21 Kasım 2017 Salı

Amentü esasları


Hiç şüphesiz, amentü esasları Hazret-i Âdem’den (AS) Efendimiz’e (SAS) gelinceye kadar bütün enbiyâ ve resûller tarafından aynı şekliyle imanın ölçüsü olmuştur. Bu esaslardan birinin reddedilmesi yahut bu iman rükünlerinden herhangi birinin muhteviyatından bazı maddelerin kabul edilmemesi kişiyi iman dairesinin dışında tutar.

Allah Teâlâ’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra ahiret ve hesaba çekileceğimize, Cenâb-ı Hakk’ın hayırları ve şerleri içine alan kader programına iman etmenin amentünün temel şartlarını oluşturduğunu hepimiz biliriz elhamdülillah. Ayrıca “Allah’a iman” denildiğinde Cenâb-ı Hakk’ın zâtî, subûtî sıfatlarını ve o iman çerçevesinde O’nun (CC) tenzih, tesbih, takdis makamlarını da imanın şartı olarak kabul ederiz.

Meselâ bir kişi Allah’a (CC) iman ettiğini söylediği hâlde, “Allah Teâlâ’nın babası, annesi vardır” gibi bir düşünce veya sözü buna ilâve etmeye kalkarsa bu, iman değildir. Yahut “Allah Teâlâ’nın oğlu vardır; İsa, Üzeyir Allah’ın (CC) oğludur” gibi sözler sarf ederse amentünün ilk maddesinde çuvallamış olur. Her ne kadar bir dine mensupmuş gibi görünse de aslında bu kişi ya kendi hayalinden uydurduğu bir inanca ya da bazı insanların tahrif ettiği, din gibi gösterdiği bir şeye bağlıdır. Kendisine Müslüman, Musevi, İsevi demesinin hiçbir hükmü yoktur; çünkü müşriktir. İslâm literatüründe bu nevî sapıklık içerisinde bulunanlara “mecus” denir. Halk arasında Mecûsî dediğimizde bu, putperestliğe işarettir.

Başka bir örnekle, bir kişi, “İncil, Allah’ın (CC) kitabıdır fakat ben Tevrat’ı kabul etmiyorum” dese, amentü esasları göz önünde bulundurulduğunda bu sözler küfürdür, imansızlık alâmetidir. Çünkü amentüde Allah’ın (CC) kitaplarına iman vardır. Aynı şekilde “Ben Kur’an-ı Kerîm’i kabul ediyorum fakat günümüzde namaz kılmak mümkün değildir, namazı kabul etmiyorum” yahut “Fâiz yemenin nesi günahmış!” veya “Tesettür, bu modern çağda mümkün değildir. Tesettür insanın kalbindedir. Bunlar eski Arap âdetleridir. Ben Allah’a (CC) inanmış bir kulum ama günümüzde çöl kanunlarıyla nasıl yaşanabilir!” gibi sözler hiç tereddütsüz ve şüphesiz küfürdür.

Şöyle dese yahut düşünse durum değişir. Meselâ, “Ben, fâizin haram olduğunu biliyorum fakat bir şekilde bulaştım. Tesettürün gerekli olduğuna, Kur’an’ın ayetlerinden dolayı elbette inanıyorum fakat yapamıyorum. Allah Teâlâ inşallah beni bu razı olduğu amele eriştirsin” gibi bir düşüncede olursa o insan Allah’ın (CC) izniyle mümindir. Tövbe etmesi gereken bir günah içindedir ancak Allah Teâlâ’nın bahşettiği imandan çıkmamıştır ve inşallah Cenâb-ı Hakk’ın mümin kulları arasında haşrolacaktır. Cenâb-ı Mevlâ hepimizin günahlarını affeylesin, dini kendi kafasına göre uydurmak hastalığından bizleri muhafaza eylesin.

İman hakkında herkesin malumatı olduğundan dolayı sözü çok fazla uzatmaya hacet yoktur. Fakat şu noktaya işaret etmeden geçilmemesi icap eder.

KUR’AN-I KERÎM’İN BİR HARFİ DAHİ DEĞİŞMEMİŞTİR

Allah Teâlâ’nın indirdiği kitaplar içerisinde bozulmamış, indirildiği günden bu yana ve bundan sonra asla bozulmayacak olan tek kitap Kur’an-ı Kerîm’dir. Bunu sadece biz Müslümanlar ikrar etmeyiz; dostu da düşmanı da kâfiri de Hıristiyan ve Yahudi’si, Budist’i de hatta bilim adamları bile bu gerçeği kabul etmekten başka çare bulamamışlardır. Zaten Kur’an-ı Kerîm bizzat ayetleriyle bu mucizeye işaret ederek Allah Teâlâ tarafından korunduğunu, asla evvelki kitaplar gibi insanların bu ayet ve metinleri tahrif edemeyeceğini ilân etmiştir.

Bundan dolayıdır ki İncil, Tevrat veya Zebur gibi günümüzde yüzlerce farklı nüshası olan kitapları doğrudan ve doğruymuş gibi kaynak olarak kullanmak çok ciddi bir imanî tehlikedir. Nitekim Efendimiz’in (SAS) -Ahmed ibn-i Hanbel’in Müsned’inde de geçmekte olan bir ifadesinde- ümmet ve ashabına hitap ederek, mealen, “Sizlerin Ehl-i Kitap’la olan ilmî alışverişinizden korkmaktayım. Çünkü onların yanlış söylediklerini doğru kabul edersiniz de Allah (CC) muhafaza imanınız zedelenir. Yahut onlarda duyduğunuz ve doğru olan (Allah Teâlâ’nın ayetlerinden) bir şeyi sırf onlar söylediği için inkâr ederseniz de gene tehlikeye düşer, imansızlıkla imtihan olursunuz” beyanı bu hususta ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini çok açık ve net olarak ortaya koymaktadır.

EN KÖTÜ YALAN, İÇİNDE DOĞRU BULUNAN YALANDIR

Bir kişi ancak ümmet-i Muhammed olarak kendi peygamberini ve kitabını çok ama çok iyi bilmesi durumunda bu kaynaklardan istifade edebilir. Şu unutulmamalıdır ki en kötü yalan, içinde doğru bulunan yalandır ve bir kısmı yalan olan bir sözün diğer kısmının doğru olması tasdik ve güveni icap ettirmez.

Köprünün bir ayağının ve yarısının tam ve mükemmel olması, karşı yakadaki ayak olmadıktan sonra işe yaramaz. Günümüzde Kur’an-ı Kerîm üzerindeki kısır idrakler ve Efendimiz’in (SAS) sünnet-i seniyyesine ve zatına hücumlar, bu kirli inanışların planlı ve programlı taktiklerinden ibarettir.

Şu da unutulmamalıdır ki, kendisinden evvelki bütün peygamberleri tasdik eden ve Hazret-i Âdem’den (SAS) kendisine kadar, Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu bütün kitap ve hükümleri, bozulmamış öz hâlinde temsil eden son nebî, Hazret-i Muhammed’dir (SAS). Efendimiz’den (SAS) sonra kıyamet sabahına dek gelecek olan bütün insanlar ümmet-i Muhammed’dir.

Kimisi icabet etmiş, mümin ve Müslümanlar olarak bulunmaları gereken yere ve makama erişmiştir, kimisi ise henüz dâvette ve icabet makamına erişmek için beklemekte yahut buna direnmektedir. Ama neticede Efendimiz’den (SAS) sonra bu dünyaya gelen herkes, Allah (CC) katındaki bu dinden yani İslâm’dan sorulacak, peygambere iman noktasında kabul edilecek tek geçerli cevap, “Peygamberim 


Hazret-i Muhammed’dir (SAS)” sözü olacaktır.

