5 Ocak 2024 Cuma

***ÜÇ AYLAR İLE İLGİLİ HADİSLERİN GÜVENİRLİLİĞİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

3 ayrı ehl-i sünnet hocanın ve "Sorularla İslamiyet" sitesinden aldığım 4 yazıyı yorumsuz paylaşıyorum. Rabbimizin (Celle celaluhu)razı olmadığı birşey yapmamak adına bu yazıların hepsini okumanızı tavsiye ederim:

1)Kadir gecesi hariç(çünkü Kadir gecesiyle ilgili  ayetler ve hadisler mevcuttur: 

“Biz onu Kadir gecesi indirdik. Kadir gecesi nedir, bilir misin sen? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Meleklerle Ruh o gece Rabblerinin izniyle her iş için iner de iner. Tam bir esenliktir o gece, tâ tan yeri ağarıncaya kadar.” (Kadîr sûresi, 1-5) “Biz Kur’an’ı kutlu bir gecede indirdik.” (Duhân sûresi, 3)

“Kadir gecesini, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günâhları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175)


 diğer kandil gecelerinin  de Kadir gecesi gibi ihya edilmesi konusundaki teşvik, çok eskilere dayanmaktadır. Ama ilk üç nesilden ciddi bir bilgi akımı yoktur. Şu kadar ki, dış görünüş itibarı ile bu gecelerin canlı tutulmasında dini motifler açısından yarar vardır. ‘Bari bir kaç gecesi gafletten kurtarma’ düşüncesi, o geceler üzerinde yoğunlaşan vaizler ve davetçilerin temel düşüncesidir. Bir de, faziletler ve nafileler konusunda zayıf hadislerle de amel etme ruhsatı bunu teşvik etmektedir. Son zamanlarda: ‘Bırakın insanlar bir iki gece kötülükten uzak kalsın.’ tarzındaki tezler öne sürülmektedir. Öbür taraftan da, "bid’atin nesinde hayır olacak ki’ diyenlerin de kendilerine göre kuvvetli tutanakları vardır.(Nurettin Yıldız Hoca'nın yazısının bir bölümüdür.)

2)Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler
Üç aylar diye meşhur olan Recep, Şa’ban ve Ramazan aylarına yaklaşmış bulunuyoruz. Halk arasında bu aylar ve bu aylar içinde bulunan önemli gün ve gecelerle ilgili birçok hadis dolaşmaktadır. Bunlardan bazıları sahih, bazıları zayıf ve maalesef birçoğu ise uydurmadır. Hurafelerin halk nezdindeki itibarı ve oldukça yaygın oluşu göz önünde bulundurulduğunda, bu gibi konularda uydurma hadislerin sahihmiş gibi bilindiği görülmektedir. Bu itibarla, üç aylar hakkında halk arasında oldukça yaygın olan fakat hadis uleması tarafından uydurma olduğu kesin bir şekilde ortaya konulan hadislerden bazılarını tespit etmeye çalıştık.

Üç ayların ilki Recep olduğu için, bu yazıda Recep ayı hakkında uydurulmuş hadisler üzerinde durulacaktır.

Araştırmada kaynak olarak uydurma / mevzû hadisler hakkında yazılmış olan ve ulema tarafından kabul gören kitapları kullandık.


 Bunlar İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751 h.)’nin el-Menâru’l- Munîf, İmam Suyûtî (ö. 911 h.)’nin el-Leâli’l-Masnûa, İbn Arrâk (ö. 963 h. )’ın Tenzîhu’ş-Şerîa, Aclûnî (ö. 1162 )’nin Keşfu’l-Hafâ ve Şevkânî (ö. 1250 h.)’nin el-Fevâidü’l-Mecmûa adlı kitaplarıdır.

Öncelikle bu vb. konularda uydurulmuş olan hadislerin genel özelliklerine kısaca bir göz atalım:

GENEL KAİDE 1: Bazı gün ve gecelerde kılınması gereken namazlarla ilgili hadisler uydurma hadislerdendir. Mesela Pazar günü ve gecesi, Pazartesi günü ve gecesi ve haftanın diğer gün ve gecelerinde kılınması gereken (sadece bu günlere mahsus) namazlarla ilgili hadisler bunlardandır.[1]

GENEL KAİDE 2: Recep ayının ilk Cuma gecesi kılınması gerektiği söylenen Regaib namazı ve bu ayın diğer gecelerinde kılınması gerektiği söylenen namazlarla ile ilgili hadisler de uydurma hadislerdendir. Hepsi yalandır ve Allah resulüne yapılmış birer iftiradır.[2] Aclûnî’nin tabiri ile “bu hadislerin Kûtu’l-Kulûb, İhyâu Ulûmiddîn, Tefsîr-i Sa’lebî gibi (tasavvuf ağırlıklı) kitaplarda yer almasına aldanılmasın.”[3]

Aclûnî de bu kaideye değindikten sonra şöyle diyor:

“Her ne kadar İhyâu Ulûmiddîn, Kûtu’l-Kulûb adlı kitapların yazarları (İmam Gazali ve Ebû Talib el-Mekkî) bu hadisleri zikretse de bu konuda ne sünnette ne de hadis imamlarının yanında herhangi bir (sahih hadis) bulunmaktadır. Çünkü sünnet (onların demesiyle değil) ancak Peygamberin sözü, fiili ve takriri ile sabit olur.”[4]

Bu uydurma hadislerden bazıları şunlardır:

1. “Recep Allah’ın, Şa’ban benim Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”

2. “Recep’in ilk Cuma gecesinden gafil olmayasınız. Zira o gece, meleklerin “Regâib” ismini verdikleri gecedir.”
[5]

GENEL KAİDE 3: Recep ayında tutulması gerektiği söylenen oruç ve bu ayın bazı gecelerinde kılınması gerektiği söylenen namazla ilgili bütün hadisler yalandır, iftiradır.[6]

Bu tür hadislerden bazıları şunlardır:

1. “Her kim Recep’in ilk gecesi akşamdan sonra yirmi rekat namaz kılarsa … o kişi Sırat’ı sorgusuz sualsiz geçer.”

2. “Her kim Recep ayında bir gün oruç tutar ve dört rekâtlık bir namaz kılarsa ve bu namazın ilk rekâtında yüz defa Ayetü’l-Kürsî, ikinci rekâtında yüz defa İhlâs suresini okursa o kişi Cennetteki yerini görmeden ölmez.”

3. “Her kim Recep ayında şu kadar oruç tutarsa ona şu kadar…” diye başlayan hadislerin hepsi yalandır, uydurmadır.[7]

Araştırma esnasında yararlandığımız kaynaklardan en son kaleme alınanı, Şevkânî’nin el-Fevâidü’l-Mecmûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa adlı kitabıdır.Bu kitap, kendisinden önce yazılan ve uydurma hadisleri tespit eden kitaplardan daha şanslıdır. Bu şansın ne olduğunu, ülkemizin yetiştirdiği değerli hadis alimlerinden M. Yaşar Kandemir Hoca şöyle açıklamaktadır:

“Bir hayli müteahhir oluşunun (geç dönemde yazılmış oluşunun) sağladığı imkân dolayısıyla Şevkânî, İslam âlimlerinin mevzû hadislere karşı açtıkları çetin savaşların semeresi olarak vücut bulan eserlerin hemen hepsinden faydalanmıştır.”[8]

Şevkâni konuyla ilgili hadisleri, yukarıda adı geçen diğer kitaplara göre daha sistemli bir şekilde ele almıştır. O, el-Fevâidü’l-Mecmûa’da Recep ayı ile ilgili olarak uydurulmuş hadisleri şöyle sıralamıştır:

1. “Recep Allah’ın, Şa’ban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır. Her kim Recep ayında iki gün oruç tutarsa ona iki kat ecir vardır. Bu katlardan her biri (nin büyüklüğü) dünyadaki dağlar kadardır.”[9]

Şevkânî, bu hadisin râvîsinin daha sonra “her kim dört gün”, “altı gün”, “yedi gün”, “sekiz gün” ve nihayet “on beş gün” oruç tutan kişinin ecrini anlattığını söyledikten sonra şu açıklamayı yapmaktadır:

“Bu, uydurma bir hadistir. Bu hadisin isnadında yer alan ravilerden Ebû Bekir b. Hasan en-Nakkâş (hadis uydurmakla) itham edilmiş, el-Kisâî ise mechûldür / tanınmamaktadır. Bu hadisi el-Leâlî yazarı (Suyûtî) Ebu Saîd el-Hudrî (ra)’den rivayet etmiştir.”[10]

Şevkânî’nin, Suyûtî’nin kitabında da yer aldığını bildirdiği hadise, uzun olduğu ve alıntı bütünlüğünün dağılmaması için aşağıda değinilecektir. Şimdi Şevkânî’nin uydurma olduğunu belirttiği diğer hadislere devam edelim:

2. “Her kim Recep ayında üç gün oruç tutarsa, ona bir aylık oruç (sevabı) yazılır. Her kim Recep ayında yedi gün oruç tutarsa, Allah o kişi için Cehennemden yedi kapı kapatır. Her kim Recep ayında sekiz gün oruç tutarsa, Allah o kişi için Cennetten sekiz kapı açar. Ve her kim Recep ayının yarısını oruçlu geçirirse, Allah onu çok kolay şekilde hesaba çeker.”

Bu hadisin senedinde yer alan ravilerden Ebân adlı kişinin metrûk olduğu, yani kendisinden hadis rivayet edilmediği, Amr b. el-Ezher’in ise hadis uydurduğu belirtilmiştir.[11] Bu hadisi başka bir yolla Hüseyin b. Ulvân babalarından rivayet etmiştir. Fakat bu Hüseyin b. Ulvân’ın da hadis uydurmacısı olduğu bildirilmiştir.[12]

3. “Muhakkak ki Recep ayı, çok büyük bir aydır. Kim o aydan bir günü oruçlu geçirirse, ona bin senelik oruç (sevabı) yazılır.”[13]

Bu hadisin devamı, el-Leâli’l-Masnûa’da şöyle geçmektedir:

“… Her kim Recep ayından iki günü oruçlu geçirirse, ona iki senelik oruç (sevabı) yazılır. Her kim Recep ayından üç günü oruçlu geçirirse, ona üç senelik oruç (sevabı) yazılır. Her kim Recep ayından yedi günü oruçlu geçirirse, cehennemin kapıları o kimseye kapatılır. Her kim Recep ayından sekiz günü oruçlu geçirirse, ona cennetin sekiz kapısı açılır, o da istediği kapısından içeri girer. Her kim Recep ayından on beş günü oruçlu geçirirse, onun seyyiâtı (kötülükleri) hasenâta (iyiliklere) çevrilir. Ve gökten bir ses “(bugüne kadar yaptıklarından dolayı) Allah seni bağışladı, artık her şeye yeniden başla” diye seslenir. Her kim daha fazlasının yaparsa, Allah da ona daha fazlasını verir.”

Suyûtî bu hadisin sahih olmadığını, senet zincirinde yer alan Harun b. Antere’nin münker hadisler rivayet eden biri olduğunu belirtir.[14]

4. “Kim Recep ayında bir gün oruç tutarsa, onun tuttuğu bu oruç, bir aylık oruca denktir.”

Bu hadisin senedinde yer alan el-Furât b. es-Sâib, metrûktur, hadisi reddedilir.[15]

5. “Kim recep ayından bir geceyi ihya eder ve bir gün oruç tutarsa, Allah da ona cennet meyvelerinden yedirir.”

Bu hadis de senedinde yer alan Hafs b. Muhârik yüzünden uydurma kabul edilmiştir.[16]

6. “Recep ayında çokça istiğfar ediniz. Çünkü o ayda Allah, her saat birilerini Cehennemden azad etmektedir.”[17]

7. “Recep ayında öyle bir gün ve gece vardır ki o günü oruçlu geçirip o geceyi ihya eden kimse için yüz sene oruç tutmuş gibi ecir vardır.”[18]

8. “Ey İnsanlar! Büyük bir ayın, Allah’ın çok hürmetli ayı (el-esamm) Recep’in, gölgeleri üzerinize düşmüştür. Bu ayda iyilikler katlanır, dualar kabul edilir, sıkıntılar giderilir.”

Peygamberimizin Recep ayı girmeden önce bir Cuma günü hutbede söylediği iddia edilen bu sözlerin de hiç tereddütsüz bir şekilde münker olduğu ifade edilmiştir.[19]

9. “Recep ayının diğer aylara olan üstünlüğü, Kur’an’ın diğer kelamlara olan üstünlüğü gibidir.”[20]

10. “Allah Teala, Nuh (as)’a gemi yapması emrini Recep ayında vermiş, onun yanında bulunan mü’minlere de bu ayda oruç tutmalarını emretmiştir.”[21]

Şevkânî’nin yukarıda, birinci maddede bahsettiği uzun hadis, Suyûtî’nin kitabında şöyle geçmektedir:

“Ebû Said el-Hudrî (ra)’nin Peygamberimizden rivayet ettiği (merfû) hadis:“Recep Allah’ın, Şa’ban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır. Her kim inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Recep ayını oruçlu geçirirse, Allah’ın en büyük rızasını hak etmiş demektir. Allah, onu Firdevs-i Âlâ’ya yerleştirecektir."

"Her kim Recep ayında iki gün oruç tutarsa, ona iki kat ecir vardır. Bu katlardan her birinin ağırlığı, dünyadaki dağlar kadardır."

"Her kim Recep ayında üç gün oruç tutarsa, Allah onunla Cehennem arasına uzunluğu bir senelik yürüyüş mesafesi kadar olan bir hendek koyar."

"Her kim Recep ayında dört gün oruç tutarsa, (her türlü) beladan, delilikten, cüzzamdan, alaca hastalığından, Deccalın şerrinden ve kabir azabından kurtulur."

"… altı gün oruç tutarsa, o kişi, yüzü ayın on dördünden daha parlak bir şekilde kabrinden kalkar."

"… yedi gün oruç tutarsa, onun tuttuğu her bir günlük oruca karşılık Cehennemin yedi kapısı birer birer o kişiye kapanır."

… sekiz gün oruç tutarsa, onun tuttuğu her bir günlük oruca karşılık Cennetin sekiz kapısı birer birer o kişiye açılır.

"… dokuz gün oruç tutarsa, o kişi kabrinden “Lâ ilâhe illallâh” nidaları ile kalkar ve onun yüzü Cennetten başka bir tarafa çevrilmez."

"… on gün oruç tutarsa, Allah, Sırat üzerinde her milde onun istirahat edeceği bir yatak var eder."

"… on bir gün oruç tutarsa, o kişi yarın kıyamet gününde - kendisi kadar veya daha fazla oruç tutanlar hariç- kendisinden daha faziletli kimse görmez."

"… on iki gün oruç tutarsa, Allah Teala ona kıyamet gününde bir tanesi dünyadan ve içindekilerden daha hayırlı olan iki güzel elbise giydirir."

"… on üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününde insanlar büyük zorluklar içindeyken o kişi için arşın gölgesinde bir sofra kurulur ve o kişi bundan yer."

"… on dört gün oruç tutarsa, Allah Teala ona kıyamet gününde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanoğlunun tahmin edemediği bir sevap verir."

"… on beş gün oruç tutarsa, Allah Teala kıyamet günü o kişiyi güvende olan kimselerin duracağı bir yere sokar. Oraya her ne zaman bir melek-i mukarreb ve bir peygamber uğrasa ona şöyle derler: “Müjdeler olsun sana ki güvende olanlardansın.”[22]

Bu hadisi verdikten sonra “uydurulmuştur” ibaresini ekleyen İmam Suyûtî, hadisin senedinde yer alan el-Kisâî adlı şahsın tanınmadığını, en-Nakkâş’ın ise hadis uydurmakla itham edilen biri olduğunu belirtmiştir.[23]

Buraya kadar tercümesi verilen uydurma hadisler bunlarla sınırlı değildir. Dileyenler adı geçen kaynaklara müracaat ederek daha detaylı bilgilere ulaşabilirler.

Verilen bu bilgilerden yola çıkarak Recep ayının sıradan, değersiz bir ay olduğu gibi yanlış bir anlam çıkarılmamalıdır. Zira bu ay dört haram aydan (el-eşhuru’l-hurum) bir tanesidir. Bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır.

Haram aylar hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur:


“Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu, doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin …”[24]

“Sana dokunulmaz ayı[25], o ayda yapılan savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaş ağır bir suçtur. Ama Allah yoluna engel olmak, ona ve Mescid-i Haram'a karşı tanımazlık etmek, halkını oradan çıkarmak Allah katında daha ağır suçtur. Fitne, adam öldürmekten de ağırdır. Eğer onların gücü yetse, sizi dininizden çevirinceye kadar savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, yaptıkları işler dünyada ve Ahirette boşa gider. Onlar cehennemden ayrılamazlar. Orada sürekli kalırlar.”[26]

“Ey müminler! Allah'ın ibadet amaçlı sembollerine, (içinde savaşılması) haram olan aya, Kâbe'ye armağan edilen kurbanlığa, gerdanlıklı kurbanlık hayvanlara, Rabblerinin bağışını ve rızasını kazanmak amacı ile Kâbe’yi ziyaret etmeye gelenlere sakın saygısızlık etmeyiniz…”[27]

Bir başka ayette ise Allah Teala, şeâirullâh’a yani kendi koyduğu sembollere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvâsına bağlı olduğunu bildirmektedir.[28] Recep ayının içinde bulunduğu haram ayların da bu sembollerden olduğu, bir önceki ayette Cenab-ı Allah tarafından açıklanmıştır.

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bir tanesi ise şöyledir:

Ebû Bekre radıyallâhu anh, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir:

“Zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki (ilk) hey'etine dön­müştür. Sene, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkayadır ki bunlar; Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Dör­düncüsü de Cemaziye’l-âhir ile Şa’ban arasında olan Receb-i Mudar’dır.”[29]

Zikredilen bu ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre, diğer haram aylara olduğu gibi Recep ayına da hürmet etmek gerekir. Fakat bu hürmet, yukarıda belirtilen uydurma hadislerde olduğu gibi dinimizin aslında olmayan bir takım ibadetler icat ederek olmamalıdır. Zira ibadetler ancak ve ancak ayet ve sahih hadislerle sabit olur. Recep ayında oruç tutmayı ve bu aya özel namazlar kılmayı emir ve tavsiye eden hiçbir ayet ve sahih hadis bulunmamaktadır.


Bu ayda edilmesi gerektiği söylenen “Allah’ım! Recep ve Şa’ban aylarını bize mübarek kıl ve bizleri Ramazan’a ulaştır.”[30] Duası da sahih bir hadise dayanmamaktadır. Zira bu hadisin senedinde yer alan Zâide b. Ebi’r-Rukâd adlı kişinin İmam Buhari tarafından munkeru’l-hadîs[31] olduğu ve bu ravinin bir takım hadisçiler tarafından tanınmadığı belirtilmiştir.[32] Yalnız Peygamberimizin her ay tuttuğu ve tutulmasını tavsiye ettiği Pazartesi ve Perşembe günü oruçları ile eyyâm-ı bîz denilen her ayın 13, 14 ve 15. günleri tutulan oruçlara Recep ayında da devam edilebilir. Bunları yukarıdaki uydurma hadislerle karıştırmamak gerekir. Burada özellikle vurgulanmak istenen husus, diğer aylarda yapılmayıp da sadece bu aya, Recep ayına- mahsus namaz, oruç gibi herhangi bir ibadet bulunmadığıdır.

“Bu hadisler, Müslümanları iyilik yapmaya teşvik (terğib) için söylenmiş sözlerdir. Normal zamanlarda caminin yolunu bilmeyen nice insan, bu gün ve gecelerde camilere akın etmekte, tevbe istiğfar edip namazlar kılmaktadırlar. Şimdi bu hadislerin mevzu olduğunu söyleyerek bu yaptıklarını da yapmamalarını mı söylüyorsunuz?” Şeklinde bazı düşünceler akla gelebilir. Hiç şüphesiz bir kimsenin Allah’a tevbe istiğfar etmesi, namaz kılıp oruç tutması küçümsenecek bir şey değildir. Bunun terkini de hiçbir Müslüman temenni edemez. Lakin sadece bu günlerin faziletine güvenip diğer günlerde dini, imanı, ameli unutan kişilerin varlığı da inkar edilemeyecek bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Bu kişileri böyle yanlış düşüncelere iten sebeplerin başında da bu uydurma hadisler gelmektedir. Bu konuda M. Yaşar Kandemir Hoca şunları söylemektedir:

“Tergîb hadisleri, Müslümanları “zannedildiği gibi- dünyayı ihmal ederek nâfile ibadetle meşgul olmaya her zaman sevk etmemiş, hatta çoğu defa -Hz. Peygamberin neticesinden korktuğu üzere- onların farz ibadetleri dahi ihmal etmelerine yol açmıştır. Öyle ya “Bilmem hangi vakit iki rekat namaz kılmakla bütün günahlar affolununca, artık günde beş defa namaz kılmaya, senede bir ay oruç tutmaya, hacca gitmeye, zekat vermeye ne lüzum kalır. Madem ki iki rekat namazla bütün günahlar affolunacakmış, niçin insan tatlı tatlı eğlenerek envâı-muharremâtı irtikâb etmesin (her çeşit haramı işlemesin). İki rekat namazla bütün bu habâsetleri (pislikleri) affettirmek her vakit için mümkün değil mi? En âdî kabahetlerden, hatta en şenî (iğrenç) cinayetlerden kurtulmak için iki rekat namaz kâfîdir, demekle esâsât-ı şeriyye ve ahlakiyenin çürük ve esassız olduklarını ilan etmek arasında bir fark görmüyoruz.”[33]

“Bid'atlar İslâm'ın ruhuna aykırı, Allah ve Rasûlü (sav) tarafından men edilmiş olmakla beraber bazı zamanlarda ve bazı içtimâî sınıflarda din duygusunun yaşamasını, dinin canlı kalmasını temin ediyor; bu bakımdan müsâmaha edilmesi gerekmez mi?” diyenlere ise Hayrettin Karaman Hoca şöyle cevap vermektedir:

“İslâm'ın iman, ibâdet, nizam ve ahlâk olarak terkedilip unutulması ve sadece bid'atlar vasıtasıyla varlığının hatırlanması onun hayatı değil, ölümüdür. Onu yaşatmak için bünyesine yabancı olan bid'atları değil, İslâm'ın esaslarını ihyâ etmek gerekir.

İslâm'ı değil de mücerred bir din duygusunu yaşatmak için bid'at tervicine lüzum yoktur, çünkü o duygu fıtrîdir.”[34]


Dr. Y. Şenol

3)Ayrıca ilminden çok faydalandığım Ebubekir Sifil Hoca'nın bu konuyla ilgili yazısını da yayınlıyorum:

ÜÇ AYLAR KÜLTÜRÜ ÜZERİNE

Dinî kültürümüzde “Üç aylar” adıyla yer etmiş bulunan ve geniş halk kitleleri tarafından özel bir hassasiyet gösterilerek çeşitli ibadetlerle ihya edilegelen aylar konusunda öteden beri spekülatif yorumlar yapıldığı herkesin malumu.

Bu yazıda, gerek “Üç aylar” geleneğine karşı çıkan bazı çevrelerin, gerekse bu gelenek konusunda aşırı bir hassasiyet gösterdiği ve bu sebeple bazı bid’at tutumlar sergilediği gözlenen kesimlerin birbirine taban tabana zıt olan bu anlayışları konusunda Sünnet-i seniyye’ye ve Selef-i salihin’in davranışına uygun olan orta yolu tebellür ettirmeye çalışacağız.

Sözünü ettiğimiz iki zıt tutumdan ilkini benimseyenler, Üç aylar dediğimiz zaman dilimine herhangi bir özellik tanımanın doğru olmadığını, bu zaman diliminde tutulan oruçların, kılınan namazların ve yapılan diğer ibadetlerin tümüyle bid’at olduğunu ileri sürerken, ikinci grup olarak zikrettiğimiz kesimler, Ramazan ayına girene kadar Receb ve Şaban aylarının tamamını oruçla geçirmeyi ve bu iki aya özgü olduğu kanaatiyle bazı namazlar kılmayı adet haline getirmişlerdir. Bu kesimlerden her birinin, zaman zaman diğerini en ağır şekilde suçlayıcı ve itham edici tavırlar sergilediği de görülmektedir.

Bu iki zıt tutumun denge noktasında buluşmasının, muhakkık ulemamızın tercih ettiği görüşlerin esas alınmasıyla mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Burada hemen bir noktayı belirtelim ki, bu konuyu işlerken özellikle başvuracağımız kaynaklar, diğer Hadis otoriteleri yanında es-Suyûtî, Ali el-Karî, Abdülganî en-Nâblusî, el-Münâvî ve Abdülhayy el-Leknevî gibi Tasavvuf ehli hadis alimlerinin kitapları olacaktır. Bunun sebebi şudur: Tasavvuf ehli ile Hadis alimleri arasında mevcut bulunan ve meşrep farklılığından kaynaklanan görüş ayrılıkları, ihtilaflı meseleler hakkında bu iki zümrenin birbirini taassuba düşmekle ve tarafgirlik yapmakla suçlamasına yol açmakta ve her iki tarafı tatmin edecek orta yol bulunamamaktadır. Bu bakımdan yukarıda isimlerini verdiğimiz Tasavvuf ehli Hadis alimlerinin, bu iki zümre arasındaki ihtilaflı meselelerde verdikleri hükümler objektiflik kriterlerine daha uygun ve insaf ölçülerine daha riayetkâr olması hasebiyle, işaret ettiğimiz ihtilafları –ortadan tamamen kaldıramasa bile– asgariye indirebilecek kıymet ve önemdedir.

1- Receb ayı
Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Zaman, dönüp dolaşıp Allah Teala’nın gökleri ve yeri yarattığı günkü (ilk) hey’etine kavuştu. Yıl, oniki aydır. Bunlardan dördü haram (aylar)dır ki, üçü peşpeşe gelir. (Bunlar) Zülka’de, Zülhicce ve Muharrem’dir. (Dördüncüsü ise) Cumâdâ (Cumâde’l-ûlâ ve Cumâde’l-âhire) ile Şa’ban arasındaki Receb-i Mudar’dır.”[1]

Receb ayının “haram aylar” arasında sayılması ona şüphesiz belli bir özellik kazandırmaktadır. Zira Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, doğru hesaptır..”[2]

Bu ayette zikredilen “haram aylar”, yukarıdaki hadis-i şerifte açıklanmış ve bunlar meyanında Receb ayı da zikredilmiştir.

Bu ayette geçen ve mealini “doğru hesap” olarak verdiğimiz “ed-dînu’l-kayyım” ifadesi hakkında el-Beydâvî ve ez-Zemahşerî şöyle demişlerdir: “Yani bu dört ayın haram ay kılınması “ed-dînu’l-kayyım”dır ki bu, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in (ikisine de selam olsun) dinidir. Araplar da bunu o ikisinden tevarüs etmiştir.”[3]

İlk dönem müfessirlerinden Katâde ve el-Ferrâ da, yukarıdaki ayetin devamında geçen “Artık o aylarda nefislerinize zulmetmeyin” ifadesi hakkında şöyle demişlerdir: “Her ne kadar zulmetmek her zaman için yasaklanmış bir şey ise de, bu ayetteki “o aylar” ifadesinden maksat “haram aylar”dır. Kur’an’da bu aylar özellikle zikredilmekle, bu ayları teşrif ve ta’zim olarak onlarda zulüm yasaklanmıştır.”[4]

Keza ez-Zemahşerî, yukarıda zikrettiğimiz “Artık o aylarda nefislerinize zulmetmeyin” ifadesinin, haram aylara raci olduğunu söylemiştir.[5]

Yine yukarıda ismi geçen Katâde şöyle demiştir: Haram aylarda amel-i salih işlemenin ecri (diğer aylarda işlenenlere göre) daha büyüktür. Her ne kadar diğer zaman ve durumlarda da zulüm işlemek büyük bir günah ise de, bu aylarda yapılan zulmün günahı daha büyüktür.”[6]

“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır…”[7] ayetindeki “haram ay” tabirinden maksadın Receb ayı olduğunu el-Beğavî gibi müfessirler söylemişlerdir.[8]

Hasılı yukarıdaki ayette, haram aylara hürmet göstermeye ve bu aylarda günah işlememeye dikkat etmeye teşvik vardır.[9] Receb ayı da bunlardan olduğuna göre, bu aya da hürmet göstermeli, onda günah işlememeye ve ne şekilde ve kime karşı olursa olsun zulmetmemeye dikkat göstermelidir.

Receb ayının fazileti hakkında söylenmesi gerekenler bunlardan ibaret değildir. İbn Hacer, “Tebyînu’l-Aceb bimâ Verede fî Fadli Receb” adlı eserinde Receb ayının fazileti ile ilgili rivayetleri bir araya toplamış ve şöyle demiştir: “Receb ayının fazileti ve bu ayın tümünde veya bir kısmında oruç tutma ile ilgili rivayetler, bir kısmı zayıf, diğer kısmı uydurma olmak üzere iki kısımdır.”[10]

Enes b. Mâlik (r.a)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Receb ayı girdiğinde Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle derdi: “Allahım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”[11] Her ne kadar senedinde zayıflık var ise de bu hadis, Receb ayının fazileti hakkında rivayet edilenler içinde itimada en fazla şayan olandır. İbn Hacer, yukarıda zikrettiğimiz eserinde bu hadisi, Receb ayı hakkında varid olan zayıf rivayetler meyanında zikretmiştir.

Halk arasında meşhur olan, “Receb Allah’ın ayıdır; Şaban benim ayımdır; Ramazan ise ümmetimin ayıdır” şeklindeki hadis, el-Hasanu’l-Basrî’nin, aradaki sahabî raviyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den aktardığı bir rivayettir ki, Hadis Usulü’nde böyle rivayetlere “mürsel” denir. Hadis imamları, el-Hasanu’l-Basrî’nin mürsel rivayetlerinin zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Aynı hadisin mürsel olmayan bir diğer varyantı daha vardır. Enes b. Mâlik (r.a) kanalıyla gelen bu rivayet de zayıftır.[12]

***Receb ayına mahsus ibadetler
Birtakım takvim yaprakları ve ehil kimseler tarafından yazılmamış olan “Namaz Hocası”, “Dua Kitabı” türünden kitaplar vasıtasıyla halk arasında Receb ayına mahsus namaz, oruç, sadaka ve umre ibadetleri bulunduğunu anlatan birçok rivayete rastlanmaktadır. Şimdi bunların durumlarını ele alalım:

Receb ayının ilk gecesi veya herhangi bir gecesi belli bir namaz kılmaya teşvik eden hadisler uydurmadır.[13]

***Regaib ve Miraç gecelerine mahsus ibadetler
Receb ayının ilk cuma gecesi –ki “Regaib Kandili” olarak anılmaktadır– belli bir namaz kılmaya teşvik eden hadisler arasında da Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)den sağlam tariklerle gelen bir rivayet yoktur.[14]

Keza Receb ayının 27. gecesi olduğu kabul edilen Miraç gecesi yapılan ibadetler konusundaki rivayetlerin durumu da böyledir. Esasen bu gecenin zamanı hakkında ihtilaf vardır. Bu gecenin Receb’in 27’sinde olduğunu söyleyenlerin yanısıra Rebiü’l-evvel’de, Rebiü’l-âhir’de, Zü’l-hicce’de ve Şevval’de, hatta Ramazan’da olduğu da söylenmiştir. Ulemadan bazıları Receb’in 27’sinde olduğunu söyleyen görüşü kuvvetli bulmuşlardır.[15]

Bu geceye mahsus herhangi bir ibadet sahih olarak nakledilmiş değildir. Bununla birlikte el-Leknevî şöyle demiştir: “Şu halde Receb ayının 27. gecesinin ve dahi Miraç hadisesinin vukuu hakkında ileri sürülen diğer gecelerin, çok ibadet edilerek ihya edilmesi müstehaptır. Bu gecenin nasıl ihya edileceği ise kulun isteğine bırakılmıştır. Bu konuda nakledilen hadisler arasında itimada şayan olanı yoktur; bunların hepsi uydurmadır. Aynı şekilde bu geceyi takip eden günün de oruçlu geçirilmesi müstehaptır. Bu gün tutulacak oruç hakkında gelen rivayetler de sahih değildir…”[16]

Aynı şekilde Receb ayında, bu aya mahsus özel bir oruç tutmanın faziletine dair de ne Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den, ne de Sahabe’den (Allah onlardan razı olsun) gelmiş sahih bir rivayet yoktur.[17]

Bu konuda sahih olarak Tabiun’un büyüklerinden Ebû Kılâbe’nin şöyle bir sözü nakledilmiştir: “Cennet’te, Receb ayında oruç tutanlara mahsus bir köşk vardır.” el-Beyhakî bu söz hakkında şöyle der: “Ebû Kılâbe Tabiun’un büyüklerindendir ve onun gibi birisi böyle bir sözü, kendisinden öncekilerden gelen bir nakil olmaksızın söylemez.”[18]

Bununla birlikte Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den, “haram aylar”da oruç tutmaya teşvik eden sahih rivayetler nakledilmiştir. Ebû Dâvûd ve İbn Mâce tarafından nakledilen bu rivayetlere istinaden Sahabe ve Selef’ten İbn Ömer (r.a), el-Hasanu’l-Basrî ve Ebû İshak es-Sebî’î gibi bu ayda oruç tutan kimselerin varlığı bilinmektedir.[19]

Ancak bu durum, Receb ayının tümünde oruç tutmanın faziletini ifade etmez. Zira Sahabe’den İbn Abbâs ve İbn Ömer (r.anhumâ), Receb ayının bazı günlerinde oruç tutmuş, bazı günlerinde ise tutmamışlardır.[20]

Müçtehid İmamlar’dan Ahmed b. Hanbel, Receb ayının tümünü oruçlu geçirmeyi hoş karşılamamış ve bu aydan bir-iki günü oruçsuz geçirmeyi uygun bulmuştur. İmam eş-Şâfi’î de –Ramazan dışında– sadece Receb ayının baştan sona oruçlu geçirilmesini mekruh saymış ve nafile olarak bu ay yanında –Şaban ayı gibi– bir diğer ayı da oruçlu geçirmeyi teşvik etmiştir.[21] Keza Süfyân es-Sevrî de şöyle demiştir: “Haram aylarda oruç tutmak bana sevimli gelir.”[22]

Böylece anlaşılmış olmaktadır ki, doğru olan, Receb ayının tümünü oruçlu geçirmektense, bir-iki gün oruç tutmamaktır. Eğer bu ayın tümünde oruç tutulacaksa, Şaban ayı veya haram aylar gibi başka aylarda da aynı şekilde bütün ayı oruçlu geçirmek teşvik edilmiştir.

Receb ayının, haram ayların en üstünü ve hayır ve bereketlerin anahtarı olduğu, bunun için de bu ayı boş geçirmenin uygun olmadığı belirtilmiştir. Ancak bu ayda tutulacak oruçların ve kılınacak namazların, bu aya mahsus olarak Sünnet’te belirtilmiş ibadetler olmadığı bilinmelidir.

2- Şaban ayı

Üsâme b. Zeyd (r.a) şöyle demiştir: “Resulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Şaban ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmadı. Kendisine, “Ya Resulallah! Senin, Şaban ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tutmadığını gördüm” dedim. Şöyle buyurdu: “Şaban, Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin, alemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle’ye yükseldiği aydır. Ben de amelimin (Allah Teala’ya) oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.”[23]

Şaban ayının özelliği hakkındaki bu hadis, bu aya –tıpkı Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yaptığı gibi– özel bir önem atfetmemiz için yeterlidir. Dolayısıyla bu ayı da ihya etmeye gayret göstermeli ve hadiste işaret edilen gaflete düşmemeliyiz. Peki bu ayı nasıl ihya etmeliyiz?

***Şaban ayına mahsus ibadetler
Hz. Aişe (r.anha) validemiz, -tıpkı yukarıdaki rivayette geçtiği gibi- Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, Şaban ayında tuttuğu orucu Ramazan ayı hariç başka bir ayda tutmadığını söylemiştir.[24]

Bu ayın 15. gecesi olan Berat gecesi hakkında da sağlam rivayetler bulunmaktadır. Bunlardan birisinde Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Muhakkak ki Allah Teala Şaban ayının ortası gecesi dünya semasına iner ve Benû Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri adedinden daha fazla sayıda insanı(n günahlarını) bağışlar.”[25]

İbn Mâce’nin Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a)’den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur: “Şaban ayının ortası gecesi olunca gece namaza kalkın, o gecenin gündüzünde de oruç tutun. Zira Allah Teala o gece güneş batınca dünya semasına iner ve ta ki güneş doğana kadar “Bağışlanma dileyen yok mu, mağfiret edeyim? Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim? (Bir derde) mübtela olan yok mu, afiyet vereyim?…” buyurur.”[26]

Ayrıca bu konuda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, İbn Ömer, Ebû Sa’lebe, Osman b. Ebi’l-Âs ve Mu’âz b. Cebel (Allah hepsinden razı olsun) gibi sahabîlerden gelen rivayetler de mevcuttur. Her ne kadar bu rivayetlerin bazılarının senedlerinde birtakım kusurlar bulunsa da, tümü bir arada değerlendirildiğinde bu mecmuadan sıhhat hasıl olur.[27] Kaldı ki, bunlar arasında sened itibariyle herhangi bir kusur taşımayanlar, yani sahih olanlar da mevcuttur.[28]

Bu gecenin fazileti sebebiyle Tabiun’dan Hâlid b. Ma’dân, Mekhûl ve Lokmân b. Âmir gibi büyük zevat bu geceyi ihya etmeye büyük ehemmiyet verirlerdi.[29] Ancak bu konuda onların davranışını onaylamayıp, bu gecenin ihyasının bid’at olduğunu söyleyenler de vardır. Atâ, İbn Ebî Müleyke ve Hicaz ulemasının ekseriyetinin tutumu böyledir.[30]

İbn Receb şöyle der: “Şu halde mü’minin, bu gece Allah Teala’yı zikretmesi, günahlarının bağışlanması, kusurlarının örtülmesi ve sıkıntılarının giderilmesi için dua ile iştigal etmesi ve bunları yapmadan önce tevbe etmesi uygun olur.”[31]

el-Leknevî de, yukarıda işaret ettiğimiz hadislerin sıhhat-zaaf durumu hakkında ulemanın ihtilaf ettiğini belirttikten sonra şöyle der: “Bu konuda, İbn Hacer el-Mekkî’nin “el-Îzâh ve’l-Beyân”da ayrıntılarıyla zikrettiği üzere el-Beyhakî ve daha başkaları tarafından nakledilmiş başka rivayetler de mevcuttur. Bu hadisler Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in bu gece ibadet ve duayı artırdığını, kabirleri ziyaret ederek ölüler için dua ettiğini göstermektedir. Bu konudaki kavlî ve fiilî hadislerin toplamından, bu gece çokça ibadet etmenin müstehap olduğu anlaşılır.”[32]

***Berat gecesine mahsus ibadetler
Berat gecesi muhtelif rek’atlarda ve muhtelif sureler okunmak suretiyle kılınacak bazı namazlar olduğu, “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”, “Gunyetu’t-Tâlibîn” ve “Kûtu’l-Kulûb” gibi eserlerde zikredilmiş ise de, hadis otoriteleri bu namazların Sünnet’ten bir esasa dayanmadığını belirtmişlerdir.

el-Leknevî bu konuda şöyle der: “Kişi bu gece isterse namaz kılar, isterse diğer ibadetlerle meşgul olur. Ne miktarda ve nasıl namaz kılacağı kişiye bırakılmıştır; yeter ki Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sarahaten veya işareten men etmediği şekilde olsun.

Daha sonra “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”den, bu gece kılınacak namazın keyfiyeti konusunda bir nakilde bulunur ve şunları söyler: “Daha önce de birkaç kere belirttiğimiz gibi, bu türlü namazların “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”, “Kûtu’l-Kulûb” ve “Gunyetu’t-Tâlibîn” gibi Sufiyye’ye ait kitaplarda zikredilmiş olmasına itibar edilmez. el-Irâkî, “Tahrîcu Ahâdisi’l-İhyâ”da, “Şabanın ortası gecesi namazı hakkındaki rivayet batıldırdemiştir.”[33]

el-Leknevî daha sonra da bu geceye mahsus olduğu söylenen muhtelif namazlardan bahseden bir kısım rivayetler zikreder ve bunların aslının olmadığını söyler.


***Sonuç
“Üç aylar” olarak bildiğimiz Receb, Şaban ve Ramazan aylarından, Ramazan ayı ve bu ayda idrak ettiğimiz Kadir gecesi üzerinde ayrıca durmaya gerek görmedik. Zira Ramazan ayının ve Kadir gecesinin fazileti hakkındaki deliller, burada ayrıca bahsetmeye ihtiyaç duymayacak kadar güçlü ve kesindir.

Bu sebeple biz burada sadece Receb ve Şaban ayları üzerinde –kısaca– durmaya çalıştık. Vardığımız sonuç odur ki, bu ayların gerek kendileri ve gerekse bu aylarda bulunan bazı gecelere özel bir önem vermenin herhangi bir sakıncası yoktur. Bu aylarda ve onlarda bulunan mübarek gecelerde oruç tutmanın, namaz kılmanın ve sair ibadetlerle meşgul olmanın müstehap olduğunu da görmüş bulunuyoruz. Ancak bunu yaparken, hakkında sahih hadis bulunmayan özel ibadet türlerini, Sünnet’le sabit olmuş gibi değerlendirmemeye dikkat etmek gerekir. Bunlar arasında zayıf bazı rivayetlerde yer alanlarla amel ederken de, amellerin faziletleri konusunda zayıf hadisle amel edilebileceğini söyleyen ulemanın bu görüşünü iyi kavramak gerekir. Onun için burada bu nokta hakkında da kısa bir malumat arz ederek yazıyı bitirelim:

Ulema, amellerin faziletleri konusunda zayıf hadislerle amel edilebileceğini söylerken şu hususların göz önünde bulundurulması gerektiğini de belirtmişlerdir:


1- Bu türlü rivayetlerin Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in hadisi olarak sabit olmadığını bilmek.

2- Rivayetin zaafının şiddetli olmaması. Yani senedinde yalancı veya yalancılıkla itham edilmiş, yahut rivayetlerinde çok hata yapan bir ravinin bulunmaması.

3- Zayıf hadise dayanarak amel edilen hususun, Şer’î asıllara aykırı olmaması.[34]

Burada şu hususun da bilinmesinde fayda görüyoruz: Zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği konusunda ulema arasında ihtilaf vardır. 


Bir kısım ulema, zayıf hadisle hiçbir konuda kesinlikle amel edilemeyeceğini, bir kısım ulema, her konuda kesinlikle amel edilebileceğini söylerken, çoğunluğu teşkil eden alimler, helal-haram gibi “ahkâm” konusunda değil de, faziletler konusunda bu türlü hadislerle amel edilebileceğini söylemişlerdir.

Ancak burada, yukarıda zikrettiğimiz üç hususun göz önünde bulundurulması gerektiğini de eklemişlerdir.[35]

4)Ayrıca "Sorularla islamiyet" sitesinden de aşağıdaki benzer bilgileri yayınlıyorum:

- Hafız Zeynu’l-Iraki, Tahricu ahadisi’l-İhya(ihya ile birlikte, 1/361) adlı eserinde Miraç gecesindeki namazla ilgili hadisin çok zayıf ve münker olduğunu belirtmiştir

- Recebin ilk Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) ile ilgili zikredilen ve “reğaib namazı” olarak da bilinen namazla ilgili hadis mevzudur. İbnu’l-Cevzî, bunu “el-Mevduzat, 2/124-126” adlı eserinde yer vermiş ve uydurma olduğunu belirtmiştir.
       
- İmam Gazali’nin de İhya’da 
(Daru’lmarife/Beyrut, ts. 1/202-203) belirttiği "Her kim recebin ilk perşembesini oruçlu geçirir, sonra Cuma gecesi olan o gece akşamla yatsı arasında, on iki rekat kılar...” mealindeki hadisi bazı alimlere göre mevzudur. (bk. Zeynu’l-Irakî, Tahricu ahadis’l-ihya, ilgili hadisin tahrici)

- Buhari’nin şarihlerinden İbn Receb el-Hanbelî, “Recep ayında hususi namazlardan bahseden rivayetlerden hiç biri doğru/sahih değildir”demiştir.
 (İbn Receb, Lataifu’l-Maarif, s.140)

- İmam Nevevî ve İbn Kayyim el-Cevziye de Receb ayının ilk cuma gecesinde kılmayı ön gören rivayetlerin sahih olmadığını belirtmiştir. 
(bk. Fetava’l-İmam en-Nevevî, s.57; İbn kayyim, el-Menaru’l-münif, s.95)

- Hülasa, Receb ayının ilk cuma gecesinde kılınması gelenek olmuş namaz, ilk defa 480 hicri yılında Kudüs’da kılınmıştır. Bu sebeple bu tarihten önce yaşamış olan alimler bundan bahsetmemişler. 
(bk. Et-Tartûşî, el-Havadisu ve’l-bida, s.122)



Faruk Beşer Hoca'nın bu yazısını da mutlaka okuyun:

Bazıları halkta yerleşen kanaatlerle uğraşılmasını uygun görmezler. Sosyolojik açıdan bunun doğruluk payı olabilir. Çünkü hayat boşluk kabul etmez. İnsanların alıştıkları hayatlarından bir şeyi çıkardığınızda onun yerini başkası doldurur. Mesela Regaib gecesi diye bir şey yok dediğinizde, o gecede camiye gitme alışkanlığı olanlar gitmeyiverir, onun yerine mesela televizyonda dizi izlemeye devam ederler. Katip Çelebi de o meşhur eserinde yerleşik bidatlere karşı savaş açmanın 'ahmaklık' olduğunu söyler, çünkü muvaffak olunamaz der.

Bunlar bir yönüyle doğrudur. Bizim yaptığımız ise halkın sosyolojik, ya da kültürel İslamına karışmak değil. Biz de bunu akıllıca bulmuyoruz. Ama meselenin bir de başka yönü yok mu? Artık İslam'ı bir alışkanlık olarak değil, bilinçli olarak yaşamak isteyen bir kesim var ve onlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenerek yaşamak istiyorlar. İşte biz onlarla dertleşiyoruz.

Din ifratları ve tefritleri bilip dengeyi kurma, sıratı müstakimde olma meselesidir. Bir tarafta sevenlerine bol sevap vadeden sözler söyleyip onların bağlılıklarını canlı tutma adına ne kadar garip ifadeler varsa hepsini hadis diye anlatanlar, diğer tarafta böylelerine kızarak hadislerin sahih olanlarını dahi reddedip onların yerine kendi düşüncelerini koyanlar var. Bir tarafta Rasulüllah'tan günümüze yaşayan sahih bir birikimi reddenler, diğer tarafta geçmişte ne söylenmişse hepsini din sananlar, tasavvufu dahi 'metafizik yapma' diye anlatanlar var. 


Oysa bakın müteşerri bir sufi olan Sehl Tüsteri ne diyor: “Bizim yolumuzun esası şu yedi şeydir:

Kitaba tam bağlılık, sünnete ittiba, helal yemek, eziyet vermekten kaçınmak, günahlardan uzak durmak, tövbeye sarılmak, haklara riayet etmek”. Böyle bir tasavvufa karşı çıkmak da 'ahmaklık' değil midir? Tabi, derseniz, böyle olmayana karşı çıkmamakta 'ahmaklıktır' demeniz gerekmez mi? 


                                                  **************
***2.yazı Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler için dipnotlar

(1)İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîhi ve’d-Daîf, Tahk: Abdulfettâh Ebû Gudde, Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Halep, 1970, s: 95. Eserin Türkçe tercümesi için bkz: el-Menâru’l-Munîf fi’s-Sahîhi ve’d-Daîf, Terc: Muzaffer Can, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1992, s: 88-89.
[2] İbn Kayyim, el-Menâru’l-Munîf, s: 95, Terc: Muzaffer Can, s: 89.
[3] İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, 3. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2 cilt, Beyrut, 1998, c: 2, s: 410.
[4] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 417.
[5] İbn Kayyim, a.g.e., s: 95, Terc: Muzaffer Can, s: 88-89.
[6] İbn Kayyim, a.g.e., s: 96-97; Terc: Muzaffer Can, s: 89-90.
[7] Bkz: Bir önceki dipnot.
[8] M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler Menşei Tanınma Yolları Tenkidi, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı, İstanbul, 1997, s: 163.
[9] Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa, Tahk: Abdurrahman b. Yahya el-Muallimî el-Yemânî, 2. Baskı, el-Mektebü’l-İslâmî, Beyrut, 1392 h., s: 100. Bu hadis için ayrıca bkz: Aclûnî, a.g.e., c: 1, s: 423-424, hadis no: 1358.
[10] Şevkânî, a.g.e., s: 100.
[11] Celâlüddîn Abdurrahmân es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa, Tahrîc ve Ta’lîk: Ebû Abdirrahmân Salâhuddîn b. Muhammed b. Uveyza, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 3 cilt, Beyrut, 1996, c: 2, s: 97; Şevkânî,a.g.e., s: 100.
[12] Suyûtî,, a.g.e., aynı yer; Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Arrâk el-Kinânî, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevdûa, Tahk: Abdulvehhâb b. Abdullatîf, Abdullah Muhammed es-Sıddîk, 2. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2 cilt, Beyrut, 1981, c: 1, s: 152; Şevkânî, a.g.e., s: 100.
[13] Şevkânî, a.g.e., s: 101.
[14] Suyûtî,, a.g.e., c: 2, s: 98; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, c: 1, s: 152; Şevkânî, a.g.e., s: 101.
[15] Suyûtî,, a.g.e., aynı yer; İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 153; Şevkânî, a.g.e., aynı yer.
[16] Suyûtî,, a.g.e., c: 2, s: 99; Şevkânî, a.g.e., s: 101.
[17] Şevkânî, a.g.e., s: 439.
[18] Şevkânî, a.g.e., aynı yer.
[19] İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 163-164; Şevkânî, a.g.e., aynı yer.
[20] Şevkânî, a.g.e., s: 440. Ayrıca bkz: İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 160-161; Aclûnî,a.g.e., c: 2, s: 85, hadis no: 1824.
[21] Şevkânî, a.g.e., s: 440.
[22] Suyûtî, a.g.e., c: 2, s: 96-97; İbn Arrâk, a.g.e, c: 1, s: 151-152.
[23] Suyûtî,, a.g.e., c: 2, s: 97; İbn Arrâk, a.g.e., c: 1, s: 152.
[24] Tevbe, 9/36.
[25] Bunlara haram ayları denir. Bunlar, kameri aylardan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Kameri aylar sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîu’l-Evvel, Rebîu’l-Âhir, Cemâziye’l-Evvel, Cemâziye’l-Âhir, Recep, Şa’ban, Ramazan, Şevvâl, Zilka’de ve Zilhicce.
[26] Bakara, 2/217.
[27] Maide, 5/2.
[28] Bkz: Hacc, 22/32.
[29] Buhari, Bed’ul-Halk, 2, Tefsir 9/8.
[30] Ahmed b. Hanbel, 1/259.
[31] Münker hadis: Zayıf bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadis. Münkeru’l-hadis: Bu tür hadisleri rivayet eden ravi.
[32] Nûruddîn Ali b. Ebi Bekr el-Heysemî, Mecmeau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 10 cilt, Beyrut, 1988, c: 2, s: 165 (Bâb fi’l-Cumua ve fadlihâ).
[33] M. Şemseddin’in Hurâfattan Hakikate adlı kitabından naklen: Kandemir, Mevzu Hadisler, s: 201. M. Yaşar Kandemir Hoca’nın bu kitabının, Mevzu Hadislerin İslam’a ve Müslümanlara Verdiği Zararlar başlıklı beşinci bölümün okunması özellikle tavsiye ederiz.
[34] Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, Yeni Şafak Gazetesi Armağanı, 3 cilt, İstanbul, 1996, c: 1, s: 97.

                                                   ***********                            

***3.yazı  ÜÇ AYLAR KÜLTÜRÜ ÜZERİNE için DİPNOTLAR

[1] el-Buhârî, “Tefsir”, 9; “Bed’u’l-halk”, 3; Müslim, “Kasâme”, 29; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 67; Ahmed b. Hanbel, “el-Müsned”, V, 37, 73.
[2] 9/et-Tevbe, 36.
[3] “el-Keşşâf”, II, 261; “Tefsîru’l-Beydâvî” (Şeyhzâde haşiyesi ile birlikte), II, 432.
[4] Ebû Hayyân, “el-Bahru’l-Muhît”, V, 415.
[5] “el-Keşşâf”, a.y.
[6] et-Taberî, “Câmiu’l-Beyân”, VI, 366.
[7] 2/el-Bakara, 217.
[8] “Tefsîru’l-Beğavî”, I, 190.
[9] en-Nâblûsî, “Fedâilu’ş-Şuhûr ve’l-Eyyâm”, 22.
[10] Bkz. el-Leknevî, “el-Âsâru’l-Merfû’a”, 58-9.
[11] Ebû Nu’aym, “Hilyetu’l-Evliyâ”da ve ed-Deylemî, “Müsnedu’l-Firdevs”te rivayet etmişlerdir. Ancak isnadında zayıflık vardır. Bkz. el-Münâvî, “Feydu’l-Kadîr”, IV, 18.
[12] İbnu’l-Kayyım, “el-Menâru’l-Münîf”, 95.
[13] Ali el-Karî, “el-Masnû’”, 259; el-Leknevî, “el-Âsâru’l-Merfû’a”, 58 vd.; eş-Şevkânî, “el-Fevâidu’l-Mecmû’a”, 47.
[14] İbn Receb, “Letâifu’l-Ma’ârif”, 131.
[15] el-Kastallânî, “el-Mevâhibu’l-Ledünniyye”, I, 274-5.
[16] el-Leknevî, a.g.e., 77.
[17] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[18] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[19] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[20] İbn Receb, a.g.e., 132.
[21] İbn Receb, a.g.e., a.y.
[22] İbn Receb, a.g.e., 131.
[23] en-Nesâî, “Sıyâm”, 70.
[24] el-Buhârî, “Savm”, 39, 53; “Libâs”, 43; “Rikâk”, 18; Müslim, “Müsâfirûn”, 215, 220, 221; “Sıyâm”, 58, 177; et-Tirmizî, “Kuble”, 13; İbn Mâce, “Zühd”, 28; Ahmed b. Hanbel, “el-Müsned”, II, 231, 350, 496…
[25] et-Tirmizî, “Savm”, 38; İbn Mâce, “İkâme”, 191; Ahmed b. Hanbel, “el-Müsned”, VI, 238.
[26] İbn Mâce, “İkâme”, 191.
Bu rivayetlerde zikredilen “Allah Teala’nın dünya semasına inmesi” konusu, yukarıdan aşağıya inmek olarak anlaşılmamalıdır. Burada ya Allah Teala’nın, rivayette geçtiği gibi nida eden bir melek göndermesi mecazen anlatılmakta veya Allah Teala’nın, rahmet ve rızık kapılarını sonuna kadar açtığı ifade edilmektedir.
[27] İbn Ebî Asım, “Kitâbu’s-Sünne”, 222-4.
Bu gecenin fazileti konusunda el-Kevserî merhum da “Makâlât”ında (60-4) müstakil bir makale kaleme almıştır.
[28] Bu rivayetlerin topluca zikri için bkz. es-Sehâvî, “el-Ecvibetu’l-Mardıyye”, I, 325 vd.
[29] İbn Receb, a.g.e., 152.
[30] İbn Receb, a.g.e., 152-3.
[31] İbn Receb, a.g.e., 154.
[32] el-Leknevî, a.g.e., 81.
[33] el-Leknevî, a.g.e., 82.
[34] es-Sehâvî, “el-Kavlu’l-Bedî’”, 363 vd.
[35] es-Sehâvî, a.g.e., 365.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR


Cemaatle namazda kâmet yapılırken ne zaman ayağa kalkılır?

Cemaatle kılınan namazda, cemaatin namaz için ayağa ne zaman kalkacağı hususu, namazın özüyle değil, âdâp ve müstehaplarıyla ilgilidir.
İmam-ı A’zam’a göre cemaatle namaz kılmak üzere “Kad kâmeti’s-salât” yani “namaz başladı” denildiği anda imamın namaza başlaması, namazın âdâbındandır. İmam, bu hareketi ile müezzinin sözünü doğrulamış olur. Bu ictihada göre imamın ve cemaatin bu cümlenin söylenmesinden önce saf düzenini almaları gerekecektir (el-Fetâva’l-Hindiyye, 1/57). Fakat namaza kâmet bittikten sonra başlanılmasında da bir sakınca yoktur. Hatta İmam Ebû Yûsuf ve diğer pek çok müctehide göre, uygun olan budur (Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, 1/230; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/479).
Hanefî mezhebindeki başka bir görüşe göre ise müezzin “haydi kurtuluşa” anlamına gelen “hayye ale’l-felâh” cümlesini söylediğinde imam ve cemaat ayağa kalkar (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/321), imam namaza başlar, cemaat da ona uyar.
Şâfiî mezhebine göre ise kâmet bittikten sonra namaz için ayağa kalkmak müstehaptır (Nevevî, el-Mecmû’, 3/252-253). İmam ayağa kalkmadan yahut henüz gelmeden cemaat namaz için ayağa kalkmamalıdır.
Kâmet yapılırken ne zaman kalkılacağı konusu, ibadetin özüyle değil âdâbıyla ilgili olduğundan, caminin büyüklüğüne, saf düzenini almaya ve namaza imamla birlikte başlamaya göre düşünülmelidir. Normal büyüklükteki cami veya mescidlerde imamın mihraba doğru yürüdüğü görülünce kalkılması daha uygundur. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Namaz için kâmet getirildiğinde beni görmeden ayağa kalkmayın.” (Buhârî, Ezân, 22 [637]; Müslim, Mesâcid, 156 [604]) buyurmuştur. Buna göre kişi, imamdan çok geri kalmayacak ölçüde ve imam ile birlikte namaza başlayacak şekilde hazır olabileceği kadar bir süre önce yerinden kalkmalıdır (bk. Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 1/560).

4 Ocak 2024 Perşembe

Boşanma davası uzun süre sonuçlanmayan kadının aldığı nafaka helal midir?

İslâm’a göre evlilik devam ettikçe ve boşama hâlinde iddet süresince erkek, eşinin nafakasını temin etmekle sorumludur (el-Bakara, 2/233; en-Nisâ, 4/34; et-Talâk, 65/7; Buhârî, Nafakât, 1-3 [5351-5358]; Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 4/15-16). Dinen boşama olmadan mahkemeye boşanma davası açılmış ve kadın da evi terk etmemişse mahkeme devam ettiği sürece eşler evli hükmünde olduğundan, dava süresince de kadının nafakasını temin etme yükümlülüğü kocasına aittir. Bu yükümlülük mahkeme boşadıktan sonra başlayan iddet süresi bitinceye kadar devam eder. Ancak dinen boşanma gerçekleşmişse süreç devam etse bile İslâm hukukuna göre kocanın eşine yönelik nafaka borcu iddetin bitimiyle sona erer.

3 Ocak 2024 Çarşamba

Müşteri, aralarından birini satın almak amacıyla götürdüğü birkaç maldan birini seçme hakkına sahip midir?

Müşteri, alışveriş akdinde satış bedeli ve niteliği belirtilen birkaç çeşit eşyadan birisini seçme hakkına sahiptir. Bu hakka fıkıh literatüründe ta’yin/belirleme muhayyerliği denir. Buna göre müşteri, bakmak için götürmüş olduğu bu eşyalardan birini seçince, alışveriş o mal üzerinden gerçekleşmiş olur (Merğinânî, el-Hidâye, 3/32).

1 Ocak 2024 Pazartesi

İster kapalı, ister açık alanda olsun zorunlu olmadıkça namaz kılan birisinin önünden geçilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz kılanın önünden geçmektense beklemenin daha hayırlı olacağını belirtmiştir (Buhârî, Salât, 101 [510]; Müslim, Salât, 261 [507]). Namaz kılanın da, uygun bir yere durmak veya sütre vb. bir şey koymak suretiyle önünden geçilmemesi için önlem alması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), önünden insan veya hayvanların geçmesi muhtemel olan bir yerde namaz kılan kişinin önüne sütre (değnek veya başka bir şey) koymasını tavsiye etmektedir (Müslim, Salât, 241-242 [499]). Sütreyi terk etmek ise mekruhtur.
Namaz kılanın önünden geçen kimse sorumlu olmakla birlikte, önünden geçilen kişinin namazı bozulmaz. Fakat büyük camilerde, namaz kılanın secde mahallinin uzağından geçmek caizdir (Kâsânî, Bedâî’, 1/217).
Cemaatle kılınan namazlarda, sadece imamın sütre edinmesi yeterlidir; diğerlerinin sütre koyması gerekmez (Buhârî, Salât, 90 [494-495]). Namaz kılanın önündeki sütrenin ardından geçmekte bir sakınca yoktur.

29 Aralık 2023 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 75


Allah sana her ne imkan nasip ettiyse bunlardan infak etmek sadakadır 

İnfak edip temizlenelim, Cenab-ı Hak günahlarımızdan arındırsın. 


Biz hep karz-ı hasen (güzel borç) psikolojisiyle infak ediyoruz. Sanki temizlenmeyi bekleyen günahlarımız yokmuşçasına, ekstradan veriyoruz psikolojisiyleyiz.

 Halbuki kişi günahlarına yoğunlaşırsa, mağfiret umudu daha ağır basacaktır ve infakına niyeti daha çok yansıyacaktır. 

“Biz o çetin, sıkıntılı günün endişesiyle, günahlarımızdan arınmak için böyle infakta bulunuyoruz, sizi yedirip içiriyoruz. Sizden bir karşılık beklemiyoruz. Bir teşekkür dahi istemiyoruz.” 

İşte bu niyetleri ile Allah o günün şerrinden onları korudu. 

Arınmak paklanmak istiyorsan, tövbelerinin nasuh olmasını istiyorsan infakta, tasaddukta bulun. 

Zamandan infak etmek de olur. Allah sana her ne imkan nasip ettiyse bunların herbirinden infak etmek birer sadakadır. 

Allah yolunda bir becerinin öğretilmesi bile, belli vakitlerde bir mesai harcayıp bilmeyenlere Allah rızası için öğretmek de sadakadır. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Aralık 2023 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 74


Ne infak ederseniz Allah onun yerini doldurur 

Siz ne infak ederseniz edin, Allah’ın rızası, hoşnutluğu uğrunda infak edersiniz, yani sizin derdiniz budur. 

“Yemeği yedirenler” 

Yedirmeyi içselleştirmek seküler toplumlarda neden yok da Mümin toplumlarda var? 

Çünkü işin ucunda İlahi Aşk’ı, Cenab-ı Allah’ı razı edebilmenin derdi ve sevdası var. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

26 Aralık 2023 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 73


Dürüstlük insanlar arası ilişkide kalmaktan ibaret değildir. 

Rabbine karşı dürüstlüğü yaşamayan ve O’nu tanımayan kimselerin dürüstlüğünden bahsedemeyiz. 

Komşusunun, iş arkadaşının hakkını tanıyan ama Cenab-ı Allah’ın hakkını tanımayan bir kişinin dürüstlüğünden iyiliğinden söz edilemez. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

25 Aralık 2023 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 72


İyilik Allah uğruna olunca iyiliktir

Yemeğe olan arzusu, iştahı, iştiyakına rağmen, başkalarıyla paylaşanlar Allah azze ve cellenin cennetlerindeler. 

“Ben böyle bir adam tanıyorum; yediğini içtiğini paylaşır ama imanlı biri değil” diyenlere rastlarız. 

Biz her türlü iyiliği Allah adına başlatırız. 

İyiliği Allah uğruna olunca iyilik sayıyoruz. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

24 Aralık 2023 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 71


“İşte amel edenlerin karşılığı ne kadar güzel.”

Cennet dendiğinde aklımıza gelen ilk kelime ya ÇABA olmalı ya TAKVA olmalı. Takva zaten içinde iman+çaba+adanmışlık barındırıyor. 

“İşte amel edenlerin karşılığı ne kadar güzel.”

Cennettekilere “hadi bir de senin hikayeni dinleyelim” dediğimizde, “Allah uğruna ne güzel şeylere katlanmışsın, senin de hikayen çok güzelmiş” deriz. Her birinden ayrı ayrı güzel hikayeler duyulur. 

“Ya sen doğru düzgün sınanmamışsın bile, öylesine şans eseri buraya gelmişsin. Biz ne yaşam hikayeleri duyduk, seninki rahat olmuş” diyeceğimiz bir tane kişi bulunmaz. 

Cenab-ı Hakk bu neticeyi çabalarınızın karşılığı olarak tarif ediyor. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

23 Aralık 2023 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 70


“Bize burada (cennette) yorgunluk değmiyor.”

Onca eğlenceyi dünyada yaşasak yoruluruz. Eğlencenin en güzeli dahi olsa, yemeklerin en lezzetlisi dahi olsa bir süre sonra bedenimiz yorgunluğunu ortaya koyar, dinlenmek istiyorum der. Cennettekiler eğlenceye yorgunluk arası bile vermiyorlar. 

Bu bahsettiklerimiz, iki ortam arasındaki en dikkat çekici ifadelerden biri. Dünyada en iyi servete, kariyere, imkana da sahip olsanız, bunu eğlenceye, zevke, hazza dönüştürmeye kalktığımızda bedeniniz bir doyum ile önünüzü kesiyor. 

Demo bir örnek içerisindesiniz çünkü. Her tarafta kısıtlar dolu. Yorgunluk ve bıkkınlık bu kısıtlardan ikisi. 

Cenab-ı Hakk onları nasıl her bir eğlenceden daha farklısına, sürprizine taşıyorsa, yaratmada sınırı olmayan Allah-u Teala onları orada şımartıyor. 

O öyle bir konak sahibi ki asla monotonluğa ve sıkkınlığa, bıkkınlığa yer bırakmıyor. Her an yeni yeni eğlence, zevk, lezzet ve şehvetlerle yaşatıyor. 

İnsân Sûresi Şubat 2023 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

22 Aralık 2023 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 69


Bizim Rabbimiz öyle Gafûr öyle Şekûr

-Rabbimiz önce Gafûr olmasını vadetti ve sonra Şekûr olmasını.

Çünkü kulların önce mağfirete ihtiyacı var. Düşe kalka hayatlarında bir ıslah süreci yaşadılar.

Günahları azaltıp salih ameli yaşamaya çalıştılar. Bu, “iyilerin” tutturabildiği bir trend. Ama sıfır kusurda değiller. Mağfirete ihtiyaçları var.

Rabbimiz Şekûr’dur, yani olağanüstü karşılık verir, orantısızdır. Hiç amelle orantısını kuramazsın. Ameline bak, bir de Cenab-ı Hakk’ın verdiğine bak dersin. Amel sadece bir bahane kalmış.

Kulun Allah’ın lütfuna kavuşması tamamen ilahi bir ihsandır.

“Bizim Rabbimiz öyle Gafûr öyle Şekûr” diye diye ölüme gitmeli.

İnsân Sûresi Şubat 2023

21 Aralık 2023 Perşembe

Gözdeki lens abdest ve gusle engel midir?

Gusülde ve abdestte gözün iç kısmını yıkamak farz değildir. Zira gözlerin iç kısmını yıkamakta meşakkat vardır. Ayrıca bu durum gözlere zarar da verebilir (Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/7, 11). Dolayısıyla gözdeki lens, gusle ve abdeste engel değildir.

18 Aralık 2023 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 68


Hayat din için vardır

Sen ancak zikrin, anlamın peşine düşmüş, gerçeği öğrenmeyi amaçlamış bir kimseyi uyarabilirsin. Başka türlüsüne fayda etmez. 

Gerçeğin ne olduğu merakı içinde olmayan, bilmek istemeyen, kendi yaşam tarzı içinde kilitlenmiş, öğrenmek için fedakarlık göstermemiş olan bu kimseler, ortamın egemenliği altında ezilmiş kimselerdir. 

Çünkü bilirler ki ortamın dayattığı statükoya karşı farklı davranacak olsalar bunu çıkarları ile öderler. Halbuki Hâkk’ın peşine düşenler "gerçek nedir bilmek istiyorum derler, niçin yaşıyorum, niçin var oldum, nereye gideceğim?"

 Bunların cevabı Kur’an-ı Kerîm’dedir ve Kur’an-ı Kerîm bu soruların cevabını  arayanlara, akledenlere verir. 

Kur’an-ı Kerîm insanlara indi. En büyük yanılgılarımızdan biri Kitab’ın hocaların okuması gereken bir ihtisas kitabı olarak görülmesi. Bu şeytani bir yanılgıdır. 

Din yaşam alanıdır. Hayat din için vardır. Dini herkes öğrenmek zorundadır. Anlama süreçlerini de yaratan Cenâb-ı Hâkk’tır. 

Ama dinimizde zorla bir şeyleri öğrenmek yoktur. Resûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem'in eğitim sisteminde en vazgeçilmez unsur “gönüllülük”tür, kişinin kendisinin isteyerek bir şeyler yapmasıdır. 

Sadece öğrenmekle kalmayıp, bir başkasına da aktarmak. Böyle olunca kıyamete kadar giden saadet zinciri oluyor. Dünyada en çok okunan, en çok ezberlenen, insanların bir benzerini asla yapamayacaklarını bildikleri en doğru hakikate götüren yegane Kitap olarak Kur’an-ı Kerîm mümtaz yerini almış bulunuyor.

SİZİN EN HAYIRLINIZ KUR’AN’I ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR

(Trt Radyo- Günebakan Programı

Ankara 2 Aralık 2022)

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

17 Aralık 2023 Pazar

Dua ve zikir sesli mi, yoksa sessiz mi yapılmalıdır?

Duanın, alçak sesle, hüzünlü ve tazarru (yalvararak) ile yapılması adaptandır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Rabbinize yalvararak ve için için dua edin…” (el-A'râf, 7/55) buyrulmaktadır. Ancak içtenlikle ve samimi olduğu sürece, sesli olarak dua edilebilirse de sessiz olması daha uygundur. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir yolculuk esnasında sesli olarak tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabîye, “Ey insanlar! Kendinize merhamet edin; siz ne duymayana dua ediyorsunuz ne de uzakta olan birisine. Muhakkak siz, işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” (Müslim, Zikir, 44 [2704]; bkz. Buhârî, Cihâd 132 [2992]; Megâzî 39 [4205]) buyurmuşlardır.

16 Aralık 2023 Cumartesi

Şifa niyetiyle Kur’ân okumak ve okutmak caiz midir?

Kişinin bedensel ve ruhsal rahatsızlıklardan ya da manevî sıkıntılardan kurtulması için tıbbi tedavi yöntemlerine başvurması esastır. Bunun yanında kişinin şifa niyetiyle Allah Teâlâ’ya dua etmesi de uygun olur. Bir âyet-i kerîmede Kur’ân’ın müminler için şifa ve rahmet olduğu ifade edilmektedir (el-İsrâ, 17/82). Dolayısıyla âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerde yer alan dualar şifa niyetiyle okunabilir. Rivâyetlerde sahâbenin şifa için Fâtiha sûresini okuduğu ve Resûlullah’ın da bunu onayladığı yer almaktadır (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 9 [5007]; Müslim, Selâm, 65-66 [2201]).
Aslolan, Kur’ân’ı ve diğer duaları kişinin kendisinin okumasıdır. Bunun yanında kişi mümin kardeşinden de şifa için kendisine okumasını isteyebilir. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı şifa vesilesidir. Bunu belli âyetlerle sınırlamak doğru değildir.

13 Aralık 2023 Çarşamba

Ben şu burçtanım ve bu burç kişiliğime uyuyor, demek günah mı?

   
Soru Detayı

- Benim cevabını öğrenmek istediğim ve şirke girip girmediğini merak ettiğim bir konu var. Cevabınızı bu açıklayacağım davranışın dinimize göre tevhid inancı ve Allah'a şirk koşma gibi bir durum olup olmadığını açık bir şekilde verirseniz çok sevinirim, kafamda bir soru işareti kalmasını istemiyorum.
- Bir insan burçların gelecekle ilgili tahminlerine inanmadan, sadece doğum tarihine bakıp "Ben şu burçtanım ve bu burç kişiliğime uyuyor." dese günaha girer mi?
- Ya da başka bir insan örneğin; şu tarihte doğmuş ve o burcun özelliklerine yakın kişilik özelliklerine (duygusal, sinirli, mantıklı vs gibi) sahip olabilir diye fikir sahibi olmak adına bakması dinen şirke girer mi? Bu günah mıdır?
- Sorumun başında da bahsettiğim gibi kesinlikle gayba ait gelecekle ilgili bilgiler edinmek adına sormuyorum, sorumu Allah korusun böyle bir şeyin şirke götürebileceğini biliyorum.
- Yukarıdaki bahsettiğim ölçülerdeki durumun dinen bir mahsuru var mıdır?

Cevap

Burçları da insanları da yaratan Allah Teâlâ'dır. Eğer burçlarla insanların o burçlarda doğumu arasında bir ilişki koymuş ise bu da Allah’tandır.

Ancak bu konuda vahye dayalı bir bilgimiz yok.

Tecrübeye dayalı olarak ve kısmen tutarlı, kısmen tutarsız olan tespitler var. Bunların da Allah’ın iradesiyle olduğuna iman eden bir kimse karakter ve davranış benzerliğini tespit eder de buna inanırsa sakınca olmaz. Ancak bu inanç kulun hür iradesini ve sorumluluğunu ortadan kaldıran bir çerçevede olmayacaktır.

İslam'ın özünü teşkil eden tevhid inancı, geleceğin mutlak gayb olup Allah'tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceğini ortaya koyar. Kur'an-ı Kerim'de burçlarla ilgili bazı ifadeler bulunmaktadır.

Bu cümleden olmak üzere Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: 

"Andolsun biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik." (Hıcr, 15/16),

"Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir." (Furkan, 25/61),

"Burçlarla dolu göğe andolsun." (Buruc, 85/1)

Görüldüğü gibi burçlar insanlara hizmet etmek üzere, Allah'ın gökyüzüne yerleştirdiği gök cisimleridir.

