26 Nisan 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 100

Basiret her zaman çabayla elde edilir

Sâffât 175: “Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler.” 


Basiret her zaman çabayla elde edilir. Bir ameliyeyle, bir girişimle elde edilir. 

Eğer insan basirete ulaşmak istemezse, bulunduğu noktada her şeyin basit bir yorumu veya nedeni, gerekçesi var gibi gözükebilir. 

Cenab-ı Hak en değerli olan bilgiyi-hakikati, talipleri için, araştıranlar için, onun peşinde koşanlar için takdir etmiş. Bu ilahi sünnet en başından beri böyle cereyan etmiş. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

23 Nisan 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 99


Falanca doktor olmasaydı çocuğum olmazdı 

Sâffât 182: “Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.”

Hamde Cenab-ı Hakk’tan gayrısı layık değildir. Yerlerin ve göklerin tüm anahtarları O’nun elinde. Minnetimiz sadece O’nadır. 

Neticede gelecek olanı Cenab-ı Hak'tan bilip müsterih olmak lazım. 

Bütün nimetleri Allah’tan bilmek aynı zamanda bunları başkalarından bilmemekle de eş anlamlıdır. 

Aracılar bu hususta yüzde 1 bile katkı sağlamaz. Onlar da bizler gibi yaratıklardır. 

Biz biliyoruz ki Cenab-ı Hakk’ın sünnetinde Cenab-ı Hak araya göstermelik başka kimseler koyuyor. Mesela çocuğu olmuyordur. O doktor bu doktor dolaşırken bir dönem geliyor bu doktorun tedavisiyle Cenabı Hak çocuk ihsan ediyor. O kimseyi konuşurken duyuyorsunuz ; falanca doktor olmasaydı çocuğum olmazdı filanca doktor bunu böyle yaptı vs. 

Yani Cenab-ı Allah gönderirken bir kimse üzerinden bunu sağlıyor. Kul halbuki Cenab-ı Hakk’tan istemişti. 

Sonra kulun denklemi değişiyor. Ben Allah-u Teala'dan istedim Allah da bana verdi demeyi unutuyor, falanca doktora denk geldik de o bize bu işi sağladı diyor. 

Cenab-ı Hakk’ın araya koyduğu küçük bir ayrıntıyla, küçük bir çelme ile kul hemen yere çakılıyor. 

İbrahim aleyhisselam’ın denklemini düşünün. “Ben Allah’tan istedim O da verdi; dolayısıyla O’na hamd ediyorum” diyor. Hz İbrahim aleyhisselam çok uzun yıllar dua etmiştir. 130’lu yaşlarda oğlu İsmail olmuştur. Neredeyse 100 yıl.

“Ya Rabbi bana bir oğul” diye dua etmiş. “Rabbim duaları işitendir.” 

Rabbimiz her an bizi sınıyor. O’nu hatırlayıp O’na mı teşekkür edeceğim hamd edeceğim; yoksa O’nu unutup aradaki kimselere mi teşekkür edeceğim onlara mı minnet duyacağım? 

Hamd ile dua arasında da yakın bir ilgi var. Hamd edip bütün içtenliğimizle O’ndan isteriz. 

Rabbimiz bizi sınamak ister şükür mü edeceğim küfür mü edeceğiz? Küfür Arapça’da nankörlük demek, üstünü örtmek demek. Asıl nimeti vereni gözardı edip kendini öne çıkarmak veya bir başkasını öne çıkarmak demek. Allahtan olduğunu kaybetmek demek. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

22 Nisan 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 98

Cehennemden kurtaran kelime-i tayyibe nedir?

Fâtır, 10 "Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur."

İzzet sahibi kimselere yakın durmak insanlar için çok önemlidir. Bu bir fayda temin eder.

Kişiyi cehennemden kurtaran kelime-i tayyibe nedir? La ilâhe illallah’tır.

Güzel söz yükselir, doğrudan Allah’a erişir. Kişinin güzel amelleri de kişiyi yükseltir. Önce söylem-sonra eylem. 

Kişi söylediği sözün arkasında durmazsa güzel söylemlerinin anlamı kalmaz. Kişi bu ikisini birlikte gerçekleştirirse Cenab-ı Hakka yakınlaşır ve izzetinin gölgesine sığınmış demektir. Bundan ayrı sigorta aramak anlamsız kalır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Nisan 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 97


Herkes fakir, tek bir zengin var!

Herkes ihtiyaçlı, ihtiyaçsız olan tek olan Allah’tır.

Denklem bu kadar nettir. Allah’ın zenginliğini anlamak, aslında kulluğumuzu anlamak demektir. (El-Ganîyy)

Cimrilik edenler aslında o hayrı kendinden esirgiyor.

Allah yolunda sadaka verenler Allah’ın parasıyla yine Allah’ı hoşnut eder, Allah-u Teala hoşnut olunca daha çok verir. Dolayısıyla vermeyenler kendilerine cimrilik eder.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Nisan 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 96


Dünya hayatınız nasıl geçti?

Hesap gününde nesep bağı ortadan kalkacak. Birbirlerini aramazlar, sormazlar, karşılaşmak da istemezler.

Hesap bitikten sonra cennetlikler cennete girdikten sonra o zaman dünya hayatında bağı olanlarla muhabbet etmeyi isterler. “Dünya hayatınız nasıl geçti?” diye sorarlar. Cevap şu olur: “Korkuluyduk, dünya hayatımız hep korkulu geçti” Tarif böyle. Bu işte takva. Ve “biz dünyadayken sadece O’na dua ederdik”


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Nisan 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 95


Kârun iyi bir Tevrat okuyucusuydu, gece gündüz tilavet ederdi

Fâtır 32: “Sonra biz kullarımızdan ıstıfa eylediklerimize Kitab’ı miras bıraktık.” (Istıfa: İyisini seçip ayıklamak, ıslah edip safileştirmek)

Bu ayette şunu rahatlıkla anlıyoruz ki Kitap’la alaka kurmuş, Kitap’tan nasibi olan kimseler Allah’ın ıstıfa eyledikleri kullarındandır. Rabbimizin seçip, süzmesi, ayıklaması, arındırması! Kitap onlara miras kaldı. Bu çok güzel bir müjdedir.

Kişi kendisini Kitap’la ne kadar iç içe buluyor, ne kadar miras olduğunu biliyor, ne kadar rehber ediniyor, ne kadar mesai veriyor ? Ne kadar gayret ediyor? Bu gibi hususlarda kişi kendini etrafıyla karşılaştırmalı.

“Kitab’ın mirasçısı” dendiğinde akla gelebilecek biri olup olmadığı hususunda şöyle bir yoklamada bulunmalıdır. Neden bu çok önemli? Çünkü Allah, kendilerine Kitab’ı miras bıraktığı kullarını ıstıfa eylediğini buyuruyor (tıpkı Adem’i, Nuh’u, İbrahim’in ailesini, İmran’ın ailesini, Musa’yı ıstıfa ettiği gibi)

Allah hangi kullarına Kitab’ını miras bırakır, faydalanmalarını sağlar? Bu Allah’ın hikmetine tâbidir, randevuze ve rastlantısal, rastgele değil.

Hâkim ve Alîm olan Cenab-ı Hak tam da buna layık kullarını ıstıfa eder. Kitab’ı hak edecek, öğrenme gayreti, fedakarlığı gösteren, elverişli kimselere miras bırakır. Ve “Allah iman edenleri ve ilim sahiplerini derece derece yükseltir.”

Tabi peygamber efendimizden (sav) sonra Kitab’ı miras alan tüm nesiller bu kapsamdadır. Peki bu nesillerdeki kimselerin hepsi aynı durumda mı? Hepsi aynı tepkiyi mi vermiş? “Zaten affedileceğiz” mi diyorlar? Saptılar azgınlaştılar mı?

Demek ki Kitab’ın varisi olmak her zaman kişiyi kurtarmıyor. Varis olmak elbette bir seçkinlik ancak sürecin düzgün tamamlanması için Kitab’a vefa ve sadakat gerekiyor. Aksi taktirde sadakatsizlik ve nankörlük ters tepmek olur ki bu çok vahim bir akıbete götürür.

Kuranı Kerim’de bunun en tipik örneği Musa aleyhisselam’ın kavminden olan Kârun’un hikayesidir.

Kârun iyi bir Tevrat okuyucusuydu, gece gündüz tilavet ederdi. Ayetlerin ilmi verilmişti. Ama sonra deri değiştirir gibi sıyrıldı. Şeytan da onu takibe aldı ve taşkınlardan oluverdi.

Ve Allah-u Teala, Kârun’u da, hazinelerini de yere yutturdu.

Dolayısıyla Kitab’a vâris olmak son derece büyük şeref, ancak bu yolun sonu değil, bu büyük bir sorumluluğun başlangıcı.

Bu yola hiç girmesek ne olur? Sorumluluğunu yerine hiç getirmemiş, taşın altına elini koymamış, görmezden gelmiş yok saymış, ıraz etmiş, Allah’ın en beter bulduğu vurdumduymaz akletmez tiplerden olur.

“Madem öyle ben bu Kitab’ın altına hiç girmeyeyim. Bu büyük bir sorumluluk. Alakasız durayım.” diyenler, en suçlu kimseler. Verilen nimetlerden (göz, kulak, kalp vs) hepsinden sorumluyuz. Dolayısıyla bu ilim süreci zorunludur.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

18 Nisan 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 94


Cenab-ı Hak karşısında iyi bir kulluk sergilemek isteyenlerin muhakkak ilimle iştigal etmesi gerektir

Fâtır 28: “Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.”

Ayet bu yönü itibariyle, Cenab-ı Hak karşısında iyi bir kulluk sergilemek isteyenlerin muhakkak ilimle iştigal etmesi gerektiğini ortaya koyar.

Kitap, ilmin kaynağıdır. Kişinin "Allah-u Teala'dan korkuyorum" diyebilmesi için Kitab’ı izlemesi gerek.

Ayet-i kerimede “tilavet” kelimesi geçer, tilavetin okumak anlamı olduğu gibi, burada izlemek, peşi sıra gitmek demektir.

Korkumuzu, takvamızı sergileyeceğimiz bilgiler ancak Kitab’tadır. Kitab’la ilgisi olmadığı halde Allah’tan korktuğunu söyleyenlerin korkusu askıdadır, hayata yansımamıştır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

31 Mart 2024 Pazar

***1 NİSAN ŞAKASI YAPMAK CAİZ Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu günün Müslümanlar için bir katliam günü olduğuna dair bir rivayet olsa da bu konuyla ilgili sağlam bir bilgiye rastlamadığım için burada bu olaydan bahsetmiyeceğim.

Genellikle değişik ülkelerde Nisan 1 şakası hakkında farklı kültür, inanç ve dillerde efsaneler bulunmaktadır:

Fransa (Poisson d'avril - Nisan Balığı): 1564 yılında Fransa kralı IX. Charles yılbaşını 1 Nisan’dan 1 Ocak’a aldırır. Bu arada 1 Nisan’ı sene başı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan’ı yılbaşı kabul edenlere ise “Nisan Balığı” adı verilir

İngiltere - April Fools' Day - Nisan Kaçıklar Günü

İskoçya - Gowk veya Cuckoo günü

Nisan 1 veya Nisan Balığı, Hollanda, Belçika, Kanada, ABD, İsviçre, Japonya dahil dünyanın pek çok yerinde tanınmaktadır. Nisan 1 ile ilgili başka bir efsane de Pagan kültüründe 1 Nisan'da kutlanan Fous bayramıdır. Antik Roma'da Hilarya adıyla benzer bir bayram da kutlanmaktadır.Hindistan'da ise bu bayram 31 Mart'ta Holi adıyla kutlanmaktadır.

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, 1 Nisan günü, bir din adeti değildir.

Bu sebeple, bu günde -makul, aşırı olmayan, haram unsurları barındırmayan- bazı şakaların yapılmasının - prensip olarak haram olduğunu söyleyemeyiz.Yine de takva gereği gayri-müslimlerin kutladığı bu güne değer vermemek efdal olanı görünüyor.


Her zaman şaka yapmak caizdir fakat şakanın bir mahiyetinin olması gerekmektedir. Bu şartları şu şekilde sıralayabiliriz:

Şaka yaptığımız kişiyi korkutmamalıyız, malını almamalıyız.
Şaka yapacağımız kişiyi üzmemeliyiz,
Kesinlikle şaka yapıyoruz diye şakadan da olsa yalan söylememeliyiz!

İki hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır:
Tartışmaya girmeyen, haklı olsa da kimseyi incitmeyen, şaka veya güldürmek için yalan söylemeyen, iyi huylu olan Müslüman Cennete girer.) [Tirmizî]

(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!)[Ebu Davud]

Yalanla eş anlamlı şakalar , bizzat yalan olduğu için haramdır. Ancak şaka; yalan, alay, hakaret gibi aşağılayıcı manada olmamak ve aşırı gitmemek kaydıyla yapılırsa buna müsaade edilmiştir.

Hz. Peygamber (asm) ve ashabının yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır. Böylesi şakalar ise insanlar arasında muhabbeti arttırır. Ancak her işte olduğu gibi şakada da aşırıya gidilmemelidir.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

30 Mart 2024 Cumartesi

Şevval orucu Ramazanda tutulamayan oruçların yerine tutulabilir mi?


S:Hocam, Şevval orucu kaza orucumuzun yerine geçer mi? Mesela Ramazandayken bir kadın özel durumundan dolayı tutamadığı oruçları şevval orucuyla beraber tutup bir sayabilir mi?

C:Bir taşla iki kuş mantığı gibi bir mantıkla ŞEVVAL ve RAMAZAN kazasını birleştirmek tercih edilen bir görüş değildir. Oruç tutmaya zorlananlar kaza oruçlarını tutmalıdırlar. İmkanı olanlar ise önce ŞEVVAL orucunun ardından da KAZA ORUCUNU tutmalıdırlar.


Nureddin Yıldız

Şevval Orucu Kaza Orucu Yerine Geçer mi?

S:Şevval orucu kaza orucu yerine geçer mi? Eğer geçerse niyet ederken nasıl niyet etmemiz gerekiyor?

C:Şevval orucu sünnettir. Ramazan ayından kalan oruç ise farzdır. Farz mı sünnet mi diye sorulduğunda kesinlikle önce farz demek durumundayız. Eğer farzlarla beraber sünnetleri de tutabileceksek ya da gelecek ayda farzları tutacağından endişesi olmayan biri isek Şevval orucunu öne alabiliriz. Hayır sadece beş altı gün oruç tutabilecek kadar sıkışık isek (mesela yaklaşan ileri hamilelik veya benzeri bir durum varsa) farzlara niyet ederek oruç tutarız. Bazı âlimler farzlarla beraber Şevval orucuna da niyet etmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir.


Nureddin Yıldız

5 Mart 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 93


Korkuyu besleyen belirsizliktir, hüznü besleyen çaresizliktir

Müminler cennete girince ilk neye sevinir, hoşlarına giden şey nedir? Cennette ilk fark edip Cenab-ı Hakk’a hamd ettikleri şey nedir?

Fâtır 34: “Allah’a hamd olsun ki bizden hüznü, tasayı giderdi.”

Demek ki Müminlerin dünyadaki genel durumu, çoğunlukla olan durumu tasaymış.

Hüzün her an insanın peşinden kovalamakta. Cennette hüznün olmaması ne büyük saadettir.

Korkuyu besleyen belirsizliktir. Hüznü besleyen çaresizliktir.

Müminler Kur'an'la, vahiyle irtibatlı olarak ve sürekli dua ederek bu korku ve hüzünden belli oranda uzaklaşırlar. İnsanların hüzünden çıkış mecraları farklıdır.

Rabbimiz çok Gâfur ki büyük büyük günahlarımızı bağışladı, hiç de bunu hak etmezdik.

Sonra Rabbimiz çok Şekûr ki ufacık ufacık şeylerimizi ciddiye alıp bize hüzünden uzak cennet yurdunu bahşetti.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

29 Şubat 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 92


Kur'an diri-canlı olanları uyarsın diye gönderilmiştir

Yâsîn 70: “Diri olanları uyarması için Kur'an'ı Kerimi indirdik.” 

Kur'an diri-canlı olanları uyarsın diye gönderilmiştir. 

Canlı olana faydası var. 30’lu yaşlarda bir baba düşünün. Bu babanın bir çocuğu var. Ölen babasına mı Kur'an okusun, çocuğuna mı okusun? 

Çocuğuna okusun ki uyarsın, onun önünde bir hayat var, Kur'an'a ihtiyacı olacak. 

Ama bugünkü uygulaması ölü babasına okuyor, çocuğun ihtiyacı yokmuş gibi. Çünkü Kur'an'a ölüler ihtiyaç duyuyor gibi saçma, yersiz, temelsiz bir algı var. 

Hadislerde ölmekte, ölmek üzere olana okunan Kur'an var. Ölüye okunan Kur'an'ın faydasız, anlamsız, yersiz, hiç bir netice getirmez iddiası abartılı olur, bize düşmez. Onun feyzi bereketi mezarlıktakini kaplar mı bu bileceğimiz bir şey değil. 

Bu ayeti kerimede kendi hedef kitlesini Kur'an kendisi seçiyor, canlı olanı diyor, şu halde canlı olana odaklanmalı. Öncelik bu olmalı, öncelikler karışırsa saçmasapan bir durum ortaya çıkıyor. 

“Sen kabirlerdekilere işittiremezsin.” (Fâtır 22) Demek ki canlılara işittirirsin sen. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Şubat 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 91


Kur'an, Cenab-ı Hak ile konuşmaktır

Yâsîn 69: “O apaçık, net, izahı belirgin bir kitaptır.” 

O Kuran-ı Mûbin’dir. Kuran asla insanların kafasını karıştırmaz. Allah-u Teala'yı anmanın en güzel yolu Kuran’dır. 

Hatta o kadar ki alimlerimiz Kur'an'ı, Cenab-ı Hak ile konuşmak olarak tarif etmişler. 

“Kur'an” kelimesi okumak kökünden geliyor. Kur'an'ın kıraatine olduğu kadar manasına da yönelmek gerekiyor. 

Kuran sadece alimlere inmedi, Kuran'ın muhatabının kendimiz olduğunu bilmemiz lazım. Alimler hocalar incelesin irdelesin bu işlere onlar bakar gibi bir zihniyet Yahudilerde var. 

Sadece kıraatiyle yetinmek dilde kalması gibi olur. Demiyorum ki bunda bir bereket bir feyz olmaz bu bir ibadet değildir. Elbetteki bunda bir bereket, feyz olur ama Kuran'ın içeriği, manası daha önceliklidir. 

Vahiy, alim-alim değil diye ayırt etmiyor, herkesi anlamaya ve ilim yapmaya davet ediyor. 3’er 5’er sabah akşam ayetlerin anlamlarını anlamalıyım demek gerekiyor. Yeter ki “Ben anlamak, öğrenmek istiyorum” de kapılar açılacaktır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

25 Şubat 2024 Pazar

Cenâb-ı Hak bana ne demek istiyor? Prof. Halis Aydemir

Söylemlerimizin içinde ne kadar Cenâb-ı Hakk’ı barındırması imanımızın ne kadar kâmil olduğuyla ilişkili bir şey. Dolayısıyla Mümin olan kimse hayattaki iş ve oluşların tamamını ne kadar Cenâb-ı Hakk’ın üzerinden yorumlamayı başarabiliyorsa imanı o kadar kemâle ermiş demektir.

  “Cenâb-ı Hak burada bana ne demek istiyor?” Sorusuna cevap arayan kimse her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın kontrolünde ve müsaadesiyle ilerlediği bilincindedir. Bu açıdan kendimizi tartabiliriz. Bazen kendimizi seküler düşünceler üzere yakalayabiliriz. Bunu yakaladığımızda hemen düzeltebiliriz.


Prof. Dr. Hfz. Halis AYDEMİR 


İnci ve Mercan Okumaları | 23.2.2024

https://www.youtube.com/live/dNfTG1I9e98?si=sFL0aVFnHkQq-bQP

https://akledenkalpler.blogspot.com/2024/02/kucuk-notlarm-21.html?m=1


18 Şubat 2024 Pazar

RÜ’YETULLAH

Müelif:

Sözlükte “görmek” mânasındaki rü’yet kelimesiyle “Allah” lafzından meydana gelen bir terkiptir. Kur’an’da rü’yetullah terkibi geçmemekle birlikte inkârcıların dünyada Allah’ı görme ve peygamberlerden Allah’ı kendilerine gösterme taleplerinden söz edilmiştir. Yeryüzünde azgınlık gösterip fesat çıkaran Firavun, veziri Hâmân’a Mûsâ’nın kendisinden inanmasını istediği ilâhı görebilmek için yüksek bir kule inşa etmesini emretmiştir (el-Mü’min 40/36-37). Mûsâ ve Hârûn’un uzun mücadelelerden sonra Firavun’un elinden kurtardıkları İsrâiloğulları, putlara tapınan bir kavmi görünce peygamberlerinden kendileri için o putlar gibi gözle görülen bir ilâh yapmalarını istemişler (el-A‘râf 7/138), hatta apaçık görmedikçe Allah’a inanmayacaklarını söylemişler, Hz. Mûsâ’nın rabbiyle konuşmaya gittiği sırada altın buzağıya tapınmışlardır (el-Bakara 2/55; en-Nisâ 4/153; Tâhâ 20/86-91). Mekke döneminin ortalarında ve sonlarında nâzil olan sûrelerde, tevhid inancına karşı direnen müşriklerin Allah’ı görmedikçe veya Allah ile melekler yanlarına gelmedikçe iman etmeyecekleri yolundaki beyanları yer almış (el-Furkān 25/21; el-En‘âm 6/158; el-İsrâ 17/92), onların bu anlayışına Medenî sûrelerde de temas edilmiştir (el-Bakara 2/210). Ahmed b. Hanbel, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’den Allah’ı kendilerine göstermesini istemeleri üzerine, “Gözler O’nu göremez, O ise gözleri görür” meâlindeki âyetin (el-En‘âm 6/103) indiğini, ancak bunun dünya için söz konusu olduğunu söyler (er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye, s. 59). Âhireti tasvir eden âyetlerde o gün parıldayan yüzlerin rablerine bakacağı, kâfirlerin ise rablerinden mahrum kalacağı ifade edilir (el-Kıyâme 75/22-23; el-Mutaffifîn 83/15).

Hadislerde rü’yetullah yerine “rü’yetü rab” tabiri geçer (Buhârî, “Mevâḳīt”, 16; Müslim, “Zühd”, 16). Sahih hadislerde belirtildiğine göre müminler, bulutsuz bir günün öğle vaktinde güneşi ve bulutsuz bir gecede dolunayı gördükleri gibi Allah’ı âhirette görecektir (, III, 16; IV, 13-14; Buhârî, “Tevḥîd”, 24; Müslim, “Îmân”, 299, “Zühd”, 16). Diğer bazı rivayetlere göre hiçbir mümin ölünceye kadar Allah’ı göremeyecektir (Müslim, “Fiten”, 95). Ashap mi‘rac münasebetiyle Resûl-i Ekrem’e, “Allah’ı gördün mü?” diye sormuş, o da, “Nurdur, nasıl göreyim?” veya, “Sadece bir nur gördüm” cevabını vermiş (Müslim, “Îmân”, 291-292), Hz. Âişe ise, “Muhammed’in Allah’ı gördüğünü söyleyen kimse yalan konuşmuş olur” diyerek Resûlullah dahil kimsenin dünyada Allah’ı görmediğini ve gözlerin Allah’ı idrak etmediğini bildiren âyetin bunu açıkladığını belirtmiştir (Buhârî, “Tevḥîd”, 4). Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Allah’ı rüyada gördüğü ve rabbini rüyada gören kimsenin cennete gireceğini müjdelediği nakledilmiştir (Dârimî, “Rüʾyâ”, 12).

Rü’yetullah meselesi II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan itikadî konulardan biridir. Ahmed b. Hanbel’in verdiği bilgiye göre, Sümeniyye ile Allah’ın varlığı konusunda tartışmalar yapan Cehm b. Safvân’ın Allah’ın duyularla algılanamayan bir varlık olduğunu, insanın ruhunu göremediği gibi Allah’ı da göremediğini söylemiştir. Böylece Cehm, Allah’ın gözle görülemeyeceğini önce akıl yürüterek ispatlamaya çalışmış, daha sonra gözlerin Allah’ı idrak etmediğini açıklayan müteşâbih âyeti kendi anlayışı doğrultusunda yanlış bir te’vile tâbi tutmuştur (er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye, s. 66). İbn Rüşd rü’yetullah tartışmalarının ortaya çıkışını Mu‘tezile’nin ulûhiyyet anlayışına bağlar (el-Keşf, s. 153).

Rü’yetullah konusunda âlimlerce benimsenen görüşler iki noktada incelenebilir. A) Dünyada Rü’yetullah. Allah’ın dünyada görülmesi hakkında iki farklı görüş ortaya çıkmış olup birincisine göre bu mümkündür. Müşebbihe ve bazı Sûfiyye gruplarının benimsediği bu telakkinin delili Allah’ı zikretme, sevme ve O’na fazlaca ibadet etme sonucunda yaşandığı söylenen ruhî tecrübelerden ibarettir. Ancak kontrolü mümkün olmayan, daima yanıltma ihtimali taşıyan bu yöntem bağlayıcı bir delil olarak kabul edilmemiştir (İbn Teymiyye, V, 489-490). İkinci anlayışa göre peygamberler dahil olmak üzere hiçbir insan Allah’ı dünyada göremez. Nitekim Hz. Mûsâ, Allah’ı dünyada görmek istemiş, fakat, “Sen beni asla göremezsin” cevabını almıştır (el-A‘râf 7/143). Ayrıca Kur’an gözlerin Allah’ı göremeyeceğini haber vermiş (el-En‘âm 6/103), âlimler de bu âyete rü’yetullahın dünyada vuku bulmayacağı anlamını vermiştir (Taberî, XII, 19). Sahih hadislerde de rü’yetullahın âhirette gerçekleşeceği bildirilmiştir. Âlimlerin büyük çoğunluğu bu görüştedir (Ahmed b. Nâsır, s. 126-136).

Resûl-i Ekrem’in dünyada Allah’ı görüp görmediği konusu da tartışılmıştır. Bir telakkiye göre bu olay gerçekleşmiştir, çünkü mi‘rac hadisleri içinde Resûlullah’ın Allah’ı gördüğünü ifade eden rivayetler mevcuttur (Lâlekâî, III, 512-520). İbn Abbas, Ebû Zer el-Gıfârî, Zührî gibi sahâbe ve tâbiîn âlimleriyle İbn Huzeyme, Nevevî, Kādî İyâz gibi Selefiyye ve bazı Sûfiyye mensupları bu görüştedir. Söz konusu rivayetlerin bir kısmı zayıf veya uydurma, bir kısmı da mutlak ifadeler olduğundan bu tür deliller Hz. Peygamber’in dünyada Allah’ı gözleriyle gördüğünü kanıtlayıcı nitelikte görülmemiştir (İbn Ebü’l-İz, I, 222-224; Ahmed b. Nâsır, s. 138-148). Diğer anlayışa göre ise Resûl-i Ekrem, Allah’ı gözleriyle görmemiştir. Çünkü Kur’an’da vahiy yoluyla, perde arkasından veya elçi melek aracılığı ile konuşma dışında hiçbir insanın Allah ile konuşamayacağı bildirilmiştir (eş-Şûrâ 42/51). Resûl-i Ekrem, Allah’ı görmüş olsaydı mutlaka O’nunla konuşacaktı ve bu şekil dördüncü bir yöntemi teşkil edecekti; halbuki Kur’an’da böyle bir konuşma şeklinden söz edilmemiştir. Mi‘rac gecesinde Resûlullah, Allah’ı değil Cebrâil’i görmüştür. Ayrıca Hz. Âişe, yukarıda belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem’in Allah’ı gözleriyle gördüğünü söyleyen kişinin yalan konuştuğunu, zira kendisinin bunu ona sorup öğrendiğini bildirmiştir. Başta Hz. Âişe ve İbn Mes‘ûd olmak üzere ashap ve tâbiînin yanı sıra kelâmcılarla hadisçilerin çoğunluğu bu görüştedir (Dârekutnî, s. 75-76; Ahmed b. Nâsır, s. 161-164).

Âlimlerin bir kısmı Hz. Peygamber’in yanı sıra sâlih müminlerin de Allah’ı kalp gözüyle (rüyada ve ruhen) görebileceğini ileri sürmüş ve bu konudaki bazı hadisleri delil getirmiştir (, I, 368). Buna karşılık bazı kelâm âlimleri Allah’ı rüyada da görmenin mümkün olmadığı kanaatindedir (Nûreddin es-Sâbûnî, s. 43). İbn Teymiyye, iman ve itaat derecesine göre sâlih müminlerin Allah’ı rüyada görebileceğini, fakat imanı ne kadar kâmil olursa olsun Allah’ı rüyada gördüğü gibi tasavvur edemeyeceğini söyler (Mecmûʿu fetâvâ, II, 390). Mu‘tezile kelâmcılarına göre Allah’ın kalben görülmesi O’nun aklî bilgilerle bilinmesi demektir.

B) Âhirette Rü’yetullah. Allah’ın âhirette görülmesi konusunda âlimlerce benimsenen görüşler şöylece özetlenebilir: 1. Allah Teâlâ âhirette müminler tarafından görülecek, fakat kâfirler bundan mahrum kalacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “O gün rablerine bakan parlak yüzler vardır” meâlindeki âyette geçen “ilâ rabbihâ nâzırah” ifadesi (el-Kıyâme 75/22-23) bunun açık delilidir. Çünkü burada “ilâ” edatıyla kullanılan “nazara” fiili Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebini dile getiren âyette (el-A‘râf 7/143) “enzur ileyk” şeklinde geçmekte ve “baş gözünün bakması” anlamına gelmektedir. Gözlerin Allah’ı idrak edemediğini bildiren âyet ise (el-En‘âm 6/103) gözlerin Allah’ı dünyada göremeyeceği veya O’nun zâtını kuşatamayacağı mânası taşır (Taberî, XII, 13-18). Ayrıca rü’yetullah, Kur’an’da görmeyi dolaylı şekilde ifade eden ve “yüz yüze karşılaşma” mânasına gelen “likā” kelimesi ve bu kökten türeyen fiillerle de anlatılmıştır (, “liḳāʾ” md.). Bu âyetler âhirette müminlerin Allah’ı çıplak gözle göreceğine işaret etmektedir. Buna karşılık kâfirlerin âhirette kör (Allah’ı görme özelliğinden yoksun) olarak haşredilecekleri ve bu sebeple Allah’ı göremeyeceklerine dair âyetler mevcuttur (Tâhâ 20/124; el-Mutaffifîn 83/15). Rü’yetle ilgili hadislerin bir kısmına yukarıda temas edilmiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye, büyük çoğunluğu sahâbî olan yirmi altı râvi yoluyla Resûlullah’a ulaşan rü’yet hadislerini sıralamış (Ḥâdi’l-ervâḥ, s. 416-459), ardından ashap, tâbiîn ve önde gelen âlimlerin olumlu görüşlerini zikretmiştir (a.g.e., s. 459-474).

Allah’ın âhirette görülmesi aklen de mümkündür, çünkü görülme var olma şartına bağlıdır. Cenâb-ı Hakk’ın ekmel mânada varlığı kesin olduğuna göre O’nun görülmesi gerekir (İbn Teymiyye, VI, 136). Varlık ortak bir terim olmakla birlikte her mevcutta farklı anlam düzeyinde bulunur ve görme bazan ortak, bazan da farklı yargılarla ilişkilendirilir. Bu sebeple görülme teşbih ve tecsîme yol açmadığı gibi Allah’ın zâtına yeni bir anlam da eklemez (, s. 32). Allah’ın dünyada görülmeyişi âhirette de görülemeyeceğine delil teşkil etmez. Nitekim insanın dünyada var olan pek çok şeyi görememesi bunların görülemez oluşundan değil onları görme yeteneğine sahip kılınmayışındandır (Ebü’l-Berekât en-Nesefî, vr. 33a-34a). İnsan bedeninin yeniden ve mükemmel bir şekilde inşa edileceği âhiret âleminde gözlerinin de Allah’ı görebilecek bir yeteneğe kavuşturulması mümkündür. Selefiyye ve Ehl-i sünnet âlimleri bu görüştedir. Selefiyye’ye göre Allah’ın âhirette müminlerce gerçek anlamda müşahede edilerek görülmesi -dünyadaki görme olayında gerçekleştiği gibi- hem Allah’ın hem de O’nu görecek müminlerin karşı karşıya gelmesini, ayrıca bir yerde ve bir yönde bulunmasını zorunlu kılar. Rü’yetullahın bu çerçevede kabul edilmemesi halinde Sünnî kelâmcılarla rü’yetullahı kabul etmeyen Mu‘tezile kelâmcıları arasında lafız farkından başka bir görüş ayrılığı kalmaz (Ahmed b. Nâsır, s. 61, 122). Sünnî kelâmcılardan Mâtürîdî ve Fahreddin er-Râzî, Selefiyye’nin düşündüğü şekilde Allah’ı görmenin O’nun maddî türden bir varlık olmasını gerektireceğinden bunun kabul edilemeyeceğini belirtmiş; Allah’ın yer, yön ve karşılaşma olmaksızın keyfiyeti bilinemeyen bir şekilde âhirette görüleceğini, ayrıca bu açıdan rü’yetin aklen değil sadece naklen kanıtlanabileceğini söylemiştir (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 127-128; Kitâbü’l-Erbaʿîn, I, 277). Bunların dışında kalan Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye kelâmcıları rü’yetullahın aklî bilgilerle de kanıtlanabileceğini kabul etmiştir. Ehl-i sünnet âlimleri arasında kıyamet gününde kâfirlerin Allah’ı görüp görmeyeceği konusunda ihtilâf vardır. Tercih edilen anlayışa göre kâfirler de mahşerde Allah’ı görecek, fakat daha sonra cehennem azabının yanı sıra O’nu görmekten mahrum bırakılmakla da cezalandırılacaktır. Âhirette meleklerin de Allah’ı göreceği âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir (Süyûtî, II, 397-398; Ahmed b. Nâsır, s. 186-187).

2. Allah dünyada görülemediği gibi O’nun âhirette de görülmesi mümkün değildir. Zira Kur’an’da gözlerin Allah’ı göremediği açıkça belirtilmiş (el-En‘âm 6/103), Hz. Mûsâ’nın kavminden Allah’ı görme talebinde bulunanların dünyada cezalandırıldığı haber verilmiştir (el-Bakara 2/55; en-Nisâ 4/153). Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebinde bulunmasını konu edinen âyete gelince (el-A‘râf 7/143), bundan bir peygamberin muhal olan bir şeyi istemeyeceği biçiminde sonuç çıkarmak yerine isteğin mâkul bir şekilde te’vil edilmesi gerekir. Şöyle ki: Hz. Mûsâ, Allah’ı görmenin imkânsızlığını kanıtlamak amacıyla kavmi adına O’nu görmek veya bir mûcize vasıtasıyla hakkında zaruri bilgi sahibi olmak istemiştir. Âyetin zâhirî mânaya geldiğinin kabul edilmesi halinde bile bundan yine rü’yetullahın imkânsız olduğu sonucu çıkar. Çünkü Allah’ı görme talebinde bulunan Hz. Mûsâ, Tûr’a tecelli eden Allah’ı görememiş ve sonunda bu isteğinden ötürü tövbe etmiştir (el-A‘râf 7/143). “O gün rablerine bakan parlak yüzler vardır” meâlindeki âyet de (el-Kıyâme 75/22-23) rü’yetullahın âhirette vuku bulacağını kanıtlamaz. Söz konusu âyet müteşâbih olup Allah’ın görülemeyeceğini açıklayan muhkem âyetin ışığında, “O gün rablerinin mükâfatını bekleyen parlak yüzler vardır” şeklinde te’vil edilmelidir (Taberî, XII, 20-21; Kādî Abdülcebbâr, s. 264-269; , III, 85; XIV, 229; XXX, 227). Ayrıca âyetlerde insanın Allah ile konuşma şekilleri arasında yüz yüze konuşma yoktur (, XXVII, 187). Sahih hadislerde de hiçbir insanın Allah’ı dünyada ve âhirette göremeyeceği bildirilmiştir, buna muhalif rivayetler teşbih ve tecsîm inancını içerdiğinden sahih değildir veya râvilerce eksik nakledilmiştir (Kādî Abdülcebbâr, s. 268-270). Aklî bilgiler de Allah’ın görülemeyeceğini teyit eder, çünkü gözler sadece bir yerde ve bir yönde bulunan sonlu ve sınırlı maddî varlıkları görebilir; Allah ise bu türden bir varlık değildir ve maddî özellikler taşımaktan münezzehtir. Teşbih ve tecsîmden kaçınmak için rü’yetullahı reddetmek aklî bir zorunluluktur (a.g.e., s. 248-261). İbn Rüşd, âlimlerin rü’yetullahla ilgili âyetleri te’vil ederek Allah’ın görülemeyeceğine inanmaları gerektiğini, halkın ise âyetlerin zâhirî mânasına uygun olarak O’nun görülebileceğine inanmasında bir sakınca bulunmadığını söyler; esasen halk cisim olmayan bir varlığın mevcudiyetini düşünemez (el-Keşf, s. 157-159).

Rü’yetullah konusunda ortaya çıkan farklı telakkilerden, ilgili âyetlerin ilmî te’vil ölçülerine ve sahih hadislere göre anlaşılması halinde Allah’ın âhirette görüleceğini kabul eden Ehl-i sünnet’e ait görüşün daha isabetli olduğu ortaya çıkar. Ehl-i sünnet âlimleri, Allah’ın âhirette müminlerce görüleceğini ve kâfirlerin bundan mahrum bırakılacağını bildiren âyet ve sahih hadislerden hareketle görüş belirlerken buna karşı olan grup, önce kendine göre bazı aklî gerekçelerden yola çıkarak Allah’ın görülemeyeceği tarzında bir anlayış ortaya koymuş, ardından bunu müteşâbih âyetlerle delillendirmek istemiş, buna mukabil O’nun âhirette görüleceğini haber veren âyetlere dil kurallarına ve Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebini konu edinen âyetteki kullanıma aykırı biçimde isabetsiz yorumlar getirmiş, ayrıca sahih hadisleri reddedip sahih hadis mecmualarında yer almayan rivayetler ileri sürmüş, rü’yetullahı inkâr ederken ontolojik açıdan âhireti dünya ile aynı statüde kabul etmiştir. Halbuki birçok nassın haber verdiğine göre âhiretin şartları dünyaya göre tamamen farklı olacaktır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın insanları, ebediyet âleminde zâtını görmelerini mümkün kılacak ve gözlerinden perdeyi kaldıracak şekilde bir yaratılışa kavuşturması mümkündür (krş. Kāf 50/22). Bu aynı zamanda Allah’ın kâfirlere karşı müminlere bahşedeceği müstesna bir lutuf olup âdil ve mün‘im oluşuna da uygundur.

Rü’yetullaha dair çeşitli eserler kaleme alınmış olup bazıları şunlardır: Ebû Bekir el-Âcurrî, et-Taṣdîḳ bi’n-naẓar ilallāhi teʿâlâ fi’l-âḫire (Beyrut 1988); Dârekutnî, Rüʾyetullāhi ʿazze ve celle (Kahire 1991); Meryem Abdurrahman Zâmil, Rüʾyetullāh beyne’s-Selef ve’l-İʿtizâl (Mekke 1979); Şâkir Abdülcebbâr, Keyfe nera’llāh (Bağdat 1983); Abdülazîz b. Zeyd er-Rûmî, Delâletü’l-Ḳurʾân ve’l-âs̱âr ʿalâ rüʾyetillâhi bi’l-baṣar (Riyad 1985); Ahmed b. Nâsır b. Muhammed Âl-i Ahmed, Rüʾyetullāhi teʿâlâ ve taḥḳīḳu’l-kelâm fîhâ (Mekke 1991); Abdurrahman b. Abdurrahman el-Ehdel, ʿİẓâmü’l-minne fî rüʾyeti’l-müʾminîn rabbehüm fi’l-cenne (Mekke 1998); Temel Yeşilyurt, Tanrı’nın Aşkınlığı Bağlamında Rü’yetullah Sorunu (Malatya 2001). Konuyla ilgili makaleler arasında P. M. de Contenson’un “La théologie de la vision de Dieu au début du XIIIe siècle” (Revue des sciences philosophique et théologique, XLVI [1962], s. 409-444); Georges Vajda’nın “Le problème de la vision de Dieu (ru’ya) d’après quelques auteurs ši’ites duodécimains” (Le Shi’isme imamite, [ed. T. Fahd, Paris 1970], s. 31-54); Fethullah Huleyf’in “Rüʾyetullāh ʿinde’l-Muʿtezile ve Ehli’s-sünne” (Dirâsât felsefiyye = Etudes philosophiques [ed. Osman Emin – İbrahim Madkour, Kahire 1974], s. 79-96); Anthony K. Tuft’ın “The Ruʾyā Controversy and the Interpretation of Qurʾān Verse VII (al-Aʿrāf): 143” (, VI/3 [1983], s. 3-41) ve Hikmet Akdemir’in “Taberi’ye Göre Rü’yetullah Meselesi” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, III [2002], s. 7-26) adlı makaleleri sayılabilir.


BİBLİYOGRAFYA

, IV, 966.

, I, 368; III, 16; IV, 11,12, 13-14, 360, 365-366.

Ahmed b. Hanbel, er-Red ʿale’z-zenâdıḳa ve’l-Cehmiyye ( içinde), s. 59, 66.

, XII, 13-21.

Eş‘arî, Maḳālât (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1990, I, 289.

a.mlf., el-Lümaʿ (nşr. R. J. McCarthy), Beyrut 1952, s. 32.

Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd (nşr. Bekir Topaloğlu – Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 120-134.

Âcurrî, et-Taṣdîḳ bi’n-naẓar ilallāhi teʿâlâ fi’l-âḫire (nşr. Semîr b. Emîn ez-Züheyrî), Beyrut 1988, s. 39-86.

Dârekutnî, Kitâbü’r-Rüʾye (nşr. İbrâhim Muhammed el-Alî – Ahmed Fahrî er-Rifâî), Zerkā/Ürdün 1990, s. 67-79.

, s. 248-261, 264-270.

Lâlekâî, Şerḥu uṣûli iʿtiḳādi Ehli’s-sünne ve’l-cemâʿa (nşr. Ahmed Sa‘d Hamdân), Riyad, ts. (Dâru Tayyibe), III, 454-463, 512-521.

İbn Rüşd, el-Keşf ʿan menâhici’l-edille (nşr. M. Âbid el-Câbirî), Beyrut 1998, s. 153-159.

Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uṣûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979, s. 41-43.

, III, 85; XIII, 130; XIV, 229-231; XVII, 87; XXVII, 187; XXX, 227.

a.mlf., Kitâbü’l-Erbaʿîn fî uṣûli’d-dîn (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire 1406/1986, I, 277.

Ebü’l-Berekât en-Nesefî, el-İʿtimâd fi’l-iʿtiḳād, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3085, vr. 33a-34b.

, II, 390; V, 249-251, 489-490; VI, 136.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Ḥâdi’l-ervâḥ (nşr. Yûsuf Ali Büdeyvî – Muhyiddin Müstû), Beyrut 1411/1991, s. 197-198, 228-229, 278, 416-474.

İbn Ebü’l-İz, Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’ṭ-Ṭaḥâviyye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî – Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, I, 222-224.

Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, IV, 182.

Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerḥu’l-Mevâḳıf, Kahire, ts., VIII, 236.

Süyûtî, Tuḥfetü’l-cülesâʾ bi-rüʾyetillâh li’n-nisâʾ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-Arabiyye), II, 397-401.

Ahmed b. Nâsır, Rüʾyetullāhi teʿâlâ ve taḥḳīḳu’l-kelâm fîhâ, Mekke 1411/1991, tür.yer.

M. Yûsuf Mûsâ, el-Ḳurʾân ve’l-felsefe, Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 98.

Daniel Gimaret, “Ruʾyat Allāh”, , VIII, 649.

https://islamansiklopedisi.org.tr/ruyetullah

17 Şubat 2024 Cumartesi

Allah Teala'yı cennette herkes görecek mi; cehenneme girip daha sonra cennete giren kişi de görecek mi?


Soru detayı 

- Allah Teala'yı cennette istinasız herkes mi görecek, yoksa görmeyenlerde olacak mı?
- Bir de cuma namazına gitmeyip ya da arada bir gidenler de cennette Cenab-ı Hakk'ı görecekler midir?
- Cehenneme girip de daha sonra cennete dahil olan mümin kardeşlerimiz de Cenab-ı Hakk'ı ve Resülü Ekrem Hz. Muhammed Aleyhissalatü vesselamı görüp, konuşup sohbetinde bulunacaklar mıdır?

Cevap

Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye (Ashab, Resulullah'a) sordular. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde Güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu. Ashab:

"Hayır!" deyince:

"Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine:

"Hayır!" deyince:

"Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı Güneş ve Ay'ı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek." (Müslim, Zühd 16)

Cerir İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir dolunay gecesi, aya baktı ve:

"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek)." [Buhârî, Mevakitu's-Salat 6, 26, Tefsir, Kaf 1, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633); Ebu Davud, Sünnet 20, (4729); Tirmizî, Cennet 16, (2554)]

AÇIKLAMA:

1. Ehl-i Sünnet uleması, cennet ehlinin rü'yetullaha mazhar olacağına, gökte dolunayı görürcesine Rab Teala'yı gözleriyle göreceğine inanır ve bu hususta ittifak ederler. Allah'ın görülmesinin, cennet ehlinin mazhar olacağı en büyük nimet olacağı belirtilmiştir. Nitekim sadedinde olduğumuz hadis, Allah kendini gösterdiği müddetçe cennet ehlinin diğer nimetlere iltifat etmeyeceğini belirtir. Bu iltifat etmeme hali, rü'yetin onların hepsinden üstün bir nimet olduğunu ifade eder.

2. Hadisten, ahirette Allah'ı, kadın ve erkek bütün cennet ehlinin göreceği hükmü de çıkarılmıştır.

3. Cennet’te hiç kimseye üzülme yoktur. Cehennemden çıkan kişi de Allahı görecektir.

4. İbn Ömer (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Cennetliklerin en aşağı derecesinde olan kimsenin durumu; bahçelerini, hanımlarını, bol nimetlerini, hizmetçilerini ve koltuklarını bin senelik mesafeye kadar uzanmış olarak görecek ve sabah akşam Allah’ın kendilerine bir ikramı olarak Allah’ın yüzünü göreceklerdir."

Sonra Rasûlullah (asm) şu ayeti okudu:

“Bazı yüzler o gün Rablerine bakarken mutluluktan parlayacaktır.” [(Kıyame, 75/22-23) (Müsned: 4395)]

 

16 Şubat 2024 Cuma

Ölünün ardından yapılan yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi uygulamaların dinî dayanağı var mıdır?

Ölen bir Müslümanın usûlüne göre yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesi farzdır (Kâsânî, Bedâʾiʿu's-Sanâiʿ, 1/300, 306, 318). Bunun dışında yapılması gereken yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gün merasimi veya duası gibi zaman ve şekle bağlanmış bir görev yoktur. Bunların hiçbir dinî dayanağı da bulunmamaktadır. Bu itibarla söz konusu günlerde ölüye yönelik merasimler düzenlenmesi bid’attır; “Her bid’at da dalalettir.” (Müslim, Cum'a, 43 [867]; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6 [4606]). Ancak sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her zaman hayr-u hasenât yapılabileceği gibi çeşitli vesilelerle dua da edilebilir (bk. Buhârî, Vasâyâ, 19 [2760]; Müslim, Zekât, 51 [1004]).

15 Şubat 2024 Perşembe

Müslüman kadının gayri müslim kadına karşı avreti nasıldır?

   
Soru Detayı

İlmihalde kâfir olan kadınların erkek hükmünde olduğunu, onların yanında da tıpkı erkeklerin yanında olduğu gibi tesettüre uymamız gerektiğini okudum. Hristiyanlar vb. gibi Ehl-i kitap olup da Müslüman olmayan kadınlar da bu hükümde midir?..

Cevap

Müslüman kadının, Müslüman kadına göstermesi haram olan yerleri, erkeğin erkeğe olan durumu gibidir. Bu da diz kapağı ile göbek arasıdır. Yani Müslüman kadınlar birbirlerinin diz kapağı ile göbek arasındaki kısma bakmaları haramdır. Bu nihaî sınırdır. Bundan "baksın" manası çıkmaz. Bu sadece bir ruhsattır.

Kafir olan kadınlar önünde Müslüman bir hanımın avret yerleri, Hanbelilere göre, mahrem olan erkeğin avret yerleri gibi olup göbek ile diz kapakları arasıdır. Cumhura göre, ev işleri yaparken görünenler dışında, kadının bütün bedeni avrettir. Bu kadının Ehl-i kitap olması ya da olmaması fark etmez. Müslüman olmayanların durumu aynıdır.

İhtilafın dayandığı nokta, Nur suresindeki ilgili ayette kastedilen mananın tefsirindeki farklılıktır.

“Kadınlar ziynetlerini ancak kocalarına göstersinler… yahut kendi hanımlarına.." (Nur, 24/31)

Hanbeliler ile diğerleri demişlerdir ki: bu kadınlardan kastedilenler, bütün hanımlardır. Müslüman veya kafir kadın ayrımı yoktur. Dolayısıyla Müslüman olan bir hanımın ziynetini kafir bir kadına açması, Müslüman hanıma açması caiz olan yerler ölçüsünde caizdir.

Cumhura güre bu kadınlardan kastedilenler, özellikle Müslüman hanımlardır. Yani sohbet etme, din kardeşliği gibi özellikleri olan Müslüman hanımlardır. Buna göre, Müslüman bir hanımın batıni ziynetlerinden hiçbirini, kafir bir kadına ya da kadınlara göstermesi helal değildir. (Tefsiru Ayati’l- Ahkam bi’l – Ezher, II/164; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı)

Kadının kadına karşı avret sayılan yerleri, erkeğin erkeğe olan avreti gibidir. Bundan dolayı Müslüman kadınlar birbirlerini göbeği ile diz kapakları arasındaki mahalden başka yerlerine bakabilirler. Fakat bir gayrim müslim kadın, Müslüman bir kadının yalnız yüz ve ellerine bakabilir. Vücudunun başka yerlerine bakması uygun olmaz.

Nur suresi 31. ayette geçen "... kadınları" ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır:

1. Bundan maksat Müslüman kadınlar demektir, Müslüman olmayan kadınlar yabancı erkek gibidirler. Bu görüş Hanefî mezhebinde de tercih edilen görüştür.

2. Burada "kadınları" ifadesi sözün gelişi ve uyumu bakımından böyledir, maksat "kadınlar" demektir; mümin kadının, diğer kadınlara açılma sının bakımından kadınlar arasında, dine dayalı bir fark yoktur. Bizim de katıldığımız bu görüşü tercih edenler arasında Gazzâlî, Ebû Bekir İbnül-Arabî gibi âlimler vardır. (Ahkâmü'l-Kur'ân, III/1372; İbn Âşûr, XVIII/211; Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: IV/98-99.)

Âyette «nisâi-hinne» ifadesi yer almaktadır. Üçüncü şahıs zamiri ka­dınlara has olmakla beraber, hangi kadınlara raci', yani aittir? İbn Cüreyc ve İmam Kurtubî'ye göre, «Müslüman kadınlarsa râci'dir(İbn Cerîr et-Taberî/Câmiu'l-beyân : XVIII/95; Tefsîr-i Kurtubî : XII/233)

Bu takdirde Müslüman bir kadının avret yerlerini gayri müslim kadınların yanında aç­ması caiz değildir.

Nitekim İkinci Halîfe Hz. Ömer'in (ra), Ebû Ubeyde b. Cerrah'a (ra) şöyle bir mektup yazdığı rivayet edilmiştir:

«Bana gelen haberlere göre, gayri müslim vatandaş kadınlar, Müslüman kadınlarla be­raber hamamlara giriyorlarmış. Bunu derhal yasakla. Zira zimmîye (gayr-i müslim vatandaş) kadınların, Müslüman kadının çıplak tenini görmesi caiz değildir.» 

Ancak müşrike, kâfire kadın, Müslüman kadının cariyesi ise, hanım­efendisinin zînet yerlerine bakmasında bir sakınca yoktur. (Tefsîr-i Kurtubî: XII/233; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: VIII/4205-4208.)

13 Şubat 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 90


İslam akletmeyenlere cehennemi vaadeder

Bazıları düşünüyor ki ne kadar akletmekten uzaklaşırsan o kadar sâfiyane tevekkülün artar. Yanlış düşünüyorsun , o başka dinlerde. İslamda ne kadar akledersen o kadar yücelirsin, batıldan kurtulur sıratı müstakime ulaşırsın. İslam akletmeyenlere cehennemi vaadeder. 

Yâsîn 62-63: “Akletmiyor musunuz, hiç aklınızı kullanmıyor musunuz? işte size vaadedilen cehennem bu!”

İbretlik ayet-i kerimeleri, ibretlik kıssaları akletmeyi tercih etmemek, yüz çevirmek küfürdür. 

Iraz ve küfür Kuranı Kerîm’de baştan sona çok geçer. Küfürde üzerini örtmek var. Yani ayet-i kerimeyi görüyor, örtüyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

10 Şubat 2024 Cumartesi

***Riyâzü's Sâlihîn'in "ŞÂBAN ORUCU" Bâbı


ŞÂBAN ORUCU 

ŞÂBAN AYI'NIN ONBEŞİNDEN SONRA RAMAZANI KARŞILAMAK İÇİN ORUÇ TUTMANIN YASAKLANMASI, ANCAK ŞÂBANI BÜTÜNÜYLE ORUÇLU GEÇİRENİN VEYA PAZARTESİ-PERŞEMBE GÜNLERİ GİBİ BELLİ GÜNLERDE ORUÇ TUTMAYI ÂDET EDİNMİŞ OLAN KİMSENİN TUTABİLECEĞİ 

Hadisler 

1227. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Sizden biriniz bir-iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün orucunu tutsun." 

Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; İbni Mâce, Sıyâm 5 

1230 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1228. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazandan ( bir-iki gün) önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız; şevvâl hilâlini gördüğünüzde oruca son veriniz. Hilâli görmenize bulut mani olacak olursa, günü otuza tamamlayınız." 

Tirmizî, Savm 5 . Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 13 

1230 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1229. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Şâbanın ikinci yarısında oruç tutmayınız." 

Tirmizî, Savm 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 13.

 Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1230. Ebü'l-Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ şöyle dedi: 

Ramazandan olup olmadığı belli olmayan günde (yevmü'ş- şek) oruç tutan kişi, Ebü'lKâsım sallallahu aleyhi ve sellem'e isyân etmiş olur. 

Ebû Dâvûd, Savm 10; Tirmizî, Savm 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 3 

Açıklamalar 

Ramazân-ı şerîfi karşılamak maksadıyla, şâban ayının son yarısında ve özellikle ramazandan bir-iki gün önce oruç tutmayı yasaklayan bu dört hadis, ramazan orucuna başlamayı -tâbir câizse- garanti altına almayı, farz orucu nâfilelerle karıştırmamayı hedeflemektedir. Bu hadisler asıl faziletin, nâfileyi nâfile olarak, farzı da farz olarak uygulamakla elde edileceği fikrini pekiştirmektedir. Şimdi bu dört hadisi tek tek ve birbirleriyle ilgileri açısından ele alalım. 

Birinci hadiste, Peygamber Efendimiz, ramazanı karşılamak maksadıyla bir-iki gün öncesinden nâfile oruç tutulmasını yasaklıyor. Bu yasağın tek istisnası, her ayın belli günlerinde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimsedir. Böyle birinin oruç tuttuğu gün, ramazandan önceki bir-iki güne denk gelmişse, o kişinin, alışkanlığını bozmamak için o gün oruç tutmasına müsaade edilmektedir. Çünkü aslolan, başlanmış olan ibadetlerin sürdürülmesidir. Böyle bir âdeti olmayanlar için nâfile mi ramazan orucu mu karışıklığı söz konusu olur. Ayrıca farz olan ramazan orucuna tam zamanında dinç olarak başlanabilmesi için "ramazanı karşılama" niyetiyle de olsa, bir-iki gün öncesinden oruç tutulması, hadisin ifadesiyle söyleyecek olursak, "ramazanın önüne geçilmesi" uygun görülmemiştir. Bunun sebebi, geçmiş bazı ümmetlerin düştüğü hataya düşülmesini önlemektir. Çünkü onlar, farz olan oruç günlerini, kendi ilâveleriyle artırmışlar sonra da emredilmiş olan farzı bile yerine getirmemişlerdir. Hadisimizin getirdiği yasak, bu tür bir aşırılığa düşülmemesi için köklü bir tedbirdir. 

İkinci hadiste bu durum daha açık ve net ifadelerle ortaya konmakta, ramazandan önce "Belki ramazan ayı girmiştir" gibi bir düşünce ile de olsa, oruç tutulması yasaklanmaktadır. "İhtiyat" ya da "tedbir" gibi gözüken, fakat "şüphe"ye dayalı olan bu tür hareketlere girilmesi hoş karşılanmamaktadır. Ramazan orucuna ramazan ayının hilâli görülünce başlanması, şevval ayı hilâli görülünce de oruca son verilmesi, kesin bir ifade ile anlatılmaktadır. Geriye tek bir ihtimal kalmaktadır. O da ramazandan önceki gün hava bulutlu olur da hilâli gözetlemek ve görmek mümkün olmazsa ne yapılacaktır? Onun da cevabı çok açıktır. Kamerî ayların en fazla otuz gün oldukları dikkate alınarak, şâban ayı otuza tamamlanır, sonraki gün hilâli hâlâ görmek mümkün olmasa bile, artık ramazan orucuna başlanır. Aynı şekilde şevval hilâli de havanın kapalı oluşu sebebiyle görülemeyecek olursa, bu defa da ramazan ayı otuza tamamlanır ve sonraki gün bayram edilir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in ifade buyurdukları bu çözüm, hem pek tabii ve kolay hem de son derece gerçekçidir. İhtiyata en uygun, her zaman ve her yörede geçerli bir çözümdür. 

Her iki hadîs-i şerîfte de ramazan ayının girmiş olduğu kanaatine kesinlikle varıldıktan sonra ramazan orucuna başlanması gerektiği üzerinde ısrarla durulmakta ve bunun yolu gösterilmektedir. 

Üçüncü hadis, bu durumu biraz daha sağlama almakta, şâban ayının son yarısına gelindiğinde nâfile oruç tutulmamasını emretmektedir. Hiç şüphesiz bu yasak, belli günlerde nâfile oruç tutma alışkanlığı olmayanlar ve üç ayları oruçlu geçirmeyenler içindir. Şâban ayının son on beş gününe kadar oruç tutmayan, tam ramazana yaklaşıldığı bir dönemde oruç tutmak isteyenlere yönelik bir kısıtlamadır. Çünkü ramazana, güçlü ve istekli bir şekilde ve ramazan olduğu kesinlikle bilinerek başlanması daha uygundur. 

Dördüncü hadis, her ne kadar, Ammâr İbni Yâsir'in görüşünü yansıtıyor gibiyse de bu hadiste, "ramazandan olup olmadığı bilinmeyen günde oruç tutan kişinin Hz. Peygamber'e isyan etmiş olacağı" hükmünü vermek, ictihadla ulaşılabilecek bir sonuç değildir. Bu sebeple hadis, hadis usulü ölçülerine göre "hükmen merfû'"dur. Yani Hz. Peygamber'den öğrenilmiş bir hükmü bize ulaştırmaktadır. Yevm-i şek denilen, ramazanın ilk günü mü yoksa şâbanın son günü mü olduğu kesin olarak bilinemeyen günde oruç tutmanın, üçüncü hadisteki "şâban ayının son yarısında nâfile oruç tutmamak" tavsiyesine karşı çıkmak olacağı için Hz. Peygamber'e isyan etmek anlamına gelmektedir. "Ne olur ne olmaz, ben tutayım" demek, doğru değildir. Yapılacak iş, şâban ayını otuza tamamlayıp sonraki günü ramazan olarak değerlendirmekten ibarettir. Şüphe ile ibadet olmaz. Hele, ibadetlerimizi kendisinin beyanları doğrultusunda yapmakla yükümlü olduğumuz Sevgili Peygamberimiz'in açık tâlimatı varken, kendiliğimizden bazı uygulamalara girmemiz aslâ doğru değildir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Allah rızâsı için nâfile olarak tutulacak oruç ile farz olan ramazan orucu birbirine karıştırılmamalıdır. 

2. Pazartesi, perşembe veya her ayın belli bazı günlerinde oruç tutma alışkanlığı olmayan kimselerin, durup durup da ramazandan bir-iki gün önce ramazanı karşılıyorum diye oruç tutmaya kalkmaları yasaklanmıştır. 

3. Belli zamanlarda nâfile oruç tutma alışkanlığı olanlar ramazandan önceki güne rastlasa da o alışkanlıklarını sürdürebilirler. 

4. Yevm-i şekte oruç tutmamak gerekir. 

5. Şâban ayında oruç tutmanın fazileti, ikinci yarısında oruç tutmamak kaydıyla düşünülmelidir.

SÜNNETE UYGUN İBADET-15- Şâban Orucu


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bu bölümdeki dört hadis-i şeriften Ramazan’ı karşılamak için birkaç gün öncesinden oruç tutulmaması gerektiğini, yine hilal görülüp oruca başlanacağını, hilalle oruca son verileceğini, Şaban’ın onbeşinden sonra oruç tutulmaması gerektiğini, Ramazan’dan bir gün önce oruç tutulmaması gerektiğini öğreneceğiz. [1]

1227. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz bir–iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün orucunu tutsun."[2]

1228. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ramazandan (bir–iki gün) önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız; şevvâl hilâlini gördüğünüzde oruca son veriniz. Hilâli görmenize bulut mani olacak olursa, günü otuza tamamlayınız."[3]

1229. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şâbanın ikinci yarısında oruç tutmayınız."[4]

1230. Ebü'l–Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Ramazandan olup olmadığı belli olmayan günde (yevmü'ş–şek) oruç tutan kişi, Ebü'l–Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem'e isyân etmiş olur.[5]


sadakat.net/riyazus-salihin- 219) Şâban Orucu (Şâban Ayı'nın Onbeşinden Sonra Ramazanı Karşılamak İçin Oruç Tutmanın Yasaklanması, Ancak Şâbanı Bütünüyle Oruçlu Geçirenin Veya Pazartesi–Perşembe Günleri Gibi Belli Günlerde Oruç Tutmayı Âdet Edinmiş Olan Kimsenin Tutabileceği)

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 359.
[2] Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; İbni Mâce, Sıyâm 5.
[3] Tirmizî, Savm 5 . Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 13.
[4] Tirmizî, Savm 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 13.
[5] Ebû Dâvûd, Savm 10; Tirmizî, Savm 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 3.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR