10 Eylül 2018 Pazartesi

‘Sünnetullah’ nedir, nasıl yaşanır?


Allah’ın yarattıkları için koymuş olduğu kurallara Sünnetullah denir. Bu kurallar canlılar için ve cansızlar için geçerli olan kurallardır. Yağmurun yağması, insanın yaratılması, sıcağın oluşması, ateşin yakması, suyun söndürmesi gibi pek çok olay bizim derinlemesine tahlil etme imkânımız olmasa bile bu kanunlar çerçevesinde olup bitmektedir. Bu kanunlar tabiat olayı adıyla anılabileceği gibi, eski ümmetlerden itibaren gözlenen sosyal olaylarda da geçerlidir. Allah’ın kanunlarında asla bir değişiklik olmaz. (Fatır sûresi, 43)

Sünnetullah olarak bilinmesi gereken hakikatlerden biri de Allah’ın nezdindeki gün kavramının bizdeki gün gibi olmadığıdır.

Rabbimizin bir başka kanunu da, mühlet vermesi; ama ihmal etmemesidir. Bize göre çok uzun denebilecek bir süre bekler; ama asla ihmal etmez. O’nun takdir ettiği bir zamanda muhakkak suçlular suçlarının karşılığını, iyi kullar da iyiliklerinin karşılığını görürler.

Allah’ın dini için çalışanların, akıbeti O’ndan bekleyenlerin kendi ellerindeki yirmi dört saatlik günlerden oluşan takvimlerle hesap yapmaya kalkışmaları hatadır.

Müslümanın vazifesi Sünnetullah dâhilinde bütün gayretini göstermek ve gayretinde ihlâslı olmaktır. Zaman hakkında söz Allah’ın olacaktır. Neyi ne zaman yaratacağını dileyecek olan O’dur.

Huy kapmaktan çekinmeliyiz


Oturup konuştuğumuz, dertleştiğimiz, yolculuk yaptığımız insanların beyinlerini sömüren hastalıklardan emin olmamız mümkün değildir. Onların beynini sömüren herhangi bir illet onlarda da yoktu. Onlara başkalarından bulaşmıştır. Onlara bulaşanın bize bulaşmaması garanti edilemez. ‘Kişinin arkadaşının dini üzere olduğu’ gerçeğini göz ardı edemeyiz. Belki sosyal kimliğimizin gereği olarak selamlaşabilir, yiyip içebiliriz. Ama beyinlerimizin mikroplanmasına karşı hassas olmamız zorunluluktur.

Salihlerle beraber bulunmak zaten dinimizin bizden istediği bir şeydir. Özellikle yaşadığımız çağdaki savaş türlerinden birinin insanları düşünemez, düşünse de yönlendirilmiş olarak düşünür halde tutma savaşı olduğunu düşündüğümüzde salihlerle beraber bulunmanın önemi daha iyi kavranmış olmaktadır. Cephe çökertmek için öldürmekten ve yok etmekten daha etkili taktikler geliştirilmiştir. Şer güçlerin yok etmek yerine, yaşatıp menfaatleri doğrultusunda kullanmayı yeğlediklerini görmekteyiz.

Kalplerdekine Şifa’dan


“İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim, bunu Ben’den acele istemeyin.” (Enbiya suresi, 37)

Denge temel karakterimizdir

İfrat ve tefrit arasında denge tavrımız mü’min olarak hiçbir türlü taviz veremeyeceğimiz genel karakterimiz olmalıdır. Cennet ve cehennem konusunda dahi bizden ‘korku ile umut arasında’ olmamız istenmiştir. İtikatta olduğu kadar ibadetlerde ve ahlâkta, muamelatta dengeli bir hayat yaşamamız İslam’ın aslına uygun olan tavırdır.

Acelecilikle ilgili mü’min kimliğine uygun bir tavır değerlendirmesi yapılırken bu dengenin dikkate alınması gerekmektedir. Acelecilik bir arıza görüldüğü gibi vurdumduymazlık da bir arızadır. Yılların ve enerjilerin boşa geçmesi karşısında, ‘Allah’ın işinde bir hikmet vardır.’ gibi bir mantık ucuz bir savunma türüdür.

Cemaat ve fert olarak herhangi bir çalışmada yapılmış planın neresinde olduğumuzu istişare etmek mecburiyetindeyiz. Çalışmaların ve şahsiyetlerin farklı zaviyelerden değerlendirilmesi, olması gerekenle olan arasındaki mesafelerin tahlil edilmesi gerekir.

Aceleci olmadığımız gibi uyuşuk ve dağınık da olamayız. Hesapsız feda edebileceğimiz bir dakikamız bile yoktur.

Öveceksen müslümanca öv


İslam terbiyesinde övgü için şu kurallar konmuştur:

*Övgü aşırı olmamalıdır. Övgü ile övülenin işinin arasında denge bulunmalıdır. Verilen bir görevi vaktinde bitiren birine teşekkür edilip, takdir edildiği hissettirilebilir. Ama ‘Bu yaptığın İstanbul’un fethine denktir.’ gibi abartılı bir cümle kullanılamaz. Böyle bir üslup, zamanla, kaba sığmaz isteklere davetiye çıkartabilir.

*Övgü, batıl bir değer üzerinden olmamalı, ahlâksızlık ihtiva etmemelidir.

*Övülen, övgü ile beraber fitneye düşürülecekse, övmekten uzak durulmalıdır.

*Övgü amaçlı yapılan faaliyetlerde, davanın özüne ve mantığına aykırı hareketlerden uzak durulmalıdır. Övgü veya takdir için yapılan bir törenin, alkolün kullanıldığı bir otelde yapıldığını düşünmek bile ürkütücüdür. Futbolcuların birbirlerinin sevinçlerini paylaşırken yaptıkları el hareketlerinin, İslamî bir çalışmada kullanılması düşündürücüdür.

Önemli Bir Kural

Allah’ın koruduğu özel kulları hariç, bütün insanlar hataya müsait bir kimliğin sahibidirler. Âdemoğlu hatakârdır. Dünkü durumumuzun bugün aynı kalacağını iddia edemeyiz. Bize göre her doğan güneş yeni bir imtihan günü getirmiştir. Ne iyiler iyi olarak kalma güvencesi içindedirler, ne de kötüler kötülüklerinde batıp kalmış sayılırlar. Mü’min elde ettiği yüksek dereceleri korumak zorunda olduğu gibi, düştüğü alt seviyelerden de yükselmeye çalışmak zorundadır. Son nefes bitmeden iyi ve kötünün son kararı verilmemiştir. Biz kul olarak imanımızı ve amellerimizi koruma altında tutmakla mükellefiz.

Allah için çalışmayı kendisine bir dava edinenlerin, çalışma aşkı ve şekli büyüdükçe, bıkıp terk etme, kenara çekilme riski de o derece yükseliyor demektir. Maalesef yükseklerden yuvarlanmak daha tehlikelidir. Özellikle örnek şahsiyetlerin hız kaybı göstermeleri, alan değiştirmeleri, kendileri için bir kayıp olduğu kadar yükselttikleri davalar için de bir kayıptır.

Bıkma ruhta, bedende ve akılda ortaya çıkabilir. Hangi türü olursa olsun, mü’minin davasından soğuması, bahanelerin ardına saklanıp tembelliği benimsemesi Allah’a sığınılması gereken bir hastalıktır.

Davaya hizmetin özellikle resmi bir işe dönüştürülmüş şekli tam bir bıkkınlık türüdür.

‘Gençliğimizde şöyle böyle işler yapmıştık.’ şeklindeki anlatımlar kuru avuntudan başka bir şey değildir. Bazılarının, ‘nöbet değişimi’ isimli bir maskeyi kullanmaları ise sadece gülünç olarak isimlendirilebilir. Biz, ‘yakîn gelinceye kadar’ kulluk sınavındayız. Sınav zili o yakîndir. Zil çalmadan bırakıp gidenler nöbet değiştirmiş olmazlar. Olsa olsa nöbetten kaçmışlardır. Seksen yaşından sonra binlerce km. yol kat edip, fetih için gelenlerle aynı şehirde yaşamak başka şey, onlarla aynı aşkı yaşamak başka şey olsa gerek!

Müslümanlığımızla iftihar etmekle Müslümanlığımıza hizmet etmek arasında bağ kurulurken, biri hepimizin diğeri ise ‘din görevlilerinin’ görevi olarak algılanmamalıdır.

Bize ikramı cennet olan dinimize hizmet etmek, onu yaşamak ve yaymak, uğrunda fedakârlık yapmakla mümkündür.

Bir ucundan tutarak değil, altına girerek destek olmak, gereken şekliyle cihada katılmak bizi gösteren önemli bir göstergedir.

Din hepimizindir; ona hizmet etmek de hepimizin görevi olmalıdır. Dinden konuşulurken akla cami ve cami görevlilerinin geliyor olması, düzeltilmesi gereken bir yanlıştır. Önemli kavramlardan başlayarak, bu yanlışı düzeltmeliyiz.


Nureddin Yıldız

9 Eylül 2018 Pazar

Dinimize Hizmetin İç Meseleleri


Bir toplantıda kullanılan kaba bir söz, köy kafasıyla şehirde iş yapmaya çalışanların varlığı, geleneklerinden, ailesindeki kısır döngüden, izlediği haber bülteninden sıyrılamayanın, o anlayışla yönlendirmeye çalıştığı plan hangi iyi sonuçları üretebilir? İyi düşünmüş olmak yeterli değildir.

İslam’ın, kumar, faiz ve cinayet gibi zaten herkesçe bilinen yasakları ve o yasaklara getirdiği cezaları kolayca anlaşılıp yorumlanabilmektedir. Zinanın yasak olması, zina edene ağır cezaların verilmesi bir anlamda ortak amaca dönüşebilir. Aynı dinin, zina için kullandığı ‘haram’ kavramını, gıybet için neden kullandığını iyi düşünmek durumundayız. Gıybet, gözle izlenebilecek sonuçları olan bir eylem olmadığı halde, Kur’an ayetleri arasında ayıplanan, hadislerde ağır tedibe uğratılan tutumlar arasında geçmektedir. İftira, nemime, kaş göz işaretiyle eğlenmek gibi tutumlar da benzer üsluplarla tedip edilmiştir. Düşünmeye mecbur olduğumuz bir gerçekle karşı karşıyayız: Düşman füzesinin dağıttığı birlikteliğimiz kadar, bir gıybetin, iftiranın dağıttığı birlikteliğimiz de vardır.

Bu iki dağılma sebebinden birinin diğerine önemli bir farkı vardır. Düşmanın dağıttığı birlikteliğimizin ve o esnada gördüğümüz maddi veya manevi zararımızın, geçmiş birikimimizin hasenatımız arasında olacağı kesindir. Ama iki mü’min kardeşin, Şeriat’ın tahkir ettiği bir davranışa dayanan sebeplerden birinden ötürü, Allah için yapmaya çalıştıkları bir işe son vermeleri, en azından beraberliklerini sürdürememeleri, ne şehitlik, ne gazilik ne de herhangi bir hasene getirecektir. Mü’min olarak beraber bulunmak zorunda olduğumuz ortamları, hizmet adlı birlikteliklerimizi temiz havalarda tutmak mecburiyetindeyiz. Temiz havayı solumak, havamızı kirletecek tehlikelere karşı müteyakkız bulunmak vazifemizdir. Düşmansız olmak gibi bir talebimizin olması nasıl mümkün değilse, meselesiz, pürüzsüz olmamızı beklememiz de mümkün değildir. Muhtemel meselelerimize, önceden tedbir almak ve çareler üretmek, arızaları gidermek bizim görevimizdir.

Ashab üzerindeki dikkatli bir tahlil, bu hakikati çok canlı bir şekilde önümüze koyacaktır.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, Ebu Zer gibi bir sahabiye, Bilal’e kullandığı bir cümleden ötürü, ‘içinde cahiliyeden kalıntı bulunan biri olduğunu’ söylemesi oldukça düşündürücüdür. (Buhari, 30. Hadis)

‘Cahiliyeden kalıntı’ bulundurmak, Ebu Zer için, iman eksikliği, namaz ve benzeri taatlerde ihmal anlamında değildi. Özellikle, sıradan zannettiğimiz bir konuda, mü’min kardeşlerden birinin incitilmesi konusunda olması oldukça düşündürücüdür. Yarın için fetihlere hazırlanan bir cemaatin, kendi aralarında kabalık, kırıcılık sorunlarını çözememiş olması önemli bir meseledir.

Enfal süresindeki adlandırmanın da asla unutulmaması gerekir.

Bedir, katılımcılarının Allah’tan büyük mükâfatlar kazandıkları bir savaştı. Meleklerle beraber bulundular. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellemin memnuniyetini en zirve noktasında elde ettiler. Bir gün içinde İslam’ın coğrafya ve tarih açısından yeni bir yön almasına vesile oldular. Övgü üstüne övgü gördüler. Ancak mesele, bir iki demir parçası, beş on altından fazla çok önemli bir değer ifade etmeyen ganimetlerin paylaşılmasına gelince, birbirlerini üzecek işler yaptılar, ayet inmesine sebep oldular.

Ashab konuşulduğu durumlarda geçerli olan önemli bir tutum burada tekrar etti elbette; ayet yön verince, hemen o yöne yöneldiler, özür beyan ettiler şüphesiz. Fakat bizim vurgulamak istediğimiz şey, onların bile Bedir gibi bir maneviyatın sema ile birleştiği bir ortamda, birkaç demir parçası engeline takılabildiği hakikatidir.

Çağlardan hangisi olursa olsun, Bedir, mükemmel bir örnek olarak Kur’an’da önümüzde durmaktadır. Çağın değişmesi veya gelişmesi, insan fıtratının değişmesi anlamına gelmemektedir. Biz buyuz. Ordu dizerken de, namazda safları dizerken de dikkatimizin dağılması halinde ortaya çıkarabileceğimiz insanî sorunlarımız kesinlikle vardır. Bunları yok saymak, düşmanı yok saymaktan daha hafif görülmemelidir. Tarihi bu gözle incelemek yeterli olacaktır.

Ashaba kadar gitmeye bile gerek kalmayabilir. İstanbul’u fetheden Sultan Muhammed’in, fetihten sonraki çalışma takvimi incelenirse bize önemli ipuçları verecektir. Bizans’ı kahretmekle, nefisleri ve şehvetleri kahretmek, aynı rahatlıkta olmayabilir.

Bu anlamı tefekkür etmemize yardım etmesi açısından -zayıf olsa bile- ‘küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz’ şeklindeki hadis, dikkatle tahlil edilmelidir. Müslümanların büyük çaplı nice yatırımları, insanî birikimleri; kişisel ihtiraslara, usul yordam bilgisizliğine, düzeltilebilir olduğu halde, ilgilenilmediği için beraberliği yakan kıvılcımlara heba edilmiştir. Mal israf ederken, israf titizliği gösterenlerin, en mükerrem varlık olan insanı israf etmeye, mü’minlerin emellerini eritmeye hakları olmadığını bilmeleri gerekmez mi?

Allah rızası eksenli hizmetler için, görkemli yapılar oluşturmak, lüks toplantılar yapmak yeterli olmuyor. Hizmetlerde ihlâs, kalıcılık ve tesir kesinlikle aranmalıdır. Allah’ın rızasını kazanmakla kendi kendimizi tatmin etmemiz aynı şeyler değildir. Elde ve amel defterlerinde nelerin bulunduğu çok önemli bir sorudur.

“İmanın en güçlü halkası Allah yolunda bağlılık ve Allah yolunda düşmanlık, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.” (Ahmed, 4/286; Musannaf İbni Ebi Şeybe, 7/226)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetine nasihatindeki ölçü şudur:

“Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.” (Buhari, İman, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace)

Eğer bir mü’min, Allah’ın kendisine karşılığında rızasını ve cennetini vaat ettiği kardeşliğini, şu veya bu dünyevi bir menfaat için zedeleyebiliyor ya da kökten atabiliyorsa bu hadisi defalarca tefekkür etmelidir. Hangi gerginlik, hangi bunaltma hadisteki tehdidi göze almaya değer? Kardeşliğin birinci düşmanı, dünya ve içindekilerdir. Kardeşliği korumayı düşünenler de dünyanın içlerine sinme ihtimali olan alanlara dikkat etmek, o konudaki ilahî emir ve uyarılara kulak vermek durumundadırlar. Mal eksenli buluşmalar bu açıdan oldukça hassas alanlardır.

Sevgili Peygamber Aleyhisselam Efendimizin şu hadisini unutmamak gerekir:

“Mü’min geçinir ve geçinilir kimsedir. Geçinmeyen ve geçinilemeyende hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır.” (Beyhaki, Şuabu’l-İman, 7395)

Dinden taviz vermemeyi gerekçe gösterip, zevklerden ve özel prensiplerden kopmamak uygun değildir. ‘Hep benim dediğim gibi olsun!’ anlayışındakilerin, teheccüt kılan Müslüman olmaları, beraberinde bulundukları kardeşleri için bir yarar sağlamaz. Beraber olmak, ortak isteklere karşı uyumlu olmaktır. Yönetici konumunda olanlar için bile geçerli olan bu kuralı, Resûlullah sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz, hayırlı mü’min olmak veya olmamakla kilitlemiştir. Bu da uyumluluğu ve uyumluluğun gereklerini imanla ilgili konular arasına koymaktadır.
 

8 Eylül 2018 Cumartesi

Dinî ve ilmî olarak Reenkarnasyon nedir?


 Reenkarnasyon (insan öldükten sonra ruhunun bir başka bedende yeniden dünya hayatına dönmesi) konusu da bunlardan biri. 

Bakara sûresinin 28. âyetinde insanlara "cansız nesneler" (lafzî anlamıyla "ölüler") iken hayat verildiği, sonra yine öldürülüp tekrar diriltilecekleri bildirilmiştir. "Ölüler iken diriltilme" ifadesi bazı kimselerin aklına, ilk ölü olma halinden önce de bir hayatın bulunması gerektiği düşüncesini getirmiştir. Buradan da insanların defalarca ölüp başka bir bedende yeniden dünyaya geldikleri (Reenkarnasyon, tenâsüh) inancı ortaya çıkmıştır. Bu inancı, Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadislerden çıkarmak ve delillendirmek mümkün değildir. Çünkü bir başka âyette "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin, biz de günahlarımız itiraf ettik, buradan çıkmanın bir yolu yok mu dediler" buyurulumuştur (Mü'min 40/11). "Kur'an âyetleri birbirini açıklar" kaidesinden hareket ederek 28. âyeti ele alırsak bunu, "peş peşe defalarca ölüp her defasında bir başka bedende dünyaya gelme, dirilme" şeklinde anlamamız tutarlı olmaz. 40/11. âyete göre "Ölmek de iki keredir, dirilmek de iki keredir." İki âyeti, aynı olayın iki ayrı yönden açıklanması olarak aldığımızda şu mâna ortaya çıkar: İnsanlar yaratılmadan, doğmadan önce yokturlar ve bu bakımdan ölü gibidirler, önce bu ölülere (yoklara) varlık ve hayat verilmiştir; "Bu, birinci diriltmedir." Sonra dünya hayatını tamamlayanlar birinci ölümü tatmışlardır, bütün dünya insanlarının ve dünyanın ömürleri sona erip kıyamet kopunca yeryüzünde canlı kalmamıştır. Arkadan sûra üflenmiş ve bütün insanlar yeniden diriltilmişler, âhiret hayatına başlamışlardır; "Bu da ikinci diriltmedir". Özetleyecek olursak insanlar yok iken var edilmişler, sonra dünyada bir kere ölmüşler, kıyametten sonra da ikinci kez hayata gelmişlerdir; iki ölüm ve iki dirilme bundan ibarettir. İkinci âyete göre "Yaşayan insanın iki kere ölmesi ve her iki ölümden sonra da birer kere dirilmesi gerekir, yukarıdaki açıklama buna tam olarak uygun düşmüyor" denilecek olursa; şöyle açıklama yapmak da mümkündür: Yaşayan insan eceli gelince ölmüştür, kabirde dirilmiştir, ilk sorgudan sonra tekrar ölmüş ve kıyametten sonra tekrar dirilmiştir. Yok iken yaratılma ve can vermeye "ölü iken diriltme" demek mecazi olduğu için gerçek mânada (hakikat mânasında) iki kere ölme ve dirilme olayı da Mü'min sûresindeki âyette açıklanmış olmaktadır. Ölmek ve dirilmekle ilgili âyetler nasıl yorumlanırsa yorumlansın, ölmenin iki ve dirilmenin de iki kereden ibaret olması sonucu değişmez. Bu vâka da Reenkarnasyon inancına ters düşer, onun asıl olmadığını ortaya koyar.
Ayrıca birçok âyet ve hadisin açıkladığı "insanın yaratılma amacı, dünya hayatının sebebi ve hikmeti, ölümden sonra dirilerek dünyada hak edilene göre mükâfat veya ceza görme gerçeği, insan nefsinin terbiye edilerek kâmil insanın olgun nefsi haline gelebilmesi için gösterilen yollar ve çareler...", yeniden bedenlenme inancının İslâm'a aykırı olduğunun kesin kanıtlardır.
Yeniden bedenlenmenin aklî ve ilmî hiçbir delili yoktur. Dünyada yaşayan 6 milyar insanın, daha önce gelip bir başka bedende yaşadıklarına dair bir bilgi ve şuurlar mevcut değildir. Bu kesin gerçekler karşısında bazı insanların hipnoz veya telkin altında, geçmişlerine aitmiş gibi bazı bilgiler vermelerinin başka açıklamalar olmalıdır; nitekim kolektif şuur, rüya benzeri görüntüler, cinlerle temas, hâfızanın oyunları gibi nazariyelerle bu tür açıklamalar yapılmaktadır. Dün akşam (13-7-2003) bir tv tartışmasında, branşı tıp veya parapsikoloji olmayan ama herşeyden dem vuran bir ilahiyatçı bir çeşit Reenkarnasyonu, hem de Kur'an'a dayanarak savunurken bunu bilimin de kabul ettiğini söylemiş, arkasından konuşan iki uzman ise bu iddiayı yanlışlamış, reenkarnasyonun bir çeşit hastalık olduğunu, kişilik karışmasının ortaya çıktığını ve her gün birçok reenkarne olmuş "hastayı" tedavi ettiklerini ifade etmişlerdir.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Uzman psikiyatrist Dr. İlhan Yargıç da bir makalesinde şunu söylemektedir. "Hipnoz altında hiçbir yönlendirme olmaksızın ya da uyanırken kendiliğinden ortaya çıkan kimlik değişiklikleri yani kişinin kendisini farklı birisi olarak tanıtması dissosiyatif bozukluk adı verilen psikiyatrik rahatsızlığın belirtisidir. Bu hastalığın en şiddetli biçimine çoğul kişilik (dissosiyatif kimlik bozukluğu) denilir ve hasta farklı zamanlarda farklı kimliklere bürünür, bu kimlikler birbirinden kısmen habersizdir."


7 Eylül 2018 Cuma

Hasta olduk, ne yapalım?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Hasta olan bir mü’minin ilk işi uzman bir doktora başvurmaktır.

Kocakarı ilaçlarıyla veya başka hastalara verilmiş reçeteleri uygulayarak tedaviye kalkışmak doğru değildir. Vaktinin olmadığını ileri sürerek ya da masraftan kaçınarak tedavi yollarını kullanmayan Müslüman vebal altında kalır. Bedenlerimiz bize emanettir. Emaneti korumak ve kollamak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Peygamber aleyhisselam efendimiz buyurdular ki:

“Her hastalığın bir ilacı vardır. İlaçta isabet edildiğinde Allah’ın izni ile iyileşme olur.”

Tedavi sürecinin tamamlandığını uzman doktoru bildirmedikçe, hafif iyileşmelerle kenara çekilmeyiz. Sabır ve sebatla devam ederiz.

Doktoru, eczacıyı, hemşireyi hepsini Allah’ın lütfedeceği şifanın vasıtaları olarak görür, biliriz.

Haram olan şeylerden şifa beklemeyiz.

Hastalığın şiddeti ne olursa olsun, umutsuzluğa kapılmamız caiz değildir. Ölümü istemek gibi bir hakkımız hiç yoktur.

Hastanın hastalık günlerinde TV izleyerek veya mübah olmayan şeylerle vakit geçirmesi hiç doğru olmaz. Duanın kabul olma ihtimali yüksek olan anlarda gafletten uzak durarak, zikir ve duayla, bereketli yazılar okuyarak vakit geçirilmelidir.

Dua ile, okuma ile iyi olunur mu?

Dua ve okuma dirinin de ölünün de ihtiyacıdır. Hastanın elbette en önemli ihtiyaçlarındandır.

Ancak hastalığın okuma ile tedavisinin caiz olabilmesi için kurallar vardır.

Okuma ile tedavide

Birinci Kural:

Tıbbın ilgi alanında olan ve ilaçla veya benzeri bir yolla tedavisi yapılabilen hastalıklarda okuma, sadece Allah’a sığınmanın tezahürü içindir.

Moral takviyesidir.

Okumaya güvenip tedaviden kaçınmak doğru olmaz.

İkinci Kural:

Organik olmayan ruhi hastalıklarda okuma ile şifa haktır, denenmiştir. Hem Peygamber aleyhisselam efendimiz hem de ashabı kiram hastaları okumuşlardır.

Ancak hem okuyanda hem de okunan şeylerde aranan şartlar vardır. Sadece “okumak” değildir yapılan. Kur’an’ın bereketinden hastanın iyileşmesi için yararlanmaktır. Kur’an ise, ne abdestsiz tutulabilen bir kitaptır ne de her okuyanına kendisini veren bir kitap... Mesele, iman meselesidir.

En güzeli ihtiyacı olanın kendisinin okumasıdır. Başkasına da okutabilir.


Üçüncü Kural:

Hastayı okuyan kimse “salih” bir mü’min olmalı, okuma işini bir meslek olarak yapmamalıdır.

Dördüncü Kural:


Hastaya okunan şeyler ya Kur’an ayetleri olmalı ya da hadisi şeriflerde okunması tavsiye edilen dualar olmalıdır. Birtakım rumuzlar, tılsımlarla okuma olmaz.

Hasta üzerine okunup tesiri olan belli başlı ayetler şunlardır:

Fatiha sûresi,

Bakara sûresinin ilk bölümü,

Ayet’el Kürsi,

Bakara sûresinin sonu,

Haşr sûresinin sonu,

Kalem sûresinin 51. ayeti,

İhlas, Felak, Nâs sûreleri.

Beşinci Kural:

Cinlerden gelen hastalıkların varlığı doğrudur. Ancak cinlerle ilgili bu bilginin suistimali cinlerin verdiği zarardan daha fazla olabilmektedir. Cinlerden daha tehlikelisi bunu istismar edenlerdir. Hiçbir iyiliği dokunmadığı halde insanların dertleri ile geçim temin edenler için söylenebilecek ilk söz, onlardan uzak durmanın tavsiye edilmesidir.

Hasta bakmak mı? Hasta olmak mı?

Hastanın bakımı ve hizmeti, kimi zamanlar hastalığı aratmayacak kadar yorucu olabilir. Bu, elde edilecek sevabın o denli büyük olduğunu gösterir. Hasta ile ilgilenenler bir sabır taşı olmalıdırlar. Duymadıklarını duymaya, görmediklerini görmeye hazır olmalıdırlar. Bilhassa yatalak hastaların bakımı, o hastaların artık çekilmez görüldüklerini hissetmeden yapılabilirse ne büyük bir kazanç elde edilir. Hayırda sabır yarışı yapılmalıdır.

Hastalık halinde eşlerin birbirlerine vefaları çok önemlidir. Etini yiyip kemiğini atmak gibi bir tavır İslami değildir.

Ebeveynin hastalığı anındaki hizmet ise direkt cennete açılan bir yoldur. Allah’tan korkan mü’min bir çocuk/çocuklar böyle bir fırsatı kaçırmamak için yarışmalı, aralarında kura çekmek zorunda kalmalıdırlar. Ama bu kura, sende değil bende kalsın diye olmalıdır.

Eğer hasta kendisine yapılan hizmeti takdir edemeyecek bir hasta ise, bakıcıları onun takdirini değil, Allah’ın rızasını hesap edip hizmet etmelidirler.

Dikkat! Hasta ziyareti bir ibadettir:

Evet, hasta ziyareti bir ibadettir. Her ibadet gibi o da edebine uyularak yapıldığında sevaba vesile olur.

Her şeyden önce hastayı ziyaret “gelmedi demesinler” diye değildir. Bir ibadet olduğuna göre Allah için ve sevap umularak yapılır.

Uygun vakitte, oturma edebine riayetle, konuşma nezaketine dikkatle, dua ederek-isteyerek, gerektiğinde mali ve bedeni yardımda bulunarak ziyaret etmek gerekir. Hasta ziyareti akraba ziyareti gibi olmamalıdır. Kısa ve saygın ziyaret en makbul olanıdır. Bilhassa hastanın ve bakıcıların moralini bozacak söz ve kabalıklardan çekinmelidir. Ziyaretçi ucuz doktorluk yapmamalı, ilaca ve tedaviye müdahale yanlışlığına girmemelidir.

Hasta ve İbadet

Aslında hastalık ibadet için en gerekli zamanlardandır.

Hastanın hac ibadetini ertelemesi caiz olur.

Oruç tutması ise, hastalığına bağlıdır. Hastalığının orucu kaldırıp kaldıramayacağını oruç tutan bir doktorun raporuna dayanarak kendisi de verebilir. Eğer oruç tutamazsa, iyileştiğinde tutamadığı gün kadarını kaza eder. Artık oruç tutması mümkün olmayacak bir hastalığa tutulmuş ise her günün yerine bir fidye verir.

Hasta, başını oynatabilecek güçte olduğu sürece namazı ertelemesi caiz olmaz.

Abdest için suyu kullanamıyorsa teyemmüm eder.

Ayakta kılamıyorsa oturarak, oturarak kılamıyorsa yatarak, yaslanarak kılar. Rükû ve secde için başını eğerek (ima) namazını kılar. Ama namazını ertelemez.

Sıkışınca yanlış yapmamak için; sıhhatliyken bir ilmihâl iyice okunmalıdır!


Nureddin Yıldız

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/nureddin-yildiz/hasta-olduk-ne-yapalim-17999.html

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR

6 Eylül 2018 Perşembe

Kader nedir?


Soru:
Bizim gibi cahil kesimin en fazla ihtilafa düştüğü konulardan birisi de kader konusu. Biz Allah Teâla'nın bizim için ezelde irade ettiği ve levh-i mahfuza yazdığı bir hayatı mı yaşıyoruz, kullar kendi iradeleri ile mi hidayette veya küfürde olurlar, kulun iradesi ne işe yarar, Allah Teâla dileyeni mi hidayete erdirir -dilediğini mi hidayete erdirir veya dileyeni mi saptırır- dilediğini mi saptırır. Kadere nasıl iman edeceğiz ?

Cevap:
Bu soruya kısmen de olsa geçen haftaki yazının ikinci sorusunun cevabında açıklık getirmiştik. Burada şunları ilave etmekle yetinebiliriz:
Allah Teâlâ'nın elbette yaratılmış her şeyi kuşatan iradesi ve kudreti vardır ve her şeyi yalnızca O yaratır. Ancak O'nun adalet sıfatı da vardır, kendisine zulmü kendisi haram kılmıştır. Adalet ve zulmün Allah için anlamı, bizim anlamayacağımız, bilemeyeceğimiz bir anlam değildir; Kitabında adalet ve zulümden söz etmiş, kullarına bu kavramları açıklamış, kendisinin de bu kavramlar çerçevesinde adil olduğunu, zalim olmadığını bildirmiştir. Eğer Allah bir yandan kulların ne yapacaklarını, onların iradeleri dışında belirleyip bir tarafa yazsa, onları bu fiillere mecbur kılsa, öte yandan da "Niçin şunu yaptın, bunu yapmadın" dese, bazı yapma ve yapmamalara ceza verseydi adil olmazdı. İşte kaza, kader, kulun irade hürriyeti, fiili konuları konuşulurken, düşünülürken mutlaka yukarıda ortaya koyduğumuz esas çerçevesinde düşünülmelidir.
Özetle kulun da kendine mahsus bir küllî bir de cüz'î iradesi vardır. Küllî irade, fiile uygulanmadan var olan ve bütün seçenekleri kapsayan (yapmaya da yapmamaya da karar vermeyi sağlayan) iradedir. Cüzî irade ise bunun bir seçeneği için kullanılan (yapma veya yapmamayı seçen) iradedir. İnsanlar sorumlu tutulacakları fiilleri yapıp yapmamakta hürdür, bu sebeple de yapınca veya yapmayınca sorumlu olurlar. Allah her şeyi, zaman ve mekan engeli olmadan bildiği için, zamanı gelince kulun, serbest iradesi ile neyi seçeceğini de bilmekte ve onu yazdırmaktadır. Eskilerin deyişi ile "ilim maluma tabidir"; olan, Allah öyle bildiği ve yazdığı için değil, bilgi, öyle olacağı içindir; serbest seçim ve irade ile öyle yapılacağı için öyle bilinmiştir. Hidayet ve dalalet, doğru veya eğri yolda olmak, bunlara yöneltmek de öyledir; Allah kulunu, onun isteği dışında saptırıp da sonra "Niçin saptın" diye sormaz. Kul doğru yolu seçerse Allah da onu murad eder, eğri yolu seçerse Allah da onu -kulun ek bir irade ve fiili bulunmadan- engellemez. Kullar hidayet ve dalalet konusunda Allah'a dua ederler; mesela işte bu fiil (dua), kendi iradeleriyle yanlış yola girmek isteyenlerin Allah tarafından engellenmesi için bir ek fiil, ek irade sayılabilir.
Kaza, kader, kulun iradesi, kudreti, fiili, sorumluluğu konularında benim anlayış ve inancım özetle bundan ibarettir; hem ilgili nasları hem de İslam tarihi boyunca bu konuda ortaya çıkmış görüşleri, açıklamaları gözden geçirdikten sonra bu sonuca varmış bulunuyorum.

5 Eylül 2018 Çarşamba

Yeni doğan bebeğe yapılması gereken sünnetler nelerdir?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Bu safha, doğumla başlayıp tam iki sene devam eder. Müslüman anne-babaların, dünyaya gelen çocuklarını, Sünnet’e uygun olarak yetiştirmek istemeleri, onların en güzel dilekleridir. İleride pişman olmayacağımız, iftihar edeceğimiz evlâtlara sahip olmak istiyorsak, “İşi, daha en başından sıkı tutmalı!” kanaatindeyiz. Temelde hata yapmayalım ki, hayırlı neticeler alınabilsin. Temeli sağlam bir bina yıkılmaz!

İLK LİBAS

Bebeğin doğduğu gün ona giydirilen ilk kıyâfetin (zıbın, kundak, göbek bağı vb.) beyaz olması isabetlidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Hazret-i Fâtıma’nın doğumunda hazır bulunan Sevde binti Misrah, bebeği, sarı bir kundağa sarar. Az sonra gelen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu duruma müdahale eder; sarı bezi atıp, beyaz bir beze sarar.[
Alî el-Müttakî, Kenzü’l Ummâl, Hadis No: 16, 261, 62.] Bizzat kendi kızı için yaptığı bu uygulama, yeni doğan yavrunun tertemiz beyazlar içinde olmasını arzulaması, bizlere de güzel bir misal teşkil eder.

Ezan ve kamet çocuğa yapılan ilk iman telkinidir 

Bundan murat; yeni doğan bebeğin sağ kulağına ezân okunması, sol kulağına ise kamet getirilmesidir.[ Tirmizî, Edeb, 17, Hadis No: 15, 229.]

Ezan ve kamet çocuğa yapılan ilk iman telkinidir
Hz. Hasan dünyaya gelince Peygamberi Efendimiz (asm) onun sağ kulağına ezan okumuştur.
Hz. Hüseyin’in rivayetine göre ise Peygamberimiz (asm) bu adetlerinin hikmeti hususunda da şöyle buyurmuşlardır:

“Kimin bir çocuğu olur da, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okursa, o çocuğa ümmü sıbyan hastalığı zarar vermez (cin zarar vermez).” Çünkü ezanın mana ve muhtevasında tekbir, tevhit, nübüvvet ve namaz gibi dinin esasları bulunmaktadır.

Çocuğa güzel isim vermek çocuğun babası üzerindeki haklarındandır 

Peygamber Efendimiz (asm) “Çocuğa güzel isim vermek, dinini öğretmek ve vakti gelince evlendirmek, evladın babası üzerindeki haklarındandır.”
“Kıyamet günününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyle ise isimlerinizi güzel koyun.” buyurmuştur.
Çocuklarımıza “güzel mânâlara” delâlet eden isimler vermemiz sünneti ihya açısından önemlidir. Peygamber Efendimiz'in (asm) isimleri, sair peygamberlerin isimleri ve güzel mânâlar ifade eden isimler verilebilir. Çirkin mânâlara delâlet eden isimler verilmez. Hatta güzel isim koymayı tavsiye eden Peygamber Efendimiz'in (asm) kötü anlamlı veya yanlış anlaşılabilecek isimleri de daha güzelleriyle değiştirdiği rivayet edilir.
Ayrıca çocuğun isminin doğduğu günün akşamında verilmesi tavsiye edilmektedir; fakat yedinci güne kadar da ertelenebilir.

Dua ve ziyafet

Hz. Aişe (ra) validemizin rivayetine göre, yeni doğan çocuklar getirildiğinde Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) onlara hayır ve bereket duasında bulunurlardı. Peygamberimiz (asm) elini yeni doğan bebeğin başına koyarak dua ederdi. Çocuğun doğumundan sonra ziyafet vermek bu duanın toplu yapılması için olduğundan sahabeler yeni doğan bebekler için ziyafet yemeği vermeyi de önemserlerdi.

Çocuğa yedirilecek ilk gıda (tahnik)

Yeni doğan çocuğa tatlı bir şey çiğneyerek ağzına vermek, dudağına sürmek sünnet-i seniyedir. Bunu sâlih bir kimsenin yapması ise menduptur. Kuru üzüm ve şeker gibi tatlılarla yapılabilirse de kuru hurma ile yapmak müstehaptır, daha faziletlidir.
Hazret-i Âişe (ra) der ki:

“Yeni doğan çocuklar Resulullah'a (asm) getirilirdi. O da bunlara mübarek olmaları için duâ eder ve ağzında yumuşattığı hurmanın suyunu çocuğun ağzına sıkardı.”
Yine Peygamberimiz (asm) Enes'in annesinden çocuk doğduğunda ağzına süt koymadan kendisine haber vermesini istemiştir. Enes doğar doğmaz Efendimiz'in (asm) yanına getirilmiş, Peygamberimiz de (asm) bebeğin ağzının içini iyi cins bir hurma ile ovarak tahnik yapmıştır.

SÜRÛR

Kur’ân-ı Kerîm’de yeni doğan/doğacak çocuklarla ilgili mutluluk, genellikle “tebşîr: müjdelemek” masdarıyla kullanılmıştır. Hazret-i İsmâil -aleyhisselâm-, Hazret-i İshâk -aleyhisselâm-, Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm-, Hazret-i Yahya -aleyhisselâm- gibi peygamberlerin dünyaya gelmesi[
Bkz: es-Sâffât, 101; ez-Zâriyât, 28; Hûd, 71; Meryem, 97.], bir sürûra vesîle olmuştur.

Doğumda bir “izhâr-ı sürûr: sevinç belirtisi” gösterilir.[9] Ayrıca çocuğu; “kalplerin meyvesi” (semeretü’l-kulûb) ve “gözün nûru” (kurretu ‘ayn) olarak vasıflandıran Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğun doğumunun büyük sevince vesîle olacağını belirtmiş, hattâ oğlu İbrahim doğduğunda, âzatlı kölesi Ebû Rafi’e bir köle hediye etmiştir.[
İbrahim Canan, a.g.e., sh: 84.] Doğum vesîlesiyle ziyâfetler de verilebilir.[İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, İstanbul, 1993, I, sh: 309.]

Bu arada doğumun meşakkatinden kurtulan anneye, “Geçmiş olsun!” demeli ve doğum sebebiyle tebrik edilmelidir. Bu, doğumdan hemen sonra veya diğer günlerde de olabilir. Bir müslüman kardeşinin çocuğu dünyaya geldiğinde onun sevincini paylaşmak müstehaptır.[
A. Ulvan, a.g.e., c. I, sh: 81.]

Ayrıca bebeğin dünyaya gelmesinde yardımcı olan ebenin de dindar olması, hiç olmazsa çocuğu alırken “besmele” çekmesi gerekir.[
Numan Kurtulmuş, Amentü Şerhi, İstanbul, 1952, sh: 253.] Bebek dünyaya gelirken helâl ve haram ölçülerine de son derece titizlik göstermek yerinde bir davranıştır.

Çocuğun sünnet edilmesi 

"Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek" (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned)
Sünnet, bazı âlimlerce vacip, bazılarınca da farz olarak kabul edilmiştir. Çocuğu sünnet etme zamanına gelince; bulüğ çağına kadar müsaade varsa da, müstehap olan vakit doğumun yedinci günüdür.

Kurban kesilmesi ve başının tıraş edilmesi

Resûlullah (asm) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra) için birer koç kurban kesmiş ve “Erkek çocuk için bir akika vardır. Onun için bir kan akıtınız ve çocuğun saçlarını tıraş ediniz.” (Ebu Davud) buyurmuştur.
Çocuk erkek olsun, kız olsun kurban kesmek mübahtır. Akika Allah Teâlâ’nın ihsan ettiği evlat için, bu büyük nimet için bir şükür kurbanıdır. Yeni doğan çocuğun başındaki kıllara akika dendiği için kesilen kurbana da akika kurbanı denilmiştir. Kurban kesmek için yeterli olan herhangi bir hayvan akika kurbanı için de yeterlidir.
İmâm Ahmed b. Hanbel der ki:
"Çocuk, ana-babasına şefâat etmekten alıkonulur, ancak akîka ile şefâat hakkı doğar."
Akika kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci gününde kesilirse daha faziletlidir. Bülûğ çağına kadar da kesilebilir. Yine sünnet-i seniyyede yer aldığına göre, akika kurbanı kesildiği günlerde, çocuğun başının tıraş edilip, kesilen saçın ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilmesi tavsiye edilmektedir. Yine Hz. Fatıma’nın (ra), çocuklarının doğumlarından sonra saçlarını kesip ağırlığınca gümüş tasadduk ettiği bildirilmektedir.

Peygamber Efendimiz'in (asm) çocuğa ilk kelam olarak öğretilmesini istediği şey Allah’ın kelamı Nahl süresinin 78. ayetidir 

“Ve Allah sizi analarınızın karınlarından, (siz) hiçbir şey bilmez bir hâlde iken çıkardı; şükredesiniz diye de size kulaklar, gözler ve kalbler verdi.” (Nahl 78)

Peygamber Efendimiz (asm) çocuğun dünyaya geldiği yedinci gününde bebeğe yedi işlem yapılmasını tavsiye eder : 

1. Çocuğa isim verilip sünnet edilir
2. Ondan eza bertaraf edilir (banyo yaptırılır)
3. Kız ise kulağı delinir
4. Akika kurbanı kesilir
5. Saçı tıraş edilir
6. Akika kurbanının kanı sürülür
7. Kesilen saçın ağırlığınca altın ve gümüş sadaka edilir.


Çocuğa güzel isim vermek çocuğun babası üzerindeki haklarındandır 

Peygamber Efendimiz (asm) “Çocuğa güzel isim vermek, dinini öğretmek ve vakti gelince evlendirmek, evladın babası üzerindeki haklarındandır.”
“Kıyamet günününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyle ise isimlerinizi güzel koyun.” buyurmuştur.
Çocuklarımıza “güzel mânâlara” delâlet eden isimler vermemiz sünneti ihya açısından önemlidir. Peygamber Efendimiz'in (asm) isimleri, sair peygamberlerin isimleri ve güzel mânâlar ifade eden isimler verilebilir. Çirkin mânâlara delâlet eden isimler verilmez. Hatta güzel isim koymayı tavsiye eden Peygamber Efendimiz'in (asm) kötü anlamlı veya yanlış anlaşılabilecek isimleri de daha güzelleriyle değiştirdiği rivayet edilir.
Ayrıca çocuğun isminin doğduğu günün akşamında verilmesi tavsiye edilmektedir; fakat yedinci güne kadar da ertelenebilir.


Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, Sayı: 157


Kaynak: Kütüb-i Sitte

http://www.islamveihsan.com/islama-gore-yeni-dogan-bebege-yapilmasi-gerekenler.html

https://www.sorusorcevapbul.com/soru-cevap/sunnet-i-seniyye/yeni-dogan-bebege-yapilmasi-gereken-sunnetler-nelerdir

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR

4 Eylül 2018 Salı

MÜSLÜMAN KADININ GAYR-İ MÜSLİM KADINA KARŞI TESSETTÜRÜ


Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da şöyle buyurur: “Mümin kadınlara söyle ki… Zînet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, ellerinin altında bulunanlar (köleler) … dışında kimseye göstermesinler.”[ Nur Sûresi, 24/31.]

Ayette zikredilen “kadınları” ifadesi üzerinde fıkıhçılarımız ve müfessirlerimiz bu kelimeden maksadın, Müslüman kadınlar olduğu, böylelikle müşrik, Hristiyan, Yahudi vs. kadınların dışarıda kaldığı konusunda hemen hemen ittifak etmişlerdir. Buna göre Müslüman kadınlar, ziynet yerlerini mümin olmayan kadınlara yani, Hristiyanlara, Yahudilere, putperestlere, hiçbir dine inanmayanlara gösteremezler. Bu hükmün sebebi olarak İbn Abbas Hazretleri’nden gelen bir rivayette şu husus gösterilmiştir: “Müslüman olmayan kadınlar, Müslüman kadınlarda gördükleri ziynet mahallerini, ziynet eşyalarını ve güzelliklerini kocalarına ya da diğer erkeklere anlatırlar, böylece o erkekler Müslüman kadınların ziynet mahallerine bakmış gibi olurlar.”[ Ahmed b. Hanbel, Müsned, 7/403.]

İşte bu ihtimale karşı, bir tedbir olarak (sedd-i zerâi’ prensibi de denebilir) Müslüman kadınların dikkatli olmaları istenmiş ve bir yabancı erkeğin görmesi haram olan yerlerini Müslüman olmayan kadınlara da göstermemeleri emredilmiştir.

Hatırda tutulması gereken bir hususu daha arz edelim. Müslüman olmayan kadınlara karşı tedbir alınacak husus sadece tesettür meselesidir. Onlarla bir arada yalnız kalmada, onlarla karşılıklı konuşup vakit geçirmede mahzur yoktur. Bu konularda onları birer erkek gibi görmek gerekmez.

Bununla beraber, güvenilen kadınların, beraber yaşanıp da kendilerine itimad edilen gayrimüslim kadınların yanında –tamamen açılmamak, tedbiri elden bırakmamak ve beraberliklerini bir ideale bağlamak şartıyla- biraz daha rahat hareket edilebilir çünkü bunda zaruret vardır. Aksi takdirde hayat çok zorlaşacaktır. Özellikle aynı evde kalan kız öğrencilerin, aynı mekanda çalışan kadınların durumu düşünüldüğünde, Müslüman kızların, Müslüman olmayan bayanlar yanında devamlı kapalı kalmaları, hem kendilerine zor olacaktır hem de gayrimüslim kızların işkillenmelerine, soğumalarına ve önyargılarına sebebiyet verme ihtimali vardır.

http://hikmet.net/musluman-kadinin-gayr-i-muslim-kadina-karsi-tessetturu/

3 Eylül 2018 Pazartesi

Gayri müslimlerin (Ehl-i kitabın) kestiği hayvanların etleri Müslümanlara helal mıdır?


Müslüman sadece kendi ülkesinin sınırları içinde kalmıyor, gayri müslim ülkelerinde de kendi ülkesi gibi işci olarak, öğrenci olarak, ticaretçi olarak bulunabiliyor.

Buralarda da hayatını İslam'a uygun şekilde yaşamak istiyor. Ancak bazı konularda zorluklarla karşılaşıyor. Kasaplardan et alma konusu da bu zorluklardan birini teşkil ediyor. Kimileri, "Hıristiyan kasaplardan et alınmaz."diyor, özel et kesimine yöneliyorlar. Ancak bunu herkes göze alamıyor. Zaten özel et kesimine sıcak da bakmıyorlar. Bu sebeple buralarda et ihtiyacını karşılamada aile zor durumlara maruz kalabiliyor, bize sorularını da şöyle soruyorlar:

- Yabancı ülkelerde bulunan Müslümanlar, Hristiyan ve Yahudi kasaptan et alamazlar mı?
- Alırlarsa yiyemezler mi? Buralarda satılan et peşin bir hükümle Müslüman'a haram mı?
- Yoksa bir çıkış yolu, bir izah tarzı var mı? Buralarda da İslam kolayca yaşanabilir mi?


Bu konuda ilgili fıkıh kitaplarının verdiği bilgiye bakınca, yabancı ülkelerde bulunan Müslümanları zorda bırakacak bir hüküm görmüyoruz. Bulundukları ülkenin kasaplarından et alamayacakları yolunda bir yasak yoktur. Gördüğümüz temel hüküm şudur:

- Ehl-i kitabın kestiği yenir!..

Ehl-i kitap'tan da, Allah'ın gönderdiği kitaplardan İncil'e inanmış Hristiyan ile Tevrat'a inanmış Yahudileri anlıyoruz.

Buna göre, Hristiyan, yahut da Yahudi kasaptan et alınmaz, alınırsa yenmez, diye bir anlayış söz konusu olmamalıdır.

Zaten, eti satanın değil kesenin inancı mühimdir. Kesen ilahi kitaba inanmış biri ise, yani Ehl-i kitapsa (ki, Hristiyan ülkelerde akla gelen Ehl-i kitabın kesmiş olacağıdır) kasaptan et de alınır, Ehl-i kitabın hazırladığı yemeği de yenir.

Müslümanlar, bulundukları Hristiyan ülkelerde bu sebeple zor durumda kalmazlar. Çünkü Ehl-i kitap olan Hristiyan'ın, Yahudi'nin kestiğinin yeneceğinde tereddüt yoktur... Keserken Allah adını anma konusuna gelince:

Allah'ın adını unutarak söylemeyenin kestiği yenir. İhmalinden değil de inkârından dolayı Allah adını söylemeyenin kestiği ise yenmez... Zaten böyle inkârcı birinin Ehl-i kitap'tan olduğu da söylenemez.

Kasaptaki etleri kimin kestiğini nasıl bileceğiz? Bilgimiz yoksa ne yaparız? Kaldı ki, umumiyetle bilgimiz de olmaz.. Aksine bilginin bulunmadığı sürece, kestiği yenecek kimse tarafından kesilmiştir diye düşünürüz.. Şüphe ile haramlık sabit olmayacağından, söylentilere bakarak haramdır, yenmez diyemeyiz... Bu da umumi olarak rahatlatıcı bir hüküm...

Bir başka tereddüt konusu: Kasaplık hayvanı okla, şokla sakinleştirerek kolay kesime hazır hale getirmek mahzurlu değildir. Burada mühim olan, hayvanın ölümü okla, şokla değil de, kesimle gerçekleşmesidir. Okla, ya da şokla hayvan ölür de, kesim ölümden sonra meydana gelirse bu kesim ölmüş hayvanın etini yenir hale getirmez. Çünkü ölüm, kesimle değil, kesim öncesi yapılan ok, ya da şokla gerçekleştirilmiş, canlı değil ölü hayvan kesilmiştir.

Arz ettiğim bu kolaylıklardan sonra konuya takva anlayışı içinde bakanlar da çıkabilir. Onlar daha dikkatli ve titiz olabilirler. Kendilerine göre şüpheli buldukları kasaplardan et almayabilirler, kesenini bilmedikleri eti yemeyebilirler.. Bunlar tenkit değil takdir de edilirler. Ancak, takvaları tamim edilmez, herkesten aynı titizlik istenilmez. Kendinde bu arzuyu duyanlar tercih ederler takvayı...

Aslında yabancı ülkelerde dikkat edilecek en mühim konu, domuz etidir.Ne türlü kesimle kesilirse kesilsin, hangi temizlik maddesiyle temizlenmiş olursa olsun domuz eti hiçbir suretle temizlik kabul etmez, tümüyle pistir, alınmaz, satılmaz, yenilmez. Tek kelimeyle dışkı hükmünde kabul edilir bulunduğu zeminde. Bulaştığı şeyleri de pis eder. Ancak bulaşarak kirlettiği düşünülen şeyler yıkanarak temizlenebilir. Bu konudaki haramlık hükmü kesindir. Şu, ya da bu yeni yorumlarla domuzun haramlığı tartışılır hale bile getirilemez.

Bilerek ve kasden besmeleyi çekmeden kesilen hayvanların eti yenmez. Yahudi ve Hristiyanların kesdikleri bile yenilmektedir. Bir müslüman unutarak besmeleyi çekmese de kesdiği yenilir. Biz müslüman ülkesindeyiz. Burada kesilen her hayvanın islami usüllere göre kesildiği anlayışı olduğundan gelen etleri yiyebilirsiniz.

Not: Haram etlerle helal etlerin aynı yerde satıldığı kasaplardan et ve et mamülleri alırken dikkatli olmak gerekir. Böyle bir yerde domuz eti gibi haram etlerle, sığır eti gibi helal etler iç içe satıldığından karışma ihtimali olabilir. Bir parça haram et veya yağ gibi bir şey karışmış olursa, helal eti de haram eder. Bu açıdan Müslümanların güvenli yerlerden et almalarını tavsiye ederiz.

2 Eylül 2018 Pazar

Elindeki Değil Belindeki Kamçı; Borç


Allah’ı sevmek, imanın bir hakkıdır.
Peygamber’i sevmek, Allah’ın bir hakkıdır.
Genelde Sahabe’yi, özelde Ehli Beyt’i sevmek ise Peygamber’in hakkıdır.
Bazı dualarında düşmanın galip gelmesinden ve borçlu duruma düşmekten, bazı dualarında küfre düşmekten ve borçlanmaktan, bazı dualarında fakirlikten ve borçlanmaktan Allah’a sığınmıştır.
Şeytan’ın savaş taktikleri…

İsraf edenler, Şeytan’ın kardeşleridir…

“İki gönül bir olursa samanlık seyran olur.”
Gerçek saliha hanım kimdir? İtaatkar olandır.

“Borç yiğidin kamçısıdır” sözü doğru mu?
Kimdir Kur’an’a göre yiğit?
Kamçı elinde değil, belindedir.
Peygamber cenaze namazını kılmak istemiyor?
Buhari rivayeti, Selame b. Ekvâ’dan…

Nesai’de Ebû Said el-Hudri rivayeti….

“Sübhanallah, Sübhanallah, Sübhanallah ne ağır şeyler indi, ne ağır şeyler indi!”

“Allah borç ile alakalı çok ağır bir hüküm indirdi. Allaha yemin ederim ki, bir kimse, Allah yolunda şehid olsa, sonra diriltilse, sonra yine şehid edilip yine diriltilse ve üçüncü defa da şehit olup bir daha diriltilse, borçlu olduğu hâlde, borcunu ödeyinceye kadar Cennete giremez.”

Taberani: “Aldığı borcu ödemek istemeyene ve o borç ile Allah’ın huzuruna gelene, Allahü teâlâ, kıyamette, “Bu kimsenin hakkını sende bırakacağımı mı zannettin?” buyurarak, o kimsenin iyi amellerini alıp diğerine verir. Eğer borcunu vermeyenin iyi ameli yoksa borç verenin kötü amellerini, günahlarını borçluya yükler.”

Neden Efendimiz’in beyanları bu kadar serttir?

“Ödenmek üzere alınmış bir borcun kefili Allah’tır.”
Buhari’de geçen kıssa, Ebû Hureyre naklediyor…
“Senin şahidin ve kefilin borcunu ödedi!”
Borçlu olmayı doğru anlayanlardan birkaç örnek…
Zübeyr b. Avvam, Cemel’deki tavrı…
Hz. Hüseyin’in tavrı…

“Borcu olan kimse benimle birlikte savaşa çıkmasın.”
Müslim b. Akil örneği…

“Kufe’ye geldiğimden beri, Kufelilerden falanca ve falancadan 700 dirhem borçlandım. O borçlarımı sen öde, Allah huzuruna borçlu gitmeyeyim.”

Borç Ahlakı


1- Küçük olsun, büyük olsun, dost olsun, yabancı olsun, ne olursa olsun aldığını, verdiğini yazmalı, kayıt altına almalısın ki, Allah’ın emrini yerine getirmiş olasın.

“Ey Müslüman Tüccar! Ne yaparsan yap, alırken, satarken, borçlanırken, ortaklık kurarken, hepsini kayıt altına almalısın. Kur’an’ın en uzun ayetinin konusunun bu olduğunu unutmamalı ve gereğini yerine getirmelisin ki, ortaya çıkma ihtimali bulunan tüm sorunların kapısını kapatabilesin.”

2- Borçlanmamaya dikkat etmeli, borçlandığın zamanda kamçıyı belinde hissetmeli, ızdırap duymalı, geceleri uykunu kaçıracak kadar huzursuz olmalısın ki, Hz. Peygamber’in uyarılarını gerçek manada anlamış olasın.

Semure b. Cündeb (ra) rivayeti…

“Birkaç gün önce sizin sülaleden ölen filanca kişi, borcundan dolayı cennetin kapısında bekletiliyor, bilin. Akrabanızın borçlarını ödeyin de adam cennete girsin!”

3- Borçlanırken, niyetin sadece dilinde değil, kalbinin ta derinliklerinde de ödemek olmalı ki, kefil olarak Allah’ı edinmiş olasın.

4- Ödeme gücü olduğu halde, vadesi geldiğinde borcu ödememenin zulüm, bunu yapanın ise zalim olduğunu unutma ki, hukukullaha riayet eden olasın.

Buhari’de, Müslim’de ve daha nice hadis kitaplarında Ebû Hureyre, Efendimiz’in şu sözünü bize aktarır: “Maddî imkânı olan kişinin, yani ödeme gücü olan kişinin borcunu bekletmesi zulümdür.” (Müslim, Müsâkât, 33; Buhârî, Havâlât, 1)

5- Alacaklı isen borçluna kolaylık göstermen ilahi rahmeti kazanmanın en önemli vesilesi olduğunu bil ki, ayağına kadar gelen ikramı değerlendiren olasın.
Tirmizi’de geçen bu rivayeti, yine Ebû Hureyre’den dinliyoruz: “Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, kendisininkinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).” (T1306 Tirmizî, Büyü, 67)


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

31 Ağustos 2018 Cuma

Çocuklara Vurulması Gereken En Mühim Aşı

Dersten Cümleler

• “Benden sonra gelenler birçok ihtilaf ve sıkıntı göreceklerdir. Siz bu ihtilaf ve sıkıntılardan kurtulmak istiyorsanız; sünnetime ve doğru yola sizleri götürecek olan Raşid halifelerin sünnetine sarılın, yapışın. Bunlara azı dişlerinizle sımsıkı sarılır gibi sarılın.” (Ebû Davûd, Sünnet, 5; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6)

• Çocuklara Vurulması Gereken En Mühim Aşı

• Nübüvvet Medrese’sinin aşısı, ruhu ve manevi dünyayı geliştiren bir aşıdır.

• Bu aşıların en önemlileri şunlardır:

1- Sorumluluk Şuuru
2- Adalet Duygusu
3- İtaat Bilinci

• Sorumluluk Şuuru, ruhta tam tesirini gösterdiği an, adalet duygusunu da, itaat bilincini de olumlu bir şekilde etkileyecektir.

• Bu çağın insanın en önemli eksiklerinden biri, büyüyememe problemidir.

• Fiziksel yaş ile ruhsal yaş, beraberce ilerlemiyor.

• Yıkılan abilik müessesesi…

• Nimetin tezekkürü, muhabbetin ziyadeleşmesi, amellerin ise bereketlenmesinin vesilesidir.

• Nebevi Medrese’nin kapısını çaldığımızda bize şöyle bir cevap gelecek:

1- Çocuğa yaşına takılmadan değer vermeli
2- Değere uygun roller belirlemeli
3- Rolleri oynayacak mekanlar açmalı

• Hicret yolu: Esbaba tevessül, Allah’a tevekkül…

• O günler 8 yaşında bir çocuk olan Abdullah b. Ebî Bekir’e biçilen rol…

• Hz. Ali’nin üzerinden alınması gereken mesajlar…

• Hz. Ali’nin, Hz. Ebû Zer’i imana taşıması…

• Hz. Ali, 13 yaşında Ebû Kubeys dağında…

• Abdullah b. Ömer’in cihad aşkı…

• Ümeyr b. Ebî Vakkas’ın Bedir’e gidişi…

• Evde şehadet, şehadet diye dua eden bir baba…

• 17 yaşındaki Üsame b. Zeyd’in yüzlerce Sahabî’ye komutan olarak atanması…

• “Cahiliye’nin cesuru, İslam’ın korkağı mı oldu?”

• 18 yaşında Mekke’nin ilk İslam valisi, Attab b. Esid…

• Hicretin ilk çocuğu Abdullah b. Zübeyr’in üzerinden alınması gereken dersler…

• Hendek Gazvesi sırasında 5 yaşında olan Abdullah b. Zübeyr’in hatırası…

• Abdullah b. Zübeyr 8 yaşlarında Mûte Savaşı’na katılma arzusu ve Efendimiz’in buna cevabı…

• Bizde aynen babalarımız gibi cihada katılmak istiyoruz!

• Efendimiz (sas): “Tam babasının oğlu, tam babasının oğlu'”

• Hz. Ömer’in hilafetinin ilk günleri, Abdullah o günler 13, 14 yaşlarında…

• 23- 24 yaşlarında, Abdullah b. Zübeyr, İfrikiyye Savaşı’nda…

• Çekilen sıkıntıların bedeli ne kadar fazla ise, insan kalitesi de o kadar fazla olmuştur.

• 1- Sorumluluk şuuru, çocuklara vurulması gereken en önemli aşılardan biridir. Zamanını ve muhtevasını iyice ayarla ki, telafisi zor olan durumlara düşmeyesin.

• 2- Adalet duygusu, çocuklara öğretilmesi gereken en önemli hususlardan biridir. Anlamını ve ehemmiyetini iyice öğret ki, hukuka riayet eden evlatların sahibi olabilesin.

• Adalet mutlak eşitlik değil; hak edene, hak ettiğini vermektir.

• 3- İtaat Bilinci, çocuklara verilmesi gereken en önemli ilkelerden biridir. Gerekliliğini ve sınırlarını iyice bellet ki, saadeti elde edebilesin.

• 1- Çocuğa yaşına takılmadan değer vermeli, “sen küçüksün, daha çok var dememeli” senelere bırakmadan, emellerle değeri, ziyadeleştirmelidir.

• 2- Değere uygun roller belirlemeli, hedefler ve idealler yükseltilmeli, zihinlerine insanlığın zirve hali olan Sahabe efendilerimiz, yerleştirilmelidir.

• 3- Rolleri oynayacak mekanlar açmalı, hata yapmalarına kızmamalı, hedeflerine yürüyecek imkanları çoğaltmalı, hak ile meşgul olabilecek zeminler üretilmelidir.


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

30 Ağustos 2018 Perşembe

Değer ve Sorumlulukları Açısından Evlilik

Dersten Cümleler

Bekarlar için evliliğin inşası yani teşviki…

Evliler için evliliğin ihyası yani diriltilmesi…

Allah’ın emri, Peygamber’in kavli….

Hangi ayet, yada ayetler evliliği bir Allah emri olarak bize anlatır?

Nisa Süresi’nin başından 26. ayete kadar evlilik ile alakalıdır.

3. ayet, yine aynı Sûre’nin 25. ayeti, “Fenkihu/Nikahlanın/Evlenin” diye emir ile gelir.

Nur Sûresi 32. ayet ise İslam toplumunun üzerine bir yükümlülük olarak bekarların evlendirilmesi sorumluluğunu yükler: “İçinizdeki bekar olanları evlendirin” der.

“Nikah benim sünnetimdir. (En-Nihahu min sünneti) Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir. Evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (İbn Mace, Nikah, 1)

“Evlenin ve çoğalın. Ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim. Hatta düşük çocuk olsa bile.” (Beyhakî, Ma‘rifetu’s-Süneni ve’l-Âsâr, 11/207; Abdurrezzâk, el-Musannef, 6/173; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 3/269)

Evliliğin maksadı nedir?

1- Kulluğun ifasıdır.
2- Neslin devamıdır.
3- Hayat yükünün paylaşımıdır.
4- İhtiyaçların karşılanmasıdır.
5- Huzurun teminidir.

Havva validemiz, Hz. Adem’e nefes olmuştu.

Bu beş maddenin Kur’an’da birer birer karşılığı vardır.

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rum Sûresi, 30/21)

Kur’an’da sevgiyi ifade eden üç kelime vardır:Ülfet, Meveddet ve Hub…

Evlilik nedir?

1- Evlilik ibadettir.
2- Evlilik nimettir.
3- Evlilik cihaddır.
4- Evlilik devlettir.
5- Evlilik dindir.
6- Evlilik imtihandır.

Alınması gereken mesajlar:

1- Evlilik ibadettir; öyleyse külfetine katlanılmalıdır.
2- Evlilik nimettir; öyleyse şükrü eda edilmelidir.
3- Evlilik cihaddır; öyleyse hazırlığı yapılmalıdır.
4- Evlilik devlettir; öyleyse yasalar uygulanmalıdır.
5- Evlilik dindir; öyleyse sahip çıkılmalıdır.
6- Evlilik imtihandır; öyleyse sabır azık olarak edinilmelidir.

Evlilik ibadettir; öyleyse külfetine katlanılmalıdır.

Eğer evlilik Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ise o bir ibadettir. Aynen namaz gibi, oruç gibi, hac gibi, zekat gibi…

Külfetsiz ibadet var mı?

İblis’in sevineceği en önemli hadise bir ailenin yıkılmasıdır. (Müslim, Münafıkûn, 67; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/314)

İslam toplumunun en önemli kalesi ailedir.

Muaz b. Cebel’in evlilik konusundaki hassasiyeti…

Abdullah b. Mes’ud: “Bilsem ki, bu dünyada sadece 10 gün yaşayacağım, yine hemen evlenir, Rabbim huzuruna nikâhsız bir şekilde gitmem!”

İmam Ahmed b. Hanbel oğluna diyor ki: “Oğlum! Koş beni falanca kadın ile nikahla. Bakarsın ölüm meleği bana yolda yetişir, ben Rabbime nikâhsız bir şekilde gitmeyeyim.”

Evlilik bu kadar önemli ise neden bazı alimler evlenmemiştir?

Evlilik nimettir; öyleyse şükrü eda edilmelidir.

Her nimetin şükrü, kendi cinsindendir.

Evlilik büyük bir nimettir.

“Allah, evlerimizi bizim için bir huzur ve sükûnet yeri yaptı!” (Nahl Sûresi, 80)

Evinde dinlemeyen, evinde rahat edemeyen bir insan başka bir yerde asla edemez.

Evlilik cihaddır; öyleyse hazırlığı yapılmalıdır.

Evlilik cihaddır, kiminle karı-koca birbirleriyle mi?

Cihad: İnsan ile İslam arasındaki engellerin kaldırılmasıdır.

Evlilik devlettir; öyleyse yasalar uygulanmalıdır.

Aile küçük bir devlettir.

Evin devlet başkanı, erkektir; babadır.

Bir devletin İslam devleti olup, olmadığını nereden anlaşır? Üç esas varsa o devlet İslam devletidir: Kökte tevhid, gövdede adalet, dallarda meşveret…

İstişare, amellerin bereketidir. İstişare isabet kayıt etmenin en önemli yoludur.

Evlilik dindir; öyleyse sahip çıkılmalıdır.

Âişe annemiz naklediyor, Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Kul evlendiği zaman muhakkak dîninin yarısını tamamlamış olur, diğer yarısında da Allâh’dan sakınsın.” (Hâkim, el-Müstedrek,
2/175;Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 1/294; Beyhaki, Şu’abu’l-Îmân, 4/383)

Evlilik imtihandır; öyleyse sabır azık olarak edinilmelidir.

Evlilikleri sıkıntıya sokan en önemli etken, beklenti meselesidir.

Kur’an’ın tertibinde 66. sûresi olan Tahrim Sûresi, dört aileyi örnek olarak gösteriyor.

Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’u hanımı….

Hz. Meryem ve Hz. Asiye örnekliği…

Olayı bize nakleden Enes b. Malik’tir, ama olayın bizzat şahidi Aişe annemizdir.

Havle bint Tüveyt el-Attariye’nin hatırası…

“Ey Mü’minlerin Annesi! Ben her gece bir gelin gibi süslenip kocamı karşılıyorum. En güzel elbiselerimi giyiyorum, en güzel kokuları sürünüyorum, öylece karşısına çıkıyorum. Vallahi bunu da
tamamen Rabbimin rızasını kazanmak için yapıyorum…”

“Birazdan Resulullah gelecek, sen derdini ona anlat, O senin derdine bir çözüm söyleyecektir.”

“Ey Havle! Sabır et, öyle yapmaya da devam et, kocanı dinle ve ona da itaat et!”

“Sevap olmaz mı Ey Havle! Bir kadın Allah için bazı şeylere katlanırsa, kendi evinde bir eşyayı kaldırıp bir yerden bir yere bıraksa bile ona sevap vardır.”

“Sen ne zannediyorsun Havle… Diyelim ki, bir kadın kocasından hamile kalsa o kadının sevabı oruç tutan, gece namazı kılan ve Allah’a itaat edenin sevabına denktir. Doğurması sevaptır, emzirmesi sevaptır. Kadın; bebeğini emzirmeye başladığı andan itibaren, her bir emzirmesine karşılık bir köle azadı sevabı vardır. Çocuğu sütten kestiği zaman, gök yüzünden ona şöyle
seslenilir: Ey kadın! İşine başla ve geçmişini unut çünkü geçmişinden sorumlu değilsin.”

“Ey Allah’ın Resulü! Sevap sadece kadınlar için midir?” Yani erkeklere bir şey yok mu? Ben bu erkeklere acımaya başladım.”

“Olmaz olur mu Ya Aişe! Elbette sevapta erkeklere de paylar var. Bak, Müslüman bir erkek eşinin elini tutup onu arzuladığı zaman Allah o kişiye on sevap yazar. Kişi eşinin boynuna sarıldığında Allah o kişiye yirmi sevap yazar…”
Ebu Nücehy (ra) naklediyor:

“Miskinün, Miskinün, Miskinün
Miskindir, Miskindir, Miskindir

Bir adam çok fazla mala sahip olsa bile eğer bir hanımı yoksa yani evlenmemişse o adam miskindir.

Miskinetün, Miskinetün, Miskinetün
Miskindir, Miskindir, Miskindir
Bir kadın, kocası yoksa, çok mal sahibi de olsa miskindir.” (Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, 4/252)


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Arşın Gölgesindeki Tüccar

Dersten Cümleler

• Nasıl arşın gölgesinde gölgelenmek nimeti elde edilebilir?
• Sahabe ile aramızdaki fark, biz: “Birinden olsak yeter” diyoruz, onlar: “Yedisinden olsak yetmez” diyorlar.
• Sahabe’nin ufkuna bir örnek: Hz. Ebû Bekir…
• “Anam, babam sana feda olsun Ya Resulullah! Bu kapıların hepsinden girmek mümkün değil mi?”
• “İnşallah sen öylesin!”
• Mahşerden dehşet veren bir tablo…
• Ameller niyetlere göredir; niyetlere göre değer kazanır.
• Cennetin kapısında iki sınıf: Alimler ve Tüccarlar…
• Allah’ı (cc) memnun etmenin yolu bir tane midir?
• Arşın gölgesinde gölgelenecek yedi zümre:

1- Adil devlet başkanı
2- Gençliğini Allah yolunda geçiren delikanlı
3- Mescitlere gönlü bağlı olan adam
4- Allah için birbirlerini seven dostlar
5- Cemal ve makam sahibi olan karşı cinsin davetine hayır diyen adam
6- Gecelerini gözyaşları ile süsleyen abid
7- Malını Allah yolunda reklam etmemek şartı ile infak eden tüccar

• Fudayl b. İyad’ın, Abdullah b. Mübarek’e ve İmam Malik’e yazdığı mektuplar…

• “Allah, rızıklarını kulları arasında dağıtmıştır…. Farzları yerine getirdikten sonra, ecrimizi Allah’tan alacağız.”

• Neden Muhteşem Ahlak derslerinin başlangıcı ticaret ahlakı oldu?

• Birincisi: Efendimiz (sas) işe ticaret ahlakı ile başlamıştır.

• Mekke, ticari bir merkezdir.

• İkincisi: En fazla sınıfta kaldığımız alan ticari ahlak alanıdır.

• Zahid kimdir?

• İmam Muhammed eş-Şeybanî: “Zahidlik mağarada olmaz evladım. Zahidlik, çarşıda, pazarda, insanların içerisinde alırken, satarken olur.”

• Süfyân b. Uyeyne: “Eğer o adam elinden o yüz dirhem çıktığı zaman yüreğinde hiçbir sıkıntı duymuyorsa, o parası on bin dirhem olunca da sevincinden uykusu kaçmıyorsa, o adam zahiddir.”

• “Hayır, bunlar mütevekkil/tevekkül eden değil, müteekilûndur /yiyicilerdir. Size mütevekkilin kim olduğunu söyleyeyim mi?” der. “Evet” cevabını alınca şöyle buyurur: “Mütevekkil, toprağa tohum eken sonra da Allah Teâlâ’ya tevekkül eden kimsedir.”

• Tüm peygamberler, dinden konuşmuş, ama asla dinden geçinmemişlerdir.

• El kârda, gönül yarda olmalı…

• Ticari ahlakın beş temel esası…

• 1- Sağlam bir akidenin inşası

• 2- Ticari hukukun derinlemesine öğrenilmesi

• Hz. Ömer: “Bizim çarşımızda, dinde belli bir derinliği olmayan kimselerden başkası alış-veriş yapmasın.”

• 3- Sadık ve salih dostların edinilmesi

• 4- Allah’ın, yapılan ticarete ortak edilmesi

• “Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: ‘İki ortaktan birisi diğerine ihanet etmediği müddetçe ben onların üçüncü ortağıyım. Eğer birisi diğerine ihanet ederse, ben aralarından çıkarım.” (Ebû Davud,

Büyû, 26; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 6, s. 78)

• 5- Bir hakikat olan ölümün sürekli hatırda tutulması

• لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

• “Allah, kendisinden başka ilah olmayan, eşi ve ortağı bulunmayan, mülkün tamamını elinde tutan ve hamd edilmeye layık olandır. O, dirilten ve öldüren, ama kendisi sürekli diri olandır. Tüm hayırlar onun elindedir. O her şeye güç yetirendir.”


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

http://www.siyertv.com/arsin-golgesindeki-tuccar/

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Ahlâkın Temeli Kur’an

Dersten Cümleler

• Derdimiz, Resulullah’tan (sas) öğrendiğimiz hakikatlerle hayatımızı şekillendirmektir.
• Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.
• Güzel ahlak, benimle başlayan bir şey değil, benimle kemale eren bir şeydir.
• Resulullah’ın (sas) Cahiliye Araplarının geleneklerinden ıslah ettikleri, ibka ettikleri ve ilga ettikleri olmuştur.
• Güzel ahlak, fıtri bir şeydir. Yaratılıştan özüne kotlanmıştır.
• Güzel ahlak, ancak peygamber sedası ve soluğu ile tamamlanacak bir şeydir.
• Hz. Aişe: Hepimizin nikâhı yerde kıyıldı, Zeynep’in nikâhı gökte kıyıldı.
• Muhakkak ki, Sen muhteşem bir ahlak üzeresin.
• O’nun (sas) ahlakı Kur’an’dı.
• Ahlakın temeli Kur’andır yani Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.
• Ahlakın temeli yasalar/kanunlar veya gelenekler olması nelere sebep olabilir?
• İman, yetmiş üç şubedir/kısımdır. En üstü, ‘La ilahe illallah’ sözüdür, en altı yolda insanlara eza veren bir nesneyi kaldırmaktır. Hayâda imandandır.” (Buhari, İman, 3)
• Yeryüzü senin için bir mesciddir. Yeryüzü senin önüne serilmiş bir seccadedir.
• Her ümmetin bir emini vardır, benim ümmetimin emin ise Ebû Ubeyde b. Cerrah’tır.
• Ebû Ubeyde b. Cerrah’ın Humus’ta insanların gönlünü kazanması…
• Kur’an’ın üç temel konusu: Tevhid, Nübüvvet ve Haşr…
• İbn Abbas’a göre din binası dört kattan oluşur: Akaid/Akide, Ahlak, İbadet ve Muamelat…
• Alak Sûresi, ilk beş ayeti: İlim ahlakı…
• Müzzemmil Sûresi: Dava adamının ahlakı…
• Müddessir Sûresi: Dava ahlakı…
• İlk altı yıl inen ayet sayısı: 3014’tür.
• Kıl o namazı, çünkü o namaz seni her türlü çirkinlikten, hayâsızlıktan alıkoyar.
• Fatiha Sûresi: Yol, yolcu ve yolculuk ahlakı…
• Bakara Sûresi’nin ilk beş ayeti: Mümin ahlakı
• Bakara Sûresi 6 ve 7. ayeti: Münkir/İnkârcı ahlakı
• Bakara Sûresi 8’den sonrası: Münafık ahlakı
• Alî İmran Sûresi ve ahlak vurgusu…
• Efendimiz’in (sas) düşmanlarının O’nun ahlakına dair itirafları…
• Nadir b. Haris’in sözleri…
• Huzeyfe b. Yeman ve babası Huseyl b. Cabir’in hatırları…
• Allah’ım! Eğer sen şu bir avuç iman insanını helak edersen, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!
• Çabuk Medine’ye geri dönün! Biz her şart ve durumda, düşman bile olsa verilen sözü yerine getirmekle emrolunduk!



Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:
http://www.siyertv.com/ahlakin-temeli-kuran/

26 Ağustos 2018 Pazar

El-Vehhab Olan Allah’ın En Güzel Bahşişi; Çocuk

Dersten Cümleler

el-Vehhab, Kur’an içerisinde biri Ali İmran Süresi 8. ayette, İki tanesi ise Sa’d Süresi 9. ve 35. ayeti olmak üzere 3 kez geçmektedir.

el-Vehhab’ın anlamı; “Hiçbir karşılık beklemeksizin kullarına bol bol ihsanda bulunan, hibe eden, bahşeden” demektir.

Vehhab ism-i şerifi Kur’an’da üç kez geçmesine rağmen, bu ismin kökü olan ve-he-be köküne ait kelimeler 22 tane geçmektedir. Bu 22 kullanımın tam 12 tanesi çocukla alakalıdır.

Resulullah’ın (sas) lisanında çocuk mevhub’dur.

“Sana bağışlanan bu çocuğu Allah senin için mübârek eylesin. Onu sana bahşeden Vehhab olan Allah’a şükret. Allah çocuğunu hayırlarla büyütsün ve rızıklandırsın.”
“Allah sana da bereket versin ve bereketini üzerinde daim kılsın. Seni de hayırlarla mükafatlandırsın ve benzeri ile rızıklandırsın.”

“Hz. Peygamber (sas) çocuk terbiyesi meselesinde işi nereden başlattı? “

Ana ve babanın eğitim zaten çocuğun eğitimidir.
Efendimiz’in (sas) ile eğitim adımı yetişkinleredir.
Hamilelik zor bir süreç…

Hamile bir kadın ne yapmalı?

1- Farzların İkamesi
2- Nafilelerin İhyası
3- Azaların Muhafazası
4- Ruhun İmarı
5- Duyguların Islahı

Çocuk doğduğu an itibari ile Efendimiz’in (sas) rehberliği çerçevesinde ebeveynin beş temel vazifesi ortaya çıkmaktadır. Nedir bunlar?

1- Tahnik
2- Ezan ve Kamet
3- İsimlendirme
4- Akika
5- Salihlerden Dua

Tahnik: Tahnik, damak anlamında olan henek kökünden türeyen bir kelimedir.
Terim manası; ağızda yumuşatılıp yeni doğan bebeğin ağzına hurma veya tatlı cinsinden birşey sürülmesine denmiştir.

Efendimiz (sas) en az 15 bebeğe bizzat kendisi tahnik yapmıştır.
1- Hz. Hasan
2- Hz. Hüseyin
3- Hz. Zeyneb
4- Abdullah b. Ebî Talha
5- İbrahim b. Ebî Musa el-Eşârî
6- Münzir b. Ebû Üseyd
7- Abdullah b. Abbas
8- Abdullah b. Zübeyr
9- Sinan b. Ebî Seleme el-Hüzelî
10- Abdullah b. Hâris b. Amr
11- Abdullah b. Hâris b. Nevfel
12- Abdurrahman b. Zeyd b. Hattab
13- Muhammed b. Nübeyt
14- Yahya b. Hallat ez-Zürakî
15- Numan b. Beşir

Abdullah b. Zübeyr örneği…

“Allah (cc) feda ettiğin o kuşağa karşılık sana cenette iki kuşak verecek!”

“Ben zatu’n-nitakayn’in/çifte kuşaklı kadının oğluyum!”

“Ben annemin karnındayken hicret ettim!”

“Allah’ım! Bize nasıl Mekke’yi sevdirdinse, aynı şekilde Medine’yi sevdir!”

“Allah’ım! Doğacak o çocuğu bizim için sevinç vesilesi eyle!”

“İsmi de, künyesi de dedesinin ki gibi olsun; adı Abdullah, künyesi Ebû Bekir olsun!”
Tahnik’in hükmü müstehabtır. Yapılınca sevap elde edilir; terk edilince her hangi bir günahı yoktur.

2- Ezan ve Kamet
Efendimiz’in (sas) ezan ve kameti ile okuduğu rivayet, Hz. Hasan içindir.

“Ya Resulullah! Rüyamda senin bedeninden bir parçanın koptuğunu ve gelip bizim eve düştüğünü gördüm!”

“Benim oğluma süt annesi olacaksın!”

“Ey Ali! Böyle güzel bir çocuğa Harb ismi konur mu? Benim oğlumun adı Hasan olsun!”
Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur.

Her ne kadar fıkhen ezan ve kamet okuma mendup olarak sınıflandırılsa da, Müslümanların bir şiarı, sembolü olmuştur.

“İnsanoğlunun ömrü kulağına okunan bir ezan ve arkasından kılınan bir namaz arasıdır.”
Bebeğe okunan ilk ezan, kılınacak son namazı içindir.

4- Akika

Akika; lügatta, “ayrıldı, yardı, alakası ve bağı kesildi” demektir. Aslında bebeğin anne karnında iken uzayan saçlarına akika denmiştir.
Selman b. Âmir’in naklettiğine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Çocuğun akikası vardır. Çocuk için kurban keserek kan akıtın ve kirini giderin.” (Buhari, Akika, 17)
Akika, anne ve baba da oluşabilecek manevi her türlü kire karşı bir kefaret, Allah’a karşı bir şükür, insanlara karşı ise sevincin bir paylaşımıdır.
Sahabi Semüre b. Cündüb rivayet ediyor. Onun nakline göre Efendimiz (sas) buyurmuşlardır ki: “Her çocuk akikası karşılığı rehindir. Yedinci gün, onun için kurban kesilir, başı traş edilir ve ismi verilir.” (Ebû Davud, Edahi, 3; İbn Mace, Zebah, 2)
Akika kurbanın hükmü nedir?
Hanefilere göre müstehab, Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre müekked sünnet, Hasanü’l-Basri, Leys b. Sa’d ve Zahiri mezhebine göre ise farzdır.
Akika kurbanın günü ille de 7. gün mü olmalıdır? 7. gün kesilmezse ne olacaktır?
Akika erkek çocuklara iki, kız çocuklarına bir şeklinde mi kesilmelidir?
Akika kurbanından ev halkı yiyebilir mi?
Akika kurbanın kemiklerinin kırılmaması gerektiği yönünde bir hüküm var mıdır?

5- Salihlerden Dua
“Kardeşşcik git! Beni de duanda an! Banada duanda yer ayır!”


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

25 Ağustos 2018 Cumartesi

En Güzel Babadan Çocuk Eğitimi Dersleri

Dersten Cümleler

• Babalığında öğrenileceği en güzel adres Efendimiz (sas) dir.
• Çocuk terbiyesi meselesi sadece annelerin meselesi değil, asıl babaların meselesidir, daha doğru bir ifade ile en önemli vazifesidir.

• Cabir b. Semûre rivayeti…

• Onun babası Semûre b. Cünade, annesi ise Halide bint Ebî Vakkas’tır.

• “Kişinin evinde oturup çocuklarına terbiye vermesi bir sâ, sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Birr, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 96,102)

• Sâ bir ölçü birimidir, 2 kilodan biraz fazla, hatta tam ölçüsü, 2036 gramdır.

• Çocuk terbiyesinin usul ve üslubu meselesi…

• Terbiye meselesinin en önemli ayağı hiç şüphesiz temsiliyettir.

• Efendimiz (sas) evlenmiş kızını (Hz. Fatıma) ve oğlunu (Hz. Ali) evlerine giderek altı ay boyunca sabah namazına uyandırıyor.

• Eğri ağacın düzgün gölgesi olmaz!

• İmam Gazali: “Ana, baba ve muallim düzgün bir ağaç gibi olmalıdır ki, çocuk da onun gölgesi gibi dostdoğru olsun.”

• Çocuklar duyduklarını değil, gördüklerini yapıyor.

• Ne söylemişse Efendimiz (sas) hayatı ile tasdikleyerek, söylüyor…

• Abdullah b. Abbas’ın aktardığı rivayet…

• İmam Cafer-i Sadık: “Dilinizi kullanmaksızın çocuklarınızı iyiliğe çağırın. Böylece çocuklarınız sizden takva, çalışkanlık, namaz ve iyilik görsün ve sizi örnek edinsin.”

• Hz. Ali: “Söz dilinin sustuğu ve amel dilinin söylediği nasihat, hiçbir kulak tarafından kovulmaz ve onun ortaya çıkaracağı fayda ile hiçbir fayda asla bir olmaz.”

• Efendimiz (sas) çocuklarına ilk olarak neyi anlatmıştır? Neyi öğretmiştir?

• Allah Resulü (sas) çocuk terbiyesi konusunda ilk anlattığı ders taharettir.

• Taharetin üç temel ayağı:

1- Efendimiz (sas) aklın, zihnin, düşüncelerin tahareti ile selim bir itikad inşa etmiştir.
2- Efendimiz (sas) duyguların tahareti ile mahremiyet inşa etmiştir.
3- Efendimiz (sas) beden, elbise ve mekan tahareti ile nezafet inşa etmiştir.

1- İtikadın İnşası
2- Mahremiyetin İnşası
3- Nezafetin İnşası

• Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunması…

• “Çocuklara ilk öğrettiğiniz kelime ‘Lâilâhe illallah’ (Allah’tan başka ilah yoktur) olsun.” (Abdurrezzak, Musannaf, 4, 334)

• Mahremiyetin İnşası

• Ebû Said el-Hudrî: “Efendimiz (sas) bir genç kız kadar utangaçtı.”

• Ayıp kavramını, hayattan çıkarmak en büyük ayıptır.

• “İlk peygamberlerden beridir halkın hatırında kalan ve devamlı söylene gelen bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb, 78)

• Ümmü Seleme validemizin bir hatırası…

• “O sizi görmüyor ama siz onu görmüyorsunuz?” (Ebû Davud, Libâs, 34; Tirmizî, Edeb, 29)

• Nezafetin İnşası

• “Temizlik, imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet, 1)

• Beden, Elbise ve Mekan temizliği….

• Kur’an’ın ana konularından biridir, taharet… Tam 31 ayette taharet işlenir, bunların yarısı maddi taharetten, diğer yarısı ise manevi taharetten söz eder.

• “Her Müslümanın haftada en az bir defa başını ve vücudunu yıkaması onun üzerinde bir haktır.” (Buhari, Cuma, 12; Müslim, Cuma, 9)

• “Bu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamıyor mu!” (Ebû Dâvûd, Libas,14)

• Abdullah b. Abbas bu dersin mihmandarı olacak, üç alana örnek verilecek…

• Onun doğumu Miladi 618’dir. Yani Nübüvvet’in 8. yılında doğmuştur.

• “Bir gün Allah Resûlü’nün terkisine binmiştim. Yolda bana: ‘Yavrucuğum! Sana bazı sözler öğreteceğim, onları ezberle, hiçbir zaman aklından çıkarma’ dedi. Şöyle devam etti: “Allah’ın hakkını korursan Allah’ta seni korur, onu istediğin zaman yanında bulursun. Geniş zamanda Allah’ı an ki, Allah da dar zamanda seni ansın, imdadına yetişsin. Bir şey isteyeceğinde sadece ve sadece Allah’tan iste! Yardıma ihtiyacın olduğunda, sadece ve sadece Allah’tan dile! İyi bil ki, bütün insanlar sana yardım etmek istese, Allah dilememişse, hiç kimse sana yardım edemez. İnsanların hepsi isteseler bile Allah’ın dilediği bir musibeti asla kaldıramazlar. İyi bil ki zafer, sabırla elde edilir. Hoşuna gitmeyen durumlara sabretmekte pek çok hayır vardır. Genişlik sıkıntıdan sonra gelir. Zorlukla birlikte kolaylık vardır. İyi bil ki, başına gelenler bir hatandan dolayı gelmediği gibi, yapmış olduğun hatalar musibetine neden olmaz. Allah’ın yazıp takdir ettiğinden başkası olmaz. Kalem kurudu, sahifeler dürüldü. Allah’a, O’nu severek, isteyerek ve yakîn ile yani görüyormuşçasına ibadet et!” ( Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/293; Taberânî, Mu’cem, 11/123; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 3035)

• Cündüb b. Abdullah: “Biz önce imanı, sonra Kur’an’ı öğrendik!”

• Abdullah b. Abbas, Meymune validemizin hanesinde… (Müslim, Müsâfırîn, 191-199; Buhârî, Edebü’l-Müfred, 696; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebir, 10/334, 12/31; Zerkânî, Şerhu’l-Mevâhib, 4/486)

• “Allah senin ilmini ve fehmini/anlayışını artırsın.”

• “Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar. Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. (nemime) Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı.” (Buhari, Cenaiz, 34; Müslim, Cenaiz, 28; Beyhaki, Sünen, s. 124)

• “Ey İnsanlar! Cuma günü olduğunda gusül abdesti alın! Bula¬bildiğiniz kadarı ile koku sürünerek mescide gelin!”

• Allah’ım! Bizi çocuklarımızla, çocuklarımızı bizimle mahcup etme!


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

24 Ağustos 2018 Cuma

Gözlerin Aydınlığı Namaz ve Çocuk

Dersten Cümleler

• Kur’an-ı Hakim’de çocuk, nebevî beyanda ise namaz göz aydınlığıdır.

• “Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Namaz ise gözümün nuru kılındı.” (Nesâî, İşretu’n-Nisâ, 1)

• Namaz sağ göz aydınlığı, çocuk ise sol göz aydınlığıdır.

• Cüheyne kabilesi üzerine düzenlenen seferden bir hatıra…

• “Onlara evlatlarından daha kıymetli, daha sevgili olan bir namaz daha gelecek…” (Müslim, Misafir, 308)

• Asrı Saadet’ten üç tane namaz sevdalısı delikanlı:

Hâris b. Mâlik
Hâris b. Hassan
Hâris b. Süreka

• “Ey Haris! Bu gece nasıl sabahladın?”

• “Ya Resulullah! Gerçek bir iman sahibi olarak sabahladım.”

• “Ya Resulullah! Gündüzümü oruçla, gecemi kıyamla geçirdim. Şu anda öyle bir ruh haleti içindeyim ki, Cennet ehlinin ve cehennem ehlinin birbirleri ile konuşmalarını duyuyor ve sanki Rabbimin arşını ellerimle tutar gibi oluyorum.”

• “Ey Hâris! Desene sen tepeden tırnağa iman kesilmişsin.”

• Hâris b. Hassan düğün sabahı hatırası

• Hâris b. Süreka’nın şehadet sevdası…

• “Senin oğlun Firdevs cennetlerindedir.”

• 1- Onlarda, Hz. Peygamber ile çağdaş olmanın avantajı var, biz bundan mahrumuz.

• 2- Onlarda, Medine gibi bir zeminde yaşamanın avantajı var, biz bundan mahrumuz.

• 3- Onlarda, Sahabe ile arkadaş olmanın bir avantajı var, biz bundan mahrumuz.

• Sahabe olmak mümkün mü?

Sahabe’yi sevap itibari ile geçmek mümkün mü?
Sahabe gibi olmak mümkün mü?

• Peygamber görmeden sahabî olmak

• Sohbet-i risaletin kendine özgü bir insibağı/ boyalaması, in’ikası/yansıması, incizabı/ cezbesi, coşkusu, heyecanı vardır, bu inkâr edilemez.

• Sebre b. Ma’bed (radiyallahu anh) rivayet ediyor: “Yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün.” (Ebû Davud, Salat 26; Tirmizi, Salat, 299)

• “Çocuğa namazı yedi yaşında öğretin, kılmadığı takdirde on yaşında dövün!” (Tirmizi, Salat, 299)

• Amr b. As naklediyor: “Resulullah (sas) buyurdular ki: “Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca namazdaki ihmalleri sebebiyle onları (hafifçe) dövün ve yataklarını da ayırın.” (Ebû Davud, Salat, 25)

• “Çocuk sağını solundan ayırmasını bildi mi ona namazı emredin” (Ebû Davud, Salat, 26)

• 1- Bugünün çocukları ile Medine’nin çocukları aynı değil, dolayısı ile yedi yaş, on yaş o gün Peygamber ikliminde olan çocuklar içindi; biz bu yaşı hakiki olarak değil, mecazi olarak anlamalıyız.

• 2- Buradaki ‘darebe fiili’ yani ‘dövdü/vurdu’; hakiki değil, mecazi anlamda alıştırın, ısındırın anlamındadır, dövme bu işte olmamalıdır.

• 3- Hz. Peygamber’in burada söylediği sözün hayatta uygulama imkanı yoktur.

• Birinci merhale: 0-7 yaş merhalesi

İkinci merhale: 7-10 yaş merhalesi
Üçüncü merhale: 10 ve yukarı yaş merhalesi

• 0-7 yaş arası anne ve babaların yapmaları gereken en önemli husus; temsildir.

• İkinci merhale: 7-10 yaş merhalesi

• Önemli bir adım, tebliğ…

• “Hasanım/Oğulcuğum! Beş vakit namazını aksatmadan kıl! Sana şüpheli gelen her şeyi terk et. İçinde şüphe olmayan şeylere yönel! Doğruluktan asla ayrılma! Çünkü doğruluk insanın gönlüne huzur verir. Yalan ise insanı huzursuz eder.” (Tirmizi, Kıyamet, 61)

• “Enesciğim! Elinden geldikçe abdestli ol, zirâ bu takdirde melekler daima sana rahmet okurlar. Namazında ise daim ol; onu asla bırakma, böyle davranırsan melekler daima sana arkadaş olurlar. Rüku edince ellerinle dizlerini sıkı tut, parmaklarını birbirinden ayır, dirseklerini yanlarını yapıştırma; Ey Oğulcuğum! Rükûdan doğrulunca her uzvun tam olarak yerine gelsin, zirâ Cenâb-ı Hâk, kıyamet gününde, rükû ve secde arasında bellerini tam doğrultmayana nazar etmez. Ey Oğulcuğum! Secde edince de alın ve ellerini yere tam koy. Horozun yeri gagalaması gibi (secdeden çabuk kalkarak) gagalama, (secdede kollarını yere sererek) köpeklerin veya tilkilerin yatışı gibi yere serilme. Namazda sağa sola nazar atmaktan sakın…” (Tirmizi, İlim; 7, 16)

• 7-10 yaş merhalesinde önemli bir kavram: tedric… Tedric, aşamalı bir şekilde talimi kavratmadır.

• Efendimiz (sas) 23 yıllık hayatı boyunca üçlü bir sistemle hareket ettiğini görürüz. Nedir bunlar?

1- Meseleleri basitten zora doğru anlatırdı.
2- Efendimiz ön bilgiden gayeye doğru yürürdü.
3- Müşahhastan mücerrede doğru hareket ederdi.

• Namaz eğitiminde tedricilik:

1- Önce iman, sonra namaz öğretilmeli
2- Önce muhabbet, sonra amel devreye girmeli
3- Önce gündüz, sonra akşam gündem edilmeli
4- Önce farzlar, sonra sünnetler hayata taşınmalı
5- Önce yatsı, sonra sabah namazı ile tanıştırmalı

• Üçüncü merhale: 10 ve yukarı yaş merhalesi:

• Temsil, Tebliğ, Tedric, Ta’dil ve Taltif

• Bu merhalenin iki önemli kavramı: Ta’dil ve Taltif…

• Ta’dil: Düzeltme, denkleştirme, düzgünleştirme, aşırılıklardan arındırarak itidal üzere kılmaktır.

• Muhataba göre söz söylemek…

• Ömer b. Abdülaziz’i Medine’de, Salih b. Keysan ile hatırası…

• Her zaman karşılıklı hediye verilmemeli…

• Ümmet darmadağın da, evlerimiz çok mu vahdet halinde?

• Evlerimizde vahdeti sağlayacak beş temel alan:

1- Sofra vahdeti
2- Sayfa vahdeti
3- Sevgi vahdeti
4- Seyahat vahdeti
5- Seccade vahdeti

• Evlerin sofraları, evlerin suffalarıdır.

• Sofra ile midelerimizi, sayfa ile akıllarımızı, sevgi ile kalplerimizi doyurmamız, vahdeti tesis edecektir.

• “Allah’ım onu iyi, muttaki ve reşid kıl! Ve onu İslam üzere büyüt!”



Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim: