9 Ocak 2024 Salı

***BİD'AT ve YENİLİKLER-2-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Efendimiz den sonra ortaya çıkan fikir ve davranışları konumuz açısından üç gruba ayırabiliriz:

a. Kitap ve Sünnet in açık nasslarına aykırı olanlar. Bunlara daha çok isyan, fucûr, fısk.. denir.

b. İbadet ve iman sahalarına girmeyen, dünya hayatını ilgilendiren, yani serbest bırakılmış sahada cereyan eden âdet, alet ve davranışlardır. Bunların da bidatla alâkası yoktur.

c. Âyet ve hadislerin emir veya nehiy şeklinde temas etmediği, sonradan ortaya çıkarılan ve dindenmiş muamelesi gören düşünce ve davranışlardır ki, işte bid at kavramına dahil olan bunlardır. Bazılarınca bid at içinde mütalâa edilen tesbih kullanma, toplu zikir yapma, tarikatlardaki evrâd ü ezkâr gibi, dinde aslı olanlar bid at sayılmaz. Bu şıkta, mevlid gibi, bid at-ı hasene tabir edilenler de varsa da, eğer dinde aslı olmayan düşünce, inanış ve uygulamalar, İslâm ın itikad esaslarına zıt ise ve âdeta dinden bir parça, itikad veya ibadetten birer cüzmüş imiş gibi telâkki ediliyor ve sünnetleri unutturuyorsa, bunlar tam manâsıyla bid attır ve hepsi kabihtir, kötüdür, merduttur.

Bid atın Çeşitleri

Daha önce bid atın, biri sözlük anlamıyla, dolayısıyla her yeniyi kapsayan, diğeri de terim anlamıyla, yani efradını câmi ağyarını mani iki tarifinin yapıldığını belirtmiştik. Birinci tarifi yapanlar daha sonra bid atı ikiye ayırarak, bir kısmına bid ay-ı hasene diğer kısmına ise bid ay-ı seyyie adını vermek zorunda kalmışlardır. Bunlara dinî ve dünyevî bid at adını verenler de vardır. Bu konuda ilim adamlarının izahlarından bir kısmını kaydetmek istiyoruz.

Bidat-ı Hasene, Bidat-ı Seyyie

Bidat-ı hasene ve seyyie olarak ikiye ayıran alimlerin ilki, İmam Şafii dir (204/819). Harmele ibn Yahya, İmam Şafii den şunu nakleder: Bid at iki kısımdır: Övülen (mahmûd) ve yerilen (mezmûm). Sünnet e uygun olana övülen, sünnete muhâlif olana ise yerilen bid at denir. Beyhakî, İmam Şafii nin bu sözünü şöyle izah eder: Yerilen (kötü/seyyie) bid atın dinde dayanacağı bir aslı yoktur. Şer î ıstılahta buna mutlak bid at denir. Övülen (hasene/güzel) bid at ise Sünnet e uygundur. Yani Sünnet ten dayanacağı bir delil vardır. Bu şer î manâsıyla değil, sözlük manâsıyla bid attır. İmam Şafii den şöyle bir söz de nakledilmiştir: Sonradan ortaya çıkan (muhdesat) şeyler iki çeşittir. Bir kısmı, Kitap, Sünnet veya İcma dan birine muhâliftir ki, bu dalâlet olan bid attır. Hayır/iyilik olarak ortaya çıkarılan yenilikler ise, ihtilafsız bir şekilde, [iyidirler], tenkit edilemezler (Askalânî, 17:10).
İmam Şafii yi takip eden bir çok âlim de yaklaşık aynı taksimatı benimsemişlerdir. Bunlardan biri de meşhur Şafii alimi İz b. Abdiselam dır (260/874).


Ona göre bid at üç kısma ayrılır:
 1. Şeriat ın mendup veya vâcip olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılmayanlara bid at-ı hasene;
 2.Şeriat ın haram veya mekruh olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılmayanlara bid ay-ı kabihe/seyyie;
 3.Şeriat ın mubah olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılamayanlara ise mubah bid at denir (Abdüsselâm, 578).

İmam Gazalî (505/1111), bu konuda geniş bilgi vermemekle birlikte, İhya da, masa veya benzeri bir şey üzerinde yemek yeme konusunu işlerken şöyle diyor: Hz. Peygamber den sonra ortaya çıkan şeylere bid at denir ama, her bid at kötü değildir. Kötü bid at, bir sünnete zıt olan, şer î bir emri kaldıran ve illeti sabit olan şeydir. Oysa sebepler değiştiğinde, bazen yenilik yapmak (bid at) gereklidir
(Gazalî, 2:6).

Nihaye sahibi İbn Esir ise, konuyu şöyle açıklamaktadır: Bid at, bid at-ı hüda ve bid at-i dalâl olmak üzere iki çeşittir. Allah ve Resûlü nün emrettiğine muhâlif olan yenilik, tenkit ve reddedilir. Allah ın emir ve Resûlü nün yapılmasını teşvik ettiği genel kurallardan birinin kapsamına giren yenilikler ise övülür. Daha önce bir benzeri bulunmayan, bazı cömertlik çeşitleri gibi hususlar da övülen fiillerdir. Ancak bunlar, Şeriat a muhâlif olmamalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, Kim İslam içinde güzel bir çığır açar ve bu güzel çığır kendisinden sonra da tatbik edilip sürdürülürse, kendi sevaplarından hiç bir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin sevaplarının benzeri kendi lehine yazılır. Ve her kim de İslâm içinde kötü bir âdet çıkarır ve bu kötü âdet kendisinden sonra da sürdürülürse, kendi günahlarından hiç bir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin günahlarının benzeri de o kimse üzerine yazılır
(Müslim, Zekât , 69; Nesaî, Zekât , 64) buyurmuştur. Hz. Ömer in teravih için söylediği "bu ne güzel bid at oldu" sözü de buna delâlet etmektedir. Yani övülen bid'atlardandır. Çünkü bid'at dedikten sonra, ne güzel sözüyle bunu övmüştür (İbn Esîr, 1:107).

Abdulhakk ed-Dehlevî de, Hz. Peygamber'den sonra ortaya çıkıp sünnetinin genel prensiplerine ve esaslarına uyan bid ata, hasene, uymayana ise seyyie denir. şeklinde görüşünü açıklar (Tahanevî, 1:133).
Bid atı kısımlara ayıranların tarifleri topluca değerlendirilirse, bid at-ı hasene, aslı dinde olup, faslı [ayrıntıları] formüle edilmeyen; bid at-ı seyyie ise, hem aslı hem de faslı dinde olmayan hususlar olduğu anlaşılır.
Bu düşüncede olanlar, bid ay-ı haseneye şu örnekleri verirler: Minare, ribat, medrese, han, vb. şeyler inşa etmek; her ilimde kitap yazmak, hadis toplamak ve bunları şerh etmek (Süyutî, 38).

Bidat bir Bütün müdür?


Bidatın hasenesinin, iyisinin, güzelinin olmayacağını; Her bidat dalâlettir .. hadisine dayanarak bid atın bir bütün olduğunu savunan âlimler de vardır. Mesela, Şatıbî (790/1388), Zerkeşî (794/1392), İbn Recep (795/1393), İbn Hacer el-Askalanî (852/1448), İbn Hacer el-Heytemî (974/1566), İmam Rabbanî (1563-1625), İmam Birgivî, (981/1573), Suyûtî, (911/1505), muasır alimlerden Muhammed Buhayt, Ali Mahfuz, Muhammed Abdusselam, Mevdudî, Ahmed Ferid, Muhammed b. el-Alevî, İzmirli İsmail Hakkı, Abdullah Draz bunlardandırlar.


Şatıbî, İz b.Abdisselam ın bid atı ikiye ayıran fikirlerini verdikten sonra şöyle der: Böyle bir taksimatı gerektirecek hiç bir şer î delil bulunmamaktadır. Zaten kendi içinde çelişki vardır. Çünkü bid at, nass veya genel kaide cinsinden şer î bir delili olmayan şeye denir. Eğer o işin vâcip, mendup veya mubah olduğuna delil olabilecek bir dayanak varsa, bid attan söz edilemez. O iş, ya emirler manzumesine dahildir ya da en azından yapılması serbest bırakılmıştır. Hem bid at olsun, hem de vâcip, mendup veya mubah olduğuna delil bulunsun; bu çelişkiden başka bir şey değildir. Haram veya mekruh sayılan bid atlara gelince, bunların haram veya mekruh olduklarına şer î bir delil varsa onlar da bid at olmazlar; günah ve isyan hükmünü alırlar. Adam öldürme, zina, hırsızlık vs.. bid at değiller, birer günahtırlar (İ tisam, 1:191-192). Başka bir yerde de, bid at çıkaranların bütünü, hasene, seyyie ayırımına sarılarak kendilerini savunurlar. Bu onların tek dayanağıdır (a.g.e. 1:144) der.


İmam Birgivî ise, görüşünü şöyle açıklar: Bid at kelimesi genel bir kelime olduğu için, aslında red edilmeyen âdet [mubah] cinsi yenilikleri de kapsamına alır. Değilse, şer î ıstılah olarak bid atın hasenesi yoktur. İbadet cinsinden, bid ay-ı hasene denilen hususlar araştırılsa, hepsinin, işaret veya delâlet yoluyla Şari tarafından serbest bırakılan cinsten oldukları görülür. İbadetlerdeki bid at, sünen-i hüdanın karşıtıdır. Âdetlerdeki yenilikler ise, sünen-ı zaidenin karşıtıdır. İnançtaki bid atların karşıtı da Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat ın inançlarıdır. İlk dönemlerde bu tür şeylerin konuşulmaması ya ihtiyaç olmadığından ya da başka mühim işlerle uğraşıldığı için vakit bulunmadığındandır (Birgivî, 9-12). İbn Recep el-Hanbelî de (795/ 1393) aynı görüşü paylaşır (İbn Recep, 2:129).

Buharî şarihi İbn Hacer el-Askalanî, (852/1448), Aslında bid at, geçmişte [Asr-ı Saadet te] örneği görülmeyip yeni ortaya çıkarılan şeydir. Terim olarak, Sünnet in mukabili [zıddı] olana denir. Dolayısıyla bid at, mezmum yani seyyi edir. der (Askalânî, 17:9).
Reşit Rıza da, İ tisam a yazdığı tahkikte, sözlük anlamıyla bid atın hasene-seyyie kısımlarına ayrılabileceğini ama terim anlamıyla bütün bid atların seyyie olduğunu söyler.

Temel hizmetlerinden biri Sünnet i ihya ve bidatla mücadele olan İmam Rabbanî
de bid atın ikiye ayrılmasının uygun olmadığını şöyle açıklar: Bazı kimseler bid atı, hasene ve seyyie şeklinde ikiye ayırarak, hasene, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin zamanında olmayıp Sünnet i kaldırmayan, seyyie ise Sünnet i kaldıran her amel olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu fakir, bid at olup da güzel, nûranî, iyi olan hiç bir şeye rastlamadı. Onda karanlık, bulanıklık ve yanlışlıktan başka bir şey yoktur.

Bir kimse, basiretinin zayıflığından ötürü, ilk zamanlar bid atta bir tazelik, tatlılık, hoşluk görse bile, bir süre sonra o bid atın pişmanlık ve hüsrandan başka bir şey olmadığını anlayacaktır. Hz. Peygamber, [dinde] yapılan her yeniliğin bid at, her bid atın da dalâlet olduğunu bildirmişlerdir. Öyle ise bid ata hasene (iyi) demek mümkün değildir.
Diğer bir hadiste (İbn Hanbel, 4:105) belirtildiği gibi, her bid at mutlaka bir sünnete engel olmaktadır. Meselâ, bazı âlimler namaza kalben niyetlenmenin yanı sıra, niyeti dille de söylemenin bid at-ı hasene olduğunu söylerler. Hâlbuki bize, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiinden, niyetin dille söylendiğine dair, ne sahih ne de zayıf hiç bir haber gelmemiştir. Onlar ayağa kalkınca, ihram (başlangıç) tekbiriyle hemen namaza girmişlerdir. Bu durumda dille söylemek bid at olur. Bazı âlimler buna bid at-ı hasene demişlerdir ama, fakire göre, bu bid at, sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Çünkü, insanların pek çoğu, sadece dille niyet getirmekle yetinecek, kalp, namazdan gafil olsa bile buna aldırış etmeyecektir. İşte o zaman, namazın farzlarından olan kalben niyet, bütünüyle terk edilmiş olacak ve namazın fesadına sebep olunacaktır. Diğer bid atları da buna kıyas edebilirsin (İ. Rabbani, 1:293).

Bu aktarılanlardan şöyle bir neticeye varıyoruz:

Hz. Peygamber in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Biliniz ki, sözün hayırlısı Allah ın kitabı, yolun hayırlısı da Muhammed in yoludur. Ve işlerin en kötüsü [dinde] sonradan çıkarılan şeylerdir. [Dinde sonradan çıkarılan] her bid at bir sapıklıktır. Ve her sapıklık ateştedir "(Buharî, İ tisam , 2; Müslim, Cum a , 43) hadisi, ıstılahî anlamda her bid atın seyyie olduğunun yeterli ve en güzel delili olmalıdır. Buna mukabil, yukarıda kaydettiğimiz "Kim İslam içinde güzel bir çığır açarsa..." hadisi ileri sürülerek bid at, hasene ve seyyie şeklinde ikiye ayrılmak istenmiştir. Burada tartışma, kanaat-i acizanemce biraz lafzî olmaktadır. Yukarıda da arz edildiği gibi, dine, onun iman, ibadet ve temel muamelat, ukubat esaslarına ait ve zıt, Sünnet e muhalif, bir itikat, ibadet, muamelat ve ukubat prensibi gibi dinden sayılan, ama dinde aslı olmayan her yenilik bid attır ve bunun asla iyisi olmaz. Buna mukabil, aslı dinde olan, tarikatlarda evrad ü ezkâr gibi, tesbih kullanma gibi uygulamalar ise bid atın içine girmemelidir. Eğer bunlar bid ata dahil edilmezse, o zaman bid at da hasene-seyyie diye ayrılmaz. Şu kadar ki, mevlid gibi, dinde olmamakla beraber, dine muhalif de olmayan uygulamalar, dinden sayılmamak, dinî bir ibadet gibi algılanmamak kaydıyla, dine de hizmet eden bir yanı varsa, bu takdirde seyyie bid at sayılmamalıdır.
Bid atı izafî ve hakikî bid at adıyla ikiye ayıranlar da olmuştur. Bunlara göre hakikî bid at ilim adamlarının araştırmaları neticesinde Kitap, Sünnet, İcma veya diğer geçerli bir delile, ne umumi kaide olarak ne de detaylarda dayanan bid attır. Zaten bundan ötürü buna hakikî bid at denilmiştir. Çünkü tamamıyla dayanaksız, uydurma bir şeydir; her ne kadar bunu ortaya çıkaran, bir yerlere yamamaya çalışsa bile.

İzafî bid at ise iki yönlüdür. Bir yönüyle şer î bir delile dayandığı için bid at denilemiyor. Diğer yönden ise hakikî bid at gibi sonradan ortaya çıkmış ve dayanağı da net değildir. Bu özelliğinden ötürü izafî bid at, hakikî bid ata düşmemek için kaçınılması gereken bir durumdur (Şatibî, İ tisam, 1:277) 


Nitekim şer î ahkam açısından net olmayan durumlardan kaçınmak gerektiği şu hadiste dile getirilmiştir:
"Helâl olan şeyler bellidir. Haram olanlar da bellidir. Fakat helâl ile haram arasında bir takım şüpheli şeyler vardır [ki, helâl veya haram olduklarını çok kimseler bilmezler.] Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, şerefini, haysiyetini ve dinini kurtarır. Kim de şüpheli şeylere dalarsa, yasak bölge [beylik koru] etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi, koruya dalıvermeğe yaklaşmış demektir. İyi biliniz ki, her hükümdarın ilan ettiği bir yasak bölgesi olduğu gibi, Allah ın da yer yüzündeki koruluğu [yasak bölgesi], haram ettiği şeylerdir" (Buharî, İman , 39; Müslim, Müsakat , 107).

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Kaynaklar
A. Muttakî el-Hindi, Kenzu'l- Ummal; el-Askalanî, İbn Hacer, Fethu'l- Barî; Atiyye, İzzet Ali, el-Bid'atu; Bediiüzzaman Said Nûrsî, Lem'alar; Beyhakî, Menakibu'ş-Şafii; Birgivî, Tarîkat-ı Muhammediyye; Buhayt, Muhammed, Ahsenu'l- Kelâm; Cessas, Usul; Draz Abdullah, el-Mizan Beynes'- Sünneti ve'l- Bid'ati; Erdoğan, Mehmet, Ahkâmın Değişmesi; eş-Şekirî, es-Sünenu ve'l- Mübtedi'at; Gazzalî, M, Düstûru'l-Vahdeti's- Sakafiyyeti Beyne'l-Müslimîn; Heysemî, Mecmeu'z- Zevaid; İbn Aşur, Makasıd; İbn Esir, el-Bidaye ven-Nihaye; İbn Kuteybe, Te'vil; İbn Manzur, Lisanu'l- Arap; en-Nevevî, Büstanu'l- Arifîn; İbn Recep, Câmiu'l- Ulûm ve'l- Hikem; İbn Sa'd, Tabakat; İmam Rabbanî, Mektubât; İz b. Abdusselam, Kitabu'l- Fetâvâ; Karaman, Hayrettin, İslam Işığında Günümüz Meseleleri; Kardavî, Hasâis; Maverdî, Ahkamu's- Sultaniyye; Pezdevî, Usul; Serahsî, Usul; Suyutî, el-Emru Bi'l- İttiba' ;. Şatıbî, Muvafakat; İ tisam; Tahanevî, Keşşafu Istılahatı'l- Funûn.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

8 Ocak 2024 Pazartesi

Bid'atlardan Sakınmak

  

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim 

"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın.  Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti." (En'âm, 153)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez." (Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17-18. İbnî Mâce, Mukaddime 2)

Câbir (ra) şöyle dedi:

Rasûlullah (sav) hutbe irad ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, "Düşman sabah ve akşam üzerinize hücum edecek, kendinizi koruyunuz" diye ordusunu uyaran kumandan gibi öfkesi artar ve şehadet parmağı ile orta parmağını bir araya getirerek:

"Benimle kıyametin arası şu iki parmağın arası kadar yaklaştığı sırada ben peygamber olarak gönderildim" derdi. Sonra da sözlerine şöyle devam ederdi:

"Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed (sav)'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid'atlardır. Her bid'at delâlettir, sapıklıktır." (Müslim, Cum'a 43. İbni Mâce, Mukaddime 7)

Dinde aslı olmayan bir şeyin sonradan ortaya konulması, dinimizde "bid'at" diye adlandırılır.

Bid'at konusu, İslâm âlimlerinin her asırda ciddiyetle üzerinde durdukları bir konu olmuştur. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kısaca şöyle beyân buyurur:

“Ey dîn kardeşlerimiz! Hepimizin üzerine en önce gereken şey, îtikadımızı Kitab ve Sünnet’e göre doğrultmaktır. Bid’at ve dalâlet ehli, kendi bâtıl hüküm ve îtikadlarını Kitab ve Sünnet’e uygun zannederler. Hâlbuki onların îtikadları hak ve hakîkatten fersah fersah uzaktır.”  

https://www.2g1d.com/ 

İddet ne demektir? İddet süreleri ne kadardır?

“Saymak, miktar, adet” anlamlarına gelen iddet, bir fıkıh kavramı olarak, herhangi bir sebeple evliliğin sona ermesi hâlinde, kadının yeni bir evlilik yapabilmek için beklemek zorunda olduğu süreyi ifade eder. İddetin, kadının hamile olup olmadığının anlaşılarak nesebin karışmasını önleme, taraflara düşünme ve tekrar bir araya gelme fırsatı verme, kadın için yeni hayata ruhen hazırlanma, evlilik bağını bir anda yok etmeme gibi hikmetleri bulunmaktadır.
Evlilik, boşanma veya fesih yoluyla sona ermişse ve kadın da hamile değil ise âdet gören kadın üç hayız süresi iddet bekler. “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.” (el-Bakara, 2/228).
Herhangi bir sebeple âdet görmeyenler ise üç ay süreyle iddet beklerler. “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.” (et-Talâk, 65/4).
Evlilik erkeğin ölümü ile sona ermiş ve kadın da hamile değilse, iddet süresi dört ay on gündür. “İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.” (el-Bakara, 2/234).
Evlilik ne şekilde sona ererse ersin, hamile olan kadının iddeti, doğum yapıncaya kadardır; doğum yapmasıyla iddeti sona erer. “Hamile olanların bekleme süresi ise doğum yapmalarıyla sona erer.” (et-Talâk, 65/4).
İddet beklemenin başlangıcı, tarafların fiilen birbirlerinden ayrı kaldıkları an değil, boşamanın veya ölümün gerçekleştiği andır.
İddet beklemekte olan bir kadının başka biri ile nikâhlanmasının haram olmasının hikmeti, kendisinde hâlâ eski evliliğinin etkilerinin bulunabilmesi, eski kocasının haklarının korunması ve neslin birbirine karışma ihtimalinin bulunmasıdır.

