22 Haziran 2023 Perşembe

Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri

Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları
Karar Yılı: 2021 - Karar No: 19
Konusu: Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri ve Kilogram Birim Fiyatı Üzerinden Kurban Alım-Satımının Dini Hükmü hk.
   

Din İşleri Yüksek Kurulu, 07.04.2021 tarihinde Kurul Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman HAÇKALI başkanlığında toplandı. İbadetler Komisyonu tarafından hazırlanan “Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri ve Kilogram Birim Fiyatı Üzerinden Kurban Alım-Satımı” başlıklı metin ve gerekçesi müzakere edildi. Yapılan müzakereler neticesinde aşağıdaki metnin Kurul Kararı olarak kabulüne karar verildi:
KARAR
Kurban ibadeti; akıl sağlığı yerinde, bulûğa ermiş, nisap miktarı mala sahip ve mukîm olan her Müslümanın yerine getireceği mâlî bir ibadettir. Kurban ibadetinin geçerli olması için; kişinin, kendi mülkü olan ve gerekli şartları haiz bir hayvanı kesmesi veya kestirmesi gerekir.
Günümüzde kurbanlık alım-satımı genellikle şu üç şekilde gerçekleştirilmektedir.

  1. Götürü (kabala) usûlü ile kurban alım satımı: Bu satışta, satıcı ve müşteri muayyen olan bir hayvan üzerinde pazarlık yapmakta ve belirledikleri bir fiyat üzerinde anlaşmaktadırlar. Kurbanlık hayvanda geçmişten günümüze uygulanagelen yaygın yöntem budur.

  2. Hayvanın canlı olarak tartılarak fiyatının belirlenmesi yoluyla alım-satım: Bu satış işleminde kurbanlık hayvanın fiyatı, canlı haldeki kilosu dikkate alınarak belirlenmektedir. Bu şekilde de kurbanlık alım satımı yapmak mümkündür.

  3. Hayvanın karkas etinin kilogram birim fiyatının belirlenmesi ve toplam fiyatının, kesildikten sonra tartılarak elde edilecek rakam olduğu hususunda tarafların anlaşması yoluyla alım-satım.

Kurbanlık hayvan bu yöntemle de alınıp satılabilir. Ancak bu şekildeki satın alınan kurbanın geçerli olabilmesi ve ibadetin et alım satımına dönüşmemesi için aşağıda belirtilen şartlara riayet edilmesi gerekir:

  1. Karkas etin kilogram birim fiyatının belirlenmiş olması.

  2. Alış-veriş esnasında satışa konu olan hayvanın belirlenmiş olması.

  3. Belirlenen hayvan üzerinde satış işleminin tamamlanmış olması.

  4. Hayvanın, sadece kurban niyetiyle kesilmesi. Yani herhangi bir organının (et, deri, sakatat vb.) satıcıda kalmasının şart koşulmaması veya kesim veya organizasyon ücretine sayılmaması gerekir.

  5. Şayet kurban günlerinden önce alıcı, hayvanı yukarıda belirtilen usullerden biri ile alacağını vadetmiş ve alım-satım tamamlanmamışsa, kurban kesiminden önce satım akdinin tamamlanması-kesinleştirilmesi gerekir.

GEREKÇE
Kurban ibadetinin geçerli olması için kişinin, mülkiyetinde bulunan belirli nitelikleri haiz bir hayvanı kurban kesim günlerinde kesmesi gerekir. Günümüzde kurbanlık hayvan alım satımı hususunda bazı farklı uygulamalar gelişmiştir. Bu uygulamalar, kurban ibadetinin sahih olmasına engel teşkil edebilecek bir takım unsurlar içerebilmektedir. Bu şüpheler, genellikle hayvanın kurban kesen adına belirlenmesi ve alım satımı ile ilgili hususlarda yoğunlaşmaktadır.
Kurbanlık hayvanların alım-satımı hususunda geçmişten günümüze yaygın uygulama, hayvanın göz kararı ile götürü şekilde (kabala usûlü) fiyatının belirlenerek satılmasıdır. Alım satımın diğer bir yolu hayvanın canlı bir şekilde tartılarak fiyatının belirlenmesidir. Kurbanın kesiminden önce satış tamamlandığı için bu iki yöntemde, bir sakınca bulunmamaktadır.
Genel uygulama yukarıdaki şekilde olmakla birlikte şehirleşmenin artmasıyla beraber hayvanın fiyatının belirlenmesi hususunda zorluklar ortaya çıkmış ve insanlar aldanma riskine karşı farklı yöntem arayışı içerisine girmişlerdir. Bu çerçevede son yıllarda kurbanlık alışverişinde yeni bir yöntem yaygınlaşmıştır. Bu yöntemde, taraflar arasında hayvanın karkas etinin kilogram birim fiyatı belirlenmekte ve kesildikten sonra karkas et tartılarak toplam fiyat elde edilmektedir. Hayvanın toplam fiyatı başlangıçta tamamen belli olmamakla birlikte belirlenen birim fiyatta anlaşma sağlandığı için, bu tür satış, taraflar arasında bir belirsizliğe ve anlaşmazlığa yol açmamaktadır. Bu açıdan, toplam fiyatın miktarının belli bir rakam olmaması satım akdinin sıhhatine engel değildir. Nitekim, fiyattaki belirsizlik taraflar arasında çekişmeye sevk edecek derecede fâhiş olmadığında, akdin fesâdını gerektirmediği fakihler tarafından ifade edilmiştir. (Bkz. Kâsânî, Bedâi, V, 158,159; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, IV, 539-542; İbn Hacer, Tuhfetu’l-Muhtâc, IV, 259,260; el-Haraşî, Şerhu Muhtasari’l- Halil, V, 25; Büceyrimî, Haşiyetü’l-Büceyrimî ale’l-Hatîb, III, 8) Ayrıca, fiyatın nasıl belirleneceğinin bilinmesi bizzat fiyatın bilinmesi hükmünde kabul edilmiştir. (Şeybânî, el-Câmiü’s-Sagîr mea Şerhihi en-Nafii’l-Kebîr, s. 338-339; Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr, III, 15; Râfiî, eş-Şerhu’l-Kebîr, IV, 45).

https://kurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/39694/kurbanlik-hayvanin-satis-usulleri-ve-kilogram-birim-fiyati-uzerinden-kurban-alim-satiminin--dini-hukmu-hk-

****HACCA GITMEDEN EVVEL BU YAZIYI OKUYUN!


Bu üçüncü haccımda yeni bir şey keşfettim: Yapım gereği hırçın, çabuk kızan, çabuk etkilenen birisiyim. Önceki gelişlerimde beni itip kakanlar, ya da omuz vurup önüme geçmek isteyenlerle cedelleşmekten ibadete vakit bulamazdım. Bu defa kendime söz verdim, dedim ki, bu insanlar benim kardeşlerim. Bazılarının bilgileri eksik, kültürleri farklı olabilir. Buraya ilk defa gelenleri var. Arkadaşını kaybetme endişesiyle acele edip bana çarpanların olması normal. Muhal ama kasten kabalık yapanlar bile olabilir. Hiç birisine kızmayacak ve hiç birisine karşılık vermeyeceğim, önüme geçmek isteyene yol vereceğim.

Hamdolsun bunu şu ana kadar büyük ölçüde başardım.

Ne oldu biliyor musunuz? Allah bunu peşinen mükâfatlandırdı ve kardeşlerimi kendime tercih etme bende müthiş bir rahatlama ve haz oluşturdu. Meğer rahatlık veren bir şeyi rahatsızlığa dönüştüren bizmişiz.

Haccın bu yönüyle de bir eğitim vesilesi olduğunu anladım. Sadece bu değil, aynı zamanda bir temizlik eğitimi, bir nezaket eğitimi, bir kardeşlik eğitimi. Bir îsar uygulaması, yani kardeşini kendine tercih etme ahlakının kazanılması.

Diyanet"in çok verimli ve anlamlı irşat programı gereği yurt içinden ve yurt dışından gelen Türkiye hacılarına her gün iki konuşma yapıyoruz. Onlara bu minval üzere bir şeyler söylemeye, "îsar"ın bir Kur"an kavramı bir İslam ahlakı olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Ebu Talha örneğini veriyorum:

Allah Rasulü"nün hicret sonrası Medine"de hayata ilk geçirdiği uygulamalardan birisi muahât / kardeşleştirme olayıdır. Mekke"den gelen her ferdi, Medineli birisiyle kardeş yapıp onun yanına vermiş. Bu olay başlı başına anlatılması gereken bir mucizedir, ona döneceğim.

