7 Mayıs 2015 Perşembe

471.SÜNNETE UYGUN İBADET-3-Sünnet Namazların Fazileti(Farz Namazlarla Birlikte Kılınan Sünnetlerin Fazileti Ve Miktarı)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki üç hadis-i şeriften; her gün farz namazların ön ve arkasında 12 rekat sünnet kılana cennette bir köşk yapılacağını, bu 12 rekatın vakitlere göre dağılımını, her ezanla kamet arasında mutlaka sünnet olarak kılınması gereken bir namaz olduğunu öğreneceğiz. [1]

1099. Mü’minlerin annesi Ümmü Habîbe Remle Binti Ebû Süfyân radıyallahu anhümâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Müslüman bir kimse, farzların dışında nâfile olarak her gün Allah rızası için on iki rek`at namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir köşk yapar” veya “Ona cennette bir köşk yapılır.”[2]

1100. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

"Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte öğle namazından önce iki, öğle namazından sonra iki rek`at, cumadan sonra iki rek`at, akşam namazından sonra iki rek`at ve yatsı namazından sonra da iki rek`at namaz kıldım."[3]

1101. Abdullah İbni Mugaffel radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Her ezan ve kamet arasında namaz vardır. Her ezan ve kamet arasında namaz vardır. Her ezan ve kamet arasında namaz vardır” buyurdu. Üçüncü defasında “kılmak isteyene” dedi.[4]

* Bundan sonraki bölümlerde gelecek olan otuzdan fazla hadis-i şeriften bu üç hadisi açıklar mahiyettedir. Ama biz günlük beş vakit farz namazlarımızın öncesinde ve sonrasında kılınması gereken bu 12 rekat nafilelere devam eder isek ilk önce hesaba çekileceğimiz namazdan eksiklerimizi bu kıldığımız nafilelerle denkleştirilecektir. Yani bu nafileler bizler için bir nevi yedek veya sigorta hükmündedir. Vaktin çok dar olduğu veya zaruri diyebileceğimiz durumlarda önünde ve arkasında kılınması gereken bu sünnetler bazen terk edilebilir ama alışkanlık haline getirmemek de bir müslümandan beklenen en olumlu harekettir.

Sabah farzından önce 2

Öğle farzından önce 2 veya 4

Öğle farzından sonra 2

Akşam farzından sonra 2

Yatsı farzından sonra 2

Bu dağılımı gelecek hadislerden daha net öğreneceğiz. [5]


sadakat.net/riyazus-salihin 195) Sünnet Namazların Fazileti (Farz Namazlarla Birlikte Kılınan Sünnetlerin Fazileti Ve Miktarı)


[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 328.
[2] Müslim, Müsâfirîn 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 1; Tirmizî, Salât 189; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 66, 67.
[3] Buhârî, Teheccüd 25, 29; Müslim, Müsâfirîn 104. Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 189, 205; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 66; İbni Mâce, İkâmet 100.
[4] Buhârî, Ezân 14, 16; Müslim, Müsâfirîn 304. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 11; Tirmizî, Salât 22; Nesâî, Ezân 39; İbni Mâce, İkâmet 110.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 328.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

5 Mayıs 2015 Salı

470.SÜNNETE UYGUN İBADET 2- Belirli Bazı Sûre Ve Âyetleri Okumaya Teşvik

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bu bölümdeki ondört hadis-i şeriften; Fatiha suresinin Kur’an’ın en büyük suresi olduğunu, İhlas suresinin Kur’an’ın 1/3’ine denk olduğunu ve İhlas suresindeki gibi Allah’ı tanıyarak bir ömür sürdüren kimsenin mutlaka cennete gireceğini, cin, şeytan vb gibi şeylerden korunmak için nas ve felak surelerinin okunması gerektiğini, mülk suresinin içerisindekilere göre yaşayan kimseye o surenin şefaat edip bağışlanacağını, Bakara suresi son iki ayeti okunduğunda ve gereği gibi yaşandığında o kimseye her yönden kafi geleceğini, evlerimizi Kur’an okumamak suretiyle kabir haline getirmememiz gerektiğini, Bakara suresi okunan ve içerisindekilere göre yaşanan evden şeytanın kaçacağını Ayet-el Kürsi’nin çok kıymetli ve değerli bir ayet olduğunu, şeytanın bazen doğru söz söyleyebileceğini, Kehf suresinin baştan veya sondan on ayeti okunduğunda deccal şerrinden korunulabileceğini öğreneceğiz. [1]

1011. Ebû Saîd Râfi‘ İbni Muallâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

”Mescidden çıkmazdan önce sana Kur’an’daki en büyük sûreyi öğreteyim mi?” buyurdu ve elimi tuttu. Çıkmak istediğimizde ben:

–Yâ Resûlallah! Bana Kur’an’daki en büyük sûreyi sana öğreteyim mi demiştiniz? dedim. Bunun üzerine:


”Elhamdülillâhi Rabbi’l–âlemîn’dir. O seb’ul–mesânîdir; bana verilen Kur’ân–ı Azîmdir” buyurdular.[2]

* Fatiha suresi Kur’an’ın en kapsamlı suresidir. Kur’an’ın anası, kitabın anası isimleri de verilir. Tevhid inancı Allah’a kulluk ve Allah’ın tüm kainatın işlerini ayarladığı da bu sure ile bildirilmiştir. Kur’an’ın tamamı bu surede gizlidir. Çünkü bu sure çok kısa olmasına rağmen Allah’tan, kuldan ve kulluk prensiplerinden bahseden tek kısa suredir. Tefsirlerde faziletiyle alakalı çok bilgiler verilen bu sure için “Fatiha suresi tefsiri” adı altında pek çok müstakil eserler yazılmıştır.

Kur’an’daki sure ve ayetler birbirinden farklı ve faziletli olabilir.

Şifa olması dolayısıyla tedavi için okunacak surelerdendir.

Hıcr: 15/87 ayetine göre Kur’an’ın tamamına denk bir sure olduğu da beyan edilir. [3]

1012. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kul hüvallahü ahad” sûresi hakkında şöyle buyurdu:

“Canımı gücü ve kuvvetiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir.”[4]

Bir başka rivayete göre: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz bir gecede Kur’an’ın üçte birini okumaktan âciz mi kalıyor?” Bu onlara gerçekten zor geldi ve:

–Buna hangimizin gücü yeter ki, yâ Resûlallah! dediler. Bunun üzerine Efendimiz:

“Kul hüvellahü ahad Allahü’s–samed, Kur’an’ın üçte biridir” buyurdular.[5]

1013. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, bir adam başka bir adamın “Kul hüvellahü ahad”’ı tekrar tekrar okuduğunu duydu. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip bu durumu anlattı. Adamın kendisi bunu azımsıyordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Canımı gücü ve kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, o sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” buyurdu.[6]

1014. Ebû Hüreyre radıyallahu anh ‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kul hüvellahü ahad” sûresi hakkında:

“Şüphesiz ki o sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” buyurdu.[7]

1015. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, bir adam:

–Ben şu “kul hüvellahü ahad” sûresini seviyorum, dedi. Peygamberimiz:

“Şüphesiz ki onun sevgisi seni cennete sokar” buyurdular.[8]

* Bu surede Fatiha suresi gibi birden fazla isimle anılır.

Tevhid suresi: İnsanları şirk ve küfürden kurtarıp tek Allah’a yöneltir.

Marifet suresi: Allah’ı en özlü biçimde tanıtan sure.

Necat suresi: Küfür ve şirkten kurtaran sure.

İslam dininin üç temel esasa dayandığı Kur’an’ın pek çok ayetleriyle sabittir. Bunlar;

Tevhid: Allah’ın birliği.

Risalet: Peygamberlik ve peygamberler.

Ahiret: Öteki dünya hayatı.

Bu üç esastan “Tevhid”i en güzel ve kısa bir şekilde izah ettiği için anlam ve mana itibarıyla Kur’an’ın üçte birine denktir. Dolayısıyla kişi bu sureyi sever hayatını küfür ve şirkten uzak olarak devam ettirirse cennete girecektir. Çünkü Allah iyiliklere en az 10 karşılık sevap veriyor[9] veya yedi yüz katı ve fazlasını veriyor.[10] Veya otuz bin kat ve derece fazlasıyla lütufta bulunuyor.[11] Böyle olunca bu sure de değişik yönlerden Kur’an’ın üçte birine denk olabilir. Çünkü Allah Rasulü yalan ve yanlış söylemez, onun söyledikleri mutlaka vahye dayanır.[12] Her şeyin bir özü ve mayası olduğu gibi bu surede es Samed ismi geçmektedir ki çok geniş anlamları içermektedir. Mesela: Geniş ve yüksek makam, açlık ve susuzluk hissetmeyen, zor durumda başvurulan
, kendisine danışılmadan hiçbir karara varılamayan, herkesin her ihtiyacını istediği, kendisinden üstün hiçbir kimse ve şey olmayan, hiçbir kimseye muhtaç olmayan fakat herkesin ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu zat gibi pek çok anlamlarda Rabbimiz, kendisini bu surede tanıtmış oluyor. [13]

1016. Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bu gece indirilen âyetleri görmedin mi? Onların benzerleri asla görülmemiştir: Kul eûzü birabbi’l–felak ve kul eûzü birabbi’n–nâs.”[14]

1017. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve göz değmesinden Allah’a sığınırdı. Nihayet Muavvizeteyn (Kul eûzü birabbi’l–felak ve kul eûzü birabbi’n–nâs) nâzil oldu. Ondan sonra Muavvizeteyn ile Allah’a sığınmaya başladı ve diğer duaları bıraktı.[15]

* Bu iki sureye iki sığındırıcı sure anlamına gelen muavvizeteyn adı verilir. İhlas suresi de ilave edilirse üçüne birden muavvizât denilir.


Rasûlullah her gece yatağına girdiklerinde bu üç sureyi okuyup avuçlarına üfleyerek başından ayağına kadar tüm vücudunu sıvazlar ve bunu üç sefer yaparlardı.[16] 

Medine’de peygamberimize yahudi Lebid ibn A’sam’ın sihir yapması üzerine bu iki sure nazil olmuş kendisindeki sihrin tesiri bu iki sureyi okumak suretiyle Allah’ın izniyle giderilmiştir. Önceden okumakta olduğu ayet ve sureleri bırakıp en tesirli ve güçlü olan bu iki sure ile nazar değmesi ve cin şeytan işlerine yani büyüye karşı bu iki sureyi bir silah olarak veya bir sigorta olarak kullanmışlardır ve bize de tavsiyeleri bu doğrultudadır.

Ayrıca hadis kitaplarında zikredilen ve ileride 1020 numarada gelecek olan Ayet-el Kürsi (Bakara: 2/255) ayeti ile de kişi her türlü kötülüklerden korunabilir. Sihir hadislerde büyük günahların ikincisi olarak belirtilir ve haram olan bir iştir. Yapmak, yaptırmak, vasıta olmak küfür, şirk ve haram olan işlerdendir. [17]

1018. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kur’an’da otuz ayetten ibaret bir sûre bir adama şefaat etti; neticede o kişi bağışlandı. O sûre: Tebârekellezî biyedihi’l–mülk’dür.”[18]

* Bu surenin faziletine ve özelliklerine dair tefsirlerimizde pek çok bilgiler verilmektedir. Hadis kitaplarının Fezailül Kur’an bölümünde yine pek çok malumatla karşılaşmaktayız. Hatta bu sureye Mülk ismi yanı sıra Mania ve Münciye isimleri de verilir ki kabir azabından ve cehennemden koruyan kurtaran engel olan anlamındadır. Yani surenin tümünü mana ve mahiyetini kavrayarak inanıp Allah’ı o şekilde tanıyıp o şekilde bir hayat süren kimseye Allah’ın izni ile bu sure şefaat edecek ve onun affına sebep olacaktır. Değilse kuru kuru anlamadan muhtevasından habersiz bir yaşantı içerisinde yaşayarak okuyanlara şefaatçi değil belki de şikayetçi olacaktır. Çünkü yüzlerce ayet Kur’an’ın bize okunmak, anlaşılmak ve yaşanmak üzere indirilen bir kitap olduğunu bize bildirmektedir. [19]

1019. Ebû Mes’ûd el–Bedrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bakara sûresinin sonundan iki âyeti geceleyin okuyan kimseye bunlar yeter.”[20]

* Bakara suresinin sonundaki bu iki ayet halk arasında Amenerrasulü diye bilinen ve başlanan iki ayettir. Hadis kitaplarımızdan (Müslim, İman 199-200)’de bildirildiğine göre peygamberimiz bu iki ayetin ikincisini okurken yedi ayrı dua cümlesini okudukça Rabbimizin “Duanı kabul ettim” buyurduğu aktarılır.

Her müslümanın kendi başına mutlaka yatmazdan önce okuması gereken ve tavsiye edilen bu iki ayet hakkında hadis kitaplarımızda: “Bu iki ayeti belleyiniz, çoluk çocuğunuza belletiniz. Çünkü bunlar hem dua hem namaz sevabına denk hem de Kur’andır” denilmektedir. Herkes yatmazdan önce okuyup, manasını düşünüp imanını kuvvetlendirmelidir. Çünkü ilk ayet imanın temel şartlarını, ikincisi ise yedi ayrı dua cümlesinden oluşmaktadır.


 (Darimi Fedailül Kur’an 14)’de Hz. Ömer ve Hz. Ali radıyallahu anhum’ “Akıllı olan müslüman mutlaka Bakara suresinin son iki ayetini okuyarak uyur” dediklerini de öğreniyoruz. Müslüman manasıyla birlikte her gün okumalı ve Allah’a bu iki ayetle yönelmeli ki gündüz işlediği günahlara ve her şeyine karşı bu iki ayet kafi gelmiş olsun. [21]

1020. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.”[22]

* Kabirler canlılık ve hayat olmayan yerlerdir. Issız ve sessizdir. Kuran okunup namaz kılınmayan evler de Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem tarafından kabirlere benzetilmiştir ve mezarlıklara benzemesin diye müslümanlar uyarılmıştır. Nafile namazları evde kılınız diye emretmesi de bu sebepledir. Çünkü kabirlerde namaz kılınmaz. Biz de böylece evlerimizde Kuran okuyup farz dışındaki namazları evlerimizde kılmak suretiyle evlerimizi kabirler haline çevirmeyeceğiz. 

Bu sure Kur’an’ın tüm surelerinin özü durumundadır. Çünkü içerisinde emir, yasak, hüküm ve haber olarak pek çok özellik bulunmaktadır. Sahabeden pek çoğunun da bu sureyi çok uzun zamanlarda okuyup hazmettikleri de anlatılır. Dolayısıyla böyle bir sureyi bilen kimseyi şeytanın aldatması veya aldatmak için o evde oyalanması düşünülemez. Mutlaka o evden şeytan iş yapamayacağı için kaçar. [23]

1021. Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ey Ebü’l–Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan âyetlerden hangisinin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben:

–Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l–hayyu’l–kayyûm, dedim. Bu cevabım üzerine elini göğsüme vurdu ve:

– “İlim sana mübarek olsun, ey Ebü’l–Münzir” buyurdu.
[24]

* Bu hadis hakkındaki açıklama bir sonraki 1020 nolu hadisle birlikte verilecektir.

Hadisin ravisi Übey ibni Ka’b Rasûlullah döneminde Kur’an’ı baştan sona ezbere bilen kimselerdendir. Ebu-l Münzir onun künyesidir. Ezbere bilmekle birlikte manaya aşina oluşu ve Allah’ın yüce saltanatının izah edildiği bu ayeti hemen cevap vererek bilmesi; bizlerin de ezbere bilmediğimiz yerleri manasıyla birlikte anlamamız gerektiğini ve öyle değilsek bile öyle olmamız gerektiğini bize öğretmiş oluyor. [25]

1022. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni ramazan zekâtı olan sadaka–i fıtrı korumakla görevlendirmişti. Bir adam gelip yiyecek şeylerden avuçlamaya başladı. Adamı tuttum ve:

– Vallahi seni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna götüreceğim, dedim. Adam:

– Şüphesiz ben muhtacım, çoluğum çocuğum ve pek çok ihtiyacım var, dedi. Bunun üzerine ben adamı salıverdim. Sabaha çıkınca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Yâ Ebâ Hüreyre! Dün gece tutsağın ne yaptı?” buyurdu. Ben de:

– Yâ Resûlallah! İhtiyaç içinde bulunduğunu ve çoluk çocuğu olduğunu söyledi, ben de acıdım ve salıverdim, dedim. Resûl–i Ekrem:

– “O sana yalan söyledi, tekrar gelecek” buyurdu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözü üzerine tekrar geleceğini anladım ve onu gözetlemeye koyuldum. Adam geldi ve yine yiyecek şeylerden avuçlamaya başladı. Bunun üzerine:

– Seni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıkaracağım, dedim. Adam:

– Beni bırak, çünkü ben gerçekten muhtacım. Çoluk çocuğum da var. Bir daha gelmem, dedi. Ben de acıdım ve salıverdim. Sabah olunca yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– “Yâ Ebâ Hüreyre! Dün gece tutsağın ne yaptı?” diye sordu. Ben de:

– Yâ Resûlallah! Bana yine ihtiyaç içinde bulunduğunu ve çoluk çocuğu olduğunu söyledi, ben de acıdım ve salıverdim, dedim. Peygamberimiz:

– “O kesinlikle sana yalan söyledi, ama tekrar gelecek” buyurdu. Ben de üçüncü defa gelmesini bekledim. Gerçekten geldi ve yine yiyecek şeylerden avuçlamaya başladı. Onu tekrar yakaladım ve:

– Seni mutlaka Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıkaracağım; artık bu üçüncü ve son gelişindir. Bir daha gelmeyeceğine söz veriyorsun sonra tekrar geliyorsun, dedim. Bu defa bana:

– Beni bırak! Allah’ın seni faydalandıracağı bazı kelimeleri ben sana öğreteyim, dedi. Ben:

– O kelimeler nelerdir? dedim. O:

– Yatağına girdiğinde Âyetü’l–kürsî’yi oku. O takdirde, senin yanında Allah tarafından sürekli bir koruyucu bulunur ve sabaha kadar şeytan sana yaklaşamaz, dedi. Bunun üzerine ben onu salıverdim. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– “Tutsağın dün gece ne yaptı?” diye sordu. Ben de:

–Yâ Resûlallah! Allah’ın beni faydalandıracağı birtakım kelimeleri bana öğreteceğini söyledi, ben de onu salıverdim, dedim. Peygamber Efendimiz:

– “O kelimeler neler?” diye sordu, ben de o kimsenin bana:

–Yatağına girdiğin zaman Âyetü’l–kürsî’yi, “Allahü lâ ilâhe illâ hüve’l–hayyü’l–kayyûm” âyetini başından sonuna kadar oku; senin yanında Allah tarafından sürekli bir koruyucu bulunur ve sabaha kadar şeytan sana asla yaklaşamaz, dediğini söyledim. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Bak hele! Kendisi yalancı olduğu halde bu sefer sana doğruyu söylemiş. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun, ey Ebû Hüreyre?” dedi. Ben:

– Hayır, bilmiyorum, dedim. Resûl–i Ekrem:

– “O şeytandır” buyurdular.
[26]

* Tefsirlerde ve hadis kitaplarının Fezailül Kur’an bölümlerinde Ayet-el Kürsi’nin fazilet ve faydalarına dair pek çok hadis-i şerifler vardır.

Allah’tan gelen doğruların tam karşısında olan şeytan ve şeytani güçler her zaman yalan söylerler. Bu onların esas görevleridir ama böyle nadiren de olsa doğru söyledikleri de bir gerçektir. İnsan ve cin şeytanlarından oluşan bu güçlerin bazen söyledikleri bu tür doğruları esas alıp onlara uymak, onların arkasından gitmek doğru olmaz. Bu hadisteki olayda vahiyle desteklenen ve haber verilen Peygamberimizin bu işaretinden bunları anlayacak ve ölünceye dek şeytani güçlerin bazı kere söyledikleri doğrularla yolumuzu değiştirmeyeceğiz. Allah’ın kitabıyla, Rasûlullah 
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ile bize gösterilen dosdoğru yolda yürümeye devam edeceğiz.

Kitabımızın, hayatımızın gece ve gündüzlerini küfre şirke ve şeytani güçlerin aldatmasına karşı birer sigorta hükmünde olan sure ve ayetlerine sıkı sarılıp onların emirleri doğrultusunda yaşamak yasaklarından da kaçınmak suretiyle kendimizi küfre, şirke ve şeytani güçlerin şerlerine karşı her zaman koruma altına almalıyız.

Bu sebeple yatarken felak-nas sureleri ve Ayet-el Kürsiyi, Bakara suresinin son iki ayeti olan Amenerrasulü ayetlerini manalarını da öğrenip anlayarak okumalıyız ki ibadetlerimiz de bilerek ve şuurlu biçimde yapılmış olsun.

1023. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh ‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kehf sûresi’nin başından on âyet ezberleyen kimse deccâlden korunmuş olur.”

Bir rivayette: “Kehf sûresi’nin sonundan” buyurulmuştur.[28]

* Bu surenin ilk on ve son on ayetlerini gözden geçirdiğimizde çıkan ayette Allah’ın kullarına indirdiği eğrilik olmayan kitaptan insanların bu kitapla uyarılıp gerçek karşılıklarını alacaklarından ve onun da cennet olduğundan; Allah’a oğul isnad edenlerin ne büyük sapıklıkta olduğundan; Dünyadaki her şeyin imtihan için yaratıldığından ve geçmiş toplumlardan zalim ve diktatör islam düşmanlarına karşı gelip hicrette ve mağaraya sığınmada kurtuluşu arayan gençlerin durumlarını görüyoruz.

* Son on ayetlerde ise dünyada Allah’ın kitabına karşı gözleri perdeli olan kafirleri ve onların Allah’ın dışındaki kulları Allah’ın yerine koyduklarını cehennemin o tip kişilere konak olduğunu, dünyada iyi iş yaptıklarını sanıp ahirette zararda olanları ve bunlar için terazi bile kurulmayacağını direkt cehenneme gireceklerini, iyi iş yapanların ise firdevs cennetlerinde ebedi kalacaklarını, Rabbimizin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa bir katı daha olsa biteceğini fakat Rabbimizin sözlerinin bitmeyeceğini, Rabbimizin tek olduğunu kimin ona kavuşma isteği varsa iyi işler yapması ve kimseyi ona ortak koşmaması gerektiğini öğreniyoruz.

Surenin başında ve sonunda 10'ar ayetten anlaşılan budur. Böyle olunca bir kimse bunları bilerek ve bildiği gibi de yaşayarak ömrünü tüketirse deccalden, hakkı batıla karıştıranlardan veya her türlü dini istismar ederek aldatanların şerrinden korunmuş olacağı bildirilmektedir. Yani Allah’ın gönderdiği eğrilik olmayan kitabın muhtevasıyla iman üzere olup şirke ve küfre bulaşmaksızın hayatı devam ettirmek gerekiyor. [29]

1024. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, bir keresinde Cebrâil aleyhisselâm Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturmakta iken, Resûl–i Ekrem yukarı taraftan kapı gıcırtısına benzer bir ses işitti ve başını kaldırdı. Cebrâil:

– Bu, şimdiye kadar hiçbir şekilde açılmayıp sadece bugün açılan bir gök kapısıdır, dedi. Peşinden o kapıdan bir melek indi. Bunun üzerine Cebrâil:

– Bu, yeryüzüne inen bir melektir. Bugüne kadar hiç inmemişti, dedi. Melek selâm verdi ve Peygamberimiz’e şöyle dedi:

– Müjde! Sana, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Biri Fâtiha sûresi, diğeri Bakara sûresi’nin son âyetleri. Bunlardan okuyacağın her harfe karşılık sana sevap ve ecir verilir.
[30]


sadakat.net/riyazus-salihin 183) Belirli Bazı Sûre Ve Âyetleri Okumaya Teşvik

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 305.
[2] Buhârî, Tefsîr 1; Fezâilü’l–Kur’ân 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 15; Nesâî, İftitâh 26; İbni Mâce, Edeb 52.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 305.
[4] Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 18; Tirmizî, Fezâilü’l–Kur’ân 11.
[5] Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân 13. Ayrıca bk. Müslim, Müsâfirîn 259; Tirmizî, Fezâilü’l–Kur’ân 11.
[6] Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân 13.
[7] Müslim, Müsâfirîn 261.
[8] Buhârî, Ezân 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilu’l–Kur’ân 11.
[9] Enam: 6/160.
[10] Bakara: 2/261
[11] Kadr: 97/3.
[12] Necm: 53/4.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 306.
[14] Müslim, Müsâfirîn 264. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l–Kur’ân 12.
[15] Tirmizî, Tıb 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Tıb 33.
[16] Ebu Davut, Tıb 19, Buhari Fezailül Kur’an 14, Müslim, Selam 51.
[17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 306.
[18] Ebû Dâvud, Salât 327; Tirmizî, Fezâilü’l–Kur’ân 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 52.
[19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 307.
[20] Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân 10, 27, 34; Müslim, Müsâfirîn 255. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Ramazan 9; Tirmizî, Fezâilü’l–Kur’ân 4; İbni Mâce, İkâmet 183.
[21] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 307.
[22] Müslim, Müsâfirîn 212. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l–Kur’ân 2.
[23] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 307.
[24] Müslim, Müsâfirîn 258.
[25] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 307-308.
[26] Buhârî, Vekâlet 10, Fezâilü’l–Kur’ân 10, Bed’ü’l–halk 11.
[28] Müslim, Müsâfirîn, 257. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Melâhim 14; Tirmizî, Fezâilu’l–Kur’ân 6.
[29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 309.
[30] Müslim, Müsâfirîn 254. Ayrıca bk. Nesâî, İftitâh 25.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

1 Mayıs 2015 Cuma

***2-3-4 MAYIS 2015 -EYYAM-I BİYZ ORUCU

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Eyyam-ı Biyz adı verilen ve kameri ayların 13, 14, ve 15. günleri yarın başlıyor.Bu sünneti yerine getirmek isteyenler 
Yarın(2 Mayıs Cumartesi), 3 Mayıs Pazar ve 4 Mayıs Pazartesi günlerini oruçlu geçirmeliler.

Her hicri ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmak sünnettir. Nitekim Hz. Hafsa (ra) diyor ki:

«Dört şeyi Resûlüllah (asm) Efendimiz hemen hemen hiç terketmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce'nin ilk on gününün oru­cu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından ön­ce iki rek'at namaz...»
(Ahmed bin Hanbel, Nesâi)


Allah kabul etsin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

30 Nisan 2015 Perşembe

469.SÜNNETE UYGUN İBADET-1) İbadet ve Allah’ın Emirlerine Uymada Ölçülü Olmak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


"Hadis" Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) demektir.

Allah'a(Celle celaluhu)iman Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)imandır. Peygamber'e iman Onun getirdiklerine inanmak ve amel etmektir.

Peygamber, Allah-u Teala'nın mesajı demektir. Bu mesaj da 'benim imanım' demektir.Sahabe efendilerimiz (Allah hepsinden razı olsun) Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)onlara ilettiği herbir emri hiç geciktirmeden yapmışlardır.

 Bir süredir hadis okumaları yapıyorum; Sahabe efendilerimizin Peygamberimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)duyduklarını, gördüklerini uygulama konusundaki tutumları, ciddiyetleri, teslimiyetleri kendimi tekrar sorgulamama vesile oldu. Peygamberimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bana ,biz ümmetine nafile "ibadet" olarak hadislerde birçok tavsiyelerde bulunmuş. Ben veya biz; ümmeti; bunların kaçını hayatımıza geçirdik veya çaba gösteriyoruz. 

