10 Mart 2025 Pazartesi

***FİTRE – FITIR SADAKASI VE HÜKÜMLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Fıtır Sadakası

Ramazan’ın sonunda orucu açma (el-fıtr) veya insan olarak yaratılma (el-fıtra) anlamlarına gelen fıtır sadakası, Ramazan-ı şerifin sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı bir mala sahip bulunan her hür müslümanın kendisi ve velayeti altındaki kimseler için verilmesi vacip olan bir sadakadır. İnsan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan varlığının zekâtı kabul edilmiştir. Buna yalnız “fitre” de denir ki fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış ihsanı, can sadakası veya beden sadakası demektir.

Sadaka-ı fıtır, Cenab-ı Hakk’ın kişiye ve velayeti altındaki kimselere lütfettiği hayat ve vücut nimetine karşı bir şükran olmak üzere dindeki yerini almış bir ibadettir. Bu sebeple nisaba malik bir aile reisi, sorumluluğunu yüklendiği aile fertlerinin her biri adına birer şükür sadakası sayılan fitre vermekle yükümlü tutulmuştur. Hatta bayram gecesi sabaha karşı dünyaya gelen bebeğin dahi şükür sadakasını vermesi gerekmektedir. Çünkü bebek de nihayet yaratılma nimetine kavuşmuştur. Onun yaratılmasına da şükür gerekmekte, fitresi vacip olmaktadır.

Sadaka-ı fıtır, o yılın oruç ibadetini eda edebilen Müslümanların böyle bir ibadeti yapmaya muktedir kıldığı için Allah Teala’ya bir şükür manası da taşır.

Fıtır Sadakasının Hükmü ve Meşru Kılınması

Sadaka-i fıtır, İslâm’da önemli yeri olan mali ibadetlerden biridir. Şafii, Maliki ve Hanbelîlere göre fitre farzdır. Hanefi mezhebine göre ise fitre vaciptir. Zaten Hanefi mezhebinde farz ile vacip arasında ameli açıdan bir farklılık söz konusu değildir. Fark sadece itikadî açıdandır. Buna göre farzı inkar eden kafir olur ama vacibi inkar eden kafir olmaz.

Fitre, hicretin ikinci yılında, Ramazan orucunun farz kılındığı yıl, zekâttan önce meşru kılınmıştır.

Fıtır Sadakasının Hikmeti ve Önemi

Bu sadakanın hikmeti, bir yandan oruç ibadetini yapmış Müslümanlardan ortaya çıkması muhtemel kusurları telâfi etmek, diğer yandan bir sevinç ve bayram gününde fakirleri anmak, onları günlük ihtiyaçlarından kurtarmaktır.

Fitre, bir yardımlaşmadır, orucun kabulüne, ölümün şiddeti, dehşetinden ve kabrin azabından kurtuluşa bir vesiledir. Fitre de zekât gibi sosyal adaleti sağlamaya yönelik malî bir ibadettir. Fakirlerin ihtiyaçlarını gidermeye, Ramazan Bayramı gününün neşesinden onların da istifade etmelerine bir yardımdır. Bu bakımdan sadaka-ı fıtırı vermek, insanî bir hayır ve bir vazifedir.

Kesir b. Abdullah el-Müzenî’nin babasından, O da dedesinden yaptığı rivayete göre: Resûlullah (S.A.V.) Efendimize:

“Batıl inançlardan, inkâr, inat ve kötülüklerden, kötü ahlaklardan iyice temizlenen, arınan ve Rabbisinin adını zikredip de namaz kılan kimse muhakkak felaha ermiş, korktuğundan emin, umduğuna nail olmuştur.” ayet-i kerimesinin tefsiri sorulmuş ve: O ayet-i kerime, sadaka-ı fıtır hakkında inmiştir, buyurmuşlardır.

Abdullah b. Abbas (R.A.) şöyle demiştir: Resûlulah (S.A.V.) Efendimiz, fıtır sadakasını oruçluyu faydasız ve müstehcen söz ve fiillerden, davranışlardan temizleyici, fakirlere de yiyecek olmak üzere farz kılmıştır.

Kim onu Bayram namazından önce verirse, o kabul olunmuş bir zekâttır. Kim de onu Bayram namazından sonra verirse o sadakalardan bir sadakadır.

Tutulan Ramazan orucundaki eksiklikleri telafi etmesi yönüyle, fitreye orucun sehiv secdesi de denilebilir.

Bayramdan önce herkes fakirlere fitresini vermek suretiyle, bayramda fakirlerin de yüzü gülecek, onların da eline biraz para geçecek ve o günün Bayram olduğunu anlayacaklardır. hali ve vakti yerinde olan her Müslüman gerçekten fakir olanlara fitresini vermeli, elinden gelebilen diğer yardımları da yapmalı ve fakirleri sevindirmelidir. Bu şekilde hem borcunu ödemiş, hem de ahirette sevap kazanmış, azaptan kurtulmuş olur. Çünkü sadaka-ı fıtrı vermek, orucun kabul edilmesine, dünya ve ahiret saadetlerine ermeye, ölüm anında acı çekmeden ve kabir azabından kurtulmaya bir sebeptir.

Fıtır Sadakası Ne Zaman Vacip Olur?

Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren yani sabah vaktinin girmesi ile vacip olur. Çünkü bu sadaka bayrama (sadaka-i fıtır) izafe edilmiş, ona ait kılınmıştır.

Bu nedenle Ramazan-ı şerif bayramının ilk günü fecrin doğuşundan önce vefat eden veya fakir düşen veya doğuşundan sonra doğan veya gayrimüslim iken hidayete eren bir Müslümana fıtır sadakası vacip olmaz. Fakat doğuştan sonra vefat eden bir Müslümana vacip olmuş olur. Bundan dolayı vasiyet etmiş ise, geriye bırakmış olduğu mal varlığının üçte birinden verilir. Varislerinin kendi mallarından vermeleri de caizdir.

Fıtır Sadakası Erkenden Verilebilir mi?

Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren yani sabah vaktinin girmesi ile vacip olursa da bundan birkaç gün, hatta bir kaç ay veya sene önce de verilebilir. Erken verilmesi daha iyidir. Böylece fakirler, bununla bayram namazına çıkmadan evvel noksanlarını tedarik etmiş, ihtiyaçlarını karşılamış olurlar.

Fitre Bayramdan Sonraya Kalırsa

Fitrenin geciktirilmesi uygun değildir. Hatta Şafi mezhebine göre haramdır.

Fitrenin bayramdan sonraya bırakılması mükellefiyeti düşürmez. Tövbe ve istiğfarla birlikte ilk fırsatta verilmelidir.

Fıtır Sadakasının Kazası Var mıdır?

Geçmiş senelerin fitreleri verilmemişse, bunlar hemen verilmelidir. Bu ödeme yine de kaza olmayıp eda olur. Fakat gecikmeden ötürü tövbe ve istiğfar edilmelidir.

Fitre Verilmeden Kişi Fakirleşirse

Nisap miktarı mal, fıtır sadakasının vacip olmasından sonra telef olsa, fitre borcu kişiden düşmez. Çünkü kişi fitrenin vacip olmasıyla fakirleşmesi arasında ödeme gücüne sahipti.

Fıtır Sadakası Kimlere Vaciptir?

Fıtır sadakası,
nisap miktarı mala sahip olan her hür Müslüman için vaciptir.

Oruç Tutmayanlar da Fitre Verecek midir?
Fitrenin vacip olması için oruç tutmak şart değildir. Özründen dolayı oruç tutamayan veya özürsüz olarak oruç tutmayanlara da sadaka-ı fıtır vermek vaciptir. Çünkü oruç ve fitre birbirinden farklı ibadetlerdir.

Fitredeki Nisap Miktarı 
Bir kimsenin sadaka-i fıtır ile mükellef olması için öngörülen zenginlik ölçüsü nisap, zekâtta aranan nisaptır.

Nisap ölçüsü, iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal (80 gr.) altın veya bunların kıymetlerine denk olan bir maldır. Bu mal, temel ihtiyaçlardan, yani sahibinin borcundan ikametgâhından, evinin lüzumlu eşyasından binip kuşanacağı at, araba ile silahından ve kendisi ile aile fertlerinin bir aylık veya diğer bir görüşe göre bir senelik nafakalarından fazla bulunmalıdır. Hatta bu fazla, haddizatında nakitler gibi, ticaret malları gibi artıcı sayılan bir mal olmasa bile. Bu fazla malın üzerinden bir sene geçmiş olması da şart değildir.

Fitre Miktarı Nasıl Tespit Edilir?

Fıtır sadakası dört cins şeyden belirli miktarda verilir: Buğdaydan yarım sa’ı, arpadan, kuru üzümden veya kuru hurmadan da bir sa’ı verilir. 1 sa’ı yaklaşık 3 kilograma karşılık gelmektedir.

Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, fitre miktarı ile, bir fakirin içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.

Neden Para Değil de, Gıda Maddesi Ölçü Verilmiştir?
Fıtır sadakası için buğday, arpa, üzüm ile hurma birer sabit ölçüdür. Çünkü bundan maksat, fakirin bir günlük ihtiyacını olsun gidermektir ki, o da bunlar ile mümkün olabilir. Hâlbuki belirli bir para ölçü olarak gösterilmiş olsa idi, bu maksat temin edilmiş olamazdı. Zira erzakın fiyatları zaman zaman değişmekte olduğundan o muayyen para, bazı senelerde bu maksadı temin edebilirdi, bazı senelerde temin edemezdi.

Fitre Ne İle Ödenmelidir?

Fıtır sadakası bu gıda maddelerinin asıllarından olabileceği gibi günümüz insanlarının ihtiyaçları da göz önüne alınarak kıymetlerinin karşılığınca para olarak verilmesi de caizdir.. Hatta ihtiyacın çok olması ve fakirlerin dilencilik yapmaktan kurtarılması için fitrenin para olarak verilmesi daha faziletlidir.

Fakat fakirlerin ihtiyaçları gıda maddelerinin bizzat kendilerine daha fazla olursa, o zaman para olarak verilmesi daha faziletli olmaz.

Ayrıca bir fakirin günlük yemek ihtiyacının tespit edilmesi ve bunun ücretinin verilmesi de caizdir. Ancak bu şekilde olacaksa, belirtilen gıda maddelerinden en ucuz olanının ücretinin altına düşülmemelidir. Bunu da yaparken fitre verilecek fakirin hayat standartlarına göre bir günlük gıda ihtiyacı değil, fitre veren kimsenin bir günlük gıda tüketim ortalamasının ölçü alınması, fitrenin mana ve gayesine daha uygundur.

Fitreyi biraz fazla hesaplayarak ödemek daha uygundur. Bu fazlalıklar sadaka hükmündedir.

Fitre ve Niyet
Fitre verirken niyet etmek şarttır. Fitre bir ibadet olduğu ve niyetsiz de ibadet olamayacağı için niyet şarttır.

Niyetin Zamanı
Fitre için niyet, verilecek malı veya parayı ayırmak zamanında yapılabileceği gibi, verileceği zaman da yapılabilir.

Fitreyi Söylemek Şart mıdır?
Fitreyi fakire verirken bunun fitre olduğunu söylemek şart değildir. Niyetin olması yeterlidir. Fitremizi verirken fakirin insanlık onurunu incitmemeye dikkat etmemiz gerekir. “Al bunu bayram harçlığı yaparsın…” gibi sözlerle de fitremizi verebiliriz.

Fitre ve Temlik
Fıtır sadakası, zekât gibi niyetle birlikte fakirlere temlik (mülk yapmak) suretiyle verilir, serbest bırakılamaz. Yani, bizzat şahsın eline verilir, mülkiyetine geçirilir.

Fitre İftar Olarak Verilebilir mi?
Fitre, iftar olarak yani yemek dağıtma şeklinde ödenemez. Çünkü fitrede temlik şarttır. Yemek yemeyi serbest bırakma, iftar vermede ise temlik yani fakirin eline verme, onun mülküne geçirme gerçekleşmiş olmaz.

Alacak, Fitreye sayılabilir mi?

Kişi, bir fakirdeki alacağını fitreye sayamaz. Çünkü alacağı fitreye mahsup etmek, fitredeki niyet ve temlik şartlarını yerine getirmez. Kişi, o kimseye borç verirken fitre niyetiyle değil, borç niyetiyle vermiştir. Ayrıca bu şekilde bizzat şahsın eline mülk olarak geçirmek gerçekleşmemektedir.

Fitre Kimlere Verilebilir?

Fitre verilecek yerler, zekât verilecek yerlerle aynıdır.

1- Fakirler: Nisap miktarı malı olmayan muhtaç kimselerdir..

2- Miskinler: Hiç bir şeye sahip olamayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimselerdir.

3- Borçlular: Borcu düşüldükten sonra, nisap miktarı malı kalmayan kimseler bu sınıfa girer.

4- ALLAH Teâlâ’nın yolunda cihad edenler:

ALLAH için savaşa hazırlamak veya savaşta olanlara silah almak, bunları donatmak ve ihtiyaçlarını karşılamak için de fitre verilir. El-Kâsânî, el-Bedâyi adlı eserinde “fi sebîlillah = ALLAH Teâlâ’nın yolunda” ifadesini “ALLAH Teâlâ’ya yaklaştıran bütün işler” olarak tefsir etmiştir. Bu yüzden, ALLAH Teâlâ’ya itaat ve hayır yolunda bulunan herkes ihtiyaç sahibi ise bu sınıfa girer. Bu bakımdan “ALLAH Teâlâ’nın yolunda” ifadesi “ilim öğrenmek” anlamını da içine alır. İlim öğrenen kimse zengin de olsa bu sınıfa girer.

5- Yolcu: Sefere çıkan yahut iyilik ve yararlı bir iş için yolculuk yapan ve gittiği yere yardımsız olarak ulaşamayan kimsedir.

Fitre Kimlere Verilemez?

Kendilerine fitre verilmesi caiz olmayan kimseler şunlardır:

a- Bir kimse fakir olan usûlüne yani babasına, dedesine… annesine, ninesine… ve furûuruna yani oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına fitre veremez. Karısına da veremez. Çünkü verdiği fitrenin menfaati kısmen kendisine ait olmuş olur. Hâlbuki bu menfaatin kendisinden tamamen kesilmiş olması lâzımdır. Zaten bir kimse hanımının, muhtaç olan usûl ve furûunun nafakasını temin etmekle mükellef bulunmaktadır. İmam-ı Azam’a göre bir kadın da fitresini, fakir bulunan kocasına veremez. Çünkü âdete nazaran aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre verebilir.

b- Şer’an zengin sayılan kimselere fitre verilemez.

Hangi mal olursa olsun, temel ihtiyaçların dışında nisap miktarı mala sahip olan kimse “zengin” sayılır. Şer’i nisaptan az miktarda mala sahip olan kimse sıhhatli, kuvvetli ve çalışabilecek durumda olsa bile fitre alabilir. Çünkü bir kimse güçlü kuvvetli olduğu halde işleri bozulabilir, yeni iş bulamaz veya çalıştığı işten elde ettiği gelir, geçimini sağlamayabilir. Yine, meskeni, ev eşyası, hizmetçisi, biniti, silahı, elbisesi ve ilim ehli ise ilim kitapları bulunan kimselere zekât verilebilir. Çünkü bu sayılanlar temel ihtiyaçlardır.

c- Haşim oğulları yani Hz.Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin amcaları Hz.Abbas (R.A.) ile Hz. Haris (R.A.)nun evlâd ve torunları ve Hz. Ali (R.A.) ile kardeşleri Akil ve Cafer (R.A.)nun zürriyetleri ile bunların azatlılarına fitre verilemez. Çünkü bunların ihtiyaçları beytü’l-mal tarafından karşılanmaktadır. Ayrıca Rebia b. Haris b. Muttalib ve Abbas b. Muttalib (R.Anhüma)dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:

“Bu sadakalar, ancak insanların kirleridir. Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine helâl değildir.”Buyurmuşlardır.

d- Zengin bir adamın küçük, bulûğa ermemiş 
çocuğuna fitre verilemez. Çünkü bu çocuk, babasının malıyla zengin sayılır. Fakat büyük çocuğuna -fakir ise- verilebilir. Yine zengin bir kimsenin fakir olan karısına veya babasına fitre verilebilir. Çünkü bunlar müstakil şahıslardır, birbirlerinin servetiyle zengin sayılmazlar. Zengin bir kadının yetim, fakir ve babası Müslüman olan çocuğuna fitre verilebilir. Çünkü bu çocuğun nesebi babası yönüyle sabittir, anasının servetiyle de zengin sayılmamaktadır.

e- Müslüman olmayanlara fitre verilemez.

Çünkü onlar fitre vermekle de mükellef değildirler.  fitre; Müslümanlara mahsus içtimaî, dinî bir vazifedir. Bu vazifeye iştirak etmeyenlerin bundan istifade etmeye hakları yoktur.

Fitreye, önemli bir ibadet olduğunu unutmadan ciddiyetle yaklaşmalıyız. Müslümanlar hayır adına verdikleri zekât, fitre ve sadakaların nereye, hangi ellere gittiğine ve ne amaçlarla harcandığına da dikkat etmelidir. Hiç kimse, fitresinin birisinin içki sofrasına gitmesini istemez ve istememelidir.

Fitre Vermede Öncelik

Fitreyi akrabaya vermek daha faziletlidir. Fitre verilirken, öncelikle akrabalar ve yakın komşulardan başlanılması gerekmektedir. Zira yakınları ve komşuları dururken, bir kişinin uzak bir yere fitre vermesi doğru değildir. Şöyle ki: fitreyi önce muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha sonra diğer akrabalara vermek, bunlardan sonra da sırasıyla fakir komşulara ve meslektaşlara vermek daha faziletlidir. Çünkü 
Abdullah b. Mes’ud (R.A.)nun hanımı Zeyneb (R.Anha)dan rivayete göre, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, akrabaya tasaddukta bulunanlara:

“Evet! O’na, biri hısımlık yani hısımla ilgilenme sevabı, diğeri de sadaka sevabı olmak üzere iki sevap verileceğini, haber vermişlerdir.

Fitre Uzağa Gönderilebilir mi?

Fitre öncelikle mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere göndermek mekruhtur. Gönderilecek olan kişiler akraba veya daha muhtaç kişilerse mekruh 
olmaz.

Gayrimüslime Fitre Verilebilir mi?
Verilemez. Çünkü bunun verilmesindeki maksat, bayram gününde fakir Müslümanların ihtiyaçlarını gidererek onların da bayrama kalpleri rahat bir halde iştirak etmelerini ve dilenmekten kurtularak ibadet ile uğraşabilmelerini temin gibi şeylerden ibarettir. Bu maksat ise, bu sadakanın gayrimüslim vatandaşlara verilmesiyle meydana gelmez.

Fitre, Birden Çok Fakire Verilebilir mi?

Bir kimse fitresini bir fakire verebileceği gibi birkaç fakire de dağıtabilir. Fakat verilen şahsın ihtiyacının karşılanması açısından bir kişiye verilmesi daha iyidir. Ayrıca birden çok kişi de fitrelerini bir kimseye verebilirler.

Kişi, Kimlerin Fitresini Vermekle Yükümlüdür?
Nisaba sahip olan hür bir Müslüman, hem kendisinin ve hem de velayeti altındaki kimselerin fitresini vermekle mükelleftir. Bu kimseler, kişinin bunak veya deli veya buluğa ermemiş fakir ya da zengin çocukları ve hizmetinde bulunan köle veya cariyesidir.

Kişi, Hanımının Fitresini Ödemekle Yükümlü müdür?
Yükümlü değildir. Çünkü kişinin hanımı kendi nefsinde tam bir velayete ve malında da müstakil olarak tasarruf hakkına sahiptir. Hanımı kendi malından fitre vermekle 
yükümlüdür.


Kişi, Büyük ve Akıllı Çocuğunun Fitresini Ödemekle Yükümlü müdür?
Yükümlü değildir. Çünkü tıpkı kişinin hanımı gibi büyük ve akıllı oğlu da kendi nefsinde tam bir velayete ve malında da müstakil olarak tasarruf hakkına sahiptir. Bu nedenle kişinin büyük ve akıllı çocuğu kendi malından fitre 
vermekle mükelleftir.

Kişi, Hanımı ve Büyük Çocuğunun Fitresini Kendi Malından Verebilir mi?
Fitrenin verilmesinde niyet şarttır, niyetsiz verilemez. İzin de niyet hükmündedir.

İznin, hakikaten veya örf ve âdeten olması gerekmektedir.
Bu nedenle bir kimse kendi malından hanımının veya büyük çocuğunun fitrelerini onların izinleriyle verebilir. Fakat hanımı ve büyük çocukları kendi ailesi içerisinde idaresinde bulunduğu takdirde, onların izinleri olmaksızın vermesi de geçerli olur. Çünkü bu halde örf-adet bakımından izin vardır. Aile arasında bulunan diğer şahıslar hakkında da hüküm böyledir.

Boşanmış Eşlerde Çocuğun Fitresi Kime Aittir?
Boşanmış eşlerde çocuk annenin yanında kalıyor olsa da, fitre yükümlülüğü babaya aittir.
Çünkü bu durumda genel kaide şudur: Bakım anneye, nafaka (geçim) ise babaya 
aittir.

Dede, Torunun Fitresini Verir mi?
Babası ölmüş veya fakir olan bir çocuk için fitre ödemek, dedesi için vacip bir vazife 
değildir. Dilerse, ödeyebilir.

Kişi, Ana-Babasının Fitresini Verir mi?
Bir kimse kendi ailesi içerisinde bulunsalar bile babasının, anasının fıtır sadakasını vermekle 
mükellef değildir. Ancak babası fakir veya deli olursa, o halde mükellef olur.

Doğmamış Çocuğun Fitresi Verilir mi?

Henüz dünyaya 
gelmemiş bir çocuğun fitresini vermek gerekmez.


Ö.N.Bilmen(Tam ilmihal kitabı)


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Fıtır sadakası nedir ve ne zaman verilir?

Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası (sadaka-i fıtır); insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 103-105). Vacip oluşu, sünnetle sabittir (Buhârî, Zekât, 70-78; Müslim, Zekât, 12-16; Ebû Dâvûd, Zekât, 18; İbn Mâce, Zekât, 21). Kişi, kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber, köle-hür, büyük-küçük, kadın-erkek her müslümana fitrenin gerektiğini ifade etmiştir (Ebû Dâvûd, Zekât, 20). Fıtır sadakasının vacip olma zamanı Ramazan bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha faziletlidir. Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Ancak, bayram namazından önce verilmesi müstehap kabul edilmiştir. Şâfiî mezhebinde ise; fitreyi, meşru bir mazeret bulunmadıkça bayramın birinci gününün gün batımından sonraya bırakmak haramdır. Fitreyi Ramazan’ın ilk günlerinde vermek de caizdir (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 128). Fitrenin hedefi, bir fakirin içinde yaşadığı toplumun hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanması, böylece bayram sevincine iştirak etmesine katkıda bulunmaktır. Günümüzde fıtır sadakası miktarının belirlenmesinde, kişinin bir günlük (iki öğün) normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktarın ölçü alınması daha uygundur. Kişi dinen zengin sayılanlara, usûlüne (anne, baba, dedeler ve nineler), fürûuna (çocuk ve torunlar) ve eşine fıtır sadakası veremez. Fitreler bir fakire verilebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtılabilir. (Merğînânî, el-Hidâye, II, 224). Ancak bir kişiye verilen miktar bir fitreden az olmamalıdır.

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/sadaka-i-fitir/fitir-sadakasi-nedir-ve-ne-zaman-verilir


9 Mart 2025 Pazar

Kadınlar özel günlerinde oruç tutabilirler mi?

Özel günlerindeki bir kadının namaz kılması ve oruç tutması haramdır. Bu durumdaki kadının namazı ve orucu sahih olmaz. Fakihler bu konuda görüş birliği içindedirler (Şâfiî, el-Ümm, II,130-131; Sahnûn, el-Müdevvene, I, 151; Haddâd, el-Cevhera, I,34; İbn Hazm, el-Muhallâ, II, 162; Merğînânî, el-Hidâye, I, 208-209; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 386-387; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 331, 385; Şevkânî, es-Seylü’l-cerrâr, II, 148). Âdet süresince terk edilen namazların kazâ edilmeyeceği, oruçların ise temizlendikten sonra tutulacağı hususlarında da bütün mezheplerin görüş birliği vardır (İbnü’l-Münzir, el-İcma, s. 47-48; Nevevî, Şerhu Müslim, IV, 26; San‘ânî, Sübülü’s-selâm, I, 383; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbe‘a, I, 118). Söz konusu icmânın dayanağı Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadisleri ve sahabe uygulamasıdır. Nitekim Hz. Âişe bu konuda kendisine sorulan bir soru üzerine; Resûlullah döneminde âdet gördüklerinde tutmadıkları oruçları kaza etmekle emrolunduklarını, kılmadıkları namazları ise kaza etmekle yükümlü tutulmadıklarını söylemiştir (Buhârî, Hayız, 20; Müslim, Hayız, 69).

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/ramazan-ve-orucla-ilgili-diger-konular/kadinlar-ozel-gunlerinde-oruc-tutabilirler-mi

Aşı olmak veya iğne yaptırmak orucu bozar mı?

Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz. Tedavisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ve oruç tutmalarına da başka bir engel bulunmuyorsa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkâna sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptıranların, ağızdan aşı alanların damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/orucu-bozan-ve-bozmayan-seyler/asi-olmak-veya-igne-yaptirmak-orucu-bozar-mi

Oruca niyetlenen bir kadın gün içinde âdet görmeye başlarsa ne yapmalıdır?

Kadınlar ay hâli (hayız) ve lohusalık (nifas) denilen özel hâllerinde namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. Oruca niyetlenen bir kadın, gün içerisinde âdet görmeye başlarsa orucunu bozar, temizlenince bu günün orucunu da kaza eder (Merğînânî, el-Hidâye, II, 276). İftar vaktine kadar oruçlu gibi davranması doğru değildir. Ancak Ramazanın hassasiyetine riayet ederek başkalarının yanında yiyip içmemesi uygun olur.

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/ramazan-ve-orucla-ilgili-diger-konular/oruca-niyetlenen-bir-kadin-gun-icinde-adet-gormeye-baslarsa-ne-yapmalidir

Fitil kullanmak, lavman yaptırmak orucu bozar mı?

Ağrı kesici, ateş düşürücü olarak veya diğer bazı amaçlarla makattan; mantar ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde ferçten fitil kullanılmaktadır. Lavman, tıbbî operasyon öncesi veya kabızlıkta kalın bağırsakta bulunan dışkının, anüsten içeriye sıvı verilerek dışarı çıkarılmasıdır. Sindirim sistemi, ağızla başlayıp anüsle sona eren, sindirim borusu ile sindirim bezlerinden oluşur. Sindirim borusu ise, ağızla başlar. Ağzın gerisinde yutak bulunur. Sonra yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve anüs gelir. Sindirim ince bağırsaklarda tamamlanmaktadır. Kalın bağırsaklarda ise, sadece su, glikoz ve bazı tuzlar emilmektedir. Kadının ferci ile sindirim sistemleri arasında ise bir bağlantı bulunmamaktadır. Bu itibarla kadınların fercinden kullanılan fitiller, orucu bozmaz. Makattan kullanılan fitiller ise, her ne kadar sindirim sistemine dâhil olmakta ise de, sindirim ince bağırsaklarda tamamlandığı, fitillerde gıda verme özelliği bulunmadığı ve makattan fitil almak, yemek ve içmek anlamına gelmediği için, orucu bozmaz. Lavman yaptırmak konusunda ise, iki durum söz konusudur; kalın bağırsaklarda su, glikoz ve bazı tuzlar emildiği için, gıda içeren sıvının bağırsaklara verilmesi veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde verilen suyun bağırsakta kalması durumunda oruç bozulur (Merğînânî, el-Hidâye, II, 263). Ancak, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi durumunda, verilen su ile birlikte bağırsaklarda bulunan dışkının dışarıya çıkarıldığı ve bu esnada emilen su da, çok az olduğu için oruç bozulmaz (DİYK 22. 09. 2005 tarihli karar).

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/orucu-bozan-ve-bozmayan-seyler/fitil-kullanmak-lavman-yaptirmak-orucu-bozar-mi

Şeker hastalarının uyguladıkları insülin iğnesi orucu bozar mı?

İğnenin orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrı dindirmek, tedavi etmek, vücudun direncini artırmak, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar. Ancak gıda ve/veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar (DİYK 22. 09. 2005 tarihli karar). Şeker hastalarının kullandıkları insülin iğnesi bu nitelikte olmadığı için orucu bozmaz. Diğer yandan ehil doktorların, oruç tutmasının sağlık açısından zararlı olacağı teşhisini koyduğu bir hasta, Ramazan’da oruç tutmayabilir. Böyle bir kişi, eğer iyileşme ihtimali varsa orucunu daha sonra kaza etmek üzere bırakır; böyle bir ihtimal yoksa Ramazan ayının her günü için birer fidye verir. İnsüline bağımlı olarak yaşayan hastaların da oruç tutmaları sağlıklarına zarar veriyorsa oruç tutmayabilirler. Tutamadıkları oruçlarının sayısınca her gün için bir fidye verirler.

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/orucu-bozan-ve-bozmayan-seyler/seker-hastalarinin-uyguladiklari-insulin-ignesi-orucu-bozar-mi

Diş fırçalamak orucu bozar mı?

Boğaza su kaçırmadan ağzı su ile çalkalamak orucu bozmadığı gibi diş fırçalamakla da oruç bozulmaz (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 220). Bununla birlikte, diş macununun veya suyun boğaza kaçması hâlinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması, oruçluyken fırçalanacaksa macun kullanılmaması uygun olur.

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/orucu-bozan-ve-bozmayan-seyler/dis-fircalamak-orucu-bozar-mi

Kazaya kalan Ramazan oruçlarının belli bir sürede tutulma zorunluluğu var mıdır?

Ramazan ayında tutulamayan veya başlanıp da bozulan oruçların kaza edilmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar.” (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Kaza oruçlarının peşpeşe tutulması hakkında herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bu oruçların, geciktirilmeksizin bir an önce tutulması uygun olur. Çünkü bu bir Allah hakkıdır. Kişi ne zaman öleceğini bilemez. Ramazan orucunun kazası, oruç tutmanın haram olduğu günler dışında her zaman yapılabilir. Hz. Peygamber (s.a.s.), iki vakitte oruç tutulmayacağını bildirmiştir ki birisi Ramazan bayramının birinci günü, diğeri kurban bayramı günleridir (Buhârî, Savm, 66-67). Hanefîlere göre Ramazan oruçlarının kazası için bir zaman sınırlaması yoksa da mümkün olan ilk fırsatta bu oruçlar tutulmaya çalışılmalıdır (Kâsânî, Bedâî’,II, 104). Şâfiîlere göre ise bir Ramazan’da kazaya kalmış orucun, gelecek Ramazan’a kadar kaza edilmesi gerekir. Bir Ramazan’ın kaza borcu herhangi bir mazeret olmaksızın yerine getirilmeden, öteki Ramazan gelecek olursa, kaza borcuna ilaveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 364; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 645).

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/kaza-kefaret-fidye-iskat-i-savm/kazaya-kalan-ramazan-oruclarinin-belli-bir-surede-tutulma-zorunlulugu-var-midir

7 Mart 2025 Cuma

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-7-


1224. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevval hilâlini görünce de oruca son veriniz. Ramazanın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa, şâbanı otuza tamamlayınız." 

Buhârî, Savm 11; Müslim, Sıyâm 4, 7, 8, 17-20. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 5; Nesâî, Sıyâm 8; İbni Mâce, Sıyâm 7 

Bu, Buhârî'nin rivayetidir. Müslim'in rivayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Eğer şevval ayının başlangıcı bulutlu olursa, orucu otuza tamamlayınız." 

(Bu rivayet için de ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sıyâm 7; Nesâî, Sıyâm 10; İbni Mâce, Sıyâm 7) 

Açıklamalar 

Yukarıdaki hadislerde ramazanla beraber gelen ve diğer gün ve aylardan farklı olan imkân, bereket, rahmet ve mağfiretten bahsedilmişti. Ramazan ayına ait olan bu ayrıcalıkları yaşayabilmek için, bu ayın girdiğinin nasıl anlaşılacağı herhalde bütün mü'min gönül ve kafaları haklı olarak meşgul edecektir. Çünkü bu büyük fırsatın kaçırılmaması gerekir.

 İşte bu hadiste Efendimiz, ümmetin bu merakını gideriyor ve ramazan ayının başlangıcının ve bitiminin nasıl belirlenebileceğini açıklıyor. Özellikle o günkü şartlarda herkes tarafından bilinen bir hadiseye işaret ediyor. Aylar, hilalin görünmesi (rü'yet-i hilâl) ile tesbit ediliyor. Ramazan için de aynı ölçü kullanılacaktır. Ramazan ayının girdiğini belirleyen hilalin gözle görülmesi ve bunun şahitler ile delillendirilmesi halinde oruca başlanacaktır. Ancak hilâlin görülmesine engel olabilecek bir ihtimal akla gelmektedir. Şayet hava bulutlu olur da hilâli gözetlemek ve görmek mümkün olmazsa, ne yapılacaktır? Bunun da çaresi, ramazandan önceki ay olan şâbanı, otuza tamamlamaktır. Kamerî takvime göre bir ay, otuz günden fazla olamaz. Önceki ayı, olması muhtemel en uzun süresine tamamladıktan sonra, acaba ramazan hilâli çıktı mı, çıkmadı mı şüphesi ortadan kalkacak, tereddüte mahal kalmayacaktır. Aynı şey ramazanın bitimi için de geçerlidir. Bu defa ramazandan sonraki ay olan şevvâlin hilâlini görmek mümkün olamazsa, orada da yapılacak işlem ramazanı otuza tamamlamaktır.

 Her iki rivayet, ümmete ramazanın başlangıcı ve bitimi gibi iki önemli noktada çok tabii olarak tam bir kesinlik ve itminan sağlamaktadır. Müslümanları şüphe içinde ibadet yapmış olmak gibi bir mânevî sıkıntıdan kurtarmaktadır. 

Rü'yet-i hilâlin esas alınmasına rağmen, onun mümkün olmadığı hallerde, önceki ayın otuza tamamlanması, hesabın devreye girmesi demektir. Bu da ramazan ayının başlangıç ve sonunun tesbitinde rü’yet öncelikli bir hesaplama yönteminin meşrûiyetini ortaya koymaktadır. 

Dînî günlerin başlangıçlarının tesbiti konusunda son yıllarda İslâm ülkeleri arasında yaşanan farklılıklar ve "birlikte hareket etmeye" yönelik teşebbüsler henüz ümmetin tamamını kapsayacak bir noktaya getirilebilmiş değildir. Hesap mı, rü'yet mi gibi bir ikileme girme yerine bu iki ölçünün birlikte kullanılması yoluna gidilse, her halde hadisimizin gösterdiği yol takip edilmiş olacaktır. İbadetlerde ümmetin birlikte hareket etmesinin azameti, her türlü siyasal kaygıların üzerindedir. İslâm ülkeleri bu noktayı dikkate aldıkları takdirde uygulama farklılıkları ortadan kalkacaktır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Sünnet, ümmetin meselelerini en tabii ve kolay yoldan çözümleme ölçüsüdür. 

2. İbadetler şek ve şüphe üzerine bina edilemez. Kesinlik ve itminan aranır. 

3. Kesinlik gözlemle sağlanamazsa, hesaplamalarla bunun temini yoluna gitmek mümkündür. 

4. Önemli olan ramazan gibi müstesna bir mevsimin başladığını ve bittiğini tesbit etmek ve onu öngörülen istikamette değerlendirmektir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-6-


1223. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 


"Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır." 

Buhârî, Savm 5, Bed'ul-halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5 

Açıklamalar 

Ramazan ayının mânevî hayatımıza kazandırdığı ve dolayısıyla günlük yaşantımıza getirdiği rahmet ve güzelliği üç cümlecikle ortaya koyan hadisimiz, bizi ramazan ve oruç iklimine hem hazırlamakta hem de ısındırmakta ve böylece umutlanmamıza vesile olmaktadır. 

Hadisin ilk cümlesinde açıldığı bildirilen cennet kapıları, başka bazı rivayetlerde, rahmet kapıları ve gök kapıları olarak geçmektedir. Aslında bu üç tanımlama, aynı şeyin farklı anlatımından ibarettir. Zira netice itibariyle gök kapıları rahmet kapıları, rahmet kapıları da cennet kapıları anlamındadır. 

Cennet kapılarının açılması, ilâhî rahmetin her zamankinden daha büyük çapta hayatı kaplaması demektir. Bunun tabii sonucu cehennem kapılarının kapanmasıdır. Cehennem kapılarının kapanması ise, cehennem davetçisi şeytanların faaliyet alanlarının daraltılması, etkilerinin kısıtlanması demektir. Bütün bunlar da ramazan ayında topluca ve toplumca daha derinden ve yaygın olarak yaşanmaya başlanan temiz dînî hayatın bir bakıma sebebi, bir bakıma da sonucudur. 

Neticede hadisimiz, ramazan ikliminin, mü'minlerin maddî ve mânevî hayatına kazandırdığı değişimi, rahmet, bereket ve mutluluk havasını anlatmaktadır. Yoğun olarak kulluk yapılan bir mevsimin fazileti, şeytanların olumsuz etkilerinden büyük ölçüde sıyrılma, günahlardan sakınma ve rahmete ulaşma imkânlarında kendisini göstermektedir. O halde bu müsait ortamdan mümkün olduğunca yararlanmaya çalışmak herhalde yapılabilecek en akıllıca iştir. Ramazan ayı geldiğinde toplumda gördüğümüz güzellik, bereket ve mânevî havanın nereden kaynaklandığını hadisimizde bulmaktayız. Bu sebeple hadiste belirtilen hususlar iman hayatımız ve iki dünya mutluluğumuz bakımından son derece önem taşımaktadır. Ramazanı hayatımızda daha büyük ölçüde etkili kılacak davranışlarda bulunmak bize düşen görev olmaktadır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Ramazan, af, rahmet ve sevabın arttığı, şeytanların etki ve saptırmalarının azaldığı ve dolayısıyla cehennem kapılarının kapandığı bir ay ve müstesna bir zamandır. 

2. Kulluk yoğun zaman ve mekânların, rahmet ve bereketi topluca gösterilecek gayretlerle daha da arttırılabilir.
http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html
Oruç için fidye verilmesi, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar için geçerlidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabenin uygulaması, fidyeden bahseden âyetteki “oruç tutmakta zorluk çekenler.” (el-Bakara, 2/184) ifadesinin yalnızca yukarıda sayılan kimseleri kapsadığını göstermektedir. Buna göre, oruç tutmaya gücü yettiği hâlde tutmayan veya geçici bir sebeple tutamayan kimseler hakkında fidye hükmü yoktur (Buhârî, Tefsîr (Bakara), 26 [4507]; Müslim, Sıyâm, 149-150 [1145]).
Mazeretsiz oruç tutmayanların, tutmadıkları oruçları kaza etmeleri ve tövbe istiğfar etmeleri gerekir. Ayrıca, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, fidye vermiş bile olsalar, ileride tutabilecek duruma gelirlerse tutamadıkları oruçları Hanefîler'e göre kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidyeler oruç borcunu düşürmez (Kâsânî, Bedâî’, 2/105; Merğinânî, el-Hidâye, 1/124).

RAMAZAN AYINDA NELER YAPILABİLİR?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Sevgili Peygamberimiz, “Sahîh-i Buhârî”de zikredilen bir hadîs-i şerîfinde de şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir [vazîfe bilir] ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.”


Bu hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki, orucun Allahü teâlânın emri olduğuna inanmak ve sevap beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemek şarttır. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmayı, fırsat ve ganîmet bilmelidir.

Câbir bin Abdillah (radıyallahü anhümâ) hazretlerinin haber verdiği bir hadîs-i şerîfte de, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir:
Ramazân ayının birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azap etmez.
İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
Melekler, ramazânın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolmaları için duâ ederler.
Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhırette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennet’te yer tayin eder.
Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü’minlerin hepsini affeder. Yani ramazan ayının tamâmını oruçlu geçirenleri affeder.”


İslâm âlimlerinin büyüklerinden İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurmuştur ki:
“Ramazân-ı şerîf ayında yapılan nâfile namaz, zikir, sadaka ve diğer bütün ibâdetlere verilen sevaplar, başka aylarda yapılan farzlara verilen sevaplar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir oruçluya iftâr verenin günâhları affolur; Cehennem’den âzâd olur. O oruçlunun sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. O oruçlunun sevâbı da hiç azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolurlar; Cehennemden âzâd olurlar.
Resûlullah, bu ayda, esîrleri âzâd eder, kendisinden istenilen her şeyi verirdi. Bu ayda ibâdet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur.
Bu aya saygısızlık edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmalıdır.
Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’ân-ı kerîm ramazân ayında indi. Kadir gecesi, bu aydadır...”

Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilip, elden geldiği kadar ibâdet etmeli, Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır.
Allahü teâlânın gazabına sebep olabilecek bütün kötülüklerden, harâmlardan sakınmak, îmân, ibâdet bilgilerini, harâmları öğrenmek, kul haklarından sakınmak, varsa helâlleşmek, günâhlardan tevbe etmek lâzımdır.
Her şeyden önce, i’tikâdı düzeltmelidir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdikleri i’tikâdı öğrenmek ve buna göre inanmak lâzımdır. İ’tikâd düzgün olmazsa, tutulan oruçların, yapılan diğer ibâdetlerin bir fâidesi olmaz.
Çünkü i’tikâdı bozuk olanların, muhakkak Cehennem’e gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bunun için, Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdıkları ilmihâl kitaplarını alıp okumalı, doğru îmânı öğrenmeli, ibâdetleri yapmalı, harâmlardan sakınmalıdır.
Allahü teâlâ, şartlarına uygun yapılan tevbeleri kabûl edeceğini va’detmiştir. Böyle mübârek günleri, ayları fırsat bilip, çok çok tevbe-istiğfar etmeli, affedilmek için, Cenâb-ı Hakk’a yalvarmalıdır.
Sonra ibâdetleri, harâm ve helâl olanları öğrenmeli ve bunlara göre ibâdet yapmaya çalışmalıdır. Kıymetli zamanlarda bu bilgileri okumak, öğrenmek, nâfile namazlardan ve diğer bütün nâfile ibâdetlerden çok daha kıymetlidir...

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Oruçlu iken kan vermek ve vücuda kan almak orucu bozar mı?

Ramazan’da oruçlu iken kan verenin orucu bozulmaz. Vücuda kan almak ise, beslenme, gıda alma kapsamına girdiği için orucu bozar.

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/orucu-bozan-ve-bozmayan-seyler/oruclu-iken-kan-vermek-ve-vucuda-kan-almak-orucu-bozar-mi

6 Mart 2025 Perşembe

Oruçlu kimse abdest alırken hata ile boğazına su kaçırırsa orucu bozulur mu?

Orucun bozulması konusunda hata; abdest sırasında ağzını çalkalarken isteği dışında boğazına su kaçması örneğinde olduğu gibi, orucu bozan fiilin orucu bozma kastına dayalı olmayarak meydana gelmesidir. Orucu bozan fiilin hataen yapılması orucu bozar ve yalnızca kazayı gerektirir. Hataen boğaza su kaçması, oruçlu bulunulduğu hatırda değilken meydana gelirse, unutarak yapılmış hükmünü alır ve oruç bozulmaz (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 222). Bir sahabî Resûlullah’a (s.a.s.), “Ey Allah’ın Resulü! Oruçlu iken unutarak yiyip içtim. Orucum bozuldu mu?” diye sormuş. Resûlullah (s.a.s.) da, “(Hayır bozulmadı) Allah seni yedirip içirdi.” (Ebû Dâvûd, Savm 39) cevabını vermiştir. Şafii mezhebine göre ise; abdest veya gusül alırken ağız ve buruna az miktarda alınan su, elde olmayarak boğazdan inerse oruç bozulmaz. Ancak serinlemek veya suyla oynamak ya da abdest ve gusülde gereğinden fazla abartılı bir şekilde ağza ve buruna su almak gibi meşru olmayan bir sebeple su boğazdan aşağı inerse oruç bozulur. Çünkü bu durumda oruçlu kişi kendisine emredilmeyen bir işi yapmıştır (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 629-630).

https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/orucu-bozan-ve-bozmayan-seyler/oruclu-kimse-abdest-alirken-hata-ile-bogazina-su-kacirirsa-orucu-bozulur-mu

***Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den İFTAR DUALARI


149 – İFTAR SIRASINDA EDİLECEK DUA

509 – İbn Ömer radıyallahu anhuma diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle derdi:

Zehebezzameu vebtelletil uruku, ve sebetel ecrü inşaallahü teala

"Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşaallah ecrimiz gerçekleşti."

Ebu Davud, Savm, 2357.

510 – Muaz bin Zühre radıyallahu anh diyor ki: Bana ulaştığına göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle dermiş:




Allahümme leke sümtü ve ala rızkıke eftartu

"Allah’ım, senin rızan için oruç tuttum ve senin verdiğin rızıkla iftar ettim."

Ebu Davud, Savm, 2358.

511 – Yine Muaz bin Zühre radıyallahu anhden: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle derdi:



Elhamdü lillahillezi eaneni fesumtu, ve rezekani feeftartü
"O Allah’ a şükürler olsun ki, bana yardım etti oruç tuttum ve bana rızık verdi iftar ettim."

ibn Sünni, 480

512 – İbn Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle derdi:



Allahümme leke sumna, ve ala rızkıke eftarna, fetekabbel minna, inneke entes semiül alim

"Allah’ım, senin rızan için oruç tuttuk ve senin verdiğin rızıkla iftar ettik. Bizden kabul buyur; çünkü sen işiten ve bilensin."

ibn Sünni, 481.

513 – Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anhuma diyor ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden:

Oruçlunun iftar zamanı edeceği dua reddolunmaz dediğini işitim.

İbn Ebu Müleyke de: Ravi Abdullah bin Amr’dan, iftar ettiği zaman:



Allahümme inni es’elüke birahmetikelleti vesiat külle şey’in en tağfireli

"Allah'ım, her şeyi kaplayan rahmetinden beni bağışlamanı isterim", dediğini işittim, demiştir.

ibn Mace, Siyam, 1753.

Kaynak: İmam Nevevi – El Ezkar – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Dilinden Dualar ve Zikirler

Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-5-


1222. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 


"Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır." 

Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet 4; Nesâî, Sıyâm 39; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 33 

Açıklamalar 

Amel ve ibadetlerin makbul olabilmesi için iki önemli şart vardır. Bunlardan birincisi Allah'a iman; ikincisi, ihlâs ve samimiyet. Yani bir işi Allah rızâsını gözeterek, karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek yapmak, riyâ ve gösterişe kaçmamak. Bu iki husus hadisimizde iman ve ihtisab kelimeleriyle ifade buyurulmuştur. 

“İnsan, inanmadan nasıl ibadet eder?” diye bir soru akla gelebilir. Doğrudur. Ne var ki, gerçekten inanmadığı halde inanmış görünüp şu veya bu gerekçeyle birtakım güzel işler ve ibadetler yapanların varlığı da bir gerçektir. Öte yandan insan, bir şeyin hak ve doğru olduğuna inanır ve yapar. Fakat ihlâs ve samimiyetle değil, riyâ, gösteriş, korku, itibar vs. gibi birtakım geçici gerekçelerle yapar. Bu tür davranışlar her ne kadar ibadet ve iyilik gibi görünse de, onları işleyeni maksadına ulaştırıcı nitelik ve kıvama sahip değildir. Daha açık bir ifadeyle bu davranışlar makbul değildir. İşte hadisimiz işin çok önemli olan bu yönüne dikkat çekmekte, ramazan orucunu, onun farziyyetine, faziletine, faydasına yürekten inanarak ve karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek yani tam bir ihlâs ve samimiyetle tutan kimselerin, geçmiş günahlarından arındırılacaklarını müjdelemektedir. Âlimler "geçmiş günahları" ifadesini küçük günahlar diye yorumlamışlardır. Müellifimiz Nevevî'nin belirttiğine göre bazı fakihler, küçük günah bulunmadığı takdirde ramazan orucunun büyük günahları hafifletebileceğini söylemişlerdir. 

"Kim ramazan orucunu tutarsa... "ifadesinden açıkça anlaşılacağı gibi, ramazanın tamamını tutarsa demektir. Hadisimizdeki müjde, acaba "oruç" denebilecek en az miktarı, söz gelimi, bir günü oruçlu geçiren kimse için de söz konusu mudur? Değildir. Ancak hadisimizdeki iki şarta uyarak başladığı ramazan orucuna, hastalık vs. gibi meşrû bir sebeple devam edemeyenler, başlangıçtaki niyet ve davranışları sebebiyle bu müjdeli hükme dahildirler. Ayrıca bu ve benzeri bağışlanma müjdeleri sadece günahkârlar için geçerli de sanılmamalıdır. Bağışlanacak günahı olmayan kimseler için de derecelerinin yükselmesine sebeptir. Nitekim peygamberler bu durumdadır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını Allah'tan umarak tutmak, geçmiş günahlardan arınma sebebidir. 

2. Allah'a iman etmek ve mükâfatını O'ndan beklemek (ihtisab) her ibadetin sıhhat ve makbuliyet şartıdır.
http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-4-


1221. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar." 

Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167-168. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44,45; İbni Mâce, Sıyâm 34, Fiten 13 

Açıklamalar 

Hadîs-i şerîf, metindeki fî sebîlillâh kaydından dolayı, "düşmanla savaşırken oruç tutan kimseler" olarak yorumlandığı gibi, savaş hali olsun olmasın Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseler hakkında da geçerli sayılmıştır. Nitekim bu ayırımı hadisi rivayet eden hadisçilerde de görüyoruz. Buhârî ve Tirmizî, onu cihad ve fezâilü'l-cihâd bölümlerinde naklederken, Müslim, Nesâî ve İbni Mâce oruç bahsinde zikretmişlerdir. 

Savaş esnasında oruç tutmak mücâhide hem cihad hem de oruç sevabını kazandırır. Ancak bu, oruç tutmanın mücahidi olumsuz yönde etkilememesi halinde geçerlidir. Oruçtan etkilenecek mücahidin oruç tutmaması evlâ ve efdaldir. Çünkü cihad başlı başına büyük güçlükleri olan ve başarılması gereken üstün bir görevdir. 

Allah yolunda yani Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimsenin yetmiş yıl cehennem azabından uzak tutulması, o kişinin cehennemde yakılmaması anlamındadır. Bazı rivayetlerde bu mesâfe yüz veya beş yüz yıl şeklinde geçmektedir. Yetmiş yıllık mesâfe bunların asgarisi olarak düşünülecek olursa, oruç tutanın durumuna göre bu mesâfenin yüz ya da beş yüz yıllık bir uzaklığı da kapsayabileceği anlaşılmış olur. Oruç tutan kişinin cehennemden uzak tutulacağı süre ve mesâfe ile ilgili olarak on beş kadar sahâbînin rivayeti bulunmaktadır. 

Hadiste yıl karşılığı olarak güz mevsimi anlamındaki "harîf" kelimesi kullanılmıştır. Fakat Araplar bu kelimeyi genellikle bir mevsim için değil bütün bir yıl için kullanırlar. 

Hadis 1342 numara ile "Cihâd" konusunda tekrar gelecektir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Allah yolunda O'nun rızâsı için oruç tutmak pek faziletli bir ibadettir. 

2. Oruç, cehennem azâbından kurtuluşa vesiledir. 

3. Kendi rızâsı için ibadet eden kullarına Allah Teâlâ'nın ikramı büyük olacaktır.

http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

5 Mart 2025 Çarşamba

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-3-


1219. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 


"Allah yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, ‘Ey Allah'ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır’, diye çağırılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücahidler cihad kapısından, oruçlular reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) davet edilirler." 

Ebû Bekir radıyallahu anh: 

- Anam babam sana kurban olsun ey Allah'ın Resulü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağırılmaya ihtiyacı yoktur ama, bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır? dedi. 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

- "Evet, vardır. Senin de o bahtiyârlardan olacağını ümit ederim" buyurdu. 

Buhârî, Savm 4, Cihâd 37, Bed'u'l-halk 9, Fezâilü ashâbi'n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86. Ayrıca bk.Tirmizî, Menâkıb 16; Nesâî, Zekât 1, Cihâd 20, Sıyâm 43 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.

1220.Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Oruçlular nerede? diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez." 

Buhârî,Savm 4; Müslim,Sıyâm 166. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 43;İbni Mâce, Sıyâm 1 

Açıklamalar 

Birinci hadisteki çift sadaka, bazı rivayetlerde iki koyun, iki sığır, iki dirhem diye aynı maldan, aynı cinsten iki sadaka şeklinde açıklanmıştır. Bu ifadeden, sadaka vermeye mümkün olduğunca devam eden kimselerin kastedilmiş olma ihtimali bulunmaktadır, hatta bu ihtimal daha da kuvvetli gözükmektedir.

 Sadaka vermeyi ve iyilik yapmayı bir çeşit alışkanlık haline getirmiş olan kimseler muhtelif cennet kapılarının her birinden ayrı ayrı davet edileceklerdir. Yani namaz, cihad ve sadaka gibi ibadet ve iyilikleri sürekli yapanlar bu ibadetlere ayrılmış kapılardan çağrılacaklardır. Oruçluların, diğer bir ifadeyle oruç tutmaya özel önem verenlerin, çok oruç tutanların reyyân isimli kapıdan çağırılması ise, onlara özel bir ikrâmdır. Zira reyyân, "atşân"ın tam karşıtı bir anlam ifade etmektedir. Atşân, "susuzluktan yanmış"; reyyân, "suya kanmış" demektir. Yalnızca dünyada oruç tutarken susuzluk çekenlerin bu kapıdan girecek olmaları ve o kapıdan onlardan başka hiç kimsenin giremeyecek olması ikinci hadiste bildirilen gıpta edilmeye lâyık bir üstünlüktür. Hatta o kapıdan girenlerin asla susuzluk yüzü görmeyeceği, "Kim bu kapıdan girerse, sonsuza dek susuzluk hissi duymaz" diye açıkça müjdelenmiştir (bk. İbni Mâce, Sıyâm 2; Nesâî, Sıyâm 43). Hiç şüphesiz bu ayrıcalık oruç ibadetinin, diğer ibadetler arasındaki yerini ve kıymetini göstermektedir. 

Birinci hadiste, iyilik ve hayır çeşitlerinin hemen hemen hepsinde özel bir gayreti bulunan Hz. Ebû Bekir'in, cennete girme sonucunu değiştirmemesine rağmen, bütün cennet kapılarından birden çağrılacak kimselerin de bulunup bulunmadığını sorması, gerçekten yerinde bir sorudur. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in soruya olumlu cevap vermesi ve özellikle Hz. Ebû Bekir'in o bahtiyârlardan olduğunu bildirmesi hem bir müjde hem de ümmete yönelik büyük bir teşviktir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Aynı cinsten çift sadaka veren sürekli hayır yapan kimseler, cennetin muhtelif kapılarından cennete girmeye davet edileceklerdir. 

2. Cennetin reyyân kapısından sadece oruçlular gireceklerdir. 

3. Hz. Ebû Bekir, bütün cennet kapılarından birden davet edilecek bahtiyârlardandır.


http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

4 Mart 2025 Salı

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-2-

Hadisler 

1218. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 Aziz ve celîl olan Allah "İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim" buyurmuştur. 

Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. 

Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. 

Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır." 

Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163 

Bu, Buhârî'nin rivayetidir. Buhârî'nin bir başka rivayeti (Savm 3) şöyledir: Allah Teâlâ buyurur ki:
 "Oruçlu kişi yemesini, içmesini, cinsî arzusunu benim rızâm için terkeder. Oruç, doğrudan doğruya benim rızâm için yapılan bir ibadettir. Her iyiliğin karşılığı on misli sevap olduğu halde, orucun mükâfatını ben vereceğim." 

Müslim'in bir rivayetine göre (Sıyâm 164) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 

"İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah Teâlâ, "Ama oruç başka. O benim içindir, mükâfatını da ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini benim için bırakır" buyurmuştur. 

Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, iftar ettiği zamanki sevinci; diğeri, Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Hiç kuşkunuz olmasın ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir". 

Açıklamalar 

Değişik rivayetleri bir araya getirilmiş olan hadisimiz, orucun diğer ibadetlerden farklı olan yönlerini belirlemektedir.

 Bu yönlerden biri orucun sırf Allah rızâsı için yapılan bir ibadet olması, yani, oruçlu bildirmediği sürece, dışarıdan hiç kimsenin bilemeyeceği, riyâ ve gösterişten uzak bir ibadet olmasıdır. Çünkü orucun diğer ibadetler gibi görünür bir şekli yoktur. Öte yandan, tarihte varlıkları bilinen müşriklerin, ilâhlarına yakın olmak için yaptıkları kulluk türleri içinde oruç bulunmamaktadır. Yani hiçbir putperest oruç tutarak putlara kulluk etmemiştir. Bu yönüyle de oruç, sırf Allah için yerine getirilen bir ibadet türüdür. 

Orucun diğer ibadetlerden farklı bir başka yönü de mükâfatının, -önceden bildirilmiş ölçülerin çok üstünde- Allah Teâlâ tarafından takdir edilecek olmasıdır. 

Her iki özellik de oruç ibadetinin fazilet ve üstünlüğünü anlamamız için yeterlidir. 

Ayrıca hadisimizde, oruçlu ile ilgili bir tesbit, bir tavır, bir vâkıa ve bir de müjdeye dikkat çekilmektedir. Söz konusu tavır kimseye kötü söylememek ve çatmamak, kendisine çatan, kötü söyleyen olursa, ona da nazikçe "lutfen bana ilişmeyin, ben oruçluyum" diyerek, kendisini oruç kalkanıyla korumasıdır. Çünkü oruç, oruçlu için dünyada günahlara, âhirette cehennem azâbına karşı koruyucu kalkan konumundadır. 

Vâkıa ise şöyle ifade edilebilir: Oruç tutan kişide özellikle uzun yaz günlerinde açlıktan ileri gelen bir ağız kokusu oluşur. Bu koku, Allah katında, insanlarca en güzel koku diye bilinen miskten daha güzeldir. Ancak bu gerçek, hiçbir zaman o ağız kokusunun misvak veya fırça kullanmak suretiyle giderilmesine mâni değildir. 

İftar ve Allah'a kavuşma anlarındaki büyük rahatlama ve sevinç... Bu iki haldeki sevinç ve ferahlıktan birincisi maddî, görünür ve geçici; öteki mânevî ve süreklidir. Her ikisi de sadece oruçluya aittir. İftar edildiği zamanki rahatlama, Allah huzurundaki rahatlamanın kesin bir delili olarak zikredilmiş olmaktadır. Oruç tutan kimsenin iftar ettiği an rahatlaması ne kadar gerçek ise, oruçlunun Allah'a kavuştuğu zamandaki rahatlaması da o kadar gerçektir. 

Hadisimiz, oruçluya verilecek sevâbın, dinimizdeki bir iyiliğe on katından yedi yüz misline kadar verilecek sevap ve mükâfat ölçüsünün dışında ve üstünde, tamamen Allah Teâlâ'nın takdirinde olduğunu tescil ve ilân ederken, tabii olarak oruç ibadetinin dinimizdeki müstesna yerini ve son derece üstün faziletini de ortaya koymuş olmaktadır. Orucun fazileti, yüce Rabbimiz'in onu kendisine izâfetle "Benim içindir" buyurması ve "Mükâfatı da bana aittir" diyerek sonsuz lutuf ve kerem kapısını oruçluya açmış olmasından ileri gelmektedir. Böyle bir teşrif ve iltifat her şeyin üstündedir. Bu da hadisimizdeki müjdeyi oluşturmaktadır.

 "İnsanın her ameli kendisi içindir" buyurulmuş olması, oruç dışındaki her ibadetin, insanın haz alacağı, başkalarından gizleyemeyeceği hatta belki de göstermek isteyeceği bir tarafı olduğunu tesbit etmektedir. Sadece oruçta böyle bir durumun bulunmaması onun ne denli saf ve has bir ibadet olduğunu göstermektedir. Hadisimizin ana tesbiti de budur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Allah Teâlâ'nın, "Mükâfatını ben vereceğim" buyurduğu yegâne ibadet oruçtur. 

2. Allah için yapılacak hiçbir fedâkarlık ve amel karşılıksız kalmaz. 

3. Oruçlu, günahlara ve cehennem azabına karşı zırhlanmış kişi demektir. Çünkü "Oruç kalkandır" buyurulmuştur.

http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-1-

RAMAZAN ORUCU RAMAZAN ORUCUNUN FARZ OLUŞU, FAZİLETİ VE ORUÇLA İLGİLİ KONULAR 

Âyetler 

"Ey iman edenler! Oruç, sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. (Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde tutar. (İhtiyarlık veya iyileşme umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da) oruç tutmaya gücü yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak fidyeyi arttırırsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise, sizden ramazan ayına ulaşanlar idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kazâ etsin. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir." Bakara sûresi (2), 183-185

 Oruç, dinimizin temel esaslarından biridir. O aslında şekil ve süresi farklı da olsa, geçmiş ümmetlere de emredilmiş bir ibadettir. Kazandırdığı birçok faydaya rağmen, insan nefsine ağır gelen ilâhî bir emirdir. Bu sebeple olmalıdır ki, önce ibadetlerin en hafifi namaz, sonra orta zorlukta olan zekât, daha sonra da belki en zoru olan oruç emredilmiştir. Böylece mükellefler kolaydan zora doğru bir alıştırmaya tâbi tutulmuşlardır. Bir önceki konuda geçen burada da tekrar gelecek olan İslâm'ın beş temeli ile ilgili hadiste aynı sıra takip edilmiştir: Şehâdet, namaz, zekât, oruç, hac... 

Oruç, Medine'de hicretten bir buçuk yıl sonra şâban ayında farz kılınmıştır. Âyette, bu meşakkatli ve zorlu ibadetin sadece müslümanlara farz kılınmadığı, daha önceki ümmetlere de farz kılındığı bildirilmek suretiyle, orucun hem öteden beri uygulanan ilâhî bir kanun olduğu vurgulanmış hem de ümmet-i Muhammed'in yanlış bir değerlendirme yapması önlenmiştir. Oruç, lugatta nefsi meylettiği şeylerden alıkoymak yani kendini tutmak demektir. Dinimizdeki anlamı ise, nefsin belli başlı istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişkiden bütün gün kendini tutmaktır. "Umulur ki korunursunuz" âyeti, oruç sayesinde nefsinize ve şehvetlerinize hâkim olma alışkanlığını elde edip, günahlara karşı kendinizi tutarak takvâya erersiniz, anlamındadır. Orucun kalkan olduğunu bildiren hadis de aynı gerçeği pekiştirmektedir. 

Orucun farz kılınmasının hikmeti, Allah'ın emrine boyun eğmekle, kulluk zevkini tatmak; ruhu, riyâ ve gösteriş hastalıklarından arındırarak ihlâsı arttırmak ve kendisini Allah'ın korumasına teslim etmek için nefis ile mücâdele etmektir.

 Hasta veya yolcuya oruç tutmayıp yeme konusunda ruhsat verilmiştir. Bizim yolculuk dediğimiz sefer, aslında kelime olarak keşif ve açmak anlamındadır. Yolculuk, yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için ona da sefer denilmiştir. Bu ise, en az üç günlük bir yolculuk demektir. 

İhtiyarlık veya iyileşme umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olanlar, bir fakiri sabahlı - akşamlı günde iki öğün doyuracak kadar bir şeyi fidye olarak verirler. Fidyenin gönül rızâsıyla arttırılması iyidir. Ancak sabredip oruç tutmaya çalışmak daha iyidir. 

Oruç, ramazan ayında tutulur. Ramazan ayı, hidâyet rehberimiz Kur'ân-ı Kerîm'in indirilmeye başladığı mübârek bir aydır. Oruç ibadetine tahsis edilen sayılı ve sınırlı günler işte bu kutlu günlerdir. Kim bu günlere sağlıklı ve mukîm olarak erişirse, bu günleri oruçlu geçirmelidir. Hasta veya yolcu olanlar için ramazan dışında diğer günlerde kazâ etme imkânı tanınmıştır. Bunu yapmaları halinde günahkâr olmazlar. Bu da yüce Rabbimiz'in, bizler için kolaylık murat ettiğinin bir göstergesidir. 

Ayrıca bir nimettir. Ancak mukîm ve sağlıklı olanlar için böylesi bir ruhsat yoktur. Onlar orucu kazâya bırakırlarsa, farzı terkettikleri için günahkâr olurlar. Allah Teâlâ, orucu farz kılmakla bizleri zora ve sıkıntıya sokmayı aslâ istemez. Tam aksine bizler için kolaylık murat eder. Oruçla ilgili hükümler bunun böyle olduğunu gösterdiği gibi dinimizdeki bütün yasakların amacı da bizleri olgunlaştırmaktır. Yoksa asla sıkı bir yönetime tâbi tutup bunaltmak değildir [bk. Mâide sûresi (5), 3]. 

Oruç, hastalık, yolculuk ve ihtiyarlık gibi durumlarda iyice zorlaşabilir. İşte onun için de kazâ ve fidye kolaylıkları getirilmiştir. Edâ ederken de kazâ ederken de sayının tamamlanması esastır. Nitekim bu husus âyette açıkça belirtilmiştir:"...Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir."

http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html