Medine"nin Kürtleri ve Türkleri diyebileceğimiz ve sürekli kavga eden Evs ve Hazreç kabilelerini de Allah"ın ipi Kur"an-ı Kerim ve iman etrafında birleştirip kardeş yapmış.

Yeni gelenlerden birisi bir akşam Allah Rasulü"ne müracaat ederek karnının aç olduğunu bildirmiş. Allah Rasulü, kardeşinizi misafir edip karnını doyuracak olanınız var mı, diye sormuş. Herkes birbirine bakarken Ebu Talha, ben alıp götüreyim demiş. Önceden de gidip karısına, bak hanım, bu Allah Rasulü"nün misafiridir, karnını doyurmalı ve misafir etmeliyiz diye tembihlemiş. Ama yemek bekleyen çocuklarına bile yetmeyecek bir çorbadan başka bir şeyleri de yokmuş.

Olsun demiş Ebu Talha. Sen çocukları uyut ve çorbayı misafirimize getir. Gelince de kazara olmuş gibi lambaya çarp ve söndür. Böylece misafirimiz benim yemediğimi farketmez, yemeğin hepsini o yer ve karnını doyurur…

Böyle yapmışlar ve ertesi sabah Allah Rasulü"nün yanına gelince işte o îsar ayeti gelivermiş. Fedakâr müminlerin vasıflarını sayarken Allah şöyle buyurmuş: "Onlar ki, açlıktan kıvranırken bile kardeşlerini kendilerine tercih ederler".

Kendine tercih etme, yani îsar. Hacı adaylarına bunu anlattım ve burada îsar ile tanışmadan ayrılmamalıyız dedim.

Bu gün Müslümanların en büyük problemlerinden biri ırkçılık olduğu için de Bilal ve Ebu Zer olayını hatırlattım. Ebu Zer, Ğifar kabilesinden asil bir Arap. İlk Müslümanlardan ve ilk hicret edenlerden, yani Kur"an-ı Kerim"in övdüğü müminlerden. Bilal ise Afrika kökenli siyah bir köle. Mekke"de Ebu Zer"den de önce Müslüman olmuş birisi. Hz. Ebubekir onu satın alıp azat etmiş.

İşte bu iki sahabi Medine"de bilmediğimiz bir sebeple bir tartışma yaşarlar. Ebu Zer ona, "hadi oradan, siyah kadının oğlu!" anlamında bir hakaret cümlesi kullanır. Elbette bu söz Bilal"i incitir, hemen Allah Rasulü"ne gidip şikâyette bulunur. Allah Rasulü o kadar kızar ki, boyun damarları kabarır. Ebu Zerr"i çağırır ve der ki: "Ebu Zer! Sen hâlâ cahiliyet kalıntısı mı taşıyorsun!".

Ebu Zer bu hatasını affettirmek için gidip Bilal"in kapısında yatar ve, Bilal! Der. Sen ayağınla başıma basıp geçmedikçe vallahi ben bu kapıdan kalkmayacağım. Araya girip meseleyi tatlıya bağlarlar.

Bunu da anlattım ve aman ha, burada olsun kimseyi kökeniyle hakir görmeyelim. İslam adına en büyük ahlaksızlıklardan birisi budur, dedim. Kökeniyle ilk övünen şeytandır. Beni ateşten yarattın Âdem"i topraktan, o gelip bana secde etsin demiş ve şeytan olarak kalmış. Âdem ise günahından tövbe edip peygamber olmuş.

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/mekke-futuhati-ve-%C3%AEsar-34557

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-3-


1276. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e: 

- En üstün amel hangisidir? diye soruldu. 

- "Allah ve Resulün’e iman etmektir" buyurdu. 

- Sonra hangisidir? denildi. 

- "Allah yolunda cihad etmektir" buyurdu. 

- Sonra hangisidir? denildi. 

- "Makbul olan hacdır" buyurdu. 

Buhârî, Îmân 18, Hac 4, 34, 102, Umre 1, Sayd 26, Cihâd 1, Tevhîd 47; Müslim, İman 135, Hac 204, 437. Ayrıca bk. Tirmizî, Fedâilü'l-cihâd 22, Hac 88; Nesâî, Hac 4, 5, 6, Cihâd 17; İbni Mâce, Menâsik 3 

1288 numara ile tekrar gelecek olan hadis 1279 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.

1277. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh dedi ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:

 "Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner." 

Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac 438. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 2; Nesâî, Hac 4; İbni Mâce, Menâsik 3 

1279 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1278. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Umre ibadeti, daha sonraki bir umreye kadar işlenecek günahlara kefârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir." 

Buhârî, Umre 1; Müslim, Hac 437. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 88; Nesâî, Menâsik 3, 5, 77; İbni Mâce, Menâsik 3 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1279. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: 

- Ey Allah'ın Resulü! En üstün amel olarak cihadı görüyoruz. Biz hanımlar cihad etmeyelim mi? dedim. Peygamber aleyhisselâm: 

- "Fakat (sizin için) cihadın en üstünü, hacc-ı mebrûrdur" buyurdu. 

Buhârî, Hac 4, Sayd 26, Cihâd 1 

Açıklamalar 

Bu dört hadîs-i şerîfin ortak konusu, hacc-ı mebrûrdur. Birinci hadiste, herhangi bir tarif vermeden en üstün ameller arasında iman ve cihaddan sonra hacc-ı mebrûrun yer aldığı görülmektedir. Ayrıca iman ve cihad, herhangi bir sıfat ile nitelendirilmemişken haccın "mebrûr" kelimesiyle birlikte zikredilmiş olması, ancak bu niteliği kazanan haccın "üstün amel" sayıldığı anlamına gelmektedir. 

Mebrûr, makbul, me'cûr, gereklerine uygun olarak yerine getirilmiş, günah ve isyan karıştırılmamış, sonrası öncesinden daha iyi, zulüm ve ihanetten arındırılmış, ihlâs ve samimiyetle yerine getirilmiş demektir. Nitekim ikinci hadiste bu duruma, "Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak evine döner" diye açıklık getirilmektedir. Burada söz konusu olan günahlar büyük küçük bütün günahlardır. Kul hakkı konusunda da ümitli olmak mümkündür. Çünkü yüce Rabbimiz dilerse, alacaklıyı razı edip istediği kulunu afeder. Bunu önleyecek hiçbir güç söz konusu değildir. Binaenaleyh, bir başka hadiste bildirildiği üzere "İslâm olmak, hicret etmek ve hac yapmak, geçmiş günahları ortadan kaldırır" (Müslim, Îmân 192). 

Üçüncü hadiste ise, mebrûr haccın karşılığının doğrudan doğruya cennet olduğu müjdesi verilmektedir. Ahkâm ve âdâbına riayet edilerek ihlâs ile yerine getirilen haccın cennetle mükâfatlandırılması, onun üstün faziletini gösterir. Ayrıca üçüncü hadiste, umrenin fazileti de iki umre arasındaki günahların affı olarak bildirilmiştir. Bu da umre ibadetine büyük bir teşviktir. 

Umre; umre niyetiyle, belirli yerlerde (mîkat) ihrama girip, Kâbe'yi tavaftan sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve daha sonra da tıraş olup veya saçları biraz kısaltarak ihramdan çıkmaktan ibarettir. 

Dördüncü hadis, mebrûr haccın bir başka niteliğine ve dolayısıyla fazilet ve üstünlüğüne açıklık getirmektedir. Hz. Âişe vâlidemizin cihadın üstünlüğünü görerek biz hanımlar da cihad yapmalı değil miyiz? sorusuna Peygamber Efendimiz, hanımlara hacc-ı mebrûru en üstün cihad olarak tavsiye etmektedir. Hadisin burada zikredilmeyen diğer rivayetlerindeki bazı ifadeleri de dikkate aldığımızda, hacc-ı mebrûrun, hanımlar için en üstün, en güzel ve en uygun cihad olduğu anlaşılmaktadır. Bir hadiste de (bk. İbni Mâce, Menâsik 8), "Yaşlı, güçsüz ve kadınların cihadı hacdır" buyurulmaktadır. 

Korkaklığını ileri süren bir kişiye Efendimiz, "Güç, kuvvet ve kahramanlık istemeyen cihada, hacca gel, katıl!" ( bk. Abdürrezzâk, Musannef, V, 7-8) buyurmuştur. Kadınlar için "Çarpışmasız cihad vardır; hac ve umre" (bk. İbni Mâce, Menâsik 8) hadisi ile yine kadınlar için "Hac ne güzel cihaddır" (Buhârî, Cihâd 62) hadisi de hatırlanacak olursa, haccın cihad niteliği iyice anlaşılır. Zaten Âişe vâlidemiz de "Hz. Peygamber'den bu cevabı aldıktan sonra hiçbir sene hacca gitmeyi ihmal etmedim" der (bk. Buhârî, Sayd 26). 

Şuna da işaret edelim ki burada zikrettiğimiz hadislerden asla haccın zayıflar, yaşlılar ve kadınlar için emredilmiş bir görev olduğu sanılmamalıdır. Bu hadislerde haccın, sayılan grublar için "cihad niteliğinde olduğu" yani cihada eş fedâkarlıklar gerektirdiği ifade buyurulmaktadır. Aslında bu tesbitler haccın, bütün ümmet için bir çarpışmasız cihad yani soğuk harp demek olduğunu anlatmaktadır. Dikkat edilirse hac mevsiminde dünyanın her yöresinden kara, hava ve deniz yollarıyla Kâbe'ye bir harekât başlar. Ancak bu harekâtta, çarpışma, kavga, kötü söz, öldürme, yaralama, çevreye zarar verme söz konusu olamayacağı gibi harem bölgesindeki hiçbir bitki ve canlıya zarar vermeme, hatta ihrama girdikten sonra kendi başından bir kıl bile koparmama gibi tam anlamıyla "zararsızlık" ifade eden bir tavır istenmektedir. Telbiye, remel, sa'y, sa'y ederken iki yeşil direk arasında hızlanmak demek olan hervele, vakfe, şeytan taşlama, tavaf gibi son derece hareketlilik isteyen birçok amelin bir arada bulunduğu hac ibadeti, kendine has hükümleri yanında uygulama alanları ve zamanı bakımından büyük önem arzetmekte, eğitilmiş mü'min aramaktadır. Bu yönüyle de tam bir cihaddır ve bütün dünya müslümanlarıyla birlikte bir iman ve İslâm şoku yaşamaktır. Bu evrensel ibadet uygulamasının kaide ve gereklerine uyulduğu ölçüde hac, mebrûr olur. Dolayısıyla mebrûr hac için verilmiş müjdelere kavuşma imkânı doğar. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz

 1. Hacc-ı mebrûr, iman ve cihad gibi "en üstün" nitelikli amellerimizdendir. 

2. Hacc-ı mebrûr, kötü söz ve isyan karıştırılmamış hac demektir. 

3. Hacc-ı mebrûr'un karşılığı cennettir. 

4. Hacc-ı mebrûr yapan kimseler, bütün günahlarından arınırlar, doğdukları günde olduğu gibi günahsız olarak yurtlarına dönerler. 

5. Hac, kadınlar için en büyük cihad demektir.

***KURBANLA İLGİLİ MESELELER


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Kurban kesmenin hükmü nedir?

Kurban bayramında ibadet niyetiyle kurban kesmek, Hanefi mezhebinde akıl-baliğ, hür, mukîm zengin olan her Müslüman için vacip olan bir ibadettir. Diğer mezhepler de ise, kurban ibadeti müekked sünnet olarak kuvvetli bir emirdir.
Hiçbir ibadet gösteriş için yapılamaz. Kurban ibadeti de yalnızca ALLAH Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve şükür ifadesini sunabilmek için yerine getirilmelidir. “O veya bu kimse kesti, biz de keselim” anlayışı son derece tehlikelidir. Gösteriş olursa, ibadet değeri kalmaz. Şu ayet-i kerimeyi hep hatırlayalım:

“Onların ne etleri ne de kanları ALLAH’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.”
( Hacc sûresi:37)

Bu nedenle şartları taşıyan, gücü yerinde bir Müslüman, kurban kesmezse, sevaptan, feyizden mahrum kalır ve vebal altına girer.


 Kurban vekaleti nasıl verilir?

Kurbanı başkasına kestirecek olanın, “Allah rızası için bayram kurbanımı kesmeye seni vekil ettim”demesi ve kalbiyle de niyet etmesi gerekir. Bir kimse kurbanı başkasına aldıracaksa, kurbanı alacak kimse de başkasına kestirecekse, kurbanın sahibi ikinci şahsa “Bayram kurbanımı almaya, aldırmaya, kesmeye ve kestirmeye seni umumi vekil ettim” der. Vekalet kısaca, “Kurban işimi halletmek için seni umumi vekil ettim” şeklinde de olabilir.


Her sene kurbanımı bir vakfa kesilmesi için veriyorum. Vekaleti kurban parasını verirken dille telaffuz etmem gerekir mi yoksa niyet olarak yeterli midir?

Vekâlet tek taraflı olmayıp karşılıklı olduğu yani icap ve kabule dayandığı için kişinin sadece vekâlete niyet etmesi yeterli değildir. Bunu karşı tarafa söylemesi, bu iradesini (sözlü-yazılı-direkt-aracıyla) karşı tarafa iletmesi ve karşı tarafça kabul olunması gerekir.

Kurban ibadetinin rükünleri ve sahih olmasının şartları nelerdir?
Kurban ibadetinin bir rüknü, temel esası vardır: İraka-ı dem. Yani kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmaktır. Bu esas yerine gelmedikçe, kurban vecibesi yerine getirilmiş olmaz. Bu nedenle kurban kesmeyip parasını sadaka vermek caiz olmaz.

Kurban ibadetinin sahih, geçerli olması için de, kurban edilecek hayvanın kusursuz olması, yani kurban edilmesine engel olacak kusurlarının olmaması ve kurbanın zamanında kesilmesi şartları vardır.

Kurban Bayramında gücü yettiği halde kurban kesmeyen ne yapmalıdır?
Bir kimse kendisine kurban vacip olan birisi ise ve kurban bayramı günlerinde kurbanını kesmemiş ise, onun değerini sadaka olarak vermesi gerekir.

Çünkü bayram günlerinde onun ibadeti; ekonomik durumu itibari ile idi. Bu günler geçtikten sonra bu anlam devam eder. Bayram günlerinin dışında mal ile ibadet, ancak sadaka vermekle olur.

Öte yandan kişi iki şekilde ibadet eder. Bunlar; kan akıtmak ve eti dağıtmak. Bunlardan birisine güç yetirememiş, diğerine ise güç yetirmiştir.

Peygamber veya sahabeler niyetine ortaklaşa nafile kurban kesilir mi?
Evet böyle bir niyetle ortaklaşa nafile kurban kesilebilir. Fakat nafile de olsa burada ortaklık şartlarına uyulması gerekir. Mesela büyükbaş hayvanda bir kişinin hissesi 1/7′den az olamaz, koyuna iki kişi ortak olamaz.


Vefat etmiş kimseler adına kurban kesilebilir mi? Kurban vekaleti nasıl verilir?
1. Ölü adına veya sevabı ölüye bağışlanmak üzere kurban kesilebilir. Bir kimse, sevabını ölmüş bulunan anne veya babasına yahut diğer yakınlarına bağışlamak üzere, çeşitli hayır kurumlarına, fakir ve muhtaç kişilere bağışta bulunabileceği gibi, kurban da kesebilir. Ölenin kendisi için kurban kesilmesine dair vasiyeti yoksa kesen kimse, bu kurban etini fakirlere yedirebileceği gibi, kendisi ve zenginler de yiyebilir. Vasiyet varsa, tamamen fakirlere yedirilmesi veya dağıtılması gerekir.

2. Kişi sevabını ölüye bağışlamak üzere her türlü ibadet yapabileceği gibi, kurban da kesebilir. Sevabı ölünün ruhuna bağışlanmak üzere kesilen kurban da bayram günlerinde veya başka günlerde kesilebilir.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için kesilecek kurbanlar da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Sevabı Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın mübarek ruhuna bağışlanmak üzere kurban kesmek caizdir. İbni Ömer umre yapar ve sevabını Rasulullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın ruhuna hediye ederdi.

Cüneydi Bağdadi ile aynı tabakada olan İbnu'l-Muveffak yetmiş hac yapmış ve sevabını Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın ruhlarına hediye etmiştir. İbnu Siraç ise on bin hatim ve bir o kadar da kurban kesip sevabını Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ın mübarek ruhuna hediye etmiştir. (İbni Abidin 2/ 244)

Şu kadar var ki Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)adına kurban kesmek gayesi ile para toplamak da uygun bir davranış değildir. Bu niyetle kurban kesecek kişi tek başına kesmelidir.

3. Sevabını ölmüş bir akrabamızın veya sevdiğimiz bir zâtın ruhuna bağışlamak üzere keseceğimiz kurbanın, kurban bayramında keseceğimiz sair hayvanlardan farkı yoktur. Vasiyet edilmemişse ölü için kurban kesmek bir vecibe değildir. Bir kimse kendi parası ile aldığı ve sevabını ölmüş bir yakınına bağışlamak üzere kestiği kurbanın etinden yiyebilir, başkalarına da yedirebilir. Böyle bir hayvanın bayram günlerinde kesilmesi de şart değildir. Her zaman kesilebilir. Hattâ arefe günü kesilip fakirlere dağıtılması daha isabetli olur. Çünkü Kurban Bayramı günü fakirler zaten etten nasipleneceklerdir. Arefe günü kesilip dağıtılırsa, o gün de onların et yemekleri te`min edilmiş olur.

Bir kimse kendisi öldükten sonra kurban kesilmesini vasiyet etmiş ise, bu kurbanın bayram günleri içinde kesilmesi lâzımdır. Böyle bir kurban etinden kesen yiyemez. Tamamının tasadduku gerekir. Ölen adamın vasiyeti yoksa ve kurban da onun parasından alınıp kesiliyorsa, bu kurban da vasiyet üzerine kesilen kurban gibidir.


Dinimiz İslam ve Sorularla İslamiyet'ten faydalanılmıştır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-2-


1275. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bir gün bir konuşma yaptı ve: 

- "Ey müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!" buyurdu. Sahâbilerden biri: 

- Her sene mi, ey Allah'ın Resulü? diye sordu. 

Hz. Peygamber, adam sorusunu üç defa tekrarlayıncaya kadar cevap vermeyip sustu. Sonra şöyle buyurdu: 

- "Eğer "evet" deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz!“ Sonra sözlerine devamla: 

- "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın. Çünkü sizden öncekiler peygamberlerine çok sual sormaları ve aldıkları cevaplar konusunda ihtilâf etmeleri sebebiyle helâk oldular. Bundan dolayı size, bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiğince yerine getirin. Herhangi bir şeyi de yasaklarsam ondan da kesin olarak kaçının!" buyurdu. 

Müslim, Hac 412; Nesâî, Menâsik 1. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 2 

Açıklamalar 

Haccın farz bir ibadet olduğunu ve yerine getirilmesi gerektiğini Kur'ân-ı Kerîm'i te'yiden bildiren hadisimiz, aynı zamanda ümmet olmanın gereklerinden birini de ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber'in, "Ey müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!" emri üzerine, hadisin bir başka rivayetinden öğrendiğimize göre Akra' İbni Hâbis, "Her sene mi?" diye Hz. Peygamber'e ısrarla soru yöneltmiştir. Bu durum Peygamber Efendimiz'in hoşuna gitmemiş ve neticede bilinçli olarak bazı emirlerin genel ifadelerle verildiğini, onlardan ne anlaşılıyorsa öylece amel etmenin daha doğru olacağını açıklamıştır. Birtakım sorularla bazı sınırlamaların getirilmesine vesile olmanın işi iyice zorlaştıracağına dikkat çekmiştir. Hatta Efendimiz geçmişte bazı ümmetlerin, böylesine gerekli, gereksiz çok soru sormaları ve peygamberlerinin açıklamaları üzerinde çokça ihtilâf etmeleri yüzünden helâk olduklarını da hatırlatmıştır. En sonunda da yasaklara mutlaka uymayı; emirleri ise gücü ölçüsünde yerine getirmeyi genel tavır ve kaide olarak ortaya koymuştur. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in, "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakınız" ikazı, "Ben size bir şey emretmediğim veya bir şeyden nehyetmediğim sürece siz de bana bir şey sormayın" demektir. Çünkü her soruya verilecek cevap yeni bir sınırlama getirir. Her getirilen sınır da birilerini sıkıntıya sokar. Böyle bir şeye vesile olmamak gerekir. Hatta Efendimiz, bir başka beyanlarında (bk. Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, I, 171) "Allah, bazı şeyleri unutmaksızın ihmal etmiştir, bunları araştırmayın!" buyurur. Bir hadîs-i şerîfte ise, (Buhârî, Î'tisâm 3) "Vebali en ağır olan kişi, daha önce yasaklanmamış olan bir konunun, soru sorarak yasaklanmasına sebep olandır" uyarısında bulunur. 

Peygamber Efendimiz'in bu ifade ve ikazları, her sistemde olduğu gibi, İslâm’da da az çok bilinçli boşluklar bulunduğunu, bunun, mükelleflere kolaylık olsun diye yapıldığını göstermektedir. Bu olayda "Eğer evet deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz" buyurması, Efendimiz'in dinî konulardaki açıklamalarının ümmeti mutlak mânada bağlayıcı olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve onaylarından oluşan sünneti hakkında ileri geri sözler söyleyerek uygulama konusunda tereddütler uyandıranlar ve ihtilâflara sebep olanlar, geçmiş ümmetlerin helâkine sebep olan işleri tekrar ediyorlar demektir. Neticeden de bu sebeple korkulur. 

"Her sene mi haccedelim?" sorusunun üç defa tekrar edilmesine rağmen, Efendimiz'in cevap vermemesi, haccın ömürde bir defa yapılması gerektiğini hükme bağlamıştır. 

Âlimler, bu hadis sebebiyle mutlak olarak verilmiş olan emrin tekrarı gerektirip gerektirmeyeceğini tartışmışlar, sonuçta büyük çoğunlukla tekrarı gerektirmediği kanaatine varmışlardır. Hanefîler'e göre haccın sebebi olan Kâbe, tekerrür etmediği için, ömürde bir defa Kâbe'yi ziyaret etmekle hac konusundaki mutlak emir yerine getirilmiş olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1.Ömürde bir defa haccetmek hac emrinin yerine getirilmesi için yeter. 

2. Genel nitelikli emir ve yasakları kendi genellikleri içinde uygulamak ümmet için kolaylık sebebidir. 

3. Yasaklara mutlak surette, emirlere gücü ölçüsünde uymak her müslümanın değişmeyen görevidir. 

4. Gereksiz sorular, uygulamayı aksatacağı veya durduracağı için felâket sebebi sayılmıştır. 

5. Hz. Peygamber'in dînî konulardaki emir ve yasakları ilâhî vahye dayanmaktadır.

21 Haziran 2023 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 16


Büyük azap gelmeden dönsün diye

  Allah azze ve celle esirgeyendir. Bırakın sadece iyi istikamette yürüyen kimseleri desteklemesini, aksi istikamette yürüyenleri de köstekler.

Şöyle ki, bir adam günahlarında devam ediyor, negatif yönde ilerliyor ve durmuyor; işte o zaman Cenab-ı Allah bu yolu ona zorlaştırır. Hele ilk zamanlar zorlaştırır, zorlaştırır, zorlaştırır, sonra küçük küçük azap etmeye başlar. 

Küçük azapları ona tattırır ki büyük azap (kıyamet) gelmeden dönsün diye. Çünkü O merhametlilerin en merhametlisidir.
 
Cenab-ı Allah bizi tamamiyle yıkıp atmaz, heder etmez. Fakat günahta, yanlışta ısrarımız Allah’la aramızda hiç bir bağ bırakmayacaktır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-1-


 HAC İLE İLGİLİ ÂYET VE HADİSLER

 Âyet

"Yoluna güç yetirenlerin Kâbe'yi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnîdir." 

Âl-i İmrân sûresi (3), 97 

Hac kelime olarak kastetmek, ziyaret etmek demektir. Dinimizde ise, "arefe günü zevâlden bayram günü fecrin doğuşuna kadar Arafat'ta bir süre durmak ve sonra Kâbe'yi tavaf etmek" demektir. Âyette, "yol bulabilenler yani gücü ve imkânı olanlar üzerinde Allah'ın hakkı olduğu" bildirilen işte bu ziyarettir. Biz buna hac diyoruz. Hac, bilindiği gibi İslâm'ın beş şartından olup bu beş şart içinde en son farz kılınandır. Haccın farz olduğuna bu âyet delâlet etmektedir. 

"Güç yetirmek" veya "yol bulabilmek" ten maksadın, "azık ve binek" olduğu Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır (bk. Tirmizî, Hacc 14; İbni Mâce, Menâsik, 6, 16). Hatta Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte (Hacc 3) Peygamber Efendimiz "Kim, azığa ve kendisini Allah'ın evi Kâbe'ye ulaştıracak bir bineğe sahip olduğu halde haccetmezse, ha yahudi ha hıristiyan olarak ölmüş, hiç farketmez" buyurmuştur.

 Âyet-i kerîmedeki "kim inkâr ederse" ifadesi de "şartlarına sahip olduğu halde kim haccetmezse" anlamında yorumlanmıştır. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'nin belirttiği üzere, İslâm'ın esaslarından herhangi birini terketmek dinden çıkmak gibi bir şeydir. Binaenaleyh İslâm'ın beş esasından biri olan haccı terkeden kimsenin, yukarıda zikrettiğimiz hadiste görüldüğü gibi, yahudi veya hıristiyana; bir başka hadiste ( bk. Müslim, İmân 134) namazı terkeden kimsenin de müşrike benzetilmesi; Hz. Peygamber dönemindeki yahudi ve hıristiyanların namaz kılıp haccetmemeleri, Arap müşriklerinin de haccedip namaz kılmamaları sebebiyle olsa gerektir. Hac, şartlarına sahip olanlar için ömürde bir kere yerine getirilmesi gerekli ve yeterli olan bir farzdır. Adanmış olan haccın yerine getirilmesi ve başlanmışken bozulmuş bulunan nâfile haccın kazâsı vâciptir. Henüz kendisine hac farz olmamış kişi ile farz haccı yerine getirmiş olan kimsenin yaptığı hac ise, nâfiledir.

 Hadisler

1274. İbni Ömer raıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak." 

Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, îmân 13

 Açıklamalar

 1077 ve 1209 numara ile geçmiş olan hadîs-i şerîf, burada haccın İslâm'ın beş temel esasından biri olduğunu göstermek için zikredilmiştir. 

İslâm'ın kendisiyle tarif edildiği her şey, hiç şüphesiz son derece önemlidir. Çünkü o, İslâm'ın vazgeçilmez bir esası demektir. Bu sebeple hadisimizde sayılan beş esastan her biri, farz-ı ayn niteliğinde olup birilerinin yerine getirmesi ile diğerlerinin üzerinden asla düşmez. Her mükellefin bizzat kendisinin işlemesi gerekir. Dolayısıyla da bu beş esastan her biri, müslümanlık bakımından hayatî bir öneme sahiptir.

 İslâm'ın bu beş esası hadisimizde farz oluş sırasına göre sayılmış değildir. Öyle olsaydı, haccın en son sırada yer alması gerekirdi. Zira hac, en son farz kılınmış olan hem malî hem bedenî bir ibadettir. 

İbadetlerde asıl maksat, Allah emrinin yerine getirilmesi ve dinin yüceltilmesidir. Bu maksat, hacda ümmet çapında gerçekleşmektedir. Çünkü tevhid dininin ilk mâbedi olan Kâbe çevresinde gerçekleştirilen hac, İslâm ümmetinin inanç ve uygulama birliğinin en üst düzeyde göstergesidir. Haccın mü'minler üzerindeki tesirini ancak o ibadeti yerine getirenler bilebilir. 

Uygulama açısından üç çeşit hac söz konusudur: 

Hacc-ı ifrad: Sadece hac yapmak niyetiyle ihrama girilir. Kâbe’ye ulaşmış olmanın şükrü anlamında Kâbe'nin etrafında yedi kere dolaşmak demek olan kudûm tavafı icra edilir, bu tavafın ilk üç dönüşünde kısa ve çabuk adımlarla biraz çalımlıca yürünür ( remel) ve Safa ile Merve tepeleri arasında yedi kez gidip gelinir yani sa'y yapılır, ihramda kalınır, günü gelince Arafat'a çıkılır, şeytan taşlanır, tıraş olunur ve Kâbe tavaf edilir. Artık bir daha remel ve sa'y yapılmaz. 

Hacc-ı temettu': Hac aylarında önce umre niyetiyle mîkat denilen ihrama girme yerlerinden birinde ihrama girilir. Tavaf ve sa'y yapılıp tıraş olunur (umre) ve ihramdan çıkılır. Günü gelince bu defa hac niyetiyle ihrama girilir. Bu tür hac yapanların kurban kesmeleri gerekir. 

Hacc-ı kıran: Mîkâtta hem umre hem de hac niyetiyle ihrama girilir. Önce yukarıda tarif edildiği gibi umre yapılır ve ihramda beklenir, hac günü gelince hac yapılır. Bu tür hac yapanların da kurban kesmesi gerekir. 

Bir anlamda namazdaki başlama (iftitah) tekbirine benzeyen ihrama girme olayı ile başlayan hac, menâsik denilen bir dizi uygulamadan meydana gelir. Namaz, selâmla bitirildiği gibi hac da tıraş olmak suretiyle sona erdirilir. 

Haccetme niyetinin açık bir şekil ve fiille ispatı ve sürdürülmesi anlamına gelen ihram, kişiye her çeşit lezzetleri, rahatı, alışık olduğu âdetlerini terkettirmesi ve çevreye en küçük bir zarar vermemeyi öğretmesi bakımından son derece önemli ve etkili bir uygulamadır. 

Hac; ihram, "lebbeyk Allahümme lebbeyk..." diye seslenmek demek olan telbiye, tavaf, sa'y, Arafat dağında arefe günü öğleden akşam güneş batıncaya kadar kısa bir süre de olsa ayakta durup dua etmek (vakfe), şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olma gibi birtakım sembol niteliğindeki uygulamaların bir araya toplandığı en büyük kulluk hareketidir. Bu niteliği sebebiyledir ki İslâm'ın beş esasının en son farz kılınanı olmuştur. Bu yönüyle hac, kullukta zirveyi temsil eder, yani o bir kemaldir. En geniş kapsamlı bir kulluk hareketi ve bir ameldir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. İslâm'ın beş esasından biri olarak hac, şartlarını taşıyanlar için farz-ı ayn bir ibadettir. 

2. Haccı inkâr eden kâfir olur.

20 Haziran 2023 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 15


Ben Rabbim'i tanıdım. O yanlış yapmaz.

Benim Rabbim yanlış yapmaz, haktan şaşmaz. Benim Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir. Balta girmemiş bir ormanda yarattığı ve yaşattığı bir adam varsa, ona su ve yiyecek taşıyorsa, elbette ona bilgiyi de ayetlerini de, tercih yapabilecek sorumluluk oluşması için yeterli bir şuuru da onla kavuşturacaktır. 

Benim Rabbim yanlış yapmaz, ben O’nu tanıdım. O hep adalet üzere, sistem üzere, çok dakik, itinalı bir şekile evreni yaratıp haşeratı böcekleri ihmal etmemişken, hiç bir kulunu köşede bucakta unutmaz. Ben Rabbim'i tanıdım. O yanlış yapmaz.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

Kurban ile ilgili fetvalar (Diyanet)


***Kimler kurban kesmekle yükümlüdür?
Kurban kesmek, akıl sağlığı yerinde, büluğa ermiş (ergen olmuş), dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan her müslümanın yerine getireceği malî bir ibadettir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 148). Temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80.18 gr altın veya değerinde para ya da eşyaya sahip olan kimselerin kurban kesmesi gerekir (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 252-256; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 452-453). Ayrıca kurban mükellefiyeti için aranan nisabın üzerinden, zekâtın aksine bir yıl geçmesi şart değildir.

***Kurban kesim vakti ne zaman başlar ve biter?
Kurban kesim vakti, bayram namazı kılınan yerlerde bayram namazı kılındıktan sonra; bayram namazı kılınmayan yerlerde ise, fecirden (sabah namazı vakti girdikten) sonra başlar. Hanefîlere göre bayramın 3. günü akşamına kadar devam eder (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 154). Bu süre içinde gece ve gündüz kurban kesilebilir. Ancak kurbanların gündüz kesilmesi daha uygundur. Şâfiîlere göre ise 4. günü gün batımına kadar kesilebilir (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, IV, 383; İbn Rüşd, Bidâye, I, 436).

***Kurban keserken Allah’ın isminin anılmasının, besmele çekilmesinin hükmü nedir? Kesim sırasında hangi dualar okunabilir?
İster kurban niyetiyle olsun ister başka bir amaçla olsun hayvan kesilirken besmele çekilmesi gerekir. Hayvanın kesimi esnasında besmele kasten terk edilirse, o hayvanın eti Hanefîlere göre yenmez. Ancak kasıtsız ve unutularak besmele çekilmezse, bu hayvanın eti yenilir (Kâsânî, Bedâî‘, V, 46; İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 190-191). Şâfiîlere göre besmele kasten çekilmese bile kesilen hayvanın eti yenir (Mâverdî, el-Hâvî, XV, 95; Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 885).
Kurban kesilirken üç defa “Bismillahi Allahü ekber” denilir ve şu âyetler okunabilir (Semerkandî, Tuhfe, III, 66):
قُلْ اِنَّ صَلَاتي وَنُسُكي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمينَ لَا شَريكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِمينَ
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim/kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’âm, 6/162-163)
اِنّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنيفًا وَمَٓا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكينَ
“Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (En’âm, 6/79)


****Kurban kestikten sonra namaz kılmak gerekir mi?
Esas olarak kurban namazı diye bir namaz yoktur. Bu namazın dinî bir gereklilik olduğu inancı veya kanaati yanlıştır. Ancak kişi nafile namaz kılınması mekruh olmayan bir vakitte, sebepli veya sebepsiz dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Kurban kesen kişi de böyle bir ibadeti yapma imkânına kavuştuğu için Allah’ın verdiği nimete şükür olarak iki rekât nafile namaz kılabilir.

*** Kurban etinin bir kısmı veya derisi kesim ücreti olarak verilebilir mi?
Hayvanın kesim ameliyesi ibadet değildir. Bu yüzden kurban kesen kasabın ücret alması caizdir. Ancak kesim işini yapan kişiye ücret olarak kurbanın derisi veya etinin bir kısmı verilemez. Çünkü verildiği takdirde, kurban ibadetini yerine getirmek için gerekli maddi külfetin bir kısmı bizzat ibadetin kendisi üzerinden karşılanmış olur. Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resûlullah (s.a.s.), develer kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını yoksullara paylaştırmamı emretti ve onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı ve ‘kasap ücretini biz kendimiz veririz’ buyurdu.” (Buhârî, Hac, 120-121; Müslim, Hac, 348; Ebû Dâvûd, Menâsik, 21)

***Kurban eti, derisi, bağırsakları gibi kurban ürünlerinin satılması caiz midir?

Kurbanın eti, —kısmen veya tamamen— sahibi ve ev halkı tarafından tüketilebileceği gibi, ister zengin, ister yoksul olsun başka kimselere de hediye ve sadaka olarak verilebilir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10).
Ancak kurbanın et, sakatat, deri, yün ve süt gibi unsurlarının satılması caiz değildir (İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 203). Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim kurbanın derisini satarsa, kurban kesmemiş gibidir.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 496) buyurmuştur. Bu sebeple kurbanın derisi ya da etinin satılması hâlinde alınan bedelin sadaka olarak verilmesi gerekir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 165).
Kurbanın derisi, bir yoksula veya hayır kurumuna bağışlanabileceği gibi, evde namazlık, kalbur ve benzeri ev eşyası yapılarak kullanılmasında da bir sakınca yoktur (Kâsânî, Bedâi‘ V, 81; Merğînânî, el-Hidâye, VII, 164).

***Kurban kesmek yerine sadaka vermekle bu ibadet yerine getirilmiş olur mu?
İbadetlerin şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Diğer taraftan ibadetler ancak emredildikleri şekliyle yerine getirilir. (Kâsânî, Bedâi‘, V, 40). Her ibadetin bir yapılış şekli vardır. Kurban ibadeti de ancak kurban olacak hayvanın usûlüne uygun olarak kesilmesiyle yerine getirilebilir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 360). Bedelini infak etmek suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Zira hayvanın kesilmesi bu ibadetinin rüknüdür.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kurban meşru kılındıktan sonra her yıl bizzat kurban kesmek sureti ile bu ibadeti yerine getirmiştir (Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî, 17).
Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban bayramında, Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu, kurbanın kesilir kesilmez Allah katında makbul olacağını ve kurban edilen hayvanın her bir parçasının kişinin hayır hanesine kaydedileceğini ifade etmiştir (Tirmizî, Edâhî, 1; İbn Mâce, Edâhî, 3).
Allah Teâla’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak da müslümanın önemli vazifelerinden biridir. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak, bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulması doğru değildir. Bu sebeple kesme olmadan hayvanı, sadaka olarak bir kişiye vermek kurban yerine geçmez (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 454, 463). Aynı şekilde kurban bedelini de yoksullara ya da yardım kuruluşlarına vermek suretiyle, kurban ibadeti ifa edilmiş olmaz (Serahsî, el-Mebsût, XII, 13).

***Akika, adak, udhiyye ve nafile kurbanlar için aynı büyükbaş hayvana ortak olunabilir mi?
Ortak kesilen kurbanlarda, hissedarlardan her birinin kurbanlarını aynı maksat için kesmiş olmaları gerekmez. Ortakların her birinin ibadet niyetiyle katılmış olması kaydıyla bir kısmı udhiyye, diğer bir kısmı ise adak, akîka, nafile kurbanı olarak niyet edebilirler (Kâsânî, Bedâi‘ V, 71).

***Dişi ya da erkek hayvandan hangisinin kurban edilmesi daha faziletlidir?

Deve, sığır gibi büyükbaş hayvanlarla, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların belirli şartları taşımaları durumunda, erkek olsun dişi olsun kurban olarak kesilebilecekleri hususu Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadis ve uygulamaları ile sabittir. Kurban edilecek hayvanın cinsiyeti, kurban ibadetinin fazileti açısından bir ölçü değildir. Ancak sığırın dişisinin kurban edilmesinin faziletli olduğu görüşünü ileri süren bazı fakihler olmuştur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 466-467). Bu görüşü o fakihlerin yaşadıkları toplum ve dönemin şartlarına göre değerlendirmek daha isabetli olur. Tarıma dayalı bir toplumda erkek sığırın gücünden daha fazla yararlanılma imkânının bulunması göz önünde bulundurularak böyle bir görüş ortaya atılmış olabilir. Ancak bu görüşler, dinin değişmez bir esası gibi kabul edilmemelidir. Bunlar, toplum menfaati göz önünde bulundurularak ortaya konulmuş görüşlerdir. Günümüzde de aynı esastan hareketle dişi sığırların kurban edilmesinin hayvan üretimine zarar vermesi hâlinde, erkek sığırların tercih edilmesi uygun olur. Ayrıca kurbanlık hayvanın erkek veya dişi olması, kurbanın geçerlilik şartları arasında yer almamaktadır.

***Kurban bayramı günü kurban kesilmeden önce bir şey yememenin dinî dayanağı var mıdır?
Hz. Peygamberin (s.a.s.) Zilhicce’nin ilk dokuz gününü oruçla geçirdiği rivayet edildiği için (Ebû Dâvûd, Savm, 62) Zilhicce’nin ilk dokuz gününün, yani kurban bayramından önceki dokuz günün oruçlu geçirilmesi müstehaptır. Zilhicce ayının 10. günü kurban bayramının ilk günüdür. Kurban bayramında da oruç tutulmaz (Buhârî, Savm, 66-67; Ebû Dâvûd, Savm, 48). Ancak imsaktan itibaren bir şey yemeyip o günün ilk yemeğini kurban etinden yemek müstehaptır. Fakat bu, kendi evinde kurban kesebilen insanlar içindir. Zamanımızda çiftliklerde kurban kestiren bazı müslümanlara, akşama kadar sıra ancak gelmekte, hatta ertesi güne kalmaktadır. Bu durumda söz konusu insanların aç kalıp oruçlu imiş gibi durmaları uygun değildir.

***Kesilen kurbanın kanından alna sürülmesi dinimizde var mıdır?
Kesilen kurbanın kanının alna sürülmesinin dinle hiçbir ilgisi yoktur. Güvenilir kaynakların hiçbirinde böyle bir bilgi mevcut değildir. Halkımız arasında yaygın olan bu uygulamanın başka kültürlerden girdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla terk edilmesi gerekir.

19 Haziran 2023 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 14


“ İşte Allah, ilimden nasibi olmayanların kalplerini böyle mühürler.” Rum-59

İlim yapmıyorsan kalbin mühürlenme sürecine giriyor demektir. Kalp mühürleniyorsa fonksiyonlarını kaybediyor demektir. Kalbin fonksiyonları akletmek, fıkhetmek, değerlendirmek, mukayese etmektir…

İlim, istemekle olan bir şeydir, bireysel bir meraktır, arayıştır. Ve her insanda Allah-u Teala bu potansiyeli var etmiştir. Herkes dünya kadar ilme, bilgiye sahip olmayabilir. Ama herkes o arzuya sahip olabilir. O arzuya sahipse Cenab-ı Allah ona çok basit şeyler üzerinden de öğretebilir.

Başta Kitab’ını ve sünnetini öğrenmek için, elverdiğince (Cenab-ı Hak ne kadar imkan verdiyse o kadar mesuliyet ararmış) gayret etmeliyiz. Ama hepsini öğrenemem diye mevcut imkanlarında öğrenebileceklerinden bile feragat edenin ahmaklığını nereye koyacağız? Bir şeyin tamamı elde edilemez diye tamamı terk edilemez ki. Çoğu insan bu anlayışla yaşıyor.

“Aaa ben nerede onca şeyi öğreneceğim?” İşte bu anlayışla sen tamamını öğrenmeme isteğini ortaya koyuyorsun. Ama öteki adam öğrenmeye başlamış, Tamamını öğrenemeyecek bile olsa.. Ama ömrü ve imkanı olursa tamamını öğrenebileceği iradesini ortaya koyuyor. Cenab-ı Allah da sadece niyetlere bakıyor!!! Muvaffakiyet ise Allah’tandır, yaşatır ya da yaşatmaz. Başarı, başarabildiklerimizle değil, başarmak istediklerimizle alakalıdır. Adım atıp başlamak ve her gün öğrenmek için bir planı olmak ve “Ey Rabbim ömrümü ne kadar uzatırsan tamamını öğrenmeye niyetliyim” niyetinde olmak kişiyi yarın ölse bile bu sevaba müstahak kılar. Gerçekten Allah’a saygı ve samimi sevgi duyan insan O’nu tanımak, ne dediğini anlamak noktasında çabası mesaisi olan kimsedir. Bazılarının düzeyi daha düşüktür, ya da daha yüksek olabilir. Ama çabası olanların hepsi aynıdır. Biri 100 metre önden başlamıştır, diğeri 200 metre geriden başlamıştır ama Allah hepsinin notlarını aynı eder. Çünkü gayretler aynıdır. Cenab-ı Allah’ın nazarında olay ne kadar çok öğrendiğimiz değildir, ne kadar cehdettiğimizle, içtenliğimizle alakalıdır. Bu çabayı ve içtenliği gösterenler aynıdır, göstermeyenler ayrıdır. 

Bir grup da var ki bu çabayı göstermek istemeyen ama gösterenlerle aynı olmak isteyen gözü açıklardır. Arada kalanlar, ne şiş yansın ne kebap diyenler bunlardır. Ne dünya hayatını kaçıralım ne de ahiret hayatını kaçıralım diyen, güya çok zekice bir şey yaptık sanan ama sonuçta çifte ziyan edecek olanlardır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

***Zilhicce ayının ilk 10 günü ile Rabb’imize yaklaşalım

18 Haziran 2023 Pazar

***ZİLHİCCE AYI İBADETLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

19 Haziran 2023 Pazartesi  Zilhicce ayı başlıyor.

Kurban Bayramı’nın bulunduğu aya zilhicce denir. Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti çoktur. 

 Bu 10 gün Allâhu teâla'nın kendisine ibadet edilmesinden hoşlandığı çok müstesna olan günlerdendir. Zira o günler mahşerin ve sonsuzluğun provasına hazırlanılan günlerdir.

“Allah (cc) katında çokça ibadet edilecek ve salih amel işlenecek günler içersinde, Zilhicce’nin ilk on gününden daha hayırlısı yoktur.” (Buhari, İdeyn, 11; Ebû Davûd, Savm, 61; Tirmizi, Savm, 52)

“Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerin, diğer aylarda yapılan amellerden daha kıymetli olduğunu bildirince, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, Allah yolundaki cihattan da mı daha kıymetlidir) diye sual ettiler. Peygamber efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cevabında, (Evet cihattan da kıymetlidir. Ancak canını, malını esirgemeden harbe gidip şehit olan kimsenin cihâdı daha kıymetlidir.) buyurdu.” (Buhari, Fadli’l-Amel, 11; Tirmizi, Sıyam, 52, İbni Mace, Sıyam, 39)

Peygamber Efendimizin zevcesi Hafsa (r.a) diyor ki:

"Resulullah (sav) dört şeyi terk etmezdi: Aşure günü orucu, Zilhicce'nin on günü orucu, her ay üç gün orucu ve sabahın iki rekât sünneti."
 
(İbn Kayyım el-cevziye, Zadu’l-Meâd 2/651)

 Hacca gidemeyen müslümanların bu günlerde oruçlu olmaları çok büyük bir fazîlettir. Bu sebeple 9 gününü oruç tutmalı, 10. gün kurban kesilinceye kadar birşey yemeden oruçluymuş gibi olup, kurban etiyle iftar etmelidir. Hiç olmazsa terviye (8. gün) ve arefe (9. gün) ü oruçlu olmak lazımdır. 

Müslim'in Hadîs-i şerîf'inde Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdularki; ''Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına keffâret olur''.

Beyhakî Hadis'inde de ''Duânın fazîletlisi, arefe günü yapılandır''buyurarak arefe gününde yapılması gereken ibadetlerden birisininde duâ etmek olduğunu bizlere bildirmiş oluyor.

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki;
“Hiçbir ibâdetin kıymeti, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılanın kıymeti gibi olamaz.”
“Bu on günün hayrından mahrum olan kimseye yazıklar olsun! Bilhassa dokuzuncu (Arefe)
 günü oruçla geçirmelidir! Onda o kadar çok hayır vardır ki, saymakla bitmez.”

“Allah indinde zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!”
(Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)


Tesbih: Sübhanallah, 
Tahmid: Elhamdülillah, 
Tehlil: Lâ ilâhe illallah, 
Tekbir: Allahü ekber, demektir.”


Zilhiccenin on günü içinde muhtaçlara yardım etmek, hasta ziyaret etmek, din ilmi meclisinde bulunmak müstehabtır. Din ilmini öğrenmek kadın erkek herkese farzdır. Çocuklarına öğretmek, birinci görevdir.

Bu günlerde beş vakit namaza ilaveten nafile ibadetlere de ağırlık vermelidirler. 

Her şeyden önce her zaman ve zeminde en vazgeçilmez ibadet olan beş vakit namazı asla ihmal etmemeliyiz. Çünkü, hiçbir nafile ibadet farzların yerini tutamaz. Namazlarda cemaate katılmak için gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile eda etmeliyiz. Mümkünse bugünlerde oruç tutup zamanımızı Kur'an, istiğfar, salavat, zikir ve dua ile geçirmeliyiz. Her zaman yapamayanlar bile hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüd gibi namazları kılmalı, affa nail olmak için gayret etmelidir.

Arefe günü İhlâs Suresi okumak çok faziletlidir. Çünkü arefe, tevhidin, azamet ve kibriyanın tam hissedilip ilan edildiği gündür. 


Arefe günü sabah namazından 4. bayram günü ikindi namazına kadar bütün
farzlar'ın ardından teşrik tekbirleri almak kadın ve erkek bütün mükellef olan müslümanlara vâcib'dir.


 teşrik tekbirleri:
"Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd" şeklinde tekbir alınır.

Rabbim Zilhicce ayının hayırlarından mahrum eylemesin. Âmîn.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

17 Haziran 2023 Cumartesi

On Üçüncü Cüzden Üç Mesaj

 

Önemli Olan Şahsiyetli Bir Müslüman Olarak Yaşamak Zorluklara Karşı Sabretmek ve Direnmektir 

On üçüncü cüz Kur'an-ı Kerim'de kaçıncı sayfada ?

On üçüncü cüz 261. sayfada başlayıp 280'de son bulmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'in  On üçüncü cüzünde hangi sureler yer almaktadır? 

On üçüncü cüzde; Yusuf suresinin son yarısı, Ra’d ve İbrahim surelerinin tamamı bulunmaktadır.

On üçüncü cüzde öne çıkan üç mesaj hangileridir?

On üçüncü cüzde öne çıkan 3 konu (mesaj): 

1. SABRIN SONU

Sabreden Kurtulur/Başarılı Olur

Yusuf suresinin son kısmında Mısır ve Ortadoğu’da gerçekleşen bir kıtlıktan bahsedilir. Kıtlığa hazırlıksız yakalanan insanlar Filistin tarafından Mısır’a gelip yiyecek talebinde bulunurlar. Gelen kişiler arasında Hz. Yusuf’un kardeşleri de vardır. Ancak Yusuf Peygamber onları affedip yiyecek vermiş, babalarıyla beraber Mısır’a gelmelerini ve yerleşmelerini istemiştir. O sıralar Yakup peygamber üzüntüden gözleri görmüyordu, oğlu Yusuf’un gömleği gelince onu gözlerine sürdü, Allah’ın izni ile gözleri açıldı ve görmeye başladı. Sonra hep beraber Mısır’a gittiler. Yusuf Peygamber’in yanına gelince hepsi ona saygı için eğildiler (Yakup peygamber ve 11 oğlu). Böylece Hz. Yusuf’un küçükken gördüğü rüya gerçekleşmiş oldu. Surenin sonunda Hz. Yusuf’un bir konuşması ve duası bulunmaktadır (Rad, 13/100-101). Yusuf suresi ile Allah Mekke’de zor durumda olan Hz. Muhammed ve ashabına moral vermekte, ileride gerçekleşecek olan hicret ve devlete hazırlamakta, onların da Hz. Yusuf gibi başarılı olacaklarını müjdelemektedir.

2. GÜÇLÜ MÜMİN

Allah’a İtaatle Güçlenmek

Sonra Ra’d suresi başlar. Burada Kur’ân’ın güç ve kudret sahibi Allah’tan geldiği ve O’nun gücünün; yerlerin ve göklerin yaratılışı ve sistematik işleyişinde, diriliş, ilim, gök gürültüsü (ra’d) ve meleklerin itaatinde görüldüğü zikredilir, insanlar iman ve itaate davet edilir ve kalplerin Allah’ın zikri ile mutmain olacağı açıklanır (Rad, 13/28). Burada ayrıca güçlü müminin sıfatları da zikredilir:

a. Onlar ahitlerinde dururlar,

b. Allah’ın emrettiği ilkelerden ayrılmazlar,

c. Sabrederler,

d. Namaz kılarlar,

e. İnfak ederler,

f. Kötülüğü iyilikle silerler,

g. Risalete de her zaman tabi olurlar (Rad, 13/19-33).

3. PEYGAMBERLERİN DURUŞU

Güçlü Şahsiyetler/Örnek İnsanlar

Bu cüzde ayrıca İbrahim suresi bulunmaktadır. Kitabın ve peygamberin rehberliği anlatılmakta; Hz. Musa, Nuh, Ad ve Semud kavimlerinden örnekler verilmektedir. Ümmetlerin bir kısmı da peygamberlerini reddetmiş, ülkelerinden sürme veya öldürme ile tehdit etmişlerdi. Aynı şeyler Hz. Muhammed ve ashabı için de söz konusuydu (İbrahim, 14/3-34). Surenin sonunda ise Hz. İbrahim’in uzun ve güzel bir duası bulunmaktadır (İbrahim, 14/35-41).

https://www.diyanethaber.com.tr/on-ucuncu

16 Haziran 2023 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 13



Kur'an okuduğunda Allah’a sığın 

“Ya Rabbi bana hakikati göster ve hakikate tabi olmamı sağla. 
Bana yanlışı batıl olarak göster ve ondan uzak durabilmemi sağla. 
Beni Kur'an üzerinden fitneye uğratma ya Rabbi. Şeytanın fitneler verip tam da işin orijininden saptırmasına fırsat verme ya Rabbi. 
İyi bir niyetle yaklaşabilmekte, senin doğrularını bilip kabullenebilmekte bana yardımcı ol ya Rabbi.” AMİN.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ZİLHİCCE ORUCU " Bâbı


ZİLHİCCE ORUCU ZİLHİCCENİN İLK ON GÜNÜNDE ORUÇ TUTMANIN VE DİĞER İBADETLERİN FAZİLETİ 


Hadis

1252. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Başka günlerin hiçbirinde, -zilhiccenin ilk on gününü kastederek- şu günlerde işlenecek amel-i sâlihten, Allah katında, daha sevimli hiçbir amel yoktur." 

- Allah uğrunda yapılacak cihad da mı üstün değildir, Yâ Resûlallah? dediler. 

- "(Evet) Allah yolunda yapılacak cihad da. Ancak malını ve canını tehlikeye atarak cihada çıkan, şehit olup dönmeyen kimsenin cihâdı başka.(O, bundan üstündür), buyurdu. 

Buhârî, Îdeyn 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 61; Tirmizî, Savm 52; İbni Mâce, Sıyâm 39 

Açıklamalar 

Hac ibadetinin yerine getirileceği günlerin içinde bulunduğu zilhicce ayının ilk on günü hakkında vârit olan bu hadîs–i şerîf, başta oruç olmak üzere bu günlerde yapılacak ibadetlerin, senenin diğer günlerinde yapılacak ibadetlerden üstün olduğunu müjdelemektedir. Oruç açısından meseleye bakıldığı zaman ramazan ayının bu "diğer günler'"e dahil olmadığı anlaşılır. Çünkü ramazanda oruç tutmak farzdır. Ayrıca bu on günün onuncu günü kurban bayramı günüdür (yevmü'n-nahr) . O gün oruç tutulmaz. Bu durumda hadiste söz konusu edilen fazilet, zilhiccenin ilk dokuz gününe yönelik olmaktadır. Kurban bayramı gününün de dahil olduğu teşrik günlerinin fazileti ile ilgili başka değerlendirmeler bulunmaktadır.

 Öte yandan hac ibadetini yerine getirmek üzere Mekke'de bulunan müslümanların, zilhiccenin sekiz ve dokuzuncu günleri (terviye ve arefe) oruç tutmamaları daha uygun bulunmuştur. Çünkü o günler vakfe için Arafat'a çıkma ve orada bulunma yani yolculuk günleridir. Hacca gitmemiş olanlar arefe günü oruç tutabilirler. 

Bu farklılıklar dikkate alınınca, hadisimizin müjdesinin genel anlamda zilhiccenin ilk on gününü kapsadığı sonucuna varılır. 

Hadiste mutlak olarak "amel-i sâlih" buyurulmuş olmasına rağmen, Nevevî merhum, hadisi nâfile oruçla ilgili bu bölümde zikretmek suretiyle o umumi ifadeyi, tamamen "oruc"a tahsis etmiş olmasa bile, orucu da ihtiva ettiğini hatırlatmak istemiştir. Aslında koyduğu başlıkta da bu ikili durumu ifade etmiş bulunmaktadır. 

Zilhiccenin ilk on günü, bilindiği gibi Beytullah'ı ziyaret günleridir. Yani namaz, oruç, sadaka ve hac gibi temel ibadetlerin bir araya geldiği günlerdir. Bu sebeple o günlerde yapılacak farzlar, diğer günlerdeki farzlardan, nâfileler de diğer günlerde yapılacak nâfilelerden daha değerlidir. Hatta bu on günü, ramazanın son on günü ile mukayese eden bazı âlimler olmuştur. Ali el-Kârî, bu on günün, senenin bütün günlerinden üstün olan arefe günü dolayısıyla; ramazanın son on gecesinin de senenin bütün gecelerinden faziletli olan Kadir gecesi sebebiyle üstünlük arzettiği görüşünü benimsemiştir. Zilhiccenin ilk on gününün kendi içinde en faziletlisi ise, hiç kuşkusuz, arefe günüdür. 

Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de geçen leyâli aşr'in [Fecr sûresi (89), 2] zilhiccenin bu on günü olduğu ifade edilmiştir. Hatta Hac sûresinin 28. âyetindeki eyyâm-ı ma'lûmât ile Bakara sûresinin 203. âyetinde geçen eyyâm–ı ma'dûdât'ı da İbn Abbâs hazretleri zilhiccenin ilk on günü ve eyyâm-ı teşrik (kurban bayramı günleri) olarak yorumlamıştır. 

Son olarak şuna da işaret edelim ki, İmam Buhârî'nin belirttiğine göre, Abdullah İbni Ömer ve Ebû Hüreyre zilhiccenin on gününde çarşı pazara çıkıp yüksek sesle tekbir alırlar, onları görenler de aynı şekilde tekbirlerle onlara eşlik ederlerdi. 

Bu günlerde yapılacak ibadet ve iyiliklerin cihad ile kıyaslanması ve şehit olduğu için geri dönmeyen kimsenin cihadı hariç, diğer cihadlardan da faziletli olduğunun bildirilmesi bu günlerin önemini göstermeye yeter. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. Zilhiccenin ilk on günü yapılacak ibadet ve iyilikler, genel anlamda diğer günlerde yapılan iyilik ve ibadetlerden faziletlidir. 

2. Bu on günün müslümanın hayatında önemli bir yeri vardır. 

3. Bu günlerin ilk dokuz gününü oruçlu geçirmek uygun olur.