M. Fatih Çıtlak

20 Kasım 2017 Pazartesi

Unutmayı Unutan Bir Sahâbî; Ebû Hüreyre

Dersten Notlar:

Bu kadar nübüvvet pınarının başında oturan elbette en fazla kendisi nasiplenir. Nasıl nasiplendiğini Ebû Hüreyre’nin kendi sözlerinin üzerinden anlıyoruz.

Medine’de birisi ev yaptırdı. İnşaat bittikten sonra Ebû Hüreyre eve geldi. Sahibi kapıda duruyordu. Ev sahibi: “Ebû Hüreyre! Dur, evimin kapısına ne yazayım?” diye sordu. Ebû Hüreyre şöyle dedi: “Evinin kapısına şöyle yaz: Harap olması için yap, kaybetmek için doğur, mirasçı için biriktir.” (İsbâhanî, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/385)

Bir gün Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “İnsanlar gittiler, geriye nesnâs kaldı.”

“Nesnâs nedir?” diye soruldu. O dedi ki: “İnsan olmadığı halde insana benzeyenlerdir, yani insancıklardır!” cevabını verdi. (Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebir, 963)

Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “Altı şeyi görürseniz, ruhunuz elinizdeyse onu salıverin yani ölüm elinizde ise ölün; ölümü temenni edin. Bundan dolayı artık ben ölmek istiyorum, o altı şeyin görüldüğü şu zamanlarda daha fazla yaşamak istemiyorum.


Beyinsizler idareci olduğunda
Yargı para ile satıldığında
Can güvenliği kalmadığında
Akrabalık bağları koptuğunda
Güvenlik ve Emniyet ile alakalı görevler liyakatsiz kişilere kaldığında
Kur’an’ı şarkı gibi okuyan bir nesil ortaya çıktığında…”(İsbâhanî, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/384)

Önde olmak, gözde olmaktır; gözde olmakta birçok itham ve iftiranın muhatabı olmaktır.

Ebû Hüreyre’ye (ra) karşı yapılan isnat ve ithamlardan bazıları:

– Öyle biri tarihte yaşamamıştır; bu uydurma sahabî sonraki hadisçilerin rivayetlerini yaslamak için oluşturdukları efsanevi bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama söylendiği gibi biri değildir; sonraki hadisçilerin rivayetlerini yaslamak için ona nispet ederek oluşturdukları bir imaj şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama inanılmaz düzeyde yalancı birisidir; kendisi dünya menfaatleri uğruna birçok yalan uydurmuş bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama hafızası çok zayıf biridir, bundan dolayı birçok rivayette yanılmış, bundan dolayı da başta Hz. Ömer ve Hz. Aişe olmak üzere birçok sahabi tarafından tenkit edilmiş bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; önceleri çok iyidir, ama sonra Emeviler döneminde baskıdan dolayı korkan, bundan dolayı da sultanları memnun eden rivayetler uyduran bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama önemli bir şahıs değildir, midesine düşkün, ayak takımı sayılabilecek, onun bunun kapısında dolaşan bir şahıstır.

Ebû Hüreyre (ra) için söylenen takdir ifadelerinden bazıları:

– O, unutmayı unutan birisidir.
– O, ibadete çok düşkün, dünyaya meyli olmayan birisidir.
– O, fakirliği ilme tercih eden, fırıncılık gibi bir mesleği olmasına rağmen, karın tokluğuna kendini ilme veren birisidir.
– O, güçlü hafızası, keskin zekâsı, derin ilmi ile Sahabe’nin iftihar edeceği birisidir.
– O, defaatle Hz. Peygamber’den hem dua, hem takdir, hem özel ilgi gören birisidir.
– O, tüm Sahabe’nin hakkında hüsnü şehadet ettiği birisidir.

Böyle olmasına rağmen neden bazılarının Ebû Hüreyre takıntısı vardır. Ebû Hüreyre’ye düşmanlığın bir tek sebebi yok, bunun birçok sebebi var. Ancak düşman son 200 yıldır düşmanlığını maskeler altında yaptığı için bir bakıyorsunuz; adam Ebû Hüreyre’ye Kur’an sevgisinden, Dirayet sevgisinden, İlim sevgisinden, Peygamber sevgisinden, Ali sevgisinden dolayı yaptığını iddia ediyor. Ama bunun böyle olmadığını çok iyi bilelim.

– Onların Ebû Hüreyre takıntısı Kur’an sevgisinden değil; Sünnet düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Dirayet sevgisinden değil, rivayet düşmanlığından kaynaklanıyor.
– İlim sevgisinden değil, hakikat düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Peygamber sevgisinden değil, Sahabe düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Ali sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından kaynaklanıyor.

Bunun altlarını doldursak, bize saatler lazım, ama kim bunlar her biri için birer isim örnek olarak verelim:

Kur’an sevgisinden değil; Sünnet düşmanlığından kaynaklanıyor.

Goldziher (1850-1921) arası yaşamış, Macar asıllı Musevî kökenli bir müsteşriktir.

İslam Tefsir Ekolleri kitabı…

Dirayet sevgisinden değil, rivayet düşmanlığından kaynaklanıyor.

Avusturyalı şarkiyatçı ve İslâm tarihçisi. (1813-1893)

Sprenger, Ebû Hüreyre’nin dine hizmet maksadıyla hadis uydurduğunu söylemiştir…

İlim sevgisinden değil, hakikat düşmanlığından kaynaklanıyor.

Mısırlı Ahmed Emin rivayetleri ters çevirerek yaptığı yorumlar…

Peygamber sevgisinden değil, Sahabe düşmanlığından kaynaklanıyor.

Mahmud Ebû Reyye, Edvâ Ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye/ Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması

Ali sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından kaynaklanıyor.

Lübnanlı Şii Âlim Abdü’l-Hüseyin Şerefuddin el-Amili

“Ebu Hureyre” diye bir kitabı var…

Biraz tanıyalım:

28 yılı Yemen’de nübüvvetten mahrum bir şekilde geçen, 50 yılı ise nübüvvetin pınarının başında geçen (4 yılı Hz. Peygamber ile beraber, 46 yılı o pınarın başında)78 yıllık bir hayatı nasıl anlatabiliriz ki?

İlim, iman, ihsan, irfan, izzet, istikrar ve istikamet ile geçen 50 yıllık bir hayatı nasıl tam anlamı ile anlatabiliriz ki?

Ebû Hüreyre ‘ye böyle bir kamet kazandırtan sebepler ne olmuştur?

1. Derin bir sevda
2. Güçlü bir iştiyak
3. Kuvvetli bir hafıza
4. Ciddi bir sorumluluk
5. Sağlam bir sadakat

Efendimiz (sas) bir gün Mescid’de Ashabına bir şeyler anlatıyor. Sözün bir yerinde diyor ki:
“Kıyamet gününde benim şefaatimle bazıları çok ama çok mutlu olacaklar?” Bu sözü Efendimiz söyler söylemez, Ebû Hüreyre: “Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet gününde şefaatinle daha çok mutlu olacak olanlar kimlerdir?” diye sorar. Resûlullah: “Ey Ebû Hüreyre! Hadislere olan hırsını (titizliğini) gördüğüm/bildiğim için, senden önce, bir kimsenin bana bu soruyu sormayacağını zaten zannetmiştim. Kıyamet gününde şefaatimle mutlu olacak olanlar, gönülden, ‘Lâ ilahe illallah’ diyenler mazhar olacaklardır.” dedi. (Buhârî, İlim, 33; Rikâk, 51)

Hafızanın sıhhati, hayatın selimiyeti ile alakalıdır.

“İndirdiğimiz açık delilleri, hidayet rehberi olan ayetleri, biz insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, muhakkak ki Allah onlara lânet eder. Lânet edebilecek olanlar da lânet eder.” (Bakara Süresi, 159)

“Eğer hataya düşmekten korkmasaydım, sizlere Resûlüllah’tan (sas) duyduğum daha çok şey anlatırdım.” (Dârimî, Mukaddime, 25)

21. Yüzyılda Ebû Hüreyreleşmek mümkün mü? Onun gibi ilimden nasiplenmek mümkün mü? Onun gibi ilim yolunda, hakikat yolunda yürümek mümkün mü?

