21 Ağustos 2025 Perşembe
Hasenatlarının Mizan'da ağır gelmesini ister misin?
114-NÂS SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Adını her âyetinin sonunda yer alan nâs (insanlar) kelimesinden alır. Altı âyet olup fâsılası ”س“ harfidir. Felak sûresiyle birlikte Muavvizeteyn (Muavvizetân: her türlü kötülükten Allah’a sığınmayı ifade etmekle başlayan iki sûre) ve Mukaşkışetân (şirk ve nifak hastalığından uzak olmaya vesile olanlar), İhlâs ve Felak sûreleriyle birlikte Muavvizât adını alır. Nâs sûresinin Felak sûresiyle birlikte nâzil olduğu konusunda ittifak varsa da Mekke döneminde mi yoksa Medine döneminde mi indirildikleri hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak sûrenin muhteva ve üslûbu Mekkî olduğu yönündeki görüşleri kuvvetlendirmektedir (nüzûl zamanı ve nüzûl sebebiyle ilgili değerlendirmeler için bk. FELAK SÛRESİ).
Felak sûresinde olduğu gibi Nâs sûresinde de kötülüklerinden Allah’a sığınılacak şeyler bildirilir. Sûrede, pusuda bekleyip kötü düşünceler aşılayan cin ve insan şeytanının şerrinden Allah’a sığınılması emredilmektedir. İlk üç âyetinde Allah’ın “rab, melik, ilâh” sıfatlarına vurgu yapılması O’nun ebeveyn şefkati gibi insanlara olan yakınlığına, koruyuculuğuna, bütün kötülükleri etkisiz kılma hâkimiyet ve gücüne işaret etmektedir.
4. âyette kötülüklerinden sığınılacak varlıkların nitelikleri belirtilirken kullanılan “vesvâs” kelimesi “sürekli vesvese veren, gizli telkinlerde bulunan” anlamına gelir. Bu kavramın Kur’an’daki kullanılışı göz önünde bulundurulduğunda vesvese veren şeytanın, kişinin nefsânî arzuları ve kötü insanlardan ibaret olduğu anlaşılır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vesvese” md.). Aynı âyette yer alan hannâs (sinsi) kelimesi de kendisinden sığınılacak varlığın niteliğini göstermektedir.
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Nâs sûresinde Allah’ı niteleyen “rab, melik, ilâh” kelimelerinin dar kapsamlı “nâs” yerine felak sûresindeki gibi bütün yaratılmışları içine alan “mâ halak” (yarattığı her şey) terkibine izâfe edilmemesinin sebebini şöyle açıklamaktadır: İçlerinde rab edinilenler ile hükümdarların bulunması ve Allah’tan başkasına ibadet yapılmasıyla bilinen varlık türü insandır. Sûrede insanları yaratan, rahmetiyle geliştirip yaşatan, bütün bir kâinata olduğu gibi onlara da hâkim bulunan ve tapınılmaya yegâne lâyık olanın sadece Allah olduğu mesajı verilmektedir. Ayrıca İslâm anlayışına göre insan kâinatın en değerli varlığıdır, ona nisbet edilen şeyler (rab, melik, ilâh) bütün yaratıklara nisbet edilmiş sayılır (Âyât ve süver, s. 128-130).
Nâs sûresinin faziletine dair birçok rivayet nakledilmiştir. Genellikle İhlâs ve Felak sûrelerinin de yer aldığı rivayetlerde Muavvizât’ın Kur’an’ın üçte birine denk gelen fazileti, şifa verici ve koruyucu özellikleri, yatmadan önce ve her namazdan sonra okunmasının gereği vurgulanmaktadır. Hz. Âişe’den nakledilen bir hadise göre Resûlullah rahatsızlık zamanında ve gece yatağa gireceği sırada İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini üç defa okuyup avuçlarına üfler ve elleriyle bütün vücudunu sıvazlardı (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 98; sûrenin faziletiyle ilgili diğer rivayetler için bk. Şevkânî, V, 518-519; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, s. 414-437).
Nâs sûresiyle ilgili olarak yapılan çalışmalar arasında İbn Sînâ’nın (Delhi 1311/1893; nşr. Hasan Âsî, et-Tefsîrü’l-Ḳurʾânî ve’l-luġatü’ṣ-ṣûfiyye fî felsefeti İbn Sînâ, Beyrut 1403/1983, s. 121-125), Burhâneddin İbrâhim b. Muhammed el-Meymûnî’nin (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 151), Muhammed b. Abdülvehhâb’ın (nşr. Fehd b. Abdurrahman b. Süleyman er-Rûmî, Mecelletü’l-buḥûs̱i’l-İslâmiyye, sy. 33 [Riyad 1412/1992], s. 143-179) ve Ali Şerîatî’nin (el-Münteḳā, IV/12 [1988], s. 75-84) Tefsîru sûreti’n-Nâs adını taşıyan eserleri zikredilebilir.
Müellif: M. KÂMİL YAŞAROĞLU
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḫns”, “vss” md.leri.
Lisânü’l-ʿArab, “ʿavẕ”, “ḳşş” md.leri.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vesvese” md.
Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14.
Ebû Dâvûd, “Edeb”, 98.
Mâtürîdî, Âyât ve süver min Teʾvîlâti’l-Ḳurʾân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu – Bekir Topaloğlu), İstanbul 2003, s. 128-130.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXII, 197-199.
Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, V, 518-519.
İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâʾilü süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 414-437.
20 Ağustos 2025 Çarşamba
Bir dakikada Kuran'ın üçte birini okumuş olmak ister misin?
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, ashabına "Sizden biriniz bir gecede Kur'an'ın üçte birini okumaktan aciz olur mu?" diye sorar.
Bu onlara zor gelir: "Ya Resulallah, hangimiz buna güç yetirebiliriz?" derler.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: "Allahü'l Vâhidü's-Samed (İhlâs) sûresi Kur'an'ın üçte biridir." buyurur.
(Buhari, Fedailu'l-Kur'an, 13; Müslim, Müsafirûn, 259; Tirmizi, Fedâilu'l-Kur’an, 11)
114-Nâs Suresi - 1-6 . Ayet Tefsiri
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1-6﴿ De ki: “Cinlerden olsun insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mâbuduna sığınırım!”
19 Ağustos 2025 Salı
Bütün bir gece boyunca namaz kılmış gibi ecir sahibi olmak ister misin
Osman İbni Affân radıyallahu anh şöyle dedi:
114-Nâs Suresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
Hakkında
Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir. Nâs, insanlar demektir.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada yüz ondördüncü ve son, iniş sırasına göre yirmi birinci sûredir. Felak sûresinden sonra, İhlâs sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Felak sûresinin Medine’de indiğini söyleyenler Nâs sûresi için de aynı şeyi söylemişlerdir (bk. Şevkânî, V, 620; İbn Âşûr, XXX, 631).
Konusu
Sûrede sinsice kötülüğe sürükleyen cinlerin ve insanların şerrinden Allah’a sığınılması öğütlenmektedir.
18 Ağustos 2025 Pazartesi
Cennet'in hazinelerinden bir hazine ister misin?
Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
113-FELAK SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Adını ilk âyette geçen felak kelimesinden alır. Beş âyet olup fâsılaları ب، د، ق harfleridir. Nâs sûresiyle birlikte “muavvizeteyn”, İhlâs ve Nâs sûreleriyle birlikte “muavvizât” adını alırlar.
Felak ve Nâs sûrelerinin beraber nâzil olduğu konusunda ittifak varsa da Mekkî mi Medenî mi oldukları hususu ihtilâflıdır. Hasan-ı Basrî, Atâ, İkrime ve Câbir b. Zeyd’e göre bu iki sûre Mekkî, Abdullah b. Zübeyr ve Katâde’ye göre ise Medenî’dir. Sûrelerin Medenî olduğunu söyleyenlerin delillerinden biri, Medine’de bir yahudi tarafından Hz. Peygamber’e büyü yapılması üzerine muavvizeteynin indiği yolunda rivayet edilen hadistir (Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, VIII, 687-688; Şevkânî, V, 519). Âlûsî bu rivayete dayanarak sûrenin Mekkî olduğunu söyleyenlere itibar edilemeyeceğini ileri sürer (Rûḥu’l-meʿânî, XXX, 278-279). İbn Abbas’ın bir rivayete göre Mekkî, bir başka rivayete göre Medenî dediği de nakledilir (İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, IX, 270; Ebû Hayyân el-Endelüsî, VIII, 529). Ancak muavvizeteynin üslûp ve muhteva bakımından Mekkî sûrelere benzerlik gösterdiği görülür. Öte yandan diğer peygamberler için olduğu gibi Hz. Peygamber hakkında da “sihirbaz, sihre yakalanmış” türünden iddiaların ileri sürülmesi, fiilen onun sihre mâruz kalmasını imkânsız kıldıktan başka Resûl-i Ekrem’e yönelik bu tür ithamları içeren ifadelerin Mekkî sûrelerde yer aldığı dikkat çekmektedir. Aslında Resûlullah’ın hayatına dair sahih rivayetlerle belgelenemeyen büyü iddiasına muavvizeteynin Medenî oluşuyla istidlâl edilmesi, delille delilin ispat edeceği konu (medlûl) arasında yer değiştirme gibi metot bakımından yanlış bir işin yapılması sonucunu doğurmaktadır. Buna göre önce Hz. Peygamber’e Medine’de büyü yapıldığının ve muavvizeteynin bu münasebetle nâzil olduğunun ispat edilmesi, sonra da bu sûrelerin Medenî özelliği taşıdığının ortaya konması gerekir. Halbuki bunların hiçbiri ilmen mümkün olmamaktadır.
