8 Nisan 2014 Salı

311.İMAN VE İNKARDAKİ BAKIŞ AÇILARININ KARŞILAŞTIRILMASI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İnsan, bütün mahlukatla alakadardır. Her şeyle bir çeşit alış verişi vardır. Kendisini kuşatan şeylerle maddeten ve manen görüşmeye, konuşmaya ve komşuluk etmeye yaratılış gereği mecburdur. Bu durumdaki insanın; sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır. İnsan, îmân ve inkâr gözlüklerini gözüne takmakla, bu altı cihetlerde bulunan mahlûkatı ve onların hallerini görebilir.

Sağ cihet:
Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Küfür gözlüğü ile geçmişe bakıldığında, büyük bir mezarlık şeklinde görünecektir. Bu görünüş, insana büyük bir dehşet ve ümitsizlik verecektir.

Fakat îmân gözlüğüyle o cihete bakıldığında, geçmişteki insanların, daha güzel ve nurani bir âleme nakledilmiş olduklarını görür. O kabirleri ve çukurları, nurani bir âleme girmek için açılmış yer altı tünelleri şeklinde değerlendirir. Böylece îmân, insanlara büyük bir sevinç, ferahlık ve huzur verir ve binlerce "Elhamdülillâh" dedirtir.

Sol cihet: Yani, gelecek zamana, küfür gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.

Fakat îmân gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakk’ın, acıyan, merhamet eden, insanı yoktan yaratan ve insanlara hazırladığı çeşit çeşit lezzetli ve hoş, yiyecek ve içeceklerle dolu, hazırlanmış bir sofrası olarak görecektir. Ve binlerce "Elhamdülillâh" okutturarak tekrar ettirecektir.

Üst cihet: Yani, semâvât cihetine küfür ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin, at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi, pek sür'atli ve muhtelif hareket yaptıklarını görür, onların dizgininin ve kumandasının birinin elinde olduğunu bilmediği için, büyük bir dehşete ve vahşete kapılır.

Fakat îmânlı bir adam baktığı vakit o garip, acaib manevranın bir kumandanın emri ve kontrolü altında yapıldığını anlar. Semâvât âlemini süsleyen o yıldızların, insanları aydınlatan kandiller olduklarını görür. Onların hareketinde, dizginlerinin birisinin elinde olduğunu bildiği için, korku, dehşet yerine, onların, bu atlar koşusu şeklindeki hareketine muhabbetle bakar. Gökyüzünün bu tip hareketini tasvir eden îmân nimetine, elbette binlerce "Elhamdülillâh" söylemek azdır.

Alt cihet: Bundan maksat yeryüzüdür. Yeryüzüne küfür gözüyle bakan insan, dünyayı başıboş, yularsız, etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.

Fakat îmân ile bakarsa, Allah'ın kumandası altında, bütün yiyecek, içecek ve giyeceklerle beraber, insanları güneşin etrafında gezdiren bir gemi şeklinde görür. Ve îmândan kaynaklanan şu büyük nimete büyük büyük elhamdülillâh'ları söylemeye başlar.

Ön cihet: Bir Kâfir bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat-insan olsun, hayvan olsun- kafile kafile, büyük bir sür'atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.

Fakat îmân nazarıyla bakan bir mü'min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri yokluk âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmektir. Bu gidişin, yokluk âlemi olmadığını bildiği için, memnuniyetle karşılar.

Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha'nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.

Aynı şekilde, ana rahminden dünyaya gelen çocuk, o tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

Arka cihet: Yani geride gelenlere küfür nazarıyla bakılsa, " bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?" diye edilen suale bir cevap alınamadığından, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.

Fakat îmân nuruyla bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acaib kudretin Mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için, Allah tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Bu insanların, Allah’ın kâinat ile bilinmesini istediği manaları, anladıkları oranda derece alıp, tekrar Allah’ın huzuruna döneceklerini idrak eder. Bu anlayış nimetini kendisine kazandıran îmân nimetine "Elhamdülillâh" diyecektir.

İşte îmân sayesinde insanın bu altı ciheti aydınlanmakta, bütün zamanlar ve mekanlar, onun için, geniş ve rahat bir âleme dönüşmektedir. Âdeta bütün âlem, bildiği, alışkanlık edindiği ve kendini emniyette hissetiği evi şekline girer. Böylece insan, îmân sayesinde kâinatın bir sultanı gibi olur.


Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Nisan 2014 Pazar

Hz.MEHDİ'NİN GELİŞİ İLE İLGİLİ HADİSLER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

"Mehdî" sözlükte, "kendisine rehberlik edilen" demektir. Bütün istikâmetler Allah'dan geldiği için, bu kelime, kendisine Allah tarafından yol gösterilen, yani hususî ve şahsî bir şekilde Allah'ın hidâyetine nail olan mânâsını almıştır.

Terim olarak mehdî, Hz. Peygamber (s.a)'in kıyamete yakın bir zamanda geleceğini haber verdiği sâlih kuldur. Şüphesiz burada kastedilen, Şiilerin"Mehdî-Î Muntazar = Beklenen Mehdi" dedikleri On İki İmam'ın sonuncusu olan Mehdî değildir. Fakat, Mehdi'nin Hz. Fatıma'nın torunlarından olacağına dair hadis vardır. Ancak onun Hz. Hasan'ın mı yoksa Hz. Hüseyin'in mi torunlarından olacağı ihtilaflıdır. İlerideki bir hadiste geleceği üzere Mehdinin adı Peygamberimizin (s.a) adından, babasının adı da Peygamberimizin (s.a) babasının adından olacaktır. Yani adı Muhammed, babasının adı da Abdullah olacaktır. "Mehdî ise onun ismi değil lâkabıdır. Mehdi'nin çıkması kıyametin alâmetlerindendir. O, dini kuvvetlendirecek, yer yüzünde adaleti yayacak ve tüm Müslümanlar kendisine uyacaklardır. Mehdî'den sonra Hz. İsa (as) inecek ve Deccâl'ı öldürecektir. Bir rivayete gö­re ise, Mehdî ile Hz. İsa birlikte inecekler ve Deccâl'ı birlikte öldüreceklerdir. Hz. İsa (as), namazında Mehdiye uyacaktır.

Mehdî'nin zuhurunu haber veren hadîsi, Ebû Davûd, Tirmizî, Ibn Mace, Bezzâr, Hâkim, Taberanî, Ebû Râbî, rîvâyet etmişlerdir.

Bu zatlar, hadisi sahabeden kalabalık bir gruba isnâd etmişlerdir. Bu sahabeler şunlardır. Ali, İbn Abbas, Tâlha, İbn Ömer, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Hureyre, Enes b. Malik, Ebû, Saîd el Hudrî, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Sevbân, Kürel b. İyas, Ali el Hilâl Abdullah b. Haris b. Cezaî (r.a)'dır. 

Anılan bu zatların hadislerinin kimi sahih, kimi hasen, kimi de zayıftır. Bununla birlikte Mehdî konusunda, uydurulmuş hadis de vardır. Avnü'I Ma'bûd'da Muhammed b. Münkedîr'den onun da Câbir'den merfûan rivayet ettiği söylenen "Mehdî'yi yalanlayan kafir olur." mânâsına gelen ve hadis denilen sözün uydurma olduğu ifade edilmektedir.

Mehdî'nin varlığını kabul etmeyenlerin Rasûlullah (asm)'den merfû olarak rivayet edilen "Meryem'in oğlu İsa'dan başka Mehdî yoktur." mânâsındaki hadise dayandıkları söylenmektedir. Ancak Beyhakî ve Hâkim bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Buna sebep hadisin isnadındaki Ebân b. Salih'tir. O metrükü'l-hâdis birisidir.[ 
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/393-394. ]

1.Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Dünyada sadece bir gün kalsa, -Zaîde, hadisinde şöyle dedi - Allah o günü uzatır da - sonra bütün râvîler ittifak ettiler. -O günde Benden veya Ehl-i beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir."

Fitr hadisinde şu ilâve vardır: "O şahıs dünyayı, zulümle dolduğu gibi, adaletle dolduracaktır." Süfyân hadisinde şöyle dedi. "Araplara, adı adıma uyan Ehl-i beytimden biri hakim olmadıkça dünya son bulmayacak, - Veya gitmeyecektir -"

Ebû Davûd der ki, Ömer ve Ebu Bekr'in (rivayetleri) Süfyân'm (rivayetinin) aynıdır, (yani son ilâve, bunların rivayetinde de vardır.[
Tirmizî, Fiten 52. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/399-400.]

Açıklama:
Efendimizin beyânına göre, dünyanın ömründen sadece bir gün bile kalsa Cenab-ı Allah, o günü uzatacak ve Rasûlullah'in ehl-i beytinden Abdullah oğlu Muhammed isminde bir zat gönederecektir. Bu zat tüm Araplara hakim olacak ve daha önce zulümle dolan dünyayı adaletle dolduracaktır.

Ulemanın beyanına göre, Rasûlullah'ın geleceğini haber verdiği bu zat Mehdî'dir. Mehdî'nin, Rasûlullah'ın Ehl-i beytinden olduğu, hadisle sabit olmakla beraber, onun Hz. Hasan'ın mı yoksa Hz. Hüseyin'in mi soyundan geleceği konusunda bir nâss yoktur. Bu yüzden ulema bu hususta ihtilâf etmiştir. Aliyyü'l Kârî Mirkat'da, iki nesebin birlikte bulunmasına bir engel olmayacağını, zahire göre Mehdî'nin baba tarafından Hz. Hasan, Anne tarafından Hz. Hüseyin'e mensup olacağını söyler. Bunu söylerken de Hz. İbrahim'in oğulları İsmail ve İshak (s.s)'a kıyas yapar. İsrailoğullarının bütün peygamberleri Hz. İshak'ın soyundan geldiği halde bizim Peygamberimiz (s.a), Hz. İsmail'in soyundan gelmiş ve öbürlerinin tümü makamına kâîm olmuştur. Aynı şekilde imamların çoğu ve ümmetim büyükleri, Hz. Hüseyin'in soyundan gelmiştir. İşte buna karşılık beklenen Mehdî'nin de Hz. Hasan'ın soyundan gelmesi muvafıktır. İşte evliyanın sonuncusu olacak olan bu zat, diğer büyük zevatın yerine kaîm olacaktır.

Efendimiz'in bildirdiğine göre, Mehdî geldiğinde yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Kimi alimler bundan maksadın tüm dünya, kimi alimler Arap ülkeleri ve ona tâbi yerler olduğunu söylerler.


2.Ali (b. Ebî Talib) (r.a)'dan; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir:

"Dünyanın ömründen sadece birgün kalsa bile, Allah (c.c) benim Ehl-i beytimden bir adam gönderecektir. O dünyayı, (daha önce) zulümle olduğu gibi, Adaletle dolduracaktır."[
İbn. Mâce, Fiten 34 Ahmed b. Hanbel 1-299, III -28,37. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/401-402.]

Açıklama:
Bu hadisin senedi sağlamdır. İsnâddaki Fıtr b. Hânife’yi Ahmet b. Hanbel, Yahya b. Saîd el-Kettân, Yahya b. Maîn, Nesaî, î, İbn Sa'ad ve Sâcî sika kabul etmişlerdir.

Bu hadis, yukarıda geçen hadisle aynı mânâdadır. Rasûlullah'ın söz konusu ettiği şahıs Mehdî'dir. [
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402. ]

3.Ümmü seleme (r.a)şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'i şöyle buyururken işittim:

"Mehdî benim ailemden, Fatima'nın oğullarındandır."
[
İbn Mâce, Fiten 34. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402.]

Açıklama:

Hadisin İbn Mâce'deki rivâyetinde "benim ailemden" cümlesi mevcut değildir."Benim ailem" diye tercüme edilen (...) kelimesi birkaç mânâya gelmektedir. Hattabî, bu kelime ile ilgili olarak şu mânâlara işâret etmektedir.

a) Kişinin, kendi sulbünden gelen oğlu,
b) Kişinin akrabaları,
c) Kişinin amcaoğullan Hz. Ebu Bekir Sakîfe gününde, "Biz, Rasûlullah'ın amca oğullarıyız" demiştir.

İbnü'l Esîr, En-Nihâye adındaki eserinde bu kelimeyi şöyle izah etmiş­tir: Kişinin en yakın akrabasıdır. Hz. Peygamber'in ailesi Abdû'l Muttalip oğullandır. Kureyş olduğu da söylenmiştir. Meşhur olan, onların, kendilerine zekat verilmesi caiz olmalayanlar (Haşimoğulları) olduğudur.

Hadisin devamında Efendimiz (s.a), Mehdî'nin Hz. Fâtıma'nın evlâdından olacağını beyan buyurmuştur. Hafız İmâduddin, bu ifadeyi göz önüne alarak Mehdî'nin Abbasilerden sonra çıkacağını söylemiştir.

Bu hadis, Mehdî'nin Hz. Fatıma'nın oğulları arasından çıkacağı konusunda açıktır. Ama hangi oğlunun neslinden geleceği konusunda bir açıklık yoktur. 

4.Ebû Saîd El Hudrî (r.a)'dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Mehdî ben (im neslim) dendir. O açık alınlı ve ince burunludur. Dünyayı zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracak ve yedi sene hüküm sürecektir."[
Ahmed b. Hanbel II-291, 111-17. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/403-404. ]

Açıklama:
"Açık alınlı" diye tercüme edilen (...) terkibi, aslında, "başının ön tarafının saçı dökül­müş veya saçının yarısı dökülmüş" mânâlarındandır. "İnce burunlu"diye tercüme edilen (...) terkibinin de ayrıca, uzun burunlu, yumru burunlu mânâlarına gelmesi ihtimal vardır.

Bu hadiste Efendimiz, yukarıdakilerden farklı olarak Mehdî'nin şekli­ni tarif etmiş, kalacağı müddeti söylemiştir. El Münâvî bir rivayette yedi senenin yanı sıra "Veya dokuz" sene ilâvesinin, başka bir rivayette de "Allah ona üç yüz bin melekle yardım edecektir." ilâvesinin yer aldığını söyler.[ 
 Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/404.]


Mehdi'nin as gelmeden önceki alametleri ile ilgili hadisleri konuyu uzatmamak adına vermiyorum.Fakat bir iddiaya da cevap vermek gerektiğini düşünüyorum. O da Mesih ve Mehdi inancının İslam'a diğer dinlerden girdiği iddiası:Evet Mesih ve Mehdî inancı diğer dinlerde de mevcuttur.

 Yahudilikte bir kurtarıcı Mesih düşüncesi vardır. Onlar bunun Hz. Davud’un soyundan geleceğine ve kıyamete yakın Yahudileri düşmanlarından kurtarıp yeryüzünde bir Yahudi hakimiyeti tesis edeceklerine inanırlar. Benzeri bir düşünce hristiyanlarda da vardır, özellikle Protestanlarda, Evanjeliklerde Tanrı krallığı inancı vardır. Buna göre kıyamete yakın kirlenmiş olan bu dünyaya yeniden tanrının hakimiyetini getirecek, Bunun karşısında duran inkarcı güçleri kırıp geçirecek gibi bir inançları vardır


 Müslümanlıkla ise bunlar arasındaki Mesih inancında geçişkenlikler ya da birbirini çağrıştıran unsurlar vardır. Mesela Yahudilikteki mesihin İslam rivayet kitabiyatında Deccal’e tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Bizim rivayetlerimizde  Efendimiz’in ağzından “Mesih Deccal” diye geçer; yani sıfatı da verilir. Dolayısıyla Yahudilerin beklediği Mesih, Mesih Deccal’dir. İsa aleyhisselâm ise Rûhullah, kelimetullah olan ve Deccal’i öldürecek olan zattır. Sonra Yahudilikte gökten inecek bir Mesih inancı yoktur . Oysa biz İsa aleyhisselam’ın gökten ineceğine inanıyoruz, hadisler bize bunu söylüyor . 


Bizdeki Mehdî aleyhisselam’a gelince; o aslında çok olağanüstü işler yapacak birisi değil. Aslında farklı dinlerdeki kurtarıcı motifiyle bizdeki Mehdî inancı aynı değil. Mehdî aleyhisselam’ın olağanüstü güçleri olmayacak. Normal bir anadan babadan doğacak. Büyüyecek, Mekke’de mücâvir olacak. Orada bir takım evliyâullâh ona Mehdî olduğunu söyleyecek, kendisi buna inanmayacak. Kendisi kendisinin Mehdî olduğunu bilmeyecek, buna inanmayacak. Bu kurtarıcı motifi ne Yahudilikte ne de hristiyanlıkta vardır. Sonra kendisine yapılan ısrarlı başvurular neticesinde Mehdî olduğunu kendisi de kabul edecek. Sonra Medine’den Beyt-i Makdis’e hicret edecek. Orada Yahudilerle Müslümanlar arasında fiili bir çatışma olacak. Mehdî aleyhisselam çatışmada Müslümanlara kumanda edecek, liderlik yapacak. Müslümanlar bir yere kıstırılmış olacak. İsa aleyhisselâm’ın tam indiği süreci rivayetler bu şekilde haber veriyor. İsa aleyhisselâm’ın nüzûlünden önce Deccal zuhûr edecek. Deccal’e karşı Müslümanlar Mehdî aleyhisselam’ın kendisi de dahil olmak üzere herhangi bir çare bulamayacak, güç yetiremeyecekler. Bu açıdan bakıldığında Mehdî Aleyhisselam olağanüstü güçleri olan birisi değil, normal bir insan. Bu ümmetin başına geçecek, liderlik edecek, vasıfları bize bildirilmiş normal bir insan. Normal bir insan derken sokaktaki bir insandan bahsetmiyoruz. Elbetteki üstün özellikleri var, dirayeti, cesareti, maneviyatı güçlü, savaşçılığı olan bir insan.


Dolayısıyla İslam’ın dışındaki inanç sistemlerindeki Mehdî-Mesih inancının İslâm’a girdiğini kesinlikle söyleyemeyiz. Bu tamamen İslam’ın bütünlüğü içinde yer alan bir inançtır, bir vakı’adır.


Yahudilerin Mesih anlayışı ile Hristiyanların Mesih anlayışı aynı mıdır? Konuyla ilgili aşağıdaki linki tavsiye ederim.

https://sorularlaislamiyet.com/yahudilerin-mesih-anlayisi-ile-hristiyanlarin-mesih-anlayisi-ayni-midir

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

4 Nisan 2014 Cuma

EDİLLE-İ ŞER'İYYE VE NUZÜL-Ü İSA

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Hz.İsa'nın as nuzülü ve Mehdi'nin gelişi ile ayet ve hadisleri vermeden önce yanlış bir algımızdan bahsetmek istiyorum. Son dönemlerde, bize kesin bilgilerle gelen Hz.İsa as ve Mehdi'nin nuzülü tartışılmaya başlandı. Gelecek mi gelmeyecek mi meselesinden bahsetmeden önce bizi böyle düşünmemize sevk eden nedenlere bir göz atalım istiyorum; çünkü bu yanlış algının kökünü temizlemezsek bütün ayet ve hadisleri önümüze koysakta inanmayacak olan yine inanmayacaktır : 


Kesin hükümle bildirilmiş yada bildirilmemiş ayet ve hadislerin açıklamasında kim doğruyu söylüyor? Kime inanacağız ? Bunu nasıl tespit edeceğiz? İşte size küçük ipuçları:

Öncelikle ülemanın birleştiği konularda birileri çıkıpta aykırı birşey söylüyorsa bilinki orada bir sıkıntı var ;o kişiyi ve beyanını tasdik etmeden önce dayandığı delillerini sorgulamanız gerekir. Delillerini söylerken ayetleri şu ana kadar onun gibi yorumlayan hiç kimsenin yada birkaç kişinin olduğunu görürseniz veya bazı hadislerin zayıf veya uydurma olduğunu söylüyorsa (Tabi bunu anlayabilmek için küçük bir araştırmayla çoğunluğun o konudaki icmasını bulmanız gerekiyor) o zaman bunlar kendi heva ve hevesiyle ve aklıyla yaptığı yorumlardır ve  onun Kur'an'dan kendi anladığıdır. Biz ise Efendimizden sas bize nakil yoluyla gelen (ve hadisle de bildirilen) ilk  300 yıl içindeki ulemanın naklini kabul ederiz. Yok eğer siz hala körükörüne "ya evet çok mantıklı,bence de bu böyle "diyorsanız bilin ki sizin deliliniz de "aklınız".

Elbette sorgulayacağız; ama ayetleri,hadisleri değil! Sorgulayacağız;ama doğru bilgiyi kimden alacağız onu sorgulayacağız. Aklımızı devreye sokacağız ve Peygamberimizden sas bugüne bize nakil yoluyla gelmiş bilgiyi bulacağız. Bu bilgiyi bize ulaştıran  sahabeyi,tabiini(sahabeyi görenler), tebe-i tabiini (tabiini görenler), hak mezhep imamlarını tanıyacağız; ilmi seviyelerini ,bize nasıl ve ne şartlarda nakil yaptıklarını hayatlarını okuyarak öğreneceğiz. Ülemanın bilgisini her konuya nasıl vakıf olduklarını, nasıl bir ilime sahip olduklarını bileceğiz. Bu bilgileri edindikten sonra aklımızı devreye sokup düşüneceğiz: Elimde bu kadar delil var iken Peygamberim sas bana hadislerle de kimlerden nakil alacağımı da belirtmişken ben elbetteki ulemanın hiç tereddütsüz birleştiği konulara iman edeceğim. Yoksa son yüzyılda kendi "aklını" devreye sokup hiçbir delili olmadan yada ayetleri kendi "akıl"larıyla yorumlayan (sadece nuzülü İsa meselesinde değil diğer başka konularda da) kendi heva ve hevesleriyle "vardır-yoktur" diyen kişilere mi inanacağım.

Buradaki  asıl gayemizin  doğru itikadı bulup kurtuluşa ermek olduğunu hatırlatıp  bu meseleyi delilleriyle masaya yatırmadan evvel Peygamberimizin sas bizi nasıl yönlendirdiğine bakalım ki  aklımızla değil Efendimiz'in sas buyurduğu gibi davranalım inşallah :(Aşağıda verdiğim 4 hadis, istikametimi çizen en önemli verilerdir.)


Peygamberimiz sas buyuruyor:

*"Size ashabımı (onlara tâbi olmayı) tavsiye ederim, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır."

*Ümmetimin icmasında çoğunluğun dediği geçerlidir;ümmetim sapıklıkta birleşmez.”

*"İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).

* "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn Mâce. Fiten. 8).
Sevâdu'l-a'zam: Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419).

Hz. Peygamber, cemaâta, sevâdu'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir. Cemaât; ilk dönemde, sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mübarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr, Ömer (r.a.)dır" diye cevap vermiş, "Onlar öldü", denilince de yine "falan ve falandır" demiştir. Onlar da öldü, denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtdır" der (Tirmizî, Fiten, 7). İmâm Tirmizî şöyle der: Âlimler, cemaâtı şöyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh, ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaâttir" (Tirmizî, Fiten, 7). Bu anlamıyla, âlimler cemaâtının sapıtması mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allahu Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî, Fiten, 7) diye buyurmuştur.

Konuya geçmeden evvel bir de "Edille-i şer'iyye"nin ne demek olduğundan bahsetmek istiyorum ki daha iyi anlaşılabilsin:

Edille-i şer'iyye dörttür:
Kitâb (Kur'ân-ı kerîm),
Sünnet (Peygamber efendimizin söz, fiil ve takrirleri, bir iş yapılırken görüp de ona mâni olmadıkları şeyler),
İcmâ (müctehid âlimlerin dînî bir işin hükmünde söz birliği etmeleri) 
Kıyâs (hükmü bilinmeyen bir şeyi hükmü bilinene benzeterek anlamak). (Abdülganî Nablüsî)

*İslâmiyet, edille-i şer'iyye ve ona bağlı ikinci derecedeki delil ve vesîkalar ile bize gelmiştir. Bu delîllere dayanmayan, bunların dışında kalan her şey bid'attir, red olunur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

*Din ile ilgili hükümlerin isbâtında edille-i şer'iyye, mû'teberdir. Tasavvufçuların keşif ve kerâmetleri değil. (İmâm-ı Rabbânî)

*Edille-i şer'iyyenin dört olması müctehidler içindir. Mukallidler yâni dört mezhebden birinde olanlar için delil, sened,bulunduğu mezheb reisinin ictihadı ve sözüdür. (Hâdimî)

Tarih boyunca hiçbir bid’at fırkası mütevatir Sünnetle sabit Mehdî, Deccal gibi itikadi unsuları inkar etmemiştir. 

Yüzyılımızın başlangıcında ise bu inkarların başladığını görüyoruz. Modernist zihniyetin mütevatir sünnetle sabit olmuş bu tür meseleleri inkardaki esas problemi sünnet/hadis alanındadır. Onların kafasında farklı bir İslam anlayışı olduğu için edille-i şer’iyye’nin her biri için devre dışı bırakma formülleri vardır. Mesela kıyas hakkında derler ki; “bu lafızcı bir anlayışın ürünüdür. Oysa asl olan maksaddır. Nassların maksadına, hedefine bakalım.” 

Mesela icma için derler ki; “icma her devirde vardır. Sahabenin bir icması varsa kendi dönemlerini bağlar. Biz kendi dönemimizde kendi icma’mızı oluşturabiliriz. Dolayısıyla geçmiş icma’ya aykırı icma’da bulunabiliriz.”     

Sünnete gelince, burada birkaç mekanizma devreye girer. 

Birincisi nakil problemi var derler. "İşin içine ravi girdiyse orada problem var demektir;dolayısıyla rivayetlere tam anlamıyla güvenmemiz, en azından Kur’an’a itimad ettiğimiz gibi itimad etmemiz mümkün değildir" derler. 

İkincisi rivayetlerin mana ile nakledilmesi gibi bir hadise var. "Burada Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın tam olarak ne dediğini tesbit etmemiz hemen imkansızdır" derler. 

Üçüncüsü "Efendimiz aleyhisselam Sünnet vazederken kendi dönemini, şartlarını, toplumunu dikkate almıştır. O, tarihin o döneminde kalmıştır. Bugün her şey değişiyor. Efendimizin kendi toplumu için vazettiği bir takım uygulamaları biz bugünün toplumunu dikkate alarak yeniden yorumlamalıyız" gibi bir takım mekanizmalarla edille-i şer’iyye’yi devre dışı bırakırlar. Sünnet konusunda, Mehdî, nüzul-i İsa (a.s) üzerinde bunu çok yaparlar. Özellikle bu meseleler hakkında araştırma yaparken sık sık şu iddialarını görürüz: “Rivayetlerin, hadislerin sahih kabul edilebilmesi için birincisi Kur’an’a uygun olması, ikincisi akla uygun olması, üçüncüsü vakıaya uygun olması gerekir. Bunlardan birisiyle çatışırsa rivayet sahih değildir. Hanefiler de zaten böyle demişler. Onlar da bizim gibi düşünürler” derler. İyi ama siz zaten aklı ve Kur’an’ı kendinize göre yeniden tarif ediyorsunuz. Bir şeyin Kur’an’a uygun olup olmadığına nasıl karar vereceğiz.Örneğin  recm Kur’an’a uygun mudur, aykırı mıdır diye bakarsak; bu ümmetin seleften halefe bütün alimlerine göre Kur’an’a aykırı değildir. Ama modernistlere göre aykırıdır. Peki burada kim hakemlik yapacak o zaman? Bu akıl hangi akıl? İslami akıl mı, hristiyanın aklı mı, ateistin aklı mı, kimin aklı? Eğer akıl yeknesak bir şey olsa idi hiç kimsenin Allah’ı inkar etmemesi lazımdı. Oysa bakıyorsunuz ateistlerin de kendilerine göre bir akli zeminleri var. Onun için bu tamamen İslam itikadiyatının, bilhassa Kelam ilminin vazettiği çerçeve içersinde hareket edilmesi gereken bir alandır. İşte bu sebepten akla uygun mudur değil midir meselesi girdiği zaman orada Kelam ilmi devreye girer.

Peki Bu akıl nasıl çalışacak? Bu akla çalışma ilkelerini kim verecek? Ölçüsü ne olacak? Hangi zeminde hareket edecek, neyi hedef alacak?
Akıl, sahibine göre şekillenen bir şey. Mehdî aleyhisselam hakkındaki rivayetlerin sünnet temelli olması bu rivayetlerin herhangi bir biçimde zayıf noktasını oluşturmaz. Biz herhangi bir hususun hakikat olarak telakki edilebilmesi için özellikle Kur’an’da açık bir şekilde yer alması şartı aramayız. Çünkü Kur’an’ı bize nakleden, tebliğ eden, tefsir eden Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz aynı zamanda Allah Teala’dan aldığı emirle ve selahiyetle mecazen şari’dir
(şeriat koyan). Onun şari olması bu dinin tebliği ve tefsiri bağlamında Kur’an dışı bir vahiyle bize pek çok şey söylemiş, pek çok hüküm koymuş olması, Kur’an’ın yanında ikinci bir kaynak olarak Sünnetine itibar etmek zorunda bırakıyor bizleri. Efendimiz sas bize sadece Kur’an’ın lafızlarını tebliğ etmemiş, aynı zamanda muradullah nedir bunu bilfiil göstermiş. Dolayısıyla biz İslam’ı Kur’an’dan ibare görmüyoruz, ortada bir peygamber gerçeği var. Peygamber Aleyhisselâm’ın sünneti aynı zamanda Kur’an’ın etrafında bir mahfazadır. O mahfazayı, o fanusu kaldırdığınız zaman Kur’an tabiri caizse korumasız kalır. Dileyen ona dilediği yerde dilediği şeyi söyletebilir. Evet Kur’an korunmuştur, lafzı kıyamete kadar korunmuştur. Ama ortada birçok da yanlış Kur’an yorumları vardır. Allah Teala Kur’an’da  bir şey buyurmuş, biri çıkıyor başka bir şey söylüyor. Bunu yorum yapmak suretiyle yapıyorlar. Zaten Ehl-i Kitab da kendi kitaplarını yorumla tahrif etmişlerdi.  İncil’i sadece çıkarmalar veya ilavelerle değil, yorumla da bozmuşlardı. Hatta İncil araştırmacıları İncil’deki tahrifin en fazla yorum yoluyla yapıldığını söylerler. Tevrat’ta da bu geçerlidir. Aynı şey Kur’an için de geçerlidir. Kimse Kur’an’dan bir ayeti silemez. Ama yorumlarında öyle şeyler söylerler ki Kur'an'ı tahrif ederler.
 Mesela Hindistan’da bunu Kur’aniyyûn ekolü yapıyor. "Salât (namaz) kelimesi dua demektir, günde üç kere kıbleye dönersiniz dua edersiniz bu emir yerine getirilmiş olur diyorlar." Bu bir tahriftir. Kur’an’ın metni apaçık dururken  o namaz emrini dua olarak yorumluyor ve bu temel ibadet başka bir şeye dönüşüyor.

Hazret-i İsa’nın nüzulü  Ehl-i sünnet inanç esaslarından biri olarak tarih boyu kabul edilmiş, ispatlanmış ve belgelenmiş bir konudur ve tam da burada  artık bu konuya dair delillere girmek istiyorum.
Kur'an'dan Deliller

I. Delil

"... sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..."

Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne geleceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:
"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: '
Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim.' " (Al-i İmran, 3/55)

Allah cc kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa (as)'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz etmektedir. Hz. İsa (as) hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun Allah katına yükselişinin ardından da hızla dinde dejenerasyon başladı. Sonraki iki yüz yıl boyunca da, Hz. İsa (as)'ya iman edenler (İseviler) şiddetli baskılara maruz kaldılar. Üstelik İsevilerin hiçbir siyasi gücü de bulunmamaktaydı. Bu durumda geçmişte yaşayan Hristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.

Günümüzde ise Hristiyanlığın özünden uzaklaştığını, Hz. İsa (as)'ın anlattığı hak dinden farklı bir dine dönüştüğünü görürüz. Hristiyanların çoğu arasında Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki -Allah'ı tenzih ederiz- sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; baba, oğul, kutsal ruh) asırlar önce kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hristiyanlarını da Hz. İsa (as)'ya uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kur'an'ın birçok ayetinde "üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir:
"Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür.' diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur..."(Maide, 5/73)

Bu durumda "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa (as)'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve tekrar dünyaya gelişi sırasında bu kutlu insana tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.

Ayrıca ayetin sonunda geçen "...Sonra dönüşünüz Banadır..." ifadesi de dikkat çekicidir. Allah Hz. İsa (as)'ya uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğini haber verdikten sonra Hz. İsa (as) da dahil olmak üzere tümünün kendisine döneceğini bildirmektedir. "Allah'a dönmeleri" ölmeleri olarak anlaşılmaktadır. Bu da, Hz. İsa (as)'ın da kıyamete yakın dönemde yeryüzüne tekrar geldikten sonra ölümünün gerçekleşeceğine bir işaret olabilir.

II. Delil

"... ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur..."

Nisa Suresi'nin 156-158. ayetlerinin arkasından Allah, 159. ayette şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır." (Nisa, 4/159)

Yukarıdaki ayette yer alan "ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur" ifadesi oldukça dikkat çekicidir.

Burada bazı tefsirciler "o" zamirinin Hz. İsa (as) yerine Kur'an'a baktığını düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kur'an'a iman edeceği şeklinde bir yorumda bulunmuşlardır. Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de "o" zamiri tartışmasız bir biçimde Hz. İsa (as) için kullanılmıştır:

Nisa Suresi, 157. ayet:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük." demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler."

Nisa Suresi, 158. ayet:
"Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan "o" zamirinin Hz. İsa (as)'dan başka bir varlığı kastettiğinin hiçbir delili yoktur.

Nisa Suresi, 159. ayet:
"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır."
Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan "Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır" ifadesi de oldukça önemlidir. Kur'an'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının (Nur Suresi, 24; Yasin Suresi, 65), işitme, görme duyularının ve derilerinin (Fussilet Suresi, 20-23) kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri bildirilmektedir. Kur'an'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir ayet yoktur. İlk cümlenin -cümle yapısı olarak veya ayetlerin ardarda gelişi açısından herhangi bir delil bulunmamasına rağmen- "Kur'an"ı ifade ettiği kabul edilirse, ikinci cümlede yer alan "o" zamirinin de Kur'an'a işaret ettiği iddia edilmiş olur. Oysa Allah Kur'an'da bizlere bu konuyla ilgili herhangi bir bilgi vermemiştir. (En doğrusunu Allah bilir)

Kur'an ayetlerine baktığımızda aynı zamirin, Kur'an'a işaret ettiği durumlarda, (Tarık Suresi, 13; Tekvir Suresi, 19; Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi, 192-196'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında mutlaka Kur'an'dan bahsedildiğini görürüz. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin içinde Kur'an'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kur'an'ı tarif ettiğini söylemek yanlış olabilir. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa (as)'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir.

Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise "ölümünden önce"ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin "Kitap Ehlinin kendi ölümlerinden önce" inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler. Bu yoruma göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden Hz. İsa (as)'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Hz. İsa (as) döneminde "Kitap Ehli"tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış, onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Daha sonra da onu öldü sanıp inkarlarını sürdürmüşlerdir. Aynı durum bugünkü Yahudiler için de geçerlidir, çünkü onlar Hz. İsa (as)'yı peygamber olarak kabul etmemektedirler. Bugüne kadar Hz. İsa (as)'ya iman etmemiş milyonlarca Ehli Kitap Yahudi yaşamış ve Hz. İsa (as)'ya iman etmeden ölmüştür. Dolayısıyla ayette söz konusu olan Kitap Ehlinin değil, Hz. İsa (as)'ın ölümüdür. Sonuç olarak, ayetlerin bizlere gösterdiği gerçek ise şudur: "Hz. İsa (as) ölmeden önce tüm Ehli Kitap ona iman edecektir."

Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle karşılaşırız.Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa (as)'ın ölümü söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah katına yükselmiştir. Hz. İsa (as) dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir. İkincisi, Hz. İsa (as)'ya tüm Ehli Kitabın iman etmesi söz konusudur. Bu da kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen bir olaydır. Dolayısıyla buradaki "ölümünden önce" ifadesinin işaret ettiği kişi Hz. İsa (as)'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona Müslüman olarak itaat edecek ve Hz. İsa (as) da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)

III. Delil

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir..."

Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir. Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa (as)'dan bahsedilir:
"Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: 'Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?' Onu yalnızca bir tartışma konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı." (Zuhruf, 43/57-60)

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa (as)'ın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur."
 (Zuhruf, 43/61)

Bu ayetin Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa (as), Kur'an'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını "kıyamet saati için bir bilgi"yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa (as)'ın, ahir zamanda, yani kıyametten önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bu ayette geçen "O, kıyamet saati için bir ilimdir" ifadesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: "İnnehu le ilmun lissâati." Bu ifadede yer alan "hu" zamirinin "Kur'an"a işaret ettiğini söyleyenler vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Kur'an için "hu" yani "o" zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında veya ayetin içinde Kur'an'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır. Başka bir konu içinde "hu" zamiri ile Kur'an'dan bahsedilmez. Ayrıca bu ayetin öncesindeki ayete bakıldığında, orada da açıkça Hz. İsa (as) kastedilerek o zamiri kullanıldığı görülecektir:
"O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık." (Zuhruf, 43/59)

Bu zamirin Kur'an'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında geçen"Ondan kuşkulanmayın, bana uyun" ifadesini delil olarak gösterirler. Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetler tamamen Hz. İsa (as)'dan bahsetmektedir. Bu nedenle "hu" zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve Hz. İsa (as)'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz. İsa (as) olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde bu konu şu şekilde açıklanmaktadır:

"Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de -saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir)."2

IV. Delil

"... Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek..."

Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:
"Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir. Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek." (Al-i İmran, 3/45-48)

Ayette, Allah'ın Hz. İsa (as)'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de "Kitab'ı" öğreteceği haber verilmektedir. Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz önemlidir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:
"Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide, 5/110)

Her iki ayette de geçen "Kitap" ifadesini incelediğimizde, bunun Kur'an'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kur'an olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında, Kur'an'ın başka ayetlerinde, "Kitap" kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kur'an'ı ifade etmek için kullanılmıştır:
"Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O, sana Kitab'ı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti." (Al-i İmran, 3/2-3)

Kitap kelimesinin Kur'an'a işaret ettiği başka ayetler de şu şekildedir:
"Allah Katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir."(Bakara, 2/89)"Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik." (Bakara, 2/151)

Bu durumda, Hz. İsa (as)'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kur'an olduğunu ve bunun da ancak Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü Hz. İsa (as) Kur'an'ın indirilmesinden yaklaşık ALTI YÜZ sene önce yaşamıştı. Biraz sonra detaylı olarak göreceğimiz gibi, Peygamber Efendimiz (asm)'in hadislerinde Hz. İsa (as)'ın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kur'an'la hükmedeceği bildirilmektedir. Bu da ayetteki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)

V. Delil

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..."

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..."
 (Al-i İmran, 3/59) ayeti de Hz. İsa (as)'ın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsir alimleri genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine, Hz. Adem (asm)'in Allah'ın "Ol" emriyle topraktan yaratılması ile Hz. İsa (as)'ın yine "Ol" emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin ikinci bir işareti daha olabilir. Hz. Adem (as) cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa (as) da ahir zamanda Allah'ın katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

VI. Delil

"...doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün..."

Kur'an'da Hz. İsa (as)'ın ölümünü ifade eden bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem, 19/33)

Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa (as)'ın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)

VII. Delil

"... beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun..."

Hz. İsa (as)'ın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetinde geçen "kehlen"kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:
"Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…" (Maide, 5/110)"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran, 3/46)

Bu kelime Kur'an'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa (as) için kullanılmaktadır. Hz. İsa (as)'ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan"kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "otuz beş yaş sonrası döneme işaret ediyor"şeklinde çevrilmektedir.

Hz. İsa (as)'ın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında Allah Katına yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa (as)'ın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa (as)'ın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler.3 (En doğrusunu Allah bilir)

İslam alimlerinin bu yorumunun isabetli olduğu, söz konusu ayetler dikkatle incelendiğinde kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kur'an ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa (as) için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kur'an'da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa (as) için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.

Nitekim İmam Taberi, Tefsir’inde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:

"Bu ifadeler (Maide Suresi, 110), Hz. İsa (as)'ın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı… Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46), Hz. İsa (as)'ın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır."4

"Kehlen" kelimesinin açıklamaları da, Kur'an'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir)

Tüm bu anlatılanlar Hz. İsa (as)'ın ahir zaman adı verilen dönemde yeryüzüne tekrar geleceğini ve insanları hak din olan İslam'a yönelteceğini ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu, Allah'ın iman edenlere büyük bir müjdesi, rahmeti ve nimetidir. İman edenlerin sorumluluğu ise, Hz. İsa (as)'yı en güzel şekilde savunup desteklemek ve onun insanları çağırdığı Kur'an ahlakını en doğru şekilde yaşamaktır.


*Ehl-i Sünnet ulemâsının herhangi bir itikadî esası, hatta herhangi bir fıkhî esası bile, haram-helâl meselesini bile isbat ederken, ortaya koyarken takip ettikleri bir metot vardır: 
 Âyet-i kerimenin o konuya temâsı ama açıktır, ama kapalıdır, ama işârî bir ifade vardır, ama sarih bir ifade vardır, önce konuyu Kur’ân-ı Kerim âyetiyle ortaya koyarlar; (bizim burada yapmış olduğumuz gibi)
 sonra konu hadislerle desteklenir, teyit edilir. Daha sonra sahabenin, tâbiînin, müctehid imamların konuyla ilgili icmaına, ittifakına yer verilir. İşte şimdi biz de bu metodu takip etmek sûretiyle âyetlerden çıkan bu sonucu bir de Hz. Peygamber Efendimizden nakledilen hadisler bağlamında ele alalım inşallah.

Hadislerden Deliller

Hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne dönüşü, dönmeden önce ve döndükten sonra gerçekleşecek çeşitli hadiseler hakkında Peygamber Efendimiz (asm) çok önemli bilgiler vermiştir. Peygamberimiz (asm)'in gelecek hakkında verdiği bilgiler "gayb" haberlerindendir. Allah ayetlerde dilediği elçilerine gayb bilgilerini vereceğini bildirmiştir:

"O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." (Cin, 72/26-27)

Rabbimiz Fetih Suresi'nde de Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)'e rüyalar aracılığı ile bilgi verdiğini haber vermiştir:
"Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı."(Fetih, 48/27)

Ayette görüldüğü gibi, Rabbimiz cc , Peygamberimiz (asm)'e çeşitli gayb haberleri vermiştir. Bu haberler, Peygamberimiz (asm)'e ve onunla birlikte olan salih müminlere Allah'ın büyük bir desteğidir, yardımıdır.

Peygamberimiz (asm), Allah'ın bildirmesiyle, kıyamet alametleri ile ilgili de birçok haber vermiştir. Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişi Peygamber Efendimiz (asm)'in gelecekle ilgili verdiği haberler arasında önemli bir yere sahiptir. Ahir zamanla ilgili rivayetler sahih hadis kaynağı olan Kütüb-ü Sitte'nin tamamına ve ardından İmam Malik'in Muvattası, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsnedleri gibi en muteber hadis kaynaklarına girmiştir. Bu kaynaklardan öğrendiğimize göre Peygamberimiz (asm), Hz. İsa (as) ile ilgili çok özel açıklamalarda bulunmuştur. Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi konusu, "tevatür" (kuvvetli haber) derecesinde bilinen bir konu olarak hadis ilmi içinde yerini almıştır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) hadislerinde, ahir zamanda din ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağını, yeryüzüne barış, adalet ve refahın hakim olacağını bildirmektedir. Peygamberimiz (asm) bu hakimiyeti Hristiyan dünyası ile İslam dünyasını birleştirecek olan Hz. İsa (as)'ın gerçekleştireceğini bizlere müjdelemektedir. 

Hz. İsa (as) Hakkındaki Hadisler Tevatür Derecesindedir.
 Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lügat'ta şöyle yapılmaktadır:

Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.5

İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, tevatür hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:

"Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi"denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna,"mütevatir-i manevi" denir."6

Hz. İsa (as)'ın gelişinin tevatür derecesinde hadislerle bildirildiğine dair özel olarak bir eser kaleme alan büyük hadis alimi Şeyh Muhammed Enver el Keşmiri "Et Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l Mesih" isimli çalışmasında yetmiş beş tane hadise ve yirmi beş tane sahabeye ve sahabeleri görenlere ait esere yer vermiştir.

Hz. İsa (as)'ın tekrar geleceğini nakleden alimlerin başında İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:

"Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cücün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde varid olduğu vech ile, haktır, olacaktır."7

Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne tekrar gelişi konusu kıyametin on büyük alametinden biridir ve birçok İslam alimi eserlerinde bu konuyu detaylı olarak ele almışlardır. Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür. Örneğin Es Seffarini, Levami adlı eserinde, İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını şöyle ifade eder:

"Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa'nın ineceği hususunda ittifak etmiştir. Şeriat ehlinden hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır."8

Büyük İslam alimi Seyyid Alusi de, Ruhu'l Meani tefsirinde, -diğer İslam alimlerinin görüşlerinden örnekler vererek- Hz. İsa (as)'ın inişi konusunda cemaatin söz birliği yaptığını, bu konuda haberlerin manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar meşhur olduğunu, Hz. İsa (as)'ın gelişine imanın vacip olduğunu açıklamıştır.9

İmam Kevseri de Hz. İsa (as)'ın inişi ile ilgili görüşlerini şu şekilde bildirmiştir:

"Hz. İsa (as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerfilerdeki tevatür,"tevatür-i manevidir." Sahih (sağlam) ve hasen (güzel) hadis-i şerifin her biri, farklı manalara delalet etmekle birlikte hepsi de Hz. İsa (as)'ın ineceği hususunda söz birliği içindedirler ki, bu, hadis ilminin kokusunu koklayan bir kimse için inkarı mümkün olmayan bir gerçektir… Mehdi ile Deccal'in çıkacağı ve Hz. İsa (as)'ın ineceği hususundaki hadis-i şeriflerin tevatür derecelerine ulaşmış olmaları, hadis ilmi ehlince asla şüphe edilecek bir husus değildir. İlm-i kelam ehlinden (inanç ilmiyle uğraşanlardan) bazısının kıyamet alametleriyle ilgili hadislere inanmanın vacip olduğunu kabul etmeleriyle beraber, bu hadislerden bir kısmının mütevatir olup olmadığı hususundaki şüpheleri ise, hadis ilmiyle ilgili bilgilerinin azlığından kaynaklanmaktadır."10

Alim İbn-i Kesir ise, konuyla ilgili ayetlerin tefsirini yaptıktan ve ilgili hadisleri açıkladıktan sonra düşüncesini şöyle ifade etmektedir:

"İşte bunlar Resulullah (asm)'den mütevatir olarak rivayet edilmiştir ve bu hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'ın nasıl ve nereye ineceği hususu açıklanmıştır… Hz. İsa (as)'ın cesed-i şerifiyle dünyaya ineceği hakkında zikredilen sahih ve mütevatir hadis-i şerifler, tevile (başka şekilde yorumlanmaya) elverişli değildir. Dolayısıyla, zerre kadar imanı ve insafı olan herkesin, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ineceğine inanması gerekmektedir ki, bunu ancak şeriata zıt, Allah'ın Kitabına, Resulü'nün sünnetine ve Ehl-i sünnetin ittifakına muhalif olan kimseler inkar edebilir."11

Hadislerin tevatür olduğu konusunda yapılan bir diğer açıklama da şöyledir:Şevkani de İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının yirmi dokuza ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda:

"Bizim naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür sınırına ulaştı. Bu beyanımızla şu sonuca varılıyor ki, beklenen Mehdi hakkındaki hadisler, Deccal hakkında hadisler ve İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir." demiştir.12

Tirmizi, Ebu Davud, Bezzaz, İbni Mace, Hakim, Tabarani ve Ebu Ya'la Musuli bu konu hakkında çeşitli sahabelerden rivayetler nakletmişler; Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Talha, İbni Mes'ut Ebu Hureyre, Enes, Ebu Sa'id Hudri, Ümmi Habibe, Ümmi Seleme, Sevban, Kurre bin İyas, Ali Hilali ve Abdullah bin Haris bin Cüz'e birtakım senetlerle isnad etmişlerdir.13 Bunların yanı sıra İbn-i Hacer-i Haysemi "es-Sevaik-ul Muhrika" kitabında, Şeblenci "Nur-ul Ebsar" kitabında, İbn-i Sabbağ "el-Fusul-ul Muhimme", Muhammed es-Sabban "İs'af-ür Rağibin", Genci-i Şafiî "el-Beyan" kitabında, Şeyh Mansur "Ali Ğayet-ul Me'mul" kitabında, Suveydi "Sebaik-uz Zeheb" adlı kitapta Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlardır.

Bu hadisleri Ehl-i sünnet muhaddis ve alimleri kendi kitaplarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî, Deylemi, Beyhaki, Sa'lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem'âni, Harezmi, Şa'rani, Darakutni, İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaleddin Suyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi ve diğer alimler bu konuya eserlerinde yer vermişlerdir.

Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde de, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne inip Deccal'i öldüreceğine dair rivayetlerin tevatür derecesini bulduğunu belirtir.14 Hadis alimi Kettani'nin de Nazmü'l-Mütenasır isimli eserinde15 "Hz. İsa (as)'ın inişinin kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabit olduğunu, bu husustaki hadislerin, ayrıca Deccal ve Mehdi hakkındaki hadislerin de mütevatir olduğunu"savunduğu görülür. Tefsir alimi İbn-ü Atiyye el Gırnadi el Endülüsi'nin El Bahru'l Muhit adlı tefsirinde, "Hz. İsa (as)'ın diri olduğu, ahir zamanda ineceği hususunda ümmetin ortak görüşünün bulunduğu ve bu konudaki hadislerin mütevatir olduğu" ifade edilir.

Konu hakkında eserleri bulunan yazarların nakillerinden de anlaşılmaktadır ki hadis kaynakları çok zengindir. Dahası, Hz. İsa (as)'ın gelişinin ahir zamanda gerçekleşecek olan kıyamet alametlerinden olduğunu bildiren hadisler de Buhari, Müslim gibi ana hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

"Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet kopmaz... Biri de İsa (as)'ın inmesi..." (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39)

"Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa (as) Aleyhisselam), …hac yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için icabet edecektir." (Müslim, Hacc: 216, 1252)

"Kıyamet on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi..." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 362)

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır..." [Buhari, Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: 242 (155); Ebu Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi, Fiten: 54 (2234)]

"İsa inecek; emirleri: 'Haydi gel, bize namaz kıldır!' diyecek. Buna karşılık: 'Kiminiz kiminizin emiridir. Bu, Allah'ın bu ümmete bir lütfu keremidir.' diyecek." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 380)

"Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek..." (Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, cilt 2, s.192; Kenzul Ummal, Kitabul-İman, Bab-ı Nüzul-i İsa İbn-i Meryem, 14/332)

"İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz?" (Buhari, Enbiya 50, 3265, 3/1272; Müslim, İman: 71,155,1/136; Beyhaki, Esma ve Sıfat: 3265, 2/166)

İslam Alimleri Hz. İsa (as)'ın gelişini, akide (inanılan ve itikad edilen esas) konusu olarak değerlendirmektedirler:

Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kur'an-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri bir arada değerlendirerek, Hz. İsa (as)'ın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir. Ve konuyu şu şekilde açıklamaktadırlar:

1. Nisa Suresi'nin 157. ayetinde Allah, "... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." diye bildirmiştir. Bu ayetle birlikte Kur'an'ın diğer pek çok ayetinde Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu bildirilmekte ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine işaret edilmektedir. İslam alimleri bu konuda ittifakla, bunun aksini savunmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını söylemektedirler. Örneğin İbn Hazm bu ayeti tefsir ederken;"Hz. İsa (as)'ın öldürüldüğünü söyleyen bir kimsenin mürted (İslam dininden dönen) veya kafir olacağını." vurgulamıştır.16

2. Hz. İsa (as)'ın gelişi ile ilgili hadislerin, tevatür derecesinde ve bu konuda hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık olmaları Müslümanlar için çok önemli bir delildir. Üstelik bu konudaki hadislere karşı öne sürülebilecek -yani Hz. İsa (as)'ın yeniden gelmeyeceğini bildiren- tek bir farklı hadis dahi yoktur.

3. Cabir İbn-i Abdullah'dan rivayet edilen "Mehdi'nin çıkışını inkar eden, muhakkak Muhammed (asm)'e indirilene küfretmiştir. Meryem'in oğlu İsa'nın inişini inkar eden de muhakkak kafir olmuştur. Deccal'in çıkacağını kabul etmeyen de muhakkak kafirdir." hadisi de İslam alimleri tarafından kullanılan bir diğer delildir. Bu hadis, Şeyh Hace Muhammed Parisa'nın "Faslu'l Hitap", Şeyh Ebu Bekir el Kelabazi'nin "Meani'l Ahbar", İmam Süheyli'nin "er-Ravuzu'l Ünüf", İmam Suyuti'nin "el-Arful Verdi fi Ahbaril Mehdi" gibi ünlü İslami kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Şeyh Ebu Bekir, bu hadisin senetini de açıklamıştır: "Bize Muhammed İbni Hasen, ona Ebu Abdillah el-Huseyn İbni Muhammed, ona İsmail İbni Üveys, ona Malik İbni Ebes, ona Muhammed İbni Münkedir, ona da Cabir İbni Abdillah Hazretleri böylece bildirmişlerdir."


4. Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadisleri nakleden ravilerin çokluğu ve güvenilirlikleri de İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir diğer husustur. Bu ravilerden bazıları şunlardır: Ebu'l Eşas es-Sanani, Ebu Rafi, Ebul Aliye, Ebu Ümametle Bahili, Ebud Derda, Ebu Hureyre, Ebu Malik el-Hudri, Cabir İbn Abdillah, Huzeyfe İbni Edis, Sefine, Katade, Osman İbnül As, Nafi İbni Keysani, Velid İbni Müslim, Ammar İbni Yasir, Abdullah İbni Abbas...

Hz. İsa (a.s)’ın kıyamete yakın yeryüzüne ineceği inancı, ilgili Kur’an ayetlerinin delaleti yanında Efendimiz (s.a.v)’den tevatüren gelen rivayetlere dayanır ve Sünnîsiyle bid’isiyle bu ümmetin hemen tamamı bu inançtadır. 72′si merfu, 47′si gayri merfu olmak üzere toplam 119 rivayet bize “İsa gelecek” derken ve bu güne kadar “İsa gelmeyecek” diyen bir tek rivayet gösterilebilmiş değilken birileri çıkıpta bunun aksini söylüyorsa o zaman bizde şöyle deriz:

“Açıklamayı Allah yapmaz da insanlar yaparsa, kim olursa olsun, karşı taraf bunu Allah’ın açıklaması zanneder; Allah’a itaat ettiği düşüncesiyle bir insana itaat eder. O insan kendisini Allah’ın yerine koymuş olur…” HAŞA.

Kaynaklar:

1.  Elmalılı Hamdi Yazır, Tefsir
3. Faslu'l-Makal fi Ref’i İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, Muhammed Halil
Herras, Mektebetü's Sünne, Kahire, 1990, s. 20
4. Taberi Tefsiri, İmam Taberi, 2. cilt, s. 528; cilt 1, s. 247
5. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav, İstanbul, 2000, 3003
6. Muhtasar-ı Seyyid-i Şerif, s. 46
7. Fıkh-ı Ekber, Ebu Hanife, Nu'man b. Sabit (150/767), Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara, 1982
8. Levamiu'l Envaril Behiyye, es-Seffarini, 2/94-95; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.169
9. Ruhu'l Meani, Seyyid Alusi, 7/60; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 168
10. İmam-ı Kevseri, Nazratün Abira, s.44-49; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 167-168
11. İbn-i Kesir, 1/578-582; Avnü'l Mabud, 11/457-464
12. Sünen-i İbn-i Mace, 10/338
13. Mukaddime, İbni Haldun, MEB Şark Islam Klasikleri, 2. cilt, s. 137-139
14. Said Havva, 9: 445
15. Nazmü'l-mütenasir fi'l-hadisi'l-mütevatir, el-Kettani Ebu'l-Fayd Muhammed b. Ca'fer el-Hasani, Halep, s.147; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1997, s.108
16. İlmü'l-Kelam, İbn Hazm, s.56-57; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1997, s.53.

https://ikrayasin.blogspot.com/2018/09/deccal-ve-hz-isa-asn-gelisi-ile-ilgili.html


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

2 Nisan 2014 Çarşamba

308.YÖNETİCİYE İTAAT ETMEK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce ALLAH: "Ey iman edenler! ALLAH’a itaat edin, Rasûle de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de" (en-Nisa, 4/59) diye buyurmaktadır.

Sahih(-i Buharî)de Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Bana itaat eden, ALLAH’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden, ALLAH’a da isyan etmiş olur. (Benim tayin ettiğim) emir’e itaat eden bana itaat etmiş olur, emir’e isyan eden bana isyan etmiş olur.(
Buhârî 7137; Müslim 1835.)

Ebu Zerr -Radıyallahu anh-dan dedi ki: "Can dostum bana, Habeş’li, azaları kesik dahi olsa (başımdaki hak yöneticiye) dinleyip, itaat etmemi tavsiye etti." (
Müslim 648, 1837; İbn Mâce 2862.)Buharî’de, ki rivayette de: "İsterse başı kuru üzüm tanesi gibi Habeş’li olsa dahi...(Buharî 693, 696, 7142; Müsned, III, 114; İbn Mâce 2860.)ifadesi de vardır.

Yine Buharî ve Müslim’de şu hadis yer almaktadır: "Masiyet ile emrolunması hali müstesna müslüman kişiye hoşuna gitmeyen hususlarda dinleyip, itaat etmek görevi vardır. Şâyet masiyet ile emrolunursa ne dinlemek, ne de itaat söz konusudur." (
Buhârî 2955, 7144; Müslim 1839.)

Huzeyfe b. el-Yeman’dan şöyle dediği nakledilmektedir: İnsanlar Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem-e hayra dair sorarlardı. Ben de ona, beni gelir bulur korkusuyla şerre dair sorardım. Ey ALLAH’ın Rasûlü! dedim. Biz cahiliye döneminde ve şer arasında idik. ALLAH bize bu hayrı gönderdi, bu hayırdan sonra bir şer olacak mı? O: "Evet" buyurdu. Peki bu şer’den sonra bir hayır olacak mı? diye sordum. O: "Evet, ancak bünyesinde bir parça fesad bulunacak" dedi. Ben: Peki bünyesindeki fesadı nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu: "Bir kavim (gelecek) ve bunlar benim sünnetimden başka bir sünnet izleyecekler, benim hidayetimden başka bir yola uyacaklar. Bir takım işlerini uygun görecek, bir takım işlerini münker göreceksin." Yine ben: Peki, bu hayırdan sonra bir şer olacak mı? diye sordum. Şöyle buyurdu: "Evet, cehennem kapıları üzerinde bir takım davetçiler olacak. Bu davetlerini kabul edenleri içine (cehennem ateşine) atacaklar." Ey ALLAH’ın Rasûlü! Onları bize vasfeder misin? dedim. Şöyle buyurdu: "Evet (niteliklerini belirteyim). Bunlar etiyle, kemiğiyle bizden bir topluluktur. Bizim dillerimizi konuşurlar." Ey ALLAH’ın Rasûlü! dedim. Eğer ben bu döneme yetişecek olursam, ne yapmamı tavsiye edersin? Şöyle buyurdu: "Yine müslümanlar cemaatine ve onların hak imamlarına bağlı kalacaksın." Ben: Eğer bir cemaatleri de, bir imamları da bulunmayacak olursa (ne yapmamı emredersin?) diye sordum. Şöyle buyurdu: "O takdirde bütün bu fırkalardan uzaklaş, velev ki bir ağacın kökünü azı dişlerinle yakalayacak olsan bile. Ölüm sana gelip yetişinceye kadar sen bu hal üzere kalmaya devam et." (Buhârî 3606, 7084; Müslim 1847.)

İbn Abbas -Radıyallahu anh-dan dedi ki: Rasûlullah -Sallallahu aleyhi vesellem- şöyle buyurdu: "Her kim emirinden hoşuna gitmedik bir şey görürse sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış kadar dahi ayrılıp ta ölen bir kimsenin o ölümü cahiliye ölümüdür." (Buhârî 7053, 7054, 7143; Müslim 1849.)

Bir başka rivayette: "İslam’ın boyunduruğunu boynundan çıkartmış olur" (Müsned, IV, 130, 202, V, 344.)denilmektedir.

Avf b. Malik -Radıyallahu anh-, Rasûlulllah -Sallallahu aleyhi vesellem-in şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Sizin en hayırlı imamlarınız (devlet yöneticileriniz), sizin kendilerini sevdiğiniz ve kendilerinin sizi sevdiği, kendilerine dua ettiğiniz ve size dua eden yöneticilerdir. En kötü yöneticileriniz ise kendilerine buğz ettiğiniz, kendileri de size buğz eden, kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet edenlerdir." Ey ALLAH’ın Rasûlü dedik, o takdirde biz kılıçlarımızla onlara karşı çıkmayalım mı? dedik. Şöyle buyurdu: "Aranızda namazı kıldırdıkları sürece hayır. Şunu biliniz ki her kimin başına bir yönetici gelir de onun ALLAH’a isyanı gerektiren bir iş yaptığını görürse, yaptığı bu ALLAH’a karşı masiyet olan işten hoşlanmasın. Bununla birlikte itaatten de asla el çekmesin." (Müslim 1855; Müsned, VI, 24, 28.)

Görüldüğü gibi Kitab da, sünnet de masiyet ile emretmedikleri sürece ulu’l-emr’e itaatin farz olduğunu ortaya koymaktadır. Yüce ALLAH’ın şu buyruğunu düşünelim: "ALLAH’a itaat edin, rasûle de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de" (en-Nisa, 4/59) Burada Yüce ALLAH, "rasûle itaat edin" diye buyurduğu halde, sizden olan emir sahiplerine de itaat edin diye buyurmamıştır. Çünkü emir sahipleri bağımsız olarak kendilerine itaat edilecek kimseler değildirler. Onlara ancak ALLAH’a ve Rasûlüne itaat etmeleri halinde itaat olunur. İtaatı emreden fiil, ALLAH Rasûlü ile birlikte tekrarlanmıştır. Çünkü ALLAH Rasûlüne itaat eden, ALLAH’a itaat etmiş olur. Zira ALLAH Rasûlü, ALLAH’a itaat olmayan bir işi emretmez. O böyle bir emir vermekten yana korunmuştur. Yöneticiler ise bazen ALLAH’a itaat olmayan işler emredebilirler. Onlara ancak ALLAH’a ve Rasûlüne itaat olan hususlarda itaat olunur.
Zulmetseler dahi onlara itaat etme gereğine gelince, buna sebeb onlara itaatin dışına çıkıp, ayaklanmanın sebeb olacağı kötülükler, onların zulümlerinden hasıl olacak kötülüklerden kat kat fazla olmasıdır. Şüphesiz (zalimlikleri halinde) Yüce ALLAH onları bizlere ancak amellerimizin fasit oluşu dolayısıyla bize musallat kılmıştır. Ceza da amelin cinsindendir. O halde bize bütün gayretimizle ALLAH’tan mağfiret dilemek, O’na tevbe etmek ve amellerimizi ıslah etmek düşer.

Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: "Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebiyledir. Çoğunu da affeder." (eş-Şura, 42/30); "Böyle iken başlarına iki katını getirdiğiniz bir musibet gelip size çatınca mı ‘bu bize nereden geldi?’ dediniz. De ki: ‘O kendinizdendir.’ Şüphesiz ALLAH herşeye güç yetirendir." (Al-i İmran, 3/165); "Sana gelen her iyilik ALLAH’tandır, sana gelen her fenalık da kendindendir." (en-Nisa, 4/79); "İşte Biz kazanmakta oldukları yüzünden de zalimlerin kimini kimine böylece musallat ederiz." (el-En’âm, 6/129)

O halde yönetilenler, eğer zalim yöneticinin zulmünden kurtulmak istiyorlarsa, bizzat kendileri zulmü terketsinler.

"Sünnet’e ve cemaate tabi oluruz. Şâz görüşlerden, ihtilâftan ve tefrikadan da uzak dururuz."


(el-Akidetü't Tahaviyye(İbn Ebi'l-İzz el-Hanefi)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"  


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR