Karar Yılı: 2002 - Karar No: 204
Konusu: Kadınların Başı Açık Namaz Kılmaları
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.” (Nisâ, 86)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.” (Ebû Dâvûd, Edeb 135)
Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû
(Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun)
Selâm Cennet Kelamı
Selâm, cennet kelamıdır. Cennetin görevli melekleri müminlere selâm verecek, müminler birbirlerine selâm verecek ve bunlardan daha da önemlisi, bir adı da “es-Selâm” olan Yüce Allah, müminlere selâm verecektir. Demek ki selâm hem dünyada hem âhirette müminlere sunulan çok önemli ikramlardan biridir.
Selâm nasıl verilir?
Selâmın bir çok veriliş tarzı vardır. Mesela “selâmün aleyküm”, “es-Selâmü aleyküm” ve en başta yazdığımız gibi “es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû” şeklinde verilebilir. Bunlardan en sonuncusu daha makbüldür. Hepsinin manası da müminin esenlik, barış ve güven içinde olmasını dilemektir. Selâm alınırken de “ve aleyküm selâm” denir. Dileyen buna “ve rahmetullahi ve berekâtühû” ifadesini de ekler ki böylesi daha makbûldür.
Başka İfadeler Selâm Yerine Geçer mi?
Bugün toplumumuzda selâm verilmeyip onun yerine bazen farklı ifadeler kullanılabiliyor. Mesela “günaydın”, “iyi günler”, “tünaydın”, “iyi akşamlar”, “iyi geceler”, veya bu cümlelerdeki iyi kelimelerinin yerine “hayırlı” kelimesi konularak buna benzer ifadeler kullanılıyor. Daha da ilginci baş hafifçe öne eğilerek veya sallanarak sembolik bir selâmlama yapılıyor. Bunlar, bir yönüyle güzel ifadeler olarak kabul edilse bile selâmın yerine geçebileceklerini iddia etmek mümkün değildir. Çünkü selâmın ihtiva ettiği mana ile bu ifadelerin taşıdığı anlam birbirin yerini tutmamaktadır. Selâmda mümin kardeşimiz için Yüce Allah’tan esenlik, mutluluk, hayır, barış ve güven istemiş oluyoruz. Yukarıda geçen ifadelerde ise gerek lisânen gerekse kalben Yüce Allah’tan böyle bir temennide bulunmuş olmuyoruz. Belki de kuru bir ifade ile sathi bir iyilik dileğinde bulunmuş oluyoruz. Ayrıca Allah Rasûlü (sav) nasıl selâm verileceğini göstermiş ve ümmetine öğretmiştir. İşte tarih boyunca Müslümanlar birbirlerine Allah Rasûlünün öğrettiği şekliyle selâm alıp vermişlerdir. (Erdoğan Baş, Altınoluk Dergisi Ocak-2003)
https://www.2g1d.com/
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler!..” (İsrâ, 53)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Bedende hiçbir uzuv yoktur ki, Allâh’a, dilin lüzumsuz ve çirkin konuşmalarından şikâyet etmesin!” (Heysemî, X, 302)
Hz. Ali’nin rivâyetine göre Rasûlullah (sav):
“–Cennet’te birtakım köşkler vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür.” buyurmuştu.
Bunu işiten bir bedevî ayağa kalkıp:
“–Bu köşkler kimler içindir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu.
Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz:
“–Sözünü güzel ve hoş söyleyen, tatlı dilli, yemek yediren, oruca devâm eden ve gece herkes uyurken kalkıp Allah için namaz kılan kimseler içindir!” buyurdu. (Tirmizî, Birr, 53/1984; Ahmed, I, 155)
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Aranızda mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, mallarınızı hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.” (Bakara, 188)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Bir kısım insanlar, Allâh’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka bir şey değil.” (Buhârî, Humus, 7)
Mushaftaki sıralamada doksan altıncı, iniş sırasına göre birinci sûredir. Kalem sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Baştan beş veya sekiz âyeti Hz. Peygamber’e gelen ilk vahiy olduğundan ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan kısmının ise sonraları Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bazı Kur’an tarihçileri ilk inen sûrenin Müddessir, bazıları da Fâtiha olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Buhârî ve Müslim’de Hz. Âişe’ye isnad edilen rivayete göre Hz. Peygamber, içinde yalnız kalmayı âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. gecesi (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nuranî varlığın (Cebrâil) kendisine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: “Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra ‘oku!’ dedi. Ben yine, ‘Okuma bilmem’ dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve ‘oku!’ diye tekrar etti. Ben yine ‘Okuma bilmem’ dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: ‘Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir” (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, 252).
Sûrede okumanın önemi vurgulanmakta, insanın neden yaratıldığına dikkat çekilmekte, kendini kendine yeterli görüp nankörlük eden insanın taşkınlığı ve bunun acı sonuçları anlatılmaktadır.
Mushaftaki sıralamada doksan beşinci, iniş sırasına göre yirmi sekizinci sûredir. Burûc sûresinden sonra, Kureyş sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede bazı önemli varlıklar üzerine yemin edilerek insanın yüksek değeri vurgulanmış, kötü ahlâkın bu değeri düşürdüğü ifade edilmiştir. İman edip iyi işler yapanlar övülmüş, hesap ve cezayı yalan sayanlar kınanmış, hüküm verenlerin en üstününün Allah olduğu bildirilmiştir.
Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci sûredir. Duhâ sûresinden sonra, Asr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e mânevî lütufları özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu bildirilerek Mekke’de putperestlerin baskısı yüzünden sıkıntı çeken Resûlullah ile müslümanlara teselli ve ümit verilmekte; onlardan Allah’a ibadet ve itaatlerini sürdürmeleri istenmektedir.
Mushaftaki sıralamada doksan üçüncü, iniş sırasına göre on birinci sûredir. Fecr sûresinden sonra, İnşirâh sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Rivayete göre Fecr sûresinin inişinden sonra öncekine nisbetle daha kısa bir süre vahiy kesilmiş, müşrikler bu olayı kullanarak Hz. Peygamber’e, “Herhalde rabbin sana darıldı ve seni terketti” demişlerdi. Bu sözlerden dolayı Hz. Peygamber’in duyduğu üzüntü üzerine bu sûre inmiştir (Taberî, XXX, 148).
Bizim iniş sıralamasında esas aldığımız bu rivayet dışında, Duhâ sûresinin iniş tarihine dair başka rivayetler de vardır: 1. İlk vahiyden (Alâk ve Müddessir sûrelerinin ilk âyetlerinden) sonra uzunca bir süre vahiy kesilmiş, tekrar başladığında ilk olarak Duhâ sûresi gelmiştir. 2. Necm sûresinde geçen “Cebrâil”i bütün azametiyle görme ve ona iyice yaklaşma” sonucu Hz. Peygamber’de oluşan heyecan ve sarsıntı yatışsın diye bir süre vahiy kesilmiş, sonra Duhâ sûresi gelmiştir (İbn Kesîr, VIII, 287-288, 445-446; Şevkânî, V, 378). Vahyin mâkul sebeplerle kesilip araya fâsılaların girmesi her seferinde muhaliflerin dedikodu yapmalarına vesile olmuş, Allah da bu sûreyi göndererek resulünü teselli etmiştir.
Müşriklerin üzücü söz ve davranışlarına karşı bir teselli olmak üzere Hz. Peygamber’e, yüce Allah’ın himayesi sayesinde çocukluğundan itibaren nice güçlükleri aşarak bugünlere geldiği hatırlatılmakta ve kendisinin de yetime, yoksula iyi davranması emredilmektedir.
Mushaftaki sıralamada doksan ikinci, iniş sırasına göre dokuzuncu sûredir. A‘lâ sûresinden sonra, Fecr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede insanoğlunun iki zıt huyundan, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir; imanla cömertlik ve imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir.
Mushaftaki sıralamada doksan birinci, iniş sırasına göre yirmi altıncı sûredir. Kadir sûresinden sonra, Burûc sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede bazı önemli kozmik varlıklara ve olaylara yemin edilerek insan tabiatına hem iyilik hem kötülük eğilimlerinin yerleştirildiği bildirilmiş; bu eğilimlerini doğru kullanmayanların akıbetine örnek olmak üzere Semûd kavminin helâk edilişi anlatılmıştır.
Mushaftaki sıralamada doksanıncı, iniş sırasına göre otuz beşinci sûredir. Kaf sûresinden sonra, Târık sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede bazı önemli varlıklara yemin edilerek insanın yaratılıp hayat mücadelesi içine sokulduğu, gücüne ve servetine güvenerek Allah’a karşı gelenlerin aldandığı, insana maddî ve mânevî birtakım nimetlerin verildiği, hayır ve şer yollarının gösterildiği anlatılmaktadır. Ayrıca yardımlaşma, iman ve sabır konuları ele alınarak bu konularda müminlerle inkârcılar arasında kısa bir karşılaştırma yapılmıştır.
Mushaftaki sıralamada seksen dokuzuncu, iniş sırasına göre onuncu sûredir. Leyl sûresinden sonra, Duhâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede peygamberlere karşı çıkan ve ilâhî mesajı reddeden bazı eski toplulukların başlarına gelen felâketler hatırlatılmakta; Allah Teâlâ’nın insanı çeşitli yollarla imtihan etmesine değinilmekte, bazı insanlardaki mal tutkusu ve bencillik duygusu eleştirilmekte; kıyamet halleri, iyi ve kötü insanların âhiretteki durumları anlatılarak insanlar uyarılmaktadır.
Mushaftaki sıralamada seksen sekizinci, iniş sırasına göre altmış sekizinci sûredir. Zâriyât sûresinden sonra, Kehf sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede cehennemliklerle cennetliklerin âhiretteki durumları tasvir edilmekte, Allah’ın varlığına dair deliller sıralanmakta, tebliğ yöntemi öğretilmektedir.
Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 492).
Sûrede Allah, vahiy ve Kur’an, peygamber ve tebliğ görevi, tebliğ karşısında insanların takındıkları farklı tavırlar ve bunun ebedî hayattaki sonuçları ele alınmıştır.
Kaynaklarda, Hz. Peygamber’in A‘lâ sûresini okumaktan büyük tat aldığı; özellikle vitir, bayram ve cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir (bk. İbn Kesîr, VIII, 399-400; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 310-311).
Mushaftaki sıralamada seksen altıncı, iniş sırasına göre otuz altıncı sûredir. Beled sûresinden sonra, Kamer sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede insanın yaratılışı, yapıp ettiklerinin kaydedildiği, öldükten sonra dirilmesi, Kur’an’ın muhtevasının ciddiyet ve önemi, inkârcıların tuzaklarının er geç bozulacağı gibi konulara yer verilmiştir.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“…Allah kime hidayet ederse, işte o hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın.” (Kehf, 17)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Ben ancak peygamberim. Hidâyet benim elimde değildir. Hidâyet elimde olsaydı yeryüzündeki herkes îmân ederdi. İblis de ancak kötülüğün süsleyicisidir. Dalâlet onun elinde değildir. Dalâlet onun elinde olsaydı yeryüzündeki herkes dalâlete düşerdi…” (Münâvî, II, 571)
Amerika’nın kiliselerle dolu bir kasabasında, otuzlu yaşlarda genç bir çiftçi olan Robert Davila, genetik bir hastalığı ortaya çıkarak boynundan aşağısı felç kalır. Hâlen kalmakta olduğu bakımevinde, oda arkadaşı ile Allah Teâlâ’dan bahseden sohbetleri olur.
Robert’ın âilesi, dinlerine bağlı bir hristiyandır ve her hafta bir rahip bakımevine gelip duâ etmektedir. Ölen oda arkadaşından hâtıra kalan bir haç işaretli kolye, yatağının baş ucunda asılıdır. Bir gece, Robert rüyasında birisini görür. Bu kişi, isminin “Muhammed (sav)” olduğunu söyler ve haç işaretini göstererek der ki:
“-Allah, kendilerine ibadet edilsin diye elçiler, peygamberler göndermez. Allah, elçiler gönderir ki, böylelikle siz Allâh’a ibadet edesiniz. Ve Îsâ (as) da bir insandı, çarşı pazarda dolaştı, yiyecek yedi.”
Rüyası böylece biter Robert’ın... Uyandığında tek bildiği, rüyasında öğrendikleridir. Âilesinin onun için aldığı, ses düzeneği ile çalışan bilgisayarı ile internete girebilen Robert, “Muhammed (sav) kim?” diye araştırır. İslâm Dîni’ni bulup müslüman olur.
Daha sonra, chat ortamında kendisine Kur’ân-ı Kerîm’i öğretecek birisini arar. Skype üzerinden, Mısırlı bir kardeşten Kur’ân-ı Kerîm öğrenir. On tane sûre ezberler, gözleri ve ağzı dışında hiçbir yerini oynatamayan o felçli hâliyle namazlarını kılmaya başlar, Kur’ân’ı anlamak için videolar izler… Hattâ bir gün sesli bir şekilde Kur’ân okurken, bakımevine gelen tamirci bir müslümanın kendine gelmesine vesîle olur. Çünkü bu kişi, câmi uzak diye gitmediği gibi, hissettiği boşluğu kiliseye giderek gidermeye çalışmaktadır. Kiliselerle dolu bir hristiyan kasabasında, başucundaki haç işaretini bile kaldıramayacak durumda felçli olan Robert’ın hidâyeti, onda şok etkisi yapar. (Robert Davila’nın hikâyesi için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=OlB5_Tosm9o)
Hikâye, ana hatlarıyla böyle… Rabbimizin izni ve lûtfu oldukça, imkânsız diye bir şey nasıl olabilir ki zaten? (Didar Meltem Erdem, Bir Arz-ı Hâl, Şebnem Dergisi Aralık-2016)
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
"Andolsun ki, Rasûlullâh'ta sizin için, Allâh'a ve âhıret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh'ı çok zikredenler için bir “üsve-i hasene” vardır." (Ahzâb, 21)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Ben, alışılagelen kötü âdetleri ve nefislerin lüzumsuz isteklerini ortadan kaldırmak için gönderildim.” (Kenzü’l-ummâl, XV, 226)