7 Ocak 2024 Pazar

Kabir veya türbe yaptırmanın hükmü nedir?

Kaybolmalarını önlemek üzere, gösteriş ve israftan uzak kalarak kabir yapılmasında, mezarların başuçlarına, üzerinde ölenin kimliğini belirleyen ifadelerin yer aldığı sade bir taş ve benzeri levhaların yerleştirilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Sahabîlerden Osman b. Maz’ûn (r.a.) ölünce cenazesi o günkü Medine’nin dışında gömülmüştü. Resûlullah (s.a.s.), Osman’ın mezar yerini belli edecek bir taş istemiş ve getirilen taşı mezarın başına koyunca, “Bununla, kardeşimin kabrini işaretliyorum, ailemden ölenleri bunun yanma defnedeceğim.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 63 [3206]) buyurmuştur.
Ancak kabirlerin bir-iki karıştan yüksek yapılması, üzerlerine bina veya kubbe inşa edilmesi; kabir taşlarına kimlik bilgilerinin ötesinde aşırı övgü sözlerinin; ölümden ve kaderden şikâyet eden ifadelerin yazılması uygun görülmemiştir.

6 Ocak 2024 Cumartesi

Cemaate yetişemeyen kimse camide tek başına namaz kılarken kâmet getirmeli midir?

Düzenli olarak cemaatle beş vakit namaz kılınan camilere o vaktin farz namazını kılmak üzere giren kimselerin, cemaatle veya yalnız başına namaz kılacak olmaları hâlinde tekrar ezân okuyup kâmet getirmelerine gerek yoktur. Düzenli olarak beş vakit namazın kılınmadığı cami ve mescitlerde ise ezân okuyarak ve kâmet getirerek namaz kılmak daha faziletli olup (Alâüddîn, el-Hediyyetü’l-‘Alâiyye, 37) sadece kâmetle de yetinilebilir. Hanefîlerin bu yaklaşımına karşılık diğer birçok mezhep, her iki ihtimalde de kâmet getirmenin mendup olduğunu söylemiştir.

5 Ocak 2024 Cuma

***ÜÇ AYLAR İLE İLGİLİ HADİSLERİN GÜVENİRLİLİĞİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

3 ayrı ehl-i sünnet hocanın ve "Sorularla İslamiyet" sitesinden aldığım 4 yazıyı yorumsuz paylaşıyorum. Rabbimizin (Celle celaluhu)razı olmadığı birşey yapmamak adına bu yazıların hepsini okumanızı tavsiye ederim:

1)Kadir gecesi hariç(çünkü Kadir gecesiyle ilgili  ayetler ve hadisler mevcuttur: 

“Biz onu Kadir gecesi indirdik. Kadir gecesi nedir, bilir misin sen? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Meleklerle Ruh o gece Rabblerinin izniyle her iş için iner de iner. Tam bir esenliktir o gece, tâ tan yeri ağarıncaya kadar.” (Kadîr sûresi, 1-5) “Biz Kur’an’ı kutlu bir gecede indirdik.” (Duhân sûresi, 3)

“Kadir gecesini, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günâhları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175)


 diğer kandil gecelerinin  de Kadir gecesi gibi ihya edilmesi konusundaki teşvik, çok eskilere dayanmaktadır. Ama ilk üç nesilden ciddi bir bilgi akımı yoktur. Şu kadar ki, dış görünüş itibarı ile bu gecelerin canlı tutulmasında dini motifler açısından yarar vardır. ‘Bari bir kaç gecesi gafletten kurtarma’ düşüncesi, o geceler üzerinde yoğunlaşan vaizler ve davetçilerin temel düşüncesidir. Bir de, faziletler ve nafileler konusunda zayıf hadislerle de amel etme ruhsatı bunu teşvik etmektedir. Son zamanlarda: ‘Bırakın insanlar bir iki gece kötülükten uzak kalsın.’ tarzındaki tezler öne sürülmektedir. Öbür taraftan da, "bid’atin nesinde hayır olacak ki’ diyenlerin de kendilerine göre kuvvetli tutanakları vardır.(Nurettin Yıldız Hoca'nın yazısının bir bölümüdür.)

2)Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler
Üç aylar diye meşhur olan Recep, Şa’ban ve Ramazan aylarına yaklaşmış bulunuyoruz. Halk arasında bu aylar ve bu aylar içinde bulunan önemli gün ve gecelerle ilgili birçok hadis dolaşmaktadır. Bunlardan bazıları sahih, bazıları zayıf ve maalesef birçoğu ise uydurmadır. Hurafelerin halk nezdindeki itibarı ve oldukça yaygın oluşu göz önünde bulundurulduğunda, bu gibi konularda uydurma hadislerin sahihmiş gibi bilindiği görülmektedir. Bu itibarla, üç aylar hakkında halk arasında oldukça yaygın olan fakat hadis uleması tarafından uydurma olduğu kesin bir şekilde ortaya konulan hadislerden bazılarını tespit etmeye çalıştık.

Üç ayların ilki Recep olduğu için, bu yazıda Recep ayı hakkında uydurulmuş hadisler üzerinde durulacaktır.

Araştırmada kaynak olarak uydurma / mevzû hadisler hakkında yazılmış olan ve ulema tarafından kabul gören kitapları kullandık.


 Bunlar İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751 h.)’nin el-Menâru’l- Munîf, İmam Suyûtî (ö. 911 h.)’nin el-Leâli’l-Masnûa, İbn Arrâk (ö. 963 h. )’ın Tenzîhu’ş-Şerîa, Aclûnî (ö. 1162 )’nin Keşfu’l-Hafâ ve Şevkânî (ö. 1250 h.)’nin el-Fevâidü’l-Mecmûa adlı kitaplarıdır.

Öncelikle bu vb. konularda uydurulmuş olan hadislerin genel özelliklerine kısaca bir göz atalım:

GENEL KAİDE 1: Bazı gün ve gecelerde kılınması gereken namazlarla ilgili hadisler uydurma hadislerdendir. Mesela Pazar günü ve gecesi, Pazartesi günü ve gecesi ve haftanın diğer gün ve gecelerinde kılınması gereken (sadece bu günlere mahsus) namazlarla ilgili hadisler bunlardandır.[1]

GENEL KAİDE 2: Recep ayının ilk Cuma gecesi kılınması gerektiği söylenen Regaib namazı ve bu ayın diğer gecelerinde kılınması gerektiği söylenen namazlarla ile ilgili hadisler de uydurma hadislerdendir. Hepsi yalandır ve Allah resulüne yapılmış birer iftiradır.[2] Aclûnî’nin tabiri ile “bu hadislerin Kûtu’l-Kulûb, İhyâu Ulûmiddîn, Tefsîr-i Sa’lebî gibi (tasavvuf ağırlıklı) kitaplarda yer almasına aldanılmasın.”[3]

Aclûnî de bu kaideye değindikten sonra şöyle diyor:

“Her ne kadar İhyâu Ulûmiddîn, Kûtu’l-Kulûb adlı kitapların yazarları (İmam Gazali ve Ebû Talib el-Mekkî) bu hadisleri zikretse de bu konuda ne sünnette ne de hadis imamlarının yanında herhangi bir (sahih hadis) bulunmaktadır. Çünkü sünnet (onların demesiyle değil) ancak Peygamberin sözü, fiili ve takriri ile sabit olur.”[4]

Bu uydurma hadislerden bazıları şunlardır:

1. “Recep Allah’ın, Şa’ban benim Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”

2. “Recep’in ilk Cuma gecesinden gafil olmayasınız. Zira o gece, meleklerin “Regâib” ismini verdikleri gecedir.”
[5]

GENEL KAİDE 3: Recep ayında tutulması gerektiği söylenen oruç ve bu ayın bazı gecelerinde kılınması gerektiği söylenen namazla ilgili bütün hadisler yalandır, iftiradır.[6]

Bu tür hadislerden bazıları şunlardır:

1. “Her kim Recep’in ilk gecesi akşamdan sonra yirmi rekat namaz kılarsa … o kişi Sırat’ı sorgusuz sualsiz geçer.”

2. “Her kim Recep ayında bir gün oruç tutar ve dört rekâtlık bir namaz kılarsa ve bu namazın ilk rekâtında yüz defa Ayetü’l-Kürsî, ikinci rekâtında yüz defa İhlâs suresini okursa o kişi Cennetteki yerini görmeden ölmez.”

3. “Her kim Recep ayında şu kadar oruç tutarsa ona şu kadar…” diye başlayan hadislerin hepsi yalandır, uydurmadır.[7]

Araştırma esnasında yararlandığımız kaynaklardan en son kaleme alınanı, Şevkânî’nin el-Fevâidü’l-Mecmûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa adlı kitabıdır.Bu kitap, kendisinden önce yazılan ve uydurma hadisleri tespit eden kitaplardan daha şanslıdır. Bu şansın ne olduğunu, ülkemizin yetiştirdiği değerli hadis alimlerinden M. Yaşar Kandemir Hoca şöyle açıklamaktadır:

“Bir hayli müteahhir oluşunun (geç dönemde yazılmış oluşunun) sağladığı imkân dolayısıyla Şevkânî, İslam âlimlerinin mevzû hadislere karşı açtıkları çetin savaşların semeresi olarak vücut bulan eserlerin hemen hepsinden faydalanmıştır.”[8]

Şevkâni konuyla ilgili hadisleri, yukarıda adı geçen diğer kitaplara göre daha sistemli bir şekilde ele almıştır. O, el-Fevâidü’l-Mecmûa’da Recep ayı ile ilgili olarak uydurulmuş hadisleri şöyle sıralamıştır:

1. “Recep Allah’ın, Şa’ban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır. Her kim Recep ayında iki gün oruç tutarsa ona iki kat ecir vardır. Bu katlardan her biri (nin büyüklüğü) dünyadaki dağlar kadardır.”[9]

Şevkânî, bu hadisin râvîsinin daha sonra “her kim dört gün”, “altı gün”, “yedi gün”, “sekiz gün” ve nihayet “on beş gün” oruç tutan kişinin ecrini anlattığını söyledikten sonra şu açıklamayı yapmaktadır:

“Bu, uydurma bir hadistir. Bu hadisin isnadında yer alan ravilerden Ebû Bekir b. Hasan en-Nakkâş (hadis uydurmakla) itham edilmiş, el-Kisâî ise mechûldür / tanınmamaktadır. Bu hadisi el-Leâlî yazarı (Suyûtî) Ebu Saîd el-Hudrî (ra)’den rivayet etmiştir.”[10]

Şevkânî’nin, Suyûtî’nin kitabında da yer aldığını bildirdiği hadise, uzun olduğu ve alıntı bütünlüğünün dağılmaması için aşağıda değinilecektir. Şimdi Şevkânî’nin uydurma olduğunu belirttiği diğer hadislere devam edelim:

2. “Her kim Recep ayında üç gün oruç tutarsa, ona bir aylık oruç (sevabı) yazılır. Her kim Recep ayında yedi gün oruç tutarsa, Allah o kişi için Cehennemden yedi kapı kapatır. Her kim Recep ayında sekiz gün oruç tutarsa, Allah o kişi için Cennetten sekiz kapı açar. Ve her kim Recep ayının yarısını oruçlu geçirirse, Allah onu çok kolay şekilde hesaba çeker.”

Bu hadisin senedinde yer alan ravilerden Ebân adlı kişinin metrûk olduğu, yani kendisinden hadis rivayet edilmediği, Amr b. el-Ezher’in ise hadis uydurduğu belirtilmiştir.[11] Bu hadisi başka bir yolla Hüseyin b. Ulvân babalarından rivayet etmiştir. Fakat bu Hüseyin b. Ulvân’ın da hadis uydurmacısı olduğu bildirilmiştir.[12]

3. “Muhakkak ki Recep ayı, çok büyük bir aydır. Kim o aydan bir günü oruçlu geçirirse, ona bin senelik oruç (sevabı) yazılır.”[13]

Bu hadisin devamı, el-Leâli’l-Masnûa’da şöyle geçmektedir:

“… Her kim Recep ayından iki günü oruçlu geçirirse, ona iki senelik oruç (sevabı) yazılır. Her kim Recep ayından üç günü oruçlu geçirirse, ona üç senelik oruç (sevabı) yazılır. Her kim Recep ayından yedi günü oruçlu geçirirse, cehennemin kapıları o kimseye kapatılır. Her kim Recep ayından sekiz günü oruçlu geçirirse, ona cennetin sekiz kapısı açılır, o da istediği kapısından içeri girer. Her kim Recep ayından on beş günü oruçlu geçirirse, onun seyyiâtı (kötülükleri) hasenâta (iyiliklere) çevrilir. Ve gökten bir ses “(bugüne kadar yaptıklarından dolayı) Allah seni bağışladı, artık her şeye yeniden başla” diye seslenir. Her kim daha fazlasının yaparsa, Allah da ona daha fazlasını verir.”

Suyûtî bu hadisin sahih olmadığını, senet zincirinde yer alan Harun b. Antere’nin münker hadisler rivayet eden biri olduğunu belirtir.[14]

4. “Kim Recep ayında bir gün oruç tutarsa, onun tuttuğu bu oruç, bir aylık oruca denktir.”

Bu hadisin senedinde yer alan el-Furât b. es-Sâib, metrûktur, hadisi reddedilir.[15]

5. “Kim recep ayından bir geceyi ihya eder ve bir gün oruç tutarsa, Allah da ona cennet meyvelerinden yedirir.”

Bu hadis de senedinde yer alan Hafs b. Muhârik yüzünden uydurma kabul edilmiştir.[16]

6. “Recep ayında çokça istiğfar ediniz. Çünkü o ayda Allah, her saat birilerini Cehennemden azad etmektedir.”[17]

7. “Recep ayında öyle bir gün ve gece vardır ki o günü oruçlu geçirip o geceyi ihya eden kimse için yüz sene oruç tutmuş gibi ecir vardır.”[18]

8. “Ey İnsanlar! Büyük bir ayın, Allah’ın çok hürmetli ayı (el-esamm) Recep’in, gölgeleri üzerinize düşmüştür. Bu ayda iyilikler katlanır, dualar kabul edilir, sıkıntılar giderilir.”

Peygamberimizin Recep ayı girmeden önce bir Cuma günü hutbede söylediği iddia edilen bu sözlerin de hiç tereddütsüz bir şekilde münker olduğu ifade edilmiştir.[19]

9. “Recep ayının diğer aylara olan üstünlüğü, Kur’an’ın diğer kelamlara olan üstünlüğü gibidir.”[20]

10. “Allah Teala, Nuh (as)’a gemi yapması emrini Recep ayında vermiş, onun yanında bulunan mü’minlere de bu ayda oruç tutmalarını emretmiştir.”[21]

Şevkânî’nin yukarıda, birinci maddede bahsettiği uzun hadis, Suyûtî’nin kitabında şöyle geçmektedir:

“Ebû Said el-Hudrî (ra)’nin Peygamberimizden rivayet ettiği (merfû) hadis:“Recep Allah’ın, Şa’ban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır. Her kim inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah’ın en büyük rızasını hak etmiş demektir. Allah, onu Firdevs-i Âlâ’ya yerleştirecektir."

"Her kim Recep ayında iki gün oruç tutarsa, ona iki kat ecir vardır. Bu katlardan her birinin ağırlığı, dünyadaki dağlar kadardır."

"Her kim Recep ayında üç gün oruç tutarsa, Allah onunla Cehennem arasına uzunluğu bir senelik yürüyüş mesafesi kadar olan bir hendek koyar."

"Her kim Recep ayında dört gün oruç tutarsa, (her türlü) beladan, delilikten, cüzzamdan, alaca hastalığından, Deccalın şerrinden ve kabir azabından kurtulur."

"… altı gün oruç tutarsa, o kişi, yüzü ayın on dördünden daha parlak bir şekilde kabrinden kalkar."

"… yedi gün oruç tutarsa, onun tuttuğu her bir günlük oruca karşılık Cehennemin yedi kapısı birer birer o kişiye kapanır."

… sekiz gün oruç tutarsa, onun tuttuğu her bir günlük oruca karşılık Cennetin sekiz kapısı birer birer o kişiye açılır.

"… dokuz gün oruç tutarsa, o kişi kabrinden “Lâ ilâhe illallâh” nidaları ile kalkar ve onun yüzü Cennetten başka bir tarafa çevrilmez."

"… on gün oruç tutarsa, Allah, Sırat üzerinde her milde onun istirahat edeceği bir yatak var eder."

"… on bir gün oruç tutarsa, o kişi yarın kıyamet gününde - kendisi kadar veya daha fazla oruç tutanlar hariç- kendisinden daha faziletli kimse görmez."

"… on iki gün oruç tutarsa, Allah Teala ona kıyamet gününde bir tanesi dünyadan ve içindekilerden daha hayırlı olan iki güzel elbise giydirir."

"… on üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününde insanlar büyük zorluklar içindeyken o kişi için arşın gölgesinde bir sofra kurulur ve o kişi bundan yer."

"… on dört gün oruç tutarsa, Allah Teala ona kıyamet gününde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanoğlunun tahmin edemediği bir sevap verir."

"… on beş gün oruç tutarsa, Allah Teala kıyamet günü o kişiyi güvende olan kimselerin duracağı bir yere sokar. Oraya her ne zaman bir melek-i mukarreb ve bir peygamber uğrasa ona şöyle derler: “Müjdeler olsun sana ki güvende olanlardansın.”[22]

Bu hadisi verdikten sonra “uydurulmuştur” ibaresini ekleyen İmam Suyûtî, hadisin senedinde yer alan el-Kisâî adlı şahsın tanınmadığını, en-Nakkâş’ın ise hadis uydurmakla itham edilen biri olduğunu belirtmiştir.[23]

Buraya kadar tercümesi verilen uydurma hadisler bunlarla sınırlı değildir. Dileyenler adı geçen kaynaklara müracaat ederek daha detaylı bilgilere ulaşabilirler.

Verilen bu bilgilerden yola çıkarak Recep ayının sıradan, değersiz bir ay olduğu gibi yanlış bir anlam çıkarılmamalıdır. Zira bu ay dört haram aydan (el-eşhuru’l-hurum) bir tanesidir. Bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır.

Haram aylar hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur:


“Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu, doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin …”[24]

“Sana dokunulmaz ayı[25], o ayda yapılan savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaş ağır bir suçtur. Ama Allah yoluna engel olmak, ona ve Mescid-i Haram'a karşı tanımazlık etmek, halkını oradan çıkarmak Allah katında daha ağır suçtur. Fitne, adam öldürmekten de ağırdır. Eğer onların gücü yetse, sizi dininizden çevirinceye kadar savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, yaptıkları işler dünyada ve Ahirette boşa gider. Onlar cehennemden ayrılamazlar. Orada sürekli kalırlar.”[26]

“Ey müminler! Allah'ın ibadet amaçlı sembollerine, (içinde savaşılması) haram olan aya, Kâbe'ye armağan edilen kurbanlığa, gerdanlıklı kurbanlık hayvanlara, Rabblerinin bağışını ve rızasını kazanmak amacı ile Kâbe’yi ziyaret etmeye gelenlere sakın saygısızlık etmeyiniz…”[27]

Bir başka ayette ise Allah Teala, şeâirullâh’a yani kendi koyduğu sembollere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvâsına bağlı olduğunu bildirmektedir.[28] Recep ayının içinde bulunduğu haram ayların da bu sembollerden olduğu, bir önceki ayette Cenab-ı Allah tarafından açıklanmıştır.

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bir tanesi ise şöyledir:

Ebû Bekre radıyallâhu anh, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir:

“Zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki (ilk) hey'etine dön­müştür. Sene, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkayadır ki bunlar; Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Dör­düncüsü de Cemaziye’l-âhir ile Şa’ban arasında olan Receb-i Mudar’dır.”[29]

Zikredilen bu ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre, diğer haram aylara olduğu gibi Recep ayına da hürmet etmek gerekir. Fakat bu hürmet, yukarıda belirtilen uydurma hadislerde olduğu gibi dinimizin aslında olmayan bir takım ibadetler icat ederek olmamalıdır. Zira ibadetler ancak ve ancak ayet ve sahih hadislerle sabit olur. Recep ayında oruç tutmayı ve bu aya özel namazlar kılmayı emir ve tavsiye eden hiçbir ayet ve sahih hadis bulunmamaktadır.


Bu ayda edilmesi gerektiği söylenen “Allah’ım! Recep ve Şa’ban aylarını bize mübarek kıl ve bizleri Ramazan’a ulaştır.”[30] Duası da sahih bir hadise dayanmamaktadır. Zira bu hadisin senedinde yer alan Zâide b. Ebi’r-Rukâd adlı kişinin İmam Buhari tarafından munkeru’l-hadîs[31] olduğu ve bu ravinin bir takım hadisçiler tarafından tanınmadığı belirtilmiştir.[32] Yalnız Peygamberimizin her ay tuttuğu ve tutulmasını tavsiye ettiği Pazartesi ve Perşembe günü oruçları ile eyyâm-ı bîz denilen her ayın 13, 14 ve 15. günleri tutulan oruçlara Recep ayında da devam edilebilir. Bunları yukarıdaki uydurma hadislerle karıştırmamak gerekir. Burada özellikle vurgulanmak istenen husus, diğer aylarda yapılmayıp da sadece bu aya, Recep ayına- mahsus namaz, oruç gibi herhangi bir ibadet bulunmadığıdır.

“Bu hadisler, Müslümanları iyilik yapmaya teşvik (terğib) için söylenmiş sözlerdir. Normal zamanlarda caminin yolunu bilmeyen nice insan, bu gün ve gecelerde camilere akın etmekte, tevbe istiğfar edip namazlar kılmaktadırlar. Şimdi bu hadislerin mevzu olduğunu söyleyerek bu yaptıklarını da yapmamalarını mı söylüyorsunuz?” Şeklinde bazı düşünceler akla gelebilir. Hiç şüphesiz bir kimsenin Allah’a tevbe istiğfar etmesi, namaz kılıp oruç tutması küçümsenecek bir şey değildir. Bunun terkini de hiçbir Müslüman temenni edemez. Lakin sadece bu günlerin faziletine güvenip diğer günlerde dini, imanı, ameli unutan kişilerin varlığı da inkar edilemeyecek bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Bu kişileri böyle yanlış düşüncelere iten sebeplerin başında da bu uydurma hadisler gelmektedir. Bu konuda M. Yaşar Kandemir Hoca şunları söylemektedir:

“Tergîb hadisleri, Müslümanları “zannedildiği gibi- dünyayı ihmal ederek nâfile ibadetle meşgul olmaya her zaman sevk etmemiş, hatta çoğu defa -Hz. Peygamberin neticesinden korktuğu üzere- onların farz ibadetleri dahi ihmal etmelerine yol açmıştır. Öyle ya “Bilmem hangi vakit iki rekat namaz kılmakla bütün günahlar affolununca, artık günde beş defa namaz kılmaya, senede bir ay oruç tutmaya, hacca gitmeye, zekat vermeye ne lüzum kalır. Madem ki iki rekat namazla bütün günahlar affolunacakmış, niçin insan tatlı tatlı eğlenerek envâı-muharremâtı irtikâb etmesin (her çeşit haramı işlemesin). İki rekat namazla bütün bu habâsetleri (pislikleri) affettirmek her vakit için mümkün değil mi? En âdî kabahetlerden, hatta en şenî (iğrenç) cinayetlerden kurtulmak için iki rekat namaz kâfîdir, demekle esâsât-ı şeriyye ve ahlakiyenin çürük ve esassız olduklarını ilan etmek arasında bir fark görmüyoruz.”[33]

“Bid'atlar İslâm'ın ruhuna aykırı, Allah ve Rasûlü (sav) tarafından men edilmiş olmakla beraber bazı zamanlarda ve bazı içtimâî sınıflarda din duygusunun yaşamasını, dinin canlı kalmasını temin ediyor; bu bakımdan müsâmaha edilmesi gerekmez mi?” diyenlere ise Hayrettin Karaman Hoca şöyle cevap vermektedir:

“İslâm'ın iman, ibâdet, nizam ve ahlâk olarak terkedilip unutulması ve sadece bid'atlar vasıtasıyla varlığının hatırlanması onun hayatı değil, ölümüdür. Onu yaşatmak için bünyesine yabancı olan bid'atları değil, İslâm'ın esaslarını ihyâ etmek gerekir.

İslâm'ı değil de mücerred bir din duygusunu yaşatmak için bid'at tervicine lüzum yoktur, çünkü o duygu fıtrîdir.”[34]


Dr. Y. Şenol

3)Ayrıca ilminden çok faydalandığım Ebubekir Sifil Hoca'nın bu konuyla ilgili yazısını da yayınlıyorum:

ÜÇ AYLAR KÜLTÜRÜ ÜZERİNE

Dinî kültürümüzde “Üç aylar” adıyla yer etmiş bulunan ve geniş halk kitleleri tarafından özel bir hassasiyet gösterilerek çeşitli ibadetlerle ihya edilegelen aylar konusunda öteden beri spekülatif yorumlar yapıldığı herkesin malumu.

Bu yazıda, gerek “Üç aylar” geleneğine karşı çıkan bazı çevrelerin, gerekse bu gelenek konusunda aşırı bir hassasiyet gösterdiği ve bu sebeple bazı bid’at tutumlar sergilediği gözlenen kesimlerin birbirine taban tabana zıt olan bu anlayışları konusunda Sünnet-i seniyye’ye ve Selef-i salihin’in davranışına uygun olan orta yolu tebellür ettirmeye çalışacağız.

Sözünü ettiğimiz iki zıt tutumdan ilkini benimseyenler, Üç aylar dediğimiz zaman dilimine herhangi bir özellik tanımanın doğru olmadığını, bu zaman diliminde tutulan oruçların, kılınan namazların ve yapılan diğer ibadetlerin tümüyle bid’at olduğunu ileri sürerken, ikinci grup olarak zikrettiğimiz kesimler, Ramazan ayına girene kadar Receb ve Şaban aylarının tamamını oruçla geçirmeyi ve bu iki aya özgü olduğu kanaatiyle bazı namazlar kılmayı adet haline getirmişlerdir. Bu kesimlerden her birinin, zaman zaman diğerini en ağır şekilde suçlayıcı ve itham edici tavırlar sergilediği de görülmektedir.

Bu iki zıt tutumun denge noktasında buluşmasının, muhakkık ulemamızın tercih ettiği görüşlerin esas alınmasıyla mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Burada hemen bir noktayı belirtelim ki, bu konuyu işlerken özellikle başvuracağımız kaynaklar, diğer Hadis otoriteleri yanında es-Suyûtî, Ali el-Karî, Abdülganî en-Nâblusî, el-Münâvî ve Abdülhayy el-Leknevî gibi Tasavvuf ehli hadis alimlerinin kitapları olacaktır. Bunun sebebi şudur: Tasavvuf ehli ile Hadis alimleri arasında mevcut bulunan ve meşrep farklılığından kaynaklanan görüş ayrılıkları, ihtilaflı meseleler hakkında bu iki zümrenin birbirini taassuba düşmekle ve tarafgirlik yapmakla suçlamasına yol açmakta ve her iki tarafı tatmin edecek orta yol bulunamamaktadır. Bu bakımdan yukarıda isimlerini verdiğimiz Tasavvuf ehli Hadis alimlerinin, bu iki zümre arasındaki ihtilaflı meselelerde verdikleri hükümler objektiflik kriterlerine daha uygun ve insaf ölçülerine daha riayetkâr olması hasebiyle, işaret ettiğimiz ihtilafları –ortadan tamamen kaldıramasa bile– asgariye indirebilecek kıymet ve önemdedir.

1- Receb ayı
Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Zaman, dönüp dolaşıp Allah Teala’nın gökleri ve yeri yarattığı günkü (ilk) hey’etine kavuştu. Yıl, oniki aydır. Bunlardan dördü haram (aylar)dır ki, üçü peşpeşe gelir. (Bunlar) Zülka’de, Zülhicce ve Muharrem’dir. (Dördüncüsü ise) Cumâdâ (Cumâde’l-ûlâ ve Cumâde’l-âhire) ile Şa’ban arasındaki Receb-i Mudar’dır.”[1]

Receb ayının “haram aylar” arasında sayılması ona şüphesiz belli bir özellik kazandırmaktadır. Zira Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, doğru hesaptır..”[2]

Bu ayette zikredilen “haram aylar”, yukarıdaki hadis-i şerifte açıklanmış ve bunlar meyanında Receb ayı da zikredilmiştir.

Bu ayette geçen ve mealini “doğru hesap” olarak verdiğimiz “ed-dînu’l-kayyım” ifadesi hakkında el-Beydâvî ve ez-Zemahşerî şöyle demişlerdir: “Yani bu dört ayın haram ay kılınması “ed-dînu’l-kayyım”dır ki bu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in (ikisine de selam olsun) dinidir. Araplar da bunu o ikisinden tevarüs etmiştir.”[3]

İlk dönem müfessirlerinden Katâde ve el-Ferrâ da, yukarıdaki ayetin devamında geçen “Artık o aylarda nefislerinize zulmetmeyin” ifadesi hakkında şöyle demişlerdir: “Her ne kadar zulmetmek her zaman için yasaklanmış bir şey ise de, bu ayetteki “o aylar” ifadesinden maksat “haram aylar”dır. Kur’an’da bu aylar özellikle zikredilmekle, bu ayları teşrif ve ta’zim olarak onlarda zulüm yasaklanmıştır.”[4]

Keza ez-Zemahşerî, yukarıda zikrettiğimiz “Artık o aylarda nefislerinize zulmetmeyin” ifadesinin, haram aylara raci olduğunu söylemiştir.[5]

Yine yukarıda ismi geçen Katâde şöyle demiştir: Haram aylarda amel-i salih işlemenin ecri (diğer aylarda işlenenlere göre) daha büyüktür. Her ne kadar diğer zaman ve durumlarda da zulüm işlemek büyük bir günah ise de, bu aylarda yapılan zulmün günahı daha büyüktür.”[6]

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır…”[7] ayetindeki “haram ay” tabirinden maksadın Receb ayı olduğunu el-Beğavî gibi müfessirler söylemişlerdir.[8]

Hasılı yukarıdaki ayette, haram aylara hürmet göstermeye ve bu aylarda günah işlememeye dikkat etmeye teşvik vardır.[9] Receb ayı da bunlardan olduğuna göre, bu aya da hürmet göstermeli, onda günah işlememeye ve ne şekilde ve kime karşı olursa olsun zulmetmemeye dikkat göstermelidir.

Receb ayının fazileti hakkında söylenmesi gerekenler bunlardan ibaret değildir. İbn Hacer, “Tebyînu’l-Aceb bimâ Verede fî Fadli Receb” adlı eserinde Receb ayının fazileti ile ilgili rivayetleri bir araya toplamış ve şöyle demiştir: “Receb ayının fazileti ve bu ayın tümünde veya bir kısmında oruç tutma ile ilgili rivayetler, bir kısmı zayıf, diğer kısmı uydurma olmak üzere iki kısımdır.”[10]

Enes b. Mâlik (r.a)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle derdi: “Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”[11] Her ne kadar senedinde zayıflık var ise de bu hadis, Receb ayının fazileti hakkında rivayet edilenler içinde itimada en fazla şayan olandır. İbn Hacer, yukarıda zikrettiğimiz eserinde bu hadisi, Receb ayı hakkında varid olan zayıf rivayetler meyanında zikretmiştir.

Halk arasında meşhur olan, “Receb Allah’ın ayıdır; Şaban benim ayımdır; Ramazan ise ümmetimin ayıdır” şeklindeki hadis, el-Hasanu’l-Basrî’nin, aradaki sahabî raviyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den aktardığı bir rivayettir ki, Hadis Usulü’nde böyle rivayetlere “mürsel” denir. Hadis imamları, el-Hasanu’l-Basrî’nin mürsel rivayetlerinin zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Aynı hadisin mürsel olmayan bir diğer varyantı daha vardır. Enes b. Mâlik (r.a) kanalıyla gelen bu rivayet de zayıftır.[12]

***Receb ayına mahsus ibadetler
Birtakım takvim yaprakları ve ehil kimseler tarafından yazılmamış olan “Namaz Hocası”, “Dua Kitabı” türünden kitaplar vasıtasıyla halk arasında Receb ayına mahsus namaz, oruç, sadaka ve umre ibadetleri bulunduğunu anlatan birçok rivayete rastlanmaktadır. Şimdi bunların durumlarını ele alalım:

Receb ayının ilk gecesi veya herhangi bir gecesi belli bir namaz kılmaya teşvik eden hadisler uydurmadır.[13]

***Regaib ve Miraç gecelerine mahsus ibadetler
Receb ayının ilk cuma gecesi –ki “Regaib Kandili” olarak anılmaktadır– belli bir namaz kılmaya teşvik eden hadisler arasında da Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den sağlam tariklerle gelen bir rivayet yoktur.[14]

Keza Receb ayının 27. gecesi olduğu kabul edilen Miraç gecesi yapılan ibadetler konusundaki rivayetlerin durumu da böyledir. Esasen bu gecenin zamanı hakkında ihtilaf vardır. Bu gecenin Receb’in 27’sinde olduğunu söyleyenlerin yanısıra Rebiü’l-evvel’de, Rebiü’l-âhir’de, Zü’l-hicce’de ve Şevval’de, hatta Ramazan’da olduğu da söylenmiştir. Ulemadan bazıları Receb’in 27’sinde olduğunu söyleyen görüşü kuvvetli bulmuşlardır.[15]

Bu geceye mahsus herhangi bir ibadet sahih olarak nakledilmiş değildir. Bununla birlikte el-Leknevî şöyle demiştir: “Şu halde Receb ayının 27. gecesinin ve dahi Miraç hadisesinin vukuu hakkında ileri sürülen diğer gecelerin, çok ibadet edilerek ihya edilmesi müstehaptır. Bu gecenin nasıl ihya edileceği ise kulun isteğine bırakılmıştır. Bu konuda nakledilen hadisler arasında itimada şayan olanı yoktur; bunların hepsi uydurmadır. Aynı şekilde bu geceyi takip eden günün de oruçlu geçirilmesi müstehaptır. Bu gün tutulacak oruç hakkında gelen rivayetler de sahih değildir…”[16]

Aynı şekilde Receb ayında, bu aya mahsus özel bir oruç tutmanın faziletine dair de ne Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den, ne de Sahabe’den (Allah onlardan razı olsun) gelmiş sahih bir rivayet yoktur.[17]

Bu konuda sahih olarak Tabiun’un büyüklerinden Ebû Kılâbe’nin şöyle bir sözü nakledilmiştir: “Cennet’te, Receb ayında oruç tutanlara mahsus bir köşk vardır.” el-Beyhakî bu söz hakkında şöyle der: “Ebû Kılâbe Tabiun’un büyüklerindendir ve onun gibi birisi böyle bir sözü, kendisinden öncekilerden gelen bir nakil olmaksızın söylemez.”[18]

Bununla birlikte Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den, “haram aylar”da oruç tutmaya teşvik eden sahih rivayetler nakledilmiştir. Ebû Dâvûd ve İbn Mâce tarafından nakledilen bu rivayetlere istinaden Sahabe ve Selef’ten İbn Ömer (r.a), el-Hasanu’l-Basrî ve Ebû İshak es-Sebî’î gibi bu ayda oruç tutan kimselerin varlığı bilinmektedir.[19]

Ancak bu durum, Receb ayının tümünde oruç tutmanın faziletini ifade etmez. Zira Sahabe’den İbn Abbâs ve İbn Ömer (r.anhumâ), Receb ayının bazı günlerinde oruç tutmuş, bazı günlerinde ise tutmamışlardır.[20]

Müçtehid İmamlar’dan Ahmed b. Hanbel, Receb ayının tümünü oruçlu geçirmeyi hoş karşılamamış ve bu aydan bir-iki günü oruçsuz geçirmeyi uygun bulmuştur. İmam eş-Şâfi’î de –Ramazan dışında– sadece Receb ayının baştan sona oruçlu geçirilmesini mekruh saymış ve nafile olarak bu ay yanında –Şaban ayı gibi– bir diğer ayı da oruçlu geçirmeyi teşvik etmiştir.[21] Keza Süfyân es-Sevrî de şöyle demiştir: “Haram aylarda oruç tutmak bana sevimli gelir.”[22]

Böylece anlaşılmış olmaktadır ki, doğru olan, Receb ayının tümünü oruçlu geçirmektense, bir-iki gün oruç tutmamaktır. Eğer bu ayın tümünde oruç tutulacaksa, Şaban ayı veya haram aylar gibi başka aylarda da aynı şekilde bütün ayı oruçlu geçirmek teşvik edilmiştir.

Receb ayının, haram ayların en üstünü ve hayır ve bereketlerin anahtarı olduğu, bunun için de bu ayı boş geçirmenin uygun olmadığı belirtilmiştir. Ancak bu ayda tutulacak oruçların ve kılınacak namazların, bu aya mahsus olarak Sünnet’te belirtilmiş ibadetler olmadığı bilinmelidir.

2- Şaban ayı

Üsâme b. Zeyd (r.a) şöyle demiştir: “Resulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Şaban ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmadı. Kendisine, “Ya Resulallah! Senin, Şaban ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tutmadığını gördüm” dedim. Şöyle buyurdu: “Şaban, Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin, alemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle’ye yükseldiği aydır. Ben de amelimin (Allah Teala’ya) oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.”[23]

Şaban ayının özelliği hakkındaki bu hadis, bu aya –tıpkı Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yaptığı gibi– özel bir önem atfetmemiz için yeterlidir. Dolayısıyla bu ayı da ihya etmeye gayret göstermeli ve hadiste işaret edilen gaflete düşmemeliyiz. Peki bu ayı nasıl ihya etmeliyiz?

***Şaban ayına mahsus ibadetler
Hz. Aişe (r.anha) validemiz, -tıpkı yukarıdaki rivayette geçtiği gibi- Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, Şaban ayında tuttuğu orucu Ramazan ayı hariç başka bir ayda tutmadığını söylemiştir.[24]

Bu ayın 15. gecesi olan Berat gecesi hakkında da sağlam rivayetler bulunmaktadır. Bunlardan birisinde Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Muhakkak ki Allah Teala Şaban ayının ortası gecesi dünya semasına iner ve Benû Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri adedinden daha fazla sayıda insanı(n günahlarını) bağışlar.”[25]

İbn Mâce’nin Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a)’den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur: “Şaban ayının ortası gecesi olunca gece namaza kalkın, o gecenin gündüzünde de oruç tutun. Zira Allah Teala o gece güneş batınca dünya semasına iner ve ta ki güneş doğana kadar “Bağışlanma dileyen yok mu, mağfiret edeyim? Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim? (Bir derde) mübtela olan yok mu, afiyet vereyim?…” buyurur.”[26]

Ayrıca bu konuda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, İbn Ömer, Ebû Sa’lebe, Osman b. Ebi’l-Âs ve Mu’âz b. Cebel (Allah hepsinden razı olsun) gibi sahabîlerden gelen rivayetler de mevcuttur. Her ne kadar bu rivayetlerin bazılarının senedlerinde birtakım kusurlar bulunsa da, tümü bir arada değerlendirildiğinde bu mecmuadan sıhhat hasıl olur.[27] Kaldı ki, bunlar arasında sened itibariyle herhangi bir kusur taşımayanlar, yani sahih olanlar da mevcuttur.[28]

Bu gecenin fazileti sebebiyle Tabiun’dan Hâlid b. Ma’dân, Mekhûl ve Lokmân b. Âmir gibi büyük zevat bu geceyi ihya etmeye büyük ehemmiyet verirlerdi.[29] Ancak bu konuda onların davranışını onaylamayıp, bu gecenin ihyasının bid’at olduğunu söyleyenler de vardır. Atâ, İbn Ebî Müleyke ve Hicaz ulemasının ekseriyetinin tutumu böyledir.[30]

İbn Receb şöyle der: “Şu halde mü’minin, bu gece Allah Teala’yı zikretmesi, günahlarının bağışlanması, kusurlarının örtülmesi ve sıkıntılarının giderilmesi için dua ile iştigal etmesi ve bunları yapmadan önce tevbe etmesi uygun olur.”[31]

el-Leknevî de, yukarıda işaret ettiğimiz hadislerin sıhhat-zaaf durumu hakkında ulemanın ihtilaf ettiğini belirttikten sonra şöyle der: “Bu konuda, İbn Hacer el-Mekkî’nin “el-Îzâh ve’l-Beyân”da ayrıntılarıyla zikrettiği üzere el-Beyhakî ve daha başkaları tarafından nakledilmiş başka rivayetler de mevcuttur. Bu hadisler Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu gece ibadet ve duayı artırdığını, kabirleri ziyaret ederek ölüler için dua ettiğini göstermektedir. Bu konudaki kavlî ve fiilî hadislerin toplamından, bu gece çokça ibadet etmenin müstehap olduğu anlaşılır.”[32]

***Berat gecesine mahsus ibadetler
Berat gecesi muhtelif rek’atlarda ve muhtelif sureler okunmak suretiyle kılınacak bazı namazlar olduğu, “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”, “Gunyetu’t-Tâlibîn” ve “Kûtu’l-Kulûb” gibi eserlerde zikredilmiş ise de, hadis otoriteleri bu namazların Sünnet’ten bir esasa dayanmadığını belirtmişlerdir.

el-Leknevî bu konuda şöyle der: “Kişi bu gece isterse namaz kılar, isterse diğer ibadetlerle meşgul olur. Ne miktarda ve nasıl namaz kılacağı kişiye bırakılmıştır; yeter ki Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sarahaten veya işareten men etmediği şekilde olsun.

Daha sonra “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”den, bu gece kılınacak namazın keyfiyeti konusunda bir nakilde bulunur ve şunları söyler: “Daha önce de birkaç kere belirttiğimiz gibi, bu türlü namazların “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”, “Kûtu’l-Kulûb” ve “Gunyetu’t-Tâlibîn” gibi Sufiyye’ye ait kitaplarda zikredilmiş olmasına itibar edilmez. el-Irâkî, “Tahrîcu Ahâdisi’l-İhyâ”da, “Şabanın ortası gecesi namazı hakkındaki rivayet batıldırdemiştir.”[33]

el-Leknevî daha sonra da bu geceye mahsus olduğu söylenen muhtelif namazlardan bahseden bir kısım rivayetler zikreder ve bunların aslının olmadığını söyler.


***Sonuç
“Üç aylar” olarak bildiğimiz Receb, Şaban ve Ramazan aylarından, Ramazan ayı ve bu ayda idrak ettiğimiz Kadir gecesi üzerinde ayrıca durmaya gerek görmedik. Zira Ramazan ayının ve Kadir gecesinin fazileti hakkındaki deliller, burada ayrıca bahsetmeye ihtiyaç duymayacak kadar güçlü ve kesindir.

Bu sebeple biz burada sadece Receb ve Şaban ayları üzerinde –kısaca– durmaya çalıştık. Vardığımız sonuç odur ki, bu ayların gerek kendileri ve gerekse bu aylarda bulunan bazı gecelere özel bir önem vermenin herhangi bir sakıncası yoktur. Bu aylarda ve onlarda bulunan mübarek gecelerde oruç tutmanın, namaz kılmanın ve sair ibadetlerle meşgul olmanın müstehap olduğunu da görmüş bulunuyoruz. Ancak bunu yaparken, hakkında sahih hadis bulunmayan özel ibadet türlerini, Sünnet’le sabit olmuş gibi değerlendirmemeye dikkat etmek gerekir. Bunlar arasında zayıf bazı rivayetlerde yer alanlarla amel ederken de, amellerin faziletleri konusunda zayıf hadisle amel edilebileceğini söyleyen ulemanın bu görüşünü iyi kavramak gerekir. Onun için burada bu nokta hakkında da kısa bir malumat arz ederek yazıyı bitirelim:

Ulema, amellerin faziletleri konusunda zayıf hadislerle amel edilebileceğini söylerken şu hususların göz önünde bulundurulması gerektiğini de belirtmişlerdir:


1- Bu türlü rivayetlerin Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in hadisi olarak sabit olmadığını bilmek.

2- Rivayetin zaafının şiddetli olmaması. Yani senedinde yalancı veya yalancılıkla itham edilmiş, yahut rivayetlerinde çok hata yapan bir ravinin bulunmaması.

3- Zayıf hadise dayanarak amel edilen hususun, Şer’î asıllara aykırı olmaması.[34]

Burada şu hususun da bilinmesinde fayda görüyoruz: Zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği konusunda ulema arasında ihtilaf vardır. 


Bir kısım ulema, zayıf hadisle hiçbir konuda kesinlikle amel edilemeyeceğini, bir kısım ulema, her konuda kesinlikle amel edilebileceğini söylerken, çoğunluğu teşkil eden alimler, helal-haram gibi “ahkâm” konusunda değil de, faziletler konusunda bu türlü hadislerle amel edilebileceğini söylemişlerdir.

Ancak burada, yukarıda zikrettiğimiz üç hususun göz önünde bulundurulması gerektiğini de eklemişlerdir.[35]

4)Ayrıca "Sorularla islamiyet" sitesinden de aşağıdaki benzer bilgileri yayınlıyorum:

- Hafız Zeynu’l-Iraki, Tahricu ahadisi’l-İhya(ihya ile birlikte, 1/361) adlı eserinde Miraç gecesindeki namazla ilgili hadisin çok zayıf ve münker olduğunu belirtmiştir

- Recebin ilk Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) ile ilgili zikredilen ve “reğaib namazı” olarak da bilinen namazla ilgili hadis mevzudur. İbnu’l-Cevzî, bunu “el-Mevduzat, 2/124-126” adlı eserinde yer vermiş ve uydurma olduğunu belirtmiştir.
       
- İmam Gazali’nin de İhya’da 
(Daru’lmarife/Beyrut, ts. 1/202-203) belirttiği "Her kim recebin ilk perşembesini oruçlu geçirir, sonra Cuma gecesi olan o gece akşamla yatsı arasında, on iki rekat kılar...” mealindeki hadisi bazı alimlere göre mevzudur. (bk. Zeynu’l-Irakî, Tahricu ahadis’l-ihya, ilgili hadisin tahrici)

- Buhari’nin şarihlerinden İbn Receb el-Hanbelî, “Recep ayında hususi namazlardan bahseden rivayetlerden hiç biri doğru/sahih değildir”demiştir.
 (İbn Receb, Lataifu’l-Maarif, s.140)

- İmam Nevevî ve İbn Kayyim el-Cevziye de Receb ayının ilk cuma gecesinde kılmayı ön gören rivayetlerin sahih olmadığını belirtmiştir. 
(bk. Fetava’l-İmam en-Nevevî, s.57; İbn kayyim, el-Menaru’l-münif, s.95)

- Hülasa, Receb ayının ilk cuma gecesinde kılınması gelenek olmuş namaz, ilk defa 480 hicri yılında Kudüs’da kılınmıştır. Bu sebeple bu tarihten önce yaşamış olan alimler bundan bahsetmemişler. 
(bk. Et-Tartûşî, el-Havadisu ve’l-bida, s.122)



Faruk Beşer Hoca'nın bu yazısını da mutlaka okuyun:

Bazıları halkta yerleşen kanaatlerle uğraşılmasını uygun görmezler. Sosyolojik açıdan bunun doğruluk payı olabilir. Çünkü hayat boşluk kabul etmez. İnsanların alıştıkları hayatlarından bir şeyi çıkardığınızda onun yerini başkası doldurur. Mesela Regaib gecesi diye bir şey yok dediğinizde, o gecede camiye gitme alışkanlığı olanlar gitmeyiverir, onun yerine mesela televizyonda dizi izlemeye devam ederler. Katip Çelebi de o meşhur eserinde yerleşik bidatlere karşı savaş açmanın 'ahmaklık' olduğunu söyler, çünkü muvaffak olunamaz der.

Bunlar bir yönüyle doğrudur. Bizim yaptığımız ise halkın sosyolojik, ya da kültürel İslamına karışmak değil. Biz de bunu akıllıca bulmuyoruz. Ama meselenin bir de başka yönü yok mu? Artık İslam'ı bir alışkanlık olarak değil, bilinçli olarak yaşamak isteyen bir kesim var ve onlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenerek yaşamak istiyorlar. İşte biz onlarla dertleşiyoruz.

Din ifratları ve tefritleri bilip dengeyi kurma, sıratı müstakimde olma meselesidir. Bir tarafta sevenlerine bol sevap vadeden sözler söyleyip onların bağlılıklarını canlı tutma adına ne kadar garip ifadeler varsa hepsini hadis diye anlatanlar, diğer tarafta böylelerine kızarak hadislerin sahih olanlarını dahi reddedip onların yerine kendi düşüncelerini koyanlar var. Bir tarafta Rasulüllah'tan günümüze yaşayan sahih bir birikimi reddenler, diğer tarafta geçmişte ne söylenmişse hepsini din sananlar, tasavvufu dahi 'metafizik yapma' diye anlatanlar var. 


Oysa bakın müteşerri bir sufi olan Sehl Tüsteri ne diyor: “Bizim yolumuzun esası şu yedi şeydir:

Kitaba tam bağlılık, sünnete ittiba, helal yemek, eziyet vermekten kaçınmak, günahlardan uzak durmak, tövbeye sarılmak, haklara riayet etmek”. Böyle bir tasavvufa karşı çıkmak da 'ahmaklık' değil midir? Tabi, derseniz, böyle olmayana karşı çıkmamakta 'ahmaklıktır' demeniz gerekmez mi? 


                                                  **************
***2.yazı Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler için dipnotlar

(1)İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîhi ve’d-Daîf, Tahk: Abdulfettâh Ebû Gudde, Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Halep, 1970, s: 95. Eserin Türkçe tercümesi için bkz: el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîhi ve’d-Daîf, Terc: Muzaffer Can, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1992, s: 88-89.
[2] İbn Kayyim, el-Menâru’l-Munîf, s: 95, Terc: Muzaffer Can, s: 89.
[3] İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, 3. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2 cilt, Beyrut, 1998, c: 2, s: 410.
[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 417.
[5] İbn Kayyim, a.g.e., s: 95, Terc: Muzaffer Can, s: 88-89.
[6] İbn Kayyim, a.g.e., s: 96-97; Terc: Muzaffer Can, s: 89-90.
[7] Bkz: Bir önceki dipnot.
[8] M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler Menşei Tanınma Yolları Tenkidi, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı, İstanbul, 1997, s: 163.
[9] Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa, Tahk: Abdurrahman b. Yahya el-Muallimî el-Yemânî, 2. Baskı, el-Mektebü’l-İslâmî, Beyrut, 1392 h., s: 100. Bu hadis için ayrıca bkz: Aclûnî, a.g.e., c: 1, s: 423-424, hadis no: 1358.
[10] Şevkânî, a.g.e., s: 100.
[11] Celâlüddîn Abdurrahmân es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa, Tahrîc ve Ta’lîk: Ebû Abdirrahmân Salâhuddîn b. Muhammed b. Uveyza, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 3 cilt, Beyrut, 1996, c: 2, s: 97; Şevkânî,a.g.e., s: 100.
[12] Suyûtî,, a.g.e., aynı yer; Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Arrâk el-Kinânî, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevdûa, Tahk: Abdulvehhâb b. Abdullatîf, Abdullah Muhammed es-Sıddîk, 2. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2 cilt, Beyrut, 1981, c: 1, s: 152; Şevkânî, a.g.e., s: 100.
[13] Şevkânî, a.g.e., s: 101.
[14] Suyûtî,, a.g.e., c: 2, s: 98; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, c: 1, s: 152; Şevkânî, a.g.e., s: 101.
[15] Suyûtî,, a.g.e., aynı yer; İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 153; Şevkânî, a.g.e., aynı yer.
[16] Suyûtî,, a.g.e., c: 2, s: 99; Şevkânî, a.g.e., s: 101.
[17] Şevkânî, a.g.e., s: 439.
[18] Şevkânî, a.g.e., aynı yer.
[19] İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 163-164; Şevkânî, a.g.e., aynı yer.
[20] Şevkânî, a.g.e., s: 440. Ayrıca bkz: İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 160-161; Aclûnî,a.g.e., c: 2, s: 85, hadis no: 1824.
[21] Şevkânî, a.g.e., s: 440.
[22] Suyûtî, a.g.e., c: 2, s: 96-97; İbn Arrâk, a.g.e, c: 1, s: 151-152.
[23] Suyûtî,, a.g.e., c: 2, s: 97; İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 152.
[24] Tevbe, 9/36.
[25] Bunlara haram ayları denir. Bunlar, kameri aylardan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Kameri aylar sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîu’l-Evvel, Rebîu’l-Âhir, Cemâziye’l-Evvel, Cemâziye’l-Âhir, Recep, Şa’ban, Ramazan, Şevvâl, Zilka’de ve Zilhicce.
[26] Bakara, 2/217.
[27] Maide, 5/2.
[28] Bkz: Hacc, 22/32.
[29] Buhari, Bed’ul-Halk, 2, Tefsir 9/8.
[30] Ahmed b. Hanbel, 1/259.
[31] Münker hadis: Zayıf bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadis. Münkeru’l-hadis: Bu tür hadisleri rivayet eden ravi.
[32] Nûruddîn Ali b. Ebi Bekr el-Heysemî, Mecmeau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 10 cilt, Beyrut, 1988, c: 2, s: 165 (Bâb fi’l-Cumua ve fadlihâ).
[33] M. Şemseddin’in Hurâfattan Hakikate adlı kitabından naklen: Kandemir, Mevzu Hadisler, s: 201. M. Yaşar Kandemir Hoca’nın bu kitabının, Mevzu Hadislerin İslam’a ve Müslümanlara Verdiği Zararlar başlıklı beşinci bölümün okunması özellikle tavsiye ederiz.
[34] Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, Yeni Şafak Gazetesi Armağanı, 3 cilt, İstanbul, 1996, c: 1, s: 97.

                                                   ***********                            

***3.yazı  ÜÇ AYLAR KÜLTÜRÜ ÜZERİNE için DİPNOTLAR

[1] el-Buhârî, “Tefsir”, 9; “Bed’u’l-halk”, 3; Müslim, “Kasâme”, 29; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 67; Ahmed b. Hanbel, “el-Müsned”, V, 37, 73.
[2] 9/et-Tevbe, 36.
[3] “el-Keşşâf”, II, 261; “Tefsîru’l-Beydâvî” (Şeyhzâde haşiyesi ile birlikte), II, 432.
[4] Ebû Hayyân, “el-Bahru’l-Muhît”, V, 415.
[5] “el-Keşşâf”, a.y.
[6] et-Taberî, “Câmiu’l-Beyân”, VI, 366.
[7] 2/el-Bakara, 217.
[8] “Tefsîru’l-Beğavî”, I, 190.
[9] en-Nâblûsî, “Fedâilu’ş-Şuhûr ve’l-Eyyâm”, 22.
[10] Bkz. el-Leknevî, “el-Âsâru’l-Merfû’a”, 58-9.
[11] Ebû Nu’aym, “Hilyetu’l-Evliyâ”da ve ed-Deylemî, “Müsnedu’l-Firdevs”te rivayet etmişlerdir. Ancak isnadında zayıflık vardır. Bkz. el-Münâvî, “Feydu’l-Kadîr”, IV, 18.
[12] İbnu’l-Kayyım, “el-Menâru’l-Münîf”, 95.
[13] Ali el-Karî, “el-Masnû’”, 259; el-Leknevî, “el-Âsâru’l-Merfû’a”, 58 vd.; eş-Şevkânî, “el-Fevâidu’l-Mecmû’a”, 47.
[14] İbn Receb, “Letâifu’l-Ma’ârif”, 131.
[15] el-Kastallânî, “el-Mevâhibu’l-Ledünniyye”, I, 274-5.
[16] el-Leknevî, a.g.e., 77.
[17] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[18] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[19] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[20] İbn Receb, a.g.e., 132.
[21] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[22] İbn Receb, a.g.e., 131.
[23] en-Nesâî, “Sıyâm”, 70.
[24] el-Buhârî, “Savm”, 39, 53; “Libâs”, 43; “Rikâk”, 18; Müslim, “Müsâfirûn”, 215, 220, 221; “Sıyâm”, 58, 177; et-Tirmizî, “Kuble”, 13; İbn Mâce, “Zühd”, 28; Ahmed b. Hanbel, “el-Müsned”, II, 231, 350, 496…
[25] et-Tirmizî, “Savm”, 38; İbn Mâce, “İkâme”, 191; Ahmed b. Hanbel, “el-Müsned”, VI, 238.
[26] İbn Mâce, “İkâme”, 191.
Bu rivayetlerde zikredilen “Allah Teala’nın dünya semasına inmesi” konusu, yukarıdan aşağıya inmek olarak anlaşılmamalıdır. Burada ya Allah Teala’nın, rivayette geçtiği gibi nida eden bir melek göndermesi mecazen anlatılmakta veya Allah Teala’nın, rahmet ve rızık kapılarını sonuna kadar açtığı ifade edilmektedir.
[27] İbn Ebî Asım, “Kitâbu’s-Sünne”, 222-4.
Bu gecenin fazileti konusunda el-Kevserî merhum da “Makâlât”ında (60-4) müstakil bir makale kaleme almıştır.
[28] Bu rivayetlerin topluca zikri için bkz. es-Sehâvî, “el-Ecvibetu’l-Mardıyye”, I, 325 vd.
[29] İbn Receb, a.g.e., 152.
[30] İbn Receb, a.g.e., 152-3.
[31] İbn Receb, a.g.e., 154.
[32] el-Leknevî, a.g.e., 81.
[33] el-Leknevî, a.g.e., 82.
[34] es-Sehâvî, “el-Kavlu’l-Bedî’”, 363 vd.
[35] es-Sehâvî, a.g.e., 365.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR


Cemaatle namazda kâmet yapılırken ne zaman ayağa kalkılır?

Cemaatle kılınan namazda, cemaatin namaz için ayağa ne zaman kalkacağı hususu, namazın özüyle değil, âdâp ve müstehaplarıyla ilgilidir.
İmam-ı A’zam’a göre cemaatle namaz kılmak üzere “Kad kâmeti’s-salât” yani “namaz başladı” denildiği anda imamın namaza başlaması, namazın âdâbındandır. İmam, bu hareketi ile müezzinin sözünü doğrulamış olur. Bu ictihada göre imamın ve cemaatin bu cümlenin söylenmesinden önce saf düzenini almaları gerekecektir (el-Fetâva’l-Hindiyye, 1/57). Fakat namaza kâmet bittikten sonra başlanılmasında da bir sakınca yoktur. Hatta İmam Ebû Yûsuf ve diğer pek çok müctehide göre, uygun olan budur (Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, 1/230; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/479).
Hanefî mezhebindeki başka bir görüşe göre ise müezzin “haydi kurtuluşa” anlamına gelen “hayye ale’l-felâh” cümlesini söylediğinde imam ve cemaat ayağa kalkar (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/321), imam namaza başlar, cemaat da ona uyar.
Şâfiî mezhebine göre ise kâmet bittikten sonra namaz için ayağa kalkmak müstehaptır (Nevevî, el-Mecmû’, 3/252-253). İmam ayağa kalkmadan yahut henüz gelmeden cemaat namaz için ayağa kalkmamalıdır.
Kâmet yapılırken ne zaman kalkılacağı konusu, ibadetin özüyle değil âdâbıyla ilgili olduğundan, caminin büyüklüğüne, saf düzenini almaya ve namaza imamla birlikte başlamaya göre düşünülmelidir. Normal büyüklükteki cami veya mescidlerde imamın mihraba doğru yürüdüğü görülünce kalkılması daha uygundur. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Namaz için kâmet getirildiğinde beni görmeden ayağa kalkmayın.” (Buhârî, Ezân, 22 [637]; Müslim, Mesâcid, 156 [604]) buyurmuştur. Buna göre kişi, imamdan çok geri kalmayacak ölçüde ve imam ile birlikte namaza başlayacak şekilde hazır olabileceği kadar bir süre önce yerinden kalkmalıdır (bk. Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 1/560).

4 Ocak 2024 Perşembe

Boşanma davası uzun süre sonuçlanmayan kadının aldığı nafaka helal midir?

İslâm’a göre evlilik devam ettikçe ve boşama hâlinde iddet süresince erkek, eşinin nafakasını temin etmekle sorumludur (el-Bakara, 2/233; en-Nisâ, 4/34; et-Talâk, 65/7; Buhârî, Nafakât, 1-3 [5351-5358]; Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 4/15-16). Dinen boşama olmadan mahkemeye boşanma davası açılmış ve kadın da evi terk etmemişse mahkeme devam ettiği sürece eşler evli hükmünde olduğundan, dava süresince de kadının nafakasını temin etme yükümlülüğü kocasına aittir. Bu yükümlülük mahkeme boşadıktan sonra başlayan iddet süresi bitinceye kadar devam eder. Ancak dinen boşanma gerçekleşmişse süreç devam etse bile İslâm hukukuna göre kocanın eşine yönelik nafaka borcu iddetin bitimiyle sona erer.

3 Ocak 2024 Çarşamba

Müşteri, aralarından birini satın almak amacıyla götürdüğü birkaç maldan birini seçme hakkına sahip midir?

Müşteri, alışveriş akdinde satış bedeli ve niteliği belirtilen birkaç çeşit eşyadan birisini seçme hakkına sahiptir. Bu hakka fıkıh literatüründe ta’yin/belirleme muhayyerliği denir. Buna göre müşteri, bakmak için götürmüş olduğu bu eşyalardan birini seçince, alışveriş o mal üzerinden gerçekleşmiş olur (Merğinânî, el-Hidâye, 3/32).

1 Ocak 2024 Pazartesi

İster kapalı, ister açık alanda olsun zorunlu olmadıkça namaz kılan birisinin önünden geçilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz kılanın önünden geçmektense beklemenin daha hayırlı olacağını belirtmiştir (Buhârî, Salât, 101 [510]; Müslim, Salât, 261 [507]). Namaz kılanın da, uygun bir yere durmak veya sütre vb. bir şey koymak suretiyle önünden geçilmemesi için önlem alması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), önünden insan veya hayvanların geçmesi muhtemel olan bir yerde namaz kılan kişinin önüne sütre (değnek veya başka bir şey) koymasını tavsiye etmektedir (Müslim, Salât, 241-242 [499]). Sütreyi terk etmek ise mekruhtur.
Namaz kılanın önünden geçen kimse sorumlu olmakla birlikte, önünden geçilen kişinin namazı bozulmaz. Fakat büyük camilerde, namaz kılanın secde mahallinin uzağından geçmek caizdir (Kâsânî, Bedâî’, 1/217).
Cemaatle kılınan namazlarda, sadece imamın sütre edinmesi yeterlidir; diğerlerinin sütre koyması gerekmez (Buhârî, Salât, 90 [494-495]). Namaz kılanın önündeki sütrenin ardından geçmekte bir sakınca yoktur.