9 Ocak 2016 Cumartesi

596.ALLAH’IN KULLARI DENETLEMESİ ( MURÂKABE ) 64.Hadis

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


64- الرَّابعُ : عنْ أَنَس رضي اللَّهُ عنه قالَ : « إِنَّكُمْ لَتَعْملُونَ أَعْمَالاً هِيَ أَدقُّ في أَعْيُنِكُمْ مِنَ الشَّعَرِ ، كُنَّا نَعْدُّهَا عَلَى عَهْدِ رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم مِنَ الْمُوِبقاتِ » رواه البخاري . وقال : « الْمُوبِقَاتُ » الْمُهْلِكَاتُ .


64. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
“Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz birtakım işler yapıyorsunuz ki, biz onları, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında helâk edici büyük hatalardan sayardık.” Buhârî, Rikak 32


Açıklamalar 

Hepimizin bildiği bir gerçektir ki, her insanın dikkatli, daha dikkatli olduğu zamanları bulunduğu gibi, önemli şeyleri bile pek kâle almadığı anları da olur. Ümmetler, milletler de böyledir. Bazı nesiller çok daha titiz ve dikkatli, bazıları da rahat hatta kayıtsız olabilirler. Tabiatıyla bu durum, bazı zararların önemsenmemesi gibi, neticede tehlikeli olabilecek gelişmelere de yol açabilir. İşte hadisimiz, Enes İbni Mâlik hazretlerinin kanaatine göre, tâbiîn neslinin gözünde pek küçük görülen bazı fiillerin Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)zamanında sahâbîler tarafından helâk vesilesi kabul edildiğini, bu ilk iki nesil arasında bazı konularda bu derece yaklaşım ve değerlendirme farkı olduğunu delillendirmektedir. Tabii bu, genel bir gözlemdir. Örnek verilmemiştir.

Hadisten Öğrendiklerimiz


1. Ashâb-ı kirâm, Allah’a karşı duydukları derin saygıdan dolayı, küçük günahları bile helâk sebebi sayarlardı. Çünkü onlar hatanın küçüklüğünü değil, emrine karşı gelinen Allah’ın büyüklüğünü dikkate alırlardı.


2. Aslında “büyük” olmasına rağmen, zamanla insanlar tarafından önemsenmeyen, “küçük” görülen bazı fiiller olabilir. Bu hal “…Onu önemsiz bir iş sanıyorsunuz. Oysa o, Allah katında büyük (bir günah) tır…” [Nûr sûresi (24), 15] âyetinde de açıklanmış bir gerçektir.


3. Kendini kontrol etme melekesi gelişmiş müslümanlar, hataları değerlendirmede daha titiz ve daha derin bir anlayış sahibidirler.


4. Günahları küçümsemek, Allah saygısının azlığına delildir.




Devam edecek... 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR     

7 Ocak 2016 Perşembe

595.ALLAH’IN KULLARI DENETLEMESİ ( MURÂKABE ) 63.Hadis

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


63- الثَّالثُ : عن ابنِ عبَّاسٍ ، رضيَ اللَّه عنهمَا ، قال : « كُنْتُ خَلْفَ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يوْماً فَقال : « يَا غُلامُ إِنِّي أُعلِّمكَ كَلِمَاتٍ : « احْفَظِ اللَّهَ يَحْفَظْكَ احْفَظِ اللَّهَ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ ، إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَل اللَّه ، وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ ، واعلَمْ : أَنَّ الأُمَّةَ لَو اجتَمعتْ عَلَى أَنْ ينْفعُوكَ بِشيْءٍ ، لَمْ يَنْفعُوكَ إِلاَّ بِشَيْءٍ قَد كَتَبَهُ اللَّهُ لَكَ ، وإِنِ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوك بِشَيْءٍ ، لَمْ يَضُرُّوكَ إِلاَّ بَشَيْءٍ قد كَتَبَهُ اللَّه عليْكَ ، رُفِعَتِ الأقْلامُ ، وجَفَّتِ الصُّحُفُ». رواهُ التِّرمذيُّ وقَالَ : حديثٌ حسنٌ صَحيحٌ .
وفي رواية غيرِ التِّرْمِذيِّ : « احفظَ اللَّهَ تَجِدْهُ أَمَامَكَ ، تَعَرَّفْ إِلَى اللَّهِ في الرَّخَاءِ يعرِفْكَ في الشِّدةِ ، واعْلَمْ أَنّ مَا أَخْطَأَكَ لَمْ يَكُنْ لِيُصيبَك ، وَمَا أَصَابَكَ لمْ يَكُن لِيُخْطِئَكَ واعْلَمْ أنّ النَّصْرَ مَعَ الصَّبْرِ ، وأَنَّ الْفَرَجَ مَعَ الْكَرْب ، وأَنَّ مَعَ الْعُسرِ يُسْراً » .


63. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:

Bir gün Hz. Peygamber’in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.) Tirmizî, Kıyâmet 59


Tirmizî dışında bir rivayette de (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307) şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın emir ve yasaklarını gözet, O’nu önünde bulursun. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle, kolaylık da zorlukla birliktedir.”

Açıklamalar

Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zaman zaman sahâbî çocuklarını terkisine bindirirdi. Hadisimiz, on yaşlarındaki Abdullah İbni Abbas’ın da Hz. Peygamber’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu tür iltifatlarına mazhar olduğunu ve ayrıca iman ve ahlâk esaslarını ondan öğrenme şansına kavuştuğunu göstermektedir. Hadis, “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun!” tavsiyesinden ötürü buraya alınmıştır. Zira bu beyân, “Onu görüyormuşcasına Allah’a kulluk etmek” diye tarif edilen ihsân ve ilâhî denetimin bir başka şekilde dile getirilmesidir.
Hadisteki kaideler Allah, kader ve öteki insanlardan gelecek fayda-zarar konularına açıklık getirmekte, takdir edilenden başkasının kişiye ulaşmayacağını, ulaştırılamayacağını, açık-seçik anlatmaktadır. Neticede mü’min için gözetilecek asıl noktanın, sadece Allah’ın emir ve yasakları olduğu belirtilmiş olmaktadır. 


Hadis, kaderde olmayanın başa gelmeyeceği güvencesini vermektedir. Kaderin ise, çoktan tesbit edildiğini, artık onda bir düzeltme ya da değiştirmenin kesinlikle olmayacağını bildirmektedir. O halde mü’minlerin yersiz kuşkulara kapılmalarına gerek yoktur. Onlar inançları doğrultusunda yaşamaya bakmalıdırlar.
Kulun bütün himmet ve dikkatini Allah’a çevirmesi gereği herhalde ancak bu kadar güzel ve güçlü ifade edilebilirdi. Biz bu hadise sünnetu’llah’a ait bazı esasların tebliği ve ta’limi de diyebiliriz.
el-Mukadder lâ yuğayyer (takdir olunan değişmez), nasîbuke yusîbuke (nasibin seni bulur), “alın yazımmış” gibi sözler, sorumluluğu kadere yükleyip sorumsuzluğa kapı açacak şekilde değil, mü’mini hayatta kendi değer ölçüleri çerçevesinde sürekli bir güven ve faaliyet içinde tutacak biçimde anlaşılıp yorumlanmalıdır. Yani tam teslimiyet içinde tam faaliyet... Galiba ilk müslüman nesillerin en belirgin vasıfları da bu idi… Başarı bu çizgide yürümektedir. 
Bir konuda şartların tamamen lehte veya aleyhte gözükmesi, takdirin önüne geçecek değildir. Bir başka deyişle görünür şartlar herkes için aynı sonuçları doğurmaz. Bunun tabii neticesi de, herkesin karşılaştığı sonuca razı olması isyan psikolojisi ve davranışı göstermemesidir.


Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Allah’ın ilminde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.
2. Hadisimiz murâkabe, Allah’ın emirlerine riayet, tevekkül ve kulların Allah’a olan ihtiyaçları gibi pek önemli konulara ışık tutmaktadır.


http://www.islam-tr.net/forum/konu/5-allah%E2%80%99in-kullari-denetlemesi-murakabe.19224/

Devam edecek...

