21 Temmuz 2021 Çarşamba

Fâtiha Suresi-Nuzül sebebi-konusu-fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. Yedi âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha” adını almıştır. Sûrenin ayrıca, “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Esâs”,“el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.

Nuzül

Mushafta birinci, nüzûl sıralamasında 5. sûredir. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke’de nâzil olduğu hususunda ittifak vardır. Kaynaklarda nüzûl sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Kur’an’ın hem bir mukaddimesi hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rek‘atlarında rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O’na yaklaşması murat edilmiştir.

Konusu

Bu sûre ilâhî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mâna, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi (ilâhî irade, rızâ ve düzene uygun) bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için: 1. Emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. 2. Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının “yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her çeşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah” olduğunun bilinmesine bağlıdır. 3. Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin başından “yevmi’d-dîn”e kadar birincisi, “müstak^m”e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve geçmişten ibret alınmasını sağlamak üzere verilen– Kur’an kıssalarının özü veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’in bilgi, irşad ve tâlimatla ilgili bütün muhtevası “bilinmesi ve inanılması gerekenler” ve “yapılması gerekenler” diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb âlemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat düzeni gibi amelî, ahlâkî hükümler ve öğretiler vardır. Fâtiha sûresi bütün bunları ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır.

“Hamd Allah’a mahsustur” cümlesi Allah Teâlâ’nın kendisini hamde (övgü, yüceltme) lâyık kılan bütün yetkinlik sıfatlarını; “âlemlerin rabbi” ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; “rahmân ve rahîm” isimleri Allah’ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; “ceza ve hesap gününün sahibi” nitelemesi kıyamet hallerini ve âhiret âlemini; “Yalnız sana kulluk ederiz” kısmı iman, ibadet ve sosyal düzeni; “Yalnız senden yardım dileriz” cümlesi amellerde ihlâsı (ibadetlerin yalnızca Allah rızâsı için yapılmasını) ve tevhidi (O’ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini, Tanrı’ya mahsus sıfat ve etkilerin O’ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. “Bizi doğru yola ilet” cümlesi ibadet, nizam, düşünce ve ahlâk çerçevesini, “nimete erdirdiklerinin yoluna...” kısmı gelip geçmiş örnek nesilleri, millet ve toplulukları; “gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” bölümü ise kötü örnek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken geçmiş toplulukları içine almaktadır.

Denebilir ki besmelenin başındaki “bi” edatından başlayarak besmeleye, sonra Fâtiha’ya ve devamında bütün Kur’an’a doğru ilâhî sırlar perde perde açılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikçe hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilâhî irşadın ışığı âlemlere yayılmaktadır. “Bi” edatındaki “musâhabe” (beraberlik) ve “ istiâne” (yardım dileme) mânaları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının bütününü ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile Fâtiha, bu ilişkiyi daha da açarak devam etmekte, diğer sûre ve âyetler de bunları, aralarında bir bütünlük oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun üslûplar içinde açıklığa kavuşturmaktadır.

Fazileti

Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fâtiha sûresinin değeri ve müminin dinî hayatındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır” (Tirmîzî, “Duâ”, 9). “Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19). Allah’ın resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’an-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’an”, 9).

Yine birçok sahih hadiste Fâtiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).

“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü...” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler.

Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A‘râf 7/11-17). Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En‘âm 6/112). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/98-100).

Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü” çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.

Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır.

Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü’minûn 23/96-98). Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/1-fatiha-suresi

8 Temmuz 2021 Perşembe

Bakara Suresi-Nuzül sebebi-konusu-fazileti

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun sûresi olup 286 âyettir. Adını, 67-73. âyetlerde yer alan “bakara (sığır)” kelimesinden alır. Sûre, İslâm hukukunun ana konularıyla ilgili pek çok hüküm içermektedir.

Nuzül

Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında 87. sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.

Konusu

Kur’an-ı Kerîm’in kendine mahsus tertip ve üslûbu içinde şu ana konuları ihtiva etmektedir: İslâm’ın getirdiği inanç, ibadet ve hayat düzeniyle ilgili temel bilgiler; münafıklar, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, insanın yaratılışı, kabiliyetleri, imtihanı; İsrâiloğulları tarihinin önemli kesitleri, kâmil bir din olan İslâm’ın, daha önceki dinlerin evrensel kısmını ihtiva ettiği, buna karşılık onların –değişmesi, ıslah edilmesi, düzeltilmesi gereken– hükümlerini de ıslah ettiği; Hz. İbrâhim kıssası, Kâbe’nin yapılışı ve kıble oluşu; yiyecekler, kısas, vasiyet, oruç, savaş, hac, nikâh, boşama, dulluk, yetimlik, şarap, kumar, faiz, akidlerin yazılması, din ve vicdan hürriyeti, Allah-kul ilişkisi, örnek dualar vb. hususlarla ilgili hükümler ve irşadlar.

Bakara sûresi daha ziyade Fâtiha’nın, “doğru yolu bulanlarla ondan sapanlar”a işaret eden kısmının, örnekler ve tarihî vâkıalarla açıklanması gibidir.

Fazileti

Bakara sûresinin değerini ve özelliklerini anlatan sahih hadisler vardır: “Evlerinizi (içinde Kur’an okumayarak) kabirlere çevirmeyiniz. Şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürker ve uzaklaşır” (Müslim, “Müsâfirîn”, 212). “Kur’an’ı okuyunuz; çünkü o, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaat edecektir. İki nur yumağını, yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyunuz; çünkü onlar, kıyamet gününde iki büyük bulut veya gölgelik ya da kuş sürüsü gibi gelerek kendilerini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyunuz; çünkü ona sahip olmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlık sebebidir; ona sihirbazların güçleri yetmez” (Müslim, “Müsâfirîn”, 252). “Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet –o gece– ona yeter” (Buhârî, “Fezâil”, 10).

Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece hurma yığınının yanında Kur’an (Bakara sûresi) okurken atı birkaç kere ürküp heyecanlanmıştı. Üseyd atın, çocuğu Yahyâ b. Üseyd’i çiğnemesinden kaygılanarak kalktığında başının hizasında (gökte), ışıklarla donatılmış bir tavan gördü. Tavan gözünün alabildiğine, semanın derinliklerine doğru uzayıp gidiyordu. Üseyd, Resûlullah’a gelerek durumu anlattı. Resûlullah ondan Bakara sûresini okumaya devam etmesini istedi. Fakat çocuğuna bir şey olmasın diye okumaya ara verdi. Sabahleyin durumu Hz. Peygamber’e söyleyince şöyle buyurdular: “Onlar seni dinlemeye gelmiş meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi” (Müslim, “Müsâfirîn”, 242).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/2-bakara-suresi

7 Temmuz 2021 Çarşamba

Yûsuf Suresi Nuzül sebebi ve konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 111 âyettir. Bu sûrede Yûsuf Peygamberin hayatta karşılaştığı sıkıntılar ve bunlara sabrederek nasıl başarıya ulaştığı anlatılmakta ve inananlar için faydalı öğütler, önemli mesajlar verilmektedir. Kur’an’da baştan sona kadar bir tek konuyu anlatan tek sûre budur.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada on ikinci, iniş sırasına göre elli üçüncü sûredir. Hûd sûresinden sonra, Hicr sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur.Yahudilerin telkini ile Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e, “İsrâiloğulları Mısır’a niçin gittiler?” şeklindeki sorusuna cevap olarak veya müslümanların Resûlullah’tan bir kıssa anlatmasını istemeleri üzerine indiği rivayet edilmiştir. Ancak Muhammed b. İshak’a göre sûrenin nüzûl sebebi, kavmi tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber’i teselli etmektir (Elmalılı, IV, 2841). Kavminin baskıları ve işkenceleri karşısında Resûl-i Ekrem ve arkadaşları bunalmışlardı; bu bunalımdan bir çıkış yolu arıyorlardı. Böyle sıkıntılı bir anda bu sûrenin inmesi, müslümanlara bir teselli ve müjde olmuştur. Zira kıssanın kahramanı olan Hz. Yûsuf da Filistin’de kardeşlerinin bazı kötülüklerine mâruz kalmıştı. Fakat sonunda o, Mısır’da devlet yönetiminde söz sahibi oldu, kardeşleri de bu devletin yönetiminde görevlendirildiler.

Bu sûrede anlatılan kıssa da, dolaylı olarak Hz. Muhammed ve arkadaşlarına, sabrettikleri takdirde Hz. Yûsuf’a verilmiş olan mükâfatın bir benzerinin onlara da verileceğini ve Kureyşliler’in kendilerine boyun eğeceğini müjdelemektedir. Nitekim kavminin baskısı neticesinde Medine’ye göç etmiş olan Resûlullah sekiz sene sonra Mekke’yi fethetmiş ve Kureyşliler ona boyun eğmiştir. Ancak Hz. Peygamber Kureyşliler’e, Hz. Yûsuf’un Mısır’da kardeşlerine söylediği sözün aynısını söylemiş ve şöyle demiştir: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir” (İbn Sa‘d, Tabakāt, II, 142). “Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” (İbn Kesîr, es-Sîre, III, 570). Muhtevasına ve işaret ettiği konulara bakıldığında sûrenin, hicretin arifesinde meydana gelen olaylar esnasında, yani Kureyş’in Hz. Peygamber’i öldürme, sürgün etme veya hapsetme planlarını tasarladığı sırada ve bir defada inmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Konusu

İlk üç âyette bu sûredeki âyetlerin Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri olduğu, Kur’an’ın Arap diliyle indirildiği ve bu sûrede kıssaların en güzelinin anlatılacağı bildirilmektedir. Bundan sonra 101. âyete kadar Hz. Yûsuf’un kıssası anlatılmıştır. Kıssada Hz. Yûsuf’un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, onu kuyudan çıkaran kafile tarafından Mısır’da köle olarak satılması, bir iftira sonucu cezaevine girmesi, Mısır kralının gördüğü rüyayı yorumlaması neticesinde cezaevinden çıkarılıp maliyeden sorumlu yüksek düzeyde yöneticiliğe getirilmesi, uzun süreli bir ayrılıktan sonra babası ve kardeşleriyle tekrar buluşması gibi konular ele alınmıştır. Daha sonraki âyetlerde ise müminlere müjde ve öğütler verilmektedir.

Kur’an-ı Kerîm’deki kıssalar bazı hikmetlere dayanmaktadır. Özellikle peygamberlerin kıssaları, alınması gereken ibretlerle doludur. Nitekim bu sûrenin son âyetinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” Hz. Yûsuf’un kıssası hakkında da şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki Yûsuf ve kardeşle­rinde, almak isteyenler için ibretler vardır” (Yûsuf 12/7).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/12-yusuf-suresi

6 Temmuz 2021 Salı

bir dua

Sa’d b. Ebi Vakkâs’ın kızı Âişe’den (radiyallahu anhümâ) nakledildiğine göre;

“Sa’d b. Ebi Vakkâs, Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte önündeki hurma çekirdekleriyle veya çakıl taşlarıyla tesbih çeken bir kadının yanına geldi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kadına: ‘Bundan daha kolayını -veya daha faziletlisini- sana haber vereyim mi?’ diye sordu. Sonra kadına;

سُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا خَلَقَ فِى السَّمَاءِ وَسُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا خَلَقَ فِى الأَرْضِ

وَسُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا خَلَقَ بَيْنَ ذَلِكَ وَسُبْحَانَ اللَّهِ عَدَدَ مَا هُوَ خَالِقٌ

(Sübhânallâhi adede mâ halaka fi’s-semâi ve Sübhânallâhi adede mâ halaka fi’l-arzi  ve Sübhânallâhi adede mâ halaka beyne zâlike ve Sübhânallâhi adede mâ hüve hâlik.)

(Anlamı: ‘Ben Allah’ı gökyüzünde yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Allah’ı yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Allah’ı yer ile gök arasında yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Ben Allah’ı bundan sonra yaratacakları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim’) dersin buyurdu ve ardından şöyle ekledi:

اَللَّهُ أَكْبَرُ  «AllahuEkber»i de,  اَلْحَمْدُ لِلَّهِ «el-Hamdulillâh»ı da,

لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ  «Lâ ilâhe illallâh»ı da, لاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ

«Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh»ı da bu şekilde söylersin.”

(Tirmizi, es-Sünen - V, 562)

https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/her-hafta-bir-dua-27hafta

5 Temmuz 2021 Pazartesi

Ter, gözyaşı, sümük, vücut dışındaki yağlar necis mi, yemek haram mı?

   
Soru Detayı

1) Ter, gözyaşı, sümük, (bilmiyorum böyle bir şey var mı ama vücut dışındaki yağlar) yemek haram mıdır?
2) Herhangi bir yere (mesela koltuk) necaset bulaşsa ve bu kurusa sonra da eli o kuruyan yere değdirse eline necaset değer mi? Eli kirli olur mu? Bu elle yemek yiyebilir mi? Gene o koltuğun necasetli yerini bilmiyorsa koltuğa dokunduktan sonra o elle yemek yiyebilir mi?
3) Bir suya dışkı düşse o suyun hepsi pis mi olur? Suyun dışkı gelmemiş yeri üzerimize sıçrarsa bile kıyafet pis mi olur?

Cevap

1. “Ter, gözyaşı, sümük, vücut dışındaki yağlar necis mi, yemek haram mı” diyorsunuz; bunların hiçbiri necis değil, ama yemek söz konusu olmaz; mesela sümüğü yemek mekruhtur.

2. Necaset kuruyunca ona elin değmesi ile mesela namaza mani olan necaset bulaşmaz. Ancak elini yıkamadan yemenin sağlığa zararlı olma ihtimali vardır; bu sebeple elleri yıkamak gerekir, yıkamadan yemek mekruh olur.

3. İlmihal kitaplarında suların hükmü açık ve genişçe yazılıdır. Bu nedenle bir ilmihal kitabı okunmasını önemle tavsiye ederiz.

“Çok” denilen suya necaset karışsa bile rengini veya tadını yahut da kokusunu necaset değiştirmedikçe bu su, dini temizlik bakımından pis olmaz, ancak sağlık yönünden tahlil edilmesi ve mikroplu ise içilmemesi, kullanılmaması gerekir.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/ter-gozyasi-sumuk-vucut-disindaki-yaglar-necis-mi-yemek-haram-mi

4 Temmuz 2021 Pazar

Hz. İbrahim'in Meleklerle bir tartışmaya girmesi nasıl anlaşılmalı?


Hûd 76 'da Hz. İbrahim (as)'ın Meleklerle bir tartışmaya girmesi nasıl anlaşılmalı? Haşa Allah'ın hükmüne direk teslim olması daha iyi olmaz mı?

Cevap

İlgili ayetlerin mealleri şöyledir:

İbrahim’in korkusu geçip kendisine müjde de gelince Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı. Hud, 11/74)
İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi. (Hud, 11/74, 75)
“İbrahim, bundan vazgeç; çünkü rabbinin emri gelmiştir. Onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir” dediler. (Hud, 11/76)

Bu ayetlerde Hz. İbrahim’in meleklerle mücadelesi, 75. ayette ifade edildiği gibi çok merhametli olup Lut kavmi hakkında şefaatçi olmak istemesindendir. Yoksa Allah’ın emrine itiraz söz konusu değildir.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

a) “Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı” mealindeki cümlede yer alan “tartışma” konusu, ya Hz. İbrahim ile Allah arasında geçmiştir. Bu takdirde buradaki tartışmaktan maksat, Hz. İbrahim’in -Lut kavmine gelecek azabın biraz tehir edilmesi için-Allah’a yalvarıp yakarması manasına gelir. Ya da Allah’ın elçileri olan meleklerle aynı konuda yapılmış bir tartışmadır.

Hz. İbrahim Allah’ın son kararı nasıl olduğunu ne zaman ne şekilde olacağını bilmediği için biraz tehirini istemiştir. Böylece bir süre sonra helakin sebebi olan şartlar değişsin ve sonsuz rahmet devreye girsin. Bu tavrın edebe aykırı bir tarafının olmadığını belirtmek hikmetiyle, Allah onu “İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi.” ifadesiyle övmüştür. (bk. Razi, Mefatih, ilgili ayetin tefsiri)

b) “İbrahim, bundan vazgeç; çünkü rabbinin emri gelmiştir” mealindeki ayetin ifadesinden de anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim, Lut kavminin başına gelecek felaketlerle ilgili ilahî emrin detaylarını bilmiyordu. Hadis-i şerifte ifade edilen “Duaların belaları, felaketleri defettiğine” dair hakikat burada da geçerlidir.

Bu nedenle, “Bu emrin uygulanması acil mi, yoksa bir süre sonra da olabilir mi?” şeklinde kesin bir bilgiye sahip olmayan Hz. İbrahim, bütün benliğiyle bu emrin -mümkünse- biraz ertelenmesini istemiştir ki, daha sonra yalvarıp yakarmak suretiyle yapacağı dua ile sonsuz rahmeti celp edebileceğini düşünmüş olabilir.

Karinesi olmadığı takdirde bir emir fevrî de olabilir, süreli de olabilir. Melekler bu mutlak ve karinesiz emri acil; Hz. İbrahim ise onu ileriye tehir edilebilir olduğunu düşünmüş olabilir.

c) Hz. İbrahim’in bu tartışmasının kaynağı olarak şu hasletler gösterilmiştir:

“İbrahim cidden ağır başlı, hassas ruhlu, kendini Allah’a vermiş biriydi” ayetinde yer alan asıl kelimelerin manası şöyledir:

Halim: “Sıkıntılara göğüs geren, ceza vermede acele etmeyen, insanlara karşı yumuşak davranan kimse” anlamındadır.

Evvah: İnsanların gam ve kederleriyle çok ilgilenen, sıkıntılarının giderilmesine çalışan kimsedir.

Münib: Allah’a yönelik olursa; tövbe ve istiğfar ile sık sık Allah’a yönelerek yalvarıp yakarmak anlamına gelir.

Bu kelime insanlara yönelik olursa, “insanların sıkıntılarına, ihtiyaçlarına sıkça dönüp bakan ve ona göre çareler arayan kimse anlamına gelir. 

Demek ki onun bu tartışmaya girmesi ondaki bu fıtrî hasletlere sahip olması sebebiyledir.

Kuran’da, Hz. İbrahim’in bu vasıflarına dikkat çekilerek -bu tartışmadan dolayı- kendisine karşı su-i zanda ve su-i edepte bulunulmamasına işaret edilmiştir.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/hz-ibrahimin-meleklerle-bir-tartismaya-girmesi-nasil-anlasilmali

3 Temmuz 2021 Cumartesi

mirâ


Nefsimizin ve kör taklidin kabulleri bizi karşımızdakini suçlama ve üzerine basarak üste çıkma refleksine itebilir, bu insanın şeytani yönüdür ve hepimizde böyle bir damar vardır, bundan Allah’a sığınırız. Ama bunun kontrolü de mümkündür ki, biz bununla da imtihan ediliyoruz. Hakikatin ortaya çıkması için değil de böyle nefsi bir tepkiyle tartışmaya Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem ‘mirâ’ tabir eder ve tartışma mirâya dönüştüğünde kendisi haklı da olsa bundan vazgeçebileni cennetle müjdeler.

Faruk Beşer

2 Temmuz 2021 Cuma

İnsan öldükten sonra ruhu nereye gidiyor?


Ölüm yokluk değildir; daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor; fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor.

Bu sebeple Peygamberimiz (asm),

“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizi, Kıyame 26)

buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiş ve hala yardım ettiği insanlar vardır.

Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi, bu dünyadaki insanlar da ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar.

Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamber'ine uymak ve iman ile ölmektir.

Resulullah (asm), kabir ziyaret ederken ahireti hatırlamayı, meyyite dua ederek, ona ihsanda bulunmayı, ona acımayı, istiğfar etmeyi emretmiştir. Bir kabri ziyaret eden kimse, hem kendisine, hem de meyyite iyilik etmiş olmaktadır. Müslim’in, Ebu Hüreyre’den bildirdiği hadiste,

"Kabirleri ziyaret ediniz! Kabir ziyareti, ölümü hatırlatır." (İbni Mâce, Cenâiz 47)

buyuruldu. Abdullah ibni Abbas diyor ki, Resulullah Medine’de, kabristan yanından geçiyordu. Kabirlere bakarak,

"Esselamü aleyküm ya ehlel-kubur! Yagfirullahü lena ve leküm, entüm selefüna ve nahnü bil-eser."

buyurdu. Bu nedenle kabir ehline selam vermek sünnettir.

İman ehli insanların ruhları serbest olduğundan verilen selamları alırlar. Ayrıca her ruhun kabriyle de irtibatı vardır. Fakat bu durum onların topraktaki cesedlerinde olduğu anlamına gelmez. O alem tamamen farklı bir alemdir. Nitekim güneş çok yükseklerde olduğu halde ışığıyla, ısısıyla, renkleriyle sizin yanınızdaki aynayla irtibatı vardır. Ama güneş aynanın içinde değildir. Aynaya zarar verilse bile güneşe bir şey olmaz.

Kutlu ve iyi ruhlar ölünce göklere mi çıkıyor?

“Muhakkak! Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” (Mutaffifîn, 83/18-21)

Abdullah b. Abbas, Kâb. B. Ahbar, Üsame b. Zeyd ve Mücahid’e göre, “İlliyun”yedinci göktür ve cennetlik olanların ruhları da oradadır. (bk. Taberî, İbn Kesir, Râzî, ilgili ayetlerin tefsiri).

Demek ki, herkesin kitabı ruhunun bulunduğu yerdedir. Oradaki mukarreb meleklere teslim edilmiştir.
Yine Kâb ve İbn Abbas’ta gelen diğer bir rivayete göre, müminlerin ruhu Arş'ın yanındadır. Başka bir rivayette cennettedir.(age.).

Konuyla ilgili Dahhak’ın görüşü şöyledir: Mümin kimsenin ruhu alındığında, onu alıp dünya semasına götürürler, Her gökte bulunan Mukarrebin melekler, onu oradan alıp sırayla ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci semaya çıkarırlar, oradan da Sidretu’l-Muntahaya götürürler ve “Ya Rabb! Bu senin filanca kulundur.” derler. Allah o kulunun kim ve nasıl biri olduğunu en iyi bilen olarak, onu azaptan emin kıldığına dair mühürlü bir tezkereyi onlara gönderir. "Muhakkak! Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” ayetleri bu gerçeğe işaret etmektedir.(age.)

Bazı alimlere göre, “yazılmış bir kitap”tan maksat kişinin amel defteridir. Hafaza melekleri onları semada mukarreb meleklere teslim ederler. Mümin olan kitabın sahibi güzel amellerini gördüğünde çok sevinecektir.(Razî, a.g.y).

Bir hadis rivayetine göre Efendimiz(a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Melekler Allah’ın kullarından bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken, onu çok fazla bulup överler. Nihayet Allah’ın dilediği yere vardıklarında, Allah onlara şu mesajı gönderir;

‘Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halis değildir (içinde Allah’ın rızası dışında başka maksatlar vardır), bu sebeple onları alıp aşağıların aşağısına (Siccin) götürün.'

"Diğer taraftan bir kulun amellerini yukarıya çıkarırken onu azımsar ve küçümserler. Allah yine onlara şu mesajı gönderir:

‘Siz kulumun amellerini muhafaza ettiniz, ben de onun içini kontrol ettim, bu kulumun amelleri halisdir, onları en yüksek yere götürün.'  (Zamahşeri, el-Keşşaf; Suyutî, ed-Durru’l-Mensur, ilgili ayetlerin tefsiri).

Sahih bir rivayete göre,

“Şehitlerin ruhları Arş'a asılı kandillerdeki yeşil kuşların içinde olur ve istediği şekilde cennet bahçelerinde dolaşırlar.”(Müslim, İmare, 33).


https://sorularlaislamiyet.com/insan-oldukden-sonra-ruhu-nereye-gidiyor-mezarlikdan-gecerken-selam-vermek-ruhlarin-orada-olduguna 

1 Temmuz 2021 Perşembe

Borcunu ödemek için kredi çekmek caiz mi?

Soru Detayı

Bir kadının borcu varsa kadın hayattaysa ölmemişse, tesettürsüz iş bulamıyorsa borcunu çocuklarına bırakması caiz midir? Can tehlikesi varsa kredi çekip borcu ödemeli midir? Yoksa borca 2 katı faiz biniyor.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bir İslam toplumunda Müslüman olsun olmasın bütün vatandaşların temel ihtiyaçlarını sağlamak Müslümanların borcudur; bunu, onları temsilen kısmen devlet yapar, kısmen de Müslümanlar yaparlar, yapmalıdırlar.

Faizli kredi çekmek, ortada bir zaruret yoksa elbette caiz değildir, haramdır. Hayati tehlike ve temek ihtiyaçlardan yoksun kalmak gibi zaruretler olursa, bunları başka yoldan gidermek mümkün değil ise, bu zaruri ihtiyaçları karşılayacak kadar faizli kredi çekilebilir. Bir insanı buna mecbur eden toplum da sorumlu olur.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/borcunu-odemek-icin-kredi-cekmek-caiz-mi

30 Haziran 2021 Çarşamba

Ebedi cehennemlik günahlar var mı?


- Ehl-i sünnet alimlerinin değişik ayet ve hadislere dayanarak vardıkları kanaate göre, şirk de dahil her türlü inkar, ebedi cehennemliktir. Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre girenler ebedi olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifade edilir. İmansızlığı doğurmayan hiçbir günah, ebedi olarak cehennem cezasını gerektirmez.

- İlgili ayetlerin meali -tertip sırasına göre- şöyledir:

a) “Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların 'Alışveriş de faiz gibidir.' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir. Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/275)

Konuya şu ayeti de dahil edebiliriz:

b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)

c) “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” (Müminun, 23/103)

d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.” (Furkan, 25/68-69)

Bu ayetleri, maddelerinin sırasına göre açıklayacağız:

a) Faizle ilgili olarak ebedi cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar ayette belirtildiği üzere, “Alışveriş de faiz gibidir.” demişlerdir. Yani Faizin haramlığını inkâr etmişler. Bilindiği gibi, helali haram, haramı helal saymak küfürdür. Demek bunların cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, faiz yemeleri değil, faizi helal saymalarıdır. (bk. Razî, Beydavî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri)

Bazı alimlere göre, ayetin sonunda yer alan “onlar orada ebedî kalacaklardır” mealindeki ifadesi, hakiki ve mecazi olmak üzere iki manada açıklanabilir. 

Hakiki manada olduğu zaman; söz konusu edilen faizciler “Alış veriş de faiz gibidir” deyip kâfir olduklarından, gerçekten cehennemde ebedi kalırlar.

Mecazi manada olduğu zaman; ayette yer alan “cehennemde ebedi kalmak” ifadesi, uzun bir süre kalmak anlamında olur. Ayette “Her kime Rabbinden bir talimat gelir…” ile başlayan cümle bu manaya imkân vermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili yer)

b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir.” mealindeki ayetin hükmü konusundan alimlerin farklı yorumları olmakla beraber, imanla kabre girmiş kimselerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları konusunda ittifak halindedirler. Onun için yorumlar da bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

Bununla beraber, bizce şu yorumlar önem arzetmektedir:

1) Bu ayette Allah’ın, “Bir mümini kasden öldüren kimsenin” cezası / yaptığı bu suçun karşılığı ebedi cehennem olduğunu belirtmesi, suçun dehşetini ve hakettiği cezayı ortaya koymaktadır. Ancak bu cezanın tahakkuk etmesi ise, Allah’ın iradesine bağlıdır. Bu suçu işleyen kâfirleri ebedi cehenneme koyabildiği gibi, müminleri de affedebilir veya uzun bir süreliğine cehennemde tuttuktan sonra onu oradan çıkarabilir. Razî’nin benimsemediği bu görüş Kaffal’a aittir. (krş. Razî, ilgili yer)

2) Bu ayetin hükmü hakiki manasında olmakla beraber, Allah’ın affı devreye girdiği zaman, bu hüküm değişebilir. Nitekim alimlerin büyük çoğunluğuna göre, katil sağlam tövbe ettiği takdirde affa mazhar olabilir. Küfrün tövbesi kabul gördüğü halde, katlin tövbesinin kabul edilmemesi düşünülemez.

“Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisa, 4/48)

mealindeki ayetin beyanı bunu desteklemektedir. (bk. Razî, ilgili yer)

3) Bazı alimlere göre, bu ayetin konusu olanlar -bazı rivayetlerde geçtiği gibi- Mekis b. Dababe adında biri /veya katli helal kabul ederek dinden çıkan kâfirler olabilir. Dolayısıyla bu hüküm hakiki manasında olarak kafirler için söz konusudur, demektir. Yahut da buradaki “ebedilik” kavramı mecaz olup uzun süre anlamındadır. (bk. Beydavî, Nesefi, ilgili yer)

c)  Müminun suresinin 102-103. ayetlerinde, günah-sevaptan ziyade, iman-küfür muvazenesi yapılmıştır. Bu sebeple,“O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar” mealindeki ayette imanı ve salih amelleri ağır basanların durumu belirtilmiştir.

“Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” mealindeki ayette ise, küfür ve kötü ameller yapanlar söz konusudur. (krş. Razî, Beydavî, Ebu’s-Suud, ilgili ayetlerin tefsiri)

d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.” mealindeki ayette yer alan “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.” cümlesi, konuya imanı da katmaktadır. Buna göre, ayette yer alan “Kim de bunları yaparsa,..” mealindeki ifadede “kim ki Allah’tan başkasına ibadet ederse” hususu da dahildir. Bu ise, açık bir küfürdür.

Bu ayette zikredilenler kâfir / müşrik kimselerdir. Oradaki kötülükleri de genellikle kâfirler işler. Onun için küfür / şirk vasfıyla birlikte onlar da zikredilmiştir. (bk. Ebu’s-Suud, İbn Aşur,  ilgili ayetin tefsiri)

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/ebedi-cehennemlik-gunahlar-var-mi

29 Haziran 2021 Salı

Yahudilerin inanç esasları nelerdir? Peygamberimizi neye dayanarak kabul etmiyorlar?

Yahudilerin günümüze ulaşan inanç sistemi şudur;

1. Allah var olan her şeyi yaratmıştır.

2. Allah birdir.

3. Allah'ın bedeni yoktur, tasvir edilemez.

4. Allah'ın başlangıcı ve sonu yoktur

5. Yalnız Allah'a dua etmeliyiz.

6. Peygamberlerin bütün sözleri doğrudur.

7. Musa, bütün peygamberlerin en büyüğüdür.

8. Elimizdeki Tora, Allah tarafından Musa'ya verilen ve günümüze kadar değiştirilmeden gelen kitabın aynıdır.

9. Dinimiz ilâhî bir dindir.

10. Allah, insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir.

11. Allah, emirlerine uyanları mükâfatlandırır, uymayanları cezalandırır.

12. Allah Mesih'i gönderecektir.

13. Ruhum ölümsüzdür. Allah dilediğinde ölüleri diriltecektir. (bk. Maymonides, 1135-1204)

Yahudi mezheplerini üç ana grupta incelemek mümkündür:

1. Makkabiler devrinde (M.Ö. II. yüzyıl) mevcut olan Hristiyanlık öncesi mezhepler,

2. İslâm'dan sonraki Yahudi Mezhepleri,

3. Günümüz Yahudi mezhepleri.

Hristiyanlık öncesi dönemde başlıca üç mezhep vardır:

1. Ferisiler,
2. Sadukiler,
3. Esseniler.

İslâm'dan sonraki Yahudi mezhepleri de üçtür:

1. İshakiyye,
2. Yudganiyye,
3. Karaim.

Halen yaşamakta olan Yahudi mezhepleri şunlardır:

1. Muhafazakâr Yahudiler,
2. Ortadoks Yahudiler,
3. Reformist Yahudiler,
4. Yeniden Yapılanmacılar.

Yahudilerin Hz. Muhammed’e iman etmemelerinin başlıca sebebi hasettir; Yahudi asıllı olmadığı için ona iman etmemişler. Bu konudaki bazı ayetlerin mealleri şöyledir:

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammed’i) tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler.” (Bakara, 2/146)

“Onlara(Yahudilere), Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap gönderildiği zaman, daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için 'Ahir zaman Peygamberi hakkı için' diye dua ettikleri halde, evet o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. Bu sebeple, Allah’ın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun!” (Bakara, 2/89)

Bazı Yahudiler, Allah ile âdeta istihza ederler:

'Allah fakirdir biz ise zenginiz.' diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama biz onların dedikleri bu sözü ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve 'Tadın bakalım o yakıcı azabı!' diyeceğiz.” (Âl-i İmran, 3/181)

mealindeki ayette onların bu zihniyetine işaret edilmiştir.

Allah’ın çocukları ve sevgili halkı olduklarını iddia ederler:

“Hem Yahudiler, hem de Hristiyanlar 'Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.' dediler. De ki: 'Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?' Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hakimiyeti Allah’ındır. Dönüş de O’na olacaktır.” (Maide, 5/18)

mealindeki ayette bu saçmalıklarına işaret edilmiştir.

Sorularla İslamiyet

https://sorularlaislamiyet.com/yahudilerin-inanc-esaslari-nelerdir-peygamberimizi-neye-dayanarak-kabul-etmiyorlar

28 Haziran 2021 Pazartesi

Gâfil İnsanların Vasıfları


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr, 19)

https://www.2g1d.com/

27 Haziran 2021 Pazar

Hz. Peygamber’in Cennet Arkadaşı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 69)

Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“Her peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Benim cennetteki arkadaşım ise Osman b. Affân’dır.” (Tirmizî, Menâkıb, 18/3698; İbn Mâce, Mukaddime, 11/109)

https://www.2g1d.com/

22 Haziran 2021 Salı

Teennî


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey iman edenler! Tedbirinizi alın…” (Nisâ, 71)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Teennî Allah Teâlâ’dan, acele ise şeytandandır.”
(Tirmizî, Birr 66/2012)

Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği güzel hasletlerden biri de «teennî»dir. Yani ihtiyatlı, düşünceli, acele etmeden ve temkinli bir şekilde davranabilmek…

Fahr-i Kâinât Efendimiz buyurur:

“Teennî Allah Teâlâ’dan, acele ise şeytandandır.” (Tirmizî, Birr 66/2012)

Bu bakımdan İslâm, tedbir ve teennîye çok ehemmiyet vermiştir. Zira ilk bakışta mühim görülmeyen şeyler, neticede hiç de küçümsenmeyecek hâdiselere sebep olabilir. Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Taneyi gören kuşcağız tuzak var mı diye önden, arkadan, sağdan, soldan yüz defa kontrol eder. Kuşun canı daima aksi şeyleri düşündüğünden, ondaki can korkusu yem aşkından ziyadedir.”

Bu;

Bir iş yaparken acele etmemek, yapılacak işin önünü-sonunu düşünmek demektir. İhtiyatlı davranma da diyebileceğimiz teennî, hata etme ihtimalini asgarîye indiren, insanı pişmanlığa düşmekten koruyan bir haslettir. Yani teennî, testi kırılmadan önce alınması gereken tedbirdir.

Bir sahâbî, Rasûlullah (sav)’e gelerek:

“–Yâ Rasûlâllah! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun!” dedi.

Efendimiz (sav) de şöyle buyurdu:

“–Namazını (hayata) veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!” (İbn-i Mâce, Zühd 15; Ahmed, V, 412)

Bununla birlikte, hayırlı olduğu kesin olan işlerde acele etmek zarurîdir. Lâkin bu acele, hayırlı bir işe karar verip başlama hususunda gereklidir, yoksa o işi yaparken aceleye getirip gerekli titizliği göstermemek doğru değildir.

Bu hususta Hazret-i Peygamber (sav):

“Teennî, âhiretle ilgili ameller haricinde her hususta hayırlıdır.” buyurmuştur. (EbûDâvûd, Edeb, 11/4810)

Kadı Iyâz da şöyle der:

“Âhiret amellerinde ağır hareket etmek doğru değildir. Allâh’a yakınlığı artırmak, dereceyi yükseltmek için âhiretle ilgili işlerde azimli ve gayretli olmak îcab eder.”

Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“…Hayırda yarışın!..” (Bakara, 148)

Bir de borçları ödemek, cenazeyi defnetmek ve yetişkin evlâtları evlendirmek gibi hususlarda acele davranılması tavsiye edilmiştir. Çünkü gerekli hususlardaki aceleler de gerçekte âhirete yönelik bir teennîden yani düşünceli ve yerinde davranıştan başka bir şey değildir. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Şubat-2009)

https://www.2g1d.com/

21 Haziran 2021 Pazartesi

Sabır ve Rızâ Hâli


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”
(Zümer, 10)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Sabır üçtür: Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve günah işlememekte sabır…” (Süyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)

Metânet ve muvâzene, insanı; fikirde, îmanda, amel-i sâlihlerde ve bütün güzel davranışlarda daha kuvvetli hâle getirir. Sabır hususunda da âbideleştirir. Bu ise, beşerin en büyük ihtiyacıdır. Çünkü dünya hayatının gerçeği, ancak sabır temelleri üzerinde bir fazilet hayatı yaşamayı gerektirir.

Sabır nedir?

Değişen hayat şartları altında, hayatın fırtına ve med-cezirleri içinde muvâzeneyi kaybetmemektir. En değerlisi de hâdisenin ilk ânında gösterilen sabırdır.

Nitekim;

Allah Rasûlü’nün mükemmel yaşayışında en çok göze çarpan husus, baştan sona en güzel sabır örnekleridir. Efendimiz (sav), çocukluğundan vefatına kadar, hep büyük acılarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve ıstırabı tatmıştır. Dünyaya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde amcası EbûTâlib’i, bundan üç gün sonra da dâvâsındaki en büyük desteği sevgili hanımı Hazret-i Hatice’yi, Uhud’da Şehidlerin Efendisi Hazret-i Hamza’yı, yedi evlâdından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere bir bir Hakk’a uğurladı. Mûte’de şehid olan üç kumandanını, o çok sevdiği üç sahâbîsinin hâlini ashâbına haber verirken gözyaşları içinde ebediyete yolcu etti. Yine çok sevdiği ashâbından nicelerini kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakaretlere, iftiralara, açlığa ve yokluğa mâruz kaldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptelâ oldu. Ancak bunların hiçbirisi O’nun metânetini ve muvâzenesini bozmadı. O her hâlükârda sabır ve rızâ hâline örnek oldu.

Rabbimiz, en ekmel ve yegâne hak din olan İslâm’da berrak, tertemiz bir ömür içerisinde canlı bir Kur’ân olarak Allâh’ın rızâsına muvafık bir hayatı sergileyen Fahr-i Kâinat Efendimiz’i, yediden yetmişe, fakirden zengine, sıradan bir kişiden kudretli hükümdara… Herkese en müstesnâ bir misal olarak takdim etti. Öyle ki, Efendimiz’in sünnetine uymayan bir ölçü bile ölçüsüzlükten başka bir şey değildir. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Şubat-2009)

https://www.2g1d.com/

20 Haziran 2021 Pazar

Hüsn-i Niyet


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“De ki, gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da Allah hepsini bilir.” (Âl-i İmrân, 29)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır…” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr, 45, İtk 6,)

Zamanımızdaki insanların her hangi bir hadise vukuunda niyetlerinin muhtelif olduğunu müşahede etmekteyiz. Mesela bir yangın vukuunda, civarda bulunan herkes heyecanla koşarlar.

Kimisi koşar, niyetinde samimidir, ihlâslıdır. Allah rızası için kurtarılacak bir kimse veya eşya varsa, kurtarmak için, kendini ateşe atmağı göze alır.

Kimisi koşar merhametlidir, üzülür, faydalı olmak ister, beceriksizdir, elinden bir şey gelmez.

Kimisi olanları seyretmek için koşar, seyir etmekten adeta zevk alır, üzülmez., hissizdir.

Kimisi, koşar, olanların sebebini dahi bilmez, herkes koşuştuğu için o da koşar.

Kimisi koşar, kötü niyet sahibidir. Bu hengamede acaba bir şey çalabilir miyim, diye.

Trafik kazalarında, zelzele ve emsali felâketlerde vazıyet aynıdır. Zahiren yani dış görünüşe göre, koşuşmalar heyecanlar aynıdır. Fakat niyetler ayrıdır.

Hüsnü niyetle yardıma koşan, istediği yardımı yapamasa bile gene temiz niyetinin mükâfatını görür. (Sadık Dânâ, Altınoluk Sohbetler c. 1 Syf. 89, Erkam Yay.)

https://www.2g1d.com/

19 Haziran 2021 Cumartesi

Müstesnâ Nezâket


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“…Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!..” (Nisâ, 19)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

Bilhassa günümüzde kadınlara yönelik gerçekleştirilen hak ihlâlleri ve şiddetin sebebi, asla İslâmʼın hükümleri değildir. Bilâkis Peygamber Efendimiz’in nezih hayatı, -değil kadına- bütün mahlûkâta karşı yapılan haksızlık ve terörlerle mücâdele içinde geçmiştir. Günümüzde ise zayıflara uygulanan şiddet, İslâm ahlâkını rûhen hazmetmemiş zorbaların vicdan yoksulluğudur. Allâh’ın yüksek hususiyetlerle donatıp eşlerine emânet ettiği kadının şahs-ı mânevîsine karşı gösterilen bu zulümler; gönüllerdeki Allah korkusunun, îman muhabbetinin ve ahlâkî meziyetlerin zaafa uğramasının açık bir göstergesidir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in kadınlara dâir tutumunda, şiddet ve baskı ihtivâ eden ne bir söz vardır, ne de buna işaret eden bir uygulama mevcuttur. Bilâkis Hazret-i Peygamber (sav)’in kadınla alâkalı bütün söz ve uygulamalarında tam bir nezâket, zarâfet, incelik, müsâmaha, fedâkârlık, vefâ ve kadirşinaslık tavrı hâkimdir. Nitekim şu hâdise, bunun bâriz bir misâlidir:

Vaktiyle Hz. Ömer (ra) bir gün, Allah Rasûlü (sav)’in yanına girebilmek için izin ister. O esnâda Hazret-i Peygamber’in yanında, kendisine çeşitli sorular soran Kureyşli kadınlar vardır ve sesleri nezâket sınırının biraz ötesine geçerek Allah Rasûlü’nün sesini bastırmaktadır.

Oradaki hanımlar, Hz. Ömer’in içeri girmek için izin istediğini duyunca hemen toparlanırlar. Hz. Ömer (ra) Peygamber Efendimizʼin izniyle içeri girdiğinde, Oʼnun gülümsediğini görür ve hayretle sebebini sorar. Efendimiz de:

“–Yanımdaki bu kadınların, senin sesini duyunca hemen toparlanmalarına hayret ettim.” karşılığını verir. Hz. Ömer ise:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen edep ve hürmet gösterilmeye daha lâyıksın!” der ve kadınlara dönerek:

“–Ey kendilerine yazık edenler! Benden çekiniyorsunuz da Allah Rasûlüʼnden neden çekinmiyorsunuz?!” diyerek onları azarlar. Bunun üzerine o kadınlar:

“–Sen çok sert ve katısın (bundan dolayı senden korkarız).” derler.

Allah Rasûlü (sav) aralarına girerek:

“Ey Ömer, tamam! Allâh’a yemin olsun ki, (bu kadar sertlik ve azametin) karşısında şeytan seninle karşılaşsa, mutlaka yolunu değiştirir, başka bir yola sapar!” buyurur. (Buhârî, Edeb, 68)

Bu misâl bile, -bırakınız kadına karşı şiddeti-, Hazret-i Peygamber’in herkese karşı sergilediği yumuşak ve hoşgörülü tavrın, kadınlar karşısında ne kadar müstesnâ bir nezâket ve inceliğe dönüştüğünün apaçık bir göstergesidir. (Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Ocak-2012)

https://www.2g1d.com/

18 Haziran 2021 Cuma

Doğru Bir Firâset


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey îmân eden­ler! Eğer Al­lah’tan it­ti­kâ eder­se­niz, O, si­ze bir fur­kan (iyi ile kö­tü­yü ayırt ede­cek bir ilim, firâ­set ve an­la­yış) ve­rir, gü­nah­la­rı­nı­zı ör­ter ve si­zi ba­ğış­lar. Çün­kü Allah, bü­yük lu­tuf sâhibi­dir.” (En­fâl, 29)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Mü­mi­nin fi­râ­se­tin­den sa­kı­nı­nız; zi­ra o, Al­lâh’ın nû­ru ile ba­kar.” (Tir­mi­zî, Tef­sîr, 15)

17 Haziran 2021 Perşembe

Hangi Kul?


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki o, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.” (Tâhâ, 7)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Siz sağıra veya gâibe duâ etmiyorsunuz. Sizi işiten, size yakın ve beraberinizde olan (bir zâta) duâ ediyorsunuz.” (Buhârî, Cihad, 131, Meğazi, 38; Tirmizî, Vitr, 36; Müsned, IV, 394, 402, 418)


19 Mayıs 2021 Çarşamba

Helal ve Haram Hassasiyeti


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin…” (Bakara, 168)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Şüphesiz helâl bellidir. Haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında (helâl veya haram olduğu açıkça belli olmayan) birtakım şüpheli şeyler vardır ki, pek çok kimse onları bilemez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse, dînini ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden sakınmayan bir kimse ise, zamanla harama düşer. Tıpkı sürüsünü başkasına âit bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, sürünün bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allâh’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” (Buhârî, Îmân, 39)

Hiç şüphesiz, haram ve şüpheli şeylerle beslenen bir kimsede ibadet aşkı ve kulluk heyecanı olmaz. Haram ve şüpheli gıdâlardan kalbe ancak kasvet, sıklet ve gaflet sirâyet eder. Temâyüller, nefsânî arzulara göre şekillenmeye başlar. Böylece gönül hantallaşıp duygusuzlaşır, yalnız kendi menfaatini düşünür. Merhamet ve şefkat fukarâsı hâline gelir. Böylesi kalp ve bedenler, baştanbaşa bir kötülük barınağı ve ahlâksızlık yuvasına döner. Neticede İslâm ahlâkı ve yüce fazîletler âdeta unutulur.

1 Nisan 2021 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (61)- islam denge dinidir


İslam, baştan sona bir kelimeyle anlatılmak istense o "denge" dir. islam denge dinidir. dünya ile ahiret arasında, aile ile iş, kadın ile erkek, evlat ile koca arasında denge kuracaksın. İslam, hayatın boyunca orta yolu bulmanı, dengede olmanı istiyor. 

Vaize Fatma Bayram