Buna göre burçları yaratıcı kabul etmek mümkün olmadığı gibi, "falan burçtan dolayı şu iş şöyle oldu veya olacak" demek de mümkün değildir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de geçen burç ifadesiyle falcıların fal bakmak için kullandıkları burç ifadeleri arasında ancak ses benzerliği bulunmakta, anlam birliği bulunmamaktadır.

Dolayısıyla dinimiz İslâm kehanet, medyumluk ve falcılık gibi her türlü gaipten ve gelecekten haber verme anlamında kullanılan astroloji anlayışını reddeder ve böyle iddialarda bulunan kimselerin sözlerine itibar edilmesini kesin olarak yasaklar.

Sonuç olarak; burçların insanların kişilikleri üzerindeki etkisi, sadece bir genelleme ve varsayımdan ibaret olup, dini naslar ve müspet bilim açısından desteklenen veya ispatlanan bir husus değildir.

https://sorularlaislamiyet.com/ben-su-burctanim-ve-bu-burc-kisiligime-uyuyor-demek-gunah-mi

12 Aralık 2023 Salı

Yüce Allah, "Burçları olan göğe andolsun ki..." (Hicr, 15/16; Furkan, 25/61) diye buyurur. Bu ayetin bildiğimiz burçlardan bahsettiği mi anlaşılmalıdır?

   
Soru Detayı

- Gökadalar nedir?

Cevap

- Burç: Kale, hisar, yüksek köşk manalarına gelir. Gök yüzünde özel bir şekilde toplanmış olan bir takımyıldız kümelerine de burç denilmiştir. Bunların en meşhur olanları on iki tanedir. Ancak Kur’an’da (Hicr, 15/16; Furkan, 25/61) “Burûcen” kelimesinin nekre / belirsiz şeklinde gelmesi, göklerde daha keşfedilmemiş  bire çok yıldız kümelerinin olduğuna işaret edilmektedir.

- Kur’an’da bu kelime dört defa çoğul şeklinde geçmektedir. (Diğer ikisinin geçtiği yer; Nisa, 4/78; Buruc, 85/1)Buruc kelimesi, Nisa suresinde “Kale burcu”, diğerlerinde ise, “yıldız  kümeleri” veya “Takımyıldızları” anlamında kullanılmıştır.

- Grek Astronomi geleneğinin İslam dünyasındaki etkisinin başladığı dönemlerden itibaren kaleme alınan eski tefsirlerin çoğunda buradaki burçlar genellikle “Ay'ın ve Güneş'in menzilleri” şeklinde açıklanmakta ve bilinen on iki burcun adları sıralanmaktadır. (Misal olarak bk. Kurtubî, 10/14; Şevkanî, 111/142). Ancak daha önceki yorumlarda buruc kelimesi kısaca “yıldızlar” diye açıklanmıştır.(Msl. bk. Taberî, 16/14; İbn Kesir, 4/446). Beğavi tefsirinde bu kelime “büyük yıldızlar” olarak ifade edilmiştir.

- Astronomi biliminin ortaya koyduğu yeni veriler dikkate alınarak kelimeyi “yıldız kümeleri” veya “Takımyıldızları” şeklinde karşılamak daha isabetli görünmektedir. (bk. Kur’an Yolu, Türkçe meal ve tefsiri, 3/342-343)

Konuyla ilgili olarak aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

Gökadalar ve Burçlar

Kur'an-ı Kerîm'in, burçlardan ayrı varlığı olan gökadalar âlemine açıkça bir temasta bulunup bulunmadığını, bilemiyoruz. Her gök, şüphesiz ki çok sayıda gökadalardan meydana gelmiştir ve her gökada içinde de çok sayıda burç vardır. Dünyamızın içinde bulunduğu gökadaya "Samanyolu" denilmektedir. Bir gökadanın ise gezegen ve uydular hâriç yüz milyar yıldızdan oluştuğu tahmin edilmektedir ve kâinatta bu şekilde iki yüz milyar gökada olduğu sanılmaktadır.(1) Tabiatiyle bu sayılar her zaman değişikliğe uğramaya mahkûmdur. Her yıldızın bizim güneşimiz gibi çok sayıda gezegen ve kuyruklu yıldıza sahip olduğu ve gezegenlerin de ay gibi uydulara mâlik bulunduğu düşünülürse, bir gökada içindeki ecrâmın sayısını yüzlerce kere çoğaltmak gerekir. Bunlara küçük gezegenler, dev kayalar ve çeşitli ara nesneler de eklenirse bir gökada, insanı çıldırtacak bir büyüklüğe erişmiş olur. Oysa bir gökada, tek bir göğün sâdece küçük bir parçası gibidir. Bazen bir tek yıldız bile insanı şaşkına çevirecek büyüklüktedir. Bir gökadanın ve hele bir göğün büyüklüğü karşısında insan kendisi hakkında ne düşünür bilemeyiz. Fakat bunun cevabını şu âyette bulmak mümkündür. Göklerin defalarca gözlenmesi istenilen âyette:

"Sonuçta o göz yorgun olarak hor ve âciz bir şekilde sana dönüp gelecektir."(2)

denilerek, insanın o büyüklük, o denge ve o ihtişam karşısında kendine yönelirken hissedecekleri şey dile getirilir.

Biz yedi gökten her birinin nerede başlayıp nerede bittiğini ve bugüne kadar keşfedilen gökadaların hepsinin tek bir göğe mi âit olduklarını bilemiyoruz. Gökadalar, uzay boşluğunda bir ada veya bir kıta gibi durmaktadırlar ve onlar âit oldukları göğün bir nevi kıtalarını oluşturmaktadırlar. Bir gökada içerisinde muayyen yıldızlardan oluşan kümeler de burçları meydana getiriyorlar ki bunlara Kur'an'da temas edilmiştir. Bir göğün kıtası durumundaki gökadalar, tüm göğe nisbetle onun burçları gibidirler. Bu sebeple Kur'an'da "burûc" kelimesi, bizim bugün anladığımız burçların yanı sıra gökadaları da ifâde için kullanılmış olabilir. Çünkü her ikisi de yıldız topluluklarından oluşuyorlar. Şu kadar var ki biz, çıplak gözle ancak kendi gökadamız olan Samanyolu'nun bir kısmını görebiliyoruz.

Burç kelimesi, Kur'an'da dört ayrı yerde ve hepsinde de "burûc" şeklinde çoğul olarak geçmektedir. Bunlardan üçünde açıkça göklerdeki burçlardan söz edildiği halde, "Nerede olursanız olun, hatta yükseltilmiş burçlarda bile olsanız, ölüm gelip sizi yakalar."(3) anlamındaki âyette, burçlar ile yüksek kalelerin mi yoksa göklerdeki burçların mı kastedildiği açık değildir. Fakat burûc kelimesi diğer âyetlerde dâima göklerdeki burçlar olarak geçtiği için bu âyette de aynı burçların kastedilmiş olma ihtimali çok yüksektir.(4) Bu ihtimale göre insan güneş ailesinin çok ötelerinde olan burçlar âlemine gidip yerleşmiş olsa bile, orada da ölüm olayından kendini kurtarıp ebedîleşemeyecektir. Söz konusu âyette burçların bir yapı gibi yükseltilmiş (:müşeyyed) oldukları dile getirilmiştir. Burada burçlar yüksek yapı topluluklarına benzetilmiş olabilirler.

Kur'an'da "burûc" ismini alan sûrenin ilk âyetinde; "Andolsun burçları olan göğe" denilerek belli yıldız kümelenmelerine dikkat çekilmiştir. Diğer bir âyette de; gökte burçların ve orada yanan bir çerağ (:güneş)in ve aydınlatan ayın bulunduğu, anlatılmıştır.(5) Bu âyette; güneş ve ayın gökte mi yoksa burçlar içerisinde mi oldukları açıklık kazanmamaktadır. Eğer bizim güneşi belli devrelerde bir burç içindeymiş gibi görmemize itibar edilmişse o takdirde güneş ve ayın görünüşten başka burçlarla bir ilgisi olmayacaktır. Kur'an-ı Kerîm'de bizim güneşimizin burçlarla fizikî bir bağlantısı olduğundan hiç söz edilmemiştir. Burçlarla ilgili bir başka âyette ise; temaşa edenler için onların süslendikleri ve şeytanlara karşı da korundukları dile getirilmiştir.(6) Bundan burçlar düzeninin korunduğu ve tahkim edildiği anlaşılmaktadır. Bütün gökler düzeninin korunduğunu ifâde eden âyetlerin yanı sıra burada mevziî bir korumadan bahsedilmesi, burçların tahkim edilmiş yeryüzü kalelerine benzetilmiş olmalarından kaynaklanabilir.

Burçlardan müfessirlerin ne anladıklarına gelince onların çoğu; ölüme karşı koruyucu olamayan burçları, yeryüzünün kaleleri olarak görmüşlerdir. Diğer âyetlerde sözü edilen burçları ise bir kısım müfessirler doğrudan yıldız ve gezegenler olarak tefsir ederlerken, bazıları özellikle büyük ve parlak yıldızların bu adla anıldığım savunmuşlardır. Ünlü dil ve kıraat âlimlerinden Hamza (ö. 156 h/773 m) ve Kisâî (ö. 189 h/805 m) Furkan sûresi 61. âyette geçen ve çerağ anlamı ile güneşi ifâde eden "serâc kelimesini çoğul olarak "sürüc" şeklinde okuyup bunları yanıp parlayan büyük yıldızlar olarak manalandırmışlardır(7) Bu anlayışa göre burçlar içerisinde pek çok büyük güneşlerin varlığından söz edilebilecektir. İkrime (ö. 115 h/733 m) gibi bazıları da burçları gökyüzü sarayları olarak düşünmüşlerdir.(8) İlk müfessirlerden Ebû Ubeyde (ö. 210 h/825 m) Yahya b. Selâm (ö. 200h/815 m) ve Taberî gibi bazıları burçları; yıldızlardan oluşup da ay ve güneşin seyir esnasında uğradıkları menzilleri, olarak açıklamışlardır. Gezegen yörüngelerini de bu şekilde açıklayanlar olmuştur. Bunlar çok eskiden beri bilinen on iki burç ismi verirler(9) ki güneş bunlardan her birinde birer ay kalırken, ay her birinde 2. 1/3 gün olarak yirmi sekiz menzilde kalır ve iki gece de örtülü duruma geçer(10) Ebû's-Suûd, burçların; gezegenlerin uğrak yerleri olmaları dolayısıyla saraylara benzetildiklerini ve buralarda yıldızların da bulunduğunu yazar. Ayrıca o, buraların musibet ve felâketlerin çıktığı gök kapıları olduğuna ilişkin bir görüşe de yer verir.(11)

Burçlar aslında bize nisbetle var görünen şeylerdir ve gökte toplu olarak gördüğümüz her hangi bir yıldız kümesini ifâde ederler. Gerçekte ise toplu gibi görünen yıldızlar arasında çok büyük mesafeler vardır. Öteden beriye bu şekilde dünyamızdan görünen on iki burç tesbit edilmiştir ki Uzayın derinliklerine doğru gidildikçe değişen açılara göre, bu tür görünüşlerin sayısının da artması ve bazı noktalarda da azalması tabiidir. Bazıları, burçları, diğerlerinden farklı olarak, sâdece göğün güzelliği olarak yorumladılar.(12) Bu anlayışa göre uzayda gördüğümüz burçlar, güzel bir görüntüden başka bir şey olmayacaktır. Muhtemelen "Andolsun Biz gökte burçlar yapmış ve seyredenler için onları süslemişizdir." anlamındaki ayet(13) bu anlayışa kaynaklık yapmıştır.

Gerçekte varlık basitten mürekkebe ve mükemmelliğe doğru derecelenmiştir. Bir gezegen ve yıldızdan onun dahil olduğu bir topluluğa ve oradan da daha üst kümelere; burçlara, gökadalara ve nihayet göklere doğru varlık, tüm kâinatı kaplayacak biçimde derecelenir gider. Bir dereceden diğer bir dereceye yükseliş veya inişler istisnalar dışında mümkün olmalıdır. Her bir derece diğeri için bir basamak teşkil eder. Kur'an-ı Kerîm'de, bir sûreye de ismini veren "meâric: kelimesi çıkıp yükselme yerleri anlamına gelir ve bu sûrede, göklerin derinliklerine doğru gidildikçe zamanın da küçüleceği açıkça ifâde edilir. İnkarcıların Allah tarafından mutlaka cezalandırılacakları bildirilen ilgili âyetlerde ayrıca şunlar anlatılır:

" O (azap), çıkıp yükselme yerlerinin sahibi olan Allah'tandır. Melekler de Ruh da oraya bir günde çıkıp yükselirler ki mesafe­si elli bin yıldır."(14)

Burç ve gökadaların bu derecelenme (me'âric) içerisinde yer alacakları şüphesizdir. Çeşitli yorumlar içerisinde özellikle Mücâhid (ö. 100 h/718 m)'in "meâric"i, gökyüzündeki dereceler olarak görmesi, konumuz açısından önem taşır.(15) Varlıklar arasında derecelenmeleri gösteren bir başka âyette ise; Allah'ın, derecelerin en üstünde bulunduğu veya âyete verilen diğer bir anlama göre ise O'nun, varlıklar arasında ve göklerde birbirinden üstün dereceler oluşturduğu dile getirilmekte ve bunun için şu tarzda bir ifâde kullanılmaktadır:

" Dereceleri yükselten (yahut derecelerin en yücesi) ve arşın da sahibi olan (Allah)''(16)

Aslen İran'ın Kum şehrinden olup zamanının riyaziye ve gök bilimlerine de vâkıf bulunan müfessir Neysabûrî (ö. 728 h/1328 m) bu âyetin; maddî varlığa sahip basit ve karmaşık yaratılmış varlıklara ilişkin derecelenmeleri ifâde edebileceği ihtimali üzerinde, durmaktadır.(17) Bu, şüphesiz bir zerre (:atom) den ve hatta Kur'an-ı Kerîm'in deyişiyle ondan da küçük nesnelerden(18) başlayarak içinde burçların ve gökadaların da bulunduğu âlemlere doğru giden bir derecelenmedir.

Burçların insan kaderi ve tabiatı üzerindeki etkilerine gelince, Kur'an'da böyle bir durumdan söz edilmez. Yıldızlardan ve burçlardan falcılık yoluyla hükümler çıkarmak ise Hz. Muhammed (a.s.m.) tarafından şiddetle reddedilmiştir.(19) Eğer güneş ailesindeki gezegen ve uyduların, bir kısım yıldız ve burçların insan tabiatı üzerinde bir takım etkileri varsa bunlar, falcılık usulleriyle değil ancak ilmî yollarla inceleme konusu yapılabilir. Kaderin ise ecrâm-ı semâviyye (:yıldız, gezegen ve diğer uydular) ye bağlı hiç bir yanı yoktur. Şüphesiz insan kendini kuşatan şartların ve içinde bulunduğu ortamın etkisi altındadır. Güneş ve ayın dünyamız üzerinde etkileri olduğu gibi, güneş ailesinin diğer üyelerinin de kısmen etkileri bulunabilir. Güneş ailesi üzerinde bu aileye yakın yıldız ve burçların bir etkisinin olup ol­madığını ve eğer varsa bunların nelerden ibaret olduğunu tesbit ancak ilgili bilim dalına düşen bir iştir ve İslâmın reddettiği gayri ilmî yollardan olan falcılığın bu gibi, yüksek bilim ve fen gerektiren alanlarda hükümler koyması, bilimi saf dışı yapmak olur.

Hz. Peygamber'in yasaklamasından sonra Hz. Ömer de halifeliği sırasında, karada ve denizde yol bulma dışında yıldızlardan kehânet yoluyla hükümler çıkarıp geleceğe âit şeylerden söz edilmesini yasaklamıştır. Ömer (r.a) bu yasağına gerekçe olarak; halkın çoğunun bu kehânetlerin etkisi altında kalarak onlardan zarar göreceğini bu kehanetlerin ilmî bir tarafı bulunmadığını ve kader konusunda da onlardan bir fayda sağlanamayacağını, ileri sürüyordu.

Ünlü Fakihlerden Ferganalı Burhanuddin el-Merginânî (ö. 593 h/1196 m), ilm-i nucûmun dinde kötülenmeyip güzel bir ilim olduğunu ve bu bilimle çeşitli yolların kullanılarak hükümler çıkarılabileceğini, yazar. Ona göre bu yollardan biri;

"Ay ve Güneş hesab ile hareket ederler." (Rahman, 55/5)

âyetiyle ortaya konulmuştur ki bu da hesabi olarak sonuç elde etme yoludur. Meselâ namaz vakitleri ve kıble yönü bile bu yolla bulunur. Diğer bir yol da yıldızların hareketlerinden faydalanarak bir sonuca varma yoludur. Bu, bir hekimin, nabzına bakıp hastasının sağlıklı olup olmadığını anlamasına benzer. Dinde bu yolla bir sonuca varmak ve bir bilgi elde etmek meşru görülmüştür. Şu kadar var ki kişi bu yolla elde ettiklerini gaybı bilme olarak görmemeli ve olayların, Allah'ın takdirine göre oluşup ortaya çıktıklarını da inkâr edici olmamalıdır. İbn Şebbe (ö. 262 h.)'nin yazdığına göre Hz. Ömer göklerin; gece ve gündüz zamanlan ile ayın menzillerinin tesbiti ve yıldızlardan yol bulma gibi amelî faydalara yönelik olarak öğrenilmesini istemektedir.(20)

Burçlara Kur'an'da dört ayrı âyette yer verilişinin, mevsimlerin sayısıyla bağlantılı olma gibi bir hikmeti olabilir. Güneş, mevsimlere göre, belli burçların içindeymiş gibi görünür. Mevsim ve iklimlerin de insan üzerinde bir etkisinin olduğu açıktır. Bundan, burçların insan üzerinde etkileri olduğu hükmünü çıkarmak yanlış olur. Çünkü güneşin bir burçta görünmesi, aslında bir görüntü aldanmasından başka bir şey değildir. Her yıldız kümesi görüntüde bir burç oluşturur. Eğer biz, güneş ailesinin bütün üyelerini, uzak bir noktadan, bir arada görebilsek onları da bir burç gibi görürüz. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz kî burçlar ne bizim ruhumuz ne kaderimiz ve ne de bize hükmeden ilâhımızdır.

Dipnotlar:

(1) Bu tesbit kulaktan dolma bilgiye dayanmaktadır.
(2) Mülk, 67/4.
(3) Nisa, 4/78.
(4) Ayetin açıklaması hakkında ayrıca bk. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri.
(5) Furkan, 25/61.
(6) Hıcr, 15/16-18.
(7) Hamza ve Kisâî için bk. Kurtubî, XIII/65.
(8) Kurtubî, XIX/283.
(9) Burç adları; hamel (koç), sevr (öküz), cevzâ' (koyun), Seretan (yengeç), esed (arslan), sünbiile (başak), mîzan (terazi), Akreb, kavs (yay), cedy (oğlak), delv (kova), hût (balık), bak. Kurtubî, XIX/283.
(10) Taberî, XIV/10-ll; İbn Kesîr, III/622; Kurtubî, XIX/283; Gezegen yörüngeleri için bak. Fİruzûbâdî, 11/234.
(11) EbusSuûd Efendi, Tefsir, IX/I35.
(12) Fîruzâbâdî, 11/234; Kurtubî, XIX/283.
(13) Hıcr, 15/16.
(14) Meâric, 70/3-4.
(15) Taberî, XXVIII/44; Kurtubî, XVIII/281.
(16) Gâfir, 40/15.
(17) Neysabûrî, XXIV/33.
(18) Yunus, 10/61; Sebe', 34/3; Zerre altı küçük nesneler de olabilir.
(19) Geniş bilgi ve kaynakar bk. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri.
(20) Hz. Ömer ve el-Merginânî için bak. en-Nahlâvî, el-Diirerel-Mubâha, 287; İbn Şebbe, IIJ/798.

(Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 122-126.)

11 Aralık 2023 Pazartesi

Burçlara sahip semaya andolsun (Buruc, 85/1) ayetinde geçen burçlar ne demektir?

   
Soru Detayı

85/Buruc,1: Vessemâi zâtil burûc (burûci). Burçlara sahip semaya andolsun.
- Burç ne demek açar mısınız?
- Bu ayet burçların varlığını kanıtlamıyor mu?

Cevap

- “Burçlar sahibi semaya yemin olsun.” mealindeki ayette burçlardan söz edilmektedir. Ayette yer alan “Burûc” kelimesi “Burc”un çoğuludur. Bu kelime, aslında görünen şey demektir. Daha sonra bakanların gözüne çarpacak şekilde görünen yüksek köşk manasında kullanılmıştır.

- Kur’an’ın şu ayetlerinde de burçlardan söz edilmiştir:

“Andolsun biz, gökte burçları yarattık. Ve onu bakanlar (ibret alanlar) için süsledik.” (Hicr, 15/16)

“Gökte burçlar yaratan ve orada bir kandil (Güneş) ve nurlu bir ay yapan Allah’ın şanı ne yücedir!” (Furkan, 25/61)

- Burçlar ifadesini; büyük yıldızlar, yıldız kümeleri, köşkler, ayın menzilleri, göğün kapıları manasına geldiğini söyleyenler olmakla beraber, daha çok yaygın olan görüşe göre bunlar (Koç, Öküz, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık olarak) bilinen on iki burçtur. Gökte bu on iki burcun bulunduğu bölgeye “mıtıkatu’l-burûc” (Burçlar mıntıkası) adı verilir. (bk. Taberi, Zemahşeri, Razi, Beydavî, Kurtubî, İbn Kesir, ilgili ayetlerin tefsiri)

- Aslında her bir burç, gökteki birbirine yakın yıldızların meydana getirdiği bir kale, bir köşk görünümünde olup, güneşin yörüngesinde dönerken (güneş takvimine göre) yılda bir ay semtinde yer aldığı bir semavi bölgedir. Bu semtteki yıldızların oluşturduğu farklı şekiller itibariyle insanlar tarafından bazı bitki ve bazı hayvanlara benzetilerek bilinen adlarla anılmaya başlamıştır. (İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri)

- Kuvvetli ihtimalle, soruda bu konunun astronomi biliminden ziyade, astroloji çerçevesinde değerlendirilmesi arzu edilmektedir. Bu sebeple biz de bu çerçevede birkaç söz söyleyeceğiz:

a) Kâinatta Allah’tan başka hakiki bir müessir olmadığı hususu, İslam alimlerinin ittifakla kabul ettiği bir hakikattir. Bu açıdan bakıldığı zaman, burçların insanların hayatına tesir ettiğini düşünmek bu akideye taban taban zıttır.

b) Burçları insanların hayatını şekillendiren birer aktif unsur olduğunu düşünmek akıl ve mantık ile de bağdaşmaz. Çünkü, milyarlarca insanlarda yüz binlercesi aynı burçta doğmuş olabilirler. Ve bu insanların hepsinin aynı hayat çizgisini takip ettiklerini söylemek imkânsızdır.

c) Abdullah b. Mesud anlatıyor:

Resulullah (asm) ile birlikte olduğumuz Hudeybiye gününün gecesinde şiddetli bir yağmur yağdırıldı / yağdı. Resulullah (asm) sabahladığında; “Rabinizin ne dediğini bilir misiniz?” diye sordu. Onlar / sahabeler: “Allah ve Resulü bilir.” dediler. O, bu soruyu üç defa tekrarladı, onlar da yanı cevabı verdiler. (sonra) şöyle dedi:

“Rabbiniz buyurdu ki: Şüphesiz, ‘Bize filanca yıldız tarafından yağmur yağdırıldı.’ diyen kimse, beni inkâr etmiş ve yıldıza iman etmiştir. Buna karşılık ‘Şüphesiz Allah bizi suladı.’ diyen kimse ise bana iman etmiş ve yıldızları inkâr etmiştir.”

Taberani’nin rivayet ettiği bu hadisin senedi alimlerin büyük çoğunluğuna göre sahihtir. (bk. Memau’z-Zevaid, 8/114/h. no:13272)

- Bu hadisin manası şudur:

Kim Allah’tan başka herhangi şeye hakiki tesiri verirse, o kimse gerçekte Allah’a iman etmemiştir. Çünkü, hakiki iman, tevhidi emreder. Tevhid ise, Allah’ın her şeyin yegâne yaratıcısı, idarecisi, yöneticisi olduğunu emreder. Yağmurun yıldızların tesiriyle olduğunu söylemek, Allah’ın birliği vasfına aykırıdır.

- İşte aynen bunun gibi, herhangi bir şeyde burçların gerçek tesiri olduğuna inanmak hakiki imanla örtüşmemektedir. Vesselam...