2 Nisan 2018 Pazartesi

BİR MEZHEBE UYMAK ŞART MI?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Mezheb, takip edilen dini yol anlamına geliyor. Hanefi, Şafi, Hanbeli ve Maliki mezheblerinin hepsine Ehl-i Sünnet Mezhebleri deniyor. Bu mezhepler itikatda tek mezhebtir, yani dördüne de; “İtikatta Ehl-i Sünnet Mezhebi ” denilir. Ehl-i Sünnet Yolu demek, Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin ve eshabının İslama inanış ve uygulayış biçimi demektir. Rasulullah aleyhisselam’dan sonra Tabiin devrinden itibaren mezhepler yaygınlaşmaya başlamıştır. Başlangıçta dörtten daha çok ehli sünnet mezhebleri varken zamanla diğerleri unutulmuş olup, sadece geriye dördü kalabilmiştir.

İslam ayrı mezhep ayrı değildir.
Mezhebe uymam Kur'anla amel ederim demek, Kanunlara uymam, yalnız Anayasaya göre hareket ederim demek gibi yanlıştır. Çünkü Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara havale etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmelikler de çıkmıştır. (Anayasa varken, kanuna lüzum yok) demek ne kadar yanlış ise, (Kur'an varken, mezhebe lüzum yok) demek, bundan daha yanlıştır. Kur’an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezhep imamları açıklamıştır. Kanunlar, Anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhepler de, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir.
Ben İslam’a göre hareket ederim, mezhebe uymam demek, Ben devletin emrine uyarım. Fakat, kanunu, polisi, hakimi dinlemem demeye benzer. Çünkü İslam’a uymak demek, dört hak mezhepten birine uymak demektir. İslam ayrı, mezhep ayrı değildir.

Mezhep imamı ne demektir?
Mezhep imamı demek, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshab-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük âlim demektir. Açıkça bildirilmeyenleri, açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek meydana çıkaran derin âlimlerdir. Eshab-ı kiramın herbiri müctehid ve mezhep imamı idi. Herbiri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezhep imamlarımızdan daha üstün idi.

Bir mezhebe tâbi olan müslüman şöyle der:
(Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden kendim hüküm çıkaramıyorum. Anladığım hükümlere güvenemem ve uymam. Mezhep imamının anlamış olduğuna güvenirim ve uyarım. [Nasıl ki dünya işlerinde işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de doktora, hem de mütehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp, kendi kendimi ameliyat etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de müctehid olan İslam âlimine yani mezhebimin imamına gider, ona teslim olur, dediklerine harfiyen uyar, yaparım.] Çünkü o, benden daha âlimdir. (Kendi anlayışı ile mana çıkaran kâfir olur) hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin, takvalarının, sonra gelenlerden kat kat üstün olduğu hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan o büyük âlimlerin bile, Kitâbdan ve Sünnetten çıkardıkları hükümler birbirine benzemiyor. Hüküm çıkarmak kolay olsaydı, hep aynı şeyi anlarlardı.)

Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışmadılar. Kendilerini bundan âciz gördüler.(Allah bana akıl vermiş ben Kur’an’ı kendim yorumlarım diyenlere duyurulur!) Resulullahın sas Kur’an-ı kerime nasıl mana verdiğini Eshab-ı kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri, herhangi bir sahabinin sözünü kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve Sahabeden bir haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı.

(Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın hadisine ve Sahabenin sözlerine uygun olmayan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! Onları alınız!

İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sünnetine uymayan bir şey bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resulullahın sünnetini alınız!)

Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil cüretkâr olur, kendini âlim sanır. Âlim olan tevazu gösterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen 72 bid’at fırkasının reisleri de derin âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine güvenerek, Kitâbdan, Sünnetten mana çıkarmaya kalkıştılar. Böylece, Eshab-ı kirama uymak şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar.

Dört mezhebin âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmakta kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiklerini anlamakta kullandılar.

Allahü teâlâ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarın) demiyor. (Resulümün ve Eshabının çıkardığı hükümlere uyun, bunları kabul edin) buyuruyor. (Resulüme itaat edin, ona tâbi olun) âyet-i kerimesi ve (Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu açıkça bildirmektedir. Âlimler bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta güçlük çekerken, bir cahil, murad-ı ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şöyle buyuruyor, Resulullah böyle buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahü teâlâ, böyle söylemeyi yasakladı. Tefsir âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sözü söylemeye cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (bu benim anladığımdır, doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını Eshab-ı kiram bile anlamakta güçlük çeker, Resulullaha sorarlardı.

Dört mezhepten birini taklit etmeyen dalalete düşer, zındık olur, başkalarını da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. Bugün var olan 4 mezhebin hepsi haktır, sahihtir. Birinin, ötekisi üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı din kaynağından alınmıştır.

Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimlerin hepsi, her müslümanın 4 mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu bildirdiler. Allahü teâlâ, amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Habibi vasıtası ile bildirdi. Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirdi. Müctehid olmayanın, bir mezhebe uyması gerekir. Resulullah efendimiz sav Kur’an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın sas vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece âlimler, Resulullaha sas uyarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl suresinin 44. âyetinde, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan eyle) buyuruldu. Beyan etmek, açıklamak demektir. Âlimler de açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Resulüne, sana vahiy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.) (Mizan)

Dört mezhebe uyanlar, birbirinin kardeşidir. İmanları aynıdır. Ameldeki bazı ayrılıkları da, Allah’ın rahmetidir. Allahü teâlâ, müctehid olmayanın bir müctehide uymasını emredip (...ve ülülemrinize itaat edin) buyuruyor. (Nisa 59)

Ülülemr, nasslardan ahkam çıkarabilen âlimlerdir. (Nisa 83)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ülülemr, Fıkıh âlimleridir.) [Darimi]

Ülülemrin Fıkıh âlimi olduğu, Tefsir-i kebirin 3. cildinin 375., İmam-ı Nevevi’nin Müslim Şerhinin 2. cildinin 124. sayfasında ve Mealim ve Nişapur tefsirlerinde de yazmaktadır. İsra suresinin (O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki 71. âyeti, Ruh-ül beyan tefsirinde açıklanırken, (Mezhebin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii yahut ya Hanefi denilir) buyuruluyor.

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri, bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.)(Redd-ül-muhtar s. 51)

S. Ahmed Tahtavi hazretleri, Dürr-ül-muhtar haşiyesinin zebayih kısmında buyuruyor ki:
(Bugün her müslümanın 4 mezhepten birinde bulunması vaciptir. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur.)

Mezhepler kardeştir.
Bir mezhepte bulunan Müslüman, diğer üç mezhepteki Müslümanları kardeş bilir. Onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Allahü teâlâ, Müslümanların imanda birleşmelerini, emrediyor. Böyle inanmaya, Ehl-i sünnet denir. Bütün Müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi inanmaları gerekir. Sonradan çıkan bid’at fırkalarının inanışlarının bozuk olduğunu bildiren muteber kitaplar çoktur.

Amelde mezheplerin bir olmayıp, çok olmasının, lüzumlu, faydalı olduğu, akıl ile de kolay anlaşılmaktadır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Dağda yaşayanlara, bir mezhep kolay iken denizcilere, bu mezhep güç oluyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hasta için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada çalışanlarla, fabrikada çalışanlar için de, bu ayrılış görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen geçiyor.
Bid’at fırkalarının istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hatta imkansız olurdu. Resulullah efendimizin rahmet olarak bildirdiği, dört hak mezhepten birine uymak gerekir.

Mezheplere karşı olanlar, Kur’an var, Hadisler var. Bunlara rağmen mezheblere gerek var mı? Mü’minlerden arapça bilenler Kur’an’ın bizzat kendisinden, arapça bilmeyenlerde meallerinden dinlerini öğrenemezler mi?”diye soruyorlar.Bu :
“Eczane var, hastane var, eczacıya ve doktora ne gerek var?” veya; “Okul var, kitab var, o halde öğretmene ne gerek var?” demek gibi bir şey.

Kur’an ve Hadis-i Şeriflerden hüküm çıkarabilecek ictihat derecesinde bir alim olmak için İmam-ı Gazali gibi ilmi, Süfyan-ı Sevri Hazretleri gibi takvası olması gerekir. Her arapça bilen müctehid olabilseydi, Ebu Cehiller Ebu Lehebler imansız kalırmıydı? Hangi okuma yazması olan birisi tıp fakültesini okumadan, sadece tıp kitablarını okuyarak kalb ve beyin ameliyatı yapabiliyor?

Bugün mü’minleri dinlerini öğrenmek için sadece meal okumaya yönlendiren bazı din görevlileri, aslında o müslümanların ayaklarını farkında olmadan cehenneme kaydırıyorlar. İmam-ı Şafii Hazretleri:
“Bizler yalnız Kur’an-ı Kerim’den dinimizi öğrenmeye çalışsa idik, beş vakit namazın nasıl kılınacağını dahi bulamazdık. Zira Allahu Teala Kur’an’da beş vakit namazı emrediyor, ama nasıl kılınacağının detaylarından açıkça bahsetmiyor. İşte bu durumda Peygamber efendimizin hadislerinde aradıklarımızı bulabiliyoruz.”

Kafanıza takılabilecek başka bir mesele de peygamberimizin zamanında mezheplerin olup olmadığı olabilir . Ona da cevap verelim inşallah: peygamberimiz sas zamanında elbette mezhepler yoktu çünkü peygamberimiz sas vardı .Sahabeler sorularına vahiy yoluyla cevap alıyorlardı fakat peygamberimizin sav vefatıyla vahiy kesildi ,sorularına cevap verilemiyordu artık .Sonrasında herkes kurandan ve hadisten hüküm çıkaramayacağı için bazı alimlerin, imamların hükümler çıkarıp fetva hazırlama zorunluluğu oluştu.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları konu edinir. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, 449 )
Konuyu örneklerle daha iyi anlayabiliriz inşallah:

Mesela Hz. Peygamber (asm.) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Ayşe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (asm.) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (asm.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Hanefi mezhebi imamı İmam Azam Ebu Hanife hazretleri ile Şafii mezhebi imamı İmam Şafii hazretleri abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı Azam hazretleri, “Peygamber (asm.) efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için efendimiz abdest almıştır.” hükmüne varırken; Şafii hazretleri abdestin bozulmasını Hz. Ayşe (ra.) validemizin Peygamber (asm.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.

Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. 


Bir başka örnekle pekiştirelim;mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazen “bazı” manasını vermek, bazen da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır.

Bunun içindir ki İmam-ı Malik hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der.

İmam-ı Ebu Hanife hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir” der.

İmam-ı Şafii hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der. Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır...

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazen birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi hazretleri özetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin... İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.” denilebilir mi?

İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur.

Peygamber (asm.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (asm.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir... 


Konunun detayları aşağıda linki verilmiş yazılarda mevcuttur.Okumanızı tavsiye ederim.

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

SALİH KULLARIN SİZE DUA ETMESİNİ İSTER MİSİNİZ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Eshab-ı kiramın, Ehl-i sünnet âlimlerinin, evliya zatların, bütün namaz kılanların ve meleklerin size dua etmesini istiyor musunuz ? O zaman yapanlar yapmayanlara duyursun!!!

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Peygamber efendimiz SAV, Cenab-ı Hakk’a teşekkürün Ona iman etmekle, yani Müslüman olmakla olacağını bildirdi. Allahü teâlâ, kendisine iman edip, İslam’ın şartlarını yerine getirenlerden razı oluyor, teşekkürlerini kabul ediyor. İslam’ın beş şartından biri namazdır. O hâlde namazını kılmayan, Allahü teâlânın nimetlerine teşekkür etmemiş olur. Ona teşekkür etmeyip namazın kıymetini bilmeyen kimseden de, namaz kılma nimeti gider, o kimse, namaz kılmaktan mahrum kalır.

Namazdan mahrum kalmak ne demektir? Düşünün ki, namazın içinde, Ettehıyyatü’de bütün salih kullara selam veriyoruz, dua ediyoruz. (Salih kul) demek, (Allahü teâlâyı seven kul) demektir. Başta Eshab-ı kiram olmak üzere, Ehl-i sünnet âlimleri, evliya zatlar, bütün namaz kılanlar ve melekler, hep salih kullardır. Çünkü Allahü teâlâya ibadet ediyorlar. Bütün bu mübarek varlıkların hepsine selam veriyoruz. Onların da selama cevap vermesi gerekir. O hâlde, selam verildiğinde, o mübarek salih kullar da, bize selam vererek dua ediyorlar. Selam, dünya ve âhiret saadeti için en iyi duadır, selamette olmak demektir.

Namaz, öyle bir ibadet ki, nerede olursak olalım, dünyada ne kadar Müslüman namaz kılıyorsa, namaz kıldığımız için bize dua ediyorlar. Biz bir selam veriyoruz, karşılığında namaz kılan Müslümanların hepsi bize dua ediyor. Allahü teâlâ bir insanı böyle bir ibadetten, böyle bir duadan mahrum bırakırsa, bundan daha büyük felaket olur mu?

Şu hâlde namaz, müminin hem dünyada, hem âhirette rahat etmesini, kurtulmasını, çok sevab kazanmasını, milyonlarca Müslümanın duasına kavuşmasını sağlayan bir sistem ve eşsiz bir ibadettir. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi renkten, hangi ırktan olursa olsun, bu kadar geniş bir kitlenin, başka türlü böyle tek bir program içerisinde olabilmesinin imkânı yoktur. Onun için namaz, bütün Müslümanlar arasında ortak bir lisan, ortak bir ibadet, ortak bir duadır, birlik ve beraberliktir. İşte ümmet demek de budur. Yani aynı anda, aynı Peygambere, aynı şekilde inanmak ve ona tâbi olmak demektir. Namaz kurtuluştur. Her gün ezan okunurken ve her farz namazda ikamet getirilirken, (Haydi kurtuluşa gelin!) buyuruluyor. Bu mübarek davete icabet etmelidir ve bu eşsiz nimete kavuşulmaya çalışılmalıdır.


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

İmtihanların En Ağırı; Çocuk

Dersten Cümleler

• Varlığı da imtihan, yokluğu da imtihan…

• Ebû Saîd el-Hudrî’nin şahit olduğu bir tablo…

• “Biz peygamberler böyleyizdir; hem başımıza gelen belâ şiddetli olur, hem de bize verilen mükâfat, o belaya nispette büyük olur.”

• Tekrar sordum, dedim ki: “Ya Resulullah! İnsanlardan en şiddetli belâya uğratılanlar kimlerdir? “Peygamberlerdir.” buyurdu. Onlardan sonra kimlerdir, diye sordum: “Allah’ın salih kullarıdır.”(Buharî, Marad: 2, 3, 13, 14, 16; Müslim, Birr, 45.)

• İnsanlığın ilk babası ve ilk atası: Hz. Adem

• İnsanlığın ikinci atası: Hz. Nuh

• İnsanlığın iman atası: Hz. İbrahim

• Beni İsrail’in ilk atası: Hz. Yakup

• Sabır kahramanlarının en mühim atası: Hz. Eyyüb

• Şiddetli imtihanlara uğrayanların örnek atası Hz. İsa

• Varlığın merhamet ve şefkat atası: Hz. Muhammed (sas)

• 1- İnsanlığın ilk babası ve ilk atası: Hz. Adem

• Her nimet, külfeti ile gelir.

• Hz. Adem ve Hz. Havva için, imtihan olarak; öldürülen Habil’in mi yükü daha ağır, öldüren ve küfür üzere olan Kabil’in yükü mü dağa ağır?

• Evladın varsa derdin var, sıkıntın var, imtihanın var, sorunun var…

• Değer arttıkça, imtihanlar da ona göre artıyor.

• 2- İnsanlığın ikinci atası: Hz. Nuh

• 3- İnsanlığın iman atası: Hz. İbrahim

• Belirlenmiş kadere doğru bir yolculuk…

• 4- Beni İsrail’in atası: Hz. Yakup

• 5- Sabır kahramanlarının en mühim atası: Hz. Eyyüb

• 6- Şiddetli imtihanlara uğrayanların örnek atası Hz. İsa

• Hz. İsa’nın dedesi, İmran; anneannesi, Hanne…

• 7- Varlığın merhamet ve şefkat atası: Hz. Muhammed (sas)

• Tüm işlerin en zirve ve en kamil hali, Efendimiz’dir.

• Efendimiz’in (sas) de en büyük imtihanı çocuktu.

• Efendimiz’in (sas) ilk çocuğu Kasım’a Miladi 598’de sahip oldu.

• “Kasım sütünü tamamlayamadan gitti. O, sütünü cennette tamamlayacaktır.”

• İbrahim’in doğumu, Efendimiz’de (sas) büyük bir sevinç kaynağı olacaktı.

• “Ey Abdurrahman! Ben sizi bağıra çağıra, ölüde olmayan vasıfları dile getirerek ağlamaktan men ettim. Yoksa gözyaşı Allah’ın rahmetidir, Allah onu sevdiği kulunun gönlüne koyar.”

• “Ey Uhud! Eğer bu acı, bu ızdırap sana inseydi, sen bile bu acıya dayanamaz paramparça olurdun!”

• “Göz yaşarır, gönül mahzun olur, ama şu dilden Allah’ı hoşnut etmeyecek tek bir kelime çıkmaz. Ey İbrahim! Biz senin ayrılığınla çok mahzunuz.”

• “Onu salih selefimiz Osman b. Maz’ûn’un yanına defin edin!”

• “Uğraşmayın, Muhammed ile… Soyuk kesik bir adam…Allah onun adını zaten unutturacak, o ölünce soyu olmadığı için adı da unutulup gidecek!”

• Asıl çocuksuzluk, maddi anlamda çocuk sahibi olup olmama değildir.

• Annelerimizden sadece ikisinin Efendimiz’den (sas) çocukları oldu: Hz. Hatice ve Hz. Mariye

• Sekiz annemizin çocukları olmamıştır.

• “Allah (cc) Hatice’ye ve Mariye’ye ikram ettiğini bize ikram etmedi!”

• “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları, hem erkek, hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar, yani vermez. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” ( Şura Sûresi, 49-50)

• “Kime ne vereceğini, kime vermeyeceğini, kime ne kadar vereceğini, kime nereye kadar vereceğini bilen sadece ve sadece O’dur. O halde verince şükret, vermeyince şükret, alınca şükret, verdiği için seni dert sahibi kıldığı için şükret, vermediği için seni dert sahibi etmediğinden dolayı şükret, yani her haline şükret!”

• “Mallarınız ve çocuklarınız, sizler için birer fitnedir/imtihan vesilesidir. Unutmayın, asıl mükafat Allah katındadır.” (Enfal Sûresi, 28)

• “Varlığı da imtihan, yokluğu da, hem de öyle bir imtihan ki, peygamber sırtı yere getiren bir imtihan… Öyle ise bulunduğun zeminde imtihanda olduğunu unutma ki, kazanabilesin, başarabilesin; kendini de, çocuklarını da yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından kurtarabilesin.”


Muhammed Emin Yıldırım 

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

31 Mart 2018 Cumartesi

Çocuklar İçin Fiili Bir Dua İsim Koyma

Dersten Cümleler

• Çocuğun doğumu ile başlayan terbiye süreci

1- Tahnik
2- Ezan ve kamet
3- İsimlendirme
4- Akika
5- Salihlerden Dua

• Erkek çocukların sünnet edilme meselesi…

• Bugünkü dersimizin başlığı: “Çocuklar İçin Fiili Bir Dua İsim Koyma”

• “Her insana isminden bir nasibi vardır.”

• “Süheyl’se eğer Allah işimizi kolaylaştıracaktır.”

• İmam Malik’in Muvatta’da aktardığı rivayet… Hadiseyi bize nakleden ise Yahya b. Said’dir. (Muvatta, İsti’zan, 24)

• Efendimiz (sas) hangi isimlerin konulmasını tavsiye etmiştir?

• Efendimiz (sas) hangi isimlerin konulmasını hoş karşılamamıştır ve hangi isimleri değiştirmiştir?

• 1- Tevhid akidesine aykırı isimleri koymamış, konulmuşsa da değiştirmiştir.
• 2- Anlamı ve çağrışımı olumsuz olan isimler koymamış, koyulmuşsa da değiştirmiştir.

• Allah Resulü’nün (sas) ilk günden itibaren mücadelesi, tevhidin inşası idi.

• “Kulu La ilahe illallah tuflihu!/Allah’tan başka ilah yoktur deyin ve kurtulun!”

• Abdurrahman b. Avf’ın asıl ismi, Abdüavf b. Avf’tı…

• “Muhammed atalarımızın, babalarımızın bize koydukları isimlere bile tahammül etmiyor, o isimleri bile değiştiriyor.”

• Rahman, Samed, Halık, Baki, Rezzak, Bari gibi isimler muhakkak Abd izafesi ile kullanılmalıdır ve isim olarak verilecekse, Abdurrahman, Abdussamed, Abdulhalık, Abdulbaki, Abdurrezzak,
Abdülbari şeklinde olmalıdır.

• Ama bazı Esmaü’l-Hüsna’dan isimler vardır ki bunların mücerred olarak yani tek başlarına kullanılmaları caizdir. Mesela, Ali, Aziz, Macid, Mecid, Mûcib, Rafî, Reşid, Rahim ve Raûf gibi…

• Efendimiz (sas) eğer isim değiştirecekse, erkekler için Abdullah ve Abdurrahman, kızlar için ise Zeynep ve Cemile isimlerini seçmiştir.

• Sanem/Senem ismi üzerine bir değerlendirme…

• 2- Anlamı ve çağrışımı olumsuz olan isimler koymamış, koyulmuşsa da değiştirmiştir.

• Efendimiz’in (sas) üç torununa koyduğu isimler: Hasan, Hüseyin, Muhassin…

• “Ben çocuklarıma Harun’un çocuklarına verdiği gibi isimler verdim. O, Şebber, Şübeyr ve Müşebbir diye çocuklarını isimlendirdi, bende çocuklarımı Hasan, Hüseyin ve Muhassin diye isimler verdim.”

• Münzir, Allah adına korkutan…

• “Hayır, sen adın bundan böyle Zür’a’dır/Ziraatçi’dir.

• “Allah dedeme rahmet etsin. O gün bırakmadı, ismini Resulullah değiştirsin, dedemden sonra iki yakamız bir araya gelmedi. Hep sert kayalara çarpıp durduk.

• “Resûlullah (sas) Asi/İsyankâr, Atele/Şiddet, Sertlik, Şeytan, Ğurab/Karga, Hubab/Bir şeytan ismi, Şihab/Alev isimlerini her zaman değiştirmiştir. Olumsuz isimleri değiştirirken hep olumlu karşılıklarını kullanmıştır. Mesela; Şihab’ı Hişam/Cömert, Harb’i Silm/Barış, Sulh ve Muzdaci’/Yatan ismini Münbais/ Ayakta adlarıyla değiştirdi. Afire/Çorak adını taşıyan bir araziyi ise Hadire/Yeşillik diye, Şi’bu’d-Dalalet’i/Sapıklık mahallesi/geçidini, Şi’bu’l-Hüda/Hidayet mahallesi/geçidi olarak isimlendirdi. Benu’z-Zinye’yi/Zina oğullarını ise Benu’r-Rüşd /Doğruluk oğulları şeklinde değiştirdi.”

• “Ben Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘ecda’ şeytandır” dediğini işittim. Bundan böyle sen Mesruk b. Abdurraahman’sın.”

• Yahya b. Said’in anlattığına göre Hz. Ömer bir adama: “İsmin nedir” diye sordu. Adam: “Cemre (Kor ateş)” dedi. “Kimin oğlusun” diye tekrar sordu. Adam: “İbnî Şihab (Alevoğlu), deyince; “Kimlerdensiniz” dedi. Adam: “Humkâlardan (Ahmaklardan)” “Eviniz nerede” diye sordu. “Hirretu’n-Nâr’da (Hararetli ateş)” cevabını alınca; “Hangisinde” dedi. “Zatı Lezâ’da (Şiddetli alev)” cevabını alınca; Hz. Ömer (ra): “Bu kadar olumsuz isimle senin ocağın batmış…”

• Berre ismine Efendimiz’in (sas) müdahalesi…

• Ümmü Seleme annemizin kızının adı Berre idi. Efendimiz onun adını da Zeynep diye değiştirdi.

• Efendimiz, asıl adı Berre olan Cüveyriye validemizin ismini de değiştirmiş,ona Cüveyriye ismini vermiştir. Cüveyriye, küçük, genç ve güzel kız demektir.

• Efendimiz (sas) hangi isimlerin konulmasını tavsiye etmiştir?

• 1- Efendimiz (sas) kendinden önceki Peygamberlerin isimlerinin verilmesini tavsiye etmiştir.

• “Peygamberlerin isimleriyle isimlenin.” (Ebû Davud, Edeb, 69)

• 2- Efendimiz (sas) kendi isminin de çocuklara verilmesini tavsiye etmiştir.

• Efendimiz (sas) “Benim ismimle isimleniniz!” demiş, “İki, üç oğlu olan benim ismimi çocuklarına versin” tavsiyesinde bulunmuştur.

• “İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi kendinize künye yapmayın!”

• “Oğlunun adı Abdurrahman olsun, künyen ise Ebû Abdurrahman olsun!”

• 3- Efendimiz (sas) Sahabe’sinin isimlerinin konulmasından hoşlanmış ve bunu tavsiye etmiştir.

• “İsmi dedesinin ismi, künyesi dedesinin künyesi, yani ismi Abdullah, künyesi Ebû Bekir olsun!”

• 4- Efendimiz (sas) birden fazla isim konulmasına müsaade etmiş ve güzel lakaplarda verilmesini tavsiye etmiştir.

• “Benim beş ismim vardır: Ben Muhammed’im (çok övülmüş), ben Ahmed’im (çok hamd eden, sevilmiş), ben Allah’ın benimle küfrü mahvedeceği el-Mâhî’yim (mahvedici). Ben Hâşir’im (toplayıcı), insanlar benim arkamda haşredilecektir. Ben Âkıb’ım (en son gelen), benden sonra peygamber gelmeyecek olanım.” (Buhari, Menakıb, 17; Müslim, Fezail, 125)

• İsim verme konusunda toplumumuzda yapılan iki büyük yanlış:

1- Kur’an’da olmalı
2- Başka kimselerde olmamalı.

• Aleyna, Ecrin, Ünzile isimlerinin anlamları…

• İsimlerin Arapça olması şart mıdır?

• İslam lisanı ile isim koymaya dikkat etme…

• Sünnet meselesi, Hz. İbrahimî bir gelenek olarak bölgede uygulanıyordu.

• Yahudiler çocuğun doğumun 8. gününde, Cahiliye Arapları ise doğumun 7. gününde çocuklarını sünnet yapıyorlardı.


 Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

30 Mart 2018 Cuma

Nebevî Medrese’de Çocuk Terbiyesi

Dersten Cümleler

• “Gelmeyenin ayağına gitmek, ruhunun açlığından haberi olmayana bunun haberini ulaştırmak, bağı koparanla o bağı tesis etmek.”

• “Gün gelecek Allah benim adımı yeryüzünde güneşin doğup battığı bütün yerlere, kıldan tüyden yapılan bütün çadırlara, kerpiçten kiremitten yapılmış bütün evlere ya izzet ile ya zillet ile sokacaktır.”

• Zamanın Mürşidi Abdülhakim el-Hüseyni, Efe hazretlerini ziyarete gidince, Efe hazretleri seviniyor ve o sevincinden hocası için bu dizeleri söylüyor.

• Nübüvvet Medresesi, insanlıkla yaşıt olan bir medresesidir.

• Efendimiz’in (sas) 4 kızı, 3 oğlu olmuş; oğullarını çok erken yaşlardan kendi elleri ile toprağa vermiş; yine kızı Zeyneb’i 30 yaşında, Rukiyye’yi 23 yaşında, Ümmü Gülsüm’ü 27 yaşında toprağa emanet etmiş, geriye kalan tek kızı olan Fatıma annemiz ise babasının vefatının arkasından 6 ay geçmeden 27 yaşlarında vefat etmiştir.

• Efendimiz (sas) varlığı ile yokluğu ile çocuk meselesinde imtihanların en ağırını yaşamıştır.

• Efendimiz (sas) dört kızının terbiyesi ile bizzat ilgilenmiş ve bu konuda bizlere çok önemli mesajlar vermiştir.

• O’nun (sas) terbiyesinde yetişenler…

• Efendimiz’in üvey çocukları sayılan; beşi kız, beşi erkek tam 10 çocuk…

• İki önemli mesele: Biri çocuğun değer ve kıymeti, ikincisi ise terbiyenin usul ve üslubudur.

• Nübüvvet Medrese’sinde çocuğun değer ve kıymeti nedir?

• 1- Çocuk, ailenin/evin meyvesidir.

• “Kulun çocuğu öldüğü zaman Allah, canı almakla vazifeli olan meleklere sorar: ‘Kulumun çocuğunun canını mı aldınız?’ Melekler: ‘Evet Ya Rabbi’ derler. Allah (cc) der ki: ‘Demek kulumun gönlünün meyvesini mi devşirdiniz/ kopardınız?’ Melekler: ‘Evet Ya Rabbi!’ derler. Allah: ‘Peki, kulum ne dedi?’ der. Melekler: ‘Sana hamdetti ve ‘Biz Allah içiniz ve Ona döneceğiz’ dedi. Bunun üzerine Allah der ki: ‘Gönlünün meyvesini koparmanıza rağmen bana hamd edip yönelen bu kulum için Cennette bir köşk hazırlayınız ve adını da Hamd evi koyunuz.” (Tirmizi, Cenâiz, 36)

• 2- Çocuk, çok büyük bir imtihandır.

• Verirse imtihan, vermezse imtihan, verdiğini geri alırsa imtihan…

• Çocuk, bazıları için put haline getirilebilir!

• “Evlat ateşi ile yananı Allah (cc) inşallah cehennem ateşi ile yakmayacaktır.”

• “Sizden üç çocuğu ölen her bir kadın, bu ağır imtihana sabrederse, muhakkak vefat eden o çocuklar, annesi için Cehennem’e karşı bir siper olur.” Hanımlardan biri sordu: “Ya Resulullah! Ya iki tane çocuk için ne dersin?” Buyurdular ki: “İki çocukta o kadın için Cehennem’e karşı siper olur.” (Buhari, Hisam, 9; Müslim, Birr, 152)

• “Aman sabırlı ol, sen cennet kapılarından birine geldiğinde, çocuğun teşrifatçı olacak, gel baba, gel diyecek; böyle bir mükafata Allah seni nail edecek, böyle bir mükafata ermek ismez misin?” O Sahabî: “Nasıl istemem Ya Resulullah! Bu müjde sadece bana mı yoksa bu halde olan tüm müminlere mi?” diye sordu. Efendimiz (sas): “Hepinize, hepinize” dedi. ( Ahmed b. Hanbel,el-Müsned, 5/35)

• 3- Çocuk, ilahî bir emanettir.

• Sahip değil, şahitsin.
Malik değil, emanetçisin.

• “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar.”

• Esved b. Serî isimli Sahabî kimdir?

• “Ya Resulullah! Güzel övgüler aşkına beni dinle!”

• “Bazı kimselere ne oluyor ki işi çocukları öldürmeye kadar işi götürdüler.”

• “Siz neydiniz peki, daha düne kadar sizde müşriklerin çocukları değil miydiniz?”

• Her doğan İslâm fıtratı üzerine doğar. Dilleri dönmeye başlayınca ebeveynleri onları Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır.” (Darimî, Siyer, 25; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/435)

• 4- Çocuk, büyük bir nimettir.

• “El-Vehhab olan Allah’ın En Büyük Bahşişi Çocuk”

• 5- Çocuk, müminse salih amel, münkir ise fasit ameldir.

• 6- Çocuk, müminin kapanmayan amel defteridir.

• “Ademoğlunun öldüğü zaman amel defteri kapanır; ancak şu üç kişi müstesna: Geride bırakılan sadaka-i cariye, faydalanılacak ilim, salih bir evlat…”

• 7- Çocuk, insanın varisi, soyunun devamıdır

• “Her peygamberin nesli kendindendir; benim soyum ise Fatıma’dandır.”

• 8- Çocuk, müminin göz aydınlığıdır.

• 9- Çocuk, ebeveynin cennetteki derecesini yükselten bir vesiledir.

• 10- Çocuk, en önemli muallimlerden biridir.

• Çocuktan daha iyi sabır muallimi yoktur..

• “Allah’ın kulları içerisinde öyle kullar vardır ki, Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları mağfireti ile yargılamaz, onlara sevgi nazarı ile bakmaz!”

• “Onlar anne ve babasından yüz çevirip giden evlattır. Onlar, çocuklarını terk edip giden babadır. Onlar, kendilerine yardımda bulunan insanların iyiliklerini unutup, iyilik gördüğü insanlara karşı nankörlük yapan adamdır.” (Müslim, Zekat, 40; Ebû Davud, Zekat, 45)

• “Allah’ım! Bizi evlatlarımızla, evlatlarımızı bizimle mahcup etme!” (amin)


 Muhammed Emin Yıldırım 

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

29 Mart 2018 Perşembe

Çocuk Terbiyesinde İki Önemli Azık; Muhabbet ve Merhamet

Dersten Cümleler

• Mescid-i Nebevi’deyiz; Sahabe, Efendimiz’in etrafında tabir caiz ise bir annenin etrafında olan çocuklar gibi nurdan bir halka oluşturmuş, Efendimiz’de o talebelerine cennet hayatını anlatıyor.

• “Öyle nimetler verecek ki, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne hayaller ona erişmiş!”

• “Ya Resulullah! Cennette at var mı? Biz orada ata binebilecek miyiz?”

• “Eğer Allah seni Cennete koyarsa, orada canının her çektiğini, gözünün her hoşlandığını, karşında bulacaksın.” (Tirmizî, Cennet, 11)

• “Ey Ademoğlu! Senin gözün doymaz ama al bakalım bunu!”

• “Ya Resulullah! Cennette de çalışmayı, ziraatı isteyen birisi ya Kureyş’ten ya da Ensar’dan olabilir. Çünkü onlar çiftçidirler. Biz ise çiftçi değiliz. Biz girsek orada yatmayı isteriz, onlar Cennet’e girse, orada bile çalışmayı isterler!” Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem azı dişleri görününceye dek güldü. (Buhari, Kirâe’l-Ard, 3)

• Sohbet, ruhların gıdasıdır.

• İlk dersin taharet olduğunu, onun ise üç alanı olduğunu, aklın, zihnin, düşüncelerin tahareti ile selim bir itikadın, duyguların tahareti ile mahremiyetin, beden, elbise ve mekan tahareti ile nezafetin inşa edildiğini söyledik.

• “Çocuk Terbiyesinde İki Önemli Azık: Muhabbet ve Merhamet”

• Çocuk Terbiyesinde Muhabbet

• Muhabbet çocuk terbiyesinin tohumudur.

• “Biri birini severse, sevgisini izhar ettirsin.”

• “Beni kendisi için sevdiğin Allah’ta seni sevsin!”

• “Muhabbeti yüreğinizde saklamayacak, çocuklarınıza bunu yansıtacaksınız”

• Sevgi harcandıkça bitmez, korkmayın; harcandıkça çoğalan bir nimettir sevgi…

• Akra b. Habis: “Ya Resulullah! Benim on tane çocuğum var, daha bir tanesini öpmüş değilim!”

• Efendimiz (sas): “Allah senin yüreğinden şefkati almışsa ben ne yapabilirim ki?” Merhamet et ki, merhamet bulasın!”(Buharî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)

• Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, oğlu Fehim es-Seyyid İsmail’e yazdığı mektup:
“İzzetli, saadetli, faziletli, marifetli, hakikatli, diyanetli, siyanetli, yar-ı ğarım, sırrım ve oğlum Fehim es-Seyyid İsmail Efendi huzuruna…
Gül-deste-i dua, sünbül beste-i sena ihdası ile pürsiş-i hatırı latifeleri cümleye takdimden sonra, mübarek didelerin bus edip, Hüdayı Müteal Hazretlerinin, Hafız ismine emanet veririz.”

• “Sevgi, çocuğa şeytanın ve şeytanlaşmış insanların tesirini kıran en önemli iksirdir.

• Efendimiz (sas): “Ümmetimin çocuklarına, şeytanın ortak çıkmasından korkarım!”

• “Ya Resulullah! Böyle olmaması için Şeytan’ın tesirini nasıl kırabiliriz?” Efendimiz (sas) der ki: “Onlara sevgiyi ve hayâyı öğreterek!”

• “Nasıl çocuklarımıza muhabbeti talim ettireceğiz?”

• “Size Resulullah’ın sevgi adına söylediği bir söz ulaştı mı?

• “Biz Resulullah’tan şunu duyduk: “Sevgi verasetle kazanılır!”

• Evlerin sofraları, evlerin Suffalarıdır.

• “Allah’ı sevmek imanın bir hakkıdır. Peygamberi sevmek Allah’ın bir hakkıdır. Sahabe’yi ve Ehli Beyt’i sevmek ise Resulullah’ın bir hakkıdır.”

• Allah’ı sevmek imanın bir hakkıdır: Bakara 165
Resulullah’ı sevmek Allah’ın bir hakkıdır: Ali İmran 31
Sahabe’yi ve Ehli Beyt’i sevmek Resulullah’ın bir hakkıdır: Şura 23

• “Sen doğrusun, benim gözüm yanlış!”

• Nimetin tezekkürü, muhabbettin ziyadeleşmesidir.

• Sevgide itidal meselesi…

• Hz. Üsame örneği…

• “Allah’ın bir emrini iptal etmek için mi benim huzuruma geldin?”

• “Ey İnsanlar! Sizden önceki kavimlerin helak sebeplerinden biri şuydu. Onların içersinde zayıflar, köleler, kimsesizler, cezayı hak edecek bir iş yaptıklarında, ceza onlara uygulanırdı. Ama içlerinde soylu olan, zengin olan, cezayı hak edince, ona ceza uygulanmazdı. İşte helak sebebi bu oldu. Vallahi! Hırsızlık yapan kızım Fatıma bile olsa onun elini keserdim.”

• Çocuk Terbiyesinde Merhamet

• Merhamet, talim ve terbiyenin temelidir.

• “Evladım böyle yapıp beni mahcup etme, böyle yapıp mahcup olma!”

• Menfaat üzere değil, merhamet üzere…

• Efendimiz (sas) Sahabe’yi kendisine adam olsun diye değil, İslam’a adam olsunlar diye yetiştirmiştir.

• Enes b. Malik’in hatırası…

• Bedevinin biri, mescidin bir köşesine bevl etmeye başlaması…

• “Allah’ım! Sadece bana ve Muhammed’e rahmet et! İkimizden başkasına merhamet etme!”

• Abdullah b. İkraş’ın hatırası…

• Muaviye b. Hakem’in hatırası..

• Çocuğunuzu internette, televizyonun karşısında, sokakta, yüreğinizi dağlayacak bir manzara üzerinde görseniz ne yaparsınız? Bir baba olarak tavrımız nasıl olmalı?

• Fadl b. Abbas’tan, iki rivayet…

• “Bir kadın ve erkek birbirlerine baktıklarında aralarına şeytan girer!”

• Havvat b. Cübeyr el-Evsî’den bir hatıra…


 Muhammed Emin Yıldırım 

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

28 Mart 2018 Çarşamba

Kafirleri dost edinmekle ile ilgili ayetler

İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:

Bir adam bir başka adama rastlar ve:

Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl-i Ekrem şu âyeti okudu:

“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” [Mâide sûresi (5), 77-81].

Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:

“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7)

“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesin! Kim bunu yaparsa, onun Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz!”

Âl-i İmrân 28

Allah-u Teâlâ başka bir ayette şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

“Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz ki o da onlardandır! Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez!”

Maide 51

 Dostluk ve Düşmanlık, İman Kulplarının En Sağlam Olanıdır!

Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadiste şöyle buyurmuştur:

أَوْثَقَ عُرَى الإِيمَانِ الْمُوَالاَةِ فِي اللَّه وَالْمُعَادَاة فِي اللَّه وَالْحُبّ فِي اللَّه وَالْبُغْض فِي اللَّه عَزَّ وَجَلَّ

“İman kulplarının en sağlamı, Allah için dost edinmek, Allah için düşmanlık etmek, Allah için sevmek ve Allah Azze ve Celle için buğzetmektir.”

Albânî Sisiletu’l-Ehâdî’s-Sahîha 798

Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, dost edinmekle düşman edinmenin dinen farz olduğuna iman ederler. Hatta bu, “Lâ İlâhe İllallah” şehadetinin gereklerinden ve şartlarındandır. Akide ve imanın büyük bir esasıdır. Müslümanın buna riayet etmesi gerekir. Bu esası pekiştirmek için bir çok nas gelmiştir.

Bunlardan birisi Allah-u Teâlâ’nın şu emridir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ...

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinm
eyin!..”

Mümtehine 1

 Mutlak Anlamda Kendilerinden Uzaklaşmayı Hak Edenler:

İster Yahudi olsun ister Hristiyan olsun ister Mecusi olsun, müşrik ve kâfir kimseler böyledir. Aynı şekilde bu hüküm küfre götüren işleri yapan Müslümanlara da uygulanır. Allah’tan başkasına yalvarmak, Allah’tan başkasından yardım istemek, Allah’tan başkasına tevekkül etmek, Allah’a veya Rasulüne veyahut da dinine sövmek, dinin bu çağa uygun olmadığı inancı ile dini hayattan ayırmak ya da kendilerine karşı delili ortaya koyduktan sonra bu tutumlar içerisinde bulunanlara karşı Müslümanların cihad edip onları sıkıştırmaları gerekir. Yeryüzünde fesad çıkarmak için onları terkedemezler.

Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ

“Ey Nebi! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et! Ve onlara karşı sert davran! Onların varacakları yer, cehennemdir! Orası ne kötü bir dönüş yeridir!”

Tahrim 9

Allah-u Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:

لا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ...

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Rasulüne düşman olanlara karşı sevgi beslediklerini göremezsin!”

Mücâdele 22

"İkiyüzlülere (münafıklara) kendileri için acıklı bir azap olduğunu müjdele.
Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp da küfre sapanları dostlar ediniyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır."

(Nisa Suresi 138 ve 139.ayetler)

"Ey iman sahipleri! Müminleri bırakıp da küfre sapanları (kafirleri) dostlar edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a açık bir kanıt mı vermek istiyorsunuz? "
(Nisa Suresi, 144.ayet)

"Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesin. Kendinizi korumak için bu yola başvurmanız hariç. Kim bunu yaparsa, Allah ile ilişiği kesilir. Allah sizi, kendisinden sakınmaya çağırır ve dönüş yalnızca Allah’adır." 
(Ali İmran Suresi, 28.ayet)

"Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın! Onlar, size Hak’tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah’a inandığınız için Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.

Onlar sizi ele geçirirlerse size düşman olurlar; ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar, inkâra sapmanızı isterler. "

(Mümtehine Suresi 1 ve 2.ayetler)

"Rabbinden sana vahyedilene uy! O’ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz çevir! "
(Enam Suresi 106.ayet)


"Allah, Kitap’ta size şunu da indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar onların yanında oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi sayılırsınız. Hiç kuşkusuz Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir."
(
Nisa Suresi, 140.ayet

27 Mart 2018 Salı

Cehennem Siperi ve Cennet Müjdesi; Kız Çocuğu

Dersten Cümleler

• Her nimet, külfeti ile gelir.

• Çocuk terbiyesi meselesinde, özel bir konu olarak kız çocukları…

• “Onlardan birine kız çocuğu müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Bak ne kötü hüküm veriyorlar!” (Nahl Sûresi, 16/58-59)

• “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman” (Tekvir Sûresi, 8, 9)

• Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülme meselesi, sadece tarihi rivayetlerin konusu değil, Kur’an’ın konusudur.

• “Bundan sonraki hayatında, hayırları çoğalt!” (Darimi, Sünen, 255/869)

• “Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.” (Buhârî, Zekât, 10, Edeb, 18; Müslim, Birr, 147)

• Kız çocukları Cehennem siperidir.

• “Ben kızların babasıyım!”

• Kız çocuğu, derdi bitmeyen bir derttir. Kız çocuğu kapanmayan bir yürek yarasıdır.

• “Kim üç tane kız çocuğu yetiştirir, güzel terbiye eder, evlendirir ve onlara iyilikte bulunursa, o kişi için cennet vardır.” (Ebû Davud, Edep, 120, 121)

• “Onun içinde hüküm aynıdır.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 3, s. 303)

• Her nimetin bir külfeti vardır. Nimetin ağırlığı, imtihanın da ağırlığıdır.

• Bir baba için temel hedef, kızını saliha bir kız olarak yetiştirmektir.

• O halde saliha kadın kimdir?

• Abide, Saime, Kaime, Mücahide, Talibe, Muallime, Alime, Fakihe…

• “Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah, birini diğerine üstün kılmıştır. O erkekler mallarından onlara infak ederler. Saliha kadınlar, itaatkâr olanlardır. Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır.” (Nisa Sûresi, 4/34)

• Kur’an’a göre saliha kadın? İtaatkâr ve iffetli kadın…

• “En hayırlı kadın odur ki, kocası kendisine baktığı zaman, yüreğine serinlik gelip, hoşnut olan; emrettiği zaman kocasına itaat eden, kendisini arzuladığı zaman kocasını rencide etmeyip, ona karşı direnmeyen, kocasının kendisine emanet ettiği malları, onun onaylamadığı şekilde harcamayan kadındır.”

• “Böyle yapmaya devam et; çünkü o senin ya cennetin ya cehennemindir.”

• Hz. Aişe annemiz diyor ki: “Allah Resulü’ne sordum: ‘Kadın üzerinde en çok hak sahibi olan insan kimdir?’ Efendimiz: ‘Kocandır!’ diyor. ‘Peki, Ya Resulullah! Erkek üzerinde en büyük hak
sahibi olan kimdir?’ Efendimiz: ‘Annesidir?”

• Kadını kocasına itaat ettiriyor, evladı ise öncelikli olarak kadına/ annesine itaat ettiriyor.

• “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben, şöyle yan yana bulunacağız.” (Müslim, Birr, 149)

• “Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi veyahut da iki kızı veya iki kız kardeşi olup da geçimlerini güzel sağlar, onlar hakkında Allah’tan korkarsa, o kişi için cennet vardır.” (Tirmizi, Birr, 13)

• “Siz erkek çocuklarınızı sevin, kız çocuklar zaten kendilerini sevdireceklerdir!”

• “Sorumluluk Şuuru, Adalet Duygusu ve İtaat Bilinci”

• Hz. Aişe annemiz: “O, tam babasının kızıdır.”

• “Ey Kureyş Cemaati! Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Haşim oğulları! Ey Zühre oğulları!”

• “Ey Amcam Abbas! Ey Halam Safiyye!Ey Kızım Fatıma!

• “Nefsinizi Allah’tan satın almaya çalışın; akrabam, yeğenim, babam peygamber diye bana güvenmeyin; vallahi yarın Allah katında sizin için hiçbir şey yapamam!”

• “Üzülme kızım Allah babanı asla zayi etmeyecektir.”

• “Allah’ım! Kureyş’i sana havale ediyorum. Allah’ım! Kureyş’i sana havale ediyorum. Allah’ım! Kureyş’i sana havale ediyorum.”

• “Allah’ım Amr b. Hişam’ı, Utbe b. Rebia’yı, Şeybe b. Rebia’yı, Ukbe b. Ebî Muayt’ı, Ümeyye b. Halef’i, Ümare b. Velid’i sana havale ediyorum.”

• Kız çocuklarında adalet duygusu…

• Hz. Fatıma, babasının kızı olarak Havle bint Hakim validemiz ile birlikte babasını, Sevde bint Zem’a ile evlendirir.

• İtaat bilinci meselesi…

• “Ya Fatıma, Allah’tan kork ve Allah’a karşı vazifende kusur etme! Allah’ın omuzlarına yüklediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da daima sadık ve itaatkâr ol! Onun hakkını da gözet!”

• Peygamberler dinden konuşanlardır, dinden geçinenler değil…

• “Sana istediğinden daha hayırlısını bildireyim mi? Yatağına girmek istediğin zaman, otuz üç defa Sübhanallah, otuz üç defa Elhamdülillah, otuz üç defa ya da otuz dört defa Allahüekber de”

• Hz. Fatıma: “Vallahi o tespihatı yapmaya başlayınca evdeki işlerim hafifledi, bedenim ise kuvvetlendi.”

• “Allah’ı zikretmek insanın kalbine rahatlık verdiği gibi cesedine de güç verir.”

• “Babacığım! Meleklerin gıdası tekbir, tehlil, tahmid ve tespihtir. Peki, insanların gıdası nedir?

• “Açın, açın kapıyı! O kapıyı çalış, Fatıma’nın çalışıdır.”

• “Ey İlklerin İlki! Ey Sonuncuların Sonu! Ey Kuvvet sahiplerinin en güçlüsü! Ey Düşkünlerin en şefkatlisi ve Ey Merhametlilerin en merhametlisi! Sen de bu kelimelerle Rabbine dua et!”

• “Dünya için gittim, ahiret için döndüm; babam bana şu kelimeleri öğretti!”

• “Desene bugün bizim için hayırlı bir gün oldu!”


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

26 Mart 2018 Pazartesi

Sahabe’nin Örnekliğinde Çocuk Eğitimi

Dersten Cümleler

• Nimetin değeri artıkça, külfeti de artar…

• “Neden biz Sahabe’nin örnekliğine ihtiyaç duyarız?”

• Abdullah b. Ömer’in Tebûk’taki hatırası…

• “Baksanıza şu iki salih adama… Salim Mevla Ebî Huzeyfe ve Abdullah b. Ömer…”

• “Onlar sarsıntı içerisinde olanlara sabit dağlar, yolunu kaybedenlere yol olan nehirler, yönlerini yitirenlere yön gösteren yıldızlardır.”

• Ashab-ı Kiram’a çağrı hale, yaşadığımız zamana bir çağrıdır.

• “Sahabe ve Çocuk Eğitimi”

• Ashab-ı Kiram, hayatın birçok alanında gösterdikleri başarıyı, aynı oranda çocuk yetiştirmede gösteremediler.

• İbn Sa’d, Tabakat’ında, tekrarsız, 1390 erkek Sahabî’nin hayatını bize anlatır. Tekrarsız olarak anlattığı hanım Sahabî’de 534’tanedir. Toplam anlattığı Sahabî sayısı, kadın-erkek 1924 tanedir.

• İbn Sa’d, 1929 tane erkek tebe-i tabiîn ve etba-i tabiîn neslinden şahıs bize anlatıyor. 83 tane de hanım Tabiinin hayatına yer veriyor. Yani ikinci ve üçüncü neslin kadın-erkek toplamı 2012’dir.

• 2012 Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn şahsın kaç tanesi Sahabe çocuğudur? Sayı 500’e varmamaktadır.

• Tabakat’ta zikredilen, Medineli tabiîn sayısı: 889’dur. Bunların ancak yüzde 40’ı yani 350- 400 tanesi Sahabe çocuklarından oluşuyor.

• Mekkeli Tabiîn sayısı, 131, Taifli Tabiîn sayısı, 21, Yemenli Tabiîn sayısı 34’dür.

• Kufeli Tabiîn ve etba-ı tabiîn sayısı 894, Basra, 435, Bağdat, 165, Şam, 138’dir.

• Hz. Ebu Bekir’in, 3 oğlu, 3 kızı var…

• Hz. Ömer’in Abdullah dışında, 7 oğlu daha var. Orta Abdullah yada Ubeydullah, Abdurrahman, Asım, Zeyd, küçük Zeyd, İyad, küçük Abdullah…

• Hz. Osman’ın dokuz oğlu var: Abdullah, Ömer, Halid, Velid, Said, Abdülmelik, Utbe, diğer Abdullah ve Eban…

• Hz. Ali’nin Sahabe olmayan erkek çocuklarının sayısı 11 tanedir.

• Zübeyr b. Avvam’ın 10 oğlu var.

• Hz. Talha’nın 10, Abdurrahman b. Avf’ın 20, Sa’d b. Ebî Vakkas’ın 18, Ebu Ubeyde’nin 2, Said b. Zeyd’in 12 erkek çocuğu vardır.

• Yeryüzünün en hayırlı nesli olan Sahabe bile istedikleri kıvamda çocuk yetiştirememişlerdir.

1- Çocuk eğitimi, Sahabe’nin bile zorlandığı bir alandı.
2- Çocuk eğitimi, Peygamber’in iklimine zemin olmuş, Medine’de bile kolay değildi.
3- Çocuk eğitimi, Miladi 6. ve 7. asrın bile en ağır imtihanı idi.
4- Çocuk eğitimi, yapılabilecek her türlü iş ortaya konduktan sonra bile neticesi olmayabilecek bir işti.
5- Çocuk eğitimi, sabır ve sebat isteyen büyük bir sorumluluk ve ağır bir vazife idi.

• İki örnek üzerinden meseleyi anlamak: Hz. Ebû Bekir, Ğaylan b. Seleme…

• Bu Sahabî efendimizin Amir, Ammar, Nafi adında üç oğlu, Badiye isminde de bir kızı vardı.

• “Büyüyünceye kadar küçüğünü, iyileşinceye kadar hasta olanını, dönünceye kadar gurbette olanını severim.”

• Hz. Ebu Bekir, ilk evliliğini Kuteyle bint Abdüluzza ile yapmış, ondan hicretin nazlı gelini Zatu’n-Nitakayn lakaplı Hz. Esma ve hicret günlerinin küçük istihbaratçısı Abdullah olmuştur.

• İkinci evliliğini Ümmü Ruman bint Amr ile yapmış, ondan da Abdurrahman ile Aişe validemiz olmuştur.

• Üçüncü evliliğini Hz. Cafer’in şehadetinden sonra onun hanımı, Esma bint Ümeys ile yapmış, ondan da Muhammed olmuştur.

• Son evliliğini ise Ensar kardeşi Harice b. Zeyd’in kızı Habibe bint Harice ile yapmış, ondan da Ümmü Gülsüm adında bir kızı olmuştur.

• Hz. Ebû Bekir’in oğlu tam 21 sene küfür yolunda yaşayacaktı; 21 sene namaz kılmayacak, 21 sene oruç tutmayacak, 21 sene içki içecek, şunu yapacak, bunu yapacaktı. Hz. Ebu Bekir’de bir baba
olarak, 21 sene onun için gözyaşı dökecek, 21 sene onun için dua dua yakaracaktı. ,

• Abdullah, Taif kuşatmasında yaralanıyor…

• “Ey Taifliler! İçinizde bu okun sahibini bilen var mı?”

• “Allah’a hamd olsun ki, bu ok ile oğluma şehadet nasip etti. Allah’a hamd olsun ki, sen oğlumu öldürdün, ya o seni o gün öldürseydi, sen şirk üzere Rabbine gidecektin. Allah’a hamd olsun ki, oğlumu sen öldürdün, ama Allah seni diriltti ve sen Müslüman oldun.”

• 1- Çocuk eğitimi, Sahabe’nin bile zorlandığı bir alan ise, azığını iyice hazırlamalı, temsiliyet adına gerekenleri yerine getirmeli, işin temeline merhamet ve muhabbeti koymalısın ki, biraz olsun bu yolda ilerleyebilesin.

• 2- Çocuk eğitimi, Peygamber’in iklimine zemin olmuş, Medine’de bile kolay değil ise, yaşadığın toplumlarda işinin çok zor olduğunu unutmamalı, her an teyakkuz halinde olmalı, Yesribleri Medineleştirmek için gayretler ortaya koymalısın ki, özlenen ve beklenen seviyelere ulaşabilesin.

• 3- Çocuk eğitimi, Miladi 6. ve 7. asrın bile en ağır imtihanı ise, 21. asrın daha ağır olduğunu hatırından çıkarmamalı, Şeytan’ın her yolu çok iyi kullandığını bilmeli, zamanın getirdiklerine göre mücadele yöntemleri belirlemelisin ki, boşa kürek sallamayasın ve gerekli adımları atabilesin.

• 4- Çocuk eğitimi, yapılabilecek her türlü iş ortaya konduktan sonra bile neticesi olmayabilecek bir iş ise, esbaba tevessül, Allah’a tevekkül dairesinde yürümeli, beşer olarak elinden geleni yaptıktan sonra, elinden gelmeyenler için Rabbinden yardım istemelisin ki, yanık sinelerin sahibi olarak rahmete muhatap kılınabilesin.

• 5- Çocuk eğitimi, sabır ve sebat isteyen büyük bir sorumluluk ve ağır bir vazife ise, bu iki azığı iyice kuşanmalı, ne kadar zorlarsa zorlasın asla kötü sözlere kapı açmamalı, Hz. Nuh’un bu iş için ölçü olduğunu unutmamalısın ki, Kenan’ını kaybetsen bile, başka çocuklarını kurtarabilesin.

• “Siz var ya siz, sizin yüzünüzden ananız babanız cimriliğe, korkaklığa ve cehalete düşüyorlar! Ama buna rağmen siz Allah’ın reyhanları, cennetin çiçeklerisiniz!” (Tirmizî, Birr, 11; İbn Mâce, Edeb, 3; Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, 6/409


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

24 Mart 2018 Cumartesi

Ey Resulullah’ın (sas) Vasiyetleri; Yusuflar, Meryemler, Mus’ablar, Esmalar…

Dersten Cümleler

0-14 Çocuklar, 15-40 Gençler, 41 ve yukarısı İhtiyarlar
Efendimiz’in (sas) adının yanına hangi kelimeyi yazsak, Efendimiz (sas) hoşnut ve memnun olur?
Efendimiz (sas) ve Gençler…
Erkam b. Ebî’l-Erkam’ın Efendimiz’e (sas) doğru yürüyüşü…

“Evim, evindir Ya Resulullah!”
Özel davetten, genel davete geçiş…
Hz. Ali, Ebû Kubeys dağında…
Allah giden yolda bana kim ensar/yardımcılar olacak?

“Ben varım Ya Resulullah!”
Bu dava aşk, sevgi, sevda, heyecan, dinamizm ister…
Akabe’nin zorlu yollarında Efendimiz (sas)…
Akabe’deki gençler…
Hicretin 2. yılı, Bedir’e yolculuk var…
Bedir’e gidecek askerler içinden yaşı 15 olanları Efendimiz (sas) ayırıyor…
Ümeyr b. Ebî Vakkas’ın hatırası..
Ümeyr b. Ebî Vakkas, Bedrin 14 şehidinden biri olacaktır.
Mekke’nin ilk Müslüman valisi Attab b. Esid…
Gençlere iş verin!
Gençler! İş alın!
Üsame b. Zeyd, 17 yaşında Sahabe’nin büyüklerininde bulunduğu bir ordunun komutanıdır.
Gençler! Saha sizin, meydan sizi bekliyor!
Dininin iki temel kaynağı: Kur’an ve Sünnet… Kur’an asıl, Sünnet usüldür.
Kur’an’ın mushaf haline getirilmesi, 27 yaşındaki Zeyd b. Sabit’in başkanlığında yapıldı.
Zeyd b. Sabit’in çok kısa bir zamanda İbranice öğrenmesi…
Hadis rivayet edenlerin sayısı 1300’dür.
Özellikle 232 isim, bu konunun adeta seçilmiş isimleridir.
Bu 232 isimden, 9 isim vardır ki, bunlara Müksirin denir.
Ebû Hureyre rivayet ettiği hadis sayısı, 5374
Abdullah b. Ömer rivayet ettiği hadis sayısı, 2630
Enes b. Malik rivayet ettiği hadis sayısı, 2286
Annemiz Hz. Aişe rivayet ettiği hadis sayısı, 2210
Abdullah b. Abbas rivayet ettiği hadis sayısı, 1660
Cabir b. Abdullah rivayet ettiği hadis sayısı, 1540
Ebû Said el-Hudrî rivayet ettiği hadis sayısı, 1170
Abdullah b. Mes’ud rivayet ettiği hadis sayısı, 800
Abdullah b. Amr rivayet ettiği hadis sayısı, 740
Ebû Said el-Hudrî’nin annesi Üneyse bint Ebî Harise’dir, o meşhur Sahabî Katade b. Numan’ın kız kardeşidir.

“Merhaba, ey Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize vasiyet ettiği gençler! Resûlullah bizlere, meclislerimizde size yer açmamızı ve hadisleri size öğretmemizi emrederdi. Çünkü siz bizim halefimizsiniz ve bizden sonraki Ehl-i Hadis siz olacaksınız.” (Beyhakî, Şu‘abü’l-İmân, II, 275)
Neden dersimizin serlevhası: “Ey Resulullah’ın Vasiyetleri” anladınız mı?
Serlevhamızın devamı da var: “Ey Resululah’ın Vasiyetleri: Yusuflar, Meryemler, Mus’ablar, Esmalar…”

İkisi geçmiş ümmetlerden, ikisi Ümmet-i Muhammed’den…
İkisi Kur’an’dan, ikisi Kur’an cemaati olan Sahabe’den…
İkisi erkeklerden, ikisi hanımlardan…
İkisi duyguların nasıl terbiye edildiğini gösteren muallimlerden, ikisi davranışların nasıl terbiye edildiğini gösteren muallimlerden…
Yusuf demek, iffet demek…
Meryem demek, metanet demek…
Mus’ab demek, temsiliyet dmek…
Esma demek, hizmet demek…
Genç demek ne demekmiş o zaman: İffeti, metaneti, temsiliyeti ve hizmeti hayatında doğrultan adam demektir.
İffetsiz çağa Hz. Yusuf çok önemli mesajlar verir…
Hz. Meryem ve metanet….
Hz. Mus’ab ve temsiliyet
Hz. Esma ve hizmet
Ağaç yaşken eğilir, ama eğri ağacın doğru gölgesi olmaz.
Gençler! Gelin 21. Asrın Ashab-ı Kehf’i olun!

Nasıl bu çağın Ashab-ı Kehf’i olabiliriz?

1- İmanı iyice öğrenin, içselleştirin, kavrayın. Unutmayın, hakiki imanı elde eden kainata meydan okur.
Allah’a inandığımız için mi Müslümanız; Müslüman olduğumuz için mi Allah’a inanıyoruz?
“Biz Peygamber’den önce imanı, sonra Kur’an’ı öğrendik!”
2- İradenizi iyice güçlendirin, sağlamlaştırın, aşılayın. Unutmayın, iradenin hakkını veren, gerçek bir mücahid olur.
İffet, Hududullah’a/Allah’ın sınırlarına riayet ederek yaşamaktır.
3- Salih ve sadık dostlar arayın, bulun, edinin. Unutmayın, sadıklarla beraber olan, sıddıklardan yazılır.
4- Hedeflerinizi, büyültün, kaliteleştirin, arttırın. Unutmayın, hedefleri büyük olanın, adımları da büyür, adımları büyüyenin amelleri güzelleşir.
5- Sabrı, kuşanın, azık edinin, donanın. Unutmayın, sabreden kazanır, sabreden zafere erir, sabreden başarır, sabreden hedefine kavuşur.
Arşın gölgesi…


Muhammed Emin Yıldırım 

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

22 Mart 2018 Perşembe

***EHL-İ BİDAT ve DALALETİN ÖZELLİKLERİ-1-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İnsanlığın iftihar tablosunun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın-karadan, gecenin-gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya âdetâ umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu..

İslâm dünyasında dinî görünümlü inanç ve davranışların arttığı, İslâmiyet'in ruhuna uymayan inanç ve tutumların din gibi gösterilmeye çalışıldığı, hak ile bâtılın iç içe girdiği sıkıntılı bir süreç yaşanmaktadır. Ümmetin aklî, dinî ve sosyal fesatlara maruz kaldığı böylesi netameli bir dönemde yapılması gereken; bir yandan İslâmî hakikatlerin temel kaynaklarından hareketle ısrarla açıklanması, öte yandan bâtıl veya sapkın grup ve tutumların özelliklerinin anlatılarak toplumun aydınlatılması, İslâm'ın Allah Teâlâ'nın (celle celâluhu) razı olduğu en güzel uygulaması olan Sünnet-i Seniyye'ye Müslümanların sarılmalarının sağlanmasıdır. Zîrâ olumsuz atmosferlerde Sünnet-i Nebeviyye'ye sımsıkı sarılmak, hattâ küçük adaplarına bile dikkat etmek oldukça önemli bir kuvvet-i imaniye ve takva oluşturmaktadır. Bu doğrultuda bu çalışmada, İslâm'ın ana bünyesini oluşturan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat çizgisinden inhiraf eden ve geleneğimizde "bid'at" ve "bid'at ehli" kavramlarıyla ifade edilen zihniyetin özellikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Arapça kökenli bir kelime olarak bid'at, "bir şeyi misâli olmaksızın ilk kez meydana getirmek, eskiden olmadığı hâlde sonradan icat etmek, icat edilen" demektir.
1


 Istılahta ise Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ahirete irtihalinden sonra ortaya çıkmış, dinî bir delile dayanmayan dinî görünümlü inanç ve davranışları ifade eden tabirdir. Bazı İslâm âlimleri bid'atı "Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve din büyüklerinin uygulamalarına muhalif, dinin kesin emirlerine aykırı görüşler ileri sürmek ve bunlarla amel etmek" olarak;2 

Seyyid Şerif Cürcânî gibi kelâm âlimleri ise "Sünnet'e muhalif her söz ve fiil yahut sahabe ve tabiûnun yapmadığı, dinî bir delile dayanmayan sonradan dinde ortaya çıkarılmış her şey" şeklinde tanımlamıştır.3 

Ehl-i bid'at ise, "aklı esas alıp âyet ve hadîsleri yorumlamak suretiyle Hazreti Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Sünnet'e aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyenler" şeklinde tarif edilmiştir.4

 Ehl-i bid'at terimi yerine "Fırak-ı dâlle, Ehl-i dalâlet, Ashâbü'l-bida', Ehl-i ehvâ," gibi tabirler de kullanılmaktadır. Ehl-i bid'at ve onu ifade eden diğer tabirlerin karşıtı ise "Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat, Ehl-i hak, Sevâdu'l-a'zam/büyük çoğunluk" gibi kavramlardır ve bu ifadelerle Müslüman ülkelerde yaşayan Kur'ân'a, Sünnet'e ve sahabe örfüne tâbi olan Müslüman çoğunluk kastedilmektedir.

İslâm âlimlerin genel kanaatine göre başta Eşarilik, Mâtürîdilik olmak üzere Yüce Allah'ı (celle celâluhu) herhangi bir varlığa benzetme (teşbih) ve Allah'ı cisim olarak algılama (tecsim) anlayışı gibi aşırı görüşlere sapmayan bütün İslâm âlimleri ve tasavvuf çevreleri Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat kabul edilmiş; bunların dışında kalan Şia, Kaderiyye, Mûtezile, Haricilik, Cehmiyye, Mürcie gibi itikadî mezhep ve fırkalar bid'at ve dalâlet ehli sayılmıştır.5

Ehl-i bid'at ve dalâlet konusunda önemle belirtilmesi gereken husus, onların İslâm dışı olmaması yani tekfir edilmemesi; Ehl-i kıble ve Müslüman oldukları hâlde belli konularda Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat'ten ayrılmış olmalarıdır. Ehl-i bid'atin bu konumu bazı âlimler tarafından şöyle değerlendirilmiştir: Her bâtıl mezhep veya meslek her yönüyle batıl olması gerekmediği gibi her hak meslek veya mezhebin her yönüyle hak olması da gerekmez. İslâm dünyasındaki ehl-i bid'at fırkalarının bazı hakikatlere dayandığı, fakat garaz, inat gibi menfi yönleriyle onların dalâlet hesabına işlediği görülecektir. Meselâ Şia; Kur'ân'ın emrine tâbi olarak Ehl-i Beyt'e muhabbeti esas almakla birlikte sonradan milliyetçilik düşüncesiyle oluşan intikam hissi ve kiniyle meşru olan Ehl-i Beyt sevgisini gerekçe göstererek Hz. Ebu Bekir'e, ülkelerinin/İran Halid b. Velid tarafından fethedilip eski bâtıl dinlerinin ortadan kaldırılması sebebiyle de Hz. Ömer ve Halid b. Velid gibi sahabîlere buğzetmiştir.6

Öte yandan tarihte Hariciler, Şia, Mûtezile gibi bid'at mezhepleri kendi görüşlerinin Kur'ân, Sünnet ve ashabın anlayışına uygun, kendilerinin dışında kalanların ise bid'at grupları olduğunu iddia etmekten geri kalmamışlardır. Meselâ Mûtezile mensupları asıl kendi kanaatlerinin Kur'ân ve Sünnet'e uygun olduğunu, kendilerine zıt düşünce ve inançların ise sonradan ortaya çıktığını ve dolayısıyla bid'at olduklarını ileri sürmüşlerdir.7 Keza Şiîler de, kendi iddialarına göre Resul-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ali'yi (r.a) halifeliğe nas ile tayin ettiği hâlde, buna aykırı davranan bütün ashabın ve onların yolunda gidenlerin kafir olduklarını iddia edebilmişlerdir.

Bid'atin Kısımları

İslâm dini bizzat Allah Teâla tarafından Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında kemâle erdirilip tamamlanmış; bu evrensel hakikat Kur'ân-ı Kerîm'de ;"...Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'dan hoşnut oldum..."8 meâlindeki âyetle açıklanmıştır. İslâm'ın Allah Teâla tarafından kemale erdirilip tamamlandığı noktasından hareket edildiğinde Allah Resûl'ünden (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkan her dinî hususun bir yenilik, yani kelime mânâsıyla bid'at olarak algılanması tabiî kabul edilebilecektir. Böyle olmakla birlikte sonradan ortaya çıkan her yeni dinî hususun ne değer ve hüküm ifade ettiğinin açıklanması gerekmiştir. Bu çerçevede bazı İslâm âlimleri, sonradan ortaya çıkmış olmayı ölçü alarak iyi-kötü ayırımı yapmaksızın her dinî yeniliği kötü, dalâlet ve sapkınlık olarak algılamış ve hepsine bid'at ismini vermişlerdir.

Bunlar İslâm'ın Allah tarafından mükemmel şekilde tamamlandığını bildiren söz konusu âyet ile Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilen "Şüphesiz ki sözlerin en güzeli Allah'ın Kitab'ıdır. Yolların en hayırlısı ise Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkarılanlardır. Her bid'at bir sapma, dalâlettir."9 hadîsini delil olarak ileri sürerek, İslâm mükemmel hâlde tamamlandığına göre dinde herhangi bir ilâve ve eksiltme yapmak şeklindeki bir yeniliğin/bid'atin kesinlikle kötü olduğunu, böyle bir yeniliğin/bid'atin iyisi-kötüsünün olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki hadîsteki "Sonradan ortaya çıkan her şey bid'attir ve her bid'at dalâlettir." ifadesinin mânâsının genel değil, hususiyet ifade ettiği bildirilmiştir. Meselâ İbnü'l-Esîr hadîsin mânâsını tahsis ederek Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kötülediği bid'atin "İslâm'ın asıllarına muhalif olan ve Sünnet'e uymayan her şey" mânâsındaki bid'at olduğunu vurgulamıştır.10

İçlerinde Bediüzzaman'ın da yer aldığı İslâm âlimlerin çoğunluğu ise İslâm'ın temel ilkelerine uygunluğu ve dinî bakımdan faydalılığını ölçü alarak dinî yenilikleri/bid'ati, bid'at-i hasene (hayırlı yenilik) ve bid'at-i kabiha (kötü yenilik) şeklinde ikiye ayırmışlardır.11

a) Bid'at-ı hasene: Bunlara "bid'at-ı hüdâ, bid'at-ı marziyye" de denmektedir. İslâm'ın temellerine ve ruhuna uygun olan, Yüce Allah'ın ve Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) izin verdiği, güzel görüp teşvik ettiği hususlar kapsamına giren dinî yeniliklerdir. Bu tür övgüye layık bütün hayırlı, yeni dinî işler/bid'atler, daha önce örneği görülmese bile övülmüştür, güzeldir, hayırlıdır, bid'at-ı hüdâ kapsamdadır. Bu nitelikte olanların İslâm'a aykırı olması caiz değildir.12

b) Bid'at-ı kabîha: Bunlara "bid'at-ı seyyie, bid'at-ı dalâl" da denmektedir. İslâmiyet'in temel prensiplerine uygun olmayan, Kur'an ve Sünnet'in muhkem/mânâsı açık naslarına aykırı olarak sonradan ortaya çıkan dinî yeniliklerdir. Bid'at-i kabihanın ölçüleri, asıllarının Kur'ân ve Sünnet'te bulunmaması veya onlara aykırı olması; Sünnet'i değiştirmesi ve yozlaştırması; İslâmiyet'in küllî ilkeleri ve Sünnet'in düsturlarını beğenmeme ve yetersiz görme kanaatini uyandırmasıdır. Bu çerçevede Bediüzzaman "bugün sizin için dininizi kemale erdirdim…" âyeti ile "her bid'at dalâlettir ve her dalâlet cehennemdedir." hadîsi gereği İslâmiyet'in külli ilkeleri ve Sünnet'in düsturları tamamlanıp kemalini bulduktan sonra yeni icatlarla bu düsturları beğenmeme ve eksik görme hissini veren yenilikleri icat etmenin dalâlet olduğunu belirtmiş; asıllarının Kur'ân ve Sünnet'ten alınması, Sünnet'e muhalefet ve onu tağyir etmemek şartıyla farklı tarikatların evrat, ezkar ve meşreplerinin bid'at olmadığını vurgulamıştır. 13

Bid'atı, iyi-kötü olarak ayıran İslâm âlimleri "Kim hayırlı bir yol (sünnet-i hasene) açarsa, açtığı hayırlı yolun sevabı ve onunla amel edenlerin sevabının bir misli bu kişinindir. Kim de kötü bir yol (sünnet-i seyyie) açarsa, açtığı kötü yolun günahı ve onunla amel edenlerin günahının bir misli o kişinindir."14 hadîsi ile Hz. Ömer'in teravih namazını cemaatle yirmi rekat olarak kıldırmasını kendi kanaatlerine delil olarak göstermişlerdir. Bu hâdiseye göre, Hz. Ömer, mescitte teravih namazının münferiden kılındığını gördüğünde Ubey b. Ka'b'a imamete geçip teravihi cemaatle kıldırmasını emretmiş; ertesi gün insanların teravihi cemaatle kıldıklarını gördüğünde Hz. Ömer "Bu ne güzel bid'attir." demekten kendini alamamıştır.15 Hz. Ömer burada yaptığı bu işin Hazreti Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekir zamanında olmadığına dikkat çekmek üzere bunun "yeni bir şey/bir bid'at" olduğunu belirtmiş, yapılan işin hayırlı bir iş olduğuna da vurgu yaparak "ne güzel" olduğunu söylemiştir. Böylelikle Hz. Ömer, yeni olan dinî bir uygulamanın mahiyetine dikkat çekerek bid'at kavramını mutlak mânâda kötülememiş; bir şeyin hem bid'at yani yeni bir şey hem de hayırlı bir iş olabileceğini açıkça belirtmiştir. Üstelik Hz. Ömer'in bu uygulaması sahabe tarafından kabul görmüş, fiilî olarak uygulanmış ve böylece sahabenin fiilî sünneti olarak tahakkuk etmiştir. Bu durumda sahabe teravih namazını cemaatle kılma konusunda icma etmiş olmaktadır ve sahabenin icması dinin temel delillerindendir.

Bid'at Çeşitleri


Dinî alandaki yenilikler olan bid'atler, genellikle itikat, ibadet, adetlerde olmak üzere üç grupta sınıflandırılmıştır. Söz konusu yeniliklerin her birinin ayrı bir dinî değeri ve hükmü bulunmaktadır. Bunlar şöyle ifade edilmiştir:

a) İtikadda Bid'at: Kur'an-ı Kerîm, sahih Sünnet, sübutu ve delâleti kesin muhkem dinî asıllara aykırı ve Ehl-i Sünnet'in mütehassıs âlimlerince zarûrî görülmeyen itikad sahasındaki her yenilik, maksatlı bir şekilde 'dinden olanı terk veya olmayanı icat etmek" olacağı için gayrimeşrudur ve böylesi girişimler dalâlet Bid'ati olarak kabul edilmiştir.

b) İbadetlerde Bid'at: İbadet sahasında bir şeyi ilâve ederek uygulamaya koymak veya terk etmek şeklinde sonradan ortaya çıkarılabilecek her amelin gayrimeşru sayılacağı anlayışı, İslâm alimlerinin genel kabulünü kazanmıştır. Bununla birlikte Hz. Ömer'in teravih namazı misâlinde olduğu gibi sahabe ve ümmet çoğunluğu tarafından hayırlı kabul edilmiş amelî hususlar bu hükmün dışındadır. Buna ilâveten ibadetle alâkalı olmadığı, Kur'ân-ı Kerîm veya Sünnet tarafından ibadet ve taat türüne dâhil edilmediği hâlde sonradan ortaya çıkarılarak ibadet ve taat rengi verilen her dinî yenilik gayrimeşru ve dalâlet bid'ati olarak kabul edilmiştir.

c) Âdetlerde Bid'at: İslâmiyet'in özü ve genel prensipleri içinde kalmak, ibadet hüviyetine bürünmemek şartıyla sonradan ortaya çıkarak gelenek hâline gelmiş her dinî görünümlü şey meşru görülmüş, hattâ teşvik edilip övülmüştür. İnsanın ihtiyaçlarının değişim ve gelişim hâlinde olmasından ve değişikliklerin devir ve bölgelere göre farklılaşmasından dolayı, örf ve adet kapsamına giren değişimleri, kötü -yani dalâlet bid'ati- olarak kabul etmek, hayatı dondurmak ve yaşanmaz hâle getirmek mânâsına geleceği için, İslâm'ın genel ilkelerine uygun olan ve kutsallaştırılarak ibadete dönüştürülmeyen örf ve adetler meşru kabul edilmiştir. 16

Bid'at çeşitlerini Sünnet üzerinden sınıflandırarak değerlendiren Bediüzzaman göre, Sünnet'in farz ve vacip ile nafile kısımları bulunmaktadır. Bunların farz ve vacip olan kısmı, tafsilatlı olarak beyan edildiği, muhkemattan olduğu ve değişmediği için bunlara ittiba zorunludur, terk edilmez. Sünnet'in nafile kısmı da ibadetler ile örf ve âdâb olarak ikiye ayrılmaktadır. Ubudiyetle ilgili hükümlerde yeni icatlar, "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim." Mealindeki âyete aykırı olduğundan reddedilmiş bid'at olduğu gibi, ibadetle alakalı Sünnet'in değiştirilmesi de bid'attir; terkinde günah olmasa dahi büyük sevabın kaybedilmesi söz konusudur; değiştirilmesinde ise büyük hata bulunmaktadır. Sünnet'in örf ve âdâb kısmına aykırı davranmaya bid'at denmezse de Hazreti Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) âdâbına bir mânâda muhalefet etmek olduğu için, onların feyiz ve bereketinden mahrumiyete yol açar. Meselâ konuşma, yeme-içme, yatma gibi âdab-ı muaşerete ait ve kendilerine "âdâb" denilen Sünnet-i Senniyye'ye ittiba eden adetlerini ibadete çevirir ve bundan büyük feyiz alır.17

Ehl-i Bid'atin Özellikleri

İslâm âlimleri ehl-i bid'at ve dalâlet hakkında bazı ayırıcı vasıf ve ölçüler koymuşlardır. Buna göre, genel mânâda İslâm'ın temel esaslarından birine veya Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat'in küllî bir ilkesine aykırı görüşlere sahip olan herhangi bir zümre, bu görüşü sebebiyle ehl-i bid'at sınıfına girmiş olur. Ancak temel esas ve küllî ilkelerden sayılmayan hususlarda farklı görüşlere sahip olmak, Ehl-i Sünnet'ten ayrılmayı ve bid'at bir mezhep olmayı gerektirmez.18 Dinî bir yapının ehl-i hak veya ehl-i bid'at olup olmadığı noktasında Bediüzzaman; biri, mezhebin ortaya koyduğu görüşlerde ölçünün hak ve hakikat olması; diğeri de müspet yönlerinin olumsuz yönlerinden çok ve etkin olması şeklinde iki ölçü ortaya koymuştur. 19 Ehl-i dalâletin bir başka özelliği, dinin emir ve yasaklarına karşı takındığı olumsuz veya gevşek tavırlarında ortaya çıkmaktadır ki, onlar sefahat tiryakiliği ve bağımlılığına kapıldıkları için dinin emirlerini yerine getirmemektedirler. Bir diğer özellikleri de değiştirilmesi mümkün olmayan zaruriyat-ı diniyyede akılları karıştırmak, zaruriyatı diniyyeyi veya İslâm'ın temel alametleri olan şeairi diniyeyi değiştirmek, terk etmek arzusu ve bu yöndeki uygulamalarıdır.20 Meselâ İslâmiyet'in şeairinden olan namazın Arapça dışında bir dille kılınması, ezanın Türkçe okutulması, Kur'ân alfabesi yerine başka alfabenin konulup onunla ibadet edilmesi, bir kısım Vehhabilerde görüldüğü gibi kabir ziyaretlerinin şirk olarak algılanması, velilik ve kerameti inkâr gibi hususlar bu kapsamdadır. 21 Bu ifade edilenlerin yanısıra ehl-i bid'atin diğer belirgin vasıfları şunlardır.

1) Cemaattan ayrılma: Buradaki cemaatten maksat, "sahabe cemaati, müçtehit İslâm âlimleri cemaati ve Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaattir; yoksa Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat çerçevesinde yer alan dinî hizmet gruplarını oluşturan tarikatlar, cemaatler değildir. Çünkü bunlar Ehl-i Sünnet'i oluşturan alt birimlerdir.

2) Müteşabihata tâbi olma: Ehl-i bid'atin en belirgin özelliklerinden biri, Kur'ân-ı Kerîm ve hadîslerdeki mânâsı açık, anlaşılması kolay muhkem âyet ve hadîsleri bırakıp bunlarla amel etme yerine anlaşılması güç, müteşabih olanlarını esas alarak bunları kendi maksatları doğrultusunda yorumlamalarıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ "Bu Kitab'ın bazı âyetlerinin mânâsı açık ve muhkemdir; bunlar Kitab'ın esasıdır; diğerleri ise anlaşılması zor çeşitli mânâlar ihtiva eden müteşabihlerdir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için Kitab'ın müteşabih olanlarına tutunurlar…" 22 mealindeki âyetle müteşabih ayetleri kendi maksatlarına vesile edenleri açıkça kınamış, böylelerini kalblerinde hastalık bulunan kimseler olarak ilân etmiştir. Resul-i Ekrem de (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kitab'ın müteşabihatına tâbi olanları (veya tartışanları) gördünüz mü anlayın ki Allah Teâlâ'nın müteşabihât âyetinde kastettiği onlardır, onlardan kaçının." buyurmuştur.23

3) Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'e uymaları gerektiren itikadî konularda kendi nefsanî anlayış ve arzularına uymak.

4) Sahabeye, Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaate ve ehl-i hadîse dil uzatmak ve onları çeşitli küçültücü isimlerle anmalarıdır.24

Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid'at/Dalâlet Arasındaki Farklar

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Ehli Sünnet Ve'l-cemaat akâid ve fıkıh sahasında Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe sünnetine tabi olan, İslâm ümmetin omurgasını ve ana gövdesini oluşturan büyük çoğunluktur. Bu yüzden kendilerine sünnete uyanlar anlamında "Ehli Sünnet" denilmiştir.


Ehl-i bid'at ise Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe sünnetine değil, kendilerinin ortaya koydukları prensipler doğrultusundaki fikir ve inançlara tâbi olan, İslâm ümmetinin ana gövdesinden ayrılan Müslüman topluluklardır.

Ehli Sünnet, Yüce Allah'ın cisim olmadığına (tecsim) ve herhangi bir varlığa benzetmediğine (teşbih) inanır. Teşbih ve tecsim anlayışına düşmemek için âyet ve hadîsleri dinin asıllarına bağlı kalarak, Arap dili kurallarına uygun bir şekilde açıklar.

Ehl-i bid'at ise, âyet ve hadîsleri sadece zahir mânâlarına göre değerlendirmiş ve neticede teşbih ve tecsim anlayışlarına saparak yoldan çıkmıştır.

Ehli Sünnet anlayışında esas olan, dinde yeni bir şey icat etmek değil, Kur'ân ve Sünnet'i en doğru şekilde anlamak ve tabi olmaktır.


Ehli Bid'at ise -özellikle Batınîler de olduğu gibi- âyet ve hadîsleri dinin ruhuna ve temel esaslarına uyup uymadığına bakmaksızın kendilerine göre yorumlar.

Ehl-i Sünnet, İslâm ümmetinin birlik ve beraberliğine büyük önem verir, ümmet arasında tefrikaya sebebiyet verecek anlayışlara karşı çıkar; Ehl-i kıbleden olan ve Müslüman'ım diyenleri Müslüman kabul ederek tekfir etmekten şiddetle kaçınır. Çünkü Ehl-i Sünnet'e göre, kişi ve grupların kafir olduğunu söylememede (tekfir) herhangi bir şerî emir bulunmamakta; fakat tekfir etmekte şerî hüküm vardır. Ayrıca şahsı veya bir grubu haksız yere lânetleme ve tekfir etmede büyük bir zarar ve vebal bulunmakta; lânet ve tekfir etmede haklı olunduğunda ise, hiçbir hayır ve sevap bulunmamaktadır.25


Ehli bid'at ise, kendilerinden olmayanları, çoğu kez Müslüman kabul etmez ve küfürle itham etmekten çekinmez.

Ehli Sünnet mensupları genellikle müsamahalı ve hoşgörülü olduklarından itikatlarını zorla kimseye kabullendirmeye çalışmadıkları gibi başkalarının öldürülmelerini veya esir edilmelerini kabul etmez.


Ehli Bid'at ise mutaassıp, tahammülsüz, şiddet taraftarıdırlar ve inançlarını kabul ettirmek için baskı yapar, kendilerinden olmayanları tekfir ettikleri için öldürülmelerini veya esir edilmelerini caiz görür.

Ehli Sünnet, İslâm'ın iman, ibadet, ahlâk ve muamelat gibi alanlarındaki temel esaslara ters düşmeyen hususlarda yabancı inanç ve düşünce sistemlerinden -mantık ilkeleri ve bazı felsefî prensipler, bilimsel gerçekler gibi- belli ölçüde istifade etmişlerse de, temel hususlarda bâtıl inanç ve düşüncelerden özellikle uzak durmuştur. 


Ehl-i bid'at ise, İslâm öncesi eski inanç ve kültürlerinden, yabancı din ve felsefelerden oldukça etkilenmiştir. Meselâ Hariciler cahiliyye Arap telâkkilerinden, Şiîler genel olarak eski Pers-İran kültüründen, Mûtezile Yunan felsefesinden etkilenmiş ve bu tesirler yüzünden İslâmî inanca ters düşen fikirler ileri sürmüşlerdir.

Son olarak Ehli Sünnet mensupları ashaba hakaret etmez, onların hepsini hayırla anıp hürmet gösterdikleri hâlde Hariciler, Şiîler ve Mutezile gibi ehl-i bid'at gruplar, ashaba hakaret eder ve hattâ daha da aşırı giderek bazı sahabeyi tekfir eder.26 Meselâ Haricî gruplar; Hz. Ali, Hz. Aişe, Talha, Zübeyr, Muaviye gibi bir kısmı cennetle müjdelenen önde gelen sahabeyî kâfir olmakla suçlamış; Şiiler Ehl-i Beyt muhabbeti perdesi altında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Aişe düşmanlığı yapmışlardır.27

Netice

Bid'at kavramı, en genel mânâsıyla İslâmiyet'in bütün alanlardaki temel esaslarına aykırı olan dinî yenilikleri ifade etmektedir ki, bu genel mânâda Hazret-i Resul Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra dinî alanda sonradan ortaya çıkarılan her şey bid'at kapsamına dâhil edilmiştir. Böyle olmakla birlikte bid'at, özellikle İslâm'ın inanç ve ibadet ilkeleri olan akaid ve ibadet alanında Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile ashab-ı kiramın takip ettiği yoldan ayrılma ve bu alanda yeni bir dinî inanç, tutum, davranış ve ibadet şekilleri oluşturma demektir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu mahiyet ve dinî faydasını esas alarak bid'ati, kötü ve iyi şeklinde ikiye ayırmışlardır. Buna göre kötü bid'at, Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet ve ashabın örfüne, İslâm'ın asıllarına veya bu asıllara dayanan ana ilkelere aykırı olarak sonradan ortaya çıkmış dinî yeniliktir. Böyle olmayanlar ise kötü bid'at değil, iyi ve hidayet bid'atidir.

Ehl-i bid'at, başta sahabe, tabiin ve tebei tabiinin müçtehit imamlar topluluğu olmak üzere, her zamanda İslâm ümmetinin büyük çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e aykırı inanç, ibadet, tutum ve davranış içinde olan dinî-felsefî toplulukların ortak adıdır. Ehl-i bid'at ve dalâlet, Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat'ten ayrılarak azınlıkla kalma; dinin temelini oluşturan âyet ve hadîslerin müteşabih olanlarına tâbi olma; dinin asıl iman ve ibadet esaslarında kendi nefsanî anlayış ve arzularına uyma; Sahabeye ve Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat mensuplarına dil uzatma, onları çeşitli küçültücü isimlerle anma ve tekfir etme özellikleriyle ön plâna çıkmaktadırlar. İslâm dini inanç esaslarında Tevhid'i ortaya koyduğu gibi ibadet ve ahlâk uygulamalarında tezahür ettiği üzere, sosyal hayatta da Tevhid'i esas aldığı için 'ehl-i kıblenin tekfir edilmemesi' Ehl-i Sünnet tarafından Müslüman topluluklarının vahdetini sağlayıcı ve koruyucu bir prensip olarak kabul edilegelmiştir.

Mustafa Kasımoğlu

Dipnotlar
1. İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, "bede'a", II, 38, Beyrut, 2000.
2. Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, "bede'a", md.
3. Seyyid şerif Cürcânî, Ta'rifât, "bid'at" md.
4. Yusuf Şevki Yavuz, "Ehl-i Bid'at", DİA, X, 501.
5. Topaloğlu, a.g.e., s. 109-110; Yusuf Şevki Yavuz, "Ehl-i bid'at", DİA, X, 501.
6. Said Nursî, Risale-i nur Külliyatı, 27. Mektup, II, 2313-1314, Nesil Yay, İst.1996.
7. Kâdî Abdülcebbâr, Fazlü'l-i'tizâl ve tabakâtü'l-Mu'tezile, (nşr. Fuad Seyyid), Tunus 1974, s. 138-164.
8. el-Mâide 5/3.
9. Müslim, "Cum'a", 43; Ebû Dâvûd, "Sünne", 5; Nesâî, " 'ideyn", 22; İbn Mâce, "Mukaddime", 7; Dârimî, "Mukaddime", 16, 33; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 310, 371; IV, 126-127.
10. İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, I, 107.
11. İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, I, 106; Nursî, a.g.e., Lemalar, I, 610; Topaloğlu, a.g.e., s. 154.
12. İbnü'l-Esîr, a.g.e, I, 106.
13. Nursî, a.g.e., Lemalar, I, 609-610.
14. Müslim, "İlim", 15; "Zekat", 69; Nesâî, "Zekat", 64; Dârimî, "Mukaddime", 44; İbn Mâce, "Mukaddime", 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 357, 359, 362.
15. Buhârî, "Salâtü't-teravih", 1; Mâlik, Muvatta, "Ramazan", 3.
16. bk. Topaloğlu, Kelâm ilmi, Giriş, s. 152-153.
17. Nursî, a.g.e., Lemalar, I, 609-610.
18. Topaloğlu, a.g.e., s. 156.
19. Nursî, a.g.e., II, 2313.
20. Nursî, a.g.e., Sözler, I, 220; 556.
21. bk. Nursî, a.g.e., Mektubat, I, 537,556; Emirdağ Lahikası, II, 1746, 1766; Hanımlar Rehberi, II, 2277; 2312-2313.
22. Âli İmran, 3/7.
23. İbn Kesir, Tefsîr, I, 345-346, Beyrut, 1402/1982.
24. Topaloğlu, a.g.e., s. 156-157.
25. Nursî, a.g.e., II, 1766.
26. Süleyman Uludağ, Kelâm ilmi ve İslâm Akâdi, s. 95-96.
27. Nursi, a.g.e., II, 2313.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

21 Mart 2018 Çarşamba

***NAFİLE ORUÇ İBADETİ-3-Hayrettin Karaman

"Allah ve Resûlü bildirmedikçe hiçbir kimse belli bir günü oruç ibadetine tahsis edemez, “şu günde oruç tutmak sünnettir, müstehabdır, hayırlıdır” diyemez."........

Hakkında ayet veya hadis bulunan, Peygamberimiz'in tuttuğu ve ümmetine tavsiye ettiği oruçlar şunlardır:


Her hicrî-kamerî ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerindeki oruç. Bu günlerin geceleri ayın ışığı ile aydınlık olduğu için “beyaz günler” diye anılmıştır.

Haftanın Pazartesi ve Perşembe günlerinde oruç.
Şa'bân ayının tamamı olmamak üzere bu ayda oruç. Yalnızca ayın ortasındaki gün (Berat gecesinin gündüzü) oruç tutmak sünnet değildir.
Ramazan Bayramı'ndan sonra Şevval ayında altı gün oruç. Kaza borcu olmayanların, bayramın birinci gününden sonra başlayıp ara vermeden tutmaları daha uygun görülmüştür.

Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günü oruç. Yalnız onuncu günü tutmak da mekruh değildir.
Hac ibadetini yapmakta olanlar dışındaki müminler için arefe günü oruç. Zilhiccenin başından itibaren arafe gününe kadar yapılan nafile ibadetlerin fazileti hakkında sahih hadisler vardır..........


Yılın, oruç tutulması caiz olmayan günlerinde bir gün oruç tutup ertesi gün tutmamak şeklindeki oruç ibadeti de Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiştir.

Önceki veya sonraki aylar ile birlikte değil de yalnızca Recep ayını oruçlu geçirmek mekruhtur.
Tek başına Cuma veya Cumartesi günü oruç tutmak mekruhtur.
Ramazan'ın birinci günü şüphesiyle oruç tutmak da mekruhtur.

İki bayram günleri ile Kurban Bayramı'nı takip eden teşrıyk günlerinde oruç tutmak kesin olarak menedilmiştir...

...Kur'an-ı Kerim de hem vahyedilen dilde hem de tercüme ve tefsirlerinden her fırsatta okunmalıdır. Kur'an okumaktan maksat müminin, bir manada Rabbi ile konuşması; iman, ibadet ve ahlakını Rabbinin talimat ve irşadı ile bilip yaşaması olmalıdır.
Yine bir profesyonele para karşılığında Kur'an okutmak hem caiz değildir, hem de bundan sevap filan hasıl olmaz...


...Ölülerin yakınları, özellikle yaptıkları ibadetlerin sevabını onlara hediye ederlerse bundan fayda göreceklerine dair sahih rivayetler vardır...

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/nafile-oruc-ibadeti-2010391