İşte ben, önce kendi kulluğum için bu hadisleri sahih kaynaklardan toplayarak biraraya getirip yayınlamak istedim. Rabbim(Celle celaluhu)bize sahabe olmayı nasip etmedi ama eğer Onun sünnetlerini amel etmeye gayret gösterirsek,Rabbimizin bize mağfiret edip, kereminin bolluğuyla cennetinde efendimize sahabi yapmasını umabiliriz belki.

Bu nafile ibadetleri aktarmaya başlamadan evvel Rabbimizin(Celle celaluhu)bizden ne istediğiyle başlayalım inşallah.

**Bu bölümdeki iki ayet ve onbir hadis-i şeriften bu Kur’anın, insanlara meşakkat vermesi için indirilmediğini, Allah’ın biz kulları için kolaylık isteyip zorluk istemediğini, ibadetleri bıkıp usanmaksızın yapmak gerektiğini, her yönde olduğu gibi ibadet ve taatlerde de haddi aşıp gidenlerin helak olduklarını, dinde orta yolu tutmanın gerektiğini, ruhen ve bedenen kendisinde canlılık bulanın nafile ibadete devam etmesi gerektiğini, yorgunluk ve gevşeklik olunca istirahat etmek gerektiğini, uykulu vaziyette namaz kılmamak gerektiğini, namaz ve hutbenin orta uzunlukta olması gerektiğini, gece ibadetinin nasıl olacağını, oruç, namaz ve Kur’anı baştan sona okumada ölçünün ne olduğunu, dünya işleriyle birlikte ahiret işlerinin de yapılması gerektiğini, kişinin kendine zulmederek ibadet ve nezretmesinin uygun olmadığını öğreneceğiz. [1]

“Ta Ha Ey Muhammed! Biz sana bu Kur’anı üzüntü ve sıkıntı çekmen için indirmedik.” (Taha: 20/1-2)

“.... Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara: 2/185)

144. Âişe radıyallahu anhâ’nın bildirdiğine göre, bir kadınla birlikte otururlarken, yanlarına Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem girdi ve:

– “Bu kadın kim?” diye sordu. Âişe validemiz:

– Bu filan hanımdır, dedikten sonra, onun çok namaz kıldığından bahsetti. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

– “Bütün bunları sayıp dökmeyi bırak; gücünüzün yettiği nisbette ibadet etmeniz size yeter. Allah’a yemin ederim ki, siz bıkıp usanmadıkça, Allah bıkıp usanmaz” buyurdu.

Resûl–i Ekrem’in en çok sevdiği ibadet, sâhibinin devamlı yaptığı idi.[2]

145. Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:

Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve

– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:

– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:

– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:

– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:

– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.”[3]

**Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den daha iyi müslüman yoktur, en güzel örneğimiz O’dur. Bizler ancak gücümüzün yettiğinden sorumluyuz. Sünnetten yüz çeviren bidat ve sapıklığa düşer. [4]

146. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk oldular.” Resûl–i Ekrem bu sözü üç defa tekrarladı.[5]

147. Ebû Hüreyre radıyallanu anh’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız.”[6]

Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir:

“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.”[7]

** Müslüman 24 saatlik gününü ve bir ömürlük hayatının her anında ibadet ederek cenneti kazanma imkanına sahiptir ve bu yolda gayret göstermek mecburiyetindedir. 2/185, 22/78 öğretildiği gibi. [8]

148. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem mescide girmişti. İki direk arasına uzatılmış bir ip gözüne ilişti:

– “Bu ip nedir?” diye sorunca, sahâbîler:

– Bu, Zeynep Binti Cahş’a ait bir iptir. Namazda ayakta durmaktan yorulunca ona tutunuyor, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:

– “Onu hemen çözünüz. Sizden biriniz canlı ve istekli olunca nâfile namaz kılsın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiği zaman ise yatıp uyusun” buyurdu.[9]

** Bu hadiste dinç ve canlı vaziyette ibadet yapılması emrediliyor, uyku, bıkkınlık, isteksizlik gibi durumlarda ibadete devam etmeye izin verilmiyor. [10]

149. Âişe radıyallahu anhâ’ dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz namaz kılarken uyku hali bastırırsa, kendisinden bu hal gidinceye kadar yatsın. Çünkü uykulu vaziyette namaz kılan kimse, belki de bilmeyerek, istiğfar edip Allah’tan bağışlanma dileyeceğim derken kendine söver, beddua eder.”[11]

150. Ebû Abdullah Câbir İbni Semüre rayıdallahu anhümâ şöyle dedi:

“Namazlarımı Nebi sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte kılardım. Onun namazı da, hutbesi de normal uzunlukta idi.”[12]

** Her yönde orta yolu tutmak islam ümmetinin hususiyetlerindendir. Namazları uzatan bir sahabiye sen fitneci misin? diyerek azarlayan peygamber (Müslim, salat 178) tüm hayatı boyunca her hal ve hareketiyle bize örnek olmuş ve Bakara: 2/143 ayetine uyma yolunu tercih etmiştir. [13]

151. Ebû Cühayfe Vehb İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Selmân ile Ebü’d–Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân, Ebü’d–Derdâ’yı ziyaret ederdi. Bir ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d–Derdâ’yı oldukça eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona:

– Bu halin ne? diye sorunca, kadın:

– Kardeşin Ebü’d–Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez, dedi. O esnada Ebü’d–Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip:

– Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum, dedi. Selmân:

– Sen yemedikçe ben de yemem, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d–Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d–Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:

– Uyu dedi. Ebü’d–Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine:

– Uyu, diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru Selmân:

– Şimdi kalk, dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d–Derdâ’ya şöyle dedi:

– Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.

Sonra Ebü’d–Derdâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ e gidip olup biteni anlattı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Selmân doğru söylemiş” buyurdu.[14]

152. Ebû Muhammed Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e benim şöyle dediğim haber verilmiş:

Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece gündüzleri muhakkak oruç tutup, geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– “Bunları söyleyen sen misin?” diye sordu. Ben de kendisine:

– Anam babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Evet, ben böyle söylemiştim, dedim. Buyurdular ki:

– “Sen buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut, hem iftar et; hem uykunu al, hem ibadet et; her aydan üç gün oruç tut; çünkü her iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir.” Bunun üzerine ben:

– Bunun daha çoğunu yapmaya gücüm yeter, dedim. Peygamber Efendimiz:

– “O halde bir gün oruç tut, iki gün tutma” buyurdu. Ben:

– Ama ben bundan daha fazlasını yapabilirim, deyince Resûl–i Ekrem:

– “Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma; bu Dâvûd aleyhisselâm’ın orucu olup, oruçların en ölçülü olanıdır” buyurdular.

Bir başka rivayette: “Bu, oruçların en faziletlisidir” şeklindedir. Ben:

– Bundan daha faziletlisine de gücüm yeter, dedim. Peygamberimiz:

– “Bundan daha faziletlisi yoktur” buyurdu.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiye etmiş olduğu, ayda üç gün orucu kabul etmem, bana ehlimden ve malımdan daha sevimli olacakmış.

Bir rivayete göre:

“Senin gündüzleri oruçlu, geceleri uyanık geçirdiğin bana haber verilmedi mi sanıyorsun?” buyurmuştu. Ben de:

– Elbette haber verilmiştir, yâ Resûlallah! dedim. Bunun üzerine:

– “Böyle yapma, bazı kere oruç tut, bazan tutma; gece hem uyu, hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyaretçilerinin hakkı vardır. Şüphesiz her aydan üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü senin için her iyiliğin on misli karşılığı vardır; bu da bütün zamanının oruçlu olması demektir.” Abdullah der ki:

– Ben artırdıkça iş aleyhime döndü. Sonra ben:

– Yâ Resûlallah! Ben kendimde güç ve kuvvet buluyorum, dedim. Buyurdular ki:

– “O halde Allah’ın Nebisi Dâvûd’un orucunu tut, daha fazlasını yapma.”

– Dâvûd orucu nedir? diye sordum.

– “Senenin yarısını oruçlu geçirmektir” buyurdu.

Abdullah yaşlandıktan sonra:

– Keşke Allah’ın Resûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olsaydım, der dururdu.

Bir başka rivayet şöyledir:

– “Senin bütün günleri oruçlu geçirdiğinden ve her gece Kur’an’ı okuduğundan haberdar olmadığımı mı sanıyorsun?” Bunun üzerine ben:

– Elbette haberdarsındır, yâ Resûlallah! Fakat ben bununla sadece hayra ulaşmayı diliyorum, dedim. Peygamber Efendimiz:

– “Allah’ın Nebîsi Dâvûd’un orucunu tut, çünkü o insanların en çok ibadet edeni idi. Ayda bir defa da Kur’an’ı hatmet” buyurdu.

Ben ise:

– Ya Resûlallah! Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter, dedim. Peygamberimiz:

– “O halde yirmi günde bir hatmet” buyurdu. Ben yine:

– Ya Resûlallah! Bundan daha fazlasını yapabilirim, dedim. O:

– “Öyleyse on günde bir hatmet” buyurdu. Ben tekrar:

– Bundan daha fazlasına gücüm yeter, yâ Nebîyyallah! diye ısrar edince:

– “Şu halde yedi günde bir hatim yap, artık bunun üzerine artırma” buyurdular. Ben artırdıkça, aleyhime artırıldı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bana dedi ki:

– “Şüphesiz ki sen bilmiyorsun, belki ömrün uzun olur?”

Abdullah İbni Amr der ki:

– Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’ in bana söylediği hale döndüm. İhtiyarlayınca, onun ruhsatını kabul etmiş olmayı çok arzu ettim.

Bir başka rivayette ise şöyledir:

“Senin çocuklarının da senin üzerinde hakları vardır.”

Bir diğer rivayette:

“Bütün zamanını oruçlu geçirenin orucu yoktur.” Bu sözünü üç defa tekrarladı.


Bir diğer rivayette:

“Allah’a en sevimli olan oruç, Dâvûd aleyhisselâm’ın orucudur. Allah’a en sevimli namaz da Dâvûd aleyhisselâm’ın namazıdır. Dâvûd aleyhisselâm gecenin yarısını uyuyarak geçirir, sonra üçte birinde namaz için kalkar, altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında kaçmazdı.”

Başka bir rivayet de şu şekildedir:

Abdullah şöyle demiştir:

Babam beni soyca üstün bir hanımla evlendirdi. Zaman zaman gelininin yanına gelir gider, ona beni sorarmış. O da dermiş ki:

– O ne iyi erkektir, evine geldiğimden beri yatağıma ayak basmadı, ne halde olduğumu da araştırmadı.

Vaziyet böyle devam edip gidince, babam durumu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e anlatmış, Peygamberimiz:

– “Onu benimle görüştür” buyurmuş. Daha sonra ben Resûl–i Ekrem ile karşılaştım. Bana:

– “Nasıl oruç tutuyorsun?” diye sordu. Ben de:

– Her gün, dedim. Sonra:

– “Nasıl hatim yapıyorsun?” dedi. Ben:

– Her gece, diye cevap verdim.

Abdullah İbni Amr daha önce geçen konuşmalarının benzerini anlattı. O, geceleyin rahat etmek için, okuduğu Kur’an’ın yedide birini, gündüz aile fertlerinden birine okuyup dinletirdi. Güçlü ve kuvvetli olmak istediğinde, bir kaç gün oruç tutmazdı. Sonra oruç tutmadığı günleri sayar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e verdiği sözden caymış olmamak için, tutamadığı günler kadar orucu kazâ ederdi.[15]

** 6 değişik rivayetin aktarıldığı bu hadis her türlü aşırılıktan uzak kalarak orta yolu tutup, peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in tavsiyelerine uymanın dünya ve ahiret saadet ve selametine vesile olacağını belirtmiş olmaktadır.

Ruhbanların yaptığı insanlardan uzak kalmak ve kişinin kendisini bitkin düşürecek ve bıkkınlık verecek derecede ibadet yapması uygun görülmemiştir. Nafile ibadetler kişiyi helal rızık kazanmaktan ve cihadın her türlüsünden alıkoymaz.
 Müslüman Allah’ın emrettiği ve peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in öğrettiği kadar ibadet ve taata ağırlık verecektir. Çünkü rahiplerin yaptığı gibi dünyadan el etek çekme ve insanlardan uzak yaşama İslamda iyi görülmemiştir. Bu konuda Hadid 57/28. ayeti bir kaç tefsirden okunmalıdır. Müslümanın hayatında en fazla ibadet ve insanlardan uzak kalma modeli Ramazan’ın son on gününde yapılan itikafta görülmektedir ki, mescidde kişinin bedeninin ihtiyacı olan iftar, sahur ve uykusunu da yerine getirerek o ibadetle meşgul olur. [16]

153. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kâtiplerinden Ebû Rib’î Hanzala İbni Rebî‘ el–Üseydî şöyle demiştir:

Ebû Bekir benimle karşılaştı ve bana:

– Nasılsın, ey Hanzala? diye sordu. Ben de:

– Hanzala münafık oldu, dedim. Ebû Bekir:

– Sübhânellah, sen ne diyorsun? dedi. Ben cevaben dedim ki:

– Bizler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunuyoruz. Bize cennet ve cehennemden bahsediyor, sanki gözlerimizle görüyormuşuz gibi oluyoruz. Onun huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce, çok şeyi unutuyoruz.

Ebû Bekir radıyallahu anh dedi ki:

– Allah’a yemin ederim ki, biz de benzeri şeylerle karşı karşıyayız. Ben ve Ebû Bekir birlikte yola düştük ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna girdik. Ben:

– Ya Resûlallah! Hanzala münafık oldu, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :

– “Bu ne demek?” dedi. Ben:

– Ya Resûlallah! Senin yanında bulunuyoruz, bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun; sanki onları gözümüzle görüyor gibi oluyoruz. Senin huzurundan çıkıp da çoluk çocuğumuzun yanına ve işimizin başına dönünce, çoğunu unutuyoruz, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :

– “Nefsimi gücü ve kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, şayet siz, benim yanımda bulunduğunuz hâl üzere devam edip zikir üzere olabilseydiniz, yataklarınızda ve yollarınızda melekler sizinle musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, bir saatinizi ibadete, bir saatinizi de dünya işlerinize ayırınız” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı.[17]

** Sahabe Nisa: 4/59 ayetini bildikleri için hemen Rasulullah’a gidip meselelerine çözüm buluyorlardı. Şimdi bizler de yine meselelerimizi ayet ve hadislere götürmek suretiyle halledebiliriz. Bu hadis bize bu yönde örnektir. Müslüman hayatının her kademesinde dünya ile ahireti aynı anda yürütebilme anlayışını göstermelidir. [18]

154. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem insanlara hitap ederken, ayakta duran bir adam gördü ve onun kim olduğunu sordu. Ashâb:

– O, Ebu İsrâîl’dir. Güneşte durmayı, oturmamayı, gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve sürekli oruç tutmayı adamıştır, dediler. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Ona söyleyiniz! Konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın” buyurdular.[19]

** Kur’an ve hadis ile haram ve helallığı kesin belli olan şeylerin yapılması veya yapılmaması konusunda adak yapılamayacağı bildirilmiştir. Allah’a yakınlık maksadı olmayan ve ibadet türlerinden de olmayan hususlarda adak caiz değildir, yasaktır. Bunların adak olduğuna inanmak da sapıklıktır. [20]


sadakat.net/riyazus-salihin-14) İbadet ve Allah’ın Emirlerine Uymada Ölçülü Olmak

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 58
[2] Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân 29.
[3] Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 58
[5] Müslim, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 5.
Bu hadis de 1738’de tekrar gelecek, gerekli açıklama orada verilecektir.
[6] Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28.
[7] Buhârî, Rikâk 18.
[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 59
[9] Buhârî, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 219. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; İbni Mâce, İkâme 184.
[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 59
[11] Buhârî, Vüdû 53; Müslim, Müsâfirîn 222. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Tirmizî, Mevâkît 146; Nesâî, Tahâret 116; İbni Mâce, İkâme 184.
Bu hadis 1186’da tekrar gelecektir.
[12] Müslim, Cum’a 41–42. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 223; Tirmizî, Cum’a 12; Nesâî, Cum’a 35; İbni Mâce, İkâme 85.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 59
[14] Buhârî, Savm 51, Edeb 86.
[15] Buhârî, Savm 55, 56, 57, Teheccüd 7, Enbiyâ 37, Nikâh 89; Müslim, Sıyâm 181–193.
[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 62
[17] Müslim, Tevbe 12–13. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59.
[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 62
[19] Buhârî, Eymân 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eymân 19.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 63


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

24 Nisan 2015 Cuma

466.İSLAM'I ANLAMADA VE YAŞAMADA DOĞRULAR -YANLIŞLAR- BİD'ATLAR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Çoğumuzun bildiği bir hadis-i şerif var. Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:

“Kim güzel bir çığır açarsa, bu işin ve o çığırda yürüyenlerin sevabı (onlardan da eksiltilmeksizin) o kimseye verilir. Her kim de kötü bir çığır başlatırsa, bu işin ve o çığırdan yürüyenlerin günahı (onlardan da eksiltilmeksizin) kendisine yazılır.”


Yaşadığımız çağda, Allah’ın Son Elçisi’nin koyduğu bu ölçüyü bir kez daha, dikkatlice düşünmek zorundayız. Zorundayız, çünkü çığırlar, icatlar, akımlar, modalar çağında yaşıyoruz.

Günlük hayatta, sanatta, edebiyatta, giyim-kuşamda, ekonomide, fikir ve düşüncede çığırlar, akımlar... Yüzlerce,binlerce...

Bu çığırlar çağında dinî yaşantımız ve anlayışımız da nasibini almakta. Allah’ın Dini’ne mal edilen sayılamayacak kadar uygulama ve anlayış... Kafalarımız karışık; doğru ne, yanlış ne?..

İşte tam bu noktada karşımıza genellikle hatırlamadığımız bir kavram çıkıyor: Bid’at.

Şimdi bid’atı yeniden hatırlama, güzelini çirkininden ayırdetme vakti. Yanlışı doğrudan ayırmak için. Zihin ve gönül karmaşasından kurtulmak için...

Rasul-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Efendimiz’in hayatta olduğu “saadet dönemi”nde yüce dinimiz en güzel şekliyle yaşanmış, toplum ve fert plânında Yüce Allah’ın muradı en ideal tarzda hayata aksettirilmiştir. İnsanlık alemi, bu dönemde “Allah’ın razı olduğu” hayat modeline bütün ihtişam ve güzelliğiyle şahit olmuştur.

Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)döneminde hayatın ideal ölçülerde yaşanması, şüphesiz ki dinimizin temel değerlerinin titizlikle korunması ilkesine riayetle mümkün olmuştur.

O’nun gözetim ve terbiyesinde yetişen Sahabe nesli de, Allah hepsinden razı olsun, yüce dinimizi en güzel biçimde yaşamış ve yabancı herhangi bir unsurun İslâm’a girmesine izin vermemiştir.

Sahabe neslinin eğitiminde yetişen Tabiûn da dinî yaşantıya yabancı unsurların karışmamasına aynı hassasiyetle dikkat göstermiş ve böylece yüce dinimiz bizlere kadar ölçüleri, kaynakları ve hayat tasavvuru ile ideal bir hayat modeli olarak intikal etmiştir.

Bununla birlikte Sahabe döneminin sonlarından itibaren, aşağıda açıklayacağımız sebeplerle ilk dönemlerde bulunmayan bazı inanç, kültür ve gelenek unsurlarına da rastlanmaya başlanmıştır.

BİD’AT NEDİR?  

Sahabe döneminden itibaren, Arap olsun, başka kavimlerden olsun, İslâm’ı yeni kabul eden topluluklar, eski inanç, gelenek ve kültürlerini ilk anda bütünüyle terkedememişler, gerek cahiliye dönemi Arabistan’ında, gerekse İran, Hint ve eski Yunan’da görülen bazı anlayış ve uygulamaları da beraberlerinde İslâm toplumuna taşımışlardır.

Öte yandan Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) döneminde bulunmayan birtakım anlayış ve uygulamaların da yeni gelişmelerle birlikte zamanla dinî hayat içinde vücut bulduğunu görüyoruz.

İşte, Rasul-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Efendimiz döneminde rastlanmayan ve din kemale erdikten sonra ortaya çıkan bu “yabancı unsurlar”ın tümüne biz, sözlük anlamıyla “bid’at” diyoruz. (İbn-i Manzûr, Lisânu ’l-Arab)

Buradaki “Din kemale erdikten sonra” ifadesi, “Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahirete intikal ettikten sonra” demektir. Bu dönemden sonra ortaya çıkmış olan ve O’nun hayatında bir örneği bulunmayan herşeye sözlük anlamıyla “bid’at” denir. Bu tanım, “bid’at” kelimesinin özünde mevcuttur.

Bid’at kelimesinin sözlük anlamından hareketle herhangi birşeyin iyi ya da kötü olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir başka deyişle, Din kemale erdikten sonra ortaya çıkan her türlü uygulama ve anlayış “bid’at” kelimesinin sözlük anlamı içine girer. Bu uygulama ve anlayışın iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu belirlemenin ölçüsü ise, onun sözlük anlamı değil, Kur’an ve Sünnet’e uygun olup olmaması, yani kavramsal anlamıdır.

Zira dinî hayat ile doğrudan ilgili olmadığı halde zamanla ortaya çıkan ve bilgisayardan otomobile, telefondan uzaya fırlatılan çok amaçlı uydulara kadar günlük hayatımıza girmiş bulunan her türlü teknolojik icat da bu kelimenin anlamına dahildir. Yani bunlar da sözlük anlamıyla birer “bid’at”tır.

Öyleyse “bid’at” kelimesinin kapsamına giren hususların hepsini aynı kalıpta değerlendirmek yanlıştır. Başka bir ifadeyle söylersek; bid’atlar içinde dinî hayatı hiç ilgilendirmeyen hususlar bulunduğu gibi, dinî hayatı yakından alakadar eden hususlar da vardır. İşte bu noktada önümüze “bid’at” kelimesinin, dinî hayat ile yakından irtibatlı olan ıstılahî (terim) anlamı çıkmaktadır.

Herhangi bir hususun dinî anlamda bid’at olarak nitelendirilebilmesi için, Kur’an ve Sünnet’te yer alan ölçülere uygun olup olmadığına bakılır.

Şu halde burada ikinci bir noktanın daha altını çizmeliyiz: Herhangi bir hususun ıstılahî anlamda “bid’at” olması da, tek başına o şeyin iyi veya kötü olduğunu göstermez. İşte bu sebeple alimlerimiz, ıstılahî bid’ati de iki ana kısma ayırarak ele almıştır.

GÜZEL BİD’AT – ÇİRKİN BİD’AT AYRIMI

Alimlerimizin, bid’atın Kur’an ve Sünnet ölçülerine uygun olup olmaması noktasında yaptığı sınıflandırmaya göre ıstılahî anlamda bid’at iki kısma ayrılır:

1-Güzel (övülmüş, teşvik edilmiş veya övgüye layık) bid’at; yani bid’at-ı hasene.

2-Çirkin (yerilmiş, sakındırılmış veya yerilmesi gereken) bid ’at; yani bid’at-ı seyyie.

Meşhur hadis ve lugat alimlerinden İbnu’l-Esîr, bu ayrımı “bid’at-ı hidayet” ve “bid’at-ı dalâlet” diye ifade etmiş (en-Nihâye) ve bu nefis tesbit üzerine konuyu şöyle detaylandırmıştır:

“Allah Tealâ’nın ve Rasulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in emrettiği hususlara aykırı olan şeyler, kötülenen ve sakındırılan bid’at kapsamına girer. Allah Tealâ’nın ve Rasulü’nün umumi teşviklerine dahil olan hususlar ise övülen bid’atlardandır. Daha önceki uygulamalarda mevcut bir örneği bulunmayan–kerem, cömertlik ve ma’ruf kapsamına giren fiiller gibi – hususlar da övülmüş fiillerdendir. Bu gibi şeylerin, dinin öngördüğü hususlara aykırı olması düşünülemez. Zira Rasul-i Ekrem(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların sevap olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Kim güzel bir çığır açarsa, bu işin ve o çığırda yürüyenlerin sevabı (onlardan da eksiltilmeksizin) o kimseye verilir.”

Bunun zıddı olan hususlar hakkında da, “Kim kötü bir çığır başlatırsa, bu işin ve o çığırdan yürüyenlerin günahı (onlardan da eksiltilmeksizin) kendisine yazılır.”

Bu ikinci durum, Allah Tealâ’nın ve Rasulü’nün emrine aykırı olan çığır için sözkonusudur.

Hz.Ömer 
(radıyallahu anh)’ın teravih namazının mescitte tek cemaat halinde kılınmasını temin ettikten sonra bu uygulama için “güzel bid’at” tabirini kullanmış olması bu bakımdan son derece önemlidir.

Bilindiği gibi Hz.Ömer 
(radıyallahu anh) zamanına kadar halk mescitte teravih namazını ya münferit olarak, ya da aynı anda namaz kıldırmakta olan birkaç imamdan birisine uyarak ayrı cemaatler halinde kılıyordu. Hz.Ömer (radıyallahu anh)bu küçük cemaatleri tek bir imamın arkasında toplamış ve bu uygulaması için “güzel bid’at” tabirini kullanmıştır.

Rasul-i Ekrem 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Efendimiz’in, teravih namazını birkaç gece cemaate kıldırdığı, sonra farz zannedilir endişesiyle terkettiği bilinen bir husustur. (Buharî, Müslim, Nesaî, Ahmed b.Hanbel.) Ancak yine bilinen bir başka husus da, Efendimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in bu namazın cemaatle kılınmasını teşvik ettiği ve şöyle buyurduğudur: “Bir kimse, imam çekilinceye kadar onunla birlikte namaz kılarsa, bu namaz, geceyi ihya etmiş olmak için yeterlidir.” (Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, vd.)

Bu hadisi nakleden sahabi Ebu Zerr el-Gıfarî 
(radıyallahu anh), Ramazan ayında Rasul-i Ekrem Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)birkaç gece mescide çıkarak kendilerine teravih kıldırdığını ve kendisinin, “Ey Allah’ın Rasulü! Bu namazı bize nafile bir namaz olarak devamlı kıldırsanız” demesi üzerine Rasul-i Ekrem Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yukarıda zikrettiğimiz cevabı verdiğini söylemiştir.

Hz.Ömer 
(radıyallahu anh)’ın bu uygulamasının, dinde yasaklanmış çirkin bir iş olduğunu söylemek (yukarıda zikrettiğimiz Nebevî uygulama ve teşvik dolayısıyla) mümkün olmadığına göre, bunun “güzel bid’at” olduğunu söylemek zorunlu olur.

Hz.Ömer 
(radıyallahu anh)’ın bu uygulaması için “çirkin bid’at” tabirini kullanmanın doğru olmadığını gösteren bir diğer delil de, yine Efendimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in şu hadisidir:

“Benim sünnetime ve benden sonra gelecek olan raşid halifelerin sünnetine sarılın.” (Ebu Davud, Tirmizî,İbnu Mâce)

Bu hadis, raşid halifelerin uygulamalarının Rasul-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in sünnetine aykırı olmak şöyle dursun, ona uygun olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bunda garipsenecek bir nokta da yoktur. Zira “raşid halifeler” dediğimiz ilk dört halife, zamanlarının büyük çoğunluğunu Rasul-i Ekrem Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ile birlikte geçirmiş, O’nun tavır, davranış ve uygulamalarının özünü ve ruhunu yakalamış, Kur’an ve Sünnet’e vakıf dirayetli ve yetkin kimselerdir. Böyle olduğu için onların yapıp ettikleri bir anlamda Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in onayından geçmiştir demek yanlış olmaz.

GÜZEL BİD’AT ÖRNEKLERİ

Güzel bid’at (bid’at-ı hasene veya bid’at-ı hidayet), yüce dinimizin gözettiği hedefleri gerçekleştirmeye yönelik olarak sonradan ortaya çıkmış olan her türlü faaliyettir.

-Rasul-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Efendimiz döneminde kürek kemikleri, hurma lifleri, deri parçaları gibi yazı malzemeleri üzerine yazılmış olan ve dağınık parçalar halinde bulunan Kur’an ayetlerinin bir kitap haline getirilerek iki kapak arasında toplanması,

-Hadislerin sıhhat durumunu tesbit etmemizi sağlayan Hadis Usulü,

-Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma metotlarını pratik kaideler halinde düzenleyen Fıkıh Usulü,

-İslâm itikadına aykırı yabancı fikir akımlarının önünü kesmek için aklî metotlar geliştirerek bize İslâm düşmanlarıyla ve itikadî bid’at gruplarıyla fikrî mücadele etme imkanı veren Kelam gibi ilim dallarının geliştirilmesi birer güzel bid’attır.

-Aynı şekilde, teravih namazının camide tek cemaat halinde kılınması da dinî bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik olduğu için güzel bid’atlar cümlesindendir.

-Yerleşim merkezlerinin büyümesi sonucu camilerde okunan ezanın uzak mesafelerden duyulmasını mümkün kılan teknolojik imkanların kullanılması,

-Camilerde namazın aksamadan cemaat halinde kılınması ve bu mukaddes mekânların temizlik, bakım gibi ihtiyaçlarının düzenli olarak yürüyebilmesi için ücret karşılığı cami görevlileri tayin edilmesi gibi uygulamalar da güzel bid’atlardandır.

Bütün bu hususlar ve daha pek çok benzerleri, “kim güzel bir çığır açarsa...” diye başlayan hadis-i şeriften ilham alınarak geliştirilen “bizi dinin maksatlarına götüren ve dinî herhangi bir ilkeye aykırı olmayan vesileler güzeldir” şeklindeki Fıkıh Usulü kaidesine dayanarak hükme bağlanmıştır.

ÇİRKİN BİD’AT ÖRNEKLERİ

“Bizi dinin maksatlarına uymayan yollara götüren ve dinî ilkelere aykırılık teşkil eden vasıtalar da kötüdür” şeklindeki kaideye dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Kur’an ve Sünnet’te yer alan herhangi bir ilke ile çatışma halinde olan her türlü dinî uygulama ve anlayış çirkin bid’attır.

Çirkin bid’atlara şu örnekleri zikredebiliriz:

-Türbelere ve kabirlere mum dikmek, ağaçlara ve türbe pencerelerine bez bağlamak, tuz serpmek.

-Haftanın bazı günlerinde yolculuğa çıkmanın, siyah kedi görmenin, baykuş ötmesinin, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inanmak.

-At nalı, nazar boncuğu gibi şeylerin, kötülük ve uğursuzluk savdığına inanmak, bu inançla bu gibi şeyleri evine, arabasına, işyerine asmak.

-Ruh çağırmak, büyü yapmak ve yaptırmak, fal bakmak, yıldızların durum ve hareketlerinden hüküm çıkarmak, burçlara inanmak, kurşun döktürmek. (Nazar ve büyünün varlığını inkâr etmek doğru değildir. Bizim burada vurgulamak istediğimiz husus, varlığını Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiğimiz bu iki hususun tedavisinde başvurulan yolların asılsızlığıdır. Nazar ve büyünün tedavisi için başvurulması gereken yöntem, Kur’an okumaktır.)

-Ölülere bağışlanmak üzere önceden Yasin okuyup şişelere doldurduğunu söyleyen bazı istismarcılara aldanarak bu şekilde “hazır Yasin” satın almak ve bunu ölülere bağışlamak.

-Gece tırnak kesmenin kısmet eksilmesine veya ömür kısalmasına sebep olacağına inanmak.

-Gece ev süpürmenin fakirliğe sebep olacağına inanmak.

-Bazı camilerin bahçelerinde bulunan şadırvanlara para atarak niyet tutmak.

-Türbelerin bahçesinde veya eşiğinde, önem verilen birisinin gelişini kutlamak için ya da yeni alınan ev, araba vs. gibi şeyler için “kan akıtmak” adı altında kurban kesmek, kanını kendi alnına veya yeni alınan şeylere sürmek.

-Ay ve güneş tutulması esnasında (ayı ve güneşi tuttuğuna inanılan şeytanları kovmak için!) teneke veya davul çalmak, silah atmak.

-Kötü bir olaydan söz eden kişinin, o olay kendi başına gelmesin diye kulağını çekmesi ve ahşaba, duvara vurması.

-Kırkını doldurmamış çocuğun tırnaklarını kesmenin, o çocuğun arsız ya da hırsız olmasına yol açacağına inanmak.

-Cinden, şeytandan, nazardan vs. korumak için yeni doğmuş çocuğun kundağının veya beşiğinin altına kurumuş insan pisliği veya mezarlıktan getirilmiş toprak koymak.

-Boyu ölçülen çocuğun kısa kalacağına inanmak.

-Gece köpek uluyan veya damında karga yahut baykuş öten ya da kapısında çıkarılan ayakkabılardan birisinin ters döndüğü evden cenaze çıkacağına inanmak.

-Yolculuğa çıkan kimsenin arkasından su serpmek.


E. Sifil 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Nisan 2015 Salı

465.SAHİH bir HADİS için GEREKLİ ŞARTLAR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


"Sahih hadisler" konusunu da ele aldıktan sonra "Riyazüs salihin" den çıkardığım ibadete yönelik tüm sahih hadisleri yayınlamaya başlıyacağım inşallah. (Sahih hadisle amel etmek, zorunlu olan bir husustur. Alimlerin ittifakına göre, şartlarını taşıyan Sahih bir hadis, işitende bilgi ve kat'î kanaat meydana getirir ve kişinin, hadisin gereği ile amel etmesini zorunlu kılar.)

Rabbim hepimize amel etmeyi nasip etsin. Amin.

SAHİH hadis
, ameli gerektiren yani kendisiyle amel etmek vacib olan makbul hadis.

Hadis usulü alimlerinin ittifaklı olarak yaptıkları tarife göre sahih hadis; "Şazz ve illetli olmayarak, isnadı Rasûl-i Ekrem'e veya Sahabeden yahut daha sonrakilerden birine varıncaya kadar adâlet ve zabt sâhibi kimselerin yine kendileri gibi adâlet ve zabt sahibi kimselerden muttasıl senedlerle rivayet ettikleri hadistir" (İbn Kesir, İhtisaru Ulumil-Hadîs, thk, Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut 1951, s. 21).

Sahih hadisle ilgili yapılan bu tariften kendisiyle amel etmeyi gerektiren sahih bir hadisin, metin ve isnadında başlıca beş şartı taşıması gerektiğini göstermektedir.

1. Sahih hadisin isnadı muttasıl olmalıdır. Yani isnadda yer alan ilk raviden son ravisine varıncaya kadar isnadı muttasıl, kesintisiz olmalıdır. Bu nedenle sahih hadisin vasıfları anlatılırken "muttasıl" veya "mevsul" ifadeleri kullanılır. İsnadda ittisalin şart koşulması ile munkatı, mu'dal, mürsel ve müdelles gibi çeşitli inkitalarla gelen hadisler, sahih hadis tarifi dışında bırakılmıştır. Makbul olan görüşe göre mürsel hadis sahih değil, zayıftır. Aynı şekilde munkatı hadis de sahih değildir. Zira onun da isnadında bir kişi düşmüştür veya senedinde müphem olan bir kişi zikredilmiştir. Sened'de müphem bir ravinin yer alması ise, ondan bir kişinin düşmesine benzemektedir. Mu'dal da bu durumdadır; zira mu'dal hadis, senedinden iki veya daha fazla râvisi düşen hadistir (Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, s. 119).

2. Sahih hadis şazz olmamalıdır. Şazz hadis, ravileri adâlet ve zabt yönünden güvenilir, muttasıl isnadla gelmiş olan fakat daha kuvvetli isnadla gelen aynı hadisin diğer rivayetine veya rivayetlerine muhalefetle münferid kalan hadistir. Böyle durumlarda, daha güvenilir olan ravinin rivayeti tercih olunur; diğer rivayet ise sahih olma vasfını kaybeder.


 3. Sahih hadis muallel olmamalıdır. Muallel, dış görünüşü itibariyle (zahiren) illetten salim gibi görünse de metni veya isnadında sıhhatini zedeleyen gizli bir illeti ortaya çıkan hadis demektir.

İllet, hadisi zaafa düşüren bir kusurdur. Bu kusur tesbit edilinceye kadar, zâhirî olarak sahih olduğu sanılan hadis, kusurun anlaşılmasından sonra sahih olma özelliğini kaybeder.

4. Sahih hadisin ravileri âdil yani adâlet vasfına haiz olmalıdır. Adâlet ise, insanı takva ve mürüvvet sahibi yapan bir melekedir. Zira insanın şirk, fısk ve bid'at gibi her türlü büyük ve küçük günahlardan sakınması, ancak bu meleke sâyesinde mümkün olabilir. Bu nedenle takva ve mürüvvet sâhibi râvilere, hadis ıstılahında adl veya âdil denilmiştir (Nureddin Itr, Mu'cemill-Mustalahâtil-Hadîsiyye, Dımaşk 1977, 5-64).

5. Sahih hadisin râvileri zabt sâhibi kimseler olmalıdırlar. Zabt, ravinin, rivayet ettiği hadiste, yahut hadisi yazmış ise, kitabında fazla hata yapmayacak derecede hâfız, dikkatli ve titiz olmasını sağlayan bir melekedir (Nureddin Itr, a.g.e., s. 60). Ravilerde zabt vasfının şart koşulması, galatı çok, gafleti fâhiş olan kimselerin hadislerini sahihin dışında bırakmak içindir (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1981, s. 384).

Hadis alimlerine göre, sahih hadisle ilgili aranan bu şartları kendisinde bulunduran hadisin sahih olduğuna hükmedilir. Diğer taraftan bazı hadislerin sıhhati üzerinde hadis alimleri arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkmış olması da bir gerçektir. Bu durum, aranan bu beş şartın o hadislerde bulunup bulunmadığı hususunda ortaya çıkan görüş ayrılığından kaynaklanmaktadır. Çünkü bazı muhaddislerin tadil ettikleri bir ravi, diğer bazıları tarafından cerhedilmiş ise, ravi üzerinde hasıl olan bu görüş ayrılığı, o ravinin rivayet ettiği hadisin sıhhati üzerinde de ortaya çıkar. Raviyi tadil edenler hadisi sahih kabul ederken; cerhedenler, onun sıhhati üzerinde tereddüd gösterirler.

Adalet ve zabt şartı, her ravide ve her insanda aynı derecede bulunmaz. Bazı kimseler, çok daha âdil ve çok daha hâfız oldukları halde, diğer bazıları, bunlara nisbetle daha az âdil ve daha az hafızdır. Bu azlık, onları zayıf hadis râvileri seviyesine düşürmese bile, diğerlerine kıyasla daha aşağı derecede olduklarına kolayca hükmedilebilir. Bu sebeple, denebilir ki, ne kadar sahih hadis râvisi varsa, o kadar da birbirinden farklı adalet ve zabt dereceleri vardır. İşte râvilerin adâlet ve zabt yönünden bu farklı durumları, onlar tarafından rivayet edilen hadislerin de birbirinden farklı sıhhat derecelerinde bulunması sonucunu doğurur. Buna göre, ravileri adâlet ve zabt yönünden en üstün derecede bulunan bir hadisin, sıhhat yönünden de en üstün derecede bulunduğuna hükmedilir. Bu hüküm, bazı muhaddisleri, adâlet ve zabt yönünden en üstün seviyede bulunan hadis ravilerinden müteşekkil isnadları esahhu'l-esânîd (isnadların en sahîhi) vasfı ile belirtmelerine yol açmıştır (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1981, s. 386).

Sahih hadis için aranan şartların her râvide farklı şekilde olması sebebiyle, sahih hadisin de kısımları bulunabilmektedir. İbnü's-Salah'a göre sahih hadis; isnadı yönünden, meşhûr, azîz veya garip olur (İbmi's-Salah Ulumul-Hadîs, Tahkik. Nureddin Itr, Beyrut 1981, s. 11). Ancak hadis ehlinin sıhhati üzerinde ittifak ettiği (müttefekun aleyh) hadislerin yanında, mezkûr vâsıfların bulunması üzerindeki ihtilafları sebebi ile sıhhati üzerinde ihtilaf ettikleri (muhtelefûn fîh) hadisler de bulunmaktadır.

Sahih hadis, "sahih lizatihi" ve "sahih ligayrihi" olmak üzere iki kısma ayrılır.

Sahih lizâtihi, makbuliyet ve sahihlik şartlarını en üstün derecede kendisinde bulunduran hadistir.


 Sahih ligayrihi, bazı kusur sebebiyle bu sıfatların en üstün derecesine şâmil olmaz, fakat isnadının çokluğu gibi mevcut kusuru giderecek hususiyetleri bulunursa, bu çeşit hadisler de sahihtir; ancak bunlara sahih lizatihi değil, sahih ligayrihi denir. Hasen hadisler de sahihin altında bulunan hadislerdir (İbn Hacer, Nüzhetü'n-Nazar, Medine (t.y), s. 29; Kasimî, Kavaidıı't-Tahdîs, Dimaşk 1925, s. 56).

Sahih hadise müsned, muttasıl dendiği gibi; mütevatir ve ahâd da denir. Ayrıca garib ve meşhur demek de mümkündür (İbn Kesir, a.g.e., s. 22).

Sahih hadislerin Buhârî ve Müslim'in kitaplarına göre kısımlara ayrılması da muhaddisler arasında meşhur olan bir değerlendirme tarzıdır. Zira hadis âlimleri, Buhârî ve Müslim'in sahih hadisleri seçip kitaplarına almak hususunda büyük dikkat ve titizlik göstermiş oldukları görüşü üzerinde ittifak etmişlerdir.


Bu sebeple Buharî ve Müslim'in "Sahih"leri, tasnif olunmuş hadis kitapları arasında en güvenilir kitaplardır. 

İslâm âlimlerinden bunun aksine bir görüş ileri süren kimse yoktur. Ancak müsteşrikler ve onların etkisinde kalmış olan bazı yazarların görüşünde bu ittifakın bir önemi olmaz. Mısırlı yazarlardan Mahmud Ebu Reyye, Buhârî ve Müslim'in zayıf hatta mevzû hadislerle dolu olduğu intibaını vermek için zihin ve hakikatleri saptırmaya başvururken hayli yorulmuştur (Mahmud Ebu Reyye, Adva ale's-Sünnetil-Muhammediyye, Mısır 1957, s. 296, terc. Muharrem Tan, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, İstanbul 1988, s. 355-356).

Araştırmacı ve gerçek hadis alimlerine göre, Buhârî ve Müslim (Sahihayn)'deki bütün hadisler sahihtir. Hiç birinde tenkid veya zayıflık sebebi yoktur (Ahmed Muhammed Şakir, el-Bâisul-Hasîs, Beyrut 1951). Darekutni ve başka hadis alimlerinin Sahihayn'ın bazı hadislerini tenkid etmiş olmaları, o hadislerin zayıf veya mevzu olduğu anlamına gelmez. Binaenaleyh Dârekutnî ve başkaları Buhârî ve Müslim'in kitaplarında gerekli gördükleri hadisleri tenkit etmişlerdir. Yapılan tenkit, hadislerin isnadı ile ilgili olup metinlere yönelik değildir.

Bilindiği gibi sahih hadisleri ilk defa toplayan ve tasnif eden muhaddis, Buharî"dir. Buhârî'yi talebesi Müslim takib etmiştir. Gerek Buharinin gerek Müslim'in kitaplarında bulunan hadislerin sıhhat bakımından dereceleri, yine onların ittifak etmelerine ve infirad etmelerine göre tesbit edilmiştir.


Sahih hadisler için yapılan dereceler yedi kısımda mütalaa edilmiştir. Bu dereceler şöyledir:

1. Buhârî ve Müslim'in müştereken kitaplarına aldıkları hadisler bunlara "müttefakun aleyh" denir. Bu konuda yapılmış bazı çalışmalar bulunmaktadır. En son çalışma Muhammed Fuad Abdülbâkî tarafından "El Lü'lü vel-Mercân fima't-tefaka aleyhiş-Şeyhân" adıyla yapılmıştır. Bu çalışma Türkçeye de tercüme edilmiştir. Bu araştırmaya göre müttefekun aleyh niteliğinde ve birinci derecede sahih hadis miktarı 1906'dır.

2. Buhârî'nin yalnız başına rivâyet ettiği hadisler;

3. Müslim'in yalnız başına rivâyet ettiği hadisler;

4. Her ikisinin de şartlarına uymakla beraber Buhârî ve Müslim'in kitaplarına almadıkları hadisler;

5. Buhârî'nin, şartlarına uymakla beraber kitabına almadığı hadisler;

6. Müslim'in, şartlarına uyduğu halde kitabına almadığı hadisler;

7. Her ikisinin de şartlarına uymamakla beraber, diğer hadis imamlarına göre sahîh olan hadisler.

Bu derecelere göre, her kısımda bulunan hadisler, kendilerinden sonraki kısımlara dâhil hadislerden daha sahihtir (Tahir el-Cezâirî Tevcîhu'n-Nazar, Beyrut (t.y)., s. 119).

Sahih hadisle amel etmek, zorunlu olan bir husustur. Alimlerin ittifakına göre, şartlarını taşıyan Sahih bir hadis, işitende bilgi ve kat'î kanaat meydana getirir ve kişinin, hadisin gereği ile amel etmesini zorunlu kılar. İsterse bu tür bir sahih, mütevatir değil ahad hadis olsun. Haber-i vahidlerin de bilgi ifade ettiklerini savunan alimler bulunmaktadır. Burada mühim olan, bilgi ifadesi değil, sahih haberin amelde esas olmasıdır (İbn Hazm, El-İhkam fî Usulil Ahkam, Beyrut 1983, I,119; Serahsi, Usul, İstanbul (t.y), I, 112; Ali Osman Koçkuzu, Hadis İlimleri ve Hadis Tarihi, İstanbul 1983, s. 112).

Sabahaddin YILDIRIM

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR