16 Mart 2024 Cumartesi

***SÜNNETE UYGUN İBADET-11- Ramazan Gecelerinde Terâvih Namazı Kılmak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bu bölümdeki iki hadisten gündüzü oruçla geçirilen ramazan ayının gecesini de namaz kılarak geçirmenin geçmiş günahlarımızın bağışlanmasına vesile olacağını öğreneceğiz. [1]

1190. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim ramazanın faziletine inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek terâvih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır."[2]

1191. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kesin emir vermeksizin ramazan gecelerinde ibadet etmeyi tavsiye eder ve şöyle buyururdu:

"Kim ramazanın faziletine inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek terâvih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır."[3]

* Nafile namazlar cinsinden olan bu Ramazan namazı yani Teravih, Peygamberimizin 
sallallahu aleyhi ve sellem hayatı boyunca kıldığı gece namazlarının Ramazan ayındaki aldığı isimdir. Teravih mevzuunda Türkçede derli toplu malumatı Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Cild: 4, sh. 70-96 arasında bulmaktayız. Tüm hadislerle açıklanan bu meselenin özetini vermek gerekirse şöylece alıntı yaparak aktarabiliriz.

Rasûlullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne Ramazanda ne de başka aylarda kıldığı gece namazı onbir rekatı geçmemiştir. (592 no'lu Aişe (radıyallahu anha)hadisi)

Sabah namazının iki rekat sünnetiyle vitir namazı da bu sayıya dahildir. (586 no'lu hadis.)


Buhari Aişe`den 
(radıyallahu anha)şöyle rivayet ediyor: 

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Ramazan-ı şerif`in içinde ve dışında (nafile olarak) onbir rek`attan fazla kılmazdı. Dört rek`at namaz kılardı. Ne kadar uzun ve güzel olduğunu sorma. Bir daha dört rek`at kılardı. Ne kadar güzel ve uzun olduğunu sorma. Sonra üç rek`at kılardı."

Zeyd ibni Sabit (radıyallahu anh)'den rivayete göre Rasûlullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde hasırdan edindiği hücresinden çıkarak bir kez gece hem farz namaz olan yatsıyı hem de teravihi cemaatle kılmıştı. Cemaatin teravih namazına hücum ettiğini görünce, yatsıyı kıldırıp odasına çekilerek teravihi kendi başına kılmıştır.


Buhari'nin Aişe'den (radıyallahu anha)rivayetine göre Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in teravih namazını böyle cemaatle kılması iki ve üçü geçmez. Cemaatın aşırı arzu ve taleplerine binaen "Üzerinize farz kılınacağından ve sizin de muktedir olamayacağınızdan korktum" buyurmuşlardır.

Peygamberimizin vefatından sonra halifelerden Ebubekir (radıyallahu anh)döneminin tamamında ve Hz. Ömer (radıyallahu anh)döneminde herkes kendi başına kılıyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) dağınık vaziyette teravih namazını kılan insanları bir imam arkasında toplasam iyi olacak dedi ve Übey ibni Ka'b'ı teravih imamı tayin ederek cemaatı onun arkasında topladı ve bir seferinde de "Bu şekilde teravih kılma ne güzel adet oldu" buyurdular.

İbn-i Ebi Şeybe'nin, Taberani'nin, Beyhaki'nin İbn Abbas'tan yaptıkları zayıf bir rivayette 20 rekat kılındığı da haber verilmektedir.

Asrı saadet ve sonraki dönemlerde 8 ile 36 rekata varan teravih kılındığı da bize gelen haberler arasındadır. Ebu Davut'ta rivayet edilen “Ashabım! Benim sünnetime ve benden sonra da Hulefa-i Raşidin'in sünnetine uyunuz” emrine göre bizler 8 rekatı kılmak suretiyle Peygamberimizin sünnetine +12 rekatla 20 rekat kılarak Halifelerden Hz. Ömer'in (radıyallahu anh) sünnetine uymuş oluyoruz. İsteyen 8 rekat kılabilir, isteyen 20 rekata tamamlayabilir. İsteyen 36 rekat da kılabilir. Nafile namazdır, her müslüman içinde bulunduğu durum ve şartlara göre hangisini isterse kılabilir. Hiçbir kimse de değişik rekatlarda kıldığından dolayı da kınanmaz, kınanamaz. Din ve ibadet konusu kınama konusu yapılamaz. [4]

sadakat.net/riyazus-salihin 213) Ramazan Gecelerinde Terâvih Namazı Kılmak

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 347.
[2] Buhârî, Îmân 37 ; Müslim, Müsâfirîn 173, 174. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 1; Nesâî, Kıyâmü'l–leyl 3, Savm 39, 40, Îmân 31, 32; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 3, 39, 40.
[3] Müslim, Müsâfirîn 174. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 82.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 348.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

***BİR FETVA:Ramazan’da özel durumdan dolayı yarım kalan mukabele hakkında…

SORU:
Ramazanda takip ettiğimiz mukabelelere özel durumdan dolayı ara verdiğimizde daha sonra onu bizim tamamlamamız gerekiyor mu? Ya da uzaktan gözle takip edebilir miyiz?

CEVAP:
Bayanların özel günlerinde Kur’an okumaları caiz değildir ama dinlemelerinde hiç bir sakınca yoktur, dinleyebilirsiniz. Dinleyemediğinizi tamamlasanız da olur, öyle bıraksanız da olur.


***Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den İFTAR DUALARI


149 – İFTAR SIRASINDA EDİLECEK DUA

509 – İbn Ömer radıyallahu anhuma diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle derdi:

Zehebezzameu vebtelletil uruku, ve sebetel ecrü inşaallahü teala

"Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşaallah ecrimiz gerçekleşti."

Ebu Davud, Savm, 2357.

510 – Muaz bin Zühre radıyallahu anh diyor ki: Bana ulaştığına göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle dermiş:




Allahümme leke sümtü ve ala rızkıke eftartu

"Allah’ım, senin rızan için oruç tuttum ve senin verdiğin rızıkla iftar ettim."

Ebu Davud, Savm, 2358.

511 – Yine Muaz bin Zühre radıyallahu anhden: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle derdi:



Elhamdü lillahillezi eaneni fesumtu, ve rezekani feeftartü
"O Allah’ a şükürler olsun ki, bana yardım etti oruç tuttum ve bana rızık verdi iftar ettim."

ibn Sünni, 480

512 – İbn Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iftar ettiği zaman şöyle derdi:



Allahümme leke sumna, ve ala rızkıke eftarna, fetekabbel minna, inneke entes semiül alim

"Allah’ım, senin rızan için oruç tuttuk ve senin verdiğin rızıkla iftar ettik. Bizden kabul buyur; çünkü sen işiten ve bilensin."

ibn Sünni, 481.

513 – Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anhuma diyor ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden:

Oruçlunun iftar zamanı edeceği dua reddolunmaz dediğini işitim.

İbn Ebu Müleyke de: Ravi Abdullah bin Amr’dan, iftar ettiği zaman:



Allahümme inni es’elüke birahmetikelleti vesiat külle şey’in en tağfireli

"Allah'ım, her şeyi kaplayan rahmetinden beni bağışlamanı isterim", dediğini işittim, demiştir.

ibn Mace, Siyam, 1753.

Kaynak: İmam Nevevi – El Ezkar – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Dilinden Dualar ve Zikirler

***ZEKAT VERMENİN HİKMETLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim 


Eğer bu seneki zekatlarınızı vermediyseniz Ramazan ayı bunun için en uygun ay. İbadetlerimizi arttırdığımız ,mağfiret dileyip affedileceğimizin müjdesini aldığımız bu ayda bir de zekat farzımızı yerine getirmek mükemmel olacaktır herhalde. Bugün zekat vermenin hikmetlerinden bahsedelim inşallah.

Alimler bunun için pek çok hikmetler belirtmişlerdir. Bu hikmetlerden bazıları şunlardır:

1. Kulun, müslümanlığının tamamlanıp kemâle ermesidir.Çünkü zekât, İslâm'ın rükünlerinden (esaslarından) birisidir.Bir insan zekâtını verdiğinde, müslümanlığı tamamlanır ve o kimse kemâle erer.Bu ise şüphesiz her müslüman için büyük bir hedeftir. Bu sebeple îmân eden her müslüman, dîninin kemâle ermesi için çalışır.

2. Zekât, zekâtını verenin îmânının doğruluğuna delâlet eder.Zirâ mal, nefse sevimlidir. Sevimli olan da ancak kendisi gibi veya daha fazla sevimli olanın isteğini yerine getirmek için harcanır. Hatta sevimli olanın isteği daha fazla yerine getirilir.
Bunun içindir ki zekât, sadaka olarak adlandırılmıştır.Çünkü sadaka, sahibinin, Allah -azze ve celle-'nin rızâsını istediğinde onun doğruluğuna delâlet eder.

3. Zekât, zekâtını verenin ahlâkını temizler. Zekât, sahibini cimriler zümresinden alır ve onu cömertler zümresine girdirir.Çünkü zekâtını veren müslüman kendisini buna alıştırırsa, bu ister ilim yaymak olsun, ister malı harcamak olsun, isterse makam ve mevki vermek olsun, bu harcadığı şey onun ahlâkı ve tabiatı olur.Öyle ki av avlamaya alışmış avcının, bir gün avından geri kaldığında sıkıntı duyduğu gibi, bu kimse de alışmış olduğu şeyi bir gün harcamasa ona üzülüp kederlenir. Aynı şekilde kendisini cömertliğe alıştırmış olan kimse, bir gün malını veya makamını veyahut da menfaatini Allah Teâlâ için harcamazsa, içinde bir sıkıntı duyar.

4. Zekât, gönlü ferahlatır.İnsan bir şeyi -özellikle de malını- harcadığı zaman, kendisinde bir gönül rahatlığı bulur. Fakat insanın harcadığı şeyin cömertce ve içinden gelerek olması gerekir.Yoksa harcaması ile kalbinin o mala bağlı kalması değildir.

5. Zekât, insanı kâmil mü'min sınıfına katar.

6. Zekât, cennete girmenin sebeplerinden birisidir. Çünkü cennet, Rasûlulllah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in buyurduğu gibi:
"Şüphesiz ki cennette, (cennetlikler için hazırlanmış) içerisinden dışarısı, dışarısından da içerisi gözüken (şeffaf) odalar vardır. Bedevî birisi ayağa kalktı ve onlar kimler içindir ey Allah'ın elçisi! dedi. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki: Onlar, yumuşak ve kibar konuşan, (fakirlere, yoksullara ve muhtaç kimselere) yemek yediren, (farz oruçtan sonra) çokça (nâfile) oruç tutmaya devam eden ve insanlar(ın çoğu) uyurlarken Allah için gece kalkıp namaz kılan kimseler içindir."

7. Zekât, İslâm toplumunu bir âile gibi yapar. Dolayısıyla gücü yeten kimse, gücü yetmeyene, zengin kimse ise elinde olmayana verir. Böylelikle insan, Allah Teâlâ'nın kendisine lütufta bulunduğu gibi, kendisinin de iyilikte bulunması gerektiğine inandığı kardeşleri olduğunu hisseder.

8. Zekât, fakirlerin patlama, ayaklanma ve indifa ateşini söndürür.Çünkü fakir, bineği olmadığı için ancak yaya olarak yürümesine ve yerde veya buna benzer bir şeyin üzerinde yatmasına rağmen mesela bu adamın dilediği bineğe binmesine, dilediği saraylarda ikâmet etmesine ve nefsinin çektiği yemekleri yediğine öfkelenip sinirlenebilir.Şüphesiz fakir, kendi içinde o kimseye karşı bir şey hissedebilir.

9. Zekât; hırsızlık, soygun, gasp ve buna benzer malî suçların yayılmasını önler. Çünkü fakirlere, kendi ihtiyaçlarını gideren bazı şeyler gelir ve mallarından verdikleri için de zenginleri affetmiş olurlar.Böylelikle onlar, zenginlerin kendilerine iyilikte bulunduklarını görür ve onlara saldırmazlar.

10. Zekât, kıyâmet gününün sıcağından bir kurtuluştur.

11. Zekât, insanın, Allah Teâlâ'nın helâl ve haram sınırları ile koyduğu hükümlerini bilmeye sevkeder.Çünkü insan, dîninin hükümlerini, mallarının nisabını, verilmesi gereken yerleri ve ihtiyaç duyulan diğer yerleri öğrendikten sonra zekâtını verir.

12. Zekât, malı temizler.Yani malın, hem maddî, hem de mânevî yönden gelişip artmasını sağlar.Dolayısıyla bir insan malından sadaka verdiği zaman, bu durum onun malını âfet ve belâlardan korur.Belki de verdiği bu sadaka sebebiyle Allah Teâlâ onun rızkını arttırır.

13. Gizli olarak verilen zekât ve sadaka Allah Teâlâ'nın gazabını önler.

Nitekim Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Gizli verilen sadaka, (kendisine isyan edene karşı) Rabbın gazabını söndürür."

15. Zekât, insandan, kötü bir şekilde ölmesini savar (defeder).

16. Zekât, gökten inen belâ ve musibetlerle mücâdele eder onların yeryüzüne inmesine engel olur.

17. Zekât, günahlara keffâret olur.

Nitekim Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da (cehenneme götüren) günahı söndürür (onun eserini ortadan kaldırır)." 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZANDA CÖMERTLİK" Bâbı-8-

RAMAZANDA CÖMERTLİK 

RAMAZANDA CÖMERT DAVRANMAK, İYİLİK YAPMAK, ÇOK HAYIR İŞLEMEK VE ÖZELLİKLE SON ON GÜNÜNDE BUNLARI DAHA DA ARTTIRMAK 

Hadisler

 1225. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: 

Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da ramazanda Cebrâil'in, kendisi ile buluştuğu zamanlardı. Cebrâil aleyhisselâm, ramazanın her gecesinde Hz. Peygamber ile buluşur, (karşılıklı) Kur'an okurlardı. Bundan dolayıResûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cebrâil ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı." 

Buhârî, Bedü'l-vahy 5, 6, Savm 7, Menâkıb 23, Bed'ul-halk 6, Fezâilü'l-Kur'ân 7, Edeb 39; Müslim, Fezâil 48, 50. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 15; Nesâî, Sıyâm 2; İbni Mâce, Cihâd 9 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır. 

 1226. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Ramazan ayının son on günü girdiğinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ihyâ eder, ev halkını uyandırır, ibadete soyunarak eşleriyle ilişkiyi keserdi. 

Buhârî, Leyletül-kadr 5; Müslim, İ'tikaf 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kıyâmu'l-leyl 17; İbni Mâce, Sıyâm 57 

Açıklamalar 

Mevsiminde veya zamanında yapılan iş, iyilik ve ibadetin değeri iki sebepten dolayı büyüktür. Birincisi, yapılanın iyilik ve ibadet olması; ikincisi, "tam zamanında" yapılmış olmasıdır. 

Öte yandan Hz. Peygamber'in her konuda olduğu gibi bu iki hususu değerlendirmede de bütün insanlardan önde bulunduğu muhakkaktır. İbni Abbas radıyallahu anhümâ, bu rivayetinde Efendimiz'in cömertliğiyle ilgili bir gözlemini bize nakletmekte, onun, halkın en cömerdi olduğu gerçeğini belirttikten sonra, bu cömertliğin zirveye ulaştığı zamanı ve sebebini haber vermektedir. Bu da, ramazan ayında, Cebrâil aleyhisselâm'ın her gece gelip kendisiyle Kur'an mukabele etmesidir. İbn Abbâs, Efendimiz’in cömertliğindeki bu artışı, engel tanımayan ve hızla esen rüzgâra benzetiyor. Bu benzetme, cömertlikte rüzgârdan daha süratli olduğu, rüzgârın rahmet bulutlarını toplayıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırması, hızla esen rüzgârın durgunca esen rüzgârdan daha fazla yol alarak daha çok yerlere ulaşması gibi özelliklerden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de yerinde ve güzel bir benzetmedir. 

Bilinen bir gerçektir ki Resûl-i Ekrem Efendimiz ramazan gelince kelimenin tam anlamıyla "kulluğa soyunur", zikri, Kur'an okumayı, hayır hasenat yapmayı artırırdı. Ramazanın son on gününde de i'tikâf yapardı. Onun bu âdeti muhtelif sahâbîler tarafından nakledilmiştir. Nitekim 1196 numara ile de geçmiş olan ikinci hadîs-i şerîf, Hz. Âişe vâlidemizin konuya ait müşâhedesini yansıtmaktadır: Ramazan ayının son on günü girdiğinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ihya eder, ev halkını uyandırır, ibadete soyunur ve eşleriyle ilişkiyi keserdi. 

Kısaca bir daha belirtecek olursak Resûl-i Ekrem Efendimiz'in ramazan ayında artan cömertliğinin iki ana sebebi olduğu anlaşılmaktadır. Birisi, Cebrâil aleyhisselâm ile karşılaşmak. İkincisi Cebrâil aleyhisselâm ile Kur'an mukâbele etmek, yani karşılıklı Kur'an okumak... Ayrıca ramazanın son on gününde ibadeti arttırması da "bin aydan daha hayırlı" Kadir gecesinin bu on gün içindeki tek gecelerde bulunmasından ve o gecenin ihyâsına ümmetin dikkatini çekmek istemesinden dolayıdır. 

Bu iki hadiste dikkatlerimize sunulan Efendimiz'in fiilî sünneti, ramazanda nasıl hareket etmemiz gerektiği konusuna tam bir açıklık getirmektedir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. 

2. Efendimiz'in cömertliği ramazan ayında bir kat daha artardı. 

3. Ramazanda sâlih kişileri ziyaret etmek ve Kur'an okumak çok sevaptır. 

4. Kur'an'ı ramazanda her zamankinden daha fazla okumak müstehaptır. 

5. Ramazanın son on gününde her türlü iyilik ve ibadeti arttırıp geceleri ihyâ etmeye çalışmak, Hz. Peygamber'in izini takip etmek anlamına gelir.

15 Mart 2024 Cuma

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-7-


1224. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevval hilâlini görünce de oruca son veriniz. Ramazanın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa, şâbanı otuza tamamlayınız." 

Buhârî, Savm 11; Müslim, Sıyâm 4, 7, 8, 17-20. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 5; Nesâî, Sıyâm 8; İbni Mâce, Sıyâm 7 

Bu, Buhârî'nin rivayetidir. Müslim'in rivayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Eğer şevval ayının başlangıcı bulutlu olursa, orucu otuza tamamlayınız." 

(Bu rivayet için de ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sıyâm 7; Nesâî, Sıyâm 10; İbni Mâce, Sıyâm 7) 

Açıklamalar 

Yukarıdaki hadislerde ramazanla beraber gelen ve diğer gün ve aylardan farklı olan imkân, bereket, rahmet ve mağfiretten bahsedilmişti. Ramazan ayına ait olan bu ayrıcalıkları yaşayabilmek için, bu ayın girdiğinin nasıl anlaşılacağı herhalde bütün mü'min gönül ve kafaları haklı olarak meşgul edecektir. Çünkü bu büyük fırsatın kaçırılmaması gerekir.

 İşte bu hadiste Efendimiz, ümmetin bu merakını gideriyor ve ramazan ayının başlangıcının ve bitiminin nasıl belirlenebileceğini açıklıyor. Özellikle o günkü şartlarda herkes tarafından bilinen bir hadiseye işaret ediyor. Aylar, hilalin görünmesi (rü'yet-i hilâl) ile tesbit ediliyor. Ramazan için de aynı ölçü kullanılacaktır. Ramazan ayının girdiğini belirleyen hilalin gözle görülmesi ve bunun şahitler ile delillendirilmesi halinde oruca başlanacaktır. Ancak hilâlin görülmesine engel olabilecek bir ihtimal akla gelmektedir. Şayet hava bulutlu olur da hilâli gözetlemek ve görmek mümkün olmazsa, ne yapılacaktır? Bunun da çaresi, ramazandan önceki ay olan şâbanı, otuza tamamlamaktır. Kamerî takvime göre bir ay, otuz günden fazla olamaz. Önceki ayı, olması muhtemel en uzun süresine tamamladıktan sonra, acaba ramazan hilâli çıktı mı, çıkmadı mı şüphesi ortadan kalkacak, tereddüte mahal kalmayacaktır. Aynı şey ramazanın bitimi için de geçerlidir. Bu defa ramazandan sonraki ay olan şevvâlin hilâlini görmek mümkün olamazsa, orada da yapılacak işlem ramazanı otuza tamamlamaktır.

 Her iki rivayet, ümmete ramazanın başlangıcı ve bitimi gibi iki önemli noktada çok tabii olarak tam bir kesinlik ve itminan sağlamaktadır. Müslümanları şüphe içinde ibadet yapmış olmak gibi bir mânevî sıkıntıdan kurtarmaktadır. 

Rü'yet-i hilâlin esas alınmasına rağmen, onun mümkün olmadığı hallerde, önceki ayın otuza tamamlanması, hesabın devreye girmesi demektir. Bu da ramazan ayının başlangıç ve sonunun tesbitinde rü’yet öncelikli bir hesaplama yönteminin meşrûiyetini ortaya koymaktadır. 

Dînî günlerin başlangıçlarının tesbiti konusunda son yıllarda İslâm ülkeleri arasında yaşanan farklılıklar ve "birlikte hareket etmeye" yönelik teşebbüsler henüz ümmetin tamamını kapsayacak bir noktaya getirilebilmiş değildir. Hesap mı, rü'yet mi gibi bir ikileme girme yerine bu iki ölçünün birlikte kullanılması yoluna gidilse, her halde hadisimizin gösterdiği yol takip edilmiş olacaktır. İbadetlerde ümmetin birlikte hareket etmesinin azameti, her türlü siyasal kaygıların üzerindedir. İslâm ülkeleri bu noktayı dikkate aldıkları takdirde uygulama farklılıkları ortadan kalkacaktır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Sünnet, ümmetin meselelerini en tabii ve kolay yoldan çözümleme ölçüsüdür. 

2. İbadetler şek ve şüphe üzerine bina edilemez. Kesinlik ve itminan aranır. 

3. Kesinlik gözlemle sağlanamazsa, hesaplamalarla bunun temini yoluna gitmek mümkündür. 

4. Önemli olan ramazan gibi müstesna bir mevsimin başladığını ve bittiğini tesbit etmek ve onu öngörülen istikamette değerlendirmektir.

14 Mart 2024 Perşembe

***Oruç ve İftar | Şerafeddin Kalay (9. Ders)

Fitre, Yemin Kefareti ve Oruç Fidyesinin Askıda Ekmek Uygulaması Yoluyla Verilmesinin Dinî Hükmü

Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları
Karar Yılı: 2021 - Karar No: 30
Konusu: Fitre, Yemin Kefareti ve Oruç Fidyesinin Askıda Ekmek Uygulaması Yoluyla Verilmesinin Dinî Hükmü hk.
   

Din İşleri Yüksek Kurulu 16.06.2021 tarihinde Kurul Başkanı Prof. Dr. Abdurrrahman HAÇKALI başkanlığında toplandı. İbadetler Komisyonu tarafından hazırlanan “Fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesinin askıda ekmek uygulaması yoluyla verilmesi caiz midir?” başlıklı fetva metni müzakere edildi. Yapılan müzakereler neticesinde aşağıdaki metnin Kurul Kararı olarak kabulüne karar verildi:
Fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesi gibi dinî yükümlülüklerin fakirlere ulaştırılması için günümüzde çeşitli yöntemler gündeme gelmektedir. Bu bağlamda gündeme gelen yöntemlerden biri de askıda ekmek uygulamasıdır.
Fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesinin, fakirin bir günlük gıda ihtiyacını karşılayacak miktarda ve vasıfta olması gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 321, 322). Yemin kefâreti ve oruç fidyesinin miktarı da bir fitre miktarıdır. Askıda ekmek uygulamasında ise bir kişiye asgarî fitre miktarı çoğunlukla verilememektedir. Ayrıca bu usulle zekât, fitre ve fidyenin, verilmesi gereken yerlere ulaşıp ulaşmadığının tespit edilmesi de oldukça zordur. Görüldüğü gibi bu uygulamada bir fitre miktarının verilmesi ve verilen ekmeğin fitre verilebilecek yere ulaştığı garanti edilemediğinden fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesi, askıda ekmek uygulaması yöntemiyle ödenmiş sayılmaz.
Bu tür uygulamaların genel hayır ve hasenât kabilinden sayılıp diğer gönüllü bağışlar yoluyla yaşatılması tavsiye edilir.
GEREKÇE:
Askıda ekmek uygulaması, maddi imkânları yetersiz olan kişilerin ekmek ihtiyacını karşılamak amacıyla Osmanlıdan günümüze miras kalan bir uygulamadır. Bu usulde; hayırsever vatandaşlar fırına giderek ihtiyaç sahiplerinin faydalanması için gönüllerinden geçen ekmek sayısının parasını ödeyip ekmekleri fırına bırakmakta, fırın sahibi de ücretini aldığı ekmekleri askıya asarak ihtiyaç sahiplerine dağıtmaktadır. Böylece ihtiyaç sahibi vatandaşlar fırına geldiklerinde ücret ödemeden ekmek alabilmekte ve mahcubiyet duymadan ihtiyacını giderebilmektedirler.
Günümüzde bazı Müslümanlar, fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesi gibi dinî yükümlülüklerini askıda ekmek yöntemiyle yerine getirmek istemektedirler. Ancak bilinmelidir ki;
Fitrede kişinin bir günlük gıda ihtiyacını karşılayacak miktar ölçü alınmaktadır. Bir kişiye verilen miktar, bir fitreden az olmamalıdır.
Yemin kefâretinin eda edilme şekli ise; on fakire birer fitre miktarı veya bir fakire on ayrı günde her gün birer fitre miktarı para vermek veya on yoksulu sabah akşam doyurmak ya da giydirmektir. Buna gücü yetmeyenlerin ise ara vermeden üç gün oruç tutmaları gerekir (Mâide 5/89).
Oruç fidyesi ise oruç ibadetinin eda edilememesi sebebiyle ödenen maddi bedeli ifade eder. Bir fidye
-tercih edilen görüşe göre- “sadaka-i fıtır” ile aynı miktardır (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, II, 97).
Askıda ekmek uygulamasıyla fitre, oruç fidyesi, yemin kefâreti gibi mali ibadetlerin ödenmesinde birtakım mahzurlar söz konusudur. Zira bu muameleye mekân temin eden esnaf, askıdan ekmek alanların gerçek ihtiyaç sahibi oldukları hakkında bir bilgiye sahip olmadığı gibi bu konuda sorumluluğu da yoktur. Uygulama, tamamen iyi niyet üzerine inşa edilmiş bir sosyal yardımlaşma yöntemi olsa da bu usulle zekât, fitre ve fidyenin, yerine ulaşıp ulaşmadığının tespit edilmesi oldukça zordur.
Askıda ekmek uygulamasında bir kişiye en az bir fitre miktarının verilmesi -çoğu zaman- mümkün olmaz ya da ihtiyaç sahibi tarafından tercih edilmez. Hâlbuki fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesi verilirken, bir kişiye düşecek miktar, en az bir fitre kadar olmalıdır.
Bütün bu gerekçelerden hareketle fitre, yemin kefâreti ve oruç fidyesi, askıda ekmek uygulaması yöntemiyle ödenmiş sayılmaz. Bu tür uygulamaların genel hayır ve hasenât kabilinden sayılıp diğer gönüllü bağışlar yoluyla yaşatılması tavsiye edilir.

https://kurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/39742/fitre--yemin-kefareti-ve-oruc-fidyesinin-askida-ekmek-uygulamasi-yoluyla-verilmesinin-dini-hukmu-hk-

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-6-


1223. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 


"Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır." 

Buhârî, Savm 5, Bed'ul-halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5 

Açıklamalar 

Ramazan ayının mânevî hayatımıza kazandırdığı ve dolayısıyla günlük yaşantımıza getirdiği rahmet ve güzelliği üç cümlecikle ortaya koyan hadisimiz, bizi ramazan ve oruç iklimine hem hazırlamakta hem de ısındırmakta ve böylece umutlanmamıza vesile olmaktadır. 

Hadisin ilk cümlesinde açıldığı bildirilen cennet kapıları, başka bazı rivayetlerde, rahmet kapıları ve gök kapıları olarak geçmektedir. Aslında bu üç tanımlama, aynı şeyin farklı anlatımından ibarettir. Zira netice itibariyle gök kapıları rahmet kapıları, rahmet kapıları da cennet kapıları anlamındadır. 

Cennet kapılarının açılması, ilâhî rahmetin her zamankinden daha büyük çapta hayatı kaplaması demektir. Bunun tabii sonucu cehennem kapılarının kapanmasıdır. Cehennem kapılarının kapanması ise, cehennem davetçisi şeytanların faaliyet alanlarının daraltılması, etkilerinin kısıtlanması demektir. Bütün bunlar da ramazan ayında topluca ve toplumca daha derinden ve yaygın olarak yaşanmaya başlanan temiz dînî hayatın bir bakıma sebebi, bir bakıma da sonucudur. 

Neticede hadisimiz, ramazan ikliminin, mü'minlerin maddî ve mânevî hayatına kazandırdığı değişimi, rahmet, bereket ve mutluluk havasını anlatmaktadır. Yoğun olarak kulluk yapılan bir mevsimin fazileti, şeytanların olumsuz etkilerinden büyük ölçüde sıyrılma, günahlardan sakınma ve rahmete ulaşma imkânlarında kendisini göstermektedir. O halde bu müsait ortamdan mümkün olduğunca yararlanmaya çalışmak herhalde yapılabilecek en akıllıca iştir. Ramazan ayı geldiğinde toplumda gördüğümüz güzellik, bereket ve mânevî havanın nereden kaynaklandığını hadisimizde bulmaktayız. Bu sebeple hadiste belirtilen hususlar iman hayatımız ve iki dünya mutluluğumuz bakımından son derece önem taşımaktadır. Ramazanı hayatımızda daha büyük ölçüde etkili kılacak davranışlarda bulunmak bize düşen görev olmaktadır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Ramazan, af, rahmet ve sevabın arttığı, şeytanların etki ve saptırmalarının azaldığı ve dolayısıyla cehennem kapılarının kapandığı bir ay ve müstesna bir zamandır. 

2. Kulluk yoğun zaman ve mekânların, rahmet ve bereketi topluca gösterilecek gayretlerle daha da arttırılabilir.
http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-5-


1222. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallalllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 


"Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır." 

Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203, Müsâfirîn 175. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1, Savm 57; Tirmizî, Savm 1, Cennet 4; Nesâî, Sıyâm 39; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 33 

Açıklamalar 

Amel ve ibadetlerin makbul olabilmesi için iki önemli şart vardır. Bunlardan birincisi Allah'a iman; ikincisi, ihlâs ve samimiyet. Yani bir işi Allah rızâsını gözeterek, karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek yapmak, riyâ ve gösterişe kaçmamak. Bu iki husus hadisimizde iman ve ihtisab kelimeleriyle ifade buyurulmuştur. 

“İnsan, inanmadan nasıl ibadet eder?” diye bir soru akla gelebilir. Doğrudur. Ne var ki, gerçekten inanmadığı halde inanmış görünüp şu veya bu gerekçeyle birtakım güzel işler ve ibadetler yapanların varlığı da bir gerçektir. Öte yandan insan, bir şeyin hak ve doğru olduğuna inanır ve yapar. Fakat ihlâs ve samimiyetle değil, riyâ, gösteriş, korku, itibar vs. gibi birtakım geçici gerekçelerle yapar. Bu tür davranışlar her ne kadar ibadet ve iyilik gibi görünse de, onları işleyeni maksadına ulaştırıcı nitelik ve kıvama sahip değildir. Daha açık bir ifadeyle bu davranışlar makbul değildir. İşte hadisimiz işin çok önemli olan bu yönüne dikkat çekmekte, ramazan orucunu, onun farziyyetine, faziletine, faydasına yürekten inanarak ve karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek yani tam bir ihlâs ve samimiyetle tutan kimselerin, geçmiş günahlarından arındırılacaklarını müjdelemektedir. Âlimler "geçmiş günahları" ifadesini küçük günahlar diye yorumlamışlardır. Müellifimiz Nevevî'nin belirttiğine göre bazı fakihler, küçük günah bulunmadığı takdirde ramazan orucunun büyük günahları hafifletebileceğini söylemişlerdir. 

"Kim ramazan orucunu tutarsa... "ifadesinden açıkça anlaşılacağı gibi, ramazanın tamamını tutarsa demektir. Hadisimizdeki müjde, acaba "oruç" denebilecek en az miktarı, söz gelimi, bir günü oruçlu geçiren kimse için de söz konusu mudur? Değildir. Ancak hadisimizdeki iki şarta uyarak başladığı ramazan orucuna, hastalık vs. gibi meşrû bir sebeple devam edemeyenler, başlangıçtaki niyet ve davranışları sebebiyle bu müjdeli hükme dahildirler. Ayrıca bu ve benzeri bağışlanma müjdeleri sadece günahkârlar için geçerli de sanılmamalıdır. Bağışlanacak günahı olmayan kimseler için de derecelerinin yükselmesine sebeptir. Nitekim peygamberler bu durumdadır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını Allah'tan umarak tutmak, geçmiş günahlardan arınma sebebidir. 

2. Allah'a iman etmek ve mükâfatını O'ndan beklemek (ihtisab) her ibadetin sıhhat ve makbuliyet şartıdır.
http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

13 Mart 2024 Çarşamba

Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-4-


1221. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar." 

Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167-168. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 3; Nesâî, Sıyâm 44,45; İbni Mâce, Sıyâm 34, Fiten 13 

Açıklamalar 

Hadîs-i şerîf, metindeki fî sebîlillâh kaydından dolayı, "düşmanla savaşırken oruç tutan kimseler" olarak yorumlandığı gibi, savaş hali olsun olmasın Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseler hakkında da geçerli sayılmıştır. Nitekim bu ayırımı hadisi rivayet eden hadisçilerde de görüyoruz. Buhârî ve Tirmizî, onu cihad ve fezâilü'l-cihâd bölümlerinde naklederken, Müslim, Nesâî ve İbni Mâce oruç bahsinde zikretmişlerdir. 

Savaş esnasında oruç tutmak mücâhide hem cihad hem de oruç sevabını kazandırır. Ancak bu, oruç tutmanın mücahidi olumsuz yönde etkilememesi halinde geçerlidir. Oruçtan etkilenecek mücahidin oruç tutmaması evlâ ve efdaldir. Çünkü cihad başlı başına büyük güçlükleri olan ve başarılması gereken üstün bir görevdir. 

Allah yolunda yani Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimsenin yetmiş yıl cehennem azabından uzak tutulması, o kişinin cehennemde yakılmaması anlamındadır. Bazı rivayetlerde bu mesâfe yüz veya beş yüz yıl şeklinde geçmektedir. Yetmiş yıllık mesâfe bunların asgarisi olarak düşünülecek olursa, oruç tutanın durumuna göre bu mesâfenin yüz ya da beş yüz yıllık bir uzaklığı da kapsayabileceği anlaşılmış olur. Oruç tutan kişinin cehennemden uzak tutulacağı süre ve mesâfe ile ilgili olarak on beş kadar sahâbînin rivayeti bulunmaktadır. 

Hadiste yıl karşılığı olarak güz mevsimi anlamındaki "harîf" kelimesi kullanılmıştır. Fakat Araplar bu kelimeyi genellikle bir mevsim için değil bütün bir yıl için kullanırlar. 

Hadis 1342 numara ile "Cihâd" konusunda tekrar gelecektir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Allah yolunda O'nun rızâsı için oruç tutmak pek faziletli bir ibadettir. 

2. Oruç, cehennem azâbından kurtuluşa vesiledir. 

3. Kendi rızâsı için ibadet eden kullarına Allah Teâlâ'nın ikramı büyük olacaktır.

http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-3-


1219. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 


"Allah yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, ‘Ey Allah'ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır’, diye çağırılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücahidler cihad kapısından, oruçlular reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) davet edilirler." 

Ebû Bekir radıyallahu anh: 

- Anam babam sana kurban olsun ey Allah'ın Resulü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağırılmaya ihtiyacı yoktur ama, bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır? dedi. 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

- "Evet, vardır. Senin de o bahtiyârlardan olacağını ümit ederim" buyurdu. 

Buhârî, Savm 4, Cihâd 37, Bed'u'l-halk 9, Fezâilü ashâbi'n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86. Ayrıca bk.Tirmizî, Menâkıb 16; Nesâî, Zekât 1, Cihâd 20, Sıyâm 43 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.

1220.Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Oruçlular nerede? diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez." 

Buhârî,Savm 4; Müslim,Sıyâm 166. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 43;İbni Mâce, Sıyâm 1 

Açıklamalar 

Birinci hadisteki çift sadaka, bazı rivayetlerde iki koyun, iki sığır, iki dirhem diye aynı maldan, aynı cinsten iki sadaka şeklinde açıklanmıştır. Bu ifadeden, sadaka vermeye mümkün olduğunca devam eden kimselerin kastedilmiş olma ihtimali bulunmaktadır, hatta bu ihtimal daha da kuvvetli gözükmektedir.

 Sadaka vermeyi ve iyilik yapmayı bir çeşit alışkanlık haline getirmiş olan kimseler muhtelif cennet kapılarının her birinden ayrı ayrı davet edileceklerdir. Yani namaz, cihad ve sadaka gibi ibadet ve iyilikleri sürekli yapanlar bu ibadetlere ayrılmış kapılardan çağrılacaklardır. Oruçluların, diğer bir ifadeyle oruç tutmaya özel önem verenlerin, çok oruç tutanların reyyân isimli kapıdan çağırılması ise, onlara özel bir ikrâmdır. Zira reyyân, "atşân"ın tam karşıtı bir anlam ifade etmektedir. Atşân, "susuzluktan yanmış"; reyyân, "suya kanmış" demektir. Yalnızca dünyada oruç tutarken susuzluk çekenlerin bu kapıdan girecek olmaları ve o kapıdan onlardan başka hiç kimsenin giremeyecek olması ikinci hadiste bildirilen gıpta edilmeye lâyık bir üstünlüktür. Hatta o kapıdan girenlerin asla susuzluk yüzü görmeyeceği, "Kim bu kapıdan girerse, sonsuza dek susuzluk hissi duymaz" diye açıkça müjdelenmiştir (bk. İbni Mâce, Sıyâm 2; Nesâî, Sıyâm 43). Hiç şüphesiz bu ayrıcalık oruç ibadetinin, diğer ibadetler arasındaki yerini ve kıymetini göstermektedir. 

Birinci hadiste, iyilik ve hayır çeşitlerinin hemen hemen hepsinde özel bir gayreti bulunan Hz. Ebû Bekir'in, cennete girme sonucunu değiştirmemesine rağmen, bütün cennet kapılarından birden çağrılacak kimselerin de bulunup bulunmadığını sorması, gerçekten yerinde bir sorudur. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in soruya olumlu cevap vermesi ve özellikle Hz. Ebû Bekir'in o bahtiyârlardan olduğunu bildirmesi hem bir müjde hem de ümmete yönelik büyük bir teşviktir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Aynı cinsten çift sadaka veren sürekli hayır yapan kimseler, cennetin muhtelif kapılarından cennete girmeye davet edileceklerdir. 

2. Cennetin reyyân kapısından sadece oruçlular gireceklerdir. 

3. Hz. Ebû Bekir, bütün cennet kapılarından birden davet edilecek bahtiyârlardandır.


http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-2-

Hadisler 

1218. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 Aziz ve celîl olan Allah "İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim" buyurmuştur. 

Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. 

Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. 

Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır." 

Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163 

Bu, Buhârî'nin rivayetidir. Buhârî'nin bir başka rivayeti (Savm 3) şöyledir: Allah Teâlâ buyurur ki:
 "Oruçlu kişi yemesini, içmesini, cinsî arzusunu benim rızâm için terkeder. Oruç, doğrudan doğruya benim rızâm için yapılan bir ibadettir. Her iyiliğin karşılığı on misli sevap olduğu halde, orucun mükâfatını ben vereceğim." 

Müslim'in bir rivayetine göre (Sıyâm 164) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 

"İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah Teâlâ, "Ama oruç başka. O benim içindir, mükâfatını da ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini benim için bırakır" buyurmuştur. 

Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, iftar ettiği zamanki sevinci; diğeri, Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Hiç kuşkunuz olmasın ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir". 

Açıklamalar 

Değişik rivayetleri bir araya getirilmiş olan hadisimiz, orucun diğer ibadetlerden farklı olan yönlerini belirlemektedir.

 Bu yönlerden biri orucun sırf Allah rızâsı için yapılan bir ibadet olması, yani, oruçlu bildirmediği sürece, dışarıdan hiç kimsenin bilemeyeceği, riyâ ve gösterişten uzak bir ibadet olmasıdır. Çünkü orucun diğer ibadetler gibi görünür bir şekli yoktur. Öte yandan, tarihte varlıkları bilinen müşriklerin, ilâhlarına yakın olmak için yaptıkları kulluk türleri içinde oruç bulunmamaktadır. Yani hiçbir putperest oruç tutarak putlara kulluk etmemiştir. Bu yönüyle de oruç, sırf Allah için yerine getirilen bir ibadet türüdür. 

Orucun diğer ibadetlerden farklı bir başka yönü de mükâfatının, -önceden bildirilmiş ölçülerin çok üstünde- Allah Teâlâ tarafından takdir edilecek olmasıdır. 

Her iki özellik de oruç ibadetinin fazilet ve üstünlüğünü anlamamız için yeterlidir. 

Ayrıca hadisimizde, oruçlu ile ilgili bir tesbit, bir tavır, bir vâkıa ve bir de müjdeye dikkat çekilmektedir. Söz konusu tavır kimseye kötü söylememek ve çatmamak, kendisine çatan, kötü söyleyen olursa, ona da nazikçe "lutfen bana ilişmeyin, ben oruçluyum" diyerek, kendisini oruç kalkanıyla korumasıdır. Çünkü oruç, oruçlu için dünyada günahlara, âhirette cehennem azâbına karşı koruyucu kalkan konumundadır. 

Vâkıa ise şöyle ifade edilebilir: Oruç tutan kişide özellikle uzun yaz günlerinde açlıktan ileri gelen bir ağız kokusu oluşur. Bu koku, Allah katında, insanlarca en güzel koku diye bilinen miskten daha güzeldir. Ancak bu gerçek, hiçbir zaman o ağız kokusunun misvak veya fırça kullanmak suretiyle giderilmesine mâni değildir. 

İftar ve Allah'a kavuşma anlarındaki büyük rahatlama ve sevinç... Bu iki haldeki sevinç ve ferahlıktan birincisi maddî, görünür ve geçici; öteki mânevî ve süreklidir. Her ikisi de sadece oruçluya aittir. İftar edildiği zamanki rahatlama, Allah huzurundaki rahatlamanın kesin bir delili olarak zikredilmiş olmaktadır. Oruç tutan kimsenin iftar ettiği an rahatlaması ne kadar gerçek ise, oruçlunun Allah'a kavuştuğu zamandaki rahatlaması da o kadar gerçektir. 

Hadisimiz, oruçluya verilecek sevâbın, dinimizdeki bir iyiliğe on katından yedi yüz misline kadar verilecek sevap ve mükâfat ölçüsünün dışında ve üstünde, tamamen Allah Teâlâ'nın takdirinde olduğunu tescil ve ilân ederken, tabii olarak oruç ibadetinin dinimizdeki müstesna yerini ve son derece üstün faziletini de ortaya koymuş olmaktadır. Orucun fazileti, yüce Rabbimiz'in onu kendisine izâfetle "Benim içindir" buyurması ve "Mükâfatı da bana aittir" diyerek sonsuz lutuf ve kerem kapısını oruçluya açmış olmasından ileri gelmektedir. Böyle bir teşrif ve iltifat her şeyin üstündedir. Bu da hadisimizdeki müjdeyi oluşturmaktadır.

 "İnsanın her ameli kendisi içindir" buyurulmuş olması, oruç dışındaki her ibadetin, insanın haz alacağı, başkalarından gizleyemeyeceği hatta belki de göstermek isteyeceği bir tarafı olduğunu tesbit etmektedir. Sadece oruçta böyle bir durumun bulunmaması onun ne denli saf ve has bir ibadet olduğunu göstermektedir. Hadisimizin ana tesbiti de budur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Allah Teâlâ'nın, "Mükâfatını ben vereceğim" buyurduğu yegâne ibadet oruçtur. 

2. Allah için yapılacak hiçbir fedâkarlık ve amel karşılıksız kalmaz. 

3. Oruçlu, günahlara ve cehennem azabına karşı zırhlanmış kişi demektir. Çünkü "Oruç kalkandır" buyurulmuştur.

http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

12 Mart 2024 Salı

Orucun az bildiğimiz yönleri I-Faruk Beşer


Oruç bize çok basit gibi gelebilir; sabahtan akşama kadar kendini Allah için yeme içme ve cinsel ilişkiden tutmadan ibaret. Ama oruçtan oruca çok farklar var. Birisi sadece aç ve susuz kalmış, en nihayet oruç borcunu üzerinden düşürmüş olurken, bir başkası bir gün oruçla geleceği için hesapsız bir sermeye edinmiş olabilir...

...Her şeyin başı niyet. Ameller niyetlere göre karşılık görür. Niyet, insanı bir işi yapmaya iten asıl saiktır. Biri sırf Allah için, O tutun dediği için oruç tutar, böyle bir orucun karşılığını da ancak Allah bilir. Beşerin yaptığı bilgisayarlar bunun sevabını ölçmekten acizdir. Biri de diyet için, sağlık için oruç tutar, karşılığında da bunun sonucunu bulur, ibadet yapmış olmaz. Bir başkası her iki gayeyi birden hesaba katar. İşte böyle karışık bir niyetle yapılan ibadetin makbul olup olmadığı tartışılır. Gazali bu konuda şöyle bir ölçü koyar: İbadetlerin niyetinde bir dünyalık beklentisi de bulunabilir. Çünkü Allah Teâlâ hacca gidenlere, ‘orada ticaret yapıp para kazanmanızda da bir sakınca yoktur’ buyurur. Demek ki insan hacca giderken, tamamen dünyevi bir iş olan ticaret yapmayı da niyetine almış olabilir. Ama asıl saik, ya da niyetin yüzde elliden fazlası önemlidir ve bir amelin ne için yapıldığını belirleyen bu yüzde ellinin üstüdür. Bir ibadette onu Allah için yapıyor olma niyeti asıl saik, ya da yüzde elliden fazla değilse o ibadet makbul olmaz. Fazla ise makbul olabilir ve niyetin yüzde ellinin üstündeki nispeti ölçüsünde halis/ihlaslı bir ibadet olur. Aslında bütün ibadetlerin dünyaya bakan yönleri de vardır. Namaz muhteşem bir eksersiz ve sosyalleşme aracıdır. Ama namaz bunun için kılınmaz.

Oruç tutarken de insanın aklına, tutalım, böylece sağlıklı da oluruz, düşüncesi gelebilir. Bu da niyetin bölünmüşlüğüdür, yüzde ellinin altında olduğu sürece böyle bir niyet orucu ibadet olmaktan çıkarmaz. Ama oruçtan asıl gayenin ne olması gerektiğini bizzat Allah açıklıyor: ‘Takvalı olup korunasınız diye oruç size farz kılındı’ buyuruyor. Takva korkulan bir şeyden korunma demektir. Dini bir kavram olarak kullanıldığında Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet etmek suretiyle kulun kendisini ebedi azaptan ve ateşten korumasıdır. Fakat dünyevi tehlikelerden korunmaya da takva/ittika denebilir. O zaman orucun gayesi olan ‘korunma’ dünyevi tehlikeleri de içermiş olabilir. Mesela hastalıklardan, nefsin ve şehvetin azdırmalarından, hayvani sınır tanımazlıklardan ve duyarsızlıklardan korunma anlamı da içerebilir. Bunun için oruç kalkandır buyrulmuştur.

Aslında bütün ibadetlerin gayesi, kulu önce dünyada iyi bir insan, sonra ukbada razı olan ve razı olunan bir kul yapmaktır.

Orucun, Ramazan gecelerini teravihle ihya etmenin, itikâfın, Kadir Gecesi’nin faziletine dair onlarca hadisi şerif vardır ve bunların her birini her gün duymaktayız. Ama burada önemli bir noktaya daha işaret etmemiz gerekir ki, o da; böyle mübarek günlerle ilgili olarak bazı medyatik hocaların, sanki bize gelin, biz daha çok sevap veriyoruz, der gibi yine onlarca, belki yüzlerce uydurma hadis nakletmeleridir. Şu ölçüyü sürekli tekrarlıyoruz: Sünnete bütün olarak karşı olanlar da, sahih sakim demeden onu alanlar da uçlardadırlar. Hatta denebilir ki, her önüne gelen söze hadis diyenler, hadisleri toptan atanlardan daha da zararlıdırlar...


Yazının tamamı için:

***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-1-

RAMAZAN ORUCU RAMAZAN ORUCUNUN FARZ OLUŞU, FAZİLETİ VE ORUÇLA İLGİLİ KONULAR 

Âyetler 

"Ey iman edenler! Oruç, sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. (Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa, (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde tutar. (İhtiyarlık veya iyileşme umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da) oruç tutmaya gücü yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak fidyeyi arttırırsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise, sizden ramazan ayına ulaşanlar idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kazâ etsin. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir." Bakara sûresi (2), 183-185

 Oruç, dinimizin temel esaslarından biridir. O aslında şekil ve süresi farklı da olsa, geçmiş ümmetlere de emredilmiş bir ibadettir. Kazandırdığı birçok faydaya rağmen, insan nefsine ağır gelen ilâhî bir emirdir. Bu sebeple olmalıdır ki, önce ibadetlerin en hafifi namaz, sonra orta zorlukta olan zekât, daha sonra da belki en zoru olan oruç emredilmiştir. Böylece mükellefler kolaydan zora doğru bir alıştırmaya tâbi tutulmuşlardır. Bir önceki konuda geçen burada da tekrar gelecek olan İslâm'ın beş temeli ile ilgili hadiste aynı sıra takip edilmiştir: Şehâdet, namaz, zekât, oruç, hac... 

Oruç, Medine'de hicretten bir buçuk yıl sonra şâban ayında farz kılınmıştır. Âyette, bu meşakkatli ve zorlu ibadetin sadece müslümanlara farz kılınmadığı, daha önceki ümmetlere de farz kılındığı bildirilmek suretiyle, orucun hem öteden beri uygulanan ilâhî bir kanun olduğu vurgulanmış hem de ümmet-i Muhammed'in yanlış bir değerlendirme yapması önlenmiştir. Oruç, lugatta nefsi meylettiği şeylerden alıkoymak yani kendini tutmak demektir. Dinimizdeki anlamı ise, nefsin belli başlı istekleri olan yeme, içme ve cinsel ilişkiden bütün gün kendini tutmaktır. "Umulur ki korunursunuz" âyeti, oruç sayesinde nefsinize ve şehvetlerinize hâkim olma alışkanlığını elde edip, günahlara karşı kendinizi tutarak takvâya erersiniz, anlamındadır. Orucun kalkan olduğunu bildiren hadis de aynı gerçeği pekiştirmektedir. 

Orucun farz kılınmasının hikmeti, Allah'ın emrine boyun eğmekle, kulluk zevkini tatmak; ruhu, riyâ ve gösteriş hastalıklarından arındırarak ihlâsı arttırmak ve kendisini Allah'ın korumasına teslim etmek için nefis ile mücâdele etmektir.

 Hasta veya yolcuya oruç tutmayıp yeme konusunda ruhsat verilmiştir. Bizim yolculuk dediğimiz sefer, aslında kelime olarak keşif ve açmak anlamındadır. Yolculuk, yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için ona da sefer denilmiştir. Bu ise, en az üç günlük bir yolculuk demektir. 

İhtiyarlık veya iyileşme umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olanlar, bir fakiri sabahlı - akşamlı günde iki öğün doyuracak kadar bir şeyi fidye olarak verirler. Fidyenin gönül rızâsıyla arttırılması iyidir. Ancak sabredip oruç tutmaya çalışmak daha iyidir. 

Oruç, ramazan ayında tutulur. Ramazan ayı, hidâyet rehberimiz Kur'ân-ı Kerîm'in indirilmeye başladığı mübârek bir aydır. Oruç ibadetine tahsis edilen sayılı ve sınırlı günler işte bu kutlu günlerdir. Kim bu günlere sağlıklı ve mukîm olarak erişirse, bu günleri oruçlu geçirmelidir. Hasta veya yolcu olanlar için ramazan dışında diğer günlerde kazâ etme imkânı tanınmıştır. Bunu yapmaları halinde günahkâr olmazlar. Bu da yüce Rabbimiz'in, bizler için kolaylık murat ettiğinin bir göstergesidir. 

Ayrıca bir nimettir. Ancak mukîm ve sağlıklı olanlar için böylesi bir ruhsat yoktur. Onlar orucu kazâya bırakırlarsa, farzı terkettikleri için günahkâr olurlar. Allah Teâlâ, orucu farz kılmakla bizleri zora ve sıkıntıya sokmayı aslâ istemez. Tam aksine bizler için kolaylık murat eder. Oruçla ilgili hükümler bunun böyle olduğunu gösterdiği gibi dinimizdeki bütün yasakların amacı da bizleri olgunlaştırmaktır. Yoksa asla sıkı bir yönetime tâbi tutup bunaltmak değildir [bk. Mâide sûresi (5), 3]. 

Oruç, hastalık, yolculuk ve ihtiyarlık gibi durumlarda iyice zorlaşabilir. İşte onun için de kazâ ve fidye kolaylıkları getirilmiştir. Edâ ederken de kazâ ederken de sayının tamamlanması esastır. Nitekim bu husus âyette açıkça belirtilmiştir:"...Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir."

http://dosya.co/wsdzwf0clsn8/riyazus-salihin-8-cilt.pdf.html

***RAMAZAN AYINDA 10 SÜNNET

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Ramazan Orucunun Fazileti
Allah Rasulü 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”[Buharî, Savm, 7]

Sevgili Peygamberimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ’in anlattığına göre bir kudsî hadiste Rabbimiz, “Her bir iyilik için on mislinden yedi yüz misline kadar karşılık vardır. Fakat oruç başkadır. Çünkü oruç benim içindir ve onun ecrini ben vereceğim.”[Müslim, Sıyâm, 164; Tirmizî, Savm, 55; Neseî, Sıyâm, 42]

İftar Ettirmenin Sevabı
Hz. Ebu Hüreyre 
Radıyallahu Anh anlatıyor: Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksiltme olmaz.” [Tirmizî, Savm 82, (807); İbnu Mâce, Sıyâm 45, (1746)]

Teravih Sünneti
Allah Rasulü 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ, Ramazan ayında oruç tutmayı size farz kıldı. Ben de size teravih namazını kılmayı sünnet kıldım. Kim bu ayda inanarak ve sevabını Allah’tan umarak oruç tutar ve namazını kılarsa, anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.”[Buharî, İman, 28; Müslim, Sıyâm, 203; Ebu Davud, Ramazan, 1]

Mukabele Sünneti
Ashabın alimlerinden Abdullah b. Abbas 
Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem  insanların en cömert olanı idi. Onun bu cömertliği Ramazan ayı girip de kendisiyle Cebrail Aleyhisselam karşılaşınca daha da artardı. Cebrail Aleyhisselam Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ile buluşur, Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ona Kur’an’ı arz eder/okurdu. Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem  Cebrail ile buluşunca, insanlara rahmet getiren rüzgârdan daha cömert ve daha faydalı olurdu.”
[Buharî, Savm, 7; Müslim, Fedâil, 50; Nesâî, Sıyam, 2]

Ramazanda İtikaf

Hz. Aişe 
Radıyallahu Anha anlatıyor: “Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem vefat edinceye kadar Ramazanın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: ‘Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın.’Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem ’den sonra, zevceleri de itikafa girdiler.”[Buharî, Fadlu Leyletü’l-Kadr 3, İtikaf 1,14; Müslim, İtikaf 5, (1172); Muvatta, İtikaf 7, (1, 316); Tirmizî, Savm 71, (790); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 44); Ebu Davud, Sıyâm 77, (2462, 2464); İbn Mâce, Sıyâm 59; (1771)]

Peygamberimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ’in İftar Duası
Mu’az b. Zühre anlatıyor: “Bana ulaştı ki, Rasulullah 

Sallallahü Aleyhi ve Sellem
 , iftar ettiği zaman şu duayı okurdu: ‘Allahümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü.’ (Ey Allahım senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)”[Ebu Davud, Savm 22, (2358)]

Sahura Kalkmak
Hz. Enes 
Radıyallahu Anh’tan rivayete göre Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: “Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır.” [Buharî, Savm 20, Müslim, Sıyâm 45, (1095); Tirmizî, Savm 17, (708); Nesâî, Savm 18, (4, 141)]

Fıtır Sadakası
İbn Ömer
Radıyallahu Anh anlatıyor: “Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem , fıtır sadakasını bayram namazından önce vermemizi emretti.”
[Buharî, 1509; Müslim, 22-986, Ebu Davud, 1610; Tirmizî, 677; Nesaî, 5/54]

Kadir Gecesinin Büyüklüğü
Rasulullah 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Kim faziletine inanarak ve ecrini Allah’tan umarak Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.”[Buharî, Teravih, 2; Müslim, Salât, 25]

“Kadir gecesini Ramazanın son on günü içinde arayın.”[Buharî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 3; Müslim, Sıyâm, 21]

Kadir Gecesi Duası
Hz. Aişe 
Radıyallahu Anh, “Kadir gecesinde nasıl dua edeyim?” diye sorunca Peygamberimiz  Sallallahü Aleyhi ve Sellem kendisine şu duayı bolca yapmasını tavsiye etmiştir: ‘Allahümme inneke afüvvün tühibbü’l-afve fa’fû annî’ (Allahım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, benim de günahlarımı affet.)”[Beyhakî, Şuâbü’l-imân, 3700, 3701]

Salih Selçuk 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"