Abdullah b. Mes‘ûd’un, Kur’an’dan olmadıkları gerekçesiyle Felak ve Nâs sûrelerini kendi tertip ettiği mushafa almadığı rivayet edilirse de (Müsned, V, 129; İbn Kesîr, VIII, 549-551; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, VIII, 683) her iki sûrenin de Kur’ân-ı Kerîm’e dahil bulunduğu hususunda icmâ vardır ve resmî mushaflarda son iki sûre olarak yer almışlardır (geniş bilgi için bk. MUSHAF; MUAVVİZETEYN; Buhârî, “Tefsîr”, 113; Kurtubî, XX, 251; Şevkânî, V, 518-519).
Sûreye felakın rabbine sığınma emriyle başlanmaktadır. Felak kelimesi etrafında çeşitli yorumlar yapmak mümkündür (bk. Elmalılı, IX, 6367-6373). Ancak ilk âyetin bir sonraki âyetle bağlantısı hesaba katıldığı takdirde bu kelimenin, kâinatın yokluk alanından bir patlama ile ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifade ettiğine hükmedilebilir. Çünkü ikinci âyet Allah’ın yarattığı her şeyin zararından, üçüncü âyet bastıran karanlıkların şerrinden Allah’a sığınmak gerektiğini bildirmektedir. Buradaki “bastıran karanlık” gece karanlığını, zulüm ve cehalet karanlığını, karanlık düşünceleri ve insanın içine çöken, onun iç dünyasını karartan kin, öfke, şehvet ve kıskançlık gibi şeyleri içine alan kapsamlı bir ifadedir.
Dördüncü âyet, “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” de Allah’a sığınmanın gereğini dile getirmektedir. Bu ifade, fiilen mevcut olup olmaması bir yana, varlığına inanılıp etkileri altında kalınan üfürükçülük ve büyücülük gibi ruhî etkileşimlerden başka, kötü fikirlerin ve sapık ideolojilerin tesiriyle insanların, içindeki inanç düğümlerinin çözülüp küfür ve ümitsizlik karanlıklarına düşmelerine de işaret etmektedir. Ayrıca âyetin, bir düğmeye basıp bir nükleer sistemi harekete geçirmek suretiyle doğabilecek büyük felâketlere de dolaylı bir şekilde değindiğini söylemek mümkündür. Sûrenin son âyetinde, kıskançlığı tutan hasetçinin şerrinden Allah’a sığınmanın önemine dikkat çekilmiştir.
Gerek Felak sûresinde gerekse ardından gelen Nâs sûresinde kötülüklerinden Allah’a sığınılacak şeyler bildirilirken önce tabiat kuvvetlerinden, sonra kötü insanlardan, en sonunda da gözle görülmeyen varlıklardan (cin) söz edilmektedir ki burada somuttan soyuta, sakınılması kolay olandan zor olana doğru bir sıralanış dikkat çekmekte, dolayısıyla sığınmanın önemi ve yöntemi öğretilmektedir. Hemen belirtilmelidir ki sığınma yalnız sözle değil gelebilecek zararlara karşı mümkün olan bütün tedbirlerin alınmasıyla gerçekleşir.
Sûrenin faziletine dair Hz. Âişe’den rivayet edilen bir hadise göre Resûl-i Ekrem rahatsızlık ânında ve gece yatağına gireceği sırada İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okuyup avuçlarına üfler ve elleriyle bütün vücudunu sıvazlardı (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 98; Tirmizî, “Daʿavât”, 21).
Ukbe b. Âmir’den gelen bir rivayette de Hz. Peygamber’in kendisine şöyle dediği belirtilmiştir: “Ey Ukbe! Sen ‘Kul eûzü bi-rabbi’l-felak’ sûresini oku; zira Allah’a bu sûreden daha sevimli gelen ve daha beliğ olan hiçbir sûre okuyamazsın; mümkün oldukça onu oku” (Müsned, IV, 149, 155: sûrenin fazileti hakkındaki diğer rivayetler için bk. İbn Kesîr, VIII, 550-553; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, VIII, 684-688; Şevkânî, V, 518-519). Bazı tefsirlerde yer alan (meselâ bk. Zemahşerî, IV, 657; Beyzâvî, II, 629) ve muavvizeteyni okuyan kimsenin sanki Allah’ın indirdiği bütün kitapları okumuş gibi olacağını ifade eden hadisin mevzû olduğu kabul edilmiştir (İbnü’l-Cevzî, el-Mevżûʿât, I, 239-241; Zerkeşî, I, 432).
Müellif: EMİN IŞIK
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât “flḳ” md.
Müsned, IV, 149, 155; V, 129.
Buhârî, “Tefsîr”, 113, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14.
Ebû Dâvûd, “Edeb”, 98.
Tirmizî, “Daʿavât”, 21.
Hasan-ı Basrî, Tefsîr (nşr. Muhammed Abdürrahîm), Kahire 1992, II, 445-447.
İbnü’l-Cevzî, el-Mevżûʿât (nşr. Abdurrahman M. Osman), Medine 1386/1966, I, 239-241.
a.mlf., Zâdü’l-mesîr, IX, 270.
Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ, Beyrut 1403/1983, VIII, 529.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), IV, 655-657.
Kurtubî, el-Câmiʿ, XX, 251.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VIII, 549-553.
Zerkeşî, el-Burhân, I, 432.
Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, İstanbul 1314, II, 546-570, 629.
İbn Hacer, el-Kâfi’ş-şâf (Zemahşerî, el-Keşşâf [Beyrut] içinde), IV, 657.
Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, Kahire 1314, VIII, 684-688.
a.mlf., el-İtḳān (Bugā), I, 29-55.
Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, V, 518-519.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XXX, 278-285.
Elmalılı, Hak Dini, IX, 6367-6373.
17 Ağustos 2025 Pazar
Öldükten sonra da amellerinin kesilmemesini ister misin?
Ebû Hüreyre radıyallahu anh"dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsan ölünce şu üçü dışında amelleri(nin sevabı) kesilir: Sadaka-i câriye (faydası süregelen hayır), faydalanılan ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyye, 14)
113-Felak Suresi - 5 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾5﴿ Bir de kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden!”
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Kıskanç kişi” diye çevirdiğimiz hâsid kelimesi “kıskanmak” anlamına gelen hased kökünden sıfat olup kıskançlık ve çekememezlik duygusunun tesirinde kalan kişiyi ifade eder. Bu duygunun etkisiyle “birinin sahip olduğu nimetin zevalini arzulama” anlamına gelen haset, İslâm ahlâk kaynaklarında başlıca kötülük sebepleri arasında gösterilmiştir. Bir tür ruh hastalığı kabul edilen hased duygusunun insan tabiatındaki bencillik eğiliminden, dolayısıyla başkalarının kendisinden daha üstün durumda olmasına tahammül edememesinden kaynaklandığı, bu durumun onu bir tür bunalıma soktuğu bildirilmektedir. Bu sebeple âyette, kıskançlığı tutan hasetçinin şerrinden Allah’a sığınmanın önemine dikkat çekilmiştir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/109).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:722
16 Ağustos 2025 Cumartesi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bizzat kendisinin sana cenneti garanti etmesini ister misin?
113-Felak Suresi - 4 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾4﴿ Düğümlere üfürenlerin şerrinden;
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Üfürenler” diye çevirdiğimiz neffâsât kelimesi hem erkek hem de kadın için kullanılır (bk. Abduh, s. 181). Âyet metnindeki ukad ise “düğüm” anlamına gelen ukde kelimesinin çoğuludur. “Düğümlere üfürenler” diye tercüme ettiğimiz ifade, “kadın sihirbazlar, sihirbaz insanlar, sihirbaz gruplar” anlamlarında da yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, IV, 301). Zemahşerî, âyette Allah’a sığınılması emredilen asıl kötülüğün ne olduğu hususunda şu ihtimalleri sıralar:
a) Sihir ve büyü ile uğraşanların yaptıkları işten ve bunun günahından;
b) Büyücü kadınların, bu işle insanları fitneye düşürmelerinden ve bâtıl şeylerle insanları aldatmalarından;
c) Sihirbazlar üfürdükleri zaman onların büyülemesinden değil, Allah’tan gelebilecek musibetlerden (bk. IV, 301).
Râzî, neffâsât kelimesini, “cinsel cazibeleriyle erkekleri âdeta büyülercesine etkileyip türlü türlü işler yaptıran kadınlar” şeklinde özetleyebileceğimiz mecazi bir anlamda yorumlamanın uygun olacağını belirtmiştir (XXXII, 197).
Bununla birlikte yaygın yoruma göre burada gerçek büyücü ve üfürükçüler kastedilmiş ve kadınıyla erkeğiyle büyü ile meşgul olan herkesin şerrinden Allah’a sığınılması emredilmiştir. Câhiliye döneminde ipi düğümleyerek ve düğümlere bir şeyler okuyup üfleyerek büyü yapıldığı birçok kaynakta zikredilmiştir. Âyette düğümlü ipe üflenerek yapılan büyünün etkisinden ve şerrinden değil, bunu yapanların kötülüğünden söz edilmiştir. Çünkü bu tür işlerle meşgul olanlar insanları aldatmakta, kafalarını karıştırmakta, onları bilhassa sıkıntılardan kurtulma hususunda gerçeklere yönelmekten ve bilime uygun tedbirlere başvurmaktan alıkoymakta, yanlış yollara ve davranışlara yönlendirmektedirler. Âyet, müminlerin büyücü ve üfürükçülere itibar etmemeleri, onlardan uzak durmaları, onlara değer vermekten sakınmaları gerektiğini de ortaya koymaktadır. Nitekim Taberî’nin naklettiği bir rivayete göre Hasan-ı Basrî, bu âyet söz konusu olduğunda “Sihre bulaşanlardan sakının” demiştir (XXX, 353; bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/102 ).
Felak ve Nâs sûrelerinin Medine’de indiğini söyleyen müfessirler burada bir yahudi tarafından Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını, bu sebeple onun altı ay veya daha fazla bir süre rahatsızlanıp söylemediği bir sözü söylemiş ve yapmadığı bir şeyi yapmış gibi hayal ettiğini, bunun üzerine Felak ve Nâs sûrelerinin indiğini ve Resûlullah’ın bunları okuyarak şifa bulduğunu bildiren rivayetlere dayanmaktadırlar (bk. Kurtubî, XX, 253).
Ancak diğer Mu‘tezile âlimleri gibi Zemahşerî de âyetle ilgili yorumunda, bu tür uygulamaların gerçekliğine ve etkilerine inanmayı kesinlikle reddeder (bk. IV, 301). Son dönem âlim ve müfessirlerinden Muhammed Abduh, böyle bir olayın peygamberin ve vahyin sihir vb. beşerî etkilerden korunmuşluğunu ifade eden âyetlere (bk. Mâide 5/67; Hicr 15/9) aykırı olduğunu ileri sürerek ilgili rivayetlerin kabul edilemeyeceğini söylemiştir (Tefsîru cüz’i Amme, s. 181-182).
Benzer görüş Reşîd Rızâ tarafından –mevcut psikolojik bulgulara da dayanılarak– daha ayrıntılı bir şekilde ifade edilmiştir (bk. Menâr, I, 398 vd.).
Bizim kanaatimize göre, bilgi ve inanç konularında mütevâtir olmayan rivayetlerin dayanak olamayacağı birçok Sünnî âlimin üzerinde birleştiği bir kural olup peygambere büyü yapıldığı iddiasının hem bilgi hem inanç alanlarıyla ilgisi bulunduğundan bu konuda mütevâtir olma değeri taşımayan rivayetlere itibar edilmemesi gerekir (ayrıca bk. Alâeddin es-Semerkandî, Mîzânü’l-usûl, s. 434).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:721-72215 Ağustos 2025 Cuma
Allah yolunda cihad eden yada sürekli oruç tutan yada sürekli namaz kılan bir kişinin ulaştığı ecir gibi bir ecrin sahibi olmak ister misin?
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
113-Felak Suresi - 3 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾3﴿ Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden;
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Gece” diye çevirdiğimiz gâsık kelimesine müfessirler “soğuk, Süreyya yıldızı, güneş, ay, yılan ve zarar veren her şey” mânalarını da vermişlerdir (bk. Râzî, XXXII, 194-195; Şevkânî, V, 616). Buna göre bastırdığında soğuğun, battıklarında Süreyya yıldızı veya güneşin, tutulduğunda ayın, soktuğunda yılanın ve zarar veren her şeyin şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Ancak burada da müfessirlerin çoğunluğu bizim meâlde verdiğimiz “gece” mânasını tercih etmişlerdir. Çoğu zaman ve özellikle bu âyetlerin indiği devirlerin şartlarındaki insanlar için gece karanlığı korkutucu ve ürperticidir; faydaları yanında bazı sıkıntıları da vardır. Çünkü gece karanlığında insanın faaliyetleri zorlaşır, gündüzün yapılan işlerin bir kısmı gece yapılamaz, hatta bazan imkânsız hale gelir; yolcu yolunu şaşırır, düşmana karşı korunmak güçleşir. Râzî şöyle der: “Geceleyin yırtıcı hayvanlar inlerinden, haşereler yerlerinden çıktığı, hırsızlar ve soyguncular hücuma geçtiği, yangınlar olduğu ve yardım imkânı azaldığı için gecenin şerrinden Allah’a sığınılması emredilmiştir (bk. XXXII, 195).
“Çöken karanlık” mecazi anlamda zulüm ve cehalet karanlığı, karanlık düşünceler ve insanın içine çöken, onun ruh dünyasını karartan kin, öfke, şehvet ve kıskançlık gibi kötü huylar yahut ölüm, ümitsizlik ve karamsarlık gibi insanı korkutup kaygılandıran haller şeklinde de yorumlanabilir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:720-721
14 Ağustos 2025 Perşembe
Cennet'te Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber olmak ister misin?
Sehl İbni Sa`d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
113-Felak Suresi - 2 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾2﴿ Yarattığı şeylerden gelebilecek kötülüklerden;
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Yaratılmışlardan gelebilecek şerlerden Allah’a sığınmanın gereği vurgulanmıştır. Bu ifade, maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî, dış âlemde veya kişinin nefsinde, tabii ve ihtiyarî, her türlü şerri, kötülük ve zararı kapsamaktadır. Allah’ın yarattıklarının şerri, yaratma bakımından Allah’a ait olmakla beraber her yaratılanın aynı zamanda bizim bildiğimiz veya bilemeyeceğimiz bir hikmeti, bir faydası, ilâhî plana uygun bir fonksiyonu vardır. Ayrıca bu imtihan planında ve ortamında insana kötüyü isteyip istememe ve onu icra için iradesini harekete yöneltme yetisi verilmiştir. Öte yandan Allah’ın kötü olarak nitelemediklerini kötü sayan veya kötü kılanlar, bu sınava tâbi olan şuurlu varlıklardır yani kötülük onların tavrı, tercihi, kullanma ve uygulama biçimi ve yeri ile ilgilidir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:72013 Ağustos 2025 Çarşamba
Dağlar kadar büyük ecir sahibi olmak ister misin?
Ebû Hüreyre radıyallâhu anh'ın bildirdiğine göre, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim namazı kılınana kadar cenazenin yanında bulunursa, ona bir kîrat; kim de defnedilinceye kadar cenazenin yanında bulunursa, ona iki kîrat sevap vardır.” “İki kîrat ne (kadardır)?” diye sorulduğunda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “İki büyük dağ kadardır.” cevabını vermiştir. (Buhârî, Cenâiz, 58; M2189 Müslim, Cenâiz 52)
113-Felak Suresi - 1 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ De ki: “Sabahın rabbine sığınırım;
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Sabah” diye çevirdiğimiz felak kelimesi “yarmak” anlamındaki felk (فلق)masdarından isimdir. Yarma ve çatlatma neticesinde meydana gelen şeyin sıfatı olarak kullanılmaktadır. Yaygın yoruma göre burada Allah Teala’nın gece karanlığını yarması neticesinde meydana gelen sabah aydınlığını ifade eder. Ancak, bir sonraki âyetle bağlantısı dikkate alındığında kelimenin, “yokluktan yarılıp çıkan mahlûkat” şeklinde özetleyebileceğimiz daha genel bir anlam içerdiğini kabul etmek gerekir. Buna göre felak kelimesi kâinatın yokluk alanından belki bir patlama ile ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifade eder. Bu cümleden olmak üzere arzdan kaynayan pınarlar, bulutlardan boşalan yağmurlar, tohumlardan filiz veren bitkiler, rahimlerden çıkan yavrular gibi Allah Teala’nın kudretiyle bir asıldan, bir kaynaktan ayrılıp çıkan bütün mahlûkat felak kelimesinin kapsamına girer. Ayrıca –Muhammed Esed’in de belirttiği gibi (III, 1324)– felak kelimesinin, “bir belirsizlikten (dönem) sonra hakikatin ortaya çıkışı” şeklindeki tanımı (Tâcü’l-arûs, “flk” md.) dikkate alındığında “sabahın rabbi” deyimiyle “Allah Teala’nın, hakikatin her şekildeki idrakinin kaynağı olduğuna ve bir kimsenin O’na sığınmasının, ‘hakikatin ardından koşmak’ ile eş anlamlı olduğuna” işaret edildiği de düşünülebilir. Eski tefsirlerde felak kelimesine, “cehennemin ismi, cehennemde bir zindanın veya bitkinin ya da kuyunun ismi” gibi –bize göre isabetli olmayan– başka yorumlar da getirilmiştir (meselâ bk. Taberî, XXX, 349-351; Şevkânî, V, 616-617).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:719-720
12 Ağustos 2025 Salı
Bütün bir yıl boyunca oruç tutmuş gibi bir ecrin sahibi olmak ister misin?
Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallâhu anh'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: "Her ay üç gün oruç tutmak, bütün ömrü oruçla geçirmek gibidir." (Buhârî, Savm, 59; Müslim, Sıyâm, 193, 197)
113-Felak Suresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu-Fazileti
Hakkında
Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir. Felâk, sabah aydınlığı demektir
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada yüz on üçüncü, iniş sırasına göre yirminci sûredir. Fîl sûresinden sonra, Nâs sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler varsa da (bk. Şevkânî, V, 615) üslûp ve içeriği bakımından Mekkî sûrelere benzediği görülür.
Konusu
Sûrede bazı kötülüklerden dolayı Allah Teala’ya sığınılması öğütlenmektedir.
Fazileti
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sahâbeden Ukbe b. Âmir’e şöyle buyurmuştur: “Görmedin mi? Bu gece benzeri asla görülmemiş âyetler indirildi: Kul eûzü bi-rabbi’l-felak ve Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs” (Müslim, “Müsâfirîn”, 264).
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Felak ve Nâs sûrelerinin en güzel sığınma duaları olduğunu açıklamış ve çok okunmasını tavsiye etmiştir (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 25. Bu iki sûrenin faziletiyle ilgili diğer rivayetler için bk. İbn Kesîr, VIII, 550-553).
11 Ağustos 2025 Pazartesi
Yaptığın duanın kabul olmasını ister misin?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ezân okunduğunda sema kapıları açılır ve yapılan dualar kabul olur. Kâmet getirildiğinde dua reddedilmez.” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 6/31 [29248]).
112-İHLÂS SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Çok sayıdaki adları arasında, İslâm dininin temel ilkesi olan tevhid inancının veciz bir ifadesi olduğu için verildiği anlaşılan İhlâs ve aynı zamanda sûrenin ilk âyeti olan “Kul hüvallāhü ahad” en çok kullanılanlarıdır. Sûre özellikle Türk sözlü kültüründe “Kul hüvallah”, bunun da kısaltılmışı olan “Kul hü” şeklinde, ayrıca “İhlâs-ı şerif” diye de anılır. Sûreye, Allah’ın birliği inancını öz olarak ifade ettiği için “tevhid”, aynı inancın İslâm’da temel akîdeyi oluşturması sebebiyle “esâs”, sûrede hiçbir şeyin Allah Teala’ya benzetilemeyeceği, O’nun her şeyden başka ve üstün olduğu anlatıldığı için “tecrîd”, Allah Teala’ya burada anlatıldığı şekilde inananlar bu sayede kurtuluşa erecekleri için “necât”, kişi bu sûrede anlatıldığı şekilde iman ettiği takdirde Allah Teala’nın sevgisi ve dostluğunu kazanacağı için “velâyet” adları da verilmiştir. Fazla yaygın olmamakla birlikte “tefrid, mârifet, cemâl, nisbet, bereket, berâet, müzekkire, nûr, mânia, eman” gibi isim ve niteliklerin kullanıldığı da belirtilmektedir. İhlâs sûresi Kâfirûn ile birlikte “İhlâseyn” ve “Mukaşkışateyn” (tedavi eden), Felak ve Nâs sûreleriyle birlikte “Muavvizât” (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14) adlarıyla da anılır. Dört âyetten ibaret olup fâsılası د harfidir.
İbn Mes‘ûd, Hasan-ı Basrî, Câbir b. Abdullah, Mücâhid b. Cebr, Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî gibi birçok müfessir ve âlim İhlâs sûresinin Mekke döneminde nâzil olduğunu ileri sürerken İbn Abbas, Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî, Ebü’l-Âliye er-Riyâhî, Dahhâk b. Müzâhim ve Süyûtî Medine döneminde indiğini söylerler. Önce Mekke’de, ardından ikinci defa olmak üzere Medine’de indiği de ileri sürülmüştür (Süyûtî, el-İtḳān, I, 42, 113-114). Mekkî olduğu görüşünü benimseyenler, Mekke’de müşriklerin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek, “Bize rabbinin nesebini söyle” dedikleri, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in de onlara bu sûreyi okuduğuna dair rivayeti (Müsned, V, 133-134; Tirmizî, “Tefsîr”, 112/1, 2; Taberî, XXX, 221); Medenî olduğunu söyleyenler, Medineli yahudilerin ulûhiyyetle ilgili bazı sorularına Allah tarafından bir cevap olmak üzere Cebrâil’in Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip “Kul hüvallāhü ahad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri (İbn Hişâm, I, 571-572; Taberî, XXX, 221-222; Fahreddin er-Râzî, XXXII, 175; Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 223-224) delil göstermişlerdir. Fahreddin er-Râzî’nin tefsirinde Atâ b. Dînâr ile İbn Abbas’ın rivayeti olarak yer alan (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXII, 175) Necran hıristiyanları heyetiyle ilgili bir rivayet de sûrenin Medenî olduğunun bir delili olarak ileri sürülmüştür (sûrenin sebeb-i nüzûlüyle ilgili diğer rivayetler için bk. Yûsuf b. Abdullah el-Ermeyûnî, s. 15-21).
Rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, gerek müşriklerin gerekse yahudilerle hıristiyanların Allah Teala hakkındaki sorularına cevap olarak İhlâs sûresini okumuştur. Onun farklı zamanlarda sorulan sorulara bu sûre ile cevap vermesi sûrenin o sırada nâzil olduğunu göstermez. Gerçi yahudilerle ilişkiler Medine’ye hicretten sonra başlamış, Necran hıristiyanlarıyla olan münasebetler de hicretin 3. yılında ve Uhud Gazvesi’nden sonra ortaya çıkmıştır. Bazı kaynaklarda yer aldığına göre, “Bize rabbinin nesebini bildir” diyen müşrik kişi Hendek muhasarası kumandanı olup bu muhasara da hicretin 5. yılında gerçekleşmiştir. Ancak İslâm’ın temel iman ilkesini belirleyen bir sûrenin bu kadar geç bir zamanda gelmiş olabileceği zayıf bir ihtimal olarak görülmektedir. Ayrıca dili, üslûbu ve içeriği de Mekkî sûreleri andırmaktadır. Sûre hangi dinî inanıştan gelirse gelsin, hangi fikir ve felsefî düşünceden kaynaklanmış olursa olsun Allah Teala hakkındaki bütün yanlış inanç ve telakkileri ortadan kaldırmak, Allah Teala’yı doğru sıfatlarıyla ve lâyık olduğu özellikleriyle tanıtmak için inmiştir.
İhlâs sûresinin muhtevasıyla ilgili olarak müfessirlerin üzerinde durdukları en önemli konu, ilk iki âyette yer alan “ahad” ve “samed” kelimelerinin anlam ve içerikleridir. Ahad sıfatı Allah Teala’ya nisbet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder; bu anlamıyla tenzîhî veya selbî sıfatları da içerir. Bu sebeple ahad sıfatının bazı istisnalar dışında Allah Teala’dan başkasına nisbet edilemeyeceği düşünülür. Aynı kökten gelen “vâhid” ise Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde Allah Teala’nın sıfatı olarak geçmekle birlikte Allah’tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Sûrenin ilk âyetinde Allah lafzıyla bütün sübûtî sıfatlara, ahad lafzıyla da selbî sıfatlara işaret edildiği anlaşılmaktadır (ayrıca bk. AHAD).
Samed kelimesi “bir kavmin ilk atası, herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisinin kimsenin yardımına muhtaç olmadığı ulu başkan” gibi anlamlara gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ṣmd” md.). Sûredeki bağlamına göre samed, “var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlığını kendisine borçlu olduğu vâcibü’l-vücûd” demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad isminin açıklaması, daha sonra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” âyeti de samed isminin açıklamasıdır (ayrıca bk. SAMED). “Onun bir dengi de olmadı” meâlindeki son âyet ise hem birinci âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özetidir.
Sûrenin iki ispat cümlesiyle iki nefiy cümlesinden meydana gelmesi, Allah Teala’nın sübûtî sıfatlarıyla selbî sıfatları arasında bir dengenin kurulması gerektiğine işaret eder. Zira sübûtî sıfatlarda aşırı gidip Allah Teala’yı yalnızca teşbih ve temsil yoluyla tanımaya çalışmak sonuçta insanları teşbih ve tecsîme, hatta çok tanrıcılığa götürebildiği gibi selbî sıfatlarla tanımlamada aşırılığa kaçıp O’nu sadece tenzih yoluyla tanıtmanın da insanları büsbütün red ve inkâra götürme tehlikesi taşıdığı görülmüştür. Böylece sûre, bir yandan İslâm’daki tanrı tasavvurunu açık bir biçimde ifade ederken öte yandan dolaylı olarak diğer dinlerdeki tanrı tasavvurlarının yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’in bir din kitabı olduğu ve onun âyetlerinin Allah Teala’yı doğru tanıtmayı ve O’na karşı kulluk görevlerini bildirmeyi hedeflediği dikkate alınınca İhlâs sûresinin bütün sûrelerle ilişkisinin bulunduğu görülür. Meselâ Fâtiha sûresindeki, “Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” meâlindeki âyetle Allah Teala’nın samed ismi arasında böyle bir ilişkinin varlığı dikkat çekmektedir. İhlâs’tan sonra gelen Felak ve Nâs sûrelerinde ise insanlar, “samediyyet” diye ifade edilen Allah Teala’nın büyük lutufkârlığından ve koruyuculuğundan istifade etmeye çağrılmaktadır.
Sûrenin faziletiyle ilgili olarak Zemahşerî’nin naklettiği, İhlâs sûresinin Kur’an’ın bütününe eşdeğer olduğu yolundaki rivayet (el-Keşşâf, IV, 299) zayıf görülmüşse de Kur’an’ın üçte birine denk olduğuna dair rivayet sahih hadis kitapları ile önemli tefsir kaynaklarında yer almıştır. Bu hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı İhlâs sûresinin sevabı itibariyle, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden Kur’an’ın üçte birine denk olduğunu söylemiştir. İkinci görüşe göre sûre, Kur’an’ın üç ana konusundan ilki olan tevhidle alâkalı olup bu sûrenin anlamını iyice kavrayan ve itikadını onunla oluşturan bir insan Kur’an’ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. İmam Gazzâlî Cevâhirü’l-Ḳurʾân’da (s. 47-48), Kur’ân-ı Kerîm’deki bilgilerin ana hatlarıyla Allah hakkında bilgi, âhiret bilgisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrıldığını, İhlâs sûresinin bunlardan mârifetullah ve tevhid konusunu ihtiva ettiği, Kur’an’daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için Kur’an’ın üçte biri değerinde görüldüğünü ifade etmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in namazlarda İhlâs sûresini birkaç defa okuyanları müjdelediği yolunda rivayetler bulunmaktadır (meselâ bk. İbnü’d-Dureys, s. 117-120). Resûl-i Ekrem, Felak ve Nâs sûreleriyle birlikte İhlâs sûresinin de istiâze maksadıyla okunabileceğini ve kendisinin yatarken bu sûreleri okuduğunu bildirmiştir (Müsned, III, 417; Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14; Nesâî, “İstiʿâẕe”, 1).
İhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhtelif yönleriyle ele alınıp geniş olarak tefsir edilmiştir. Ayrıca felsefeden tasavvufa kadar çeşitli ilim dallarında meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müstakil çalışma yapılmıştır. Hallâc-ı Mansûr’un Tefsîru sûreti Ḳul hüvellāhü eḥad’i (İbnü’n-Nedîm, s. 243), İbn Sînâ’nın Tefsîru sûreti’l-İḫlâṣ’ı (Delhi 1311; Tahran 1313; Kahire 1335) ve Tefsîru sûreti’l-İḫlâṣ ve’l-Muʿavviẕeteyn’i (Kahire 1325; Tahran 1332), Fahreddin er-Râzî’nin Tefsîru sûreti’l-İḫlâṣ ve’l-Muʿavviẕeteyn’i (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 86; Kütübhâne-i Millî-i Tebrîz, nr. 3575/9), Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Kitâbü’l-Eḥadiyye olarak da anılan Kitâbü’l-Elif’i (Kahire 1325; Haydarâbâd-Dekken 1361; Beyrut 1997 [Resâʾilü İbn ʿArabî içinde]), Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Farsça İhlâs sûresi tefsiri (Muhammed Hasan Bikâî, V, 2040-2041), Ebüssuûd Efendi’nin Tefsîru sûreti’l-İḫlâṣ’ı (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2830), Şah Abdülganî’nin Feżâʾilü bismillâh maʿa Tefsîri Ḳul hüvellāh’ı (Urduca, Leknev 1864), Edirne müftüsü Fevzi Efendi’nin Mesîrü’l-ḫalâṣ fî tefsîri sûreti’l-İḫlâṣ’ı (İstanbul 1309), Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin Sûre-i İhlâs ve Alak Tefsirleri (İstanbul 1334) adlı eseri, Harîrîzâde Kemâleddin Efendi’nin el-Mevridü’l-ḫâṣ bi’l-ḫavâṣ fî tefsîri sûreti’l-İḫlâṣ’ı (İhlâs Sûresi Tefsîri, nşr. Yakup Çiçek, İstanbul 1996), Muallim Nâci’nin Hulâsatü’l-İhlâs’ı (İstanbul 1304/1887) bu eserlerin önemlilerindendir (diğer çalışmalar için bk. Muhammed Hasan Bikâî, V, 2040-2064).
Ayrıca İhlâs sûresiyle ilgili tez çalışmaları yapılmış ve makaleler de yazılmıştır. Ahsen Esatoğlu’nun İhlâs Sûresi Metni, Dil Özellikleri ve Sözlük adlı yüksek lisans teziyle (1987, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) M. Şerefettin’in (Yaltkaya) “Tefsîr-i Sûre-i İhlâs li-İbn Sînâ” (Sırât-ı Müstakîm, V/106 [1326 r./1328], s. 21-25), S. M. Zwemer’in “Sūrat al-Ikhlās” (MW, XXVI [1936], s. 325-328), Edwin E. Calverley’in “The Grammar of Sūratu’l-Ikhlās” (St.I, VIII [Paris 1957], s. 5-14), Cl. Schedl’in “Probleme der Koranexegese: Nochmals samad in Sūre 112,2” (Isl., LVIII/1 [1981], s. 1-14), Uri Rubin’in “Al-Samad and the High God. An Interpretation of Sūra CXII” (a.g.e., LXI/2 [1984], s. 197-217), Arne A. Ambros’un “Die Analyse von Sūre 112: Kritiken, Synthesen, neue Ansätze” (a.g.e., LXIII/2 [1986], s. 219-247) ve Mehmet Paçacı’nın “De ki: Allah Bir’dir-İhlas Sûresi’nin Sami Geleneği Perspektifinden Bir Tefsiri” (İslâmiyât, I/3 [1998], s. 49-71) adlı makaleleri zikre değer çalışmalardandır.
Müellif: EMİN IŞIK
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, II, 29; III, 417; V, 133-134.
Dârimî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 21, 22, 24.
Buhârî, “Eymân”, 3, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 13, 14, “Tevḥîd”, 1.
Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 259, 261.
Ebû Dâvûd, “Vitir”, 18.
İbn Mâce, “Edeb”, 52.
Tirmizî, “Tefsîr”, 112/1, 2, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 11.
Nesâî, “İftitâḥu’ṣ-ṣalât”, 69, “İstiʿâẕe”, 1.
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ṣmd” md.
İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 571-572.
İbnü’d-Dureys, Feżâʾilü’l-Ḳurʾân (nşr. Gazve Büdeyr), Dımaşk 1408/1988, s. 108-120, 123-124.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Bulak), XXX, 221-222.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 243.
Gazzâlî, Cevâhirü’l-Ḳurʾân ve dürerüh (nşr. Lecne), Beyrut 1411/1990, s. 47-48.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 299.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXII, 174-185.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VIII, 538-545.
Süyûtî, Esbâbü’n-nüzûl, [baskı yeri ve tarihi yok] (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), s. 223-224.
a.mlf., el-İtḳān (Bugā), I, 42, 113-114.
Yûsuf b. Abdullah el-Ermeyûnî, el-Ḳavlü’l-muʿtemed fî tefsîri ḳul hüve’llāhü eḥad (M. Hayr Ramazan Yûsuf), Beyrut 1418/1997, s. 15-21.
Muhammed Hasan Bikâî, Kitâbnâme-i Büzürg-i Ḳurʾân-ı Kerîm, Tahran 1376 hş., V, 2040-2064.
10 Ağustos 2025 Pazar
Allah subhanehu ve Teala'nın rızasına ulaşmak ister misin?
Muâz İbnu Enes (radıyallâhu anh) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Muhakkak ki Allah, kulun bir şey yiyip hamdetmesinden veya bir şey içip hamdetmesinden râzı olur." [Müslim, Zikr 89, (2734); Tirmizî, Et'ime 18, (1817).]
112-İhlâs Suresi - 4 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾4﴿ O’nun hiçbir dengi yoktur.”
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Onun hiçbir dengi, muadili, benzeri yoktur” anlamındaki âyet, hem ilk âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özeti mahiyetinde olup Allah Teala’nın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde denksiz ve benzersiz olduğu şeklindeki anlamıyla ilk âyetteki “ahad”ın tefsiri gibidir. Kendisinden başka var olan her şeyi O yarattığına göre yarattıklarının O’na denk olması mümkün değildir. Nitekim bu durum muhtelif âyetlerde ifade buyurulmuştur (meselâ bk. Nahl 16/17-22; Şûrâ 42/11).
İhlâs sûresinin, Kur’an’ın üçte birine denk olduğuna dair yukarıda geçen hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı, bu denkliği sûreyi okumanın sevabı, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden değerlendirmişlerdir.
İkinci görüşe göre sûre, Kur’an’ın üç temel konusundan ilki olan tevhidle alâkalı olup, bu sûrenin anlamını iyice kavrayan ve itikadını bu sûrenin öğretisi yönünde oluşturan bir kimse Kur’an’ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. Gazzâlî Cevâhiru’l-Kur’ân isimli eserinde (s. 47-48) özetle şu hususlara işaret eder:
Kur’an’daki bilgiler ana hatlarıyla Allah Teala hakkında bilgi (mârifetullah), âhiret bilgisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrılır. İhlâs sûresi bunlardan ilkini, yani mârifetullah ve tevhid konusunu ihtiva etmektedir. Kur’an’daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için sûre Kur’an’ın üçte birine denk görülmüştür. Belirtilen öneminden dolayı İhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhtelif yönleriyle ele alınıp incelendiği gibi felsefeden tasavvufa kadar çeşitli ilim dallarında da meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müstakil tefsir vb. çalışmalar yapılmış; ayrıca sûre üzerine tezler de hazırlanmıştır (bilgi ve örnekler için bk. Emin Işık, “İhlâs Sûresi”, DİA, XXI, 538).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa 716-717
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0hl%C3%A2s-suresi/6225/4-ayet-tefsiri
9 Ağustos 2025 Cumartesi
Cennet'te bir ev sahibi olmak ister misin?
Hz. Osman radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem"in şöyle buyururken işittiğini nakletti: “Kim Allah rızası için bir mescit yaparsa/yaptırırsa Allah da onun için cennette benzeri bir (ev) yapar.” Müslim, Zühd, 44.
112-İhlâs Suresi - 3 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾3﴿ Doğurmamış ve doğmamıştır.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Allah Teâlâ’nın yaratılmışlara ait noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu ifade eden bu âyet, samed isminin açıklaması olup, Allah’a evlât nisbet edenleri ve soy kavramına giren her şeyi; meselâ, “Mesîh Allah’ın oğludur” diyen hıristiyanların (Tevbe 9/30) ve meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söyleyen (En‘âm 6/100) müşriklerin bu iddialarını reddeder. Zira çocuk, eşin olmasını gerektirir; eş de çocuk da bazı ihtiyaçları karşılama arzu ve eğiliminin sonuçlarıdır; Allah Teala ise ihtiyaçtan münezzehtir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise imkânsızdır (bk. En‘âm 6/101). Âyetin, “O, doğmamıştır” meâlindeki ikinci cümlesi Allah Teâlâ’nın doğum veya sudûr yoluyla bir ana veya babadan, bir asıldan meydana gelmediğini ifade eder. Çünkü doğan her şey sonradan olur; oysa Allah Teala kadîm ve ezelîdir, yani varlığının bir başlangıcı yoktur.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:716
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0hl%C3%A2s-suresi/6224/3-ayet-tefsiri
8 Ağustos 2025 Cuma
Bir hac sevabı kazanmak ister misin?
Ümmü Ma"kıl"in rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ramazan"da yapılan bir umre, (sevap bakımından) hacca denktir.” (T939 Tirmizî, Hac, 95)
112- İhlâs Suresi - 2 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾2﴿ Allah sameddir.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Samed kelimesi “sonu gelmeyecek biçimde devamlı ve bâki olan (Şevkânî, V, 612), “herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisi kimseye muhtaç olmayan” (Râgıb el-İsfahânî, Müfredâtü’l-Kur’ân, “smd” md.) gibi anlamlarda açıklanmıştır. Sûredeki bağlamına göre samed, “var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlık ve devamını kendisine borçlu olduğu vâcibü’l-vucûd” demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad ismini açıklar; daha sonra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” meâlindeki âyet de samed isminin açıklamasıdır. Taberî, “samed”i, “kendisinden başka ibadet edilmeye lâyık hiçbir varlık bulunmayan tek mâbud” şeklinde tanımlamıştır (XXX, 222). Kur’an-ı Kerîm’de sadece burada geçen samed ismi başta “esmâ-i hüsnâ” hadisi olmak üzere (bk. Tirmizî, “Da‘avât”, 83) bazı hadislerde de yer almıştır (meselâ bk. Buhârî, “Tefsîr”, 112; Tirmizî, “Da‘avât”, 64).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:715-716
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0hl%C3%A2s-suresi/6223/2-ayet-tefsiri
7 Ağustos 2025 Perşembe
akledenkalpler: Modern Dünyada ManeviBoşluk
Allah Teala'ya yakın olmak ister misin?
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
112-İhlâs Suresi - 1 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ De ki: “O, Allah’tır, tektir.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
İhlâs sûresinin, İslâm’ın esası olan tevhid (Allah’ın birliği) ilkesini özlü bir şekilde ifade ettiği ve Allah Teâlâ’yı tanıttığı için ilgili kaynakların hemen tamamında geçen bir hadislerinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından Kur’an’ın üçte birine denk olduğu ifade buyurulmuştur. Sözün akışı ve konunun Allah Teala’nın nesebini (hangi soydan geldiğini) soran müşriklere verilen cevapla ilgili olması (meselâ bk. Şevkânî, V, 611) dikkate alındığında 1. âyetteki “O” diye çevirdiğimiz “hüve” zamirinin Allah Teala’ya ait olduğu açıkça anlaşılır. Allah ismi, varlığı ezelî, ebedî, zarurî ve kendinden olup her şeyi yaratan, her şeyin mâliki ve mukadderatının hâkimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan... Yüce Mevlâ’nın öz (has) ismidir (bk. Bakara 2/255).
Müfessirler bu sûrede ağırlıklı olarak Allah’ın birliğini ifade eden ahad terimi ile var oluş bakımından kimseye muhtaç olmadığını anlatan “samed” terimi üzerinde durmuşlardır. “Tektir” diye çevirdiğimiz “ahad” kelimesi, “birlik” anlamına gelen vahd veya vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir (Ebû Hayyân, VIII, 528); sıfat olarak Allah’a nisbet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder; bu sûrede doğrudan doğruya, Beled sûresinde (90/ 5, 7) dolaylı olarak Allah Teala’ya nisbet edilmiştir; bu anlamıyla tenzihî veya selbî (Allah Teala’nın ne olmadığını belirten) sıfatları da içerir. Nitekim devamındaki âyetler de bu mânadaki birliği vurgular. Bu sebeple “ahad” sıfatının bazı istisnalar dışında Allah Teala’dan başkasına nisbet edilemeyeceği düşünülmüştür. Aynı kökten gelen vâhid ise “bölünmesi ve sayısının artması mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık” anlamında Allah Teala’nın sıfatı olmakla birlikte Allah’tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçe’de de “bir” (vâhid) ile “tek” (ahad) arasında fark vardır. Bir, genellikle “aynı türden birçok varlığın biri” anlamında da kullanılır. “Tek” ise “türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olmayan tek varlık” mânasına gelir. İşte Allah Teala, bu anlamda birdir, tektir. Ahad ile vâhid sıfatları arasındaki diğer farklar ise şöyle açıklanmıştır: Ahad, Allah Teala’nın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Ahad ile vâhidin her biri “ezeliyet ve ebediyet” mânalarını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı “ezeliyet”, vâhidi de “ebediyet” mânasına tahsis etmişlerdir. Allah Teala’nın sıfatı olarak her ikisi de hadislerde geçmektedir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 112; İbn Mâce, “Duâ”, 10; Nesâî, “Cenâiz”, 117; Müsned, IV, 103; geniş bilgi için bk. Bekir Topaloğlu, “Ahad”, DİA, I, 483; Emin Işık, “İhlâs Sûresi”, DİA, XXI, 537).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:714-715
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C4%B0hl%C3%A2s-suresi/6222/1-ayet-tefsiri
6 Ağustos 2025 Çarşamba
112- İhlâs Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu-Fazileti
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir. İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Allah Teala’ya bu sûrede anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş ihlâslı bir mü’min olacağı için sûre bu adla anılmaktadır.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada yüz on ikinci, iniş sırasına göre yirmi ikinci sûredir. Nâs sûresinden sonra, Necm sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. Mekke’de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek “Bize rabbinin soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu sûrenin indiğini bildiren rivayetleri delil getirirler (Müsned, V, 133-134). Medine’de indiğini söyleyenler ise yahudilerle hıristiyanların Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yönelttikleri Allah Teala hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere Cebrâil aleyhisselam’ın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip “Kul hüvellahü ehad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir (Taberî, XXX, 221-222; Râzî, XXXII, 175). Ancak sûrenin üslûp ve içeriği Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir.
Konusu
Sûrede Allah Teâlâ’nın bazı sıfatları veciz bir şekilde ifade edilip tevhit inancının önemine dikkat çekilmiştir.
Fazileti
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” (Buhârî, “Tevhîd”, 1). Yine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sevdiği için bu sûreyi her namazda okuyan bir sahâbîye, “Onu sevmen seni cennete götürür” müjdesini vermiştir (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 11, “Tefsîr”, 93; diğer hadisler için bk. İbn Kesîr, VIII, 539-546).
5 Ağustos 2025 Salı
111-TEBBET SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Mekke döneminde Fâtiha’dan sonra nâzil olmuştur. Beş âyet olup fâsılaları ب، د harfleridir. Adını ilk kelimesi tebbetten (elleri kurusun) alır. Hadis kaynakları ile ilk dönem tefsirlerinde sûre Mesed, Ebû Leheb ve Leheb adlarıyla da anılır. Sûrenin nüzûlüyle ilgili olarak kaynaklarda çok sayıda rivayet yer almaktadır. Bunların en meşhuru şöyledir: Kur’an’da, “En yakın akrabanı uyar” meâlindeki âyetin (eş-Şuarâ 26/214) inmesi üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sabah vakti Safâ tepesine çıkıp Kureyş mensuplarına seslenmiş, Kureyş mensupları etrafında toplanınca, “Size şu dağın arkasından bir düşman süvari birliğinin gelmekte olduğunu söylesem bana inanır mısınız?” diye sormuş, onlar da, “Daha önce senin herhangi bir yalanını duymadık” demiştir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kendisinin şiddetli bir azap öncesinde gönderilmiş uyarıcı bir elçi olduğunu bildirmiştir. Dinleyiciler arasında bulunan amcası Ebû Leheb onu azarlamış ve, “Kahrolası! Bizi bunun için mi buraya çağırdın?” diyerek uzaklaşmıştır. Bu olayın ardından, Ebû Leheb’in kullandığı “tebb” kavramıyla başlayan bu sûre nâzil olmuştur (Müsned, I, 281, 307; Buhârî, “Tefsîr”, 111; Tirmizî, “Tefsîr”, 111). Sûrenin ilk üç âyetinde asıl adı Ebû Utbe Abdüluzzâ olan, fakat yüzünün güzelliği dolayısıyla babası tarafından “Ebû Leheb” (alev alev parıldayan) künyesiyle anılan amcasına beddua edilmekte, sahip olduğu servetin ve çocuklarının kendisini cehennem ateşinden kurtaramayacağı haber verilmektedir. Son iki âyette Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemîl Ervâ’nın da alev alev tutuşan cehenneme gireceği bildirilmektedir; çünkü o Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet etmek için dikenler taşıyıp geçeceği yola sermekteydi.
Kur’ân-ı Kerîm’de Münâfikūn, Kâfirûn gibi İslâmiyet’e cephe alanların, ayrıca Mutaffifîn gibi (ölçü ve tartıda hile yapan) hususlarda dürüst davranmayanların bu nitelikleriyle ilgili isimler taşıyan sûreler bulunduğu halde belli bir kişinin şahsını konu alan başka bir sûre yoktur. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî bu hususta şu yorumu yapar: Tebbet sûresinde Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in hak peygamber oluşunun üç yönlü bir ispatı vardır.
Birincisi, ilk inen sûrelerden biri olan bu sûrede Ebû Leheb’in ve karısının cehenneme gireceğinin bildirilmesi ve yaklaşık on yıl sonra ölen Ebû Leheb’in de küfür üzere ölmesidir.
İkincisi, İslâmiyet’in çok az taraftarının bulunduğu bir sırada Hâşimîler’in reisi Ebû Leheb gibi bir kişi hakkında bu kadar ağır bir ifadenin kullanılmasıdır; bu da ancak Allah Teala’nın, peygamberini koruması sayesinde mümkün olabilir.
Üçüncüsü, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in son derece kibar bir şahsiyet olmasına rağmen böyle ağır bir üslûba yer verilmesidir; bu ise din konusunda hiç kimseye boyun eğmemesi esasının bir gereğidir (Âyât ve süver, s. 94; krş. Fahreddin er-Râzî, XXX, 168). Bazı tefsir kitaplarında yer alan (Zemahşerî, VI, 495; Beyzâvî, IV, 462), “Allah Teâlâ’nın Tebbet sûresini okuyan kimse ile Ebû Leheb’i aynı mekânda bir araya getirmeyeceğini umarım” meâlindeki hadisin mevzû olduğu ifade edilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 729). Uri Rubin, Tebbet sûresini İslâm âlimlerinin anlayışından farklı biçimde yorumlayan bir makale yazmıştır (“Abū Lahab and Sūra CXI”, BSOAS, XLII [1979], s. 13-28).
Müellif: ABDULHAMİT BİRIŞIK
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, I, 281, 307.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XV, 438-445.
Mâtürîdî, Âyât ve süver min Teʾvîlâti’l-Ḳurʾân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu), İstanbul 2003, s. 94.
Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 376-377.
Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Riyad 1418/1998, VI, 495.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XXX, 165-173.
Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Beyrut 1410/1990, IV, 462.
Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî ʿan şedîdi’ż-żaʿf ve’l-mevżûʿ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 729.
Ca‘fer Şerefeddin, el-Mevsûʿatü’l-Ḳurʾâniyye ḫaṣâʾiṣü’s-süver, Beyrut 1420/2000, XII, 283-301.
Seyyid Muhammed Hüseynî, “Sûre-i Tebbet”, DMT, IX, 422.
Muhammed Ali Feşârikî, “Tebbet”, DMBİ, XIV, 415-416.
4 Ağustos 2025 Pazartesi
111-Tebbet Suresi - 1-5 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kurudu zaten.
﴾2﴿ Ona ne malı fayda verdi ne de kazandığı başka şeyler.
﴾3﴿ O, alev alev yanan ateşe atılacak!
﴾4﴿ Dedikodu yapıp söz taşıyan karısı da.
﴾5﴿ Boynunda da ipten bükülmüş bir halat bulunacak.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Ebû Leheb, Abdülmuttalib’in oğlu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in baba bir amcasıdır. Asıl adı Abdülüzzâ olup parlak yüzlü olduğundan veya öfkelendiğinde yanakları kızardığı için babası tarafından kendisine “alev gibi, çok parlak” anlamına gelmek üzere Ebû Leheb lakabı verilmiştir. Daha önce Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i çok sevdiği, hatta iki oğlunu onun kızlarıyla evlendirdiği halde peygamber olduktan sonra onun azılı düşmanı oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, insanların Allah katında eşit olduğunu, onların dinî ve ahlâkî erdemlerine göre değerlendirileceklerini söylüyordu. Ebû Leheb ise kibirli, gururlu ve zengin biri olup fakir ve zayıf insanların kendisine eşit tutulmasını kabullenemiyordu. Rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem panayırda dolaşarak insanları İslâm’a davet ederken Ebû Leheb de arkasından gider ve çevresindekilere onun yalancı olduğunu söylerdi (Kurtubî, XX, 236). Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı daima onun düşmanlarıyla birlikte hareket etmiş, hem kendisi hem de karısı ona eziyet etmişlerdir. Hicretin 2. yılında çiçek hastalığına yakalandığı için müslümanlara karşı Bedir Savaşı’na katılamamış, fakat yerine adam göndermiş, ayrıca müşriklere malî destekte bulunmuştur. Kureyş’in Bedir’deki yenilgisini ve ağır kayıplarını haber aldıktan yedi gün sonra kahrından öldüğü söylenmektedir. Çiçek hastalığının kendilerine de bulaşacağı korkusuyla ailesinden hiç kimsenin ona yaklaşmadığı, öldüğünde ücretle tuttukları Sudanlılar’a defnettirdikleri rivayet edilir. Ebû Leheb’in kızı müslüman olarak Medine’ye hicret etmiş, oğulları Utbe ile Muttalib de Mekke’nin fethinden sonra İslâm’a girmişlerdir (fazla bilgi için bk. Mehmet Ali Kapar, “Ebû Leheb”, DİA, X, 178-179).
“Ebû Leheb’in elleri kurusun!” meâlindeki 1. âyet mecazi bir ifade olup, “Kahrolası!” anlamında bir bedduadır. Devamındaki “tebbe” fiili, bedduanın gerçekleşeceğini ifade eder. Yine, bu ifadenin mecaz olduğu ve “işinde zarar etsin, işleri kötüye gitsin” anlamına geldiği şeklinde yaygın bir yorum daha vardır; nitekim öyle de olmuştur. İlk “kuruma”yı işlerinin kötü gitmesi için beddua, ikinci “kuruma”yı ise kendi şahsının (nefs) perişan olduğu yönünde bir haber ve bilgi verme olarak açıklayanlar da olmuştur (meselâ bk. Tüsterî, s. 209).
Müfessirler 2. âyette Ebû Leheb’in kazandığı bildirilen şeyden maksadın onun çocukları, malı, mevki ve itibarı olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyet, bunların hiçbirinin kendisini dünyadaki kötü sondan kurtaramadığını ifade eder. “Ona ne malı fayda verdi ne de kazandığı” diye çevirdiğimiz 2. âyete, “Malı ona ne fayda sağladı, o ne kazandı?” diye soru şeklinde de mâna verilmiştir (Şevkânî, V, 606-607).
Ebû Leheb, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in amcası olduğu için onu desteklemesi ve düşmanlarına karşı koruması gerekirken tam tersine karısıyla birlikte ona eziyet ve sıkıntı verdiklerinden dolayı 3. âyette ateşi son derece şiddetli olan cehenneme gireceği haber verilmiştir.
Ebû Leheb’in karısı, Harb’ın kızı ve Ebû Süfyân’ın kız kardeşi Ümmü Cemîl Avrâ’dır. “Dedikodu yapıp söz taşıyan...” diye çevirdiğimiz 4. âyeti, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e eziyet etmek maksadıyla diken, çalı çırpı toplayıp geceleyin peygamberin yoluna serdiği için “odun taşıyan” diye çevirenler de vardır. Biz meâlde, insanların arasını bozmak amacıyla laf götürüp getirdiği ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i maddî sıkıntısı sebebiyle aşağıladığı için mecazi anlamda böyle (hammâlete’l-hatab) nitelendirildiği şeklindeki yorumu tercih ettik. Taberî, her iki yorumu destekleyici rivayetler aktardıktan sonra kendisi birinci mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 338-339). Ayrıca hata ve günahlarını yüklenip taşıdığından dolayı mecazi anlamda “yanacağı cehennem için kendi odununu kendisi taşıyan” olarak nitelendirildiği kanaatinde olanlar da vardır (bk. Şevkânî, V, 607-608). Aynı kadın, Lât ve Uzzâ isimli putlara yemin ederek mücevherden yapılmış kıymetli gerdanlığını Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e düşmanlık uğrunda harcayacağını büyük bir gururla söylediğinden dolayı da 5. âyet, “Dünyadaki gerdanlık yerine âhirette boynuna ateşten bir ip takılacaktır” şeklinde yorumlanmıştır (bk. Kurtubî, XX, 242).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa: 710-712
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tebbet-suresi/6217/1-5-ayet-tefsiri
3 Ağustos 2025 Pazar
111-Tebbet Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir. “Tebbet”, kurusun, kahrolsun demektir.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada yüz on birinci, iniş sırasına göre altıncı sûredir. Mekke döneminde Fâtiha sûresinden sonra, Tekvîr sûresinden önce inmiştir. Rivayete göre Allah Teâlâ kendisine yakınlarını uyarıp İslâm’a çağırmasını emredince (bk. Şuarâ 26/214) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Safâ tepesine çıkmış, orada bulunan Kureyş kabilesi mensuplarını yanına çağırarak onlara İslâm’ı tebliğ etmiş; ancak Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in amcası Ebû Leheb bu olaya kızarak, “Kuruyup yok olasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” demesi üzerine bu sûre inmiştir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 111; Taberî, XXX, 217-218).
Konusu
Sûrede Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin amcası olup ona karşı düşmanca davranışlar sergileyen Ebû Leheb ve karısı eleştirilmekte, onlar gibi servet ve gücüne güvenenlerin acı sonu bildirilmektedir.
2 Ağustos 2025 Cumartesi
110-NASR SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Medine döneminde nâzil olmuştur. Bütün olarak indirilen son sûredir. Nüzûl zamanı hakkında ileri sürülen farklı görüşler içinde sûrenin Vedâ haccı sırasında (Zilhicce 10 / Mart 632) nâzil olduğunu belirten rivayet ağırlık kazanmakla birlikte İslâmiyet’in hızla yayılmaya başladığı 7 veya 8 (628 veya 629) yılında indiğini kabul edenler de vardır (Âlûsî, XXX, 676; M. Tâhir İbn Âşûr, XXX, 514-515). Üç âyet olup fâsılaları ا، ح harfleridir. Adını ilk âyetinde geçen nasr (yardım) kelimesinden alır. “İzâ câe nasrullah” ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin vefatına işaret ettiği için Tevdî (vedâ) sûresi olarak da isimlendirilir.
Daha önce nâzil olan âyetlerde Allah Teâlâ hidayet ve hak dinle gönderdiği peygamberine zafer vereceğini vaad etmişti (et-Tevbe 9/32-33; es-Saf 61/8-9). Bu sûrede ilâhî yardımın gelip fethin gerçekleştiği ve insanların gruplar halinde Allah Teala’nın dinine girdiği belirtilmiş, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Cenâb-ı Hakk’ı övgü ifadeleriyle yüceltmesi ve bağışlanma talebinde bulunması istenmiştir. Sûrede geçen “ilâhî yardım ve zafer” (nasr, feth) hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı, vahyin başlangıcından itibaren Hudeybiye Antlaşması’na kadar (6/628) büyük sıkıntılar çekmişti. Yirmi yıla yaklaşan bu süre içinde müslümanlar maddî ve mânevî bakımdan donandıktan sonra ilâhî nusret ve zafer dönemi gelmiş ve Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından iki üç ay öncesinde başarı kemal noktasına ulaşmıştır. Sûrede bu hususa işaret edilerek son peygamberden ebedî âleme geçiş hazırlıklarına başlaması ima edilmiştir. Nitekim bazı kaynaklarda Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in sûreden böyle bir işaret aldığını ifade ettiği kaydedilmektedir (meselâ bk. Müsned, I, 217, 338; Taberî, XV, 434).
Hz. Âişe’den gelen rivayetlerde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Nasr sûresinin nüzûlünden sonra namaz sırasında ve diğer zamanlarında Allah Teala’yı tesbih edip O’na hamdettiği ve istiğfarda bulunduğu belirtilmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 110/1-2; Müslim, “Ṣalât”, 218-220).
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu dua ve niyazını bir şükür ifadesi, ebediyet âlemi için bir hazırlık ve ümmeti için örnek olarak değerlendirmek mümkündür.
Nasr sûresinde ayrıca müminlere elde ettikleri zafer ve gücün, benimsedikleri dinin yerleşip yayılması şeklindeki nimetlere karşılık Allah Teala’ya hamdederek şükürde bulunmaları, mânevî sahada gelişmeleri için Allah Teala’dan mağfiret dilemeleri yönünde mesaj verilmektedir.
Nasr sûresinin fazileti hakkında Enes b. Mâlik’ten rivayet edilen ve diğer bazı sûreleri de kapsayan hadiste “İzâ câe nasrullah” sûresinin Kur’an’ın dörtte birine denk olduğu ifade edilmiştir (Müsned, III, 146-147, 221; Tirmizî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 7; sıhhatinin değerlendirilmesi için bk. Müsned [Arnaût], XIX, 472-473; XXI, 32-33; İbrâhim Ali, s. 381-382).
Bu oran Kur’an muhtevasının tevhid, nübüvvet, dünya ve âhiret ahkâmı şeklinde dört bölümde özetlenmesi ve Nasr sûresinin peygamber gönderme amacını teşkil eden “insanların dine girmesi” olgusunu temsil etmesi biçiminde açıklanmıştır (a.g.e., s. 382). Bazı kaynaklarda nakledilen, “İzâ câe nasrullah sûresini okuyan kimseye Mekke’nin fethedildiği gün Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte bulunan gazilerin sevabı verilir” meâlindeki hadisin (Zemahşerî, IV, 295; Beyzâvî, IV, 460) mevzû olduğu kabul edilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 729).
Nasr sûresi hakkında yazılan eserlerden bazıları şunlardır: İbn Receb, Tefsîru sûreti’n-Naṣr (İbn Kayyim’in Tuḥfetü’l-vedûd adlı eseriyle birlikte, Lahor 1339; nşr. Muhammed b. Nâsır el-Acmî, Küveyt 1407/1986; nşr. Eşref b. Abdülmaksûd, Kahire 1987); Muhammed b. İbrâhim el-Hüseynî, Tefsîru sûreti’n-Naṣr (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 62); Ali b. Mustafa el-Erbîlî, Tefsîru sûreti İẕâ câʾe naṣrullāh (İÜ Ktp., AY, nr. 2202); Âlî Mustafa, ʿİzzetü’l-ʿaṣr fî tefsîri sûreti’n-Naṣr (TSMK, Revan Köşkü, nr. 201); Üveys b. Muhammed Üskûbî (Veysî), Ġurretü’l-ʿaṣr fî tefsîri sûreti’n-Naṣr (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3635); Mehmet Fevzi Sevilmiş, Nasr Suresinden Bazı Hakikatler (İzmir 1956).
Müellif: M. KÂMİL YAŞAROĞLU
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, I, 217, 338; III, 146-147, 221; a.e. (Arnaût), XIX, 472-473; XXI, 32-33.
Buhârî, “Tefsîr”, 110/1-2.
Müslim, “Ṣalât”, 217-220.
Tirmizî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 7.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XV, 434.
Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Seyyid el-Cümeylî), Beyrut 1410/1990, s. 401.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 293-295.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXII, 149-164.
Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Beyrut 1410/1990, IV, 460.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), IV, 561-563.
Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî ʿan şedîdi’ż-żaʿf ve’l-mevżûʿ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408, II, 729.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî (nşr. M. Ahmed el-Amed – Amr Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXX, 676.
M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1421/2000, XXX, 514-515.
İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâʾilü süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 381-382.
Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Naṣr”, DMT, IX, 421-422.
1 Ağustos 2025 Cuma
110-Nasr Suresi - 1-3 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde;
﴾2﴿ Ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde;
﴾3﴿ Rabbine hamdederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan af dile; şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Müfessirlere göre “Allah’ın yardımı”ndan maksat, Mekke putperestlerine veya bütün düşmanlarına karşı Allah Teala’nın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e yardım etmesi ve onu zafere kavuşturmasıdır; mecazen “dinin kemale ermesi, son şeklini alması” anlamında da yorumlanmıştır. “Fetih”ten maksat ise başta Râzî’nin “fetihlerin fethi” dediği Mekke’nin fethi olmak üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e nasip olan bütün fetihlerdir. Fetih mecaz olarak “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e verilen ilimler, dünya nimetleri, cennet” olarak da yorumlanmıştır (Râzî, (XXXII, 153-155; Şevkânî, V, 602-603).
Sûrede Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şahsında genel olarak müminlere hitap edilerek Allah Teâlâ kendilerine bir nimet ve yardım lutfettiğinde O’na hamd ve şükretmeleri gerektiği ifade edilmektedir. Müminler Mekke döneminde fakir ve güçsüzdü; müşriklerin kendilerine yaptıkları zulme karşılık verecek durumda değillerdi. İnsanlığı kurtuluşa çağıran Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, çağrısına olumlu cevap alamadığı için üzülüyor, hatta kendi kavmi tarafından din konularında yalan söylemekle suçlanıyordu (bk. Hûd 11/12; En‘âm 6/33-35). Fakat Medine döneminde müminler güçlenerek kendilerine haksızlık eden inkârcılara karşı savaşacak duruma geldiler ve fetihler başladı. Bu durum Araplar’ın İslâm’a girmesinde büyük etken oldu. Özellikle Mekke’nin fethinden sonra Arap kabileleri savaşmaksızın İslâm’ın hâkimiyetini kabul etmiş ve akın akın İslâm’a girmişlerdir. 2. âyet bunu ifade etmektedir.
3. âyette ise daha önce müşrikler tarafından “sihirbaz, şair, kâhin, mecnûn” gibi yakışıksız sıfatlarla nitelenerek her türlü hakarete mâruz bırakılan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e, kendisini bu durumdan kurtaran Allah Teala’ya hamd ve şükretmesi emredilmektedir. Mekke’den hicret ederken Sevr mağarasında gizlendiğinde yanında sadece Hz. Ebû Bekir vardı; şimdi ise binlerce sahâbî ile birlikte Mekke’yi fethetmiş, bu arada tarihin en büyük ve en yapıcı inkılâbını gerçekleştirmişti. İşte bu sebeple müminlerden yüce Allah’a hamdetmeleri, kendilerine nasip edilen zafer ve fetih nimetlerinin şükrünü yerine getirmeleri istenmektedir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in günahtan korunduğu bilinmektedir (ismet). Buna rağmen ona Allah Teala’dan af dilemesi emredildiğine göre bunun mânası ya ümmeti için, onların adına af dilemesi veya –günahtan uzak dursa bile– Allah Teala’dan af dilemek kullukta kemalin gereği olduğu için “Allah Teala’nın lutuf ve inâyetine her zaman muhtaç olduğunu dile getirmesi, her şeye rağmen ibadetlerini mükemmel görmeyip bu sebeple O’ndan af dilemesi”dir. Bu sûre indikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, “Allahım! Sana hamd eder ve seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Beni bağışla, çünkü sen tövbeleri kabul edensin!” anlamındaki duayı sık sık tekrarladığı rivayet edilmektedir (İbn Kesîr, VIII, 532-533; ayrıca bk. Fetih 48/1-3).
Sahabeden bazıları bu âyetlerden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in görevinin tamamlandığı ve artık vefatının yakın olduğu sonucunu çıkarmışlardır (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 110). Bundan dolayı sûreye “vedalaşma” anlamında “Tevdî” ismi de verilmiştir. Nitekim bu âyetler indikten sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ancak seksen gün gibi kısa bir süre yaşadığı rivayet edilmektedir (bk. Kurtubî, XX, 233).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: Sayfa:707-708
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nasr-suresi/6214/1-3-ayet-tefsiri
31 Temmuz 2025 Perşembe
110 Nasr Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
Hakkında
Medine döneminde inmiştir. 3 âyettir. Nasr, yardım demektir.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada yüz onuncu, iniş sırasına göre yüz on dördüncü sûredir. Medine döneminde Tevbe sûresinden sonra nâzil olduğu ve tam sûre olarak Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu kabul edilmektedir (Elmalılı, IX, 6234). Sûrenin Vedâ haccı esnasında Mina’da indiği rivayet edilir (bk. Şevkânî, V, 602).
Konusu
Sûrede Allah Teala’nın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e nasip ettiği zafer, fetih ve fetih sonrası insanların grup grup İslâm’a girmelerinden bahsedilmektedir.