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR     

5 Ocak 2016 Salı

594.ALLAH’IN KULLARI DENETLEMESİ ( MURÂKABE ) 62.Hadis

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


62- الثَّاني : عن أبي ذَرٍّ جُنْدُبِ بْنِ جُنَادةَ ، وأبي عبْدِ الرَّحْمنِ مُعاذِ بْنِ جبل رضيَ اللَّه عنهما ، عنْ رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، قال : « اتَّقِ اللَّهَ حَيْثُمَا كُنْتَ وأَتْبِعِ السَّيِّئَةَ الْحسنةَ تَمْحُهَا، وخَالقِ النَّاسَ بخُلُقٍ حَسَنٍ »رواهُ التِّرْمذيُّ وقال : حديثٌ حسنٌ .

62. Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde ve Ebû Abdurrahman Muâz İbni Cebel radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: 
“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork.
Kötülük işlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüğü silip süpürsün.
İnsanlarla güzel geçin!” Tirmizî, Birr 55

Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde
Ebû Zer (radıyallahu anh) hazretlerinin ismi Cündeb İbni Cünâde’dir ve Gıfâr kabilesine mensuptur. Bu sebeple Ebû Zer el-Gıfârî diye meşhur olmuştur. Kendisi ilk müslümanlardandır. Daha doğrusu müslümanların beşincisidir.
Uzun boylu, esmer tenli, beyaz saçlı ve geniş omuzlu olan Ebû Zerr, zühd ve takvâ, kanaat ve istiğnâ sahibiydi. Bu sebeple Hz. Peygamber’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine “İslâm’ın İsâ’sı” (Mesîhu’l-İslâm) lakabını verdiği kaydedilmektedir.
İslâm’ın ilk günlerinde müslümanlığın yayılmasında önemi büyük olan dört kişiden biri de Ebû Zer (radıyallahu anh) hazretleridir. Ebû Zer  (radıyallahu anh), hemen daima Hz. Peygamber’in(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) huzurunda bulunur, ondan istifâde ederdi. Öğrenme konusunda büyük arzu ve iştiyak sahibiydi. Bilmediği her şeyi Hz. Peygamber’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sorardı. Hz. Ali (radıyallahu anh) onun için “ilim dağarcığı” demiştir.
Hz. Peygamber’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karşı son derece saygı ve muhabbet duyardı. Resûl-i Ekrem’den (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “halîlî” (dostum) diye bahsederdi.
Kendisi hak yanlısı, hak sever bir insandı. Bu sebeple de ashâb arasındaki ihtilaflara taraf olmadı. Fetihlerden sonra ümmetin zengin olması, emirlerin şatafat ve saltanata meyletmeleri, mal biriktirmeleri hoşuna gitmedi ve onları sert bir dille tenkid etti.
Ebû Zer hazretleri (radıyallahu anh) öğrendiği hadisleri zevkle ve şevkle anlatırdı. Hatta o bir keresinde şöyle demişti:
“Kılıcı enseme dayasanız, ben de Resûlullah’dan  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) duyduğum bir hadisi başım kesilinceye kadar tebliğe vakit bulacağımı bilsem, o hadisi elbette size yetiştirirdim” (Buhârî, İlim 10; Dârimî, Mukaddime 46).

 Bu sözüne rağmen ondan bize 281 hadis intikal etmiştir. Bu biraz da onun inzivâyı tercih etmesiyle ilgili bir netice olmalıdır. Rivayetlerinin on ikisi hem Buhârî hem de Müslim’de, ikisi sadece Buharî’de, yedisi sadece Müslim’de yer almıştır. Sahâbe ve tâbiînden bir çok kişi kendisinden rivayette bulunmuşlardır.
Ebû Zer hazretleri (radıyallahu anh) Mekke yakınlarındaki Rebeze’de hicrî 31. yılda vefat etmiştir. Oradan geçmekte olan küçük bir grup cenâze namazını kılıp defnetmiştir.
Allah ondan razı olsun.

Açıklamalar
Hz. Peygamber’in  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) özlü sözlerinden biri olan hadis, “Nerede (ve nasıl) olursan ol, Allah’tan kork” cümlesinden dolayı, burada zikredilmiştir.
Takvâ, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmakla gerçekleşen ve dinin temeli olan bir ilkedir. Buna Allah saygısı, Allah korkusu da denir. Takvâ çeşitli derecelere ayrılmaktadır. En alt tabakası, şirkten uzak kalmak, en üst derecesi ise, Allah’dan başka her şeyden (mâsivâ) yüz çevirmektir. Takvânın birbirlerinden farklı dereceleri bulunmaktadır. Ancak onun tabiî sonucu ilâhî murâkebe altında olduğu bilinci ile hareket etmekten ibârettir. Takvâ, yalnızlıkta, toplum içinde, belâ ve musîbet anında, bolluk ve refahta yokluk ve darlıkta, hâsılı her durumda Allah’a karşı saygılı olmak, sürekli uyanık, dikkatli ve şuurlu bulunmaktır.

Böyle bir duygu ve hâlin sonuçları ise, yüce kitabımızda;
Allah’ın dostluğu [bk.Yûnus sûresi (10), 62], ilâhî övgü [Âl-i İmrân sûresi (3), 186],
Allah’ın yardımına ulaşmak [Âl-i İmrân sûresi (3), 120],
sıkıntılardan kurtulmak ve beklenmedik yerlerden rızka kavuşmak [Nahl sûresi (16), 120],
amellerin ıslahı ve günahların bağışlanması [Ahzâb sûresi (33), 70-71],
ilâhî muhabbet [Al-i İmrân sûresi (3), 76],
Allah katında makbûliyet [Hucurât sûresi (49), 13],
ölüm anında müjde [Yûnus sûresi (l0), 63], cehennemden kurtuluş [Leyl sûresi (92), 17]
ve nihâyet cennette temelli mutluluğu buluş [Âl-i İmrân sûresi (3), 133] olarak belirtilmektedir.

Allah Teâlâ’nın, gazabından sakındırması [bk. Âl-i İmrân sûresi (3), 28] ve Hz. Peygamber’in, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’a karşı saygılı bulun”tavsiyesi, müslümanları bu güzel sonuçlara davet etmektir. Böylece Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mü’minleri, “Gerçekten Allah, üzerinizde gözetleyicidir [Nisâ sûresi (4), 1] âyetinin mânâsına uygun davranmaya çağırmış olmaktadır.

Takvâ, günah işlemeye, günah işlemek takvâ sahibi olmaya engel olmadığı için, insanlık gereği işlenecek günahların peşinden iyilik yapmak, o hata ve günahın sonuçlarını ve hatta bizzat günahın kendisini ortadan kaldırmak gerekmektedir. Zira Allah Teâlâ; iyiliklerin kötülükleri giderdiğini [bk. Hûd sûresi (11) 114] ve hatta iyiliklere tebdil ettiğini [bk. Furkân sûresi (25), 70] haber vermiştir. Bu da murâkabe şuurunun olumlu bir başka neticesidir. İyiliğin hatayı iyiliğe dönüştürmesi veya hiç değilse, kötülüğün sonuçlarının ortadan kaldırılması, hiç hata işlememenin mümkün olmadığı dünyamızda, kötülüklere karşı müsamahasız olmayı öngörmek ve öğütlemek demektir. Günahların ve kötülüklerin tortularını, işlenen iyiliklerle dezenfekte edebilmek gerçekten çok büyük bir imkân ve şanstır.
İnsanlarla güzel geçinmek, ahlâkî olgunluğun ve murâkabe şuurunun günlük hayattaki ve beşerî ilişkilerdeki sonucu olmaktadır. Bu uygulamanın ölçüsü de Peygamber Efendimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından, başkalarının kendisine yapmasını istemediğini onlara yapmamak şeklinde belirtilmiştir.

Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İyilikler kötülükleri ya büsbütün ortadan kaldırmak ya da iyiliğe dönüştürmek suretiyle yok eder.
2. Güler yüz göstermek, zarar vermemek, iyiliklerin yaygınlaşmasına gayret etmek ve kendisine yapılmasını istemediğini başkalarına yapmamak, insanlarla güzel geçinmek demektir.
3. Takvâ ya da Allah’a karşı saygılı olmak, müslümanı her türlü kötülüklerden koruyacak üstün bir meziyettir.
4. Her yer ve şartta Allah’a karşı saygılı olmak, murâkabe şuurunun göstergesidir.

Devam edecek....

http://www.islam-tr.net/forum/konu/5-allah%E2%80%99in-kullari-denetlemesi-murakabe.19224/

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(CC)BİLİR     

3 Ocak 2016 Pazar

593.ALLAH’IN KULLARI DENETLEMESİ ( MURÂKABE ) 61.Hadis

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Murakabe ile ilgili ayetlerden sonra hadislerle devam edeceğiz inşallah.

Hadisler 
61- وأَمَّا الأحاديثُ ، فالأَوَّلُ : عَنْ عُمرَ بنِ الخطابِ ، رضيَ اللَّهُ عنه ، قال: «بَيْنما نَحْنُ جُلُوسٌ عِنْد رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، ذَات يَوْمٍ إِذْ طَلع عَلَيْنَا رجُلٌ شَديدُ بياضِ الثِّيابِ ، شديدُ سوادِ الشَّعْر ، لا يُرَى عليْهِ أَثَر السَّفَرِ ، ولا يَعْرِفُهُ منَّا أَحدٌ ، حتَّى جَلَسَ إِلَى النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، فَأَسْنَدَ رَكْبَتَيْهِ إِلَى رُكبَتيْهِ ، وَوَضع كفَّيْه عَلَى فخِذيهِ وقال : يا محمَّدُ أَخبِرْنِي عن الإسلام فقالَ رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : الإِسلامُ أَنْ تَشْهَدَ أَنْ لا إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ ، وأَنَّ مُحَمَّداً رسولُ اللَّهِ وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ ، وَتُؤتِيَ الزَّكاةَ ، وتصُومَ رَمضَانَ ، وتحُجَّ الْبيْتَ إِنِ استَطَعتَ إِلَيْهِ سَبيلاً.
قال : صدَقتَ . فَعجِبْنا لَهُ يسْأَلُهُ ويصدِّقُهُ ، قَالَ : فَأَخْبِرْنِي عن الإِيمانِ . قَالَ: أَنْ تُؤْمِن بِاللَّهِ وملائِكَتِهِ ، وكُتُبِهِ ورُسُلِهِ ، والْيومِ الآخِرِ ، وتُؤمِنَ بالْقَدَرِ خَيْرِهِ وشَرِّهِ .قال: صدقْتَ قال : فأَخْبِرْنِي عن الإِحْسانِ . قال : أَنْ تَعْبُدَ اللَّه كَأَنَّكَ تَراهُ . فإِنْ لَمْ تَكُنْ تَراهُ فإِنَّهُ يَراكَ قَالَ : فَأَخْبِرْنِي عن السَّاعةِ . قَالَ :مَا المسْؤُولُ عَنْهَا بأَعْلَمَ مِن السَّائِلِ . قَالَ : فَأَخْبرْنِي عَنْ أَمَاراتِهَا . قَالَأَنْ تلدَ الأَمَةُ ربَّتَها ، وَأَنْ تَرى الحُفَاةَ الْعُراةَ الْعالَةَ رِعاءَ الشَّاءِ يتَطاولُون في الْبُنيانِ ثُمَّ انْطلَقَ ، فلبثْتُ ملِيًّا ، ثُمَّ قَالَ : يا عُمرُ ، أَتَدرِي منِ السَّائِلُ قلتُ : اللَّهُ ورسُولُهُ أَعْلمُ قَالَ :فَإِنَّهُ جِبْرِيلُ أَتَاكُمْ يُعلِّمُكم دِينِكُمْ » رواه مسلمٌ.
ومعْنَى : « تلِدُ الأَمةُ ربَّتَهَا» أَيْ : سيِّدتَهَا ، ومعناهُ أَنْ تكْثُرَ السَّرارِي حتَّى تَلد الأمةُ السرِّيةُ بِنتاً لِسيدهَا ، وبْنتُ السَّيِّدِ في معنَى السَّيِّدِ ، وقِيل غيرُ ذَلِكَ و « الْعالَةُ » : الْفُقراءُ . وقولُهُ « مَلِيًّا » أَيْ زمناً طويلاً ، وكانَ ذلك ثَلاثاً .
61. Ömer İbnü’l-Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
- Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:
- Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
- Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
- Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:
- Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
- Doğru söyledin dedi, sonra da:
- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.
Adam:
- O halde alâmetlerini söyle, dedi. 
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
- Allah ve Resûlü bilir, dedim. 
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu.Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9


Açıklamalar
Kurtubî’ye göre sünnetin esası (ümmü’s-sünne) denilmeye lâyık ve “Cibril Hadisi” diye meşhur olan hadisin konumuzu doğrudan ilgilendiren kısmı, “Sen Allah’ı görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” cümlesidir. Bu ise, bir önceki yazıdaki âyetlerde yer alan ilâhî gözetim ve denetimin tasdik ve itirafıdır. Kullukta kalite işte bu noktanın bilincine varmakla gerçekleşebilecektir.


Dinimizin temel kavramları hakkında önemli tarifler ihtivâ eden hadis üzerinde, konuyu dağıtmayacak ve fakat merak giderecek kadar durmakta fayda görüyoruz.

Öncelikle Cebrâil aleyhisselâm’ın farklı bir şekilde gelip Hz. Peygamber’e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sokulması ve sonra ismiyle hitâbetmesi, talebe gibi soru sorup hoca gibi cevapları doğrulaması oradaki müslümanların dikkatlerini tam olarak çekmek, öğrenimlerini kolaylaştırmak içindir. Çok medeni görünüşüne rağmen bedevi Araplar gibi Hz. Peygamber’e(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ismiyle hitabetmesi, meleklerin, müminlerle aynı yükümlülükleri taşımadıklarını göstermektedir. Aralarındaki özel dostluktan kaynaklanmış olması da düşünülebilir.
Cebrâil aleyhisselâm’ın sırasıyla İslâm, iman, ihsân ve kıyameti sorması da Hz. Peygamber’e
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yöneltilecek soruların temel meselelerle ilgili olması gerektiğini göstermektedir. 
İslâm’ın beş şartının ve imanın altı esasının tam olarak sayılması ve kadere imanın ayrıca vurgulanması, dindeki bütünlüğü ve en çok tartışma konusu olacak noktayı işâret anlamı taşımaktadır. 
“İhsan”ın “Allah’ı görüyormuşcasına kulluk etmek” şeklinde tarifi “müslüman kişi'nin kalitesini pek veciz olarak ortaya koymaktadır. Allah tarafından görülmek, O’nu görüyormuş gibi davranmak için yeterli sayılmıştır. Bu mü’minde sürekli bir kendi kendini denetim (murâkabe) şuuru geliştirecektir. Merkezinde ihsanın bulunduğu bir iman ve İslâm anlayışı ve hayatı herhalde ideal hayattır.
“Kıyametin ne zaman kopacağı” müşterek merak konusudur. Önceki sorulara kolaylıkla cevap veren Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu konu sorulunca Allah’tan başka herkesin bilemeyeceği bir şeylerin olacağını da belgeleyen o tatlı cevabını veriyor: 
“Kendisine soru yöneltilen (ben), bu konuda soru soran senden daha bilgili değilim.”


Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)“bilmiyorum” demenin ayıp olmadığını böylece biz ümmetine öğretmiş olmaktadır. Peygamberler ancak Allah’ın bildirdiği kadar gaybı bilebilirler.
Kıyametin ne zaman kopacağı kadar, alâmetlerinin de merak konusu olduğu açıktır. Bu sebeple Cebrâil’in 
(Aleyhisselam)“bari alâmetlerini söyle” diye istekte bulunması pek tabiîdir. Bu suâle Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), toplumun ahlâk ve ekonomik yapısındaki iki olumsuz gelişmeyi haber vermekle yetinmiştir. Câriyenin hanımefendisini (bir başka rivayete göre, efendisini) doğurması ki, bunu “anaların kendilerine câriye muamelesini revâ görecek âsî çocuklar doğurması” olarak anlamak lâzımdır. Nitekim bir rivayette “câriye” yerine “kadın” kelimesi yer almaktadır. Tercümeyi buna göre yaptık. Kölelik kurumunun resmen kaldırılmış olması, şerhlerde yer alan câriye-köle merkezli açıklamaları bugün için geçersiz kılmaktadır. 
Kıyâmetin bir başka alâmeti de lüks ve refâhın, dünün fakirlerini büyük ve lüks binalar yapmakta yarışa sokacak kadar artmasıdır. Dünyanın, bütün zenginliklerini insanlara sunmasıdır. Bunun anlamı, servet ve paranın yegâne değer ölçüsü hâline gelmesi, hizmete değil, tüketim ve gösterişe son derece düşkünlük gösterilmesi demektir.
“Size dininizi öğretmek için gelmişti” cümlesi, yerinde soru sormanın bir çeşit öğretim anlamı taşıdığını göstermektedir.


Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Melekler insan kılığına girebilirler. Konuşabilirler, konuşmalarını insanlar da duyabilir. 
2. İman, dinin esaslarını kabullenmek, İslâm ise, şer’î fiilleri yerine getirmektir. Binaenaleyh bu ikisi kavram olarak ayrı olmalarına rağmen, gerçekte biribirlerinden ayrı değildir.
3. Gücü yetenin kelime-i şehâdeti açıkca söylemesi, müslüman muamelesi görmesi için gereklidir.
4. Eğitim-öğretimde soru-cevap usûlü geçerli bir yoldur.
5. İlim adamlarına ve ilim meclislerine saygı göstermek esastır.
6. Kıyametin ne zaman kopacağını Allah’dan başka kimse bilemez. Bu konudaki söylentilere ve tahminlere asla aldanmamak, kulak asmamak gerekir.
7. İşlerin, üstesinden gelemeyecek olanların eline geçmesi, itaatsizliğin artması ve aile yapısının sarsılması kıyamet alâmetidir.
8. Müslümanın daima Allah’ın gözetimi (murâkabesi) altında olduğu bilinciyle yükümlülüklerini yerine getirmesi, sorumluluklarına sahip çıkması gerekmektedir.
9. İhsan ve murâkabenin iki derecesi vardır: Kulun “Allah’ı görüyor gibi” yaşaması, birinci derecedir. “Kendisini Allah’ın gördüğü şuuruna sahip olması” ise, ikinci derecedir.


Devam edecek....


http://www.islam-tr.net/forum/konu/5-allah%E2%80%99in-kullari-denetlemesi-murakabe.19224/


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(cc)BİLİR     

2 Ocak 2016 Cumartesi

592.ALLAH’IN KULLARI DENETLEMESİ ( MURÂKABE ) ile ilgili Âyetler

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Murakabe, kulun her an Cenâb-ı Hak tarafından her hâlinin bilinmekte olduğu şuurunu hiçbir zaman kaybetmemesidir.

Nefsin her an gözetilmesi, kontrol edilmesi lâzımdır. Ondan gâfil olursak, nefs; şehvet ve tembelliği ister. Murakabenin esası, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü Allahu- Teâlâ'nın bildiğini unutmamaktır. Bu durumu bilen kimsenin, işleri ve düşünceleri elbette dine uygun olur.
 Kul, Allahu Teâlâ'nın kendini gördüğünü ve huzurda olduğu idrak ettiğinde nasıl günah işleyebilir?

Murakabe ile ilgili Âyetler

قَالَ اللَّه تعالى : { الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ [218] وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ [219] }.
1.
“O (öyle Allah’tır) ki, gece namaza kalktığında ve secde edenler arasında dolaştığında seni görüyor.” Şuarâ sûresi (26), 218-219
Âyet Hz. Peygamber’e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hitâbetmekte, Allah seni ayakta, rükûda ve secdede iken her halinde görmekte, sürekli izlemektedir. Aynı denetim ve gözetim her müslüman için de aynen geçerlidir.


وقَالَ تعالى : { وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ } .
2. “Nerede olursanız olunuz, Allah sizinledir.” Hadîd sûresi (57), 4
Önceki âyette Hz. Peygamber’e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)hitâben hangi halde olursa olsun Allah’ın onu gördüğü bildirilmişken, bu âyette tüm mü’minlere hitap edilerek ve “nerede olursanız olunuz” diye mekân bakımından da Allah’ın denetim ve gözetiminden kimsenin kurtulamayacağı hatırlatılmaktadır. Allah’tan uzak bir yerde bulunmak mümkün olmadığı ve dolayısıyla “denetim dışı” anlamında bir “özel hayat”ın bulunmadığı açık şekilde bildirilmektedir.


وقَالَ تعالى : { إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء } .

3. “Yerde ve gökte hiç bir şey, aslâ Allah’a gizli kalmaz.” Âl-i İmrân sûresi (3), 5
Bu âyette de “nerede”ye açıklık getirilmekte, “yerde ve gökte” yani evrende hiç bir şeyin Allah’a asla gizli kalmayacağı kesin bir dille ifâde buyurulmaktadır.



وقَالَ تعالى : { إِنَّ رَبَّكَلَبِالْمِرْصَادِ } .

4. “Doğrusu senin Rabbin hep gözetlemektedir.”Fecr sûresi (89), 14
Bu âyette ise, ilâhi denetim ve gözetimin kesintisiz ve sürekli olduğu belirtilmektedir. Ne zaman, ne de yer bakımından, “denetim” dışı kalma imkânının bulunmadığına dikkat çekilmektedir.



وقَالَ تعالى : { يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ } .

5. “Allah, gözlerin sinsi bakışlarını ve kalblerin saklayageldiklerini bilir.” Mü’min sûresi (40), 19
Âyet, ilâhî denetim ve murâkabeden, kalblerin bile kurtulamadığını, onların insanlara açıklamayıp kendilerine sakladıklarını Allah’ın bildiğini haber vermektedir. Gözlerin sinsi sinsi bakışlarına varıncaya kadar her çeşit hareketin, Allah’ın malûmu olduğunu bildirmektedir.


Murakabe ile ilgili hadislerle devam edecek....
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(Celle celaluhu)BİLİR    

30 Aralık 2015 Çarşamba

591.UYDURMA HADİSLERİN BULUNDUĞU BELLİ-BAŞLI KONULAR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir'in mevzû hadislerle ilgili yazısı; bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenler için mükemmel bir yazı.Okumanızı öneririm.

Hadiseleri olduğundan çok daha farklı bir mahiyette aksettirmek, kendilerine sevgi ve sempati beslenen şahısları aşırı ifadelerle methetmek, insan tabiatının zaaflarından birisidir. Bu tür hareketlerin çoğu zaman maddi ve manevi birtakım hesaplar uğruna yapılmış olması da bu zaafın bir başka tezahürüdür. İnsanları mübalağacılıktan da öte yalancı konumuna düşüren bu sıfatın mevzû hadislerin doğup gelişmesinde büyük etkisi olduğu muhakkaktır. Çünkü Hz. Peygamber'in  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kudretli şahsiyeti ve ayrıca ilahî yardımla desteklenmiş olması O'nun hem ashabı, hem çağdaşları ve hem de daha sonraki nesiller tarafından üstün bir varlık olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Rasûl-i Ekrem'in(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Müslümanlar arasındaki bu farklı kabulünü ve müessir şahsiyetini, davaları adına istismar etmek hevesiyle harekete geçen samimiyetsiz nice şahıslardan başka İslam'a hizmet etmek düşüncesiyle cahil birçok Müslüman da icad ettikleri yığınla söz ve davranışları O'na isnad etmeye yeltenmişlerdir.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kesin ihtarlarına rağmen birtakım kimseler Peygamber adına hadis uydurmaktan geri durmamışlardır. Mevzuat kitaplarını dolduran yalan ve iftira mahsulü binlerce uydurma söz de bunun açık bir delilidir. Böyle olduğu halde mevzû hadislerin mevcudiyetini inkar etmeye kalkan bazılarına da tesadüf edilmiştir.

Hadis terminolojisinde Hz. Peygamber'in
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağzından uydurulan ve iftira edilerek O'na nisbet edilen söz manasında kullanılan "mevzû" tabiri “icad edilmiş, uydurulmuş” kelimeleriyle izah edilmektedir.

Ashab-ı kirama ve daha sonraki zevata aitmiş gibi gösterilen birtakım sözler de mevzû kelimesinin kapsamına girmektedir. Yalnız mevzû kelimesi mutlak kullanıldığı zaman Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adına uydurulan sözleri ifade etmektedir. Başkaları hakkında uydurulmuş sözler için de çoğu zaman "bu falan adına uydurulmuş" ifadesi yer almaktadır.

HADİS UYDURMA HAREKETİ VE SEBEPLERİ

Hadis Uydurma Hareketinin Başlaması ve Bu Hadise Karşısında Ashabın Durumu:

Hadis uydurma işinin ne zaman başladığı meselesi hadis ilmiyle meşgul olan bazı alimler arasında ihtilaf konusu olagelmiştir. Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  hayattayken, Medine civarındaki bir kabile halkını, Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  tarafından tayin edilmiş bir memur olduğunu söyleyerek aldatmak isteyen şahsın durumunu ele alan ve hadis uydurma faaliyetinin bu suretle başlamış olduğunu söyleyen İbn Hazm (456/1063) gibi alimler vardır. Öte yandan bunun sadece Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aleyhinde söylenmiş bir yalandan ibaret olduğunu ve asıl hadis uydurma hareketinin çok sonraları başladığını kabul edenler de olmuştur. İkinci görüşü savunanların Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında hadis uydurulmaya başlandığını kabul ettikleri takdirde, sahabilerin töhmet altında bırakılmış olacağı endişesi taşıdıkları dikkati çekmektedir. Halbuki hadis uyduranları gözden geçirdiğimizde nasıl bunlar arasında kötü niyetli İslam düşmanlarının büyük bir yekûn tuttuğunu görüyorsak, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatında O'nun düşmanlarının, münafıkların, O'na yalancı, mecnun, sihirbaz ve şair demek cüretinde bulunan nicelerin de mevcut olduğunu hesaba katmak suretiyle, icat ettikleri bir sözü Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nispet edebileceklerine ihtimal vermek de daima mümkündür.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)devrinde bu münferit hadise dışında böyle bir vakaya rastlamıyoruz. Bunun en büyük sebebi de muhakkak ki, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu tür isnatları bizzat tekzib edeceği düşüncesidir. Ayrıca O'nun, münafıkların birtakım tasavvurlarını vukuundan önce ortaya çıkarması karşısındaki endişe ve yılgınlığını da hesaba katmak lazımdır.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefatını takib eden Hz. Ebû Bekr (632-634) ve Ömer (634-643) radıyallahu anhum  devirlerinde hadis uydurulduğuna dair zan ve tahminden öte kesin bilgiye sahip değiliz. Bununla beraber münafıkların ve dinden dönme hadiseleri sırasında mürtedlerin maksatlarına uyan hadisler icad etmeleri ihtimal dışı değildir. Hatta sahabi olmayan birçokları için de bu ihtimaller bahis konusu olabilir.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sağlığında kamuoyunu meşgul ederek ihtilaflara sebep olacak bir olay yaşanmamıştır. O'nun vefatından sonra birtakım ihtilaflar çıkmışsa da bunlar Müslümanların birliğini bozacak boyutlarda olmamış, kısa zamanda ortadan kalkmıştır. Gerçi imamet meselesi ile ilgili hadislerin ilk üç halifenin muhalifleri tarafından bu müddet zarfında uydurulmuş olacağı hatıra gelebilir. Ne var ki, mühim ayrılıkların ve fırkalaşma hareketlerinin daha sonra başladığı düşünülünce bu ihtimalin zayıfladığı görülür.

İslam'da ilk ciddi ihtilafların tohumu Abdullah b. Sebe'nin (40/660) hilafeti haksız yere aldığı iddiasıyla ortaya çıkarak halkı Hz. Osman'ın
(radıyallahu anh)aleyhine ayaklandırmak için Hicaz'dan başlayıp, Basra, Şam ve diğer şehirleri dolaşmaya çıkmasıyla atılmış oldu. "Fitnenin kopması" diye anılan Hz. Osman'ın (radıyallahu anh)şehid edilmesi hadisesiyle birlikte de çeşitli fırkalar ortaya çıktı. Bu hadisenin yol açtığı anlaşmazlıklar neticesindedir ki, Hz. Ali (40/660) ve Hz. Muaviye (60/679) (radıyallahu anhum)  Sıffin'de karşı karşıya gelmişlerdir. Burada vukua gelen "hakem hadisesi"sini müteakip iki büyük fırka ortaya çıktı. Bunlardan biri Hz. Ali'yi (radıyallahu anh)tekfir eden Havaric diğeri de onun ilah ve Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emriyle seçilmiş bir halife olduğunu iddia eden Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'e (radıyallahu anhum)söven "gulât-ı şia"dır.

Yine sahabe asrının sonlarına doğru Kaderiye ve Mürcie mezheplerinin; daha sonraları ise Cehmiyye ve Müşebbihe gibi birçok batıl mezheplerin doğduğu görülmektedir.

Sahabe asrının sonu diye ifade edilen büyük tabiîler devri muhtelif parti ve mezheplerin ortaya çıktığı, dikkatsiz ve samimiyetsiz hadis talebelerinin çoğalmaya başladığı bir asırdır. Hadis uydurma hareketi işte böyle buhranlı bir çağda muhtelif tesirlerle başlamış ve gelişmiştir. Sahabilerin büyük bir kısmı bu yaygın uydurma hareketini görmemiştir. Bununla beraber, Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bu konudaki talimatı gereğince hadisler üzerindeki muhtemel bir tahrif faaliyetine karşı son derece titiz davranmışlardır.

Hadis Uydurmanın Sebepleri:


-Fırka, mezhep ve kabilesini müdafaa gayreti:


Batıl fırkalar hadisler üzerindeki tahriflerini iki şekilde yapmışlardır:
*İhtiyaçlarını karşılamayan ve işlerine gelmeyen hadislerin Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nisbetini inkar ederek uydurulmuş olduklarını iddia etmişlerdir.
*Görüşlerini takviye için devamlı olarak dinî naslara muhtaç olduklarından hasımlarının karşısında delil ve huccet olsun diye hadisler uydurarak bunları Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)isnad etmişlerdir.

İşte muhtelif fırkalar hadisleri bu iki surette tahrif etme yoluna giderek davalarını Peygamber sözünün otoritesiyle desteklemek hususunda bir hayli mesafe katettiler.

Görüşlerini desteklemek amacıyla hadis uyduran siyasi fırka, kelam ve fıkıh mezhepleri mensupları bu başlık altında değerlendirilebilir. Yine milliyetçilik duygusunun tesiriyle hadis uyduranlar da bu gruba dahil edilebilir.

Ayrıca İslam düşmanları da İslam dinine zarar verme gayesiyle kasıtlı olarak hadis uydurmuşlardır.


-İslam dinine hizmet etme arzusu:

Müslümanları hayra ve iyi ameller yapmaya teşvik etmek ve dinin çirkin gördüğü kötü hareketlerden sakındırmak maksadıyla hadis diye uydurulmuş sözler mevzû haberler arasında hayli kabarık bir yekûn tutmaktadır. Allah katında makbul bir iş yaptıklarını zannederek hiçbir kayda tabi olmaksızın hadis imal edenlerin zahidler, mutasavvıflar ve daha çok bu kılığa bürünen kimseler olduğu görülmektedir. Bu mevzû hadislerde ifası mümkün olmayacak kadar çok ibadet formülleri hazırlamışlardır. Aşağı yukarı her birinde şu müşterek ifadeye rastlamak mümkündür: “Kim falan gün şu kadar rekat namaz kılar ve her rekatta şu sûreleri bu kadar defa okursa ona ahirette mükafat olarak şunlar verilecektir…”

Tergîb için uydurulan haberlerin çoğu namaz ve oruç hakkında olmakla beraber, bunlar dışında kalan diğer ibadet türlerini de kapsayan uydurmacılık hareketinde fezâilu'l-Kur'ân'a (Kur’ân’ın faziletleri) ayrı bir ehemmiyet verildiği aşikârdır. Kur'ân-ı Kerim'in bazı sûreleri hakkında varid olan hadislerle iktifa edemeyenler mevcut olmalı ki, bunlar her sûre hakkında ayrı ayrı hadis uydurmaya kalkmışlardır.

-Şahsi menfaat düşüncesi:

Bu başlık altında sadece süfli çıkarlarına ulvi mefhumları alet etmekte beis görmeyenlerin durumları incelenecektir.

Dünyalık temini için çalışan bazı menfaatperestler, nüfuz ve idare sahibi birtakım zevatın arzu ve yaşayışlarına uygun hadisler imal ederek bol bol bahşiş toplama cihetine gitmişlerdir. Bir de manevi nüfuz ticareti yaparak her yerde kendine saygı gösterilen bir alim durumuna gelmek arzusuyla hadis uyduranlar olmuştur. Bu şöhret arzusunun pek farklı tezahürleri görülmektedir. Kendine sorulan bir soruya rasgele verdiği cevabı uydurduğu hadisle takviye etmek isteyenler dahi vardır.


HANGİ KONUDAKİ HADİSLER MEVZÛ OLABİLİR?


Hadislerin sahihini sakiminden ayırmak için büyük ve yorucu bir tasnif faaliyetine giren muhaddisler her hadisi teker teker inceleyerek ait olduğu bölüme yerleştirmişlerdir. Bu çalışmaların sonunda uydurma hadisler müstakil eserlerde bir araya getirilmiştir. Hadis diye uydurulan bu geniş çaptaki müfredatı daha umumi bir bakışla süzen bazı münekkidler, okuyucunun onları kolay bir şekilde ve ana hatlarıyla tanınmasını temin için hangi bahislerde daha çok uydurma hadis bulunduğunu tespit etmeye çalışmışlardır.

Hadisçilerin bu konudaki çalışmalarından faydalanarak uydurma hadislerin çokça bulunduğu belli-başlı birkaç bahsi şöylece sıralayabiliriz:
-Senenin veya haftanın belirli gün ve gecelerinde kılınması tavsiye edilen namazlar hakkındaki hadisler.
-Receb ayının ve bu ayda tutulacak oruçların fazileti hakkındaki hadisler.
-Belirli tarihlerde bazı hadiselerin cereyan edeceğini haber veren hadisler.
-Kıyamet alametlerinin muayyen aylarda zuhur edeceğini beyan eden hadisler.
-Türkleri, Habeşleri, Sudanları zemmeden hadisler.
-Ebû Hanife ve İmam Şafiî'nin adlarını anarak medh veya zemmeden hadisler.
-Hızır ve İlyas'ın
(Aleyhisselam) hayatlarından bahseden hadisler.
-Mürcie, Cehmiyye, Kaderiye, Eşariyye mezheplerinden bahseden hadisler.
-İskenderiye, Dimyat, Basra, Bağdat, Kazvin, Ürdün, Abadan, Cidde, Askalan, Nusaybin, Antakya, Horasan, Merv, Buhara, Semerkant, Tûs, Herat, Kayrevan, Fas gibi şehir ve memleketleri medh eden veya zemmeden hadisler.
-Peygamberlerin veya diğer büyük zevatın kabirleri hakkında ileri sürülen hadisler sahih değildir.
-Aşura günün faziletinden ve o gün sürmelenmek, süslenmek veya hüzünlenmek, namaz kılmak, infak etmek ve aşura çorbası pişirmekten bahseden hadisler.
-Mercimek, pirinç, bakla, patlıcan, portakal, üzüm, pırasa, karpuz, ceviz, peynir ve helva gibi yiyecek maddeleri ve gül, nergis, menekşe gibi çiçek ve bitkiler hakkındaki hadisler.
-Sokakta yemek yemeyi ve eti bıçakla kesmeyi yasaklayan ve etin faziletinden bahseden hadisler.
-İçinde Hz. Ayşe'nin lakabı olan "Humeyra" kelimesi bulunan veya "Ya Humeyra" diye başlayan hadisler.
-Hz. Peygamber'in "Ya Ali falan şeyin üç alameti vardır" diye başlayarak Hz. Ali'ye muhtelif vasiyetlerde bulunduğu iddia edilen hadisler. Bu sözde hadisler içerisinde "Ey Ali, Harun'un Musa'ya olan yakınlığı ne ise sen de bana öylesin" hadis sahihtir.
-Kur'ân-ı Kerim'in sûreleri hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır. Suyutî'nin beyanına göre hakkında hadis varit olan sûreler şunlardır: Fatiha, Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Enam, Araf, Tevbe, Kehf, Yasin, Duhan, Mülk, Zelzele, Nasr, Kafirun, İhlas ve Muavvizeteyn.
-İmanın artıp eksilmesi hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır.
-Çocuğa Muhammed veya Ahmed adını koymanın faziletine dair sahih hadis yoktur.
-Evladı zemmeden hadislerin tamamı uydurmadır.
-Bekarlığı öven hadisler.
-Akik taşından yapılmış yüzük taşının fazileti hakkındaki hadisler, uydurma hadislerdir.


MEVZÛ HADİSLERİN ALAMETLERİ VE BUNLARI TANIMA YOLLARI


*Hadis uyduranın itirafı,
*Haberin lafzında veya manasında bozukluk olması,
*Elde mevcut güvenilir hadis kitaplarında bulunmaması,
*Birçok insanın görmesi gereken bir hadiseyi bir kişinin gördüğünü iddia etmesi,
*Kur'ân'a ve sahih sünnete aykırılık,
*Akla, his ve müşahedeye muhalif olması,
*Tarihi olaylara aykırı olması.

Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir

www.sonpeygamber.info


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

23 Aralık 2015 Çarşamba

24-25-26 Aralık 2015 -EYYAM-I BİYZ ORUCU

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Eyyam-ı Biyz adı verilen ve kameri ayların 13, 14, ve 15. günleri yarın başlıyor.
Bu sünneti yerine getirmek isteyenler 
Yarın 24 Aralık Perşembe, 25 Aralık Cuma ve 26 Aralık Cumartesi günlerini oruçlu geçirmeliler.

Her hicri ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmak sünnettir. Nitekim Hz. Hafsa radıyallahu anha diyor ki:
«Dört şeyi Resûlüllah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hemen hemen hiç terketmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce'nin ilk on gününün oru­cu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından ön­ce iki rek'at namaz...» (Ahmed bin Hanbel, Nesâi)

Allah kabul etsin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(Celle celaluhu)'dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

18 Aralık 2015 Cuma

585.DİNİ BİLGİYE ULAŞMADA NEREDE HATA YAPILIYOR?-Faruk Beşer


  ..İslam"ın yegâne kaynağı Allah"tır. Allah dinini Cebrail vasıtasıyla elçisine, ondan da kullarına bildirmiştir. Dinin aslı Kur"an-ı Kerim"dir, Sünnet de onun hatasız bir uygulamasıdır. Sonra bu iki kaynakta bulunup üzerinde sahabenin ve müçtehitlerin ittifak ettikleri hususlar, ardından da ittifak edilmese de münferit içtihatlar gelir.

Bunu, merkezde Kur"an-ı Kerim olmak üzere dışa doğru genişleyen; Kur"an, sünnet, icma, fıkıh daireleri olarak şekillendirip hayal edelim. Hepsi Kur"an-ı Kerim"i tam merkeze almaları şartıyla dini bilginin kademe kademe kaynağıdır diyebiliriz. Aslında yegane kaynak Kur"an-ı Kerim"dir, diğerleri ona tabi mecazi anlamda kaynaktır demek belki daha doğru olur.

Müçtehit olmayan âlimlerin yorumları ve tasavvufi yorumlar ise bu dairelerden sonra gelen daha geniş daireleri oluştururlar. Vaaz türü meviza kitapları, tasavvuf kitapları, çeşitli menkıbeler, kişilere özel yorum ve yaşama biçimleri bunlar hep İslam"dan beslenmiş anlamalardır. Doğrular da yanlışlar da içerirler. Ama bu tür kitapların hiç birisi hiçbir zaman İslam"ın bütününü gösteremeyeceği gibi, onun hakkında kesin bilgiler de veremez....



17 Aralık 2015 Perşembe

584.DİNİ BİLGİNİN KAYNAĞI NEDİR?-Faruk Beşer



... "bilgi Allah katındadır". Yani bilginin kaynağı Allah"ın bizatihi kendisidir. Bilgiye ulaşmak için vasıtalar kullanabiliriz. Bu vasıtalar da filozofların kaynak dedikleri şeylerin sadece birisi değildir. Hepsi birden vasıtadır. Ayrıca onların kaynak olarak görmedikleri önemli bir vasıta daha vardır: Doğru haber (haber-i sadık).

Bir haberin doğruluğu iki yolla anlaşılır: 1. Tevatürle, 2.Mucizelerle. İşte bizim gayb âlemi ya da metafizikle ile ilgili olarak bildiklerimiz mucizelerin desteklediği vahiy bilgileridir. Buna iman da denebilir.

Vahyin bizi muhatap alan kısmı Kuranı Kerim"dir. Sünnet de dolaylı bir vahiydir. Bilindiği gibi sünnet Allah Rasulü"nün sözleri, fiilleri ve takrirleri (onayları) dır. Ve sünnet bütünüyle Kuranı Kerim"in hatasız yaşanmasından ibarettir. O halde Sünnet, canlı hale getirilmiş Kuran"dır, da denebilir.

Nasıl Allah Rasulü"nün takrirleri de Sünnet sayılıyorsa, onun sünneti de takriri vahiy sayılır. Çünkü biz biliyoruz ki, Allah (cc), elçisinin bazı kararlarına, en iyisi bu değildi diye müdahale etmiştir. O halde Allah, elçisinin Sünnetinin geriye kalan kısmına onay vermiş demektir. Öyleyse Sünnet takriri vahiy olmuş olur.

Sonra sahabe ve onları izleyen âlimler Kuranı Kerim"i Sünnet örneğiyle anlamaya çalışmış ve bu anlamaların bir kısmında icma/ittifak etmişlerdir. Eğer bu icma ya da ittifak, dinin sabitesi dediğimiz akide ve ibadet alanında gerçekleşmişse artık onların söylediklerinin aksine bir görüş ortaya atılamaz. Çünkü bu konular aklın, bilimin ve dolayısıyla da içtihadın konusu değildir.

Ayrıca akide konuları, ya da Gayb Âlemi ile ilgili bilgiler sadece Kuranı Kerim ve Sünnetten alınabilir. İcma bu iki kaynakta bulunup, farklı anlaşılmaya müsait olan konularda gerçekleşir. İşte böyle bir konuda icma gerçekleşince o da kesin, yani iman edilmesi gereken bir bilgi oluşturur.

İcmadan sonra da üzerinde ittifak edilmeyen, münferit fıkhî içtihatlar gelir. Buna bütünüyle fıkıh da diyebiliriz. Fıkhî içtihatları kabul etmemek insanı dinden çıkarmaz ama bütünüyle onların dışına çıkmak da mümkün değildir. Çünkü ya bileceksiniz, ya da "ehl-i zikr"e soracaksınız.

... Bir içtihadın dinde bir değer ifade edebilmesi, ehlinden çıkmış olmasına ve yerinde yapılmasına bağlıdır.


Yazının tamamı için:

16 Aralık 2015 Çarşamba

583.EHL-İ SÜNNETTİN TEMEL ÖZELLİKLERİ-Faruk Beşer



...Ehlisünnet çizgisinde olanlar, akide (inanç esasları) ve ibadetler konusunda Hz. Peygamber ve ardından onun ashabı gibi düşünenler ve uygulayanlardır. Bu iki alan (inanç ve ibadet) İslam"ın hiçbir surette değişmeyecek alanıdır. Dinin esasını bu iki alan oluşturur. Buradaki en küçük bir ekleme ya da çıkarma dine beşer müdahalesidir ve bunun adı da bidattir. "Bütün bidatler dalalettir bütün dalaletler cehenneme götürür". O halde, kimden menkul olursa olsun, sahabenin bilip yapmadığı hiçbir hareket ibadet kılınamaz, kılınırsa bidat olur. Onlar bunu anlamamışlardı da sonrakiler anladı denilemez. Çünkü bu iki alan tarihselliğin, dolayısıyla içtihadın alanı değildir.

..Ehlisünnet İslamî bilgi kaynağı olarak Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyası (içtihadı) kabul eder...

..Allah"ı tanımada O"nun isimlerinden ve sıfatlarından hareket eder, Allah"ı cisim gibi görmez (tecsim),...

..Kuranı Kerim"in mahluk/yaratılmış olmadığına inanır...

..Ehlisünnet ehli kıbleyi tekfir etmez...

..Ehlisünnet, melek, cin, şeytan, kabir azabı ve kader gibi konularda akla değil nassa bağlıdır...

..Sahabenin tamamına karşı saygılıdır...

..Mucizeye, keramete, şefaate ve cennette Allah"ın cemalinin görüleceğine inanır...

...Akıl ile nakil çatışırsa sabiteler alanında sahih nakli esas alır. İçtihadi alanlarda nakille aklı uzlaştırmaya çalışır.

Mesele; Allah Rasulü"nün ve onun ashabının iman ve amel çizgisini tespit edip onların nasıl olduğunu bilme meselesidir...


.. Bir meselede ihtilaf ediliyorsa onlara bakılır ve anlaşmazlık son bulur. Yeter ki, mükabere yapılmasın.

15 Aralık 2015 Salı

582.HANGİ EHL-İ SÜNNETTENSİNİZ?-Faruk Beşer



...Ehlisünnet, Sünnet ehli, sünnete bağlı olan demek. Sünnet ise Allah Rasulü"nün Kuranı Kerim"i yaşama biçimi. O ümmetinin Yahudiler gibi pek çok fırkaya ayrılacağını, sadece kendisi ve ashabı gibi olanların kurtulacağını, diğerlerinin helak olacağını haber verdi.....


...Hz. Peygamber"in şöyle bir sözü vardır: "Benim ümmetim asla dalalet üzerinde birleşmez. O halde bir ihtilaf gördüğünüzde siz sevad-ı azamla beraber olun". Sevad-ı azam en büyük karartı, ana kalabalık demektir. Ayrıca o; "Allah"ın eli/desteği cemaatle beraberdir" buyurdu. İşte bu ve benzeri işaretlerden hareketle onun sevad-ı azam dediği yola bilahare Ehlisünnet ve"l-cemaat denir oldu....

...Yukarıdaki hadisi şerifin anlamı şudur: Aykırı fikirlerin hepsi yanlış olmayabilir. Ama eğer bir yerde insanları farklı fırkalara ayıracak kadar bir görüş ayrılığı varsa o halde ihtiyatlı olan tutum Ehlisünnet ve"l-cemaatin sevad-ı azam haline gelen görüşüyle beraber olmaktır. Bu durum içtihadi alanlardan ziyade İslam"ın sabitesi diyebileceğimiz akide ve ibadetler alanında böyledir... 

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/hangi-ehlisunnettensiniz-35901

11 Aralık 2015 Cuma

581.Nefisten Gelen En Meşhur 7 Söz

Yazının tamamı için sayfanın sonunda verilen linki tıklayın.

1.Kalbim Temiz
..Kendisinden daha iyi yaşayan birini gördüğünde ya da yapmadığı ancak yapması gereken amelleri işittiğinde, hemen savunmaya geçer ve “Önemli olan kalp temizliği, benim kalbim temiz, kimseye kötülüğüm dokunmaz” gibi laflarla nefis kusurunu örter, ayıbını gizler...

2.Tek seferden bir şey olmaz
...zararlı olan günahlara olan bağımlılıklarımız da genellikle onlara karşı gösterdiğimiz “bir kereden bir şey olmaz” tavrı sebebiyle oluşuyor, büyüyor ve bizde bir alışkanlık peyda ediyor...


3. Herkes yapıyor
... Çevredeki insanların duyarsızlığı, gafleti veya küfrü bizde ister istemez bir aşinalık ve ülfet meydana getiriyor. ...


..bir haramı işlememek için zorlandığımız anda, nefis hemen başkalarını örnek göstererek “herkes böyle” diyerek onu bizde meşrulaştırmaya çalışıyor. Halbuki herkes tek başına ölecek, tek başına kabre girecek ve tek başına hesap verecek...

4. Devir değişti

... Evet devirler Cenab-ı Hakk’ın emriyle değişiyor, … Ancak şu var ki; ölüm değişmiyor, insanın bu dünyaya gönderiliş maksadı değişmiyor...


5. Sonra yaparım
Sonra.. sonra…sonra. Belki de hiç gelmeyecek bir sonraya atılan bir kulluk...

6. Allah affeder
..İnsan bir günah işlediğinde, şeytan hemen ona Allah’ın affediciliğini öne sürer ve “Birşey olmaz, Allah affeder” der. Bunu dinleyen nefis de günah işlese bile nasılsa affolunacağını düşünerek hiç çekinmeden günahlara girebilir. Halbuki kimi affedip kimi affetmeyeceğine ancak Cenab-ı Hak karar verir....

7. Bu kadar abartma!

...Bizi yoktan var eden, sayamayacağımız nimetleriyle bizi her an perverde eden, tüm korkularımızdan bizi emin kılan ve az bir fiyat karşılığında bize cennetini ve cemalini vaaden Rabb’imize olan kulluğumuzu mu?... 


Kısaca olarak verdiğim bu sözlerin ayrıntıları için:

http://suffagah.com/nefisten-gelen-en-meshur-7-soz

9 Aralık 2015 Çarşamba

580.Riyâzü's Sâlihîn'in Namaz Bölümü-4-EZANIN ve İLK SAFTA OLMANIN FAZİLETİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

9. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur'a çekmek zorunda kalsalardı kur'a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi."Buhârî, Ezân 9, 32, Şehâdât 30; Müslim, Salât 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 52; Nesâî, Mevâkît 22, Ezân 31

Açıklamalar
Ezanın sözlük anlamı "bildirmek" demektir. Din örfündeki anlamı ise, "belirlenmiş vakitlerde, belirlenmiş sözlerle belirlenmiş bildirimdir. Vakitler namaz vakitleri, sözler şeriat koyucunun tayin ettiği ve her vakitte tekrarlanan kelimelerdir. Hepimizin bildiği gibi ezan şu kelimelerden meydana gelir:

Allahu ekber (4 defa)

Eşhedü en lâ ilâhe illallah (2 defa)

Eşhedü enne Muhammeden resûlullah (2 defa)

Hayye 'ale's-salâh (2 defa)

Hayye 'ale'l-felâh (2 defa)

Allahu ekber (2 defa)

Lâ ilâhe illallah (1 defa)

İslam âlimleri, ezanın bu kadar az sözle itikadî ve amelî hükümlerin tamamını ihtiva ettiğini söylerler.

 "Allahu ekber" , Cenâb-ı Hakk'ı tasdike delâlet ettiği gibi, O'nun bütün kemal sıfatlarını da ispat eder.

 "Eşhedü en lâ ilâhe illallah", tevhid akîdesini tasdiki ve şirkin her çeşidini reddi içine alır.

"Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah", Hz.Peygamber'in risâletini ve bunun yanında bütün resûl ve nebîlerin peygamberliklerini tasdîke delâlet eder.

 "Hayye 'ale's-salâh", Resûl-i Ekrem Efendimiz sayesinde bilinen Allah'a itaat ve tâate emir sigasiyle davettir.

 "Hayye 'ale'l-felâh" ise, dünya ve âhirette ebedî kurtuluş demek olan felâha, yegâne hak yola çağırmaktır ki, bu kıyameti, âhireti ve mahşeri tasdik demektir.

 Bu lafızların tekrarlanmasının sebebi, ihtiva ettikleri bu engin anlamları tekit içindir.

Ezanın pek çok faydaları vardır. Bunların en başta geleni, ezan okunan yerde müslümanların varlığının ispat edilmiş olmasıdır. Bu yer İslam toprağıdır veya böyle olmaya adaydır. Çünkü müslümanların hedefi ve gayesi, yeryüzünü islamlaştırmak veya Müslümanlığı kabul etmeyen insanların yaşadığı yerleri sürekli Allah'ın dinini tebliğe müsait bir hale getirmek, bu yöndeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Ayrıca ibadet vaktinin girdiği müslümanlara ezanla haber verilir. Ezan, müslümanları cemaat olmaya ve bir araya getirmeye davettir. İslam'ın temel esasları bütün insanlara günde beş defa ezan sayesinde açıkça duyurulmuş olur.

 İslam âlimleri ezanda dört hikmet bulunduğunu söylerler.
Bunlar: Şiâr-ı İslam oluşu, yani İslamın bir parolası, bir sembolü olması, kelime-i tevhîdi ve kelime-i şehâdeti herkese açıkça ilân etmesi, namaz vaktinin ve kılınacağı yerin duyurulması ve müslümanları cemaate davettir. Kur'an'da ezana şu âyet-i kerîmelerle işaret edilir:"Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünmeyen bir topluluk olmalarındandır" [Mâide sûresi (5), 58]. "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman Allah'ı anmaya koşun"[Cum'a sûresi (62), 9].

Ezan okumanın önemi ve fazileti böylelikle iyice anlaşılmış olmaktadır. İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu fazileti kavrayanların ezan okumakta âdeta birbirleriyle yarışacaklarını, hatta kur'a atmak zorunda kalabileceklerini ifade buyurmuşlardır. Nitekim İslam tarihinde bu gerçekleşmiş, meselâ Kâdisiye Harbi'nde bir grup müslüman ezan okuma hususunda aralarında münakaşa etmişler, kimin ezan okuyacağı hakkında Sa'd İbni Ebî Vakkâs kur'a çektirmek zorunda kalmıştır.

Namazda ilk safta bulunmak da aynı şekilde büyük faziletlerden biridir. İlk saf imamın hemen arkasında bulunan saftır. Bir arkada bulunana göre onun önündekinin ilk saf olduğunu söyleyenler, bundan da öte vakit namazını ilk cemaatle kılanlar demek olduğunu iddia edenler de olmuştur. Fakat doğru olan ilk görüş olsa gerektir. İlk safta bulunmanın neden faziletli olduğu üzerinde durulmuş, buna karşılık imam cehren okuduğunda Kur'an dinlemek, Fâtiha sûresi'nin okunmasından sonra "âmin" diyebilmek, imamın tekbirlerinden hemen sonra tekbir almak, imam birini yerine geçirecek olursa kendisi geçmek gibi büyük ecir ve sevabı olan işler sayılmıştır. Bir başka yönü teşvik unsuru oluşudur. Cemaatin ön saflarında boş yer varken, arkada olanlar daima oraları doldurmakla mükelleftirler. Nitekim bir hadiste: "İlk saffı, sonra onun arkasındakini, sonra sırayla diğerlerini tamamlayınız, eksik kalırsa son safta kalsın" buyurulmuştur (Ebû Dâvûd, Salât 94). Erkeklerin ilk saflarının, kadınların da son saflarının daha hayırlı olduğunu Peygamberimiz haber vermiştir: "Erkeklerin saflarının en hayırlısı ilkleridir, sevabı en az olanları geridekilerdir. Kadınların saflarının en hayırlısı da geridekileridir. Sevabı en az olanları ise öndekilerdir" (İbni Mâce, İkâme 52).

Hadisimizde anılan faziletlerden biri de, camiye erken gitmektir. Bundan maksat cemaate yetişmek ve ön saflarda yer almaktır. Ayrıca camiye gitmek üzere vaktinde hareket eden kimse hem yolda rahat yürüme imkânına sahip olur, hem de camide bir süre dinlenmek, tefekkür etmek, tahiyyetü'l-mescid veya nâfile namaz kılmak ya da Allah'ın zikriyle meşgul olmak suretiyle kendini farz namaza hazırlar. Bu ise nefes nefese camiye gitmek ve arka saflarda yer almaktan çok faziletlidir.

Allah'ın üzerimize farz kıldığı her namazın faziletli olduğu şüphesizdir. Ancak bunlar arasında derece farkı vardır. Sabah ve yatsı namazı gecenin iki ucundaki namazlardır. Biri gecenin bitip yeni bir günün başladığı zamanda, diğeri de gündüzün bitip karanlığın tamamen bastırdığı vakitte kılınır. İnsanlar içinde münafıklara en ağır gelen namaz bu ikisidir. İnsanın bu iki namazın vaktinde uyanık olması, bir de camiye cemaate gitmesi, sağlam bir imanın, ibadet ve tâate düşkünlüğün, Allah'ın rızasını kazanmak için ciddî bir azim ve gayretin eseridir. Bu açılardan da son derece faziletlidir. İşte bunun faziletine işaret için Efendimiz,"Emekleyerek veya oturakları üzerinde sürtünerek de olsa bu namazlara giderlerdi" buyurmuşlardır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Ezan okumak İslam'ın vazgeçilmez esaslarından ve sünnetlerinden biridir.

2. Ezanın pek çok faydası, fazileti ve hikmeti vardır. İslam'ın itikad ve amel esaslarını bünyesinde barındıran ezan, inanmayanları dine, inananları ibadete davetdir.

3. Müezzinlik, Allah katında ecri ve sevabı büyük hayırlardan biri olup, Efendimiz tarafından teşvik edilmiştir.

4. Namazda ilk safta bulunmanın sevabı ve fazileti diğer saflardan daha çoktur.

5. Camiye ve cemaate erken gelmek ve ilk saflarda yer almak sünnette teşvik edilmiştir.

6. Cemaatle kılınan namazın fazileti, tek kılınan namazdan kat kat fazladır.

7. Sabah ve yatsı namazlarında camiye gitmek ve cemaatle namaz kılmak, diğer vakitlerde cemaatle kılınan namazlardan daha faziletlidir. Çünkü bu ikisi münafıklara en ağır gelen namazlardır.

8. Münakaşalı işlerde kur'a çekmek câizdir.

http://www.namazzamani.net/

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR