11 Ocak 2024 Perşembe

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEM-2-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


A. Zayıf Hadis ve Zayıf Hadisle Amel Etme

 Zayıf hadisin tarifini doğru bir şekilde anlayabilmek için öncelikle sahih hadisin ilmi olarak tarifini yapmak gerekir.

 Sahih hadis: Adalet ve zabt şartları­na sahip olan ravilerin, muttasıl bir senedle şazz ve illetten uzak olarak rivayet ettikleri hadislerdir.6

Zayıf hadis: Sahih veya hasen hadisin şartlarından birisi ya da bir kaçı bulunmayan hadistir. 7

 Görüldüğü gibi sahih hadis için beş şart (ravinin adaleti, zabtı, senedin kopuksuz olması, hadisin şazz ve illetli olmaması) söz konusudur. Eğer bu beş şarttan birisi veyahut bir kaçı bulunmazsa hadis zayıf olarak isimlendirilmektedir. Hadisteki zayıflık genel olarak ya hadisi rivayet eden ravinin şahsiyetinden, ya da hadisin senedinden kaynaklanmaktadır.

 Bugün için zayıf hadisler konusunda bilinmesi gereken en önemli hususlar;
zayıf hadis ve çeşitleri, zayıf hadisle amel edilmesi, sahih hadisle karıştırma meselesi ve zayıf hadislerin tanınması gibi konulardır.

 Zayıf hadisle amel söz konusu olunca, öncelikle elimizdeki hadisin zayıf olup olmadığının tesbiti gerekmektedir. Bunun için hadisin sıhhat veya za'fında, ricalin sika olup olmadığı konusunda muhaddisler arasındaki ihtilafları bilmek gerekir. Çünkü rical hakkında verilen zayıf veya sika; hadis hakkında verilen sahih veya zayıf hükmü, alimlerin ferdi içtihatlarına dayanmaktadır. Birine göre zayıf olan bir ravi diğerine göre sika, birine göre zayıf olan bir hadis diğerine göre sahih veya hasen olabilir.8 Dolayısıyla hadislerin sıhhat durumlarının değerlendirilmesi içtihadi olduğundan hadisin sıhhati değişkenlik arzetmektedir. İçtihadi kararlarda ise her zaman yanılma payı olduğu için en sahih bildiğimiz hadis kaynakları içerisinde bile zayıf veya mevzu hadis bulunabileceği ihtimalini unutmamak gerekir. Zayıf hadisle amel etme konusunda her dönemde alimler arasında leh ve aleyhte çok şeyler söylenmiş ve ortaya farklı görüşler çıkmıştır. Genel olarak bu farklı görüşler üç grupta toplanmaktadır:

 1)- Hiçbir konuda zayıf hadisle amel etmek caiz değildir. İster haram, helal konularında olsun, ister amellerin faziletiyle ilgili konularda olsun hiçbir surette zayıf hadisle amel edilmez. Yahya b. Main (ö.233/847), Ebu Şame Adurrahman b. Ismail (ö.665/1267), Ebu Bekr b. el-Arabi (ö.543/1148), Ibn Hazm ( ö.45 6/1064) gibi alimler bu görüşü savunmaktadırlar.

 2)- Ahkam konuları dışında amellerin faziletiyle ilgili konularda zayıf hadisle amel edilir. Bu konuda icmanın olduğu ifade edilmektedir.10 İbnü's-Salah (ö.643/1245) tergib ve terhib konularında zayıf hadisinin rivayet edilmesinin caiz olduğunu belirtir.11

 İbn Hacer (ö.852/1449) amellerin fazileti konusundaki hadislerle amel edebilmek için üç şart ileri sürer:

 a)- Hadisteki zayıflığın şiddetli olmaması.
 b)- Amel edilecek zayıf hadisin İslam dininin prensiplerinden birine uygun olması.
 c)- Amel ederken hadisin Hz. Peygamber'e ait olup olmama noktasında ihtiyatlı davranarak hadisin subutüna kesin olarak inanılmaması. Çünkü hadisin Hz. Peygamber'e ait olmama ihtimali sözkonusudur.

Alai (ö.761/1359) birinci şartta alimlerin ittifakı olduğunu ifade eder.

İkinci ve üçüncü şartı da İbn Abdisselam (ö.660/1262) ve İbn Dakik el-İd (ö.702/1302) zikretmişlerdir.12

 Yusuf el-Kardavi bu üç şartı yeterli görmeyip bunlara şu iki şartı da ilave etmektedir:
a)- Aklın, dinin veya dilin kabul etmediği mübalağalara ve korkutmalara şamil olmaması.
 b)- Kendisinden daha kuvvetli diğer bir şer'i delil ile çelişmemesi.13

 3 )- Bazı şartlarla ahkam konularında da zayıf hadislerle amel edilebilir. Uygulamada müşahede edildiğine göre, fedail için ileri sürülen şartlardan farklı bir takım şartlarla, ahkamda da zayıf hadisle amel edilmiştir. Ahkamda zayıf hadisle amel konusundaki görüşler kısaca şöyledir:

 a)- Başka zayıf hadislerle veya diğer bir takım delillerle takviye edilen hadislerle ahkamda amel edilir.
 b)- İsnadları zayıf da olsa, muhtevasıyla ümmetin amel edegeldikleri hadisle ahkamda amel edilir.
 c)- İhtiyata daha uygunsa zayıf hadisle ahkamda amel edilir.
 d)- Herhangi bir konuda zayıf hadisten başka delil yoksa re'ye tercih edilerek zayıf hadisle amel edilir.14 Ahmet b. Hanbel (ö.241/855) ve Ebu Davud esSicistani'ye (ö.275/888) göre başka bir hadis bulunmadığı takdirde ahkam konularında da amel edilebilir.15 Ancak bu tür hadislerin çok zayıf olmaması gerekir. Çünkü çok zayıf olan hadisle hiçbir surette amel edilmez. 16 Ebu Davud ve İbn Hanbel'in bu görüşü alimler arasında tartışmaya yol açmış ve onların bu görüşleri değişik şekillerde değerlendirilmiştir. Örneğin onların döneminde zayıf sayılan hadislerin pek çoğu, daha sonraki dönemlerde hasen olarak kabul edilen hadislerdir yorumu yapılmıştır. Veyahut onlar, bu görüşleriyle zayıf hadisin kıyasa tercih edilmesini kastetmiş olabilirler denilmiştir. 17 

Zayıf hadislerin zayıflık derecesi hepsinde aynı değildir. Zayıflığı bir şahid veya mütabaatla bertaraf edilen zayıf hadis ki, bu bir cihetten hasene, bir başka cihetten de zayıfa benzer, ancak hasene daha yakındır.

 Zayıflığı mutavassıt olan hadis: Bu da ravisi hakkında "zaifu'lu- hadis" veya "merdudu'lu- hadis" veya "münkeru'lhadis" denen rivayettir. Senedinde müttehem veya metruk birisi bulunan rivayetler de, çok zayıf hadisler olarak değerlendirilir. 18 Dolayısıyla zayıf hadisler amel etme konusunda hadisin zayıflık derecesi ile amel edilecek konu gözardı edilmemelidir. Zayıf hadisleri rivayet ederken mutlaka zayıf oldukları beyan edilerek rivayet edilmesi gerektiği unutmamak gerekir.19 Ayrıca bu tür hadisler, cezim sigasıyla (kesinlik ifade eden) değil de, temriz sigasıyla (meçhul) rivayet edilmesi hadisçiler arasında kabul edilen bir kural haline gelmiştir. 20 Ancak günümüzde bu kurala hiç uyulmamaktadır.

Hayri Kırbaşoğlu, zayıf hadisle amel edilmesinin doğru olmadığını, bunun pek çok sakıncasının bulunduğunu şöyle açıklar: Zayıf hadisle amel edilebilir anlayışı, tahmin edilenden fazla zayıf, hatta mevzu hadisin bünyemize girip yerleşmesi ile sonuçlanmıştır. Bu ise İslami ilimler ve düşünce geleneğimizde ciddi yaralar açmıştır. Bilhassa vaaz-u nasihat amacıyla bu tür hadislere sık sık başvurulmuş, halka yönelik olarak yazılmış popüler dini kitaplarda da özellikle bu tür hadisler yoğun olarak kullanılmıştır ve hala kullanılmaktadır.

 Başka bir sakınca da, bu kapı açılınca amellerin fazileti veya tergib ve terhib alanına hasretmek de mümkün olmamış ve başka alanlarda da zayıf hadis kullanılmasında beis görülmemiştir. Tergib-terhib, amellerin faziletleri v.b. konulardaki hadislerin zayıf olmasını önemsiz görmenin müslümanlara ne kadar pahalıya mal olduğunu bugün her zamankinden daha iyi anlamış oluyoruz. Zira İslam dünyasının sağlıksız bir din anlayışının oluşumunda, zayıf hadislerin büyük rol oynadığı tartışma kabul etmez bir hakikattır. Din denilen şey, fıkhı ilgilendiren ahkam hadisleri kadar, hatta ondan da önemli olarak bir zihniyettir, insanın insana, tarihe, tabiata, eşyaya ve yaratıcısı olan Allah'a bakış açısını şekillendiren bir "dünya görüşü" dür. Bu zihniyet ve dünya görüşünü belirleyen ise ahkam hadislerinden ziyade tergib-terhib, amellerin faziletleri v.b. konulardaki hadisler olmuştur. Bu olumsuz gidişata bir son vermek ve din anlayışımızı daha sağlıklı bir hale getirmek için, en az ahkam hadislerine gösterdiğimiz titizlik kadar, tergib-terhib(Hayra yönlendirme ve kötülükten sakındırma anlamında bir tabir.) , fedail(Farz ve vâcib olmayan nâfile ibâdetler.) v.b. konulardaki hadislerde de titizlik göstermek ve bu alanda da olabildiğince sahih hadislere başvurmak gerekir.21

 Subhi Salih de zayıf hadisle amel etmeyi sakıncalı bulduğunu şu şekilde ifade eder: Fedail de ahkam gibi dinin esas prensiplerindendir. Müsamahakar davrananların, amellerin fazileti konusunda zayıf hadis rivayet edebilmek için öne sürdükleri şartlar ne kadar çok ve müsait olursa olsun, zayıf hadis rivayetini kabul etmiyoruz. Gerek şeri ve gerekse fedail babında, elimizde, başkasına lüzum bırakmayacak kadar çok sahih ve hasen hadis vardır. Biz-bu şartların çokluğuna rağmen-zayıf hadislerin sabit olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Böyle olsaydı ona hiç zayıf dermiydik. Hasılı, zayıf hadisler hakkında şüphe etmekten kendimizi alamı­yoruz.22

Yusuf el-Kardavi de zayıf hadisle amel etmeye pek ılımlı bakmamakta ve bazı sakıncalarının olduğunu şöyle dile getirmektedir: Çok tehlikeli durumlardan birisi de, bazı salih amellere, ondaki sevabı büyütmek suretiyle, hacminden büyük ve hakettiğinden çok kıymet verilmesi, hatta, din nazarında daha önemli ve daha yüksek derecedeki amelleri aşmasıdır. Bunun karşısında ise bazı mahzurlu amellere önem verilmesi, diğerlerini sönük bırakacak derecede ondaki cezanın büyütülmesi vardır. Ortaya çıkan bu durum toplumda psikolojik çalkantılara yol açmış ve bazı kişileri dinden dahi uzaklaştırmıştır. 23 

 Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, yukarıda yer verdiğimiz görüşlerdeki bazı kaygıları taşımakla beraber, bize göre mu'tedil ve makul olan görüş; zayıf hadislerin hiçbir işe yaramayacağı kanaati son derece yanlıştır. Bu kanaata varılmasında çok zaman zayıf hadislerin mevzu hadislerle karıştırılması rol oynadığı gibi, zayıf hadisleri mertebeleri olduğunun göz önüne alınmayışının da tesiri vardır. Zayıflığı şiddetli olmamak şartıyla, bir takım karine ve delillerle desteklenen zayıf hadislerin, i'tikat ve haram-helal konuları dışında delil olabileceği görüşünü benimsiyoruz. Fakat zayıf hadisle fedail konusunda herkesin amel edebilmesi mümkün iken, fıkhi bir konudaki zayıf hadisle ancak alimler ve fukaha amel edebilir. Çünkü ahkam hadislerinden hüküm çıkarmak belli bir formasyonu gerektirir. Zayıf hadisleri mutlak kabul veya red yerine, özelliklerine ve kullanılacakları konuya göre ayrı ayrı değerlendirmek en isabetli yoldur. Nitekim alimlerin çoğunluğunun geçmiş tatbikatı da budur. 24 

Devam edecek....

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr

6 lbnü's-Selah, Ulumu'l-Hadis, sh., 9; Suyuti, Tedribu'r/Ravi, 1,63. 
7 lbnü's-Salah, a.g.e. sh., 25; Suyuti, a.g.e., 1., 179. 
8 Polat Salahattin, Hadis Araştırmaları, sh., 114. 
9 Bk. Leknevi, el-Ecvibetü'l-Fadile li'l-esileti'l-Aşreti'l-Kamile, sh, 50, 53-54-56; Suyüti, a.g.e., 1. 299; Kasımi, Kavaidu't-Tahdis, sh., 113; Ahmet Naim, Tecrid-i Sarih, I, 342,343; Yusuf el Kardavi, a.g.e., sh., 76-77. 
10 Bk. Sehavi, Fethu-l, Muğis, I, 311. Ayrıca bk. Leknevi, a.g.e., sh., 37,42,52-53; 57-58; Kasımi, a.g.e., sh., 113-114. 
11 lbnü's-Salah, a.g.e. sh., 58 .
 12 Suyüti, a.g.e., ı, 298-299 Tehanevi, Yeni Usül-i Hadis, sh., 90, rerc., lbrahim Canan; Leknevi, a.g.e., sh., 40- 41. Yusuf el-Kardavi konulan bu şartlara gerektiği şekilde uyulmadığını sitem ederek şöyle dile getirmektedir: Tergib, terhib, rekaik, vb. konularda zayıf hadisleri rivayeti caiz görenlerin koymuş olduğu üç şarta maalesef ilmi açıdan riayet edilmemiştir. Zühd ve rekaik hadisleriyle meşgul olanların çoğu, zayıf ile çok zayıfın arasındaki farkı görmüyorlar, hadisin Kur'an'la veya Sünnet'le sabit, şer'i bir asla ters düşüp düşmediğine bakmıyorlar. Bilakis münker veya üzerinde uydurma alametleri görülen bir hadisi, çarpıcı ve yeni bir şeyi ilk defa aktarmış olmanın verdiği cazibeye kapılarak nakletmede bir sakınca görmüyorlar. (Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 78.) 
13 Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 88-90.
 14 Geniş bilgi ve örnekler için bk. Polar Selahattin, a.g.e., sh, 124-127. Ayrıca bk., Kasımi, a.g.e., sh., 113.
 15 Ahmet Naim, a.g.e., ı, 343. Ayrıca bk. Leknevi, a.g.e., sh., 46.
 16 Et-Tehanevi, a.g.e., sh., 92-93. 
17 Bk. et-Tehanevi, a.g.e., sh., 94-104; Ahmet Naim, a.g.e., ı, 343-344.
18 Bk. et-Tehanevi, a.g.e., sh., 96 (dipnot, 20).
19 Ahmet Naim, a.g.e., ı, 344.
20 Bk. Suyuti, Tedribu'r-Ravi, I, 297; Nurettin ıtr, Menhecü'n-Nakd fı Ulumi'I-Hadis, sh., 296; Uğur Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimler Sözlüğü, sh, 402.
21 Kırbaşoğlu Hayri, a.g.e., sh., 132,134.
22 Subhi Salih, Hadis llimleri ve Hadis Istılahları, sh., 169, terc., M. Yaşar Kandemir.
 23 Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 84. 
24 Polar Salahattin, a.g.e., sh. 128-129. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEM -1-


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Zayıf ve mevzu hadislerle ilgili DİYANET ilmi Dergisinde Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı'nın çok bilgilendirici bir yazını hemen paylaşıyorum.Bu konulara ilginiz varsa mükemmel bir yazı. Mutlaka okuyun.

Hadislerin doğru anlaşılması konusunda günümüzde yaşanan problemlerden birisi de, zayıf ve mevzu hadislerin sahih hadislerle karıştırılarak sahih hadis gibi sunulmasıdır. 

Özellikle günümüzde yapılan vaazlarda, dini sohbet ve konuşmalarda zayıf ve uydurma hadislerin yoğun bir şekilde kullanıldığını müşahade etmekteyiz. Dini mahiyette yazılan bazı eserlerde yer verilen hadislerin, dipnotlarda kaynaklarının, sıhhat durumlarının verilmemesi, bir hata ve eksikliktir.

 Pek çok zayıf ve mevzu hadis, din görevlileri ve din dersi öğretmenleri tarafından sahih hadis gibi halka ve öğrencilere nakledilmektedir. Yaşar Kandemir konunun önemine binaen şu tesbitlerde bulunmaktadır: "Hz.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adına hadis uyduranlar, muhaddislerin azimli çabaları sonunda tanınmış, icad ettikleri sözler de mevzuat kitaplarında toplanmıştır. Bununla beraber onlardan gelecek tehlikenin tamamen ortadan kalktığı söylenemez; çünkü manasının doğruluğu ve İslam prensiplerine uygunluğu sebebiyle hadis diye meşhur olmuş pek çok uydurma haber bugün dahi dillerde dolaşmakta ve bazı kitaplarda yer almış bulunmaktadır. Bahis konusu tehlikelerden tamamen emin olmak için, bahis olduğu kati surette bilinmeyen sözlerin güvenilir hadis kitaplarında bulunup bulunmadığını tahkik etmekten başka çıkar yol yoktur." 1

Yusuf el-Kardavi, yaşanan bu acı gerçeği-ülkemizde olduğu gibi- gezdiği İslam ülkelerinde de müşahede ettiğini sitemkar bir şekilde şöyle anlatır: "Bir çok İslam beldesinde bulunan mescitlerdeki hatip ve vaizlerin çoğunun afeti, onların geceleyin odun toplayanlar gibi olmalarıdır. Onların düşüncesi, sahih veya hasen bir senedi olmasa da, halkı harekete sevk edecek hadisleri almaktır. Öyle ki, nerede ise bulunduğum her Cuma hutbesinde veya her vaaz dersinde zayıf hadislerden, hatta çok zayıflardan, bazen de uydurmalardan bir demet işitmişimdir" 2

Yusuf el-Kardavi, İbn Hacer el Heysemi'nin (ö.974/1566) kendi döneminde hatiplerden, konuşmalarında kullandıkları hadislerin ravilerini bilmeleri, onlar hakkında bilgi vermeleri, sahih ile sahih olmayan hadisleri birbirine karıştırmamaları gerektiğini, aksi takdirde hatibi, hitabetten men etmelerini zamanının yöneticilerinden ısrarla istediğini "el-Feteva el-Hadisiyye" isimli eserinden nakletmekte ve haklı olarak günümüzde de aynı uygulamanın yapılmasını ısrarla istemektedir.3 M. Tayyib Okiç de Osmanlı döneminde benzer bir uygulamadan şöyle bahseder: Memnuniyetle burada ifade edelim ki, Osmanlı imparatorluğunda bu meseleye gereken ehemmiyet verilmiş ve mevzu hadislerden sakınılması için kadılara ta'mimler yapılmıştır. Böyle bir ta'mime Ankara şer'i mahkeme sicilinde de tesadüf ettiğimizi hatırlatalım. Bu ta'mim Şeyhü'l İslam Yahya tarafından verilmiş ve 1673 Ağustos ayı başlarında kayda geçilmiştir.4 Geçmişte gösterilen bu tür uygulamaların benzerlerine günümüzde de ihtiyaç duyulduğu kanısındayız. Halkımızın, hadis kültürü ve bilgisi yok denecek kadar az ve zayıf olduğu için kendilerine sunulan sahih olmayan hadisleri ayırt etme imkanı yoktur. Güvendiği kimselerden duyduğu hadisleri tereddütsüz kabul etmektedir.

Çünkü halkın hadis kültür ve bilgisi kitabi ve ilmi olmayıp, şifahi olarak duyduklarından, vaaz kürsülerinden, takvim yapraklarından, gazete köşelerinde yer alan dini içerikli yazılardan, radyo ve televizyon konuşmalarından oluşmaktadır. 5 Durum böyle olunca insanımızın kendisine nakledilen hadislerin kritiğini yapmasını, makbul ve merdut rivayetleri tefrik etmesini beklemek beyhudedir.

Devam edecek....

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr


1 Kandemir Yaşar, Mevzu Hadisler, sh. 198.
 2 Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, sh., 69, terc., Bünyamin Erul.
 3 Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 71-72.
 4 Okiç M.Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tedkikler, sh., 231.
 5 Halkımızın zayıf ve mevzu hadisler açısından bilgilenmesi ve bilinçlenmesi konusunda mevzu hadislerle ilgili telif ve tercüme sahasında hadis uzmanları tarafından pek fazla çalışma yapılmadığını itiraf etmek durumundayız. Mevzu hadisler sahasında bir boşluğun olduğu herkesçe hissedilmektedir. En azından birkaç mevzuat kitabı tercüme edilerek bu boşluk giderilmeye çalışılmalıdır. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

10 Ocak 2024 Çarşamba

Hadis Rivayetleri Açısından Kandil Geceleri

Kandil gecelerine özel bir ibadet var mıdır?

REGAİB GECESİ

Receb ayının ilk cuma gecesi.

Sözlükte “kendisine rağbet edilen şey, bol ve değerli bağış” anlamındaki ragībenin çoğulu olan regāib kelimesi hadis ve fıkıh literatüründe “bol sevap ve mükâfat, faziletli amel”, özellikle Mâlikî fıkıh kaynaklarında sünnetin mukabili olarak “müstehap, nâfile ibadet” mânalarında kullanıldığı gibi (İbn Ebû Şeybe, II, 49; İbn Abdülber en-Nemerî, I, 127; Hattâb, II, 79) hicrî takvime göre yedinci ay olan recebin ilk perşembesini cumaya bağlayan geceye ad olmuştur (ayrıca bk. KANDİL).

Regaib gecesi, Kur’an’da saygı gösterilmesi istenen ve hadislerde -gün belirtilmeden- oruç tutulması tavsiye edilen haram aylardan (el-Bakara 2/217; el-Mâide 5/2, 97; Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 55; İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 43) receb ayında bulunmakla birlikte özellikle tasavvufî eserlerde yer alan, Hz. Peygamber’in Regaib gecesinde ana rahmine düştüğü, receb ayının ilk perşembe günü oruç tutup gecesinde Regaib namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivayetlerin asılsız olduğu hadis âlimlerince belirtilmiştir. İbnü’l-Cevzî, Regaib orucu ve namazıyla ilgili hadisin Zâhid Ebü’l-Hasan Nûreddin Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam (ö. 414/1024) tarafından uydurulduğunu ve hadisin başka hiçbir kaynakta geçmediğini belirtir (el-Mevżûʿât, II, 47). Ayrıca isrâ ve mi‘rac olayının Regaib gecesi meydana geldiğine dair rivayetin de aslı bulunmamaktadır (İbn Kesîr, III, 109; Bedreddin el-Aynî, IV, 39). Regaib gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamalar IV. (X.) yüzyılda ortaya çıkmış olup bu gecenin ilk defa kandil olarak kutlanmasına Kudüs’te 448 (1056), Bağdat’ta 480 (1087) yılında başlanmış, Gazzâlî de bütün Kudüs halkının bu geceyi ihya ettiğini söylemiştir (İḥyâʾ, I, 203). Ebû Tâlib el-Mekkî gibi bazı mutasavvıflar Regaib gecesinden söz etmeyip receb ayının ilk gecesini ihya etmenin müstehap olduğunu belirtseler de (Ḳūtü’l-ḳulûb, I, 121) bu geceyle ilgili rivayetlerin çok zayıf ya da uydurma olduğu hadis âlimlerince tesbit edilmiştir.

İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regaib kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın dinde yeni ibadet ihdası anlamına geleceğini, Resûl-i Ekrem tarafından genel olarak bid‘atların yasaklanmasının yanı sıra (Buhârî, “Ṣulḥ”, 5) cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını (Müslim, “Ṣıyâm”, 147, 148), bu sebeple Regaib günü ve gecesinde muayyen ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmiştir. Bir kısım âlimler ise genel anlamda fazileti âyet ve hadislerde belirtilen receb ayının bir gecesi olması dolayısıyla Regaib’in de faziletli gecelerden sayılacağını, namazın en üstün ibadet olup akşamla yatsı arasında nâfile namaz kılmanın fazileti hakkında -zayıf da olsa- hadisler, sahâbî ve tâbiî sözleri (Tirmizî, “Ṣalât”, 204; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 185; Taberî, XV, 69; XXI, 100) bulunduğunu, müslüman toplumlarda özel zaman dilimleri olduğuna inanılan, dinî duyguların yoğun biçimde yaşandığı bu geceleri vesile ederek kazâ ve nâfile namaz kılmanın, Kur’an okumanın, çeşitli hayırlar yaparak Allah’a yaklaşmaya çalışmanın dinen bir sakıncası olmayacağını ifade etmişlerdir. Bu konuda birinci görüşü savunan Mâlikî fakihi İzzeddin İbn Abdüsselâm ile ikinci görüşü savunan hadis âlimi İbnü’s-Salâh arasında bir münazara gerçekleşmiş (münazaranın tam metni için bk. Sofuoğlu, VII [1992], s. 17-45), âlimlerin birçoğu İbn Abdüsselâm’a hak vermiş, bunun üzerine Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil, Regaib namazının camilerde kılınmasını ve bu gecenin kutlanmasını yasaklamıştır. Daha sonraki dönemlerde de benzer tartışma ve olaylar meydana gelmiştir. Osmanlı devrinde Molla Fenârî, Regaib gecesi hakkında olumlu görüş belirtmiş, çeşitli dönemlerde bu konuda lehte ve aleyhte risâleler yazılmıştır (, bk. bibl.; , II, 196). Farklı görüş ve uygulamalar günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

HAMDİ TEKELİ


BİBLİYOGRAFYA

, “rġb” md.

, I, 259.

İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, II, 49.

, XV, 69; XXI, 100.

Ebû Tâlib el-Mekkî, Ḳūtü’l-ḳulûb (nşr. Abdülmün‘im el-Hifnî), Kahire 1991, I, 121.

İbn Abdülber en-Nemerî, et-Temhîd (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî – M. Abdülkebîr el-Bekrî), Mağrib 1387/1967, I, 127.

, I, 202-203.

Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Mevżûʿât (nşr. Tevfîk Hamdân), Beyrut 1995, II, 46, 47.

Ebû Şâme el-Makdisî, el-Bâʿis̱ ʿalâ inkâri’l-bidaʿ ve’l-ḥavâdîs̱ (nşr. Osman Anber), Kahire 1978, s. 10, 35, 39, 41 vd.

, VIII, 20.

İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medḫal, Kahire 1401/1981, IV, 248 vd.

, III, 109.

İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-İʿtiṣâm (nşr. M. Reşîd Rızâ), Kahire 1332, s. 168, 227.

İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), XI, 55.

a.mlf., Telḫîṣü’l-ḥabîr fî taḫrîci eḥâdîs̱i’r-Râfiʿiyyi’l-kebîr (nşr. Abdullah el-Medenî), Medine 1964, II, 80.

Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire, ts. (İdâretü’t-tıbâati’l-münîriyye), IV, 39.

Burhâneddin İbn Müflih, el-Mübdiʿ fî şerḥi’l-Muḳniʿ (nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş), Beyrut 1400, II, 27.

Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, II, 79.

Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muḥtâc, Beyrut 1404/1984, II, 124.

Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa (nşr. Muhammed es-Sabbâğ), Beyrut 1391/1971, s. 459, 461.

, I, 239, 365, 387, 840, 868; II, 1081, 1591, 1655, 2048.

Leknevî, el-Âs̱ârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa (nşr. Ebû Hâcer M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1405/1984, s. 74, 89, 111.

, II, 26, 48, 235.

, II, 196.

Cemal Sofuoğlu, “Regaib Namazı Hakkında Bir Münazara”, , VII (1992), s. 13-45.

Mebrûk eş-Şeybânî el-Mansûrî, “Ṣalâtü’r-Reġāʾib: Muḥâveletü teʾvîl”, , sy. 187 (2001), s. 29-66.

https://islamansiklopedisi.org.tr/regaib-gecesi

9 Ocak 2024 Salı

***BİD'AT ve YENİLİKLER-2-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Efendimiz den sonra ortaya çıkan fikir ve davranışları konumuz açısından üç gruba ayırabiliriz:

a. Kitap ve Sünnet in açık nasslarına aykırı olanlar. Bunlara daha çok isyan, fucûr, fısk.. denir.

b. İbadet ve iman sahalarına girmeyen, dünya hayatını ilgilendiren, yani serbest bırakılmış sahada cereyan eden âdet, alet ve davranışlardır. Bunların da bidatla alâkası yoktur.

c. Âyet ve hadislerin emir veya nehiy şeklinde temas etmediği, sonradan ortaya çıkarılan ve dindenmiş muamelesi gören düşünce ve davranışlardır ki, işte bid at kavramına dahil olan bunlardır. Bazılarınca bid at içinde mütalâa edilen tesbih kullanma, toplu zikir yapma, tarikatlardaki evrâd ü ezkâr gibi, dinde aslı olanlar bid at sayılmaz. Bu şıkta, mevlid gibi, bid at-ı hasene tabir edilenler de varsa da, eğer dinde aslı olmayan düşünce, inanış ve uygulamalar, İslâm ın itikad esaslarına zıt ise ve âdeta dinden bir parça, itikad veya ibadetten birer cüzmüş imiş gibi telâkki ediliyor ve sünnetleri unutturuyorsa, bunlar tam manâsıyla bid attır ve hepsi kabihtir, kötüdür, merduttur.

Bid atın Çeşitleri

Daha önce bid atın, biri sözlük anlamıyla, dolayısıyla her yeniyi kapsayan, diğeri de terim anlamıyla, yani efradını câmi ağyarını mani iki tarifinin yapıldığını belirtmiştik. Birinci tarifi yapanlar daha sonra bid atı ikiye ayırarak, bir kısmına bid ay-ı hasene diğer kısmına ise bid ay-ı seyyie adını vermek zorunda kalmışlardır. Bunlara dinî ve dünyevî bid at adını verenler de vardır. Bu konuda ilim adamlarının izahlarından bir kısmını kaydetmek istiyoruz.

Bidat-ı Hasene, Bidat-ı Seyyie

Bidat-ı hasene ve seyyie olarak ikiye ayıran alimlerin ilki, İmam Şafii dir (204/819). Harmele ibn Yahya, İmam Şafii den şunu nakleder: Bid at iki kısımdır: Övülen (mahmûd) ve yerilen (mezmûm). Sünnet e uygun olana övülen, sünnete muhâlif olana ise yerilen bid at denir. Beyhakî, İmam Şafii nin bu sözünü şöyle izah eder: Yerilen (kötü/seyyie) bid atın dinde dayanacağı bir aslı yoktur. Şer î ıstılahta buna mutlak bid at denir. Övülen (hasene/güzel) bid at ise Sünnet e uygundur. Yani Sünnet ten dayanacağı bir delil vardır. Bu şer î manâsıyla değil, sözlük manâsıyla bid attır. İmam Şafii den şöyle bir söz de nakledilmiştir: Sonradan ortaya çıkan (muhdesat) şeyler iki çeşittir. Bir kısmı, Kitap, Sünnet veya İcma dan birine muhâliftir ki, bu dalâlet olan bid attır. Hayır/iyilik olarak ortaya çıkarılan yenilikler ise, ihtilafsız bir şekilde, [iyidirler], tenkit edilemezler (Askalânî, 17:10).
İmam Şafii yi takip eden bir çok âlim de yaklaşık aynı taksimatı benimsemişlerdir. Bunlardan biri de meşhur Şafii alimi İz b. Abdiselam dır (260/874).


Ona göre bid at üç kısma ayrılır:
 1. Şeriat ın mendup veya vâcip olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılmayanlara bid at-ı hasene;
 2.Şeriat ın haram veya mekruh olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılmayanlara bid ay-ı kabihe/seyyie;
 3.Şeriat ın mubah olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılamayanlara ise mubah bid at denir (Abdüsselâm, 578).

İmam Gazalî (505/1111), bu konuda geniş bilgi vermemekle birlikte, İhya da, masa veya benzeri bir şey üzerinde yemek yeme konusunu işlerken şöyle diyor: Hz. Peygamber den sonra ortaya çıkan şeylere bid at denir ama, her bid at kötü değildir. Kötü bid at, bir sünnete zıt olan, şer î bir emri kaldıran ve illeti sabit olan şeydir. Oysa sebepler değiştiğinde, bazen yenilik yapmak (bid at) gereklidir
(Gazalî, 2:6).

Nihaye sahibi İbn Esir ise, konuyu şöyle açıklamaktadır: Bid at, bid at-ı hüda ve bid at-i dalâl olmak üzere iki çeşittir. Allah ve Resûlü nün emrettiğine muhâlif olan yenilik, tenkit ve reddedilir. Allah ın emir ve Resûlü nün yapılmasını teşvik ettiği genel kurallardan birinin kapsamına giren yenilikler ise övülür. Daha önce bir benzeri bulunmayan, bazı cömertlik çeşitleri gibi hususlar da övülen fiillerdir. Ancak bunlar, Şeriat a muhâlif olmamalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, Kim İslam içinde güzel bir çığır açar ve bu güzel çığır kendisinden sonra da tatbik edilip sürdürülürse, kendi sevaplarından hiç bir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin sevaplarının benzeri kendi lehine yazılır. Ve her kim de İslâm içinde kötü bir âdet çıkarır ve bu kötü âdet kendisinden sonra da sürdürülürse, kendi günahlarından hiç bir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin günahlarının benzeri de o kimse üzerine yazılır
(Müslim, Zekât , 69; Nesaî, Zekât , 64) buyurmuştur. Hz. Ömer in teravih için söylediği "bu ne güzel bid at oldu" sözü de buna delâlet etmektedir. Yani övülen bid'atlardandır. Çünkü bid'at dedikten sonra, ne güzel sözüyle bunu övmüştür (İbn Esîr, 1:107).

Abdulhakk ed-Dehlevî de, Hz. Peygamber'den sonra ortaya çıkıp sünnetinin genel prensiplerine ve esaslarına uyan bid ata, hasene, uymayana ise seyyie denir. şeklinde görüşünü açıklar (Tahanevî, 1:133).
Bid atı kısımlara ayıranların tarifleri topluca değerlendirilirse, bid at-ı hasene, aslı dinde olup, faslı [ayrıntıları] formüle edilmeyen; bid at-ı seyyie ise, hem aslı hem de faslı dinde olmayan hususlar olduğu anlaşılır.
Bu düşüncede olanlar, bid ay-ı haseneye şu örnekleri verirler: Minare, ribat, medrese, han, vb. şeyler inşa etmek; her ilimde kitap yazmak, hadis toplamak ve bunları şerh etmek (Süyutî, 38).

Bidat bir Bütün müdür?


Bidatın hasenesinin, iyisinin, güzelinin olmayacağını; Her bidat dalâlettir .. hadisine dayanarak bid atın bir bütün olduğunu savunan âlimler de vardır. Mesela, Şatıbî (790/1388), Zerkeşî (794/1392), İbn Recep (795/1393), İbn Hacer el-Askalanî (852/1448), İbn Hacer el-Heytemî (974/1566), İmam Rabbanî (1563-1625), İmam Birgivî, (981/1573), Suyûtî, (911/1505), muasır alimlerden Muhammed Buhayt, Ali Mahfuz, Muhammed Abdusselam, Mevdudî, Ahmed Ferid, Muhammed b. el-Alevî, İzmirli İsmail Hakkı, Abdullah Draz bunlardandırlar.


Şatıbî, İz b.Abdisselam ın bid atı ikiye ayıran fikirlerini verdikten sonra şöyle der: Böyle bir taksimatı gerektirecek hiç bir şer î delil bulunmamaktadır. Zaten kendi içinde çelişki vardır. Çünkü bid at, nass veya genel kaide cinsinden şer î bir delili olmayan şeye denir. Eğer o işin vâcip, mendup veya mubah olduğuna delil olabilecek bir dayanak varsa, bid attan söz edilemez. O iş, ya emirler manzumesine dahildir ya da en azından yapılması serbest bırakılmıştır. Hem bid at olsun, hem de vâcip, mendup veya mubah olduğuna delil bulunsun; bu çelişkiden başka bir şey değildir. Haram veya mekruh sayılan bid atlara gelince, bunların haram veya mekruh olduklarına şer î bir delil varsa onlar da bid at olmazlar; günah ve isyan hükmünü alırlar. Adam öldürme, zina, hırsızlık vs.. bid at değiller, birer günahtırlar (İ tisam, 1:191-192). Başka bir yerde de, bid at çıkaranların bütünü, hasene, seyyie ayırımına sarılarak kendilerini savunurlar. Bu onların tek dayanağıdır (a.g.e. 1:144) der.


İmam Birgivî ise, görüşünü şöyle açıklar: Bid at kelimesi genel bir kelime olduğu için, aslında red edilmeyen âdet [mubah] cinsi yenilikleri de kapsamına alır. Değilse, şer î ıstılah olarak bid atın hasenesi yoktur. İbadet cinsinden, bid ay-ı hasene denilen hususlar araştırılsa, hepsinin, işaret veya delâlet yoluyla Şari tarafından serbest bırakılan cinsten oldukları görülür. İbadetlerdeki bid at, sünen-i hüdanın karşıtıdır. Âdetlerdeki yenilikler ise, sünen-ı zaidenin karşıtıdır. İnançtaki bid atların karşıtı da Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat ın inançlarıdır. İlk dönemlerde bu tür şeylerin konuşulmaması ya ihtiyaç olmadığından ya da başka mühim işlerle uğraşıldığı için vakit bulunmadığındandır (Birgivî, 9-12). İbn Recep el-Hanbelî de (795/ 1393) aynı görüşü paylaşır (İbn Recep, 2:129).

Buharî şarihi İbn Hacer el-Askalanî, (852/1448), Aslında bid at, geçmişte [Asr-ı Saadet te] örneği görülmeyip yeni ortaya çıkarılan şeydir. Terim olarak, Sünnet in mukabili [zıddı] olana denir. Dolayısıyla bid at, mezmum yani seyyi edir. der (Askalânî, 17:9).
Reşit Rıza da, İ tisam a yazdığı tahkikte, sözlük anlamıyla bid atın hasene-seyyie kısımlarına ayrılabileceğini ama terim anlamıyla bütün bid atların seyyie olduğunu söyler.

Temel hizmetlerinden biri Sünnet i ihya ve bidatla mücadele olan İmam Rabbanî
de bid atın ikiye ayrılmasının uygun olmadığını şöyle açıklar: Bazı kimseler bid atı, hasene ve seyyie şeklinde ikiye ayırarak, hasene, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin zamanında olmayıp Sünnet i kaldırmayan, seyyie ise Sünnet i kaldıran her amel olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu fakir, bid at olup da güzel, nûranî, iyi olan hiç bir şeye rastlamadı. Onda karanlık, bulanıklık ve yanlışlıktan başka bir şey yoktur.

Bir kimse, basiretinin zayıflığından ötürü, ilk zamanlar bid atta bir tazelik, tatlılık, hoşluk görse bile, bir süre sonra o bid atın pişmanlık ve hüsrandan başka bir şey olmadığını anlayacaktır. Hz. Peygamber, [dinde] yapılan her yeniliğin bid at, her bid atın da dalâlet olduğunu bildirmişlerdir. Öyle ise bid ata hasene (iyi) demek mümkün değildir.
Diğer bir hadiste (İbn Hanbel, 4:105) belirtildiği gibi, her bid at mutlaka bir sünnete engel olmaktadır. Meselâ, bazı âlimler namaza kalben niyetlenmenin yanı sıra, niyeti dille de söylemenin bid at-ı hasene olduğunu söylerler. Hâlbuki bize, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiinden, niyetin dille söylendiğine dair, ne sahih ne de zayıf hiç bir haber gelmemiştir. Onlar ayağa kalkınca, ihram (başlangıç) tekbiriyle hemen namaza girmişlerdir. Bu durumda dille söylemek bid at olur. Bazı âlimler buna bid at-ı hasene demişlerdir ama, fakire göre, bu bid at, sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Çünkü, insanların pek çoğu, sadece dille niyet getirmekle yetinecek, kalp, namazdan gafil olsa bile buna aldırış etmeyecektir. İşte o zaman, namazın farzlarından olan kalben niyet, bütünüyle terk edilmiş olacak ve namazın fesadına sebep olunacaktır. Diğer bid atları da buna kıyas edebilirsin (İ. Rabbani, 1:293).

Bu aktarılanlardan şöyle bir neticeye varıyoruz:

Hz. Peygamber in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Biliniz ki, sözün hayırlısı Allah ın kitabı, yolun hayırlısı da Muhammed in yoludur. Ve işlerin en kötüsü [dinde] sonradan çıkarılan şeylerdir. [Dinde sonradan çıkarılan] her bid at bir sapıklıktır. Ve her sapıklık ateştedir "(Buharî, İ tisam , 2; Müslim, Cum a , 43) hadisi, ıstılahî anlamda her bid atın seyyie olduğunun yeterli ve en güzel delili olmalıdır. Buna mukabil, yukarıda kaydettiğimiz "Kim İslam içinde güzel bir çığır açarsa..." hadisi ileri sürülerek bid at, hasene ve seyyie şeklinde ikiye ayrılmak istenmiştir. Burada tartışma, kanaat-i acizanemce biraz lafzî olmaktadır. Yukarıda da arz edildiği gibi, dine, onun iman, ibadet ve temel muamelat, ukubat esaslarına ait ve zıt, Sünnet e muhalif, bir itikat, ibadet, muamelat ve ukubat prensibi gibi dinden sayılan, ama dinde aslı olmayan her yenilik bid attır ve bunun asla iyisi olmaz. Buna mukabil, aslı dinde olan, tarikatlarda evrad ü ezkâr gibi, tesbih kullanma gibi uygulamalar ise bid atın içine girmemelidir. Eğer bunlar bid ata dahil edilmezse, o zaman bid at da hasene-seyyie diye ayrılmaz. Şu kadar ki, mevlid gibi, dinde olmamakla beraber, dine muhalif de olmayan uygulamalar, dinden sayılmamak, dinî bir ibadet gibi algılanmamak kaydıyla, dine de hizmet eden bir yanı varsa, bu takdirde seyyie bid at sayılmamalıdır.
Bid atı izafî ve hakikî bid at adıyla ikiye ayıranlar da olmuştur. Bunlara göre hakikî bid at ilim adamlarının araştırmaları neticesinde Kitap, Sünnet, İcma veya diğer geçerli bir delile, ne umumi kaide olarak ne de detaylarda dayanan bid attır. Zaten bundan ötürü buna hakikî bid at denilmiştir. Çünkü tamamıyla dayanaksız, uydurma bir şeydir; her ne kadar bunu ortaya çıkaran, bir yerlere yamamaya çalışsa bile.

İzafî bid at ise iki yönlüdür. Bir yönüyle şer î bir delile dayandığı için bid at denilemiyor. Diğer yönden ise hakikî bid at gibi sonradan ortaya çıkmış ve dayanağı da net değildir. Bu özelliğinden ötürü izafî bid at, hakikî bid ata düşmemek için kaçınılması gereken bir durumdur (Şatibî, İ tisam, 1:277) 


Nitekim şer î ahkam açısından net olmayan durumlardan kaçınmak gerektiği şu hadiste dile getirilmiştir:
"Helâl olan şeyler bellidir. Haram olanlar da bellidir. Fakat helâl ile haram arasında bir takım şüpheli şeyler vardır [ki, helâl veya haram olduklarını çok kimseler bilmezler.] Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, şerefini, haysiyetini ve dinini kurtarır. Kim de şüpheli şeylere dalarsa, yasak bölge [beylik koru] etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi, koruya dalıvermeğe yaklaşmış demektir. İyi biliniz ki, her hükümdarın ilan ettiği bir yasak bölgesi olduğu gibi, Allah ın da yer yüzündeki koruluğu [yasak bölgesi], haram ettiği şeylerdir" (Buharî, İman , 39; Müslim, Müsakat , 107).

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Kaynaklar
A. Muttakî el-Hindi, Kenzu'l- Ummal; el-Askalanî, İbn Hacer, Fethu'l- Barî; Atiyye, İzzet Ali, el-Bid'atu; Bediiüzzaman Said Nûrsî, Lem'alar; Beyhakî, Menakibu'ş-Şafii; Birgivî, Tarîkat-ı Muhammediyye; Buhayt, Muhammed, Ahsenu'l- Kelâm; Cessas, Usul; Draz Abdullah, el-Mizan Beynes'- Sünneti ve'l- Bid'ati; Erdoğan, Mehmet, Ahkâmın Değişmesi; eş-Şekirî, es-Sünenu ve'l- Mübtedi'at; Gazzalî, M, Düstûru'l-Vahdeti's- Sakafiyyeti Beyne'l-Müslimîn; Heysemî, Mecmeu'z- Zevaid; İbn Aşur, Makasıd; İbn Esir, el-Bidaye ven-Nihaye; İbn Kuteybe, Te'vil; İbn Manzur, Lisanu'l- Arap; en-Nevevî, Büstanu'l- Arifîn; İbn Recep, Câmiu'l- Ulûm ve'l- Hikem; İbn Sa'd, Tabakat; İmam Rabbanî, Mektubât; İz b. Abdusselam, Kitabu'l- Fetâvâ; Karaman, Hayrettin, İslam Işığında Günümüz Meseleleri; Kardavî, Hasâis; Maverdî, Ahkamu's- Sultaniyye; Pezdevî, Usul; Serahsî, Usul; Suyutî, el-Emru Bi'l- İttiba' ;. Şatıbî, Muvafakat; İ tisam; Tahanevî, Keşşafu Istılahatı'l- Funûn.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

8 Ocak 2024 Pazartesi

Bid'atlardan Sakınmak

  

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim 

"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın.  Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti." (En'âm, 153)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez." (Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17-18. İbnî Mâce, Mukaddime 2)

Câbir (ra) şöyle dedi:

Rasûlullah (sav) hutbe irad ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, "Düşman sabah ve akşam üzerinize hücum edecek, kendinizi koruyunuz" diye ordusunu uyaran kumandan gibi öfkesi artar ve şehadet parmağı ile orta parmağını bir araya getirerek:

"Benimle kıyametin arası şu iki parmağın arası kadar yaklaştığı sırada ben peygamber olarak gönderildim" derdi. Sonra da sözlerine şöyle devam ederdi:

"Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed (sav)'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid'atlardır. Her bid'at delâlettir, sapıklıktır." (Müslim, Cum'a 43. İbni Mâce, Mukaddime 7)

Dinde aslı olmayan bir şeyin sonradan ortaya konulması, dinimizde "bid'at" diye adlandırılır.

Bid'at konusu, İslâm âlimlerinin her asırda ciddiyetle üzerinde durdukları bir konu olmuştur. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kısaca şöyle beyân buyurur:

“Ey dîn kardeşlerimiz! Hepimizin üzerine en önce gereken şey, îtikadımızı Kitab ve Sünnet’e göre doğrultmaktır. Bid’at ve dalâlet ehli, kendi bâtıl hüküm ve îtikadlarını Kitab ve Sünnet’e uygun zannederler. Hâlbuki onların îtikadları hak ve hakîkatten fersah fersah uzaktır.”  

https://www.2g1d.com/ 

İddet ne demektir? İddet süreleri ne kadardır?

“Saymak, miktar, adet” anlamlarına gelen iddet, bir fıkıh kavramı olarak, herhangi bir sebeple evliliğin sona ermesi hâlinde, kadının yeni bir evlilik yapabilmek için beklemek zorunda olduğu süreyi ifade eder. İddetin, kadının hamile olup olmadığının anlaşılarak nesebin karışmasını önleme, taraflara düşünme ve tekrar bir araya gelme fırsatı verme, kadın için yeni hayata ruhen hazırlanma, evlilik bağını bir anda yok etmeme gibi hikmetleri bulunmaktadır.
Evlilik, boşanma veya fesih yoluyla sona ermişse ve kadın da hamile değil ise âdet gören kadın üç hayız süresi iddet bekler. “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.” (el-Bakara, 2/228).
Herhangi bir sebeple âdet görmeyenler ise üç ay süreyle iddet beklerler. “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.” (et-Talâk, 65/4).
Evlilik erkeğin ölümü ile sona ermiş ve kadın da hamile değilse, iddet süresi dört ay on gündür. “İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.” (el-Bakara, 2/234).
Evlilik ne şekilde sona ererse ersin, hamile olan kadının iddeti, doğum yapıncaya kadardır; doğum yapmasıyla iddeti sona erer. “Hamile olanların bekleme süresi ise doğum yapmalarıyla sona erer.” (et-Talâk, 65/4).
İddet beklemenin başlangıcı, tarafların fiilen birbirlerinden ayrı kaldıkları an değil, boşamanın veya ölümün gerçekleştiği andır.
İddet beklemekte olan bir kadının başka biri ile nikâhlanmasının haram olmasının hikmeti, kendisinde hâlâ eski evliliğinin etkilerinin bulunabilmesi, eski kocasının haklarının korunması ve neslin birbirine karışma ihtimalinin bulunmasıdır.

7 Ocak 2024 Pazar

Kabir veya türbe yaptırmanın hükmü nedir?

Kaybolmalarını önlemek üzere, gösteriş ve israftan uzak kalarak kabir yapılmasında, mezarların başuçlarına, üzerinde ölenin kimliğini belirleyen ifadelerin yer aldığı sade bir taş ve benzeri levhaların yerleştirilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Sahabîlerden Osman b. Maz’ûn (r.a.) ölünce cenazesi o günkü Medine’nin dışında gömülmüştü. Resûlullah (s.a.s.), Osman’ın mezar yerini belli edecek bir taş istemiş ve getirilen taşı mezarın başına koyunca, “Bununla, kardeşimin kabrini işaretliyorum, ailemden ölenleri bunun yanma defnedeceğim.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 63 [3206]) buyurmuştur.
Ancak kabirlerin bir-iki karıştan yüksek yapılması, üzerlerine bina veya kubbe inşa edilmesi; kabir taşlarına kimlik bilgilerinin ötesinde aşırı övgü sözlerinin; ölümden ve kaderden şikâyet eden ifadelerin yazılması uygun görülmemiştir.

6 Ocak 2024 Cumartesi

Cemaate yetişemeyen kimse camide tek başına namaz kılarken kâmet getirmeli midir?

Düzenli olarak cemaatle beş vakit namaz kılınan camilere o vaktin farz namazını kılmak üzere giren kimselerin, cemaatle veya yalnız başına namaz kılacak olmaları hâlinde tekrar ezân okuyup kâmet getirmelerine gerek yoktur. Düzenli olarak beş vakit namazın kılınmadığı cami ve mescitlerde ise ezân okuyarak ve kâmet getirerek namaz kılmak daha faziletli olup (Alâüddîn, el-Hediyyetü’l-‘Alâiyye, 37) sadece kâmetle de yetinilebilir. Hanefîlerin bu yaklaşımına karşılık diğer birçok mezhep, her iki ihtimalde de kâmet getirmenin mendup olduğunu söylemiştir.

5 Ocak 2024 Cuma

Cemaatle namazda kâmet yapılırken ne zaman ayağa kalkılır?

Cemaatle kılınan namazda, cemaatin namaz için ayağa ne zaman kalkacağı hususu, namazın özüyle değil, âdâp ve müstehaplarıyla ilgilidir.
İmam-ı A’zam’a göre cemaatle namaz kılmak üzere “Kad kâmeti’s-salât” yani “namaz başladı” denildiği anda imamın namaza başlaması, namazın âdâbındandır. İmam, bu hareketi ile müezzinin sözünü doğrulamış olur. Bu ictihada göre imamın ve cemaatin bu cümlenin söylenmesinden önce saf düzenini almaları gerekecektir (el-Fetâva’l-Hindiyye, 1/57). Fakat namaza kâmet bittikten sonra başlanılmasında da bir sakınca yoktur. Hatta İmam Ebû Yûsuf ve diğer pek çok müctehide göre, uygun olan budur (Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, 1/230; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/479).
Hanefî mezhebindeki başka bir görüşe göre ise müezzin “haydi kurtuluşa” anlamına gelen “hayye ale’l-felâh” cümlesini söylediğinde imam ve cemaat ayağa kalkar (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/321), imam namaza başlar, cemaat da ona uyar.
Şâfiî mezhebine göre ise kâmet bittikten sonra namaz için ayağa kalkmak müstehaptır (Nevevî, el-Mecmû’, 3/252-253). İmam ayağa kalkmadan yahut henüz gelmeden cemaat namaz için ayağa kalkmamalıdır.
Kâmet yapılırken ne zaman kalkılacağı konusu, ibadetin özüyle değil âdâbıyla ilgili olduğundan, caminin büyüklüğüne, saf düzenini almaya ve namaza imamla birlikte başlamaya göre düşünülmelidir. Normal büyüklükteki cami veya mescidlerde imamın mihraba doğru yürüdüğü görülünce kalkılması daha uygundur. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Namaz için kâmet getirildiğinde beni görmeden ayağa kalkmayın.” (Buhârî, Ezân, 22 [637]; Müslim, Mesâcid, 156 [604]) buyurmuştur. Buna göre kişi, imamdan çok geri kalmayacak ölçüde ve imam ile birlikte namaza başlayacak şekilde hazır olabileceği kadar bir süre önce yerinden kalkmalıdır (bk. Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 1/560).

4 Ocak 2024 Perşembe

Boşanma davası uzun süre sonuçlanmayan kadının aldığı nafaka helal midir?

İslâm’a göre evlilik devam ettikçe ve boşama hâlinde iddet süresince erkek, eşinin nafakasını temin etmekle sorumludur (el-Bakara, 2/233; en-Nisâ, 4/34; et-Talâk, 65/7; Buhârî, Nafakât, 1-3 [5351-5358]; Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 4/15-16). Dinen boşama olmadan mahkemeye boşanma davası açılmış ve kadın da evi terk etmemişse mahkeme devam ettiği sürece eşler evli hükmünde olduğundan, dava süresince de kadının nafakasını temin etme yükümlülüğü kocasına aittir. Bu yükümlülük mahkeme boşadıktan sonra başlayan iddet süresi bitinceye kadar devam eder. Ancak dinen boşanma gerçekleşmişse süreç devam etse bile İslâm hukukuna göre kocanın eşine yönelik nafaka borcu iddetin bitimiyle sona erer.

3 Ocak 2024 Çarşamba

Müşteri, aralarından birini satın almak amacıyla götürdüğü birkaç maldan birini seçme hakkına sahip midir?

Müşteri, alışveriş akdinde satış bedeli ve niteliği belirtilen birkaç çeşit eşyadan birisini seçme hakkına sahiptir. Bu hakka fıkıh literatüründe ta’yin/belirleme muhayyerliği denir. Buna göre müşteri, bakmak için götürmüş olduğu bu eşyalardan birini seçince, alışveriş o mal üzerinden gerçekleşmiş olur (Merğinânî, el-Hidâye, 3/32).

1 Ocak 2024 Pazartesi

İster kapalı, ister açık alanda olsun zorunlu olmadıkça namaz kılan birisinin önünden geçilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz kılanın önünden geçmektense beklemenin daha hayırlı olacağını belirtmiştir (Buhârî, Salât, 101 [510]; Müslim, Salât, 261 [507]). Namaz kılanın da, uygun bir yere durmak veya sütre vb. bir şey koymak suretiyle önünden geçilmemesi için önlem alması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), önünden insan veya hayvanların geçmesi muhtemel olan bir yerde namaz kılan kişinin önüne sütre (değnek veya başka bir şey) koymasını tavsiye etmektedir (Müslim, Salât, 241-242 [499]). Sütreyi terk etmek ise mekruhtur.
Namaz kılanın önünden geçen kimse sorumlu olmakla birlikte, önünden geçilen kişinin namazı bozulmaz. Fakat büyük camilerde, namaz kılanın secde mahallinin uzağından geçmek caizdir (Kâsânî, Bedâî’, 1/217).
Cemaatle kılınan namazlarda, sadece imamın sütre edinmesi yeterlidir; diğerlerinin sütre koyması gerekmez (Buhârî, Salât, 90 [494-495]). Namaz kılanın önündeki sütrenin ardından geçmekte bir sakınca yoktur.

29 Aralık 2023 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 75


Allah sana her ne imkan nasip ettiyse bunlardan infak etmek sadakadır 

İnfak edip temizlenelim, Cenab-ı Hak günahlarımızdan arındırsın. 


Biz hep karz-ı hasen (güzel borç) psikolojisiyle infak ediyoruz. Sanki temizlenmeyi bekleyen günahlarımız yokmuşçasına, ekstradan veriyoruz psikolojisiyleyiz.

 Halbuki kişi günahlarına yoğunlaşırsa, mağfiret umudu daha ağır basacaktır ve infakına niyeti daha çok yansıyacaktır. 

“Biz o çetin, sıkıntılı günün endişesiyle, günahlarımızdan arınmak için böyle infakta bulunuyoruz, sizi yedirip içiriyoruz. Sizden bir karşılık beklemiyoruz. Bir teşekkür dahi istemiyoruz.” 

İşte bu niyetleri ile Allah o günün şerrinden onları korudu. 

Arınmak paklanmak istiyorsan, tövbelerinin nasuh olmasını istiyorsan infakta, tasaddukta bulun. 

Zamandan infak etmek de olur. Allah sana her ne imkan nasip ettiyse bunların herbirinden infak etmek birer sadakadır. 

Allah yolunda bir becerinin öğretilmesi bile, belli vakitlerde bir mesai harcayıp bilmeyenlere Allah rızası için öğretmek de sadakadır. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Aralık 2023 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 74


Ne infak ederseniz Allah onun yerini doldurur 

Siz ne infak ederseniz edin, Allah’ın rızası, hoşnutluğu uğrunda infak edersiniz, yani sizin derdiniz budur. 

“Yemeği yedirenler” 

Yedirmeyi içselleştirmek seküler toplumlarda neden yok da Mümin toplumlarda var? 

Çünkü işin ucunda İlahi Aşk’ı, Cenab-ı Allah’ı razı edebilmenin derdi ve sevdası var. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

26 Aralık 2023 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 73


Dürüstlük insanlar arası ilişkide kalmaktan ibaret değildir. 

Rabbine karşı dürüstlüğü yaşamayan ve O’nu tanımayan kimselerin dürüstlüğünden bahsedemeyiz. 

Komşusunun, iş arkadaşının hakkını tanıyan ama Cenab-ı Allah’ın hakkını tanımayan bir kişinin dürüstlüğünden iyiliğinden söz edilemez. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

25 Aralık 2023 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 72


İyilik Allah uğruna olunca iyiliktir

Yemeğe olan arzusu, iştahı, iştiyakına rağmen, başkalarıyla paylaşanlar Allah azze ve cellenin cennetlerindeler. 

“Ben böyle bir adam tanıyorum; yediğini içtiğini paylaşır ama imanlı biri değil” diyenlere rastlarız. 

Biz her türlü iyiliği Allah adına başlatırız. 

İyiliği Allah uğruna olunca iyilik sayıyoruz. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

24 Aralık 2023 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 71


“İşte amel edenlerin karşılığı ne kadar güzel.”

Cennet dendiğinde aklımıza gelen ilk kelime ya ÇABA olmalı ya TAKVA olmalı. Takva zaten içinde iman+çaba+adanmışlık barındırıyor. 

“İşte amel edenlerin karşılığı ne kadar güzel.”

Cennettekilere “hadi bir de senin hikayeni dinleyelim” dediğimizde, “Allah uğruna ne güzel şeylere katlanmışsın, senin de hikayen çok güzelmiş” deriz. Her birinden ayrı ayrı güzel hikayeler duyulur. 

“Ya sen doğru düzgün sınanmamışsın bile, öylesine şans eseri buraya gelmişsin. Biz ne yaşam hikayeleri duyduk, seninki rahat olmuş” diyeceğimiz bir tane kişi bulunmaz. 

Cenab-ı Hakk bu neticeyi çabalarınızın karşılığı olarak tarif ediyor. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

23 Aralık 2023 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 70


“Bize burada (cennette) yorgunluk değmiyor.”

Onca eğlenceyi dünyada yaşasak yoruluruz. Eğlencenin en güzeli dahi olsa, yemeklerin en lezzetlisi dahi olsa bir süre sonra bedenimiz yorgunluğunu ortaya koyar, dinlenmek istiyorum der. Cennettekiler eğlenceye yorgunluk arası bile vermiyorlar. 

Bu bahsettiklerimiz, iki ortam arasındaki en dikkat çekici ifadelerden biri. Dünyada en iyi servete, kariyere, imkana da sahip olsanız, bunu eğlenceye, zevke, hazza dönüştürmeye kalktığımızda bedeniniz bir doyum ile önünüzü kesiyor. 

Demo bir örnek içerisindesiniz çünkü. Her tarafta kısıtlar dolu. Yorgunluk ve bıkkınlık bu kısıtlardan ikisi. 

Cenab-ı Hakk onları nasıl her bir eğlenceden daha farklısına, sürprizine taşıyorsa, yaratmada sınırı olmayan Allah-u Teala onları orada şımartıyor. 

O öyle bir konak sahibi ki asla monotonluğa ve sıkkınlığa, bıkkınlığa yer bırakmıyor. Her an yeni yeni eğlence, zevk, lezzet ve şehvetlerle yaşatıyor. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

22 Aralık 2023 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 69


Bizim Rabbimiz öyle Gafûr öyle Şekûr

-Rabbimiz önce Gafûr olmasını vadetti ve sonra Şekûr olmasını.

Çünkü kulların önce mağfirete ihtiyacı var. Düşe kalka hayatlarında bir ıslah süreci yaşadılar.

Günahları azaltıp salih ameli yaşamaya çalıştılar. Bu, “iyilerin” tutturabildiği bir trend. Ama sıfır kusurda değiller. Mağfirete ihtiyaçları var.

Rabbimiz Şekûr’dur, yani olağanüstü karşılık verir, orantısızdır. Hiç amelle orantısını kuramazsın. Ameline bak, bir de Cenab-ı Hakk’ın verdiğine bak dersin. Amel sadece bir bahane kalmış.

Kulun Allah’ın lütfuna kavuşması tamamen ilahi bir ihsandır.

“Bizim Rabbimiz öyle Gafûr öyle Şekûr” diye diye ölüme gitmeli.

İnsân Sûresi Şubat 2023

21 Aralık 2023 Perşembe

Gözdeki lens abdest ve gusle engel midir?

Gusülde ve abdestte gözün iç kısmını yıkamak farz değildir. Zira gözlerin iç kısmını yıkamakta meşakkat vardır. Ayrıca bu durum gözlere zarar da verebilir (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/7, 11). Dolayısıyla gözdeki lens, gusle ve abdeste engel değildir.

18 Aralık 2023 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 68


Hayat din için vardır

Sen ancak zikrin, anlamın peşine düşmüş, gerçeği öğrenmeyi amaçlamış bir kimseyi uyarabilirsin. Başka türlüsüne fayda etmez. 

Gerçeğin ne olduğu merakı içinde olmayan, bilmek istemeyen, kendi yaşam tarzı içinde kilitlenmiş, öğrenmek için fedakarlık göstermemiş olan bu kimseler, ortamın egemenliği altında ezilmiş kimselerdir. 

Çünkü bilirler ki ortamın dayattığı statükoya karşı farklı davranacak olsalar bunu çıkarları ile öderler. Halbuki Hâkk’ın peşine düşenler "gerçek nedir bilmek istiyorum derler, niçin yaşıyorum, niçin var oldum, nereye gideceğim?"

 Bunların cevabı Kur’an-ı Kerîm’dedir ve Kur’an-ı Kerîm bu soruların cevabını  arayanlara, akledenlere verir. 

Kur’an-ı Kerîm insanlara indi. En büyük yanılgılarımızdan biri Kitab’ın hocaların okuması gereken bir ihtisas kitabı olarak görülmesi. Bu şeytani bir yanılgıdır. 

Din yaşam alanıdır. Hayat din için vardır. Dini herkes öğrenmek zorundadır. Anlama süreçlerini de yaratan Cenâb-ı Hâkk’tır. 

Ama dinimizde zorla bir şeyleri öğrenmek yoktur. Resûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in eğitim sisteminde en vazgeçilmez unsur “gönüllülük”tür, kişinin kendisinin isteyerek bir şeyler yapmasıdır. 

Sadece öğrenmekle kalmayıp, bir başkasına da aktarmak. Böyle olunca kıyamete kadar giden saadet zinciri oluyor. Dünyada en çok okunan, en çok ezberlenen, insanların bir benzerini asla yapamayacaklarını bildikleri en doğru hakikate götüren yegane Kitap olarak Kur’an-ı Kerîm mümtaz yerini almış bulunuyor.

SİZİN EN HAYIRLINIZ KUR’AN’I ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR

(Trt Radyo- Günebakan Programı

Ankara 2 Aralık 2022)

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

17 Aralık 2023 Pazar

Dua ve zikir sesli mi, yoksa sessiz mi yapılmalıdır?

Duanın, alçak sesle, hüzünlü ve tazarru (yalvararak) ile yapılması adaptandır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Rabbinize yalvararak ve için için dua edin…” (el-A'râf, 7/55) buyrulmaktadır. Ancak içtenlikle ve samimi olduğu sürece, sesli olarak dua edilebilirse de sessiz olması daha uygundur. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir yolculuk esnasında sesli olarak tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabîye, “Ey insanlar! Kendinize merhamet edin; siz ne duymayana dua ediyorsunuz ne de uzakta olan birisine. Muhakkak siz, işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” (Müslim, Zikir, 44 [2704]; bkz. Buhârî, Cihâd 132 [2992]; Megâzî 39 [4205]) buyurmuşlardır.

16 Aralık 2023 Cumartesi

Şifa niyetiyle Kur’ân okumak ve okutmak caiz midir?

Kişinin bedensel ve ruhsal rahatsızlıklardan ya da manevî sıkıntılardan kurtulması için tıbbi tedavi yöntemlerine başvurması esastır. Bunun yanında kişinin şifa niyetiyle Allah Teâlâ’ya dua etmesi de uygun olur. Bir âyet-i kerîmede Kur’ân’ın müminler için şifa ve rahmet olduğu ifade edilmektedir (el-İsrâ, 17/82). Dolayısıyla âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerde yer alan dualar şifa niyetiyle okunabilir. Rivâyetlerde sahâbenin şifa için Fâtiha sûresini okuduğu ve Resûlullah’ın da bunu onayladığı yer almaktadır (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 9 [5007]; Müslim, Selâm, 65-66 [2201]).
Aslolan, Kur’ân’ı ve diğer duaları kişinin kendisinin okumasıdır. Bunun yanında kişi mümin kardeşinden de şifa için kendisine okumasını isteyebilir. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı şifa vesilesidir. Bunu belli âyetlerle sınırlamak doğru değildir.

13 Aralık 2023 Çarşamba

Ben şu burçtanım ve bu burç kişiliğime uyuyor, demek günah mı?

   
Soru Detayı

- Benim cevabını öğrenmek istediğim ve şirke girip girmediğini merak ettiğim bir konu var. Cevabınızı bu açıklayacağım davranışın dinimize göre tevhid inancı ve Allah'a şirk koşma gibi bir durum olup olmadığını açık bir şekilde verirseniz çok sevinirim, kafamda bir soru işareti kalmasını istemiyorum.
- Bir insan burçların gelecekle ilgili tahminlerine inanmadan, sadece doğum tarihine bakıp "Ben şu burçtanım ve bu burç kişiliğime uyuyor." dese günaha girer mi?
- Ya da başka bir insan örneğin; şu tarihte doğmuş ve o burcun özelliklerine yakın kişilik özelliklerine (duygusal, sinirli, mantıklı vs gibi) sahip olabilir diye fikir sahibi olmak adına bakması dinen şirke girer mi? Bu günah mıdır?
- Sorumun başında da bahsettiğim gibi kesinlikle gayba ait gelecekle ilgili bilgiler edinmek adına sormuyorum, sorumu Allah korusun böyle bir şeyin şirke götürebileceğini biliyorum.
- Yukarıdaki bahsettiğim ölçülerdeki durumun dinen bir mahsuru var mıdır?

Cevap

Burçları da insanları da yaratan Allah Teâlâ'dır. Eğer burçlarla insanların o burçlarda doğumu arasında bir ilişki koymuş ise bu da Allah’tandır.

Ancak bu konuda vahye dayalı bir bilgimiz yok.

Tecrübeye dayalı olarak ve kısmen tutarlı, kısmen tutarsız olan tespitler var. Bunların da Allah’ın iradesiyle olduğuna iman eden bir kimse karakter ve davranış benzerliğini tespit eder de buna inanırsa sakınca olmaz. Ancak bu inanç kulun hür iradesini ve sorumluluğunu ortadan kaldıran bir çerçevede olmayacaktır.

İslam'ın özünü teşkil eden tevhid inancı, geleceğin mutlak gayb olup Allah'tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceğini ortaya koyar. Kur'an-ı Kerim'de burçlarla ilgili bazı ifadeler bulunmaktadır.

Bu cümleden olmak üzere Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: 

"Andolsun biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik." (Hıcr, 15/16),

"Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir." (Furkan, 25/61),

"Burçlarla dolu göğe andolsun." (Buruc, 85/1)

Görüldüğü gibi burçlar insanlara hizmet etmek üzere, Allah'ın gökyüzüne yerleştirdiği gök cisimleridir.

Buna göre burçları yaratıcı kabul etmek mümkün olmadığı gibi, "falan burçtan dolayı şu iş şöyle oldu veya olacak" demek de mümkün değildir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de geçen burç ifadesiyle falcıların fal bakmak için kullandıkları burç ifadeleri arasında ancak ses benzerliği bulunmakta, anlam birliği bulunmamaktadır.

Dolayısıyla dinimiz İslâm kehanet, medyumluk ve falcılık gibi her türlü gaipten ve gelecekten haber verme anlamında kullanılan astroloji anlayışını reddeder ve böyle iddialarda bulunan kimselerin sözlerine itibar edilmesini kesin olarak yasaklar.

Sonuç olarak; burçların insanların kişilikleri üzerindeki etkisi, sadece bir genelleme ve varsayımdan ibaret olup, dini naslar ve müspet bilim açısından desteklenen veya ispatlanan bir husus değildir.

https://sorularlaislamiyet.com/ben-su-burctanim-ve-bu-burc-kisiligime-uyuyor-demek-gunah-mi