutum Ehlisünnet ve"l-cemaatin sevad-ı azam haline gelen görüşüyle beraber olmaktır. Bu durum içtihadi alanlardan ziyade İslam"ın sabitesi diyebileceğimiz akide ve ibadetler alanında böyledir... 

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/hangi-ehlisunnettensiniz-35901

11 Aralık 2015 Cuma

581.Nefisten Gelen En Meşhur 7 Söz

Yazının tamamı için sayfanın sonunda verilen linki tıklayın.

1.Kalbim Temiz
..Kendisinden daha iyi yaşayan birini gördüğünde ya da yapmadığı ancak yapması gereken amelleri işittiğinde, hemen savunmaya geçer ve “Önemli olan kalp temizliği, benim kalbim temiz, kimseye kötülüğüm dokunmaz” gibi laflarla nefis kusurunu örter, ayıbını gizler...

2.Tek seferden bir şey olmaz
...zararlı olan günahlara olan bağımlılıklarımız da genellikle onlara karşı gösterdiğimiz “bir kereden bir şey olmaz” tavrı sebebiyle oluşuyor, büyüyor ve bizde bir alışkanlık peyda ediyor...


3. Herkes yapıyor
... Çevredeki insanların duyarsızlığı, gafleti veya küfrü bizde ister istemez bir aşinalık ve ülfet meydana getiriyor. ...


..bir haramı işlememek için zorlandığımız anda, nefis hemen başkalarını örnek göstererek “herkes böyle” diyerek onu bizde meşrulaştırmaya çalışıyor. Halbuki herkes tek başına ölecek, tek başına kabre girecek ve tek başına hesap verecek...

4. Devir değişti

... Evet devirler Cenab-ı Hakk’ın emriyle değişiyor, … Ancak şu var ki; ölüm değişmiyor, insanın bu dünyaya gönderiliş maksadı değişmiyor...


5. Sonra yaparım
Sonra.. sonra…sonra. Belki de hiç gelmeyecek bir sonraya atılan bir kulluk...

6. Allah affeder
..İnsan bir günah işlediğinde, şeytan hemen ona Allah’ın affediciliğini öne sürer ve “Birşey olmaz, Allah affeder” der. Bunu dinleyen nefis de günah işlese bile nasılsa affolunacağını düşünerek hiç çekinmeden günahlara girebilir. Halbuki kimi affedip kimi affetmeyeceğine ancak Cenab-ı Hak karar verir....

7. Bu kadar abartma!

...Bizi yoktan var eden, sayamayacağımız nimetleriyle bizi her an perverde eden, tüm korkularımızdan bizi emin kılan ve az bir fiyat karşılığında bize cennetini ve cemalini vaaden Rabb’imize olan kulluğumuzu mu?... 


Kısaca olarak verdiğim bu sözlerin ayrıntıları için:

http://suffagah.com/nefisten-gelen-en-meshur-7-soz

9 Aralık 2015 Çarşamba

580.Riyâzü's Sâlihîn'in Namaz Bölümü-4-EZANIN ve İLK SAFTA OLMANIN FAZİLETİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

9. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur'a çekmek zorunda kalsalardı kur'a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi."Buhârî, Ezân 9, 32, Şehâdât 30; Müslim, Salât 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 52; Nesâî, Mevâkît 22, Ezân 31

Açıklamalar
Ezanın sözlük anlamı "bildirmek" demektir. Din örfündeki anlamı ise, "belirlenmiş vakitlerde, belirlenmiş sözlerle belirlenmiş bildirimdir. Vakitler namaz vakitleri, sözler şeriat koyucunun tayin ettiği ve her vakitte tekrarlanan kelimelerdir. Hepimizin bildiği gibi ezan şu kelimelerden meydana gelir:

Allahu ekber (4 defa)

Eşhedü en lâ ilâhe illallah (2 defa)

Eşhedü enne Muhammeden resûlullah (2 defa)

Hayye 'ale's-salâh (2 defa)

Hayye 'ale'l-felâh (2 defa)

Allahu ekber (2 defa)

Lâ ilâhe illallah (1 defa)

İslam âlimleri, ezanın bu kadar az sözle itikadî ve amelî hükümlerin tamamını ihtiva ettiğini söylerler.

 "Allahu ekber" , Cenâb-ı Hakk'ı tasdike delâlet ettiği gibi, O'nun bütün kemal sıfatlarını da ispat eder.

 "Eşhedü en lâ ilâhe illallah", tevhid akîdesini tasdiki ve şirkin her çeşidini reddi içine alır.

"Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah", Hz.Peygamber'in risâletini ve bunun yanında bütün resûl ve nebîlerin peygamberliklerini tasdîke delâlet eder.

 "Hayye 'ale's-salâh", Resûl-i Ekrem Efendimiz sayesinde bilinen Allah'a itaat ve tâate emir sigasiyle davettir.

 "Hayye 'ale'l-felâh" ise, dünya ve âhirette ebedî kurtuluş demek olan felâha, yegâne hak yola çağırmaktır ki, bu kıyameti, âhireti ve mahşeri tasdik demektir.

 Bu lafızların tekrarlanmasının sebebi, ihtiva ettikleri bu engin anlamları tekit içindir.

Ezanın pek çok faydaları vardır. Bunların en başta geleni, ezan okunan yerde müslümanların varlığının ispat edilmiş olmasıdır. Bu yer İslam toprağıdır veya böyle olmaya adaydır. Çünkü müslümanların hedefi ve gayesi, yeryüzünü islamlaştırmak veya Müslümanlığı kabul etmeyen insanların yaşadığı yerleri sürekli Allah'ın dinini tebliğe müsait bir hale getirmek, bu yöndeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Ayrıca ibadet vaktinin girdiği müslümanlara ezanla haber verilir. Ezan, müslümanları cemaat olmaya ve bir araya getirmeye davettir. İslam'ın temel esasları bütün insanlara günde beş defa ezan sayesinde açıkça duyurulmuş olur.

 İslam âlimleri ezanda dört hikmet bulunduğunu söylerler.
Bunlar: Şiâr-ı İslam oluşu, yani İslamın bir parolası, bir sembolü olması, kelime-i tevhîdi ve kelime-i şehâdeti herkese açıkça ilân etmesi, namaz vaktinin ve kılınacağı yerin duyurulması ve müslümanları cemaate davettir. Kur'an'da ezana şu âyet-i kerîmelerle işaret edilir:"Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünmeyen bir topluluk olmalarındandır" [Mâide sûresi (5), 58]. "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman Allah'ı anmaya koşun"[Cum'a sûresi (62), 9].

Ezan okumanın önemi ve fazileti böylelikle iyice anlaşılmış olmaktadır. İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu fazileti kavrayanların ezan okumakta âdeta birbirleriyle yarışacaklarını, hatta kur'a atmak zorunda kalabileceklerini ifade buyurmuşlardır. Nitekim İslam tarihinde bu gerçekleşmiş, meselâ Kâdisiye Harbi'nde bir grup müslüman ezan okuma hususunda aralarında münakaşa etmişler, kimin ezan okuyacağı hakkında Sa'd İbni Ebî Vakkâs kur'a çektirmek zorunda kalmıştır.

Namazda ilk safta bulunmak da aynı şekilde büyük faziletlerden biridir. İlk saf imamın hemen arkasında bulunan saftır. Bir arkada bulunana göre onun önündekinin ilk saf olduğunu söyleyenler, bundan da öte vakit namazını ilk cemaatle kılanlar demek olduğunu iddia edenler de olmuştur. Fakat doğru olan ilk görüş olsa gerektir. İlk safta bulunmanın neden faziletli olduğu üzerinde durulmuş, buna karşılık imam cehren okuduğunda Kur'an dinlemek, Fâtiha sûresi'nin okunmasından sonra "âmin" diyebilmek, imamın tekbirlerinden hemen sonra tekbir almak, imam birini yerine geçirecek olursa kendisi geçmek gibi büyük ecir ve sevabı olan işler sayılmıştır. Bir başka yönü teşvik unsuru oluşudur. Cemaatin ön saflarında boş yer varken, arkada olanlar daima oraları doldurmakla mükelleftirler. Nitekim bir hadiste: "İlk saffı, sonra onun arkasındakini, sonra sırayla diğerlerini tamamlayınız, eksik kalırsa son safta kalsın" buyurulmuştur (Ebû Dâvûd, Salât 94). Erkeklerin ilk saflarının, kadınların da son saflarının daha hayırlı olduğunu Peygamberimiz haber vermiştir: "Erkeklerin saflarının en hayırlısı ilkleridir, sevabı en az olanları geridekilerdir. Kadınların saflarının en hayırlısı da geridekileridir. Sevabı en az olanları ise öndekilerdir" (İbni Mâce, İkâme 52).

Hadisimizde anılan faziletlerden biri de, camiye erken gitmektir. Bundan maksat cemaate yetişmek ve ön saflarda yer almaktır. Ayrıca camiye gitmek üzere vaktinde hareket eden kimse hem yolda rahat yürüme imkânına sahip olur, hem de camide bir süre dinlenmek, tefekkür etmek, tahiyyetü'l-mescid veya nâfile namaz kılmak ya da Allah'ın zikriyle meşgul olmak suretiyle kendini farz namaza hazırlar. Bu ise nefes nefese camiye gitmek ve arka saflarda yer almaktan çok faziletlidir.

Allah'ın üzerimize farz kıldığı her namazın faziletli olduğu şüphesizdir. Ancak bunlar arasında derece farkı vardır. Sabah ve yatsı namazı gecenin iki ucundaki namazlardır. Biri gecenin bitip yeni bir günün başladığı zamanda, diğeri de gündüzün bitip karanlığın tamamen bastırdığı vakitte kılınır. İnsanlar içinde münafıklara en ağır gelen namaz bu ikisidir. İnsanın bu iki namazın vaktinde uyanık olması, bir de camiye cemaate gitmesi, sağlam bir imanın, ibadet ve tâate düşkünlüğün, Allah'ın rızasını kazanmak için ciddî bir azim ve gayretin eseridir. Bu açılardan da son derece faziletlidir. İşte bunun faziletine işaret için Efendimiz,"Emekleyerek veya oturakları üzerinde sürtünerek de olsa bu namazlara giderlerdi" buyurmuşlardır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Ezan okumak İslam'ın vazgeçilmez esaslarından ve sünnetlerinden biridir.

2. Ezanın pek çok faydası, fazileti ve hikmeti vardır. İslam'ın itikad ve amel esaslarını bünyesinde barındıran ezan, inanmayanları dine, inananları ibadete davetdir.

3. Müezzinlik, Allah katında ecri ve sevabı büyük hayırlardan biri olup, Efendimiz tarafından teşvik edilmiştir.

4. Namazda ilk safta bulunmanın sevabı ve fazileti diğer saflardan daha çoktur.

5. Camiye ve cemaate erken gelmek ve ilk saflarda yer almak sünnette teşvik edilmiştir.

6. Cemaatle kılınan namazın fazileti, tek kılınan namazdan kat kat fazladır.

7. Sabah ve yatsı namazlarında camiye gitmek ve cemaatle namaz kılmak, diğer vakitlerde cemaatle kılınan namazlardan daha faziletlidir. Çünkü bu ikisi münafıklara en ağır gelen namazlardır.

8. Münakaşalı işlerde kur'a çekmek câizdir.

http://www.namazzamani.net/

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

7 Aralık 2015 Pazartesi

579.Müslüman standartları’ nelerdir?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Müslüman standardı, ashabı kiramdır. Sünnete uymaktır.

 Bu standartlar şunlardır:

*Müslüman, Allah rızası için ibadet yapar, yaşar, yer ve içer.
*Kur’an ve sünnet iki kaynağıdır, onları tartışmaz, tartıştırmaz.
*Müslüman uydurmaz, uyar; uyduğu da ümmetin ilk neslidir.
*Müslüman ihsana koşar; ihsan en iyiyi yakalama hedefidir.
*Müslüman’ın ihlassız hiçbir işinde değer yoktur.
*Müslüman, hayrı kendisi için ve herkes için ister. İyilikte yarışır.
*Müslüman, umut doludur, yıkılıp sarsılmaz.
*Müslüman, kardeşleriyle Müslüman’dır. Rahatsız etmez, rahatsız edilmek istemez. Dinlemesini bilir, dinletir.
*İstişare temel siyasetidir. Özür kabul eder.
*Fitne durumlarında kenarda kalmasını bilir.
*Zorlukla karşılaşınca: ‘La havle vela kuvvete illa billah’
Nimetle buluşunca: ‘Elhamdülillah’
Enteresanlıkla karşılaşınca: ‘Sübhanellah’
Hata edince: ‘Estağfurullah,’
Daralınca: ‘Hasbunellah,’
Tevekkül anında: ‘Tevekkeltü alellah’
Musibet anında: ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn.’ der.
*Müslüman, ebeveyninin hizmetkârıdır.
*Sılayı rahime dikkat eder.*Müslüman, sabrı en büyük silahı olarak bilir, sabırla Allah’tan yardım diler.
*Edep, Müslüman’ın tacıdır.
*Nankör değildir, nimetlerin kadrini bilir, şükreder. İnsanlara teşekkürü vazifesi bilir.
Müslüman, düşünen, aklını kullanan, basiretli, ileriyi görmeye çalışan bir insandır.

*Müslüman, yardımını Allah’tan bekler.
*Müslüman bozucu olmaz, düzelticidir. Geçinilir ve geçinebilen biridir.
*Müslüman emindir.
*Ahiret işlerini öncelikli görür ama dünyayı ihmal etmez.
*Yaptığı iyi işlerin erimemesi için uğraşır.
İyi olmayı değil, en iyi olmayı düşünür.

*İnfak eder. Çocuk yetiştirmeyi bütün zamanların en önemli cihadı olarak görür.
*Dünyevileşme bataklığından kaçınır.
*Vakit israfının büyük bir afet olduğunu hiç unutmaz.
*Eş haklarına çok dikkatlidir; nikâhın Allah’ın adıyla kıyıldığını anlar.
*Akıbet endişesi sürekli zihnindedir, çok dua eder.
*Doyana kadar yemez.
*Şüpheli şeylerden kaçınır.
*Kendini ilgilendirmeyen işe karışmaz.
*Sıhhatine titizdir.
*İbadette, ahlâkta ve her şeyde dengelidir. Aşırılığa kaçmaz.
*Evine önem verir. Camiye yakın bir evde oturur, evini Kur’an uygulama merkezi gibi kullanır. Örnek olmaya çalışır.
*Sorumluluktan kaçınmaz, üstlendiğini yerine getirir.
*İnatçı değildir.
*Temizdir. Temizliği göstermelik değildir. Temizliğini insanların değil, meleklerin göreceğini bilerek temiz olur.
*Hediye verir, hediye alır.
*Müslüman’a eziyet olan bir işi yapmaz.
*Riyadan, gösterişten kaçınır.
*Şeytanın tuzaklarına karşı uyanıktır. Bu anlamda, faiz, zina, kumar, çıplaklık gibi afetleri şeytanın nasıl cazip hale getirdiğine dikkat eder.
*Okur ve dinler. Kesinlikle bir ders halkasına periyodik olarak katılır.
*İyiliği yaymak, kötülüğü engellemek Müslüman’ın sosyal kimliğidir. Hayrı ve sabrı tavsiye etmeyi imanının gereği bilir.
*Tövbekârdır. Mütevekkildir. Mütevazıdir.
*Asla tembel değildir. Yorulmaz, emekli olmaz, emeklemez, dik durur.
*Allah’ı, Peygamber’ini, ashabını, ehli beytini ve bütün mü’minleri sever. Kin gütmez. Bağışlar. *Allah için sever, Allah için buğz eder.
*Müslüman hayâsını imanından bir parça bilir, onu kaybetmeyi imanını kaybetmek olarak bilir.
*Kolaylaştırır, zorlaştırmaz. Yumuşak huyludur. Merhametlidir.
*Zarar vermez, ikram eder. Sır yaymaz. *Muruetini 
(nefsini kötülüklerinden korumak)korur. *Mutedildir(Ilımlı ). Vefalıdır. Sözünü bozmaz.

*Müslüman helal kazanmayı, yaşamak kadar ciddi görür.
*Haram lokmayı ağzına koymaz. Haramdan şiddetle kaçınır.
*Kur’an ezberler. Kur’an ezberlemeyi hocalara ait bir iş olarak görmez. Az da olsa sürekli ezberler ve okur.
*Kararlarında ciddi olur, ikide bir karar bozmaz.


Nureddin Yıldız


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

6 Aralık 2015 Pazar

578.İÇTİHAD

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Nureddin Yıldız Hoca'nın merak ettiğim tüm konulardaki fetvalarını okuyorum.Kitaplar dolusu bilginin özeti durumunda olan bu fetvalardan çok faydalandığımı belirtmeliyim. Aşağıda bir soruyu cevaplarken dinimize tatbik etmemiz gereken ilkeleri açıklamış .Benim çok önemli bulduğum bu ilkeleri sizinle de paylaşmak istedim.

"Dinimizin kaynakları ve din olarak tatbik ettiklerimiz hususunda şu temel umdeyi beyan edeyim:

Allah’ın Kitab’ı ve Nebi’sinin Sünnet’i esastır. Bu ikisinde ne varsa iman etmek, gereği ile amel etmek durumundayız.

– Bu iki kaynağa ilave yapmakla, onları eksiltmek arasında bir fark görmüyoruz.

Din olarak uygulanabilecek bir işin, SAHİH ve SARİH bir şekilde bize ulaşmış olması gerekir. Din, muğlak ifadeler üzerinden yaşanamaz. Bilhassa hüküm ihtiva eden, kişinin imanı veya küfrü ile alakalı hususların SAHİH ve SARİH bir yolla ulaşması şarttır.

– Dini yaşantısı örnek olan neslin, ASHABI KİRAM ve TABİİN nesli olduğunu kesinlikle tartışamayız. Bu iki neslin yaptığı hüccettir. 


Onlardan sonraki nesillerin büyüklerinin işlerinin İÇTİHAT DEĞERİ vardır. Bu da şu demektir: Bir mü’min, birinci ve ikinci nesilden gelen uygulamaları ibadet maksadı ile yapar, yapmalıdır. Üçüncü ve daha sonraki nesillerden gelen uygulamalar ise içtihat değerindedir. 

İçtihat değerinde olmak da, avamdan birinin müçtehit birine uymasıyla ilgili genel kuralın çizgisinde kalması şeklinde tatbik edilir. Bu da içtihatların birden çok olmasının normal görülmesi, bir içtihadı ‘yegâne yol’ görmenin mümkün olmayacağı prensibini ortaya koyar.
İçtihat çizgisinin de, üçüncü ve dördüncü nesilden sonra sınırlandırılması gerekmektedir. Bu sınırlama ise, Ebu Hanife ile başlayan ve Ahmed bin Hanbel ile tabii bir süreçte sonlandırılan müçtehit nesil çizgisinin uzatılmamasını gerektirmektedir. Eğer bir içtihat ihtiyacı olacaksa o da toplu içtihat niteliğinde olmalıdır.

Bu dönemlerden sonraki nesillerin içinde gelişen fikirler ve kavramlar;

a- Kesinlikle birinci nesildeki uygulamalar gibi görülemez. Hiç kimseyi; kimliği, ilmi, unvanı ne olursa olsun Ebu Bekir veya Hasan Basrî 
radıyallahu anhum gibi göremeyiz. Hiçbir ilim sahibi, Ebu Hanife’nin kabul görmüşlüğü düzeyinde görülemez.

b- Bu dönemlerde gelişen hiçbir kavram, SAHİH ve SARİH naslarla belirlenmiş konular gibi tutulamaz.
Bu dönemde gelişen kavram ve akımlara yönelik oluşan rağbet ve beğeninin, ashabı kiramın icmaı ile bir tutulmasını, dine müdahaleye götürebilecek bir tehlike olarak görürüz.

c- Bu dönemlerdeki içtihatları ise içtihat sahibini benimseyebileceğimiz kadar benimseyebiliriz. Mü’minlerin içinden birinin, mü’minler nazarında ithal olmakla itham edilmemişliği varsa, içtihat edeceği konular bulunabilir. İçtihat eder, o içtihadı saygıyla kabul edebiliriz. O içtihada aykırı bir ictihat yapılamaz denmesini ise kesinlikle kabul edemeyiz. Nihayetinde bir ictihat olarak görmemiz, onu dışlamamamızı gerektirebilir ama ‘itiraz edilemez bir din’ gibi görmemizi gerektirmez.

Ebu Hanife neslinin dışındaki içtihatlarda birbirimizi itham etmemeli, Allah Teâlâ’nın göreceği hesapları biz görmeye kalkmamalıyız.

Bir konuda Ümmet’in büyükleri arasında tartışma yapılıyor olması, ilk nokta itibariyle o konuda SAHİH veya SARİH bir nassın bulunmadığını gösterir. Böyle bir durum ise, tartışma yapanların birbirlerini itham etmelerine manidir." 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

3 Aralık 2015 Perşembe

577.İYİ MÜSLÜMAN KİMDİR?-Nureddin Yıldız

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


İyi veya normal, her türlü Müslümanlığın tek ölçüsü Kur’an’dır. Herkesin Müslümanlığı yaşadığı Kur’an kadardır. Kur’an bir kenara bırakıldıktan sonra, Müslümanlığın değeri olmaz.

İyi Müslüman salih amel yapan insandır: Salih amel, Allah’ın razı olduğu ve insanlığa yararlı olan işlerin adıdır. İbadet, infak, insanlığa faydalı bir sanat ve benzeri işler salih ameldir.

İyi Müslüman niyeti Allah rızası olan insandır:
Allah için olmayan hiçbir işin değeri olmayacağı için, salih bir amel de yapılmış olsa ahiret ölçülerinde değersizdir. Onun için Müslüman, tarlasını ekerken dahi Allah rızasını amaçlar. O takdirde de kargaların tarlasından yediği bile onun hanesine sevap olarak yazılır. Kediye verdiği bir lokma ona sadaka olur. Allah rızası dışında neyi kast ederse etsin, velev ibadet görüntülü bir iş yapmış olsa dahi yaptığı boştur.

İyi Müslüman ilim sahibidir: Dinini yaşayacak kadar din ilmi, hayatını izzetli bir şekilde yaşayacak kadar beşeri ilim sahibidir. Cehaleti asla kabullenmez. Beşikten mezara kadar ilim peşindedir. Yaşlanması veya aciz düşmesi ilim yolundan geri koymaz onu. Çünkü o ilimle Allah’ın rızasını ummaktadır.

İyi Müslüman bir sosyal faaliyet içindedir:
İnsanlığa faydalı herhangi bir işte muhakkak bulunur. Dernekte bulunur, vakıfta bulunur. Mahalle mescidini temizler. Düşkünlere yardım eder. Hasta ziyaret eder. Sokağını temizler. Kendinden küçük yaştakilere ilim öğretir. Ama muhakkak bir faaliyette bulunur. Bulunduğu faaliyetten maddi çıkar beklemez. Allah için yapar yaptığını.

İyi Müslüman tevekkül sahibidir:
İnsan olarak yapabileceğini yapar. Onun görevi bittiyse, gönlü rahat uyur. Olanda hayır vardır diye bekler. Allah’ın işinde hikmetler arar. Ama bunu tembelliğine kılıf yapmaz.

İyi Müslüman günah ortamında durmaz:
İyilerle beraber olmaya çalışır. Günah işlenen yerlerden kaçar. Her şeye rağmen bir günah işlerse derhal tevbe eder. Günahları biriktirmez. Allah’ın iyi kullarını sever. Günahkâr kullarından ve kâfirlerden nefret eder.


İyi Müslüman Kur’an hizmetkârıdır: Onu okur ve onunla amel eder olduğu gibi, onu öğreten, yayılmasına çalışan biri olarak yaşamaya gayret eder. Kur’an için ne yaptım sorusu onun zihninde her gün sorgulanan bir soru olarak kalır. Kur’an’a hizmetten doymaz.


İyi Müslüman iyiliği emreden kötülükten alıkoyandır:
Sadece kendisinin iyi olmasıyla yetinmez. İyilik yayılmazsa kötülüğün yayılacağını, kötülük yayıldıktan sonra da ‘iyi’ olmanın yeterli olmayacağını bilir. İyilerin en tabii mücahidi olmaya çalışır. Allah’tan başkasından çekinmez. Kınayıcının kınamasına aldırmaz.


İyi Müslüman ahlaklıdır: İslam’ı temsil etmenin kimlik kartında ‘Müslüman’ yazmasıyla olmayacağını bilir. Yürüyen Kur’an, yürüyen hadis olmaya çalışır. Ahlakı da İslam toplumunun ahlakıdır. İthal ahlakı, yabancı kültürü etkin görmez.


İyi Müslüman iyi bir eştir: Eşine karşı ‘iyi’ olmanın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin karakteri olduğunu, karakterde ona benzemedikçe, iyiliğe ulaşılamayacağını bilir. İyi eş olmak için eziyete katlanır. Sabreder. Sabrının karşılığını da Allah’tan bekler.


İyi Müslüman çok çocuk yetiştirir: Ümmete yapılabilecek en büyük hizmetin insan yetiştirmek olacağını bildiğinden, ne kadar çok çocuk yetiştirirse, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin onunla o kadar övüneceğini bilir. Çocuk yetiştirmeyi cihad mertebesinde görür.


İyi Müslüman boş işle ilgilenmez:
Kendisini ilgilendirmeyen işlerle uğraşmamanın iyi Müslümanlık olduğunu bilir.


İyi Müslüman dengeli insandır: Onun ibadeti işini, işi ibadetini ezmez. İbadetinde ciddi ve yoğun olduğu gibi günlük maişetinde de ciddi ve yoğundur. Namaz kıldığı için işini aksatmaz. İşi olduğu için namazını savsaklamaz. Dünya ile ahiret arasında tam bir denge kurar.


İyi Müslüman mücahiddir: Malıyla cihad eder. Bedeni ile cihad etmesi gereken yerde de bedenini Allah yolunda feda etmeye hazırdır. Can gerektiğinde de canını verir.


İyi Müslüman çok dua eder:
Sadece namazlardan sonra veya hatimlerin ardından dua etmekle ya da dualara amin demekle yetinmez. Namaz gibi, duaya da vakit ayırır. Çok dua eder. Sürekli okuduğu dua kitabı vardır. Dilini duadan kuru tutmaz.


İyi Müslüman muhasebe yapar:
Hesaba çekilmeden kendini hesaba çekmesini bilir. Hatalarından dolayı helallik istemesi gerekiyorsa helallik ister. İstiğfar etmesi gerekiyorsa istiğfar eder.


İyi Müslüman ümmetinin dertleriyle ilgilenir: Onun ırkı, köyü din kardeşlerini ihmal etmesine neden olmaz.


Nureddin Yıldız

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

1 Aralık 2015 Salı

576.AHİRET ŞUURU NASIL KAZANILIR?-Nureddin Yıldız

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İlk önce ve en önemli olan şudur: Bir mü’min, imanının kuvvetli olması için çırpınır. Bir yandan Kur’an, hadis okuyarak, ümmetin büyüklerinin hayatlarını inceleyerek, fıkıh sahibi olarak imanını kuvvetlendirecek işleri yapar. Diğer yandan da imanını kemirmek isteyen şeytana karşı tedbirler alır. Böylece imanı korunmuş ve güçlü tutulmuş olur. Bu durum âhirete karşı sürekli uyanık bulunma durumu olarak devam eder.

İkinci olarak da şunu bilmek gerekiyor:Biz bir imtihan ortamındayız. Âhiret için varız ama dünyada bulunuyoruz. İmtihanımızın gereği olarak bulunduğumuz bu dünyada bizden beklenen, dünyaya kapılmadan âhireti kazanmaktır. Biraz kapılırsak hemen geri dönebilmek görevimizdir. Sıfır sorunlu bir dünya imtihanı neredeyse mümkün değil gibidir. Öyle veya böyle bir sorun ya da kayma, yıpranma yaşayacağız. Önemli olan ayağı kayanın sürüklenip gitmemesi aksine hemen kendisini toparlayabilmesidir. Bu toparlama istiğfar ve tevbe etme, doğan boşluğu ibadetle doldurma, dünyacı insanlardan uzak kalıp derdi âhiret olanlarla beraber bulunma şeklinde olabilir.

Bu imtihan sürecinde unutulmaması gereken inceliklerden biri de şudur: Bizim dünya ile sınanmamız, ondan bağımızı kesmemiz demek değildir. Huzurlu bir denge içinde dünya nimetlerinden de yararlanmamız gerekmektedir. Dünya değersizdir ama yokluğu da mümkün değildir. Dengeyi koruyabildikten sonra dünyadan kopmamız gerekmiyor. Yeter ki dünyamız âhiretimizi ezmesin.

Ve son olarak: Allah Teâlâ’nın yardımı da olmazsa olmaz şarttır. Allah’ın yardımı için de kulun samimi gayreti, üstün himmeti gerekmektedir. Allah Teâlâ yardımcımız olsun.

Nureddin Yıldız

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR