30 Mayıs 2025 Cuma

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-1-


 HAC İLE İLGİLİ ÂYET VE HADİSLER

 Âyet

"Yoluna güç yetirenlerin Kâbe'yi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnîdir." 

Âl-i İmrân sûresi (3), 97 

Hac kelime olarak kastetmek, ziyaret etmek demektir. Dinimizde ise, "arefe günü zevâlden bayram günü fecrin doğuşuna kadar Arafat'ta bir süre durmak ve sonra Kâbe'yi tavaf etmek" demektir. Âyette, "yol bulabilenler yani gücü ve imkânı olanlar üzerinde Allah'ın hakkı olduğu" bildirilen işte bu ziyarettir. Biz buna hac diyoruz. Hac, bilindiği gibi İslâm'ın beş şartından olup bu beş şart içinde en son farz kılınandır. Haccın farz olduğuna bu âyet delâlet etmektedir. 

"Güç yetirmek" veya "yol bulabilmek" ten maksadın, "azık ve binek" olduğu Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır (bk. Tirmizî, Hacc 14; İbni Mâce, Menâsik, 6, 16). Hatta Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte (Hacc 3) Peygamber Efendimiz "Kim, azığa ve kendisini Allah'ın evi Kâbe'ye ulaştıracak bir bineğe sahip olduğu halde haccetmezse, ha yahudi ha hıristiyan olarak ölmüş, hiç farketmez" buyurmuştur.

 Âyet-i kerîmedeki "kim inkâr ederse" ifadesi de "şartlarına sahip olduğu halde kim haccetmezse" anlamında yorumlanmıştır. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'nin belirttiği üzere, İslâm'ın esaslarından herhangi birini terketmek dinden çıkmak gibi bir şeydir. Binaenaleyh İslâm'ın beş esasından biri olan haccı terkeden kimsenin, yukarıda zikrettiğimiz hadiste görüldüğü gibi, yahudi veya hıristiyana; bir başka hadiste ( bk. Müslim, İmân 134) namazı terkeden kimsenin de müşrike benzetilmesi; Hz. Peygamber dönemindeki yahudi ve hıristiyanların namaz kılıp haccetmemeleri, Arap müşriklerinin de haccedip namaz kılmamaları sebebiyle olsa gerektir. Hac, şartlarına sahip olanlar için ömürde bir kere yerine getirilmesi gerekli ve yeterli olan bir farzdır. Adanmış olan haccın yerine getirilmesi ve başlanmışken bozulmuş bulunan nâfile haccın kazâsı vâciptir. Henüz kendisine hac farz olmamış kişi ile farz haccı yerine getirmiş olan kimsenin yaptığı hac ise, nâfiledir.

 Hadisler

1274. İbni Ömer raıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak." 

Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, îmân 13

 Açıklamalar

 1077 ve 1209 numara ile geçmiş olan hadîs-i şerîf, burada haccın İslâm'ın beş temel esasından biri olduğunu göstermek için zikredilmiştir. 

İslâm'ın kendisiyle tarif edildiği her şey, hiç şüphesiz son derece önemlidir. Çünkü o, İslâm'ın vazgeçilmez bir esası demektir. Bu sebeple hadisimizde sayılan beş esastan her biri, farz-ı ayn niteliğinde olup birilerinin yerine getirmesi ile diğerlerinin üzerinden asla düşmez. Her mükellefin bizzat kendisinin işlemesi gerekir. Dolayısıyla da bu beş esastan her biri, müslümanlık bakımından hayatî bir öneme sahiptir.

 İslâm'ın bu beş esası hadisimizde farz oluş sırasına göre sayılmış değildir. Öyle olsaydı, haccın en son sırada yer alması gerekirdi. Zira hac, en son farz kılınmış olan hem malî hem bedenî bir ibadettir. 

İbadetlerde asıl maksat, Allah emrinin yerine getirilmesi ve dinin yüceltilmesidir. Bu maksat, hacda ümmet çapında gerçekleşmektedir. Çünkü tevhid dininin ilk mâbedi olan Kâbe çevresinde gerçekleştirilen hac, İslâm ümmetinin inanç ve uygulama birliğinin en üst düzeyde göstergesidir. Haccın mü'minler üzerindeki tesirini ancak o ibadeti yerine getirenler bilebilir. 

Uygulama açısından üç çeşit hac söz konusudur: 

Hacc-ı ifrad: Sadece hac yapmak niyetiyle ihrama girilir. Kâbe’ye ulaşmış olmanın şükrü anlamında Kâbe'nin etrafında yedi kere dolaşmak demek olan kudûm tavafı icra edilir, bu tavafın ilk üç dönüşünde kısa ve çabuk adımlarla biraz çalımlıca yürünür ( remel) ve Safa ile Merve tepeleri arasında yedi kez gidip gelinir yani sa'y yapılır, ihramda kalınır, günü gelince Arafat'a çıkılır, şeytan taşlanır, tıraş olunur ve Kâbe tavaf edilir. Artık bir daha remel ve sa'y yapılmaz. 

Hacc-ı temettu': Hac aylarında önce umre niyetiyle mîkat denilen ihrama girme yerlerinden birinde ihrama girilir. Tavaf ve sa'y yapılıp tıraş olunur (umre) ve ihramdan çıkılır. Günü gelince bu defa hac niyetiyle ihrama girilir. Bu tür hac yapanların kurban kesmeleri gerekir. 

Hacc-ı kıran: Mîkâtta hem umre hem de hac niyetiyle ihrama girilir. Önce yukarıda tarif edildiği gibi umre yapılır ve ihramda beklenir, hac günü gelince hac yapılır. Bu tür hac yapanların da kurban kesmesi gerekir. 

Bir anlamda namazdaki başlama (iftitah) tekbirine benzeyen ihrama girme olayı ile başlayan hac, menâsik denilen bir dizi uygulamadan meydana gelir. Namaz, selâmla bitirildiği gibi hac da tıraş olmak suretiyle sona erdirilir. 

Haccetme niyetinin açık bir şekil ve fiille ispatı ve sürdürülmesi anlamına gelen ihram, kişiye her çeşit lezzetleri, rahatı, alışık olduğu âdetlerini terkettirmesi ve çevreye en küçük bir zarar vermemeyi öğretmesi bakımından son derece önemli ve etkili bir uygulamadır. 

Hac; ihram, "lebbeyk Allahümme lebbeyk..." diye seslenmek demek olan telbiye, tavaf, sa'y, Arafat dağında arefe günü öğleden akşam güneş batıncaya kadar kısa bir süre de olsa ayakta durup dua etmek (vakfe), şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olma gibi birtakım sembol niteliğindeki uygulamaların bir araya toplandığı en büyük kulluk hareketidir. Bu niteliği sebebiyledir ki İslâm'ın beş esasının en son farz kılınanı olmuştur. Bu yönüyle hac, kullukta zirveyi temsil eder, yani o bir kemaldir. En geniş kapsamlı bir kulluk hareketi ve bir ameldir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. İslâm'ın beş esasından biri olarak hac, şartlarını taşıyanlar için farz-ı ayn bir ibadettir. 

2. Haccı inkâr eden kâfir olur.

BUGÜN "ELHAMDÜLİLLAH" GÜNÜ


Bugün akşama kadar "ELHAMDÜLİLLAH" zikrini yapıyoruz.

Elbette anlamını TEFEKKÜR ederek yapacağız.

Allah Teala Hamîddir. Hamîd ismi bize en baştan, Rabbimizin her işinin övgüye layık olduğunu, O’ndan bir eksiklik sadır olamayacağını hatırlatır. 

Allah’a “Allah” olarak inanan herkes O’nun her işini beğenir, razı olur. Çünkü bizim şer sandığımız hayır; hayır sandığımız şer olabilir. (Bakara, 2/216.) 

Hamd/rıza mertebesi bu idrakteki bir insanın Rabbinin bütün işlerine razı olması ve O’nu her durumda övmesi demektir. Varlıkta da yoklukta da… Nimette de kahırda da…

Hamd mertebesindeki kişi Yüce Allah’ı övmek için O’nun nimetlerinin gelmesini beklemez. O’nu Allah olduğu için över; kendisine lütfettiği için değil. 

O halde ELHAMDÜLİLLAH diyerek O’nun bize lutfettiği hidayete, bedenî ve ruhî güzelliklere, sağlığa, son peygamberine, tebliğ ettiği dine ve Onun ümmetinden olma şerefini bize bahşetmesine, Allah Teala’nın maddî ve mânevî kötülüklerden korumak şeklindeki rahmetine, hem de zaman zaman yaşadığımız sıkıntıların birer imtihan olduğunu ve sabrederek mükafatlandırılacağımızı bilerek ve bütün verdiklerine ve vermediklerine karşı sevgi besleyerek hamd eder ve Rabbimizi yüceltiriz.

94- İnşirâh Suresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir. İnşirah, açılmak, genişlemek demektir.

Nuzülü

Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci sûredir. Duhâ sûresinden sonra, Asr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Konusu

Sûrede Yüce Allah’ın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e mânevî lütufları özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu bildirilerek Mekke’de putperestlerin baskısı yüzünden sıkıntı çeken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlara teselli ve ümit verilmekte; onlardan Allah’a ibadet ve itaatlerini sürdürmeleri istenmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/94-insirah-suresi

29 Mayıs 2025 Perşembe

BUGÜN "SÜBHANALLAH" GÜNÜ

Bismillahirrahmanirrahim

Zilhicce ayının ilk 9 günü yapılan amellerin kıymetini biliyoruz. Gelin amellerimizin bir kısmını birlikte yapalım. Böylece birbirimizi teşvik etmiş oluruz.

Bu 9 günde oruç tutmak çok faziletli biliyoruz. Oruçlarımızı tutalım inşallah.

Ayrıca, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu günlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin buyurdu.

Öyleyse; birlikte

Bugün akşama kadar "Sübhanallah" zikri ile başlayalım mı?

Ancaak!! Sadece arka arkaya tekrar etmekten bahsetmiyoruz. Anlamını TEFEKKÜR ederek yapacağız.

Tesbih ( Sübhanallah), tevhid inancını pekiştiren bir kavramdır.

Buna göre tesbihin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için duygu ve düşüncenin yanı sıra davranışların ve dilin de buna göre bir işlev üstlenmesi gerekir.

1- Evreni yaratan ve yöneten varlığın yüce ve münezzeh oluşu bilgisine öncelikle düşüncenin ulaşması, gönlün de buna katılması tesbih eyleminin birinci aşamasını oluşturur. ( Bu aşamada Allah Teala’nın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğunu tefekkür edeceğiz)

2- Ardından kişinin bütün kötülüklerden süratle kaçıp Allah’a sığınması aşaması gelir. ( insanın sürekli biçimde ilâhî kontrol altında bulunduğunu bilerek şu şu hatalarımdan Sana sığınırım diyerek Rabbimize yöneleceğiz ve o hatalardan uzaklaşmaya samimi bir niyet edeceğiz)

3- Üçüncü aşamada hem iç etkilenmeyi sağlamak hem bu psikolojiyi sürdürmek için tesbih lafızlarının dille tekrarlanması söz konusudur. ( Bu bilinçle artık lafızla zikretmeye başlayalım)

Bu kademelerin aşılması sonunda, “Biz, her birimizin sahip bulunduğu makamda saf saf durur ve Allah’ı tesbih ederiz” diyen meleklerin (es-Sâffât 37/164-166) itaat ve tesbih makamına yaklaşmak mümkün olur.

Yapabiliriz miyiz? Yaparız. Yapalım inşaAllah.

***SÜNNETE UYGUN İBADET -32- Zilhicce Orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu üç bölümdeki 6 hadis-i şeriften, Zilhiccenin ilk on gününde tutulan oruçtan Allah’ın hoşnut kalacağını, Arefe günü tutulan orucun günahlara keffaret olacağını, aşure günü oruç tutmanın faziletini, Ramazandan sonra gelen Şevval ayından altı gün oruç tutulursa bir senenin oruçlu geçirilmiş gibi sevap olacağını öğreneceğiz. [1]

1252. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Başka günlerin hiçbirinde, –zilhiccenin ilk on gününü kastederek– şu günlerde işlenecek amel–i sâlihten, Allah katında, daha sevimli hiçbir amel yoktur."

– Allah uğrunda yapılacak cihad da mı üstün değildir, Yâ Resûlallah? dediler.

– "(Evet) Allah yolunda yapılacak cihad da. Ancak malını ve canını tehlikeye atarak cihada çıkan, şehit olup dönmeyen kimsenin cihâdı başka. (O, bundan üstündür), "
buyurdu.

[2]

sadakat.net/riyazus-salihin- 226) Zilhicce Orucu (Zilhiccenin İlk On Gününde Oruç Tutmanın Ve Diğer İbadetlerin Fazileti)

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.
[2] Buhârî, Îdeyn 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 61; Tirmizî, Savm 52; İbni Mâce, Sıyâm 39.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

93-DUHÂ SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?

Mekke devrinde nâzil olmuştur, on bir âyettir. Fâsılaları ا، ث، ر harfleridir. Adını birinci âyetteki “kuşluk vakti” anlamına gelen duhâ kelimesinden alır. Kuşluk vaktine yeminle başlayan sûreye Ve’d-Duhâ sûresi de denilir. Vahyin bir müddet kesilmesi sebebiyle Mekke müşrikleri arasında çıkan, “Rabbi Muhammed’i terketti, ona küstü” şeklindeki dedikodulardan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin duyduğu üzüntü üzerine nâzil olmuştur (sûrenin nüzûl sebebiyle ilgili rivayetler için bk. Buhârî, “Tefsîr”, 93, “Teheccüd”, 4, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 1; Müslim, “Cihâd”, 114-115; Tirmizî, “Tefsîr”, 82; Hâkim, II, 526-527). Vahyin kesilme süresiyle ilgili olarak iki üç günden kırk güne kadar varan çeşitli rivayetler mevcuttur.

Duhâ sûresi, İslâm güneşinin yükselişini sembolize eden kuşluk vaktiyle küfür ve şirk döneminin, bitmeye yüz tutmuş karanlık bir geceyi andıran haline yeminle başlar. Allah Teala’nın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i terketmediği ve kendisine darılmadığı bildirilir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i yakın bir gelecekte büyük başarıların beklediği, peygamberlik görevinin sonunun başlangıcından daha hayırlı olacağı müjdelenir. Aslında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem annesiz babasız büyüyen bir yetimken rabbi kendisini koruyup kollamış ve ona peygamberlik vermiştir. Artık rabbin desteğinden uzak kalması ve terkedilmiş bir duruma düşmesi söz konusu değildir.

Sûrenin ikinci yarısındaki âyetler ilk nazarda bir başa kakma üslûbu taşır gibiyse de dikkatle incelendiğinde böyle olmadığı görülür. Daha önce verilen nimetlerden söz edilmesi başa kakma değil peygamberlikten sonra verilecek nimetlerin daha öncekilerle kıyaslanamayacak kadar büyük olduğunu anlatmak içindir. Nübüvvetten önce resulünü kimseye muhtaç etmeyen Allah Teala nübüvvetten sonra mı yüzüstü bırakacaktır. Artık bir peygamberden beklenen görevleri yerine getirmesi, yetime, kimsesize sahip çıkması, ihtiyacı olanları eli boş çevirmemesi gerektiği belirtilir. Sûre, rabbin nimetlerini dile getirmeyi emreden bir âyetle son bulur. Bundan da en büyük nimet olan İslâm dininin tebliğ ve tâlim edilmesi istendiği sonucu çıkarılmalıdır. Bu özellikleri ve muhtevasıyla sûre yalnız Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem için değil her zaman ve her yerde bütün müslümanlar için büyük bir mânevî güç ve moral kaynağıdır.

Duhâ sûresinin bir önceki Leyl sûresiyle anlam ilişkisi vardır. Leyl sûresi, iyilerin ileride hoşnut ve razı olacaklarını müjdeleyen âyetle son bulurken bu sûrede, “Rabbin sana verecek, sen de razı olacaksın” meâlindeki âyetle bu müjdeye açıklık getirilmiş olur. Bundan sonraki İnşirâh sûresi ise hem üslûp hem de anlam bakımından Duhâ sûresinin devamı gibidir. Çünkü bu sûrede Peygamber’in göğsünün genişletildiği, sırtındaki ağır yükün kaldırıldığı ve namının yüceltildiği bildirilir. Duhâ sûresinin başında yer alan, “Rabbin seni terketmedi, senden yüz çevirmedi” meâlindeki âyete karşılık İnşirâh sûresi, “Öyleyse sen de sadece rabbine yönel” âyetiyle son bulur.

Duhâ sûresini okumanın faziletine dair Sa‘lebî ve Vâhidî gibi müfessirlerce Übey b. Kâ‘b’dan nakledilen ve daha sonraki bazı tefsir kitaplarında da yer alan, “Kim Duhâ sûresini okursa Allah onu Muhammed’in şefaatine lâyık gördüğü kulları arasına alacak, ona ayrıca yetim ve dilencilerin sayısının on katı sevap yazacaktır” meâlindeki hadisin mevzû olduğu kabul edilmiştir (Zerkeşî, I, 432; Duhâ sûresinin ve daha sonraki sûrelerin sonunda tekbir getirilmesiyle ilgili rivayet için bk. BEZZÎ; TEKBİR).

Müellif: EMİN IŞIK

https://islamansiklopedisi.org.tr/duha-suresi

BİBLİYOGRAFYA

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḍḥv” md.

Müsned, IV, 312-313.

Buhârî, “Tefsîr”, 93, “Teheccüd”, 4, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 1.

Müslim, “Cihâd”, 114-115.

Tirmizî, “Tefsîr”, 82.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Bulak), XXX, 229-234.

Hâkim, el-Müstedrek, II, 526-527.

Kādî İyâz, eş-Şifâʾ, I, 46-49.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, İstanbul 1307, VIII, 594-607.

İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VIII, 446-450.

Zerkeşî, el-Burhân, I, 432.

Tecrid Tercemesi, IX, 34-38.

Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XVI, 162-165.

Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XXX, 153-165.

Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5883-5909.

Zuhûr Ahmed Azhar, “Ḍuḥâ”, UDMİ, XII, 301-302.


28 Mayıs 2025 Çarşamba

***ZİLHİCCE AYI İBADETLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

28 Mayıs 2025 Çarşamba Zilhicce ayı başlıyor.

Kurban Bayramı’nın bulunduğu aya zilhicce denir. Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti çoktur. 

 Bu 10 gün Allâhu teâla'nın kendisine ibadet edilmesinden hoşlandığı çok müstesna olan günlerdendir. Zira o günler mahşerin ve sonsuzluğun provasına hazırlanılan günlerdir.

“Allah (cc) katında çokça ibadet edilecek ve salih amel işlenecek günler içersinde, Zilhicce’nin ilk on gününden daha hayırlısı yoktur.” (Buhari, İdeyn, 11; Ebû Davûd, Savm, 61; Tirmizi, Savm, 52)

“Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerin, diğer aylarda yapılan amellerden daha kıymetli olduğunu bildirince, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, Allah yolundaki cihattan da mı daha kıymetlidir) diye sual ettiler. Peygamber efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cevabında, (Evet cihattan da kıymetlidir. Ancak canını, malını esirgemeden harbe gidip şehit olan kimsenin cihâdı daha kıymetlidir.) buyurdu.” (Buhari, Fadli’l-Amel, 11; Tirmizi, Sıyam, 52, İbni Mace, Sıyam, 39)

Peygamber Efendimizin zevcesi Hafsa (r.a) diyor ki:

"Resulullah (sav) dört şeyi terk etmezdi: Aşure günü orucu, Zilhicce'nin on günü orucu, her ay üç gün orucu ve sabahın iki rekât sünneti."
 
(İbn Kayyım el-cevziye, Zadu’l-Meâd 2/651)

 Hacca gidemeyen müslümanların bu günlerde oruçlu olmaları çok büyük bir fazîlettir. Bu sebeple 9 gününü oruç tutmalı, 10. gün kurban kesilinceye kadar birşey yemeden oruçluymuş gibi olup, kurban etiyle iftar etmelidir. Hiç olmazsa terviye (8. gün) ve arefe (9. gün) ü oruçlu olmak lazımdır. 

Müslim'in Hadîs-i şerîf'inde Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdularki; ''Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına keffâret olur''.

Beyhakî Hadis'inde de ''Duânın fazîletlisi, arefe günü yapılandır''buyurarak arefe gününde yapılması gereken ibadetlerden birisininde duâ etmek olduğunu bizlere bildirmiş oluyor.

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki;
“Hiçbir ibâdetin kıymeti, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılanın kıymeti gibi olamaz.”
“Bu on günün hayrından mahrum olan kimseye yazıklar olsun! Bilhassa dokuzuncu (Arefe)
 günü oruçla geçirmelidir! Onda o kadar çok hayır vardır ki, saymakla bitmez.”

“Allah indinde zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!”
(Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)


Tesbih: Sübhanallah, 
Tahmid: Elhamdülillah, 
Tehlil: Lâ ilâhe illallah, 
Tekbir: Allahü ekber, demektir.”


Zilhiccenin on günü içinde muhtaçlara yardım etmek, hasta ziyaret etmek, din ilmi meclisinde bulunmak müstehabtır. Din ilmini öğrenmek kadın erkek herkese farzdır. Çocuklarına öğretmek, birinci görevdir.

Bu günlerde beş vakit namaza ilaveten nafile ibadetlere de ağırlık vermelidirler. 

Her şeyden önce her zaman ve zeminde en vazgeçilmez ibadet olan beş vakit namazı asla ihmal etmemeliyiz. Çünkü, hiçbir nafile ibadet farzların yerini tutamaz. Namazlarda cemaate katılmak için gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile eda etmeliyiz. Mümkünse bugünlerde oruç tutup zamanımızı Kur'an, istiğfar, salavat, zikir ve dua ile geçirmeliyiz. Her zaman yapamayanlar bile hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüd gibi namazları kılmalı, affa nail olmak için gayret etmelidir.

Arefe günü İhlâs Suresi okumak çok faziletlidir. Çünkü arefe, tevhidin, azamet ve kibriyanın tam hissedilip ilan edildiği gündür. 


Arefe günü sabah namazından 4. bayram günü ikindi namazına kadar bütün
farzlar'ın ardından teşrik tekbirleri almak kadın ve erkek bütün mükellef olan müslümanlara vâcib'dir.


 teşrik tekbirleri:
"Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd" şeklinde tekbir alınır.

Rabbim Zilhicce ayının hayırlarından mahrum eylemesin. Âmîn.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

93- Duhâ Sûresi- 9-11 . Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾9﴿ O halde sakın yetimi ezme!

﴾10﴿ El açıp isteyeni de sakın boş çevirme!

﴾11﴿ Rabbinin lutuflarını şükranla an.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Câhiliye döneminde başlıca sosyal ve ahlâkî problemlerden biri de yetimlerin ve yoksulların durumu idi. Onların hakları gözetilmez, malları ellerinden alınır, kendilerine zulmedilirdi. Buna göre 9-10. âyetlerin ana hedefi Resûlullah’ın şahsında bütünüyle toplumun dikkatini bu iki temel ahlâkî ve sosyal problem üzerine çekmek ve bunları çözüme kavuşturmaktı. Bunun yanında, daha özel olarak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’a mazhar olduğu anılan ihsanlar karşısında şükür mahiyetinde bazı görevleri hatırlatılmaktadır. Burada sıralanan görevlerin, 6-8. âyetlerde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bahşedildiği bildirilen ilâhî lütuflarla alâkalı olduğu görülmektedir. Buna göre Allah Teala onu yetim iken korumuştur; o da yetimi incitmemeli, himaye etmelidir. Allah Teala ona ne yapacağını bilmez iken yol göstermiştir; o da kendisine bir şeyler sorup aydınlanmak isteyeni geri çevirmemelidir. Allah Teala onu yoksulken zengin kılmıştır; o da kendisinden yardım isteyeni azarlamamalı, gereken yardımı yapabildiği kadar yapmalıdır. Şükürle ilgili bu özel görevler örnek olarak sıralandıktan sonra sûre bu konuda “Rabbinin lütuflarını şükranla an” şeklindeki genel ve kuşatıcı bir buyrukla tamamlanmıştır. Bazı müfessirler buradaki “nimet” kelimesini “Kur’an, peygamberlik, bu sûrede Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e lutfedildiği bildirilen şeyler” gibi değişik mânalarla açıklamışlarsa da bunu, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın hayatı boyunca mazhar olduğu maddî ve mânevî bütün lütuflar, nimetler olarak anlamak sûrenin amacına ve âyetlerin akışına daha uygun düşmektedir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayat hikâyesi onun eşsiz ahlâkını açıkça göstermektedir ve bu âyetlerde söz konusu edilen uyarılara onun herhangi bir davranışı sebep olmuş değildir. Kur’an’ın irşad ve eğitimde kullandığı üslûp gereği burada onun şahsında bütün insanlığa hitap edilmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa:639-640

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Duh%C3%A2-suresi/6088/9-11-ayet-tefsiri

27 Mayıs 2025 Salı

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ZİLHİCCE ORUCU " Bâbı


ZİLHİCCE ORUCU ZİLHİCCENİN İLK ON GÜNÜNDE ORUÇ TUTMANIN VE DİĞER İBADETLERİN FAZİLETİ 


Hadis

1252. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Başka günlerin hiçbirinde, -zilhiccenin ilk on gününü kastederek- şu günlerde işlenecek amel-i sâlihten, Allah katında, daha sevimli hiçbir amel yoktur." 

- Allah uğrunda yapılacak cihad da mı üstün değildir, Yâ Resûlallah? dediler. 

- "(Evet) Allah yolunda yapılacak cihad da. Ancak malını ve canını tehlikeye atarak cihada çıkan, şehit olup dönmeyen kimsenin cihâdı başka.(O, bundan üstündür), buyurdu. 

Buhârî, Îdeyn 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 61; Tirmizî, Savm 52; İbni Mâce, Sıyâm 39 

Açıklamalar 

Hac ibadetinin yerine getirileceği günlerin içinde bulunduğu zilhicce ayının ilk on günü hakkında vârit olan bu hadîs–i şerîf, başta oruç olmak üzere bu günlerde yapılacak ibadetlerin, senenin diğer günlerinde yapılacak ibadetlerden üstün olduğunu müjdelemektedir. Oruç açısından meseleye bakıldığı zaman ramazan ayının bu "diğer günler'"e dahil olmadığı anlaşılır. Çünkü ramazanda oruç tutmak farzdır. Ayrıca bu on günün onuncu günü kurban bayramı günüdür (yevmü'n-nahr) . O gün oruç tutulmaz. Bu durumda hadiste söz konusu edilen fazilet, zilhiccenin ilk dokuz gününe yönelik olmaktadır. Kurban bayramı gününün de dahil olduğu teşrik günlerinin fazileti ile ilgili başka değerlendirmeler bulunmaktadır.

 Öte yandan hac ibadetini yerine getirmek üzere Mekke'de bulunan müslümanların, zilhiccenin sekiz ve dokuzuncu günleri (terviye ve arefe) oruç tutmamaları daha uygun bulunmuştur. Çünkü o günler vakfe için Arafat'a çıkma ve orada bulunma yani yolculuk günleridir. Hacca gitmemiş olanlar arefe günü oruç tutabilirler. 

Bu farklılıklar dikkate alınınca, hadisimizin müjdesinin genel anlamda zilhiccenin ilk on gününü kapsadığı sonucuna varılır. 

Hadiste mutlak olarak "amel-i sâlih" buyurulmuş olmasına rağmen, Nevevî merhum, hadisi nâfile oruçla ilgili bu bölümde zikretmek suretiyle o umumi ifadeyi, tamamen "oruc"a tahsis etmiş olmasa bile, orucu da ihtiva ettiğini hatırlatmak istemiştir. Aslında koyduğu başlıkta da bu ikili durumu ifade etmiş bulunmaktadır. 

Zilhiccenin ilk on günü, bilindiği gibi Beytullah'ı ziyaret günleridir. Yani namaz, oruç, sadaka ve hac gibi temel ibadetlerin bir araya geldiği günlerdir. Bu sebeple o günlerde yapılacak farzlar, diğer günlerdeki farzlardan, nâfileler de diğer günlerde yapılacak nâfilelerden daha değerlidir. Hatta bu on günü, ramazanın son on günü ile mukayese eden bazı âlimler olmuştur. Ali el-Kârî, bu on günün, senenin bütün günlerinden üstün olan arefe günü dolayısıyla; ramazanın son on gecesinin de senenin bütün gecelerinden faziletli olan Kadir gecesi sebebiyle üstünlük arzettiği görüşünü benimsemiştir. Zilhiccenin ilk on gününün kendi içinde en faziletlisi ise, hiç kuşkusuz, arefe günüdür. 

Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de geçen leyâli aşr'in [Fecr sûresi (89), 2] zilhiccenin bu on günü olduğu ifade edilmiştir. Hatta Hac sûresinin 28. âyetindeki eyyâm-ı ma'lûmât ile Bakara sûresinin 203. âyetinde geçen eyyâm–ı ma'dûdât'ı da İbn Abbâs hazretleri zilhiccenin ilk on günü ve eyyâm-ı teşrik (kurban bayramı günleri) olarak yorumlamıştır. 

Son olarak şuna da işaret edelim ki, İmam Buhârî'nin belirttiğine göre, Abdullah İbni Ömer ve Ebû Hüreyre zilhiccenin on gününde çarşı pazara çıkıp yüksek sesle tekbir alırlar, onları görenler de aynı şekilde tekbirlerle onlara eşlik ederlerdi. 

Bu günlerde yapılacak ibadet ve iyiliklerin cihad ile kıyaslanması ve şehit olduğu için geri dönmeyen kimsenin cihadı hariç, diğer cihadlardan da faziletli olduğunun bildirilmesi bu günlerin önemini göstermeye yeter. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. Zilhiccenin ilk on günü yapılacak ibadet ve iyilikler, genel anlamda diğer günlerde yapılan iyilik ve ibadetlerden faziletlidir. 

2. Bu on günün müslümanın hayatında önemli bir yeri vardır. 

3. Bu günlerin ilk dokuz gününü oruçlu geçirmek uygun olur.

93- Duhâ Sûresi- 6-8 . Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾6﴿ O seni yetim bulup barındırmadı mı?

﴾7﴿ Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?

﴾8﴿ Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, annesi ona hamileyken babasını, altı yaşındayken de annesini kaybetmiş; önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişmiştir. Ebû Tâlib, yeğeninin peygamberliğini kabul ettiğini açıkça ilân etmemekle birlikte düşmanlarına karşı onu korumuştur. Fakat Ebû Tâlib ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in eşi Hatice vefat edince müşrikler ona karşı saldırılarını arttırmışlardı. Bu sûrede Allah, o güne kadar peygamberine verdiklerini hatırlatarak teselli etmiş, geleceğinin daha iyi olacağını da müjdelemiştir.

“Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?” diye çevirdiğimiz 7. âyeti bazı müfessirler, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem küçükken Mekke vadilerinden birinde yolunu şaşırıp kaybolmuştu. Allah onun yolunu bulup dedesine gelmesini sağladı” şeklinde yorumlarken, bazıları da “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem amcası Ebû Tâlib’le birlikte Suriye’ye giderken yolda kaybolmuştu, Allah’ın yardımıyla amcasını buldu” demişlerdir (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, VIII, 486, Beyrut 1983). Buna benzer başka yorumlar da olmakla birlikte bunlar âyetin amacına açıklık getirici nitelikte görünmemektedir. Bizim de katıldığımız müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna göre ise bu âyette Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberlikten sonraki dönemiyle önceki dönemi arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır. Nitekim o peygamber olmadan önce de başta putperestlik olmak üzere kendi toplumunda hâkim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varlık amacına yakışmadığını görüyor, bu gidişi asla beğenmiyordu; ama onların bundan nasıl kurtulacaklarını da bilmiyordu. Âyetteki deyimiyle bu konuda “yol bilmez bir halde” idi. İşte yüce Allah Kur’an’ı göndererek onu bu durumdan kurtarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti (Râzî, XXXI, 215-216; Elmalılı, VIII, 5900-5901).

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş’in soylu bir ailesine mensup olmakla birlikte yetim ve himayeye muhtaç olarak büyümüştü; çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları yoksulluk içerisinde geçmiş, daha sonra gerek kendisinin ticarî faaliyetleri gerekse zengin bir tüccar olan Hz. Hatice ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yönetimine bırakması neticesinde fakirlikten kurtulmuştur. Ancak buradaki zenginleştirmeyi, Allah Teâlâ’nın resulüne gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünyasını zenginleştirmesi, onu hem kendisini hem insanlığı aydınlatabilecek zenginlikte hakikatlere mazhar kılması şeklinde anlamak da mümkündür. Bazı müfessirlere göre 8. âyette, onun hayatındaki bu gelişme hatırlatılarak kendisine bu imkânları sağlayan Allah’ın ona darılmasının, kendisini terketmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir (bk. Muhammed Abduh, Tefsîru cüz’i ‘Amme, s. 112; Elmalılı, VIII, 5902).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:638-639

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Duh%C3%A2-suresi/6085/6-8-ayet-tefsiri

26 Mayıs 2025 Pazartesi

***Zilhicce ayının ilk 10 günü ile Rabb’imize yaklaşalım

93- Duhâ Sûresi- 4-5 . Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾4﴿ Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır.

﴾5﴿ Rabbin sana mutlaka lutuflarda bulunacak, sen de memnun olacaksın.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

“İşin sonu” diye çevirdiğimiz âhiret ile “öncesi” diye çevirdiğimiz ûlâ kelimelerinin buradaki anlamları konusunda iki yorum yapılmıştır: 

a) Senin bundan sonraki hayatın bundan önceki hayatından daha güzel ve başarılı olacak, özellikle peygamberlik görevinin sonu başlangıcından daha verimli olacak, 

b) Ebedî olan âhirette cennetteki hayatın geçici olan dünya hayatından daha güzel olacak. Bize göre, –bu âyetlerin inmesine sebep olan putperestlerin, “Artık Muhammed’e vahiy gelmiyor; Allah onu unuttu” gibi sözler söyleyerek (Buhârî, “Tefsîr”, 93) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sonunun geldiğini, davasının fiyasko ile biteceğini ummaları karşısında– Allah Teâlâ, resulünün sonunun gelmesi şöyle dursun, bundan sonraki hayatının, peygamberlik faaliyetlerinin ruhanî tekâmülünün öncekinden daha verimli, daha başarılı olacağını müjdelemiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:638

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Duh%C3%A2-suresi/6083/4-5-ayet-tefsiri

25 Mayıs 2025 Pazar

93- Duhâ Sûresi- 1-3 . Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

1﴿ Yemin olsun, kuşluk vaktine;

﴾2﴿ Kararıp sakinleştiğinde geceye ki;

﴾3﴿ Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Duhâ kelimesi “kuşluk” anlamına gelmekle birlikte çoğu müfessirler, 2. âyetteki “gece”nin alternatifi olarak burada bütünüyle gündüz vakti için kullanıldığı kanaatindedirler. İbn Âşûr’a göre ise kelime burada da kuşluk vaktini ifade etmekte olup, bununla, tıpkı kuşluk vakti güneş ışığının yeryüzünü bütünüyle kaplaması gibi vahiy ışığının da dünyaya inip aydınlatmaya başladığına imada bulunulmuştur. 

2. âyetteki gece karanlığı da Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu vakitte evinde veya Kâbe çevresinde sesli olarak Kur’an’ı okuduğu, müşriklerin ise onu gizlice dinledikleri vakit olup bundan dolayı bu iki vakit üzerine yemin edilmiştir. Yeminin amacı putperestlerin artık Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyin gelmez olduğu, Allah’ın onu terkettiği iddialarının gerçekle ilgisinin bulunmadığını kesin bir dille belirtmektir (XXX, 394-395)

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:638

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Duh%C3%A2-suresi/6080/1-3-ayet-tefsiri

24 Mayıs 2025 Cumartesi

93-Duhâ Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir. Duhâ, kuşluk vakti demektir

Nuzülü

Mushaftaki sıralamada doksan üçüncü, iniş sırasına göre on birinci sûredir. Fecr sûresinden sonra, İnşirâh sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Rivayete göre Fecr sûresinin inişinden sonra öncekine nisbetle daha kısa bir süre vahiy kesilmiş, müşrikler bu olayı kullanarak Hz. Peygamber’e, “Herhalde rabbin sana darıldı ve seni terketti” demişlerdi. Bu sözlerden dolayı Hz. Peygamber’in duyduğu üzüntü üzerine bu sûre inmiştir (Taberî, XXX, 148).

Bizim iniş sıralamasında esas aldığımız bu rivayet dışında, Duhâ sûresinin iniş tarihine dair başka rivayetler de vardır: 1. İlk vahiyden (Alâk ve Müddessir sûrelerinin ilk âyetlerinden) sonra uzunca bir süre vahiy kesilmiş, tekrar başladığında ilk olarak Duhâ sûresi gelmiştir. 2. Necm sûresinde geçen “Cebrâil”i bütün azametiyle görme ve ona iyice yaklaşma” sonucu Hz. Peygamber’de oluşan heyecan ve sarsıntı yatışsın diye bir süre vahiy kesilmiş, sonra Duhâ sûresi gelmiştir (İbn Kesîr, VIII, 287-288, 445-446; Şevkânî, V, 378). Vahyin mâkul sebeplerle kesilip araya fâsılaların girmesi her seferinde muhaliflerin dedikodu yapmalarına vesile olmuş, Allah da bu sûreyi göndererek resulünü teselli etmiştir.

Konusu

Müşriklerin üzücü söz ve davranışlarına karşı bir teselli olmak üzere Hz. Peygamber’e, yüce Allah’ın himayesi sayesinde çocukluğundan itibaren nice güçlükleri aşarak bugünlere geldiği hatırlatılmakta ve kendisinin de yetime, yoksula iyi davranması emredilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/93-duha-suresi

23 Mayıs 2025 Cuma

Kur'an-ı Kerim nefsimizi terbiye etmek için indi

Biz kitaba nefsimizle iman etmedik, aklımız ve kalbimizle iman ettik. Kiminin zekât hoşuna gitmeyecektir, kiminin cihat, kiminin örtünme, kiminin namaz. Yani bu kitapta illa ki nefsimizi rahatsız edecek bir yer olacak. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu kitap nefsimizi terbiye etmek için indi. Nefsimizin hoşuna gitmesi zaten beklenmez. Bu bakımdan kitaba ters düştüğümüz zaman davranışımızı savunuyorsak İsrailoğulları ile aynı şeyi yaptığımızı bilelim. “Allah tabi ki doğru söylüyor. Ey nefsim sen yanlış yapıyorsun! demeliyiz. Bir sonraki adımda da Allah'ım affet, düzelmem için yardım et!” dememiz gerekir.

Fatma BAYRAM


66-TAHRÎM SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?

Medine döneminin ikinci yarısında nâzil olmuştur. Müteharrim, Nebî ve Nisâ sûresi diye de anılır. Âyet sayısı on iki olup fâsılaları ا، ر، م، ن harfleridir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in aile hayatını, dolayısıyla kadının din ve inanç yönünü konu edinen sûrenin muhtevasını üç bölüm halinde incelemek mümkündür. Birinci bölüm, “Ey peygamber! Hanımlarının bir kısmını memnun etmek için Allah’ın sana helâl kıldığı şeyleri neden kendine haram kılıyorsun?” sorusuyla başlar. Sûrenin adının kaynaklandığı tahrîm (haram kılma) olayı hakkında tefsir ve hadis kaynaklarında yer alan farklı rivayetlerin değerlendirilmesinden anlaşılacağı üzere Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ile hanımları arasında bir kırgınlık meydana gelmiş, Resûlullah  sallallahu aleyhi ve sellem de eşleriyle bir ay kadar beraber olmamaya -yemin mahiyetinde- karar vererek ayrı bir yerde yatmıştı. Bunun yanında hanımlarından Hafsa’ya aile hayatına veya kendisinden sonra yönetimi Ebû Bekir ile Ömer’in yürüteceğine dair sır niteliğinde bazı şeyler söylemiş, fakat Hafsa bunları Âişe’ye anlatmış, ayrıca Hafsa ile Âişe kıskançlıkları yüzünden Resûl- i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı bir nevi tavır almıştı. Sûrenin ilk bölümünde, yapılan yeminin gerektiğinde bozulabileceği ve kefâretinin ödeneceği belirtilir. Ardından söz konusu olaya değinilerek huzursuzluğa sebep olan Hafsa ile Âişe’ye -isim zikredilmeksizin- hitap edilir ve tövbe etmeleri öğütlenir; aksi takdirde Allah’ın, Cebrâil’in, samimi müminlerin ve meleklerin Resûlullah’a yardımcı olacağı ifade edilir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarını boşaması durumunda Cenâb-ı Hakk’ın kendisine daha üstün nitelikli hanımlar vereceği bildirilir (âyet 1-5).

İkinci bölümde cehennemin dehşetinden söz edilerek müminlere hem kendilerini hem de sorumlulukları altında bulunan yakınlarını ondan korumaları istenir. İnkâr yolunu tutanlara kıyamet günü mazeret ileri süremeyecekleri uyarısında bulunulduktan sonra tekrar müminlere hitap edilir; samimi bir tövbe ile Allah Teala’ya yöneldikleri takdirde günahlarının bağışlanacağı ve cennete girecekleri müjdelenir. Ardından Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e kâfirler ve münafıklarla amansızca mücadele etmesi emredilir (âyet 6-9). 

Sûrenin üçüncü bölümünde kadının dinî hayatı ve ebedî kurtuluşuyla ilgili önce olumsuz, sonra olumlu örnekler zikredilir. İnkârcılarla uzun süre mücadele eden Hz. Nûh’un karısı ile ahlâksızlığa karşı büyük mücadele veren Hz. Lût’un karısı kocalarının yolundan gitmeyip inkâra sapmış ve ebedî felâkete mâruz kalmıştır. Bunun yanında, âlemlerin rabbiyle yarışma iddiasında bulunacak kadar kendini büyük gören Firavun’un karısı ile Hz. Îsâ’yı babasız dünyaya getirmesi sebebiyle ağır ithamlara mâruz kalan İmrân kızı Meryem’in bütün güçlüklere rağmen gönülden Allah’a bağlanarak kadınlara üstün örnek teşkil ettikleri ve ebedî mutluluğa hak kazandıkları belirtilir (âyet 10-12).

Tahrîm sûresi nâzil olduğu sırada müslümanların refah düzeyi nisbeten yükselmişti. Buna rağmen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem aile fertleriyle birlikte sade bir hayat yaşıyordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımları arasında bazı kıskançlıkların görülmesi tabii olduğu gibi bir kısmının ashap hanımlarına bakarak daha rahat bir hayat istemesi de yadırganacak bir durum değildir. Fakat Ahzâb sûresinin bu konuya temas eden âyetlerinde (33/28-29) peygamber hanımlarının dünyevî refahı istedikleri takdirde Resûlullah’tan boşanıp serbest kalabilecekleri, sabır ve kanaati ilke edinip Allah’ı, resulünü ve âhiret mutluluğunu tercih etmeleri halinde ise Cenâb-ı Hakk’ın büyük mükâfatına nâil olacakları ifade edilmiştir. Müfessir Taberî bu âyetlerin Tahrîm sûresinin gelişiyle bağlantılı olduğunu ileri sürmüştür (Câmiʿu’l-beyân, XXI, 187-188). Tahrîm sûresinin, kendilerine kitap indirilen diğer peygamberlere nisbetle Resûlullah’a has bir mazhariyet olarak nitelendirilen ve Kur’an’ın özünü teşkil eden kısa (sık sık fâsılalarla ayrılan, mufassal) sûrelerden olduğu bilinmektedir (İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 313-314). Tahrîm sûresini okuyan kimseye Cenâb-ı Hakk’ın tevbe-i nasûh nasip edeceği yolunda rivayet edilen hadisin (Zemahşerî, I, 684-685) mevzû olduğu belirtilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 723).

Ebû Dayf Mücâhid Hasan, Sûretü’t-Taḥrîm adıyla tefsir ve tahlil mahiyetinde bir çalışma yapmış (Kahire 1987); Ahmet Şark Tahrîm Sûresinin Eğitim Açısından Yorumu (1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Bilâl Işık Tahrîm Sûresinde Aile İçi İlişkiler (1999, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adıyla yüksek lisans tezi hazırlamışlardır. Abdülhakîm Mahmûd “Tefsîru sûreti’t-Taḥrîm” başlığı altında sûrenin muhtevası hakkında değerlendirmelerde bulunduğu makaleler yayımlamıştır (Mecelletü’l-İslâm ve’t-taṣavvuf, I/10 [Kahire 1959], s. 21-25; I/11, s. 19-22; I/12, s. 18-21; II/1, s. 20-22; II/3, s. 16-19; II/5, s. 15-17).

Müellif: BEKİR TOPALOĞLU

https://islamansiklopedisi.org.tr/tahrim-suresi

BİBLİYOGRAFYA

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXI, 187-188; XXVIII, 198-203.

Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. İsâm b. Abdülmuhsin el-Humeydân), Beyrut 1411/1991, s. 438-441.

Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Riyad 1418/1998, I, 684-685 [nâşirlerin notu].

Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, Beyrut 1408/1988, XVIII, 117-122.

Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî ʿan şedîdi’ż-żaʿf ve’l-mevżûʿ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 723.

Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî (nşr. M. Ahmed el-Emed – Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXVIII, 472.

İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eḥâdîs̱ ve’l-âs̱ârü’l-vâride fî feżâʾili süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 311-314.

22 Mayıs 2025 Perşembe

66-Tahrîm Suresi 10-12. Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾10﴿ Allah, inkâr edenlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal vermektedir: Onlar kullarımızdan iki erdemli kişinin nikâhı altındaydılar ama onlara ihanet ettiler. Dolayısıyla kocaları da Allah’tan gelen cezaya karşı onları koruyamadı ve kendilerine, “Haydi, diğer girenlerle birlikte girin bakalım ateşe!” dendi.

﴾11﴿ Allah iman edenlere de Firavun’un karısını misal vermektedir: O, “Rabbim!” demişti, “Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavun’dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selâmete çıkar!”

﴾12﴿ İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine yasak koy­ması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 

10. âyette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır. Bu iki kadın ve yaptıkları hakkında Kur’an’da fazla bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerdeki bilgilerin özeti şudur: Nûh’un karısı onunla alay eden inkârcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğrendiği vahyedilen gizli bilgileri müşriklere sızdırıyordu. Lût’un karısı da gizlice eve gelen misafirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkârcı toplumuna haber veriyordu. Yaptıkları bu çirkin işler âyette kısaca “onlara ihanet ettiler” şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâyişi uğruna Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda işkencelere mâruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile ileri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhebi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Âsiye”, DİA, III, 487). 

Yine İmrân kızı Meryem kendisini Allah’a kulluk etmeye öylesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki yüce Allah onu babasız dünyaya getirmeyi murat ettiği Hz. Îsâ’ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffetine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi (Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/35-38, 42 vd.; Meryem 19/34-36). “Ona ruhumuzdan üfledik” ifadesindeki “ona” zamiri “onun rahmine, rahmindekine yani Hz. Îsâ’ya” mânalarıyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ sûresinin 91. âyetinde olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır (Râzî, XXX, 50).

Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: Sorumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakla beraber, belirli konumlarda bulunanların bazan daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna karşılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir (bk. Ahzâb 33/30-34). Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durumlardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örneklerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, övgüyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, kadının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla burada, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtuluşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünülmemesi gerektiğine bir ima bulunduğunu söylemek mümkündür. 

11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtulmak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 412-413

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tahr%C3%AEm-suresi/5239/10-12-ayet-tefsiri

21 Mayıs 2025 Çarşamba

66-Tahrîm Suresi 9. Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾9﴿ Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir ve bu ne kötü bir sondur!

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir ve bu ne kötü bir sondur!

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tahr%C3%AEm-suresi/5238/9-ayet-tefsiri

20 Mayıs 2025 Salı

66-Tahrîm Suresi 8. AyetTefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾8﴿ Ey iman edenler! İçtenlikle ve kararlılık içinde Allah’a tövbe edin. Umulur ki rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine koyar. O gün Allah, peygamberi ve onunla aynı imanı paylaşanları utandırmaz. Onların nuru önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken şöyle derler: “Rabbimiz! Nurumuzu arttır eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.”

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Bu âyette yapılması istenen tövbenin nasıllığıyla ilgili olarak kullanılan nasûh kelimesi, “hâlis, katışıksız” mânası taşıdığı gibi “düzeltici, onarıcı” anlamına da gelir; nush kelimesi de bu mânalarla bağlantılı olarak “öğüt vermek, nasihat etmek” demektir. Âyetteki ifade, tövbenin tam mânasıyla pişman olma ve bir daha pişman olduğu o işe dönmeme azmini içermesi gerektiğini göstermektedir (Zemahşerî, IV, 117). Kelimenin bu sözlük anlamları ve tövbede aranan şartlar dikkate alınarak meâlde bu kelime “içtenlikle ve kararlılık içinde” şeklinde çevrilmiştir. Böyle bir içtenlik ve kararlılıkla yapılan tövbeye de İslâmî kaynaklarda tevbe-i nasûh denilmiştir (tövbe hakkında bk. Nisâ 4/17-18; Tevbe 9/117; Furkan 25/70-71; buradaki nûr kelimesi ve “sağ yanlarından” ifadesinin açıklaması için bk. Hadîd 57/12; 9. âyetin açıklaması için bk. Tevbe 9/73).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 410

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tahr%C3%AEm-suresi/5237/8-ayet-tefsiri

19 Mayıs 2025 Pazartesi

66-Tahrîm Suresi 7. Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾7﴿ Ey inkâr edenler! Bugün bahane üretmeyin! Sadece yapmış olduklarınızın cezasını çekiyorsunuz.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Öncelikle, inkârcıların ve mümin gibi görünen münafıkların, benzeri durumlarda yaptıkları gibi, ilk âyetlerde anlatılan olay dolayısıyla da birtakım yaygaralar çıkardıkları, 7. âyette onların bu yaptıklarının yanlarına kalmayacağına dair bir uyarı yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat âyetin, inkârcıların iş işten geçtikten sonra özür dilemeleri veya mazeret ileri sürmelerinin bir yararı olmayacağına dair genel bir ihtar anlamı taşıdığı da açıktır. Bu âyetteki sözün âhirette söyleneceği ve cehennem görevlisi meleklerin ifadesi olduğu yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXX, 46; İbn Âşûr, XXVIII, 366-367).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 410

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tahr%C3%AEm-suresi/5236/7-ayet-tefsiri

18 Mayıs 2025 Pazar

66-Tahrîm Suresi 6. Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾6﴿ Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Yukarıda belirtildiği üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in özel hayatından verilen örnek ışığında müminlerin aile sorumluluğuyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır. Aile kavramının kapsamı sosyal yapıya göre farklılıklar taşısa da buradaki ana fikir, bir müslümanın mânevî mesuliyetinin sırf kişisel hayatıyla sınırlı olmadığına dikkat etmesinin gerekliliğidir. Böyle bir sorumluluk anlayışının sadece mânevî hedeflerle sınırlı kalmayan, sağlam bağlarla birbirine raptedilmiş bir aile yapısı ortaya çıkarması tabiidir (İslâm’ın aile telakkisi, aile fertlerine ve özellikle aile reisine yüklediği sorumluluk hakkında bilgi için bk. Mehmet Akif Aydın, “Aile”, DİA, II, 196-200; Mustafa Çağrıcı-Hamza Aktan, “Aile”, İFAV Ans., I, 78-87). 

Âyette zikredilen ateşten maksat cehennem ateşidir (bu ateşin yakıtının taşlar ve insanlar oluşu hakkında açıklama için bk. Bakara 2/24).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 409-410

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tahr%C3%AEm-suresi/5235/6-ayet-tefsiri

17 Mayıs 2025 Cumartesi

66-Tahrîm Suresi 1.-5 Ayet Tefsiri

                 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾1﴿ Ey peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığını, eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun? Bununla beraber Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.

﴾2﴿ Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır; O bilendir, hikmet sahibidir.

﴾3﴿ Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına aktarıp Allah da durumu peygambere açıklayınca peygamber bunun bir kısmını anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine konuyu anlatınca o, “Bunu sana kim haber verdi?” diye sordu. “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi” diye cevap verdi.

﴾4﴿ İkiniz de Allah’a tövbe ederseniz (çok iyi olur), çünkü kalpleriniz eğrilmişti. Ama peygambere karşı bir dayanışma içine girecek olursanız bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur, sonra da Cebrâil ve iyi müminler. Melekler de bunların ardından onun yardımcısıdır.

﴾5﴿ Eğer sizi boşayacak olursa rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah’a teslimiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bâkire eşler verebilir.

                        Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Bu âyetlerin iniş sebebi olarak tefsir ve hadis kaynaklarında zikredilen olaylarla ilgili rivayetler ayrı ayrı ele alındığında konuya ışık tutar nitelikte olmakla beraber, Taberî’nin belirttiği üzere âyetlerin ifadesine bağlı bir yorum yapmak daha isabetli görünmektedir. Buna göre 1. âyetten çıkan mâna şudur: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamıştı; Allah Teâlâ tarafından, eşlerinin hatırına veya onlar sebebiyle kendisini böyle bir mahrumiyete itmesinin doğru olmadığı bildirilmiş, 2. âyette de böyle bir karar yemin eşliğinde verilmiş olsa bile, üzerinde sebat edilmesi uygun olmayan yeminlerden vazgeçip kefâret ödeme tarzında şer‘î bir yol bulunduğu hatırlatılmıştır (bk. Mâide 5/89). Yasağın konusu câriyesine yaklaşmama, bir şeyi yememe veya içmeme olabileceği gibi başka bir şey de olabilir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin kendisi için koyduğu bu yasak kararını alırken yemin edip etmediği kesin olmamakla beraber yemin ettiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlarda geçen “îlâ” kelimesi bir kısım âlimlerce Bakara sûresinin 226. âyetinde geçen anlamıyla belirli süre eşlerine yaklaşmama yemini olarak, bazılarınca ise mutlak anlamda bir yemin olarak anlaşılmıştır. Bu âyetlerin inmesini takiben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yemin kefâreti ödeyip ödemediği kesinlik taşımamaktadır; ödediğine dair rivayet de farklı biçimlerde (dinî vecîbe olan yemin kefâreti, ihtiyaten yaptığı bir tasadduk veya bir şükran ifadesi olabileceği şeklinde) değerlendirilmiştir. 

3. âyette sözü edilen eşlerle ilgili rivayet farkları bulunmakla beraber, kendisine sır verilen eşin Hz. Hafsa, bu sırrın kendisine açıldığı eşin Hz. Âişe; dolayısıyla 4. âyette kendilerine hitap edilen iki hanımın bunlar olduğu genellikle kabul edilir (bk. Taberî, XXVIII, 155-159; Elmalılı, VII, 5084-5116; Derveze, X, 143-149).

Elmalılı, konuya ilişkin rivayetleri tahlile tâbi tuttuktan sonra ulaştığı sonuç özetle şöyledir: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, eşlerinden birine sır olarak söylediği bir sözü o tamamen koruyamamış, yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleri içinden en çok samimi olduğu birine çıtlatmış, bundan haberdar olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona sitem etmiş, bunun üzerine ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum karşısında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hem dünya hayatının kendi nazarındaki önemsizliğini anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek iradelerini yoklamak üzere mûtat aile hayatını terketti, dargın bir halde onların odalarında bulunmak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay uzlete çekildi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bazan itikâfa çekilmek sünnet-i seniyyelerinden olduğu için başlangıçta bu durum fark edilmedi. Fakat bir süre sonra ezvâc-ı tâhirâtın hepsi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gücendirmiş olmak endişesiyle hüzünlendiler ve odalarında ağlaşmaya başladılar. Böylece “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bütün eşlerini boşamış” diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kirâmı bir telâş sardı. Buna karşılık o sıralarda ortalıkta, Suriye tarafında Bizans hâkimiyeti altında yaşayan hıristiyan Araplar’dan Gassânîler’in müslümanlara karşı savaş hazırlığı içinde bulundukları haberi dolaştığından, münafıklar bu yeni gelişmeden büyük memnuniyet duydular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem uzlete çekilişinin 29. gününün bitiminde eşlerine döndü; onun eşlerini boşamadığı haberini de sevinç içinde Hz. Ömer duyurdu. Sûrenin asıl nüzûl sebebi bu îlâ yeminidir, anlatılan diğer olaylar ise buna götüren sebep ve mukaddimeler olmalıdır (VII, 5084-5085, 5094, 5113, 5115).

Bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatından örnek gösterilmesi gereğine binaen belirli olaylara gönderme yapan somut anlatım üslûbunun seçildiği bu âyetlerle kuşkusuz o sırada yaşanan bir probleme çözüm getirilmiş ve âyetlerin nüzûlü örnek neslin yetiştirilmesinde etkili olmuştu. Fakat öyle görünüyor ki burada verilmek istenen kalıcı mesaj şu iki ana noktada toplanmaktadır:

a) Peygamberliğin mahiyeti: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’den önceki peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Îsâ’nın mesajının doğru algılanmayıp peygambere tanrılık yakıştırılması, gerek onun müntesipleri gerekse başka bazı dinlerde kendilerini toplumdan soyutlayan ruhanîler sınıfı oluşup bunların Tanrı adına otorite kullanır hale gelmeleri Kur’an’ın eleştirdiği bir olgu idi ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetinin benzer duruma düşmemesi için uyarılar yapıyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in omuzlarındaki ulvî görevin tamamlanmasına artık fazla zaman kalmadığı bir sırada, bu âyetlerde onun beşerîlik yönünün ve vahyin kontrolü dışında kalabilecek dinî nitelikte bir tasarrufunun olamayacağının özel olarak vurgulanması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktaydı. İlk âyette “ey Peygamber” diye hitap edilerek onun vahiy alma özelliği, Kur’an’ı tebliğ ve açıklama görevi açık biçimde belirtildiği gibi, “Allah’ın sana helâl kıldığını (...) niçin kendine haram kılıyorsun?” mealindeki ifade ile de bir yandan onun bu özelliği sebebiyle dinî içerik taşıyan davranışlarının, çevresinde nasıl algılanacağına, diğer yandan ise esasen onun da bir beşer olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir başka anlatımla, âyetteki fiil (meselâ, A‘râf 7/32; Tevbe 9/37 âyetlerinde olduğu gibi), dinî bir terim olan “haram kılma”yı ifade etmemekte, hele Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın helâl kıldığını değiştirme teşebbüsünde bulunup da vahyin bunu düzelttiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Sözün akışı, bağlamı ve nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir beşer olarak kendisi için koyduğu geçici bir yasağın söz konusu olduğunu ama âyetin bunun yanlış anlaşılmasına karşı bir önlem olarak geldiğini göstermektedir. Burada “eşlerini hoşnut etmek arzusuyla” şeklinde bir kayda özel olarak yer verilmesi de bu anlamı daha belirgin hale getirmektedir. 2. âyette gerekli durumlarda yeminin bozulmasına ilişkin hükmün Allah’a izafe edilmesi de peygamberin kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin yüce Allah’a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir.

b) Aile sorumluluğunun önemi ve çok eşlilik hükmü: Kur’an’ın ilk mu­hatapları olan toplumun realitesinden hareketle ve istisnaî durumlarda uygulanmak üzere dört sayısıyla sınırlandırılarak birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edilmiş, haksızlık etme endişesinin bulunması halinde tek kadınla yetinme emredilmiş ve ardından, “Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır” buyurularak hükmün gerekçesi açıklanmıştı (Nisâ 4/3). Konumuz olan âyetlerde, “Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz” meâlindeki âyette ifadesini bulan (Nisâ 4/129) insanî realitenin çok açık bir ispatı olarak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in aile hayatından bir örnek verilmekte ve aile hayatının kendine özgü zorluklarına işaret edilmektedir. Bazı hikmetlere ve sosyal sebeplere binaen hayatının belirli bir döneminden sonra çok kadınla evli olması uygun görülen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in dahi bir insan olarak bu hakikati bertaraf etmesinin mümkün olmadığı ortaya konmakta, dolayısıyla birden fazla kadınla evlenebilme hükmünün amacı üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yeme içme, aile hayatı, yaşama gibi eylem ve özellikleri onun beşerî yönüyle ilgili olduğu için kendisinden olağan üstü yollarla insanın doğasındaki bu gerçeği aşması istenmemiş; sadece, şu meâldeki âyette eşlerinin aklına ve gönlüne hitap ederek bulundukları konumu hatırlatması ve bu konuda bir tercih yapmalarını istemesi uygun görülmüştü: “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah’ı, resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bilin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir ödül hazırlamıştır” (ayrıca bk. Ahzâb 33/28-29). Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in özel hayatına ilişkin bu örneğin tamamlanmasının hemen ardından 6. âyette bütün müminlere hitaben soyut bir uyarı ifadesine yer verilmesi de, söz konusu örneğin asıl mesajlarından birinin aile sorumluluğunun ağırlığını belirtmek olduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyetlerin nüzûl sebebi olarak aktarılan olayların, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in eşleri arasında kıskançlık sâikiyle çıkan bir tatsızlığın veya kendisinden daha müreffeh bir hayat istemelerinin onu üzmesi yüzünden, kendisi hakkında böyle bir yasak kararı verdiği noktasında birleştiği dikkate alınırsa, birinci sebebin çok eşlilik, ikinci sebebin de hemen bütün aile ilişkileri bakımından bütün zamanlar için geçerli olan hayat standardını yükseltme ve refah seviyesini geliştirme arzusu şeklinde iki temel problemle ilgili olması dikkat çekicidir.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberlik sıfatının gereklerine uymayı yani tebliğ ettiği hükümleri benimsemeyi Allah’a itaat kapsamında değerlendiren pek çok âyet bulunduğu gibi, beşer olduğunu hatırlatan âyetlerin onun sıradan bir insan olduğu biçiminde anlaşılmaması ve örnek kişiliğinin göz ardı edilmemesi için de Kur’an’da ve hadislerde birçok uyarı ifadesi yer alır. Bu sûreye mushaf sıralamasında, evliliğin sona ermesini belirli kurallara bağlayan Talâk sûresinden sonra yer verilmesi de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu konudaki örnek konumuyla ilgili özel bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki, Talâk sûresinin ilk âyetinde açıklandığı üzere orada sûreye “ey Peygamber” şeklinde başlanmakla beraber çoğul zamirler kullanılarak müminlere hitap edilmiş ve mecbur kalınıp evlilik birliğine son verilmesi halinde uyulması gereken hükümlerden söz edilmişti. Burada ise 5. âyette, eşlerine hitap edilerek “Eğer sizi boşayacak olursa, rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi (...) eşler verebilir” buyurulurken bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in evlilik hayatından söz edilmekte, ama “boşayacak olursa” şeklinde varsayım içeren bir ifadeye yer verilmektedir. Bu, –tarihî bilgilerin de desteklediği üzere– göreviyle ilgili hikmetler gereği çok sayıda kadını nikâhı altında bulunduran ve iyi bir eş olma hususunda da müminlerin nazarında model şahsiyet olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün zorluklara rağmen boşama yoluna hiç gitmediğini ortaya koymaktadır.

2. âyetteki farada fiili hem “farz kıldı, gerekli kıldı” hem de “açıkladı” anlamına geldiği için, “Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, “Yeminlerinizi bozup kefâretini vermenizi emretmiştir” veya “Yeminlerinizi nasıl çözeceğinizi açıklamıştır” şeklinde anlamak mümkündür (Râzî, XXX, 43). Buradaki tehılle kelimesinin “çözme” anlamından başka bir de “yemininden istisna etme” anlamı vardır (Zemahşerî, IV, 113-114). Öte yandan fıkıh âlimleri kişinin esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamasının kefâret gerektiren bir yemin sayılıp sayılmayacağını tartışmışlar ve farklı sonuçlara ulaşmışlardır (bk. Şevkânî, V, 288; İbn Âşûr, XXVIII, 348-349).

3. âyette belirtildiği üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah tarafından bildirilen ifşa konusunu, eşini mahcup düşürmemek için kısmen anlatmıştı. Bir kısmını anlatması ise bu konuda yapılacak ilâhî uyarı için yerine getirilmesi gereken bir görev haline gelmişti. Bu âyetteki anlatıma dikkat edildiğinde, Resûlullah’ın davranışlarının –diğer alanlarda olduğu gibi– aile hayatında da sunilikten uzak olduğu ve iyi bir eş olma özelliğini öne çıkaran bir tavır sergilediği gözden kaçmamaktadır. Peygambere eş olma şerefini taşıyan bir hanımın bile bir an için onun Allah’tan vahiy aldığını unutup, “Bunu sana kim haber verdi?” diye sorması bunu açıkça göstermektedir.

Bu âyette atıfta bulunulan olay vesilesiyle, sır verme konusunda titiz davranmak gerektiği, sır saklama konumunda olanların da ağır sorumluluk altında bulundukları dolaylı biçimde ifade edilmiş olmaktadır. İslâm ahlâkında sır saklamaya “ketum olmak” denir. Ahlâk kitaplarında sır saklamanın başlıca iki şeklinden söz edilir:

a) Bir kimsenin kişisel sırlarını gizli tutup başkalarına söylememesi, 

b) Kendisine güvenilerek sır verilen kimsenin bu sırrı, sır sahibi açıklamaya izin vermediği sürece, kendi sırrı gibi gizli tutması. İslâm ahlâkçıları sırrı bir tür emanet, onu başkalarına duyurmayı (ifşa etmeyi) emanete hıyanet saymışlardır. Saklanmayan sırlar yüzünden nice kanlar döküldüğüne ve nice ümitlerin boşa gittiğine dikkat çeken Mâverdî, insanın sırrını saklamasının hayatındaki en önemli başarı ve esneklik sebeplerinden biri olduğunu belirtir ve Hz. Ali’nin şu özdeyişini aktarır: “Sırrın senin esirindir; sırrını açıkladığın takdirde sen onun esiri olursun” (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Sır”, İFAV Ans., IV, 118-119).

Bu âyette değinilen sırrın ne olduğu konusunda genellikle âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylara bağlı (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in câriyesi Mâriye’ye yaklaşmayacağı veya bir daha kıskanılan eşinin yanında bal şerbeti içmeyeceği, kendisinden sonra hilâfete kimin geleceği hususunda) açıklamalar yapılır. Bize göre âyet karı koca arasında kalması gereken bir sözle ilgili olup ne o eşin isminin ne de bu sözün neden ibaret olduğunun açıklanması amaçlanmadığı için Allah Teâlâ âyette onun ismini ve bu sözün ne olduğunu bildirmeyip aile arasındaki bu gibi sırları bilenlerin dahi ifşa etmemeleri yönünde uyarıda bulunmuştur.

4. âyetin “iyi müminler” diye çevrilen kısmıyla sahâbe büyüklerinden bazılarının kastedildiği yorumları yapılmışsa da birçok müfessir mânayı sınırlandırmanın isabetli olmayacağını belirtmiştir (bk. İbn Atıyye, V, 332). 

4 ve 6. âyetlerde melek inancına güçlü vurgular yapılmış olması, sır saklama temasının sûrede ağırlıklı bir yere sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir. Şöyle ki, bütün söz ve davranışlarının kayda geçirilmesi için görevlendirilmiş ama göremediği varlıklar bulunduğuna inanan kişi, kendisine verilen bir sırrı –sır sahibinin bilemeyeceği şekilde bile olsa– yaymaktan ve emanete hıyanet etmekten daha fazla çekinir ve bu konuda daha dikkatli davranır. Bununla birlikte, meleklerin Allah tarafından görevlendirilmiş varlıklar olduğuna dikkat çekmek üzere önce O’nun dost ve hamiliğinden söz edilmiş, 6. âyette de onların ilâhî buyruklara asla karşı gelmedikleri hatırlatılmıştır (melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; Cebrâil hakkında bilgi için bk. Bakara 2/87, 97-98; 

5. âyette geçen ve “dünyada yolcu gibi yaşayan” şeklinde çevrilen sâihât kelimesi hakkında bk. Tevbe 9/112. İbn Âşûr bu gruptaki âyetlerle ilgili tahliller yaparak, aile eğitimi, muaşeret kuralları ve öğüt bağlamında çıkarılabilecek mânalar üzerinde ayrı ayrı durur, bk. XXVIII, 346 vd., özellikle 350-351).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/66-tahrim-suresi