Hz. Ebû Hüreyre’yi, insanlığı hayran bırakacak bir konuma taşıyan en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz aldığı dualardır. Onun hayatına bir de bu nazarla baktığımızda, onun arkasında beş farklı duanın olduğunu görürüz:

1. Peygamber duası
2. Anne duası
3. Arkadaş duası
4. Âlim duası
5. Ümmet duası

Hz. Ebû Hüreyre (ra), küçük yaşta babası Sahr b. Amir’i kaybedince amcasının terbiyesinde büyümüş, ama en büyük desteği annesi Ümeyme bint Subey’den görmüştü.

Aişe annemiz ne diyor ki: “Ben annesine ikram ve ihsan konusunda Ebû Hüreyre gibisini görmedim. O annesine karşı çok farklı birisiydi.”

– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi senin üzerine olsun anneciğim!

Cevap geliyor:

– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, senin de üzerine olsun biricik yavrum!

Ebu Hureyre:

– Beni küçükken nasıl şefkatle yetiştirip terbiye ettinse, Allah da sana merhamet etsin anacığım!

Annesi:

– Yaşlılık halimde beni unutmayan ve her zaman bana iyilik ve ihsan eden oğlum! Rabbim senin üzerinden muhafazasını eksik etmesin, merhametini üzerinde daim kılsın!
(Buhârî, el-Edebü’l-Müfred)

Aşere-i Mübeşşere’den Talha b. Ubeydullah konuşuyor, diyor ki: “Allah Ebu Hureyre’den razı olsun. Allah’a yemin olsun ki, onun, bizim Peygamber’den (sas) duymadıklarımızı duyduğundan asla şüphe etmem. Gerçek şu ki, bizler varlıklı kimselerdik; evimiz barkımız vardı. Peygamber’in (sas) yanına ancak sabah ya da akşamleyin gidebiliyorduk. Oysa Ebû Hureyre, hiçbir şeyi olmayan fakir bir insandı. Kendisi Hz. Peygamber’in (sas) misafiri olarak Suffa’da kalır ve yanından hiç ayrılmazdı. Orada ne duyarsa onu da bizlere aktarırdı.” (Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr,6/133; Tirmizî, Menâkıb, 47)

Said b. Müseyyeb (rh) hem Ebû Hüreyre’nin talebesi hem de damadıdır.

“Allah, benim sözümü işitip, belledikten sonra, onu tebliğ edenin yüzünü ak etsin ve güldürsün!” (İbn Mâce, Mukaddime, 18)

Bir gün Aişe annemiz hiç duymadığı bir hadisi Ebû Hüreyre’den işitince, biraz kızar gibi oldu ve dedi ki: “Ebû Hüreyre ben bile bilmiyorum bu hadisi sen nereden biliyorsun?” Ebû Hüreyre’nin cevabı şöyle oldu: “Anacağım! Benim ne meşgul olduğum bir aynam, ne gözüme sürdüğüm bir sürmem vardı. Beni tek meşgul eden Efendimiz’in (sas) mübarek sözleriydi. Ben bundan başka bir şeyle meşgul olmadım ki, bu sözleri duymayı ihmal etseydim.”

Hicri 58, Miladi 678’dir; 78 yaşlarında Ebû Hüreyre vefat yolundadır. O anda ağlamaya başlar. Birileri: “Ne o Peygamber’in dostu ölüm korkusu mu, yoksa dünyadan ayrılık hüznü mü?” derler. Ebû Hüreyre şunu der: “Vallahi ben ne dünyadan ayrıldığım için, ne ölüm korkusuna kapıldığım için ağlamıyorum. Beni ağlatan şudur: Çıkacağım yolculuk uzun, ama benim azığım ise azdır. Bu yolculuk neticesinde Cennete mi gireceğim, Cehenneme mi bunu da bilmiyorum. Bu akıbet korkusu yüreğimi dağlıyor da ona ağlıyorum.”

M.EminYıldırım


19 Kasım 2017 Pazar

Senden Razıyız Ya Resûlullah!(sas)

Nebevî Miras derslerinin ikincisinde, Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Senden Razıyız Ya Resûlullah” serlevhasının altında, Hz. Peygamber’den (sas) razı olmanın ne demek olduğunu ve razı olmanın işaretlerinin neler olduğunu anlattı. Özellikle ders içerisinde Kur’an-Sünnet bütünlüğüne dikkat çeken Hoca, Kur’an ekseninde bir Müslümanın iman etmekle mükellef olduğu peygamber ile nasıl bir hukuk kurması gerektiğini önemli mesajlarla açıkladı.

Dersten Cümleler

Bugün elimizde bulunan Hadislerin eğer Resûlullah’a (sas) isnadında bir problem yoksa, şöyle yada böyle Allah’ın kitabında yani Kur’an-ı Kerim’de bir dayanağı vardır.

“Müezzin, “Allahu Ekber Allahu Ekber” deyince sizden kim samimiyetle, “Allahu Ekber Allahu Ekber” derse; sonra müezzin: “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince, “Eşhedu en la ilahe illallah” derse; sonra müezzin: “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” deyince, “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” derse; sonra müezzin; “Hayye ala’s-salat” deyince “La havle vela kuvvete illa billah” derse; sonra müezzin: “Hayye ala’l-felah” deyince, “La havle vela kuvvete illa billah” derse; sonra müezzin: “Allahu ekber Allahu ekber” deyince, “Allahu ekber Allahu ekber” derse; sonra müezzin: “Lailahe illallah” deyince “Lailahe illallah” derse cenneti kazanır.”(Müslim, Salât, 12; Ebû Davud, Salât, 36)

“Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi ve Resul olarak Muhammed’den razıyım!”Hadis devamında diyor ki: “Kim böyle derse günahı af edilir.” (Müslim, Salât, 13; Ebû Davud, Salât, 36; Tirmizi, Salât, 156)

Bu duanın Kur’anî dayanağı birkaç farklı ayettir; ama en önemli ayet hiç şüphesiz; Kur’an’ın son nazil olan ayeti diye kaynaklarımızda kaydedilen Maide Süresi 3. ayettir.

Tarık b. Şihab anlatıyor: “Yahudilerden bir grup bilgin, Hz. Ömer’ (ra) şöyle dediler: “Siz Kitabınızda bir ayet okuyorsunuz ki o ayet, şayet bize inseydi o günü bayram ilan ederdik…”(Buhari, İman, 33; Meğazi 77; Müslim, Tefsir, 3; Tirmizi, Tefsir, 3046)

Aziz Kitabımız ilk nazil olan ayetleri Alak Sûresi’nin ilk beş ayeti, ilk nazil olan sûresi ise Fatiha Sûresi’dir. Son nazil olan ayet, Maide Sûresi 3. ayet, son nazil olan süre ise Nasr Sûresi’dir.

Tercümanü’l-Kur’an olan İbn Abbas, ‘Maide Sûresi’nin 3. ayetinin nazil olmasının ardından Resûlullah (sas) 81 gün sonra vefat etmiştir!’ demektedir.

“Bugün size dininizi ikmal ettim/kemale erdirdim ve üzerinizde ki nimetimi itmam ettim/ tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum/beğendim.” (Maide, 3)

Hz. Musa (as) Sina dağında erdiği o yüce makamda Allah’a bu soruyu sormuş demiş ki; “Ey Rabbim! Sen kullarından ne zaman razı olursun, bunu bana öğret ki kullarına bildireyim ve onlarda seni razı edecek eylemlerde bulunsunlar. Rabbimiz demiş ki: Ey Musa! Kullarım benden ne zaman razı olursa, bende onlardan o zaman razı olurum.”

“Bir Müslüman gerçekten iman etmekle mükellef olduğu peygamberinden nasıl razı olur?”
1. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, ortaya çıkan tüm anlaşmazlıklarda ve ihtiyaçlarda O’nu (sas) hakem kılıp, verdiği hükme de gönülden itiraz etmeden tabi olmaktır.

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)

2. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, kayıtsız ve şartsız bir şekilde söylediği her şeye itaat edip, ne söylediyse teslim olup, gereğini yerine getirmektir.

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr, 7)

3. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, her şeyden ama her şeyden daha fazla O’nu (sas) sevip, o sevginin sorumluluğuna göre hareket etmektir.

“Nebi/Peygamber, müminlere kendi nefislerinden/canlarından önceliklidir.” (Ahzab, 6)

4. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, her daim O’nu (sas) hayırlarla yâd edip, salât ve selamı daim kılarak ve o cümlelerle ne demek istediğinin farkında olarak yaşamaktır.

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab, 56)

5. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, hayatın her anında ve her alanında mutlak manada ölçünün, rehberin, örneğin O (sas) olduğu hakikatini unutmadan yürümektir.

“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için çok güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21)

6. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, dine ait ne varsa her şeyi O’nun (sas) tebliğ ettiğini, tebliğ ettiği her şeyi tebyin ettiğini, tebyin ettiği her şeyi ise ta’lim ettiğini bilerek adım atmaktır.

Tebliğ: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.” (Maide, 67)

Tebyin: “Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl, 64)

Ta’lim: “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara, 151)

7. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, maddi ve manevi kirlerden temizlenmenin yolunun, O’nun (sas) rehberliğinde olduğunu bilerek, tezkiyenin ortaya çıkabilmesi için gayret etmektir.

“Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 2)

8. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) sesinin üzerine ses, adımın önüne adım, yani koyduğu hüküm üzerine başka bir hüküm koymamaktır.

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurât, 1)

“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât, 2)

9. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) bir beşer olduğunu, ama sıradan bir beşer değil, seçilmiş son elçi olduğunu kabul ederek, aklı, zihni ve kalbi bu hakikat ışığında tanzim etmektir.

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 40)

10. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) asla hevasına göre konuşmayacağına, konuştuğu her sözün vahye uygun olacağına inanarak, konum belirlemektir.

“O, arzusuna göre de konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” (Necm, 3,4)

11. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nu (sas) şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izni ile Allah’a davet eden ve âlemleri nurlandıracak hakikatleri ulaştıran bir elçi olarak bilmek ve bu bilinçle kulluk çizgisini devam ettirmektir.

“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 45, 46)

12. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) bütün çağrılarının insanlığa hayat verdiğini, ruh üflediğini unutmadan, değerlerine karşı müthiş bir özgüven duymaktır.

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl, 24)

“Ey İbn Abbas! Onlarla Kur’an üzerinden değil, Sünnet üzerinden mücadele et!”

Bu söz üzerine şaşırıyor İbn Abbas ve şöyle diyordu: “Ey Emire’l-Müminin! Niye onlarla Kur’an üzerinden mücadele etmeyelim. Biz ki Ehli Beytiz, hangi ayetin nerede nazil olduğunu, ne anlama geldiğini, hangi ayetin nasıl bir hüküm taşıdığını herkesten iyi biliriz! Böyle olmasına rağmen nasıl onlarla ayetler üzerinden mücadele etmeyelim?”

“Ey İbn Abbas! Kur’an, “zû vücûh”tur.” Yani Kur’an ayetleri pek çok manaya ihtimallidir.”


Zilletin bir tarifi de elinde güç varken, zalime bir şey diyememektir.

Önümüzde mücadele etmek zorunda olduğumuz üç cephe var:

Küfür Cephesi
Nifak Cephesi –en zoru bu-
Cehalet Cephesi

Sa’d b. Muâz: “Ya Resûlullah! Herhalde sen Ensar’ın bu konudaki fikrini öğrenmek istiyorsun. Ya Resûlullah! Bizler sana iman ettik, akabede el uzatıp söz verdik. Ne yaparsan yap biz seninle beraberiz. Vallahi ya Resûlullah bize işaret etsen ve desen ki, dalın şu Kızıldeniz’e bizden hiçbiri geri durmayacak, arkalarına dahi bakmadan senin emrini yerine getirme adına denize dalacaktır. Yürü Ya Resûlullah! Yürü bizi ancak arkanda bulacaksın, yürü ve bizi Allah’ın bereketine ulaştır.”

Huneyn’de, Ensar’ın Resûlullah’ı (sas) razı etmeleri…


Muhammed Emin Yıldırım

18 Kasım 2017 Cumartesi

Okunan Ayetler, Öğretilen Hikmetler


Dersten Cümleler

Sözün sahibi ilim şehrinin kapısı Hz. Ali, bu sözü ondan bize aktaran ise Abdullah b. Bürde (ra); diyor ki Hz. Ali:
“Hadisleri öğrenmek ve irdelemek amacıyla birbirinizi ziyaret edin ve asla hadislerin kaybolup gitmesine, silinmesine izin vermeyin.” (İbn Ebî Şeybe, Kitâbü’l-Musannaf, 5/121)

Nebevî Miras’tan pay almak için buradayız; bilmediğimiz hakikatleri öğrenmek, bildiklerimizi iyice pekiştirmek, unuttuklarımızı hatırlamak, eksik bildiklerimizi tamamlamak, hepsinden öte birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye ederek, hayatlarımızı İslamlaştırmak için buradayız.

“Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve (size öğretilen) hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.” (Ahzab, 34)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim 6)

Evlerde yangın var…

Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de Müteradif ve Müşterek kelimeler var. Malum olduğu üzere Müteradif; Eş anlamlı kelimler, Müşterek çok anlamlı kelimelerdir.

Meydan almak: Geniş ölçüde olmak
Meydan aramak: Fırsat gözetmek, olanak aramak
Meydan bulamamak: Fırsat bulamamak
Meydan birine kaldı: Ortada engel olacak kimse yada şey bulunmamak
Meydan kalmamak: Bir şeyin yapılmasına fırsat olmamak yada gerek kalmamak
Meydan okumak: Korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek, belirtmek, korkutmak
Meydan vermemek: Olumsuz, kötü bir durumdan kaçınmak
Meydana atılmak: İleri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak
Meydana atmak: Ortaya çıkarmak

Sözün anlamı, sözün bağlamındadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de hikmet, on yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere yirmi defa geçmektedir. Ayrıca üç defa mülk, birer defa da mev‘iza, hayır, âyet kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır.

Bir yerde ise “Hikmetün bâliğa” şeklinde geçer, bu terkib ise bizzat Kur’ân-ı Kerîm’i ifade eder.

Mukātil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) el-Vücûh ve’n-nežâir adlı eserinde hikmetin beş “vech”i yan, beş farklı anlamı olduğu belirtilmektedir. Nedir bunlar?

1. Kur’an’da emir ve nehiy kipleriyle geçen öğütler (Bakara 2/231; Âl-i İmrân 3/48; Nisâ 4/113)
2. Anlayış (fehm) ve ilim anlamında hüküm (Meryem 19/12)
3. Nübüvvet/Peygamberlik (Bakara 2/251; Nisâ 4/54; Sâd 38/20)
4. Başta Kur’an’ın tefsiri olmak üzere ilim (Bakara 2/269)
5. Bizzat Kur’an’ın kendisi (Nahl 16/125)

Râgıb el-İsfahânî’ye göre hikmet: “ilim ve akılla gerçeği bulma” anlamındadır. İsfahânî der ki: “Eğer hikmet kavramı Allah için kullanılacaksa anlam; “eşyayı en ince detaylarına kadar bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak” anlamındadır.

İbn Manzûr ise hikmetin özellikle Allah’a nispeti halinde “En değerli varlıkları, en üstün bilgiyle bilmek” mânasına geldiğini belirtir.

Tabiin neslinin büyük isimlerinden İmam Katâde’ye göre hikmet, sünnet demektir. İmam Mâlik’e göre, dini bilmek ve anlamaktır. İbn Zeyd’e göre ise hikmet, ancak Resûlullah’ın (sas) öğretmesiyle mümkün olan din demektir.

Seyyid Şerîf el-Cürcânî malumunuz bizim en meşhur kelam âlimlerimizdendir, ancak Arap dili ve Fıkıh’da da çok ciddi bir ilim sahibidir, o ise hikmet kavramının insan için ne anlama geldiğini şöyle ifade eder: “Hikmet insanın gücü ölçüsünde, nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesidir.”

İmam Taberi, Bakara Sûresi’nin 29. âyetinin tefsirini verirken, hikmet için şöyle bir tanım verir: “Hikmet, bilgisi ancak resulün beyanıyla idrak edilebilecek olan ilâhî hükümleri bilmek, bu hükümleri ve bunların delâlet ettiği diğer hükümleri kavramaktır.” (Câmi’u’l-beyân, I, 557-558; III, 89-91)

İmam Zemahşerî ise Allah’ın dilediğine büyük bir hayır olarak verdiği hikmeti (Bakara 2/269) ayetini tefsir ederken, hikmete: “ilim ve amel uygunluğu” şeklinde bir tanım vermiştir.

İmam Kurtubî’ye göre de Hikmet bazı ayetlerde Kur’an’ın bir sıfatı, bazı ayetlerde ise bizatihi Sünnet anlamındadır.

İmam Mâtürîdî’ye göre ise hikmet “tam uygunluk yani mutlak isabet” anlamındadır. Ayrıca şöyle der: “Her şeyi yerli yerine koyma” şeklinde de ifade edilebilen bu tanım aynı zamanda “adl”in de karşılığıdır.

İmam Şafi (rh) gerek İslam ilim tarihinin ilk fıkıh usulü sayılan er-Risale kitabında, gerek muhteşem eseri el-Umm’da yer yer hikmetin Sünnet olduğunu açıkça ortaya koyar ve bunu çeşitli ayet ve hadislerle delillendirir. Onun birde Cima’ü’l-İlim adlı bir eseri vardır; bu eserinde üç temel konuyu işlemiştir:

1. Sünnet’in bağlayıcılığını kabul etmeyen fırkanın görüşü ve reddiyesi
2. Allah’ın farizaları
3. Peygamber’in nehiyleri/yasakları

İmam Şafi şöyle der: “Allah, Peygamber ile iki şekilde bağ kurar ve O’ndan iki şey ister: Birincisi Allah ona vahiy indirir ve O’ndan insanlara da bu vahiy iletmesini ister. İkincisi de Allah (cc) Peygamberine şöyle yap diye risalet (mesaj) gönderir, o da onu yapar ve muhataplarından yapılmasını ister. İşte birinci Kitap yani Kur’an, ikinci Hikmet yani Sünnet’tir.”

“Hikmet, ilim ve amelde sağlamlılık, bir başka deyişle sözde ve işte isabet etmektir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1, 409)

Kur’an-ı Kerim’de hikmet kavramı ne anlamlarda kullanılmıştır?
1. Hikmet, sadece Hz. Peygamber’e (sas) bahşedilmiş bir özellik değil, başka peygamberlere de verilmiş bir nimettir.

Hz. Yusuf’a (Yusuf, 22)
Hz. Davud’a (Bakara 251, Sa’d, 20)
Hz. Yahya’ya (Meryem, 12)
Hz. İsa’ya (Ali İmran, 48, Maide 110)
Hz. Lokman’a (Lokman, 12) da verildiği beyan edilir.

“(Yusuf) erginlik çağına erişince, ona hikmeti/isabetle hükmetme yeteneğini ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.” (Yusuf, 22)

2. Hikmet, Hz. Peygamber’e (sas) tâlim görevinin bir gereği olarak, muhataplarına öğretmesi için verilen bir vazifedir.

Bakara 129, 151, Ali İmran 164, Nisa 113, Cuma 2…

3. Hikmet, Allah’ın (cc), istediği kullarına bahşedeceği büyük bir nimet, tarifsiz ve hesapsız vereceği büyük bir servettir.

Bakara, 269

İbn Abbas’a yapılan dua: “Allah’ım! Ona hikmeti öğret/ver!”

4. Hikmet, mümin kulların başta tebliğ ve davet olmak üzere her daim işlerini ona göre yapmaları gereken çok temel bir mükellefiyettir.

Nahl, 125

“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 125)

5. Hikmet, tüm müminlerin evlerinin en temel azığı olması gereken bir meseledir.

Ahzab, 34

Hz. Peygamber (sas) hikmeti nasıl tâlim etmiştir?

1. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin mesajlarının lafzî anlamlarını, hikmet ile ise o mesajların maksadını tâlim ettirmiştir.
2. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin anlattıklarını, hikmet ile ise anlatmak istediklerini tâlim ettirmiştir.
3. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin istediklerini, hikmet ile ise istediklerinin nasıl olacağını ve nasıl yaşanılacağını tâlim ettirmiştir.

Hz. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin mesajlarının lafzî anlamlarını, hikmet ile ise o mesajların maksadını tâlim ettirmiştir.

“İman edenler, bununla beraber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar, işte ancak onlar emniyet içerisinde olanlardır. Onlar dosdoğru yolu bul­muş kimselerdir.” (En’âm 82)

Sahâbe, Efendimiz’e (sas) sordular ve ayette geçen “imanlarına zulüm bulaştırmanın” ne manaya geldiği­ni öğrenmek istediler. Efendimiz (sas) bu soruya şöyle bir cevap verdi: “Ayette geçen zulüm sizin anladığını zulüm değildir. Siz Lokman Sûresi’nin 13. ayetini okumadınız mı? Orada Lokman oğluna ne diyor: ‘Evladım sakın Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.’ İşte burada geçen zülüm, şirktir.”

Hz. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin anlattıklarını, hikmet ile ise anlatmak istediklerini tâlim ettirmiştir.

Adî b. Hâtem et-Tâî’nin (v. 67/686) (ra) bir hatırası…

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe, 9/31)

Hz. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin istediklerini, hikmet ile ise istediklerinin nasıl olacağını ve nasıl yaşanılacağını tâlim ettirmiştir.

“Çeyrek dinar veya daha fazla çalanın eli kesilir.”

“Üç dirhem değerinde bir şey çalanın eli kesilir.”

“Allah size çocuklarınız hakkında vasiyette bulunuyor. Erkeğe, iki kadın payı kadar pay vardır…” (Nisa, 11)

“Katil asla mirasçı olamaz.”

“Allah’a ve Resûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yayma­ya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri ya da asılmaları veyahut da ellerinin ve ayaklarının çaprazvari bir şekilde kesilmesi ya da bulundukları yerden sürülmesidir.” (Maide, 33)

“Ya Resûlullah! Eğer bir adam sadece hırsızlık yapmışsa elini kes­melisin. –zaten bu konu hakkında Maide 38’de açık bir hüküm var- Eğer sadece yol kesmişse ayağını kesmelisin. Hem yol kesip, hem hırsızlık yapmışsa; hem ayağını hem elini kesmelisin. Adam öldürmüşse kısas uygulayıp, sen de onu öldürmelisin. Hem adam öldürmüş, hem yol kesmiş, hem de onun bunun ırzına tecavüz etmişse sen de onu asmalısın. Yok, bundan daha az bir suç işle­mişse sen de onu sürgün etmelisin.” (Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’ân, X, 267; Nesai, Kitabü’l-Muharebe, 7)

Bazı kaynaklarda Hayber Fethi sırasında Müslüman olduğu söylen­se de, nübüvvetin ilk yıllarında iman eden bahtiyarlardan birisi de İmrân b. Husayn’dir. (v. 52/672)

Hz. Peygamber’in (sas) kutlu lisanından bize 180 tane hadis rivayet etmiştir.

Babası Husayn b. Ubeyd, oğlu İmrân’dan sonra Müslüman olmuştur.

“İmanın birleştirdiği bu baba ve oğulun haline ağlı­yorum. Biraz önce Husayn kâfir olarak geldiğinde İmrân babasından gizlendi, ona görünmemeye çalıştı. Sonra babası iman edince onun elini ayağını öpmeye çalıştı. İşte beni ağlatan imanın bu güzelliğidir.”

“Bize Kur’ân dışında başka bir şey anlatmayın. Ne de olsa o mübin bir kitaptır ve ne arasak onda vardır. Bundan dolayı biz Kur’ân’dan başka bir şey tanımayız!”

“Sen ne ah­mak adamsın böyle! Söyle bakalım Kur’ân’ın hangi ayetinde yazıyor öğle namazının dört rekât olduğunu, hangi ayetinde yazıyor kıraatin sabah, akşam, yatsı da cehri (açıktan), öğle ve ikindi de sırrî (gizli) olduğunu…” ve sayıyor sayıyor, onlarca şey söylüyor. Sonra diyor ki: “Bunlar Kur’ân’ın müphem yani kapalı meseleleridir, onları ancak Resûlullah (sas) tebyin etmiş, açıklamıştır ve hayatı ile tatbik edip, bizlere göstermiştir.”


Muhammed Emin Yıldırım

17 Kasım 2017 Cuma

Dünyadaki Cennet: Aile


Yeryüzünün Müslümanlar için mescit kılındığını, bu yüzden bir Müminin nereye giderse gitsin orada asla mülteci değil muhacir olacağını dile getirerek sözlerine başlayan Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Almanya’ya hicret etmiş kardeşlerimize şunları söyledi:
“Eğer dünyanın neresine gidersek gidelim muhacir isek, muhacirliğin mükellefiyetini yerine getirmek zorundayız. Eğer muhacirsek örneğimiz Mus’ab’dır (ra). Biz dönmek için değil, ölmek için bir yerlere gideriz. Orada dönmenin değil, ölmenin hesabını yaparız, öyleyse orada kalıcı eserler bırakmanın derdine düşeriz.”

Efendimiz’in (sas) ifadesiyle dünyanın müminin zindanı olduğunu aktaran Hoca, “Biz sefa yurdunda değil, cefa yurdundayız. Ancak dünyada da cennetin kokusunu alabileceğimiz yerler var. Mescid-i Haram öyledir, Arafatta vakfe öyledir, Mescid-i Nebevi öyledir, ilim meclisleri öyledir. Eğer Allah’ın istediği gibi kurulur ve yürütülür ise her ev de birer Dar’ul İslam’dır ve cennetin kokusunun duyulacağı bir yerdir.” dedi.

Ailenin, birbirini dengeleyen ve birbirlerini dışarıdan gelen saldırılara karşı koruyan iki insan demek olduğunu belirten Muhammed Emin Yıldırım Hoca, evliliğin gayelerini 5 madde altında toparlayarak, bu gayeler doğrultusunda üzerimize düşenleri bizlerle paylaştı.

1- Evlilik nimettir; öyleyse şükrü eda edilmelidir.
2- Evlilik dindir. Eğer dinse gözünü korur gibi onu korumalısın.
3- Evlilik devlettir. Her devletin olduğu gibi evliliğin de anayasası vardır. Evliliğin yasasını belirleyen de Allah’dır.

Hanımlarınız size Allah’ın emanetidir. Emanete sadakat müminliğinizin en temel işaretidir.
Hanımlar! Eşleriniz sizin için birer nimettir. Nimete nankörlük etmeyin.

4- Evlilik ibadettir. Öyleyse her ibadetin külfeti olduğu gibi evliliğin külfetine de katlanılmalıdır.
5- Evlilik imtihandır. İmtihansa eğer, sabrı kuşanarak yürümek zorundayız.

Evliliğin dinin yarısı olduğunu da hatırlatan Muhammed Emin Yıldırım Hoca, evlilik öncesi ve evlilik boyunca dikkat edilmesi gereken konulara da değinerek sözlerini nihayete erdirdi.


Muhammed Emin Yıldırım

16 Kasım 2017 Perşembe

Hz. Peygamber’in (sas) Bıraktığı Mesajlar ve Bunların Evrenselliği


Ders Notları:

Hz. Peygamber’in Bıraktığı Mesajlar
Allah’ın Kitabı
Resul’ün Sünneti
Mekteb’in Talebeleri

Bu Mesajların Evrenselliği

Nedir Evrensellik: Yerelliğin zıttıdır. Yerel, belli bir yere, belli bir sosyal çevreye, belli bir kültürel zemine, belli bir ekonomik sisteme ve belli bir siyasal özelliklere ait olan demektir.

Evrensel ise; belli bir zamanda ve belli bir zeminde ortaya çıkmış olsa bile, yerelliğe mahkûm olmadan, bütün bir insanlığa hitap eden ve bu özelliğini de her daim muhafaza eden demektir.

“Evrensel” kelimesi eskiden Türkçede cihanşümul, âlemşümul kelimeleriyle karşılanmaktaydı. Bu kelime, evrenle ilgili, bütün insanlığı ilgilendiren, dünya ölçüsünde, dünya çapında anlamlarına gelmektedir. Malumunuz, İngilizce de bu kelimenin karşılığı üniversal’dir. Yine Global kelimesi ile de ilintilenmektedir.

“Evrensellik” eski bir kavram olsa da “küresellik” kelimesi sözlüklere son yıllarda girmiştir. Son dönemlerde küresel ifadesi daha yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Ama biz özellikle Evrensel ifadesini tercih ettik, onu kullanacağız.

Müslümanları tanıtmak için yapılan bazı tanımlamalar:

Geleneksel İslam
Modern İslam
Kur’an İslamı
Rivayet İslamı
Uydurulmuş İslam
İndirilmiş İslam
Doğu İslamı
Batı İslamı
Türk İslamı
Arap İslamı
İran İslamı
Sünni İslam
Şii İslam
Köy İslamı
Şehir İslamı
Tasavvuf İslamı
Selefi İslamı
Radikal İslam
Ilımlı İslam
Siyasal İslam
Kültürel İslam
Emevi İslamı
Osmanlı İslamı

Hz. Peygamber (sas) tarihin belli bir döneminde, belli muhataplara, belli bir coğrafyada ve bazı belli hadiseler üzerine konuştu.

O’nun (sas) getirdiği her vahiy ve vahyin yorumu ve yaşaması noktasında söylediği, yaptığı, sukut ettiği her işi evrenseldir.

Eğer Kur’anımız; ‘Elhamdulillahi Rabbil Âlemin’ diye başlamış ve ‘Mine’l Cinneti ve’n-Nas’ diye bitmişse; bu dinin tebliğcisi olan Efendimiz (sas):“Ya Eyyühe’n-Nas! Ey İnsanlar” diyerek Veda Haccında tabir caiz ise eğer sözlerinin perdesini kapatmışsa, bu dinin insanlığın tamamına hitap ettiğinin ve sonuna kadarda edeceğinin en büyük delili ve ispatıdır.

İslam Dini’ni evrensel yapan birçok özellik vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1) İslam bütün insanlığa gönderilen son dindir.
2) İslam aklı ve ilmi öncelleyen ve önemseyen bir dindir.
3) İslam hem dünyaya hem de ahirete yönelik mesajları ile denge kuran bir dindir.
4) İslam zorluğu değil kolaylığı, nefreti değil sevgiyi, savaşı değil barışı esas alan bir dindir.
5) İslam her türlü aşırıcılığı dışlayan, ifrat ve tefriti asla kabul etmeyen ve itidal üzere hareket eden bir dindir.

EVRENSELLİĞİN ŞARTLARI


1. Kaynağının İlahî Olması
2. Kaynağının Sağlam Olması
3. Tebliğcisinin Her Türlü Sıkıntıdan Beri Olması
4. Tebliğcisinin Hayatının Bütün Safhalarının Tespit Edilmesinin Mümkün Olması
5. Tebliğe Konu Olan Mesajların, Herkese Hitap Ediyor Olması
6. Tebliğe Konu Olan Mesajların, İnsanların Bütün İhtiyaçlarını Karşılayacak Nitelikte Olması
7. Tebliğe Konu Olan Mesajların, Tüm Muhataplarca Anlaşılır ve Kabul Edilebilir Olması

Kur’an-ı Kerim’deki emirleri biz şöyle bir tasnifata tabi tutarsak, beş ana başlıkta bunları toparlayabiliriz:

1) Çalışmak
2) Adil olmak
3) Doğru olmak
4) Ahde vefalı olmak
5) Emanete riayet etmek

1) Çalışmak

“İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Onun çalışması yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.”
(Necm, 53/39-41)

“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvud (as) elinin emeğini yerdi.”
(Buhârî, Büyü,15; İbn Mâce, Ticâret,1)

2) Adil olmak

“Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik ediniz. Kendinizin, ana, babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayınız.) Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Onun için nefsinizin hevasına uyup da adaletsizlik etmeyiniz. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğip bükerseniz veya doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Nisa, 4/135)

“Vallahi! Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa, ona had uygular, elini keserim.”

3) Doğru olmak


“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab, 33/70-71)

Ebû Mûsâ -radıyallahu anh-: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Müslümanların en fazîletlisi kimdir?” diye sormuştu. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse.” cevabını verdiler.
(Buhârî, Îmân, 4, 5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64, 65)

4) Ahde vefalı olmak


“…Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”
(İsra, 17/34)

“Kıyamet günü, ahdine vefâ göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir.”(Müslim, Cihâd, 15)

5) Emanete riayet etmek

“Mü’minler, emanetlerini ve verdikleri sözü yerine getirirler.” (Mü’minun, 23/8)

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Emâneti olmayanın îmânı da yoktur.” buyurmuşlardır. (Ahmed, III, 135)

Yasaklara gelince, onları da beş ana başlık altında toparlarsak şunları söyleyebiliriz:
1. Allah’a ortak koşmak
2. Anne ve babaya asi olmak
3. Haksız yere cana kıymak
4. Rüşvet almak
5. Dedikodu ve gıybet etmek

1- Allah’a ortak koşmak

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” (Nisa, 4/116)

“Size kebair günahlarının en büyüğünü söyleyeyim mi?

-Evet Ya Resulullah dediler buyurdu ki:

-Allah’a ortak koşmak, ana-baba hakkına riayet etmemek, yalan söz ve yalancı şahitlik. Sonuncusunu o kadar tekrarladı ki keşke sussa dedik!”
(Buhari, Müslim)

2- Anne ve babaya asi olmak


“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et’ diyerek dua et.”(İsra, 17/23-24)

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün!

Sahabeler: ‘Ya Rasulallah! Kimin?’ dediler.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de cennete giremeyen kimsenin.”
(Müslim 2551/9, Buhari Edebü’l-Müfred 2)

3- Haksız yere cana kıymak

“Kim bir insana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide, 5/32)

“Her günahın Allah (cc) tarafından affı beklenebilir. Ancak kâfir olarak ölen ile bir müslümanı haksız yere öldüren kimseler hariç… (tevbe etmedikleri takdirde)” (Hâkim)

4- Rüşvet almak

“Mallarınızı batıl sebepler ile yemeyin. Bile bile insanların mallarından bir kısmını günah bir biçimde yemeniz için onları hâkimlerin önüne atmayın.” (Bakara, 2/188)

“Allah’ın laneti rüşvet alan ve rüşvet verene olsun!” (İbn Mace, 2313)

5- Dedikodu ve gıybet etmek

“Biriniz diğerinin arkasından çekiştirmesin/gıybet etmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 49/12)

“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder.” (Taberâni)

Tevhid, Adalet ve Şura…

Halifelerin Seçimi meselesi…


Muhammed Emin Yıldırım

15 Kasım 2017 Çarşamba

Sözlerimi Duyan, Duymayanlara Ulaştırsın!

Nebevî Miras derslerinin bu haftaki konusu, Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini Sahâbe’ye öğretme metotları ile alakalı idi. Muhterem Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Veda Haccı’nda, Efendimiz’in (sas) bir sözünden hareketle belirlediği; “Sözlerimi duyan, duymayanlara ulaştırsın.” serlevhasının altında, bu konunun ne kadar önemli olduğunu çeşitli örneklerle anlattı. En son bizlere yüklenen vazife ise, gerçekten çok önemli idi. Mevla hepimize bu yolda yardım eylesin, bizleri öğrenen ve öğretenlerden kılsın.

Dersten Cümleler

Asr-ı Saadet dediğimiz o güzel dünyayı doğru tanımak gibi bir sorumluluğumuz var…

Bugün Asr-ı Saadet dünyasını anlama çabalarında arızalı yaklaşımlar:

1. Kendi dünyamızdan bakarak, onların dünyasını tanımaya çalışıyoruz.
2. Beşer olduklarını unutarak, beşer üstü varlıklar gibi algılayıp, kavramaya çalışıyoruz.
3. Sıradan insanlar olarak görerek, vahye şahit olma, peygambere yoldaş olma gibi çok ayrıcalıklı bir hususiyeti, gözden kaçırarak değerlendirmeye çalışıyoruz.
4. Tabi ve doğal olarak değil, hayal ve hisleri ön planda tutarak anlamaya çalışıyoruz.
5. Ön yargısız bir şekilde okuyup, Kur’an’ın hakemliğinde yapılanlar üzerinde tefekkür ederek, o birikime yaklaşacağımız yerde, sadece aktarmaya çalışıyoruz.

Bugün hangi Müslümanın evine gitseniz en az 3-5 tane Mushaf var değil mi? Hicri birinci asrın sonlarına doğru o günkü koca İslam coğrafyasında toplasanız 20 tane kâmilen Mushaf bulamazsınız.

Hicretin 7. veya 8. yılında Efendimiz (sas) bir mektup yazdırıyor Yemame reislerine, adamlar günlerce bir tane okuma-yazma bilen adam arıyorlar, o mektubu okutmak için, aylar sonra ancak buluyorlar da öylece okutuyorlar.

İnsanın yiyeceği en güzel rızık, alnın teri ile kazandığıdır.

Veda Hutbelerinin evrensel mesajları: İnsana onur kazandıran en önemli şeyin kulluk olduğu gerçeği, insan onurunu zedeleyen şeyin ise asabiyet olduğu…

Asıl şeref, Allah’a (cc) kul olmaktır.

“Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvadadır.”

Canın, malın, namusun mukaddes olduğunu vurgulaması, kadınların haklarının gözetilmesi gerektiğini, haksız kazancın önlenmesini, kan davalarının sonlandırılmasını, suçun şahsiliğini ve daha neler, neleri duyurmuştu…

Efendimiz (sas): “Ey İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?” Ashabı kiram hep birden: ‘Şahadet ederiz ki, Allah’ın dinini tebliğ ettin, görevini hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun’ dediler. Resulûllah (sas) mübarek şehadet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemaat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa: ‘Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab!’ buyurdu.”

“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”


Hz. Peygamber (sas) kendisinden hadis nakledilmesini ve yazılmasını yasakladı mı?
Hadis yazmayı yasaklayan en meşhur hadis, Ebû Said el-Hudrî tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadisinde Hazreti Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Benden (bir şey) yazmayınız. Kim benden Kur’ân’dan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin. Benden rivayet ediniz, bir beis yoktur. Kim benim üzerime kasden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Müslim, Sahih, IV. 2298)

Ebû Said el-Hudrî’den rivayet edilen bir haberden öğrenildiğine göre, bir sahabi hadis yazmak için Hz.Peygamber’den izin istemiş, fakat o, bu izni vermekten çekinmiştir.” (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s. 32)

Ebû Hureyre’nin (ra) şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Bir gün biz hadis yazıyorken Resûlullah (sas) yanımıza geldi ve: ‘Bu yazdıklarınız nedir?’ diye sordu. Biz de: ‘Sizden işitmiş olduğumuz hadislerdir.’ dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘Allah’ın kitabı haricinde kitap mı (istiyorsunuz) ? Bilir misiniz? Sizden önceki milletler, ancak Allah Teâlâ’nın kitabına rağmen yazmış oldukları kitaplardan dolayı sapmışlardır’ dedi. (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s.34)

Yazıya müsaade ettiği rivayetlere gelince, bu konuda da üç rivayet aktarayım.

Abdullah b. Amr (ra) “Resulullah’dan (sas) duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyşliler beni bundan nehyetti ve: “Resulullah (sas) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim Daha sonra bu durumu Resulullah’a söylediğimde: “Yaz! Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, (ağzını işaret ederek) buradan haktan başka bir şey çıkmaz.” buyurdu.” (Ebû Davud, İlim, 3)

Buhari’de, Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle bir rivayette bulunmuştur. “Resûlullah’ın ashabı içerisinde Abdullah b. Amr b. As hariç benden daha fazla hadis bilen hiç kimse yoktu. Çünkü O duyduğu hadisleri yazardı ben ise yazmazdım.” (Buhari, İlim, 9)

Ensar’dan birisi Resulullah’a (sas) gelerek: “Ya Resulullah! Ben senden bir söz işitirim, hoşuma gider. Lakin belleyemem.” Resulullah (sas) eliyle işaret ederek: “Sağ elinden yardım al yani yaz!” buyurdu. (el-Hatib, Takyidul-İlm, 65-66)

Bu konuda çok önemli bir delil de Resulullah’ın bizzat yazdırdığı ve şu an elimizde olan 6 tane diplomatik mektubudur.

Hz. Peygamber (sas) kendi hadislerini Sahabe’ye nasıl bir yöntemle öğretiyordu?

Sözlerinin iyice anlaşılmasını sağlardı.
Sözlerinin doğru bir şekilde kavranılmasına özen gösterirdi.
Sözlerinin ezberlenebilmesi için tekrar ederdi.
Sözlerinin hafızalara kayıt edilmesine teşvik ederdi.
Sözlerinin müzakere edilerek iyice kavranmasını isterdi.
Sözlerinin başkalarına ulaştırılmasını özellikle isterdi.

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 18)

Hz. Âişe “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sizin yaptığınız gibi çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya dizmezdi; tane tane konuşur, muhatabının iyice anlamasını sağlardı.” demektedir. (Buhârî, Menâkıb, 23)

Berâ b. Âzib 71 (690) veya 72 (691) yılında seksen küsur yaşlarında iken Kûfe’de vefat etti.

Berâ b. Âzib’in (ra) rivayet ettiği hadislerin toplamı 305 tanedir.

“Ey Bera! Gece yatacağın zaman güzelce abdestini al, sağ tarafına yat ve şu duayı oku!” Efendimiz (sas) sözlerine şöyle devam etmişti: “Ya Rabbi! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana yönelttim. İşlerimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Sana muhabbetimden ve senden korkumdan dolayı Sana sığınırım. Senden gayri sığınılacak başka bir yer yoktur. Ancak sen varsın. Ya Rabbi! Senin indirdiğin kitaba inandım. Gönderdiğin Nebi’ye iman ettim.”

Hz. Peygamber (sas) sözlerini şöyle bitirdi: “Ey Bera! Eğer bu sözleri söyler ve o gece ölürsen, İslam dini üzere (mümin olarak) ölürsün. Senin bundan sonra uyumadan önce son sözlerin bunlar olsun.” (Buhari, Vudû, 75; Müslim, Zikir, 56)

Enes radıyallahu anh’in belirttiğine göre: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defa selâm verirdi.” (Buhârî, İlim, 30, İsti’zân, 13; Tirmizî, İsti’zân, 28)

“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizi, İlim,7)

“Allah, benim sözümü işitip, onu iyice anladıktan sonra, başkalarına tebliğ edenin yüzünü ak etsin.” (İbn Mace, Mukaddime, 18)

“Benden bir söz işitip, onu tebliğ etmek için (başkalarına ulaştırmak için) ezberleyen kişinin Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/96)

Zeyd b. Sabit rivayet ediyor: “Kendisine ilim ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Kimi fıkıh taşıyıcıları vardır ki, kendileri fakih değildirler. Kimi fakihler de kendilerinden daha fakih olanlara o ilmi taşırlar. Allah şu kulun yüzünü ak etsin ki dediğimi işitir, onu anlar ve sonra onu başkalarına duyurur. Zira nice ilim taşıyıcıları vardır ki o ilmi tam olarak anlamaktan yoksundur. Nice ilim taşıyıcısı da kendisinden daha iyi anlayacak olana o ilmi taşır. Üç haslet vardır ki bunlar oldukça mümin kalbi kin ve husumet taşımaz. Ameli Allah rızası için ihlaslı yapmak, Müslüman idarecilere hayırhah olmak ve Müslümanların cemaatine devam etmek… Çünkü Müslümanların duaları ona katılanların hepsini kuşatır.” (İbn Mace, Sünen, 1/ 84, 85)

Berâ b. Âzib: “Bizler her zaman gece-gündüz Resulullah (sas) ile beraber olamıyor, O’ndan bizzat hadisler dinleyemiyorduk. Çünkü her birimizin dünyalık işleri ve meşguliyetleri vardı. Kimimiz tarla ve bahçelerde, kimimiz develerin veya davarlarının peşinde idi. Ama kim o anlara şahit oluyorsa hemen bize o hadiseyi ve o hadisi aktarıyor, biz de onları hafızalarımıza kayıt ediyorduk. Unutmamak için ve iyice anlamak için de bol bol müzakere ediyorduk.” (Marifetü’l-U’lumu’l-Hadis, s.14)

Enes b. Mâlik de şöyle diyor: “Bizler, Resulullah’ın yanında bulunur, ondan hadisler dinler; O’nun yanından ayrıldıktan sonra da o hadisleri kendi aramızda ezberleyinceye kadar müzakere ederdik.” (el-Cami’u li-Ahlaki’-r-Ravi ve Adabi’s-Sami, s. 12)

“Bir kimseye bildiği ilimden sorulur da, o da ilmini gizler, cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/5)

Ebû Hüreyre: “Bir ilim öğrenip de, onu anlatmayanın misali, Allah’ın kendisine mal verdiği kişi gibidir ki, o bu malı stoklar ama ondan başkalarına hiç infak etmez.” (el-Cami’u li Ahlaki’r-Ravi, s. 71)

Ebû Said el-Hudrî: “Merhaba, ey Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize vasiyet ettiği gençler! Resûlullah bizlere, meclislerimizde size yer açmamızı ve hadisleri size öğretmemizi emrederdi. Çünkü siz bizim halefimizsiniz ve bizden sonraki Ehl-i Hadis siz olacaksınız.”(Beyhakî, Şu‘abü’l-İmân, II, 275)

Abdurrahman b. Ebzâ (ra) “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün hitâb ederek Müslümanlardan bir taifeyi övdü. Sonra şöyle buyurdu: “Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!” (Taberânî, Mü’cemü’l-Kebir; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1/165)

“İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıydı.” (Mâide 5/78)

M.Emin Yıldırım