11 Ocak 2017 Çarşamba

Bütün Dertlerin Dermanı Ahirete İman- M.Emin Yıldırım


Allah’ın (cc) kelamı olan Kur’an-ı Kerim her yönü ile mucizedir.

Kur’an-ı Kerim’de inanılmaz derecede matematiksel mucizeler vardır.

Hira’da başlayan o kutlu süreç Arafat’ta nihayete erdi. Alak Sûresi’nin ilk 5 ayeti ile başlayan o süreç, Maide Sûresi’nin 3. ayeti ile tamamlandı. Meseleye sûre olarak bakarsak, Fatiha Sûresi ile başladı, Nasr Sûresi ile nihayete erdi.

Kur’an-ı Kerim’de yevm yani gün kelimesi tam 365 defa geçmektedir. Miladi bir sene 365 günden oluşur, Kur’an’da gün kelimesi tam bu kadar kullanır.

Günün çoğulu yani eyyam/günler kelimesi tam 30 defa geçer. Bir ayın 30 gün olduğuna işaret edercesine bir güzel tevafuk ortaya koyar.

Kur’an-ı Kerim, Kıyamet gününü, iki ayrı ifade ile kullanır. Bunlardan bir tanesi; “Yevme izin / yani o gün” diğeri ise “Yevmü’l-Kıyame/Kıyamet günü” bu iki ifade, eşit olarak Kur’an’da tam 70 kez kullanılır.

Bal arısından bahseden süre, Nahl Sûresi, tertipte 16. sûre, erkek balarısının kromozom sayısı 16’dır. Ne güzel bir tevafuk, dişi bal arısının ise tam iki katı yani 32’dir.

Melek ve Şeytan Kur’an’ın içinde eşit bir şekilde 88’er defa geçer.

Ümit ve korku/Rağben ve Reheben eşit bir şekilde 8’er defa geçer.

Sıcak ve soğuk/har ve berd eşit bir şekilde 4’er defa geçer.

Ağaç ve bitki/şecere ve nebat eşit bir şekilde 26’şar defa geçer.

Kur’an-ı Kerim, “Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir.” der. Bu iki peygamberi birbirleri ile kıyaslayan Kur’an, ikisinin adını eşit sayıda kullanır. Kur’an içerisinde bu iki büyük peygamber 25’şer kez geçer.

Kur’an dünya ve ahiret kelimelerini eşit bir şekilde tam 115 kez kullanır.

Ayet ve Hadislerde Dünya-Ahiret Mukayesesi:

Dünya Darü’l-Cefa, Ahiret Darü’s-Sefa’dır.
Dünya Darü’l-İslam, Ahiret Darü’l-İhsan’dır.
Dünya Darü’l-Harp, Ahiret Darü’l-Ğanime’dir.
Dünya Daru’s-Sabr, Ahiret Darü’s-Selam’dır.
Dünya Darü’l-Metâ, Ahiret Darü’l-Karar’dır.
Dünya Darü’l-Fasikîn, Ahiret Darü’l-Muttakîn’dir.
Dünya Darü’s-Sefer, Ahiret Darü’l-Mukamet’tir.
Dünya Darü’l-İmtihan, Ahiret Darü’l-Mükâfat’tır.

Ahirete iman, bütün dertlerin dermanıdır.

“Her kim dertleri tek bir dert yaparsa Allah-u Teâlâ onun, dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeye kâfi gelir. Her kim de dertlerini çoğaltırsa Allah-u Teâlâ onun, dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna aldırmaz.” (Beyhakî, Şu’abu’l-İman, c. 7, s. 289)

Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.
Derdi ahiret olanın, ahiret kadar himmeti olur.

Ölümlü Hayat’ta yaşıyoruz, menzilimiz Öteki Hayat…

3 Büyük Derdimiz var:

Dünyevileşme
Değersizleşme
Duyarsızlaşma

3 Derde 3 Derman:

Uhrevileşme
Ulvileşme
Umranlaşma

Allah’ın (cc) yardımı, mazlumun kıvamına bağlıdır.

Dünyevileşme derdinin dermanı Uhrevileşmedir; yani ahiret öncelikli yaşamadır.
Değersizleşme derdinin dermanı Ulvileşmedir; yani yüce olanlara gönül vermedir.
Duyarsızlaşma derdinin dermanı Umranlaşmadır; yani imarın yaygınlaştırılması, yani medeniyet inşasının sevda haline getirilmesidir.

“Hadler, kefarettir.”

“Tahhirnî Ya Resulullah!/ Beni arındır/temizle Ey Allah’ın Resulü!”

“Amr’ın eli kesilip kolundan koparıldığında ben yanındaydım. O kopan koluna şöyle bir baktı ve dedi ki: “Beni senden kurtaran ve temizleyen Rabbime hamd olsun.” (İbn Mâce, Hudûd, 20, 24)

“el-Âr hayrün mine’n-nar/Utanmak ateşten daha hayırlıdır.”

“Gerçekten o öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında taksim edilseydi onlara yeterdi.” (Müslim, Hudûd, 22)

O kadın öyle bir tövbe etti ki, o tövbe, bütün Medine vadilerini doldururdu…” (Müslim, Hudûd, 23; Ebû Davud, Hudûd, 24)

“Ey Zalim! Allah, kürsüyü kurup gelmiş geçmiş herkesi huzurunda topladığında, eller ve ayaklar konuşup yaptıklarını anlattıklarında, Allah’ın huzurunda benim halimle, kendi halinin nasıl olduğunu o zaman göreceksin.”

“Rahibe doğru söylemiş, rahibe doğru söylemiş. Zayıfların güçlülerden hakkını alamadığı bir toplumu Allah günahlardan arındırıp nasıl temize çıkarır?” (İbn Mace, Fiten, 20)

Yaşı 20-25 olan bir delikanlı Ümeyr b. Humâm… Babası Humâm b. el-Cemûh annesi, Nevvâr bint Âmir…

Allah Resûlü (sas) onu amcasının oğlu Ubeyde b. el-Hâris ile kardeş yaptı. Her ikisi de Bedir savaşında şehid edildi.

“Genişliği yer ve gök arası kadar olan ve Allah’tan korkup ona karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış olan Cennete hazırlık yapın.”

“Ey Rubeyyi! Oğlun Haris tek bir cennette değil, Firdevs cennetlerindedir. Bir cennette değil, belki onlarca cennette Allah tarafından rızıklandırılmaktadır.”

Bu sözü duyunca anne Rübeyyi: “Artık bana ne gam, ne üzüntü, oğlum her namaz sonrası istediği şehadete ulaştı, artık ben niye üzüleyim ki” diyecektir.

Cerir b. Abdullah başka bir nebevi müjdeye dikkatleri çeker. Diyor ki: “Bir gün biz Efendimiz (sas) ile beraber Medine dışında bir yerlere doğru gidiyorduk. Baktık ki uzaklardan devenin üzerinden bir adam bize doğru geliyor. Efendimiz o adamı bize göstererek dedi ki: “Herhalde bu adam sizinle buluşmak için geliyor, herhalde bu adam sizi arıyor.” Adam bize yaklaştı selam verdi; biz de adamın selamını aldık. Sonra Efendimiz (sas) adama sordu: “Nereden geliyorsun?” Adam dedi ki: “Ailemin, çocuklarımın ve aşiretimin yanından geliyorum!” Nereye gidiyorsun diye sordu: Adam dedi ki: “Resulullah ile buluşmaya gidiyorum.” Efendimiz (sas) “Tam yerine geldin ve şu an ona rastladın” dedi. Adam öyle bir sevindi ki, sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Sonra dedi ki: “Ya Resulullah! İman nedir? Bana öğretir misin?” Efendimiz (sas) dedi ki: “İman Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmendir. Sonra, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucunu tutman, Beytullah’ı hac etmendir deyip İslam’ın şartlarını saydı.” Adam “hepsini kabul ettim ve ikrar ettim” dedi. Adam daha sözünü bitirmemişti ki, o anda devesinin ayağı bir çukura yada bir tuzağa rast geldi; deve bir anda yere yıkıldı. O anda adamda devenin üstünden başının üzerine sert bir şekilde düştü ve kanlar içerisinde kaldı. Biz hemen indik develerimizden adamın yanına koştuk. Ben Ammar b. Yasir, Huzeyfe b. Yeman, adamı kaldırdık yerden ama adam ölmüştü. Ammar b. Yasir dedi ki: “Ya Resulullah! Adam ölmüş” dedi. Efendimiz (sas) o anda başını bizden başka bir tarafa çevirdi. Biraz oraya baktı, sonra bize döndü ve dedi ki: “Adam günlerdir devesinin sırtında aç bir halde bize kavuşmak için geldi. İman etti; şu an melekler tepsiler üzerinde adama meyveler ikram ediyorlar. Kardeşiniz cennete gitmeden oranın meyvelerini yemeye başladı.” Daha sonra Enam Süresinin 82. ayetini okudu: “İman edenler, bununla birlikte imanlarına haksızlıkla şirk bulaştırmayanlar, işte ancak onlardır korkudan emin olanlar ve doğru yolu bulanlar.” Sonra Efendimiz dedi ki: “Ameli az, ama ecri çok olan kardeşinizi defnedin!” Bizde hemen orada bir mezar kazarak kardeşimizi defnettik.”

Şeddâd b. el-Hâd radıyallahu anh anlatıyor:

Arabîlerden bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme geldi. İman edip ona tâbî oldu. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme: “Sizinle hicret etmek istiyorum!” dedi. Efendimiz de onu Ashabdan birisine havale ve emanet etti. Daha sonraları bir savaş oldu. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bu savaşta bir miktar ganimet ele geçirdi ve onu savaşa katılanlar arasında taksim etti. Bir miktar da ona ayırdı ve payını kendisine vermesi için Ashabtan birisine teslim etti. Çünkü o, askerin gerisinden geliyor, yolda düşen ve kalanları gözetiyordu. Orduya yetişince ganimet payını kendisine verdiler.

– Bu nedir? diye sordu. Oradakiler:
– Ganimet payı, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem senin için ayırdı, dediler. Adam payını eline alarak Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme geldi ve:
– Bu nedir, yâ Rasulallah? diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
– Senin için ayırdım! Buyurdu. Adam:
– Ben sana böyle dünya malı için iman edip tâbî olmadım. Fakat ben sadece seninle cihad ederken şu boğazıma bir ok atılıp saplansın ve öylece ölüp Cennet’e gideyim diye tâbî oldum! Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de:

– Eğer Allah’a karşı (bu niyetinde) sadıksan, O seni tasdik eder, yalancı çıkarmaz, buyurdu.

Biraz sonra, düşmanla tekrar savaşa girildi. Savaştan sonra adam elde taşınarak Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme getirildi. Hakikaten tam işaret ettiği yerinden boğazına bir ok saplanmış ve şehîd düşmüştü. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem onu görünce:

– Bu o adam mıdır? Diye sordu:
– Evet, dediler. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:

– Allah ile doğru konuştu, Allah’ta onu doğruladı, tasdik etti.”

Sonra onu kendi cübbesiyle kefenledi, ön tarafa koydu, üzerine namaz kıldı. Namaz kılarken dua esnasında şu niyazı işitiliyordu: “Allahım! Bu senin kulundur. Senin yolunda hicret edip, şehid oldu. Ben de bunun şâhidiyim.” (Nesâî)

Ahirete Gerçek Manada İman, Mümine Neler Kazandırtır? Bu soruya doğru cevaplar verebilirsek, hem ahirete imanımızı tecdid etmiş yani yenilemiş oluruz, hemde bu konuda bir tamire girişmezsek neler kaybederiz sorusuna da zihinlerimizde yanıt bulmuş oluruz. Buyurun öyleyse bir cevap bulalım:

Ahirete Gerçek Manada İman, Mümine Neler Kazandırtır?


1. Ahirete iman, beşeri fıtratı ile buluşturur ve iç dünyasında bir uyum sağlar.
2. Ahirete iman, hayatı anlamsızlıktan kurtarır ve ölümlü olan bu hayata anlam katar.
3. Ahirete iman, insana yaşama ümidi verir ve hayatın zorluklarını kolaylaştırır.
4. Ahirete iman, insanın dayanma gücünü artırır ve en önemli teselli kaynağı olur.
5. Ahirete iman, kötülükleri önler ve toplumda adalet duygusunu geliştirir.
6. Ahirete iman, dengeli yaşamayı sağlar ve insanı asıl yurduna hazırlar.

Rabbim bizlere de gerçek manada ahirete iman etmeyi kolaylaştırsın. Sahabe’nin imanı gibi bizlere imanlar bahşetsin ve bizleri iman esaslarını adeta iliklerine kadar içselleştiren bahtiyarlardan kılsın.

M.Emin Yıldırım


10 Ocak 2017 Salı

Hüccetullahi'l-Bâliğa Penceresinden Dinin Tahrifi

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Dinin tahrifi konusuna geçmeden önce Hüccetullahi’l-bâliğa adlı eserin kısa bir tanıtımını yapalım:

Ulema ailesine mensup olan Şah Veliyyullah ed-Dihlevi (1703-1762) dini hükümlerin hikmetlerini incelediği eseri Hüccetullahi’l-bâliğa[1] ile büyük bir şöhrete sahip olmuştur. Şiblî Nu’mânî, onun Hüccetullahi’l-bâliğa’da dinin hakikatlerini ve esrarını ele aldığını belirtir. Bir sosyolog gibi yaşadığı dönem ve yörede toplum hayatını gözlemleyip olan-biteni çok yönlü değerlendirmiş ve problemlerin çözümü için Kitap ve Sünnet çizgisinde bilimsel çareler önermiştir. [2]

Hüccetullahi’l-bâliğa, “dini ilimler içinde en derin, zor ve o ölçüde de önemli olan hikmet-i teşri’ ilmi” olduğu vurgusu ile başlar. Kendi türünde sahip olduğu mümtaz yerini, bu ilim sayesinde dini konuları kavrama ve uygulama imkânı bulunduğunu ispat etmiş olmasından alır.

Müellif, dini hükümlerin sır ve hikmetlerinin biri sevap-günah yönü diğeri dini hayatın düzeni olmak üzere iki ayrı açıdan önem arz ettiğini ve hükümlerin bu yönleriyle incelenmesi gerektiğini prensip olarak benimser. Şah Veliyyullah, toplumların dini ve dünyevi düzenlerinin bozulmaması için peygamberlerin rehberliğinin kaçınılmaz olduğunu vurgular. Hüccetullahi’l-bâliğa, genelde İslam’ın birey ve toplum hayatındaki yeri ve önemi, özelde dini emir, yasak ve tavsiyelerin sebep, hikmet ve gerekçelerini daha ziyade hadislere dayanarak açıklayan değerli bir çalışmadır.

Pek genel hatlarıyla içeriğine işarette bulunmaya çalıştığımız Hüccetullah’il-bâliğa’da müellif, son zamanlarda kimileri tarafından “İslam’ı rivayet dini haline soktular” diye hadisçilere yönelik olarak dile getirilen ithamlara ve ümmet içindeki aşırı grupçuluğun temel yanlışı olan “ma’sum olmayan kişilerin taklidi”ne ve dinlerin birbirine karıştırılmasına, “dinin tahrif sebebi olarak” dikkat çekmiştir. Güncelliği çok açık olan bu üç sebebin yanında müellifin yedi başlık altında[3] topladığı tahrif sebeplerinin tamamını sırasıyla takdime çalışacağız. [4]


Dinin tahriften korunması gereği 

Allah’tan, önceki dinleri yürürlükten kaldıran (evrensel) bir din getiren peygamberin, dinini tahriften koruyacak tedbirleri alması gerekli ve tabiîdir. Çünkü bu peygamber, çeşitli yeteneklere ve farklı amaçlara sahip birçok ümmeti bu yeni dinin şemsiyesi altında toplayacaktır. Çoğunlukla da bu insanların hevâ ve hevesleri ya da önceden müntesip oldukları dine yönelik sevgileri veya bazı şeyleri doğru anlamanın yanında çoğu maslahatı göz ardı eden eksik kavrayışları sebebiyle, bu yeni dinin belirlediği esasları ihmal ederler yahut bu dine ait olmayan konuları ona katıp karıştırmaya kalkışırlar. Böylece daha önceki birçok din gibi bu din de bozulur, özgün halini kaybeder.

Şu bir gerçektir ki, dine nereden zarar geleceğini her zaman bütün ayrıntılarıyla tespit etmek mümkün değildir. Zira dine zarar verecek unsurlar sayısızdır ve belirlenip sınırlandırılmış da değildir. Ne var ki bir şey tümüyle elde edilemiyorsa, tümüyle de terk edilmez. O halde bu dine mensup olanların genel anlamda da olsa, dini tahrife sebep olacak yollara gitmekten ciddi ve şiddetli bir şekilde sakındırılmaları ve uyarılmaları kaçınılmaz hale gelir.

Dini meselelerin ihmalini ve bunların önemsenmemesi neticesinde dinin tahrifine ortam oluşturacak sebepler, tahmini de olsa, tespit edilmelidir. Bu sebepler veya benzerleri yüzünden tahrif olgusunun insanlık tarihi boyunca devam edegelmiş bir hastalık olduğu dikkate alınıp bozulma yolları tümüyle tıkanmalıdır. Buna ilaveten önceki bozulmuş dinlerde alışılagelmiş konulara muhalif olan mesela namaz gibi hükümler ısrarla emredilmelidir.

Tahrif sebepleri

1-Dini ciddiye almamak /gevşeklik ve umursamazlık 

Bu şöyle gerçekleşir: Peygamber’in dostlarından sonra bir nesil gelir ve öncekilerin yerini alır. Bu yeni gelenler namazı terk eder ve arzularının peşine düşerler. Eğitim-öğretimini yapmak-yaptırmak ve yaşamak suretiyle dinin yayılmasına ilgi duymaz, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker yapmazlar. Çok geçmeden dinin esaslarına aykırı birtakım uygulamalar ortaya çıkar. Şeriat ile insanların istekleri farklılaşır. Bunlardan sonra bir nesil daha gelir, dini bilginin büyük kısmının tamamen unutulmasına varan bir umursamazlığı yaşam biçimi olarak paylaşırlar.

İşte tam da bu noktada toplumun büyüklerinin ve ileri gelenlerinin umursamazlığı, topluma daha zararlı olur ve fesadı artırır. Bu olgu sebebiyledir ki kendilerine selam olsun Nuh ve İbrahim 
Aleyhimüsselâm'ın dinleri, -bu dinlere mensup olup da onların nasıl olduğunu bilen hiç kimse kalmamacasına- unutulup gitmiştir.

Şah Veliyyullah, “dini ciddiye almama”nın üç göstergesini bu başlık altında dikkatlere sunmuş ve onları da kısa kısa açıklamıştır. O, şöyle devam etmektedir:

"Allah, ilmi (insanlara lütfettikten sonra) onu hafızalardan çekip almaz. Fakat ilim adamlarını, bilgileriyle birlikte ortadan kaldırmak suretiyle ilmi de kaldırır. O kadar ki, bir tek âlim bile bırakmadığı zaman insanlar, kendilerine soru yöneltilen ve şahsî görüşleriyle cevap (fetvâ) veren birtakım cahil kimseleri önder edinirler. Onlar da bu yaptıklarıyla hem kendileri sapar hem de halkı saptırırlar."

Gevşeklik ve Umursamazlık Bazı Sebeplere Dayanır. 

a-Dinin Kurucusundan Gelen Rivayete Önem Vermeyip onunla amel etmeyi terketmek 

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisleri bu noktayı vurgulamaktadır:

"Dikkat ediniz! Çok sürmez karnı tok bir adam koltuğuna kaykılır ve ‘Siz bu Kur’ân’a bakın; onda helal olarak neyi bulursanız siz de onu helal kabul edin; haram olarak ne bulursanız onu da haram sayın’ der. [5]


Hâlbuki Allah’ın Rasûlü (sav)’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” [6]

"Allah, ilmi (insanlara lütfettikten sonra) onu hafızalardan çekip almaz. Fakat ilim adamlarını, bilgileriyle birlikte ortadan kaldırmak suretiyle ilmi de kaldırır. O kadar ki, bir tek âlim bile bırakmadığı zaman insanlar, kendilerine soru yöneltilen ve şahsî görüşleriyle cevap (fetvâ) veren birtakım cahil kimseleri önder edinirler. Onlar da bu yaptıklarıyla hem kendileri sapar hem de halkı saptırırlar." [7]

Şah Veliyyullah burada, “dini/İslam’ı rivayet dini haline getirdiler” diye hadisçilere ve sünnet verilerine toptan cephe almaya kalkışan, “Kur’ân Müslümanlığı” vurgusuyla bu anlamsız tavırlarını savunduklarını sanan kimi kalem ve ağızlara, yapmaya çalıştıklarının gerçek yüzünü ve anlamını yani “dini tahrif” yoluna girdiklerini -tam bir isabetle- ihtar etmiş bulunmaktadır.

b-Sapık Tevillere Sürükleyen Kötü Amaçlar/hedefler 

Yöneticilere yaranmak maksadıyla onların hoşlarına gidecek birtakım yorumlarda bulunmak bunun örneğini teşkil eder. Allah Teâlâ bu tür davranış sahipleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın indirdiği kitabın bir kısmını gizleyenler ve onu az bir karşılığa satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar.”[8]

c-Kötülüklerin Yaygınlaşması ve Ulemanın Bunlardan Halkı Uzaklaştırmaması 

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Keşke sizden önceki nesillerin içinde, yeryüzünde fitne fesat çıkarılmasına engel olacak akıllı ve erdemli insanlar bulunsaydı. Ama içlerinden, kendilerini kurtardığımız çok az kimse bunu başarabildi. Zalimler ise kendilerine verilen refaha aldanıp yoldan çıkarak günahkâr oldular.” [9]

Yine İsrail oğullarının günahlara dalması hakkında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu beyanı da bu konuya yöneliktir:

“Başlangıçta bilginleri, İsrail oğullarını kötülüklerden sakındırmışlardı. Fakat onlar işlediklerine son vermemişlerdi. Buna karşın bilginler onlarla düşüp kalkmışlar, yiyip içmişlerdi. Bu isyanları ve hakkı tecavüz etmeleri karşılığı olarak Allah, onların kalplerini birbirine benzetmiş, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle onları lânetlemiştir.” [10]

Dini tahrif sebeplerinde bir başkası zorlaştırmadır(teşeddüt). Bunun özü, kesintisiz oruç tutmak, devamlı namaz kılmak, uzlete çekilmek, evlenmemek ve sünnet’ten ve âdâbtan olan konuları vacip telakki etmek gibi Allah Teâlâ’nın emretmemiş olduğu zor/ağır ibadet ve amelleri tercih etmektir.

2-Aşırılık (Taammuk) 

Dini tahrifin sebeplerinden biri de taammuk/aşırılıktır. Bunun özü ve gerçeği şudur: Hüküm koyucu(Peygamber) bir emrin yerine getirilmesini emreder ve bir şeyden de nehiy eder. Ümmetinden bir kişi bunu duyar ve kendi zihniyetine uygun gelecek şekilde bunu anlar. Peşinden bu anladığı hükmü, o şeye bazı yönlerden benzer olan veya illetin bir kısmında ortak gözüken öteki konuları veya o şeyin bulunabileceği yerleri ya da sebepleri de içine alacak şekilde genişletir. Rivayetlerin teâruzu yüzünden ne zaman işler zora girse, o en zor olanı geçerli sayar ve onu vacip kılar. Peygamber’in her yaptığını ibadet olarak değerlendirir. Hâlbuki Peygamber bazı şeyleri âdeten işlemiştir. O emir ve nehyin bu kabil işleri de kapsadığını zanneder. Neticede Allah Teâlâ bunu da emretmiştir, şunu da yasaklamıştır demeye cür’et eder. Söz gelimi, Şâri teâlâ, nefsi denetim altında tutup yola getirmek için orucu farz kılıp oruç süresince cinsel ilişkiyi yasaklamıştır. Aşırılığı benimsemiş olanlar, buradan hareketle, sahurda yemek yemeyi, nefsin denetim altında tutulmasına aykırı bulup sahurun meşru olmadığını ileri sürerler. Yine bu yapıdaki insanlar, oruçlunun eşini öpmesini de haram sayarlar. Çünkü onlara göre öpme, cinsel ilişkiye yönlendirebilir. Hatta şehvetin tatmini bakımından bir çeşit cinsel ilişki işlevi görebilir.

İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu tür düşünce ve aşırılıkların yanlışlığını ortaya koymuş ve böylesi bir yaklaşımın dini tahrif etmek olduğunu açıklamıştır.

3-Zorlaştırma /Teşeddüt: 

Dini tahrif sebeplerinde bir başkası zorlaştırmadır(teşeddüt). Bunun özü, kesintisiz oruç tutmak, devamlı namaz kılmak, uzlete çekilmek, evlenmemek ve sünnet’ten ve âdâbtan olan konuları vacip telakki etmek gibi Allah Teâlâ’nın emretmemiş olduğu zor/ağır ibadet ve amelleri tercih etmektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Abdullah b. Amr ve Osman b. Maz’ûn’u niyet ettikleri zor ibadetlerden alıkoyması bu sebeptendir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: (Aşırıya kaçıp) dini aşmak isteyen kimse ona yenik düşer.”[11]

Öte yandan bu zorlaştırma ve aşırılık yanlısı kişi, toplumun mürşidi ve yöneticisi olursa, halk onun yapıp ettiklerini Şer’-i şerif’in emri olduğunu ve ilahi rızanın da bunları böylece uygulamakla elde edileceğini sanacaklardır. Yahudi ve Hristiyan din adamlarında görülen hastalık tam da budur.

4-İstihsan 

Dini tahrifin sebeplerinden bir başkası istihsan ilkesidir.[12] Kişi, şâri Teâlâ’nın, her hikmet için uygun bir yer/konum belirlediğini görür ve teşri’de oraya bağlı kıldığını idrak eder. Bunun sonucunda da, teşriin sırları / hikmet-i teşri ile alakalı olarak (bu kitapta) zikrettiğimiz hikmetlerin bir bölümünü özümser, peşinden de aklınca uygun gördüğü şeyleri halka maslahat olarak kabul ettirmeye kalkışır. Nitekim Yahudiler de Şâri’ Teâlâ’nın hadleri, ıslah için günahlardan caydırıcı nitelikte emretmiş olduğunu görmüşlerdi. Bu ilkeden hareketle recim cezasının, ihtilafları ve öldürmeleri tetiklediğini ve böylece de toplumda daha büyük bir fesada sebep olduğunu değerlendirip zina eden kişilerin yüzlerinin ve vücutlarının siyaha boyanmasını yeterli ve güzel görmüşlerdi.

Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem, böyle bir uygulamanın bir tahrif/bozma ve Allah’ın Tevrat’ta açıkça koymuş bulunduğu hükmünü, kendi reyleriyle işlevsiz kılmak demek olduğunu bildirmiştir.

İbn Sîrin’in şöyle dediği nakledilmiştir: “İlk kıyas yapan İblistir. Güneş ve aya kulluk edilmesi de hep kıyaslamalar sonucudur.”

Hasen el-Basri;"Beni ateşten onu topraktan yarattın”[13] ayetini okumuş ve “İblis, böyle kıyas yapmıştır. O zaten ilk kıyas yapandır” demiştir.

Eş-Şa’bî de şöyle demiştir: “Allah’a yemin ederim ki, kıyaslama yoluna giderseniz, helali haram, haramı da helal kılarsınız.”

Muaz b. Cebel’den de şöyle dediği nakledilmiştir:

Kur’ân-ı Kerîm insanların önüne açılır; erkek, kadın, çocuk herkes onu okur. Erkek der ki, “Ben Kur’ân’ı okudum fakat ona uymadım, uyamadım. Yemin olsun ki ben şimdi onu, insanların içinde okuyacağım belki o zaman uyarım.” Kalkar insanların arasında okur fakat yine uymaz. Bu defa der ki; “Ben Kur’ân’ı okudum fakat ona uymadım, uyamadım. İnsanların arasında okudum fakat yine uymadım, uyamadım. Şimdi ise, evimde özel bir mescid hazırlayacağım, belki bu defa ona uyarım.” Evinde bir mescid edinir fakat Kur’ân’a uymaz. Bu defa şöyle der: “Ben Kur’ân’ı okudum fakat ona uymadım, uyamadım. İnsanların arasında okudum fakat yine uymadım, uyamadım. Evimde bir mescid edindim (okudum) yine uyamadım. Allah’a yemin ederim ki ben bu insanlara öyle bir söz getireceğim ki, onlar bunu Allah’ın kitabında bulamazlar ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den de kesinlikle duymamışlardır. Ben belki işte bu takdirde onun hükmüne uyarım.”

Muâz b. Cebel şu uyarıda bulundu: “Onun getireceklerinden kesin olarak uzak durun. Çünkü onun (Allah’ın kitabı ve Rasûlü (sav)’nün sünneti dışında) getireceği her ne ise o sapıklıktan başka bir şey değildir.”

Halkın, görüşlerinde çoğunlukla veya sürekli isabet ettiklerine inandığı din bilginlerinden bir grub bir konu üzerinde ittifak eder. Bu ittifak, Kitap ve Sünnetten herhangi bir esasa dayanmamasına rağmen, o hükmün sâbit olduğunu gösteren kesin delil zannedilir. Pek tabii olarak böylesine oluşmuş bir icma, ümmetin delil olduğunda görüş birliği ettiği icma’dan başka bir şeydir.

Allah kendisinden razı olsun Ömer 
Radıyallahu Anh'dan de şöyle dediği nakledilmiştir:

“İslam’ı, âlimin yanılgısı(zelle), münafığın kitap ile cedeli ve saptırıcı yöneticilerin hükmü yıkar.”

Bütün bu nakillerden maksat, Allah’ın kitabından ve Rasûlü 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in sünnetinden istinbat edilmemiş olduğu halde “istihsan” diye ortaya konulan hükümler ve onlara dayalı düşünce ve davranışlardır.

5-Delilsiz İcma

Dini tahrif etmenin bir başka sebebi de kitap ve sünneten dayanağı olmayan icma’dır. Bu şöyle gerçekleşir: Halkın, görüşlerinde çoğunlukla veya sürekli isabet ettiklerine inandığı din bilginlerinden bir grub bir konu üzerinde ittifak eder. Bu ittifak, Kitap ve Sünnetten herhangi bir esasa dayanmamasına rağmen, o hükmün sâbit olduğunu gösteren kesin delil zannedilir. Pek tabii olarak böylesine oluşmuş bir icma, ümmetin delil olduğunda görüş birliği ettiği icma’dan başka bir şeydir. Zira ümmetin bilginleri, dayanağı Kitap ve Sünnet veya bunlardan birinden yapılan bir çıkarım/istinbat olan görüş birliğinin icma’ olduğunda ittifak etmişlerdir. Kitap veya Sünnet’in birinden dayanağı bulunmayan bir görüş birliğini, dinde delil olan “icma’” olarak kesinlikle değerlendirmemişlerdir.

Şu ayet-i kerime bu konuya delildir:

“Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiğinde,” Hayır, biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız” dediler. Peki, ya ataları anlayışsız ve doğru yolu bulamamış kimseler ise?”[14]

Yahudiler İsa ve Muhammed aleyhimesselam’ın peygamberliğini yok sayarken; geçmişlerinin bu iki peygamberin durumlarını araştırdıklarına ve onları öteki peygamberlerin evsaf ve şartlarına uygun bulmadıklarına tutunmuşlardır. Hıristiyanlara gelince, onların Tevrat ve İncilin hükümlerine aykırı çok uygulamaları bulunmaktadır. Bu noktada, atalarının müştereken yapıp ettiklerinden başka bağlılık hissettikleri herhangi bir delilleri de yoktur.

6-Ğayr-i ma’sum kişilerin Taklidi 

Bundan maksadımız, hatadan korunduğu (ismet) sabit olan Peygamber Efendimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışında kalan insanlardır. Ğayr-i ma’sum kişilerin taklidi şöyle gerçekleşir:

 Ümmetin bilginlerinden herhangi biri bir konuda içtihat eder. Bu âlimin bağlıları, onun içtihadında kesin olarak ya da ona yakın bir ihtimalle isabet ettiğini savunurlar ve o içtihada ters düştüğü gerekçesiyle sahih bir hadisi reddederler. İşte bu hareket tarzı, ümmet-i merhumenin, caiz olduğuna dair görüş birliğine vardığı taklitten başka bir taklittir. Zira ümmet, müçtehidin görüşünde hata da isabet de edebilir olmasına rağmen müçtehitlerin taklidinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ne var ki, o mesele hakkında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen nassın araştırılmış olması ve taklit edilen görüş hilafına sahih bir hadisin ortaya çıkması halinde o görüşün terkedileceğine ve hadise tabi olunacağına dair kesin bir kanaatin bulunması esastır.

 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ehl-i kitab, Allah’ı bırakıp hahamlarını ve ruhbanlarını rab edindiler” [15] ayeti ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Onlar, din adamlarına tapmıyorlardı; fakat din adamları kendilerine bir şeyi helal kıldığı zaman hemen onu helal sayıyorlar; yine o din adamları bir şeyi de haram kıldığı zaman kendilerine haram kabul ediyorlardı.”[16]

Şah Veliyyullah, şu veya bu gerekçe ile hatasızlık konumuna layık görülüp her söylediği ya da her yaptığının isabetli olduğu kanısıyla taklit edilen ve fakat hata işlemekten korunmuş olmayan kişilerin, sıfat, unvan, cinsiyet, şekil-şemâil ve saygınlık bakımından nasıl ve ne durumda olurlarsa olsunlar, dinin tahrifine sebep olacaklarını vurgulamaktadır. Halkımız arasında sıkça söylenen “Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme” sözü de -sanıldığının aksine- bu noktada dikkate alınması gerekli bir kuralı ifade etmektedir. Yani, din adamları halka din adına doğruları ve hatta bunların kolayca yerine getirilecek şekillerini(ruhsatları) söylerler. Ancak, kendileri azimeti iltizam edecekleri, daha da önemlisi ğayr-i ma’sum kimseler oldukları için onların yaşayışları “din olarak” taklid edilemez. Hayatı din olarak taklid edilecek tek kul, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemdir.

7-Dinlerin ayırt edilemeyecek derecede karış(tırıl)ması:

Dinin tahrif sebeplerinden biri de dinlerin ayırt edilemeyecek derecede birbirine karış(tırıl)masıdır. Bu şöyle gerçekleşir: Bir insan dinlerden birine inanır, gönlü o dinin bilgileriyle dolar. Daha sonra İslâm dinine girer. Ne var ki gönlünde hala eski diniyle ilgili bilgiler bulunur. Bu sebeple bu yeni dininde o eski bilgilerine zayıf veya uydurma da olsa bir yorumla yer bulmaya çalışır. İş bu noktaya gelince hadis uydurmayı ve hadis diye uydurulmuş sözlerin rivayetini caiz görmeye başlar.

 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu beyanı bu konuyu açıklar:

“İsrail oğullarının işleri düzgün ve yolunda gidiyordu. Sonra içlerinde melezler ve diğer milletlerden alınan esirlerin çocukları türedi. Bunlar kişisel görüşleriyle (re’y) hüküm verdiler, dolayısıyla hem kendileri saptılar hem de insanları saptırdılar.” [17]

Bazı İsrâilî bilgiler, Cahiliye dönemi öğütleri, Yunan felsefesi, Fars tarihi, ilm-i nücum, remil ve kelâm bizim dinimize sokuşturulmuştur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, huzurunda bir Tevrat nüshasının okunmasına kızmasının ve Ömer 
Radıyallahu Anhn Danyal’ın kitaplarını soruşturan kişiyi cezalandırmasının sırrı/ hikmeti işte budur. Allahu a’lem.

Sonuç

Şah Veliyyullah’tan yaptığımız bu tercüme de göstermiştir ki; Hüccetullah’ı’l-Bâliğa, dünün ve günün Müslümanları için gerçekten faydalı tespitleri ile bizim kültürümüzün ve dini hayatımızın sağlık reçetelerinden biridir. Genelde ilahiyatçıların özelde din felsefesi ve sosyolojisi ile ilgilenenlerin eser üzerinde hassasiyetle durmaları ve derinlikli araştırmalar yapmaları ve yaptırmaları, din bilimleri ve din hizmetleri açısından son derece isabetli ve faydalı olacaktır.

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan

Dipnotlar:

1. Eserin geniş bir tanıtımı için bk. Bekir Topaloğlu, “Hüccetullahı’l-Bâliğa”, DİA, XVIII, 453-455
2. Bk. M. Erdoğan ve M. Said Özervarlı, “Şah Veliyyullah”, DİA, XXXVIII, 260-267


3. Bu başlıklar şöyle sıralanır:
1. Dini ciddiye almamak/umursamazlık
a. Dinin Kurucusundan Gelen Rivayete Önem Vermeyip onunla amel etmeyi terk etmek
b. Batıl tevillere sürükleyen kötü amaçlar
c. Ulemanın Halka Uyması
2. Aşırılık (Teammuk)
3. Zorlaştırma /Teşeddüt
4. İstihsan
5. Delilsiz İcma’
6. Ğayr-i ma’sum kişilerin Taklidi
7. Dinlerin birbirine Karışması/Karıştırılması

4. Şah Veliyyullah tarafından, “Dinin tahriften korunma gereği” başlığı altında işlenmiş olan konu, kitabın Arapça nüshası yanında Prof. Dr. Mehmet Erdoğan’ın Türkçe tercümesinden de (İstanbul,1994,İz Yayıncılık) istifade edilmek suretiyle hazırlanmıştır.
5. Ebu Davud, Sünnet 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 131; Hadisin geniş yorumu için bk. Çakan, Hadislerle Gerçekler, s. 305-310
6. Hadisin son kısmındaki وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ كَمَا حَرَّمَ اللَّهُ cümlesi Tirmizî’nin rivayetinden alınmıştır.
7. Buhâri, İ’tisâm 7; İlim, 34; Müslim, İlim 13. Bu hadisin geniş bir yorumu için bk. Çakan, Seçme Hadisler, s. 160-164, İstanbul, 2012 (İfav yayınları)
8. El-Bakara (2), 174
9. Hud (11), 116
10. Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391
11. Buhari, İman 29; Nesâi, İman 28; Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 69
12. İstihsan, “fıkıh usulünde müctehidin bir meselede icmâ, zaruret, örf, maslahat, gizli kıyas gibi özel ve da¬ha kuvvetli görünen bir delile dayanarak o meselenin benzerlerinde izlenen genel kuraldan ve ilk hatıra gelen çözümden vazgeçmesi ve hukukun amacına daha uygun bulduğu başka bir hüküm verme¬si diye özetlenebilen yöntemin adıdır”. Ali Bardakoğlu,”İstihsan”, DİA, XXIII, 339
13. El-A’raf (7), 12
14. El-Bakara (2), 170. Ayrıca bk. El-Maide (5), 104; el-A’raf 87), 28; eş-Şuarâ (26), 74; Lokman (31), 21; es-Saffât(37),69-70; ez-Zuhruf (43), 22-24
15. Et-Tevbe (9), 31
16. Tirmizi, Tefsir( 9), 30
17. İbn Mâce, Mukaddime 8; Dârimî, Mukaddime 17


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR

6 Ocak 2017 Cuma

Mü’minin Misali Nelere Benzer?-M.Emin Yıldırım


Mü’minûn Süresi’nin ilk 10 ayetine göre Mü’min kimdir?

1. Allah’ın kendilerine söylediği her şeye kesinkes iman edenlerdir.
2. Namazlarını huşu içerisinde ikame edenlerdir.
3. Boş ve faydasız işlerden yüz çevirenlerdir.
4. Zekâtlarını tastamam ödeyenlerdir.
5. İffetlerini büyük bir hassasiyetle koruyanlardır.
6. Helal daire ile yetinip, haddi aşmayanlardır.
7. Emanetlere karşı sadakat gösterenlerdir.
8. Sözlerini tutup, asla ahitlerine karşı lakayt davranmayanlardır.
9. Namazlarına sahip çıkıp, hep ilk günün heyecanı ile ibadetlerine devam edenlerdir.
10. Cennet arzusu ile yaşayan ve böylelikle asıl yurtlarına varis olmaya çalışanlardır.

“Mü’min ve imanın misali şuna benzer; Mümin ve imanı halkalı demir kazığa örüklenmiş/bağlanmış bir küheylan/at gibidir. At, gezer-dolaşır, otlar sonra bağlı olduğu yere döner. Mü’min de iyilik yapar-günah işler, şaşar-yanılır ama sonunda imanına döner. O halde yemeğinizi iyilere yediriniz, iyiliklerinizi ve güzelliklerinizi mü’minlere yöneltiniz!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 18/86)

“Kur’an okuyan mü’minin misali portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir…” (Ebû Davud, Kitâbü’l-Edeb, 19)

“Mü’minin misali saf altın parçasına benzer. Sahibi onu ateşe tutsa dahi özelliğini kaybetmez ve ağırlığı eksilmez.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 11/457, 458)

“Müminin misali, taze ekin gibidir. Rüzgâr nereden gelirse, onu eğip yatırır, ama kökünden onu koparmaz. Kâfirin misali ise çam ağacı gibidir. Rüzgâr vurdukça ses gelir, yıkılmaz gibi durur. Ama bir devrildi mi bir daha doğrulamaz.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 12, 16/118, 452)

“Müminin misali hurma ağacına benzer…”
(Tirmizî, Kitâbü’l-Emsâl, 4)

“Mü’minin misali bal arısına benzer. Temiz olan şeyleri yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de incitir.”
(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 199; Hâkim, el-Müstedrek, I, 147)

Arı var, Arı var; Yabani Arı var, Eşek arısı var, Çömlekçi arısı var, Mazı arısı var, Kâğıt arısı var, Tarla arısı var, Kazıcı arı var…

Mü’minin bal arısına benzetilmesinin mesajları:


1. Mü’min, helal ve tayyip olan şeyleri yer.
2. Mü’min, temiz şeyleri yediği için, temiz işler ortaya koyar.
3. Mü’min, meşru dairede itaat etmekten gocunmaz.
4. Mü’min, nizam aşığıdır, âleme nizam vermenin kendinden geçtiğini unutmaz.
5. Mü’min, tek başına değil, cemaat halinde yaşamaya dikkat eder.
6. Mü’min, girdiği ortamı germez, nereye girerse oraya tat ve lezzet verir.
7. Mü’min, ait olduğu yere asla ihanet etmez.
8. Mü’min, az yada çok insanlığa faydası olan şeyler üretir.
9. Mü’min, diğer kardeşleri ile paylaşmayı sever.
10. Mü’min, yanındakilere karşı fedakârlık yapmaktan hoşlanır.

Bal arıları, yumurtadan ergin olarak çıkar ve jet hızıyla nektar toplamaya başlar. 500 gr bal için 900 arının 1 gün çalışması gerekir.

450 gr bal, 17 bin arının 10 milyon çiçek dolaşmasıyla birikir.

Bir arı, hayatı boyunca bir çay kaşığının sadece on ikide biri kadar bal toplayarak peteğe katkıda bulunur.

Bugün kendilerini Mü’min olarak tanımlayan kaç kişi bal arısına benziyor?

Eğer sen bal arısı olsaydın, Allah seni başka bal arıları ile buluşturur, seni bir peteğe sevk ederdi.

Rehber Hz. Peygamber, Ölçü Kur’an, Örnek Sahabe Nesli…

“Şu bir gerçek ki ben sizin babanız mesabesindeyim, sizi terbiye ve tezkiye eder, ihtiyaç duyduğun her bilgiyi sizlere öğretirim.” (Ebû Davûd, Tahâret, 4)

“Görüyorum ki dostunuz Muhammed, size her şeyi ama her şeyi hatta tuvalete nasıl oturacağınızı bile öğretiyor!”

“Evet, gerçekten de öyle, istersen sana öğreteyim Hz. Peygamber’în ne dediğini, çünkü büyük ihtimalle sen tahareti bilmiyorsundur!”
(Müslim, Taharet 57, 58)

“İtidal, yani düşünerek hareket etmek ve ölçülü davranmak, peygamberliğin yirmi dört cüzünden biridir.” (Tirmizî, Birr, 66)

Önemli iki alan: Beklenti İtidali ve Mesafe İtidali…

“Senin beni gözetlediğin anda, eğer seni yakalamış olsaydım; bu tarakla senin gözünü oyardım. Böyle yapma! İzin istemek evin içerisi görülmesin diye emredilmiştir.” (Müslim, Adâb, 40, 41)

“Bir kimse, izinleri olmaksızın insanların evinin içine bakarsa, gözünü çıkarması onlara helal olur.” (Müslim, Adâb, 43)

“İzin istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.”
(Buhari, İsti’zan, 13)

“İki Müslüman karşılaştıklarında musâfahada bulunurlarsa, birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.”
(Ebû Davûd, Edeb, 142)

“İki Müslüman karşılaştıklarında musâfaha yaparlar da Allah’a hamd eder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi de mağfiret olunur.” (Ebû Davûd, Edeb, 142)

Nezâket ve Zarâfet Sultanından (sas) 12 Güzel Davranış

1. Selamı ilk veren hep kendisi olur, karşısındakinden beklemeden ilk adımı atardı.
2. Musafaha/tokalaşma için ellerini ilk uzatan olur, yanına gelenleri rahatlatırdı.
3. Elini tutan bırakmadıkça, asla ellerini bırakmaz, karşı tarafın yapacağı davranışı beklerdi.
4. Hiç kimsenin yanında ayaklarını uzatmaz, üstüste atmaz, yakışıksız oturmazdı.
5. Bir meclise girdiğinde kimsenin rahatsız olmasını istemez, neresi boş ise oraya otururdu.
6. Yanına gelenlere ikramda bulunur, bazen minderini, bazen elbisesini onların altına sererdi.
7. Biri kendisini çağırdığı zaman, sadece başını çevirerek bakmaz, bütün bedeni ile dönerdi.
8. Muhatabının gözlerinin içine bakar, sözü bitene kadarda gözlerini ondan almazdı.
9. Arkadaşlarını en güzel isim, künye ve lakaplarla çağırır, onların hoşuna gidecek hitap cümlelerini kullanırdı.
10. Karşıdaki sözünü bitirmeden sözüne başlamaz, büyük bir sabırla söylenen sözleri dinlerdi.
11. Misafirlerini asla bekletmez, bazen onlar için namazlarını bile kısa tutar, gelenlerle ilgilendirdi.
12. Kendisine yapılan hataları sabırla karşılar, onların ayıp ve kusurlarını yüzlerine vurmazdı.


M.Emin Yıldırım


4 Ocak 2017 Çarşamba

RABBİMİZİN cc 37.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah 
(Celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır:

"Ey âdemoğlu! Elini vicdanına koy ve kendin için istediğin şeyi başkası için de iste.

Ey âdemoğlu! Bedenin zayıf, dilin hafif meşrep
(ileri geri ayarsız konuşur), kalbin ise merhametsizdir.


Ey âdemoğlu! Sonun ölümdür. O sana gelmeden önce sen onun için amelde bulun.

Ey âdemoğlu! Uzuvlarından hiçbirini ona ait rızkı yaratmadan var etmedim.


Ey âdemoğlu! Seni gözsüz yaratmış olsam göze hasretlik duyacak; sağır yaratmış olsam duymaya özlem çekecektin. Sana bahşettiğim nimetlerimin kıymetini bil ve bana şükürde bulun; nankörlük etme, sonunda dönüş banadır.


Ey âdemoğlu! Taksim edip sana ayırdığım rızkı elde etmek için kendine sıkıntı verme. Sana ayırdığım rızık, sen onu tümüyle elde edene kadar seni aramaktadır.


Ey âdemoğlu! Benim adımla yalan yeminde bulunma! Benim adıma yalan yeminde bulunanı ateşe atarım.


Ey âdemoğlu! Rızkımı yediğin vakit hemen ardından bana kulluğa yönel.


Ey âdemoğlu! Benden yarının rızkını isteme; çünkü ben senden yarının amelini istemiyorum.

Ey âdemoğlu! Ben senin az ameline razı olurken, sen benim sana bahşettiğim çok rızka bile razı olmuyorsun.


Ey âdemoğlu! Dünyayı kullarımdan birine bırakacak olsam; kullarımı bana itaate davet etsinler ve emirlerimi uygulasınlar diye peygamberlerime bırakırdım.


Ey âdemoğlu! Ölüm sana gelmeden önce nefsin için çalış. Hatalarının örtülmesi ve cezasının hemen verilmemesi seni aldatmasın; şüphesiz onları takip edip yazan melekler vardır.
Hayatın devamı ve uzun emel sana tövbeyi unutturmasın. Yoksa tövbeyi, pişmanlığın sana bir fayda yermeyeceği zamana tehir ettiğine pişman olursun.


Ey âdemoğlu! Benim sana verdiğim maldan zekâtını ayırmaz ve fakirlerin hakkını esirgersen zalimlerden biri sana musallat edilerek malın elinden alınır. Buna karşılık sana sevap da vermem.

Ey âdemoğlu! Rahmetimi dilersen bana itaate sarıl. Azabımdan korkuyorsan bana isyan etmekten sakın.


Ey âdemoğlu! Dünya sana yöneldiğinde ölümü, günahlara arzu duyduğunda da tövbeyi hatırla.
Mal kazanacak olursan hesabını vereceğini, yemeğe oturacağın vakit aç olanları, nefsin seni bir zayıfa karşı gücünü kullanmaya çağırdığında Allah'ın gücü ve kudretini hatırla ve bil ki Allah dilese onu sana musallat edebilirdi.


Başına bir belâ geldiğinde, 'La havle ve lâ kuvvete illâ billâh
(kötülükten korunmak, hayırlarda muvaffak olmak ancak Allah'ın yardımı ile mümkündür)' diyerek yardım dile. Hastalanırsan sadaka vererek bedenine şifa ara. Sana bir musibet erişecek olsa, 'innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'ın mülküyüz ve O'na döneceğiz) de!"


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

2 Ocak 2017 Pazartesi

Allah’ın Bir İhsanı ve Rahman’ın Bir Hediyesi Olarak Hastalık-M.Emin Yıldırım


Hastalık nedir? Nasıl anlaşılmalıdır?

1-Hastalık, Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanı ve Rahmaniyetinin tecellisi olan bir hediyesidir.

“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre diğer insanlar gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası (imtihanı) daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd, 57; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I/172, 174)

Dertler, özel insanlara verilir…

2-Hastalık, şifa vesilelerinin aranması lazım olan, ama asıl şifanın Allah tarafından verileceği unutulmaması gereken bir haldir.


Derdi veren kim? Allah! Şifayı dermanı yaratan kim Allah! O halde hasta olan derman aramalı ama asıl dermanı vereni unutmamalı…

“İbrahim dedi ki: “İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?

Hep onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi benim dostumdur.

O ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.

Beni yediren, içirendir.

Hastalandığım zaman bana O, şifâ verendir.

O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir.

Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur.

Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve beni iyiler zümresine kat.
(Şuara, 26/75-83)

“Yüce Allah; yarattığı her derdin şifasını da yaratmıştır!” (Tecrid, c. XII, s. 75)

3-Hastalık bizatihi hayırdır ve mümine hayırların ulaşmasının en önemli vesiledir.


“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”
(Şura; 42/30)

4-Hastalık, dünya hayatının anlam ve gayesini iyice idrak edebilmenin en önemli sebebidir.

5-Hastalık, sabır ve şükür ile geçirildiğinde, yaşananları ibadet hükmüne çeviren en önemli bir kazançtır.


“Allah’tan fazl ve ihsanını isteyeniz. Şüphesiz Allah, kendisinden bir şey istenmesini sever. İbadetlerin en üstünü, sıkıntı hâlinde kurtuluşu sabırla beklemektir.”

“Kul, ibadet üzere iyi bir yolda iken hastalansa, o kul ile görevli meleğe denir ki: ‘İyileşinceye veya ölünceye kadar sıhhatli iken yaptığı ameli gibi sevap yazın.”
(Ahmed b. Hanbel; el-Müsned, II; 203)

“Hayâ süstür. Takva şereftir. En hayırlı binek sabırdır. Musibet (bela) anında aziz ve celil olan Allah’tan kurtuluş beklemek de ibadettir.”

“Ya Rabbi! Bu hastalık vesilesi ile ister boğazımı sık, ister canımı al! İzzetinin hakkı için Sen de çok iyi biliyorsun ki, ben seni çok ama çok seviyorum.”

“Allah’ım bir ömür Senden korkarak yaşadım, haşyet üzere olmaya çalıştım. Ama şimdi senden ümitliyim. Sen de bilirsin ki ben, dünyanın ne akan nehirlerine, ne salınan ağaçlarına takıldım. Sadece istediğim senin affına ve mağfiretine nail olmaktır. Beni affın ile ve mağfiretin ile karşıla!”

6-Hastalık, unutulan nice nimetlerin hatırlanmasını sağlayan en önemli nasihatçidir.


“Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetin bilin! Hastalık gelmeden önce sağlığın, ölüm gelmeden önce hayatın, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, dolu vakit gelmeden önce boş vaktin.” (Buhari, Rikak, 3)

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunlar hususunda aldanmıştır: Bunlar sıhhat ve boş vakittir.” (Buhari, Rikak, 1; İbn Mace, Zühd, 15)

7-Hastalık, Allah’ın (cc) yüce kudretinin bir işareti ve yaratılış hikmetini kavrayacağımız bir fırsattır.

8-Hastalık, kader planında yazılanların ortaya çıkması ve Allah’ın takdir ve iradesi ile kuluna isabet eden bir nimettir.


“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir Kitap’da yazılmış bulunmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid, 57/22, 23)

9-Hastalık, ilahî rahmetin fazlalaştığı bir süreç ve ahiret hayatı için büyük bir ikramdır.

10-Hastalık, müminde emanet bilincini ve kulluk şuurunu geliştiren bir mesajlar manzumesidir.

11-Hastalık, imanın takviyesi, takvanın kuşanılması ve tevekkülün ihyası için bir fırsattır.


“Ayakta namaz kıl! Eğer ayakta namaz kılmaya gücün yetmez ise hafifçe yana doğru oturarak kıl! Eğer buna da gücün yetmezse yanının üzere yatarak kıl!” (Buhari, Taksir, 19; Ebû Davud, Salât, 179)

12-Hastalık, müminin günahlarına bir kefaret, amel defterine bir bereket, cennetteki mertebesinin yükselmesine bir vesiledir.


“Allah, şöyle buyurdu: Mümin kullarımdan birine bir bela ve hastalık verdiğimde Bana hamd eder ve verdiğim bela ve hastalığa sabır gösterirse, yatağından kalktığında annesinden doğduğu günkü gibi günahlardan temizleniş olarak kalkar. Allah, hafıza meleklerine şöyle buyurur: ‘Ben bu kulumu yatağa esir ettim ve ona bela verdim. O halde ondan önce sıhattayken kendisine yazmış olduğunuz sevapları yazmaya devam edin.”
(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 28/344; Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, 5/73)

“Gözün görmez hâle gelmesi, günahlara kefarettir. Kulağın işitmez hâle gelmesi, günahlara kefarettir. Bedenden eksilen diğer şeyler de bunun gibidir. Ölçülerine göre günahlara kefaret olurlar.”

“Mümin bir hastalığa yakalanır, sonra da Allah ona o hastalıktan şifa verdiğinde, bu geçmiş günahlarına kefaret ve ileride işleyeceği kusurlar için de bir ikaz olur. Münafık ise hastalanır, sonra da sıhhate kavuştuğunda sahibi tarafından bağlanan sonra da salıverilen, fakat niçin bağlandığını ve niçin salıverildiğini anlamayan deve gibidir.”

“Kulumun iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) giderirsem, o da ona sabrederse, iki gözüne karşılık ona Cenneti veririm.” (Buhari, Merda, 7)

“Kıyamet gününde musibet zedelere sevap verileceği zaman dünyada afiyette ve azaları sağ salim olanlar, dünyada iken derilerinin keskin âletlerle parça parça kesilmiş olmasını arzu edeceklerdir.” (Tirmizî, Zühd, 28)

“Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir de bu belaya karşı, sabrı sebebiyle o makama eriştirilir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V/272)

13-Hastalık kişiyi ruhen olgunlaştıran, manen daha duyarlı bir hale getiren ve sürekli teyakkuzda kalmasını sağlayan bir imkândır.

“Eğer Resulullah (sas) bize ölümü temenni etmek için duayı yasaklamasaydı, ben Rabbimden bu acılar karşısında ölümü temenni ederdim. Ama böyle yapmayacağım ve sabır edeceğim.”

14-Hastalık, kabir âlemini ve hesabı hatırlatan bir vaiz, ahireti ve ölümü düşündüren bir işarettir.

15-Hastalık, sabır ve şükür ile geçirildiğinde, eğer arkasından ölüm gelirse, sahibine şehitlik sevabı kazandıracak bir ikramiyedir.


“Beş durum vardır ki, onlardan biri üzere ölen kimse şehittir:
 Allah yolunda öldürülen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda ölüp boğularak ölen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda olup da karnındaki bir hastalık sebebiyle ölen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda olup da yaralanarak ve vebadan ölen şehittir.
 Allah’a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehittir.”

Hasta olan ne yapmalıdır? Nasıl davranmalıdır?

1-İnsana verilen bu beden, kulluk vazifesini yerine getirebilmek için bir emanettir; öyleyse emaneti korumak zorundadır.

2-Hastalık, Allah’ın insana vermiş olduğu bir ceza değil, bilakis mükâfattır; öyleyse her hastalığın bir tedavisi vardır, tedavi olmanın yolları muhakkak aranmalıdır.

3-Tedavi yollarını araştırmada şifa verenin Allah olduğunu unutulmamalıdır; öyleyse tevhid akidesini zedeleyecek her türlü hurafe ve batıl işlere asla tevessül edilmemelidir.

4-Gidilecek doktorda ehliyet ve likayata dikkat edilmelidir; öyleyse bu konuda herkesi değil, ehil doktorları dinlemeli, onların dediklerini de uygulamalıdır.

5-Hastalıklara şifa veren Allah (cc) olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır; öyleyse o şifayı celpedecek duaları hem yapmalı, hemde salih insanlardan dualar almalıdır.


“Bendeki bu hastalığın ve sakındığım şeylerin şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım!” (Müslim, Selam, 67)

“Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi (yok)olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor-tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel (atasözü) dillerde destandır ki, “Musibet (bela) zamanı çok uzundur; safâ (eğlence rahatlık) zamanı pek kısa oluyor.”

1 Ocak 2017 Pazar

Şaki Bir Dünyada Sahabe Gibi Ol-Muhammed Emin YILDIRIM


Hz.Ali Radıyallahu Anh’ın hilafet günleri İslam toplumunun karşılaştığı en sıkıntılı dönemlerinin başlangıcı olmuştur. Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in vefatının üzerinden otuz yıl geçmeden, içlerinde daha birçok sahabede hayatta iken bu sorunların ortaya çıkması insanı gerçekten hayrete düşürür. Nasıl olurda bu kadar kısa bir zamanda daha dün destan yazan insanlar, bugün fitnelere karışır? Bu anlaşılması zor mesele daha o günlerde birilerinin zihnini zorlar. Onlardan biri gelir Halife İmam Ali Radıyallahu Anh’e şöyle bir soru sorar:

"Ey Ali senden öncede üç halife geldi, geçti.Ama hiç biri döneminde bu karışıklıklar, bu fitneler ortaya çıkmadı.Onlar dönemin de ortaya çıkmayan bu sorunlar neden senin hilafetin günlerinde bu düzeyde şiddetli bir şekilde ortaya çıktı?"

Hz.Ali Radıyallahu Anh soruyu soran zata şöyle cevap verir:

"Evet, doğru onların zamanında fitneler yoktu,ama bizim zamanımızda var.Nedeni ise şu:Onların zamanın da onlarda vardı, bizde vardık.Ama bizim zamanımızda bizler varız, ama onlar yok.Onların olmadığı bir zamanda fitnelerin olması da her an imkan dahilindedir."

İşte İmam Ali Radıyallahu Anh’ın verdiği cevabın bu vurgusu, hem o dönem insanı için, hem de bizim için çok önemlidir.Gelin bu mesajı bizler bugünlere taşıyalım ve Hz. Ali Radıyallahu Anh’ın vermek istediği dersi anlamaya çalışalım.

Demek ki sorunlarla yüz yüze kalmamızın nedeni onların olmayışıdır.Çünkü o güzide Sahabiler ilahi vahyin ilk
muhataplarıydılar.Onlar Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile aynı zamanı paylaşıp O’nun Sallallahü Aleyhi ve Sellem dizinin dibinde yetişmişlerdi.Böyle olmaları onların bizler için birer örnek ve model olarak alınmaları için yeterli sebeplerdendir.Kaldı ki Alemin Sultanı açık bir lisan ile onları bize gökteki yıldızlar diye tanıtıyor,yolunu ve yönünü şaşıran her dönem insan için neyin ve kimin pusula olacağını öğretiyordu.O zaman yanlış adreslere yönelmenin,faydasız kapıları çalmanın ne anlamı var ki!Derdimizin dermanı elimizin altında ama haberimiz yok!

Efendimiz’in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem birçok hadis kitabında geçen, adeta içimizi serinletecek bir hadisi var. Hadis Külliyatlarının dua bölümünde geçen ve özellikle zikir meclislerinin faziletlerini anlatan bu hadiste şöyle bir ifade kullanılır: “La yeşkâ bihim celisühüm” “Onlarla beraber olanlar şaki olmaz” (Buhari, Kitabu’d Deavât, 2087)

Sözün Sultanı olan Efendimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in bu müjdesi bizlere verilmiş büyük bir ödüldür. Onlarla beraber olmak aslında sadece aynı çağı yada aynı mekanı paylaşma anlamına gelmiyor. Böyle olsaydı eğer onlarla aynı zaman dilimini paylaşan nice bahtsızlar da bu müjdenin içerisine dahil olurlardı. Demek ki onlarla beraber olmak; onlarla beraber yaşamak,aynı havayı teneffüs etmek,onlarla hemhal olmak,onlar gibi olmaya çalışmaktır.Onların hayatlarını iyice öğrenmek, İmanın onlar da nasıl bir imkana dönüştüğünü fark etmek, Kur’an’ın onlarda nasıl bir değere sahip olduğunu bilmek ve hepsinden ötesi onlara aşık olmaktır.Kişi sevdiği ile beraber değil midir? Hatip b. Belta’yı ölüm cezasından kurtaran Allah ve Resulüne olan sevgisi değil miydi? Sevgi deyip geçmeyelim, sevgi vardır sahibini cennete taşır, sevgi vardır sahibini cehenneme ulaştırır.

O halde şaki bir dünyada şekaveti bırakalım. Ağlayıp sızlanmayı, yapılacak işleri birbirimize havale etmeyi, birbirimize düşmanca bakmayı terk edelim. Tek bir derdimiz olsun o da,onlar gibi olabilmek… Sahabe gibi aşk ve iş ehli olabilmek… Öyle olsun ki bizim sahabeye olan aşkımız çocuklarımıza da geçsin. Artık onlara oğlum, kızım büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarımızda: “Ben büyünce Hubeyb ibn Adiy gibi Muhammed’e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem aşık olacağım. Hamza gibi düşmanların korkulu rüyası olacağım. Musab gibi Kur’an öğretmeni olacağım. Nesibe gibi İslam ordularının arkasından koşacağım. Halid gibi coğrafyalar, Ebu Eyyup Radıyallahu Anhum gibi gönüller fethedeceğim.”desinler.

Çocuklarından bu sözleri duymak isteyen anne ve babalar, öncelikle kendileri aşk ehli olmalıdırlar. Kendileri başka sevdalarda olan ebeveynlerin böyle kutsi ideallerde bulunacak evlatlar istemeleri sizce haklı bir istek midir? Böyle bir isteğin ne kadar başarı göstereceği zaten baştan bellidir. 


Her birimiz karakter ve mizacımıza göre bir sahabeyi kendimize rehber edinelim. Onun gibi olmaya çalışalım. Onun hayatını iyice öğrenip, imanın onda ortaya çıkardığı aksiyonu bizlerde yakalayabilelim. Ne yaparsak yapalım o büyük insanlar gibi olamayacağımızı zaten biliyoruz. Hiç değilse onlara olan sevgimiz, onların yolunda olma çabamız belki necatımız için bir vesile olur.

Şaki bir dünyada hangi sahabe gibi olmayı istiyorsunuz seçtiniz mi? Ben seçtim. Ama sizi bilmem…


Muhammed Emin YILDIRIM

http://www.siyervakfi.org/saki-bir-dunyada-sahabe-gibi-ol/

30 Aralık 2016 Cuma

KUSURUMA BAKMA

“Kendi kusurlarıyla uğraşıp, başkalarının kusurlarını kurcalamaktan kendisini alıkoyan kimseye müjdeler olsun!” -Münavi,age.4/281-

Kusur aramak (tecessüs)bir şeyin iç yüzünü, gizli tarafını araştırmak, kusur bulmaya çalışmaktır. 

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” 
 HUCURAT SURESİ,12.AYET

(Ayet-i Kerime’de zannın birçoğundan kaçınılması emredilmektedir. Bundan, kötü zanda bulunmanın yasak olduğu, müminler için iyi zanda bulunmanın ise hayırlı olduğu anlaşılmaktadır.)

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah-u Teala’da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim Müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah’da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” Buhari-Müslim-Tirmizi

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurdu ki;

“Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın.”Müslim, Birr ve Sıla,30


Not: Örtülen hata ve kusur, kul hakkına taalluk eden zulüm ve haksızlıklar cinsinden olmamalıdır.

29 Aralık 2016 Perşembe

DİLEKÇE


“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” 
HAŞR SURESİ,18.AYET


“Dua…ibadetin ta kendisidir.”
Tirmizi,Daavat 1; Ebu Davut,Salat 358-

“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret ve gafillerden olma.” 
A’RAF SURESİ,205.AYET

“Kullarım, beni senden sorarlarsa,(bilsinler ki) gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” 
BAKARA SURESİ,186.AYET

“Rabbimiz! Biz ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.” 
AL-İ İMRAN SURESİ,193.AYET

“O,beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O,bana yediren ve içirendir. Hastalandığımda da O bana şifa verir. O,benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O,hesap gününde hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.

Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni Salih kimseler arasına kat. Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl! Beni Naim cennetinin varislerinden eyle.” 
ŞU’ARA SURESİ 78-79-80-81-82-83-84-85.AYETLER

“De ki: ‘O,benim Rabbim’dir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşümde yalnız O’nadır.’ ” 
RA’D SURESİ,30.AYET


“Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz,(Allah),kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler.” -Tirmizi Zühd 33,İbni Mace Zühd14-

“Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize, kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.” 
KEHF SURESİ,10.AYET

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” 
İBRAHİM SURESİ,40.AYET

“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.” 
AL-İ İMRAN SURESİ,8.AYET

“Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsünde ki imanı da eskir. Öyle ise Allah’tan kalbinizde ki imanı tazelemesini dileyiniz.” Camiü’s-sağir, No:1125-

“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” 
HAŞR SURESİ,10.AYET

“Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla.(Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı kuvvet ver.” 
İSRA SURESİ,80.AYET

“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder kıl.” 
FURKAN SURESİ,74.AYET

“Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım.”  
KASAS SURESİ,24.AYET

SadakAllahul Azim

27 Aralık 2016 Salı

RABBİMİZİN cc 36.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah 
(Celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır:

Ey ademoğlu! Ben kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah'ım. Bana şükredin ve beni inkar etmeyin.


Ey Ademoğlu! Her kim benim bir velime düşmanlıkta bulunursa bana savaş ilanında

bulunmuş olur. Benden başka yardımcısı olmayana zulmedene karşı gazabım şiddetli olur.

Benim kendisi için yaptığım taksime razı olanın rızkını bereketlendiririm; kendisi istemese bile dünya ona koşarak gelir."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Aralık 2016 Cumartesi

Meclisin Bittiği Yere Ve Halkada Bir Boşluk Görerek Oraya Oturan Kimse

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

8. Meclisin Bittiği Yere Ve Halkada Bir Boşluk Görerek Oraya Oturan Kimse

66- Ebû Vâkıd el-Leysî'den rivayet edildiğine göre Resûlullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanlarla birlikte mescitte otururken üç kişi mescide geldi. İkisi Hz. Pey­gamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bulunduğu yöne yöneldi, biri başka tarafa gitti. Bu iki kişi Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) huzurunda beklediler. Birisi halkada bir boşluk görerek oraya oturdu, diğeri oturanların arkasına oturdu. Üçüncüsü ise arkasını dönerek gitti. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözünü tamamlayınca şöyle dedi:

"Size şu üç kişinin durumunu bildireyim mi? Birisi Allah'a sğındı Allah da onu kendi korumasına aldı. Diğeri haya etti, Allah da ondan (ona azap etmekten) haya etti. Üçüncüsü yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.[hadisin geçtiği diğer bir yer:474]

Açıklama

Bu hadisin ilim konusu ile alâkası şudur: Burada kasdedilen meclis ve hal­ka, ilim meclis ve halkasıdır.

Sözü edilen üç kişinin tümü önce mescide yönelmişler, mescide girdikten sonra Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meclisini görmüşler, ikisi ona doğru yönelmiş, birisi ise başka tarafa gitmiştir.

Selam Verme

Muvatta' ravilerinin çoğunluğu bu iki kişinin selâm verdiğini söylemişlerdir.

Bundan içeri giren kişinin söze selâmla başlayacağı, ayakta olanın oturana selâm vereceği anlaşılır. Onların selâmına karşılık verildiğinden bahsedilmemesi bunun zaten bilinmesi sebebiyledir. Ya da bundan ibadete dalan kişiden selâm alma borcunun düştüğü anlaşılır. Bu konu başkasının evine girerken ev halkın­dan "izin isteme" bölümünde gelecektir.

Tahiyyetü'I-Mescid Namazı


Hadiste bu iki kişinin "tahiyyetü'l-mescid" namazı kıldıklarından bahsedilme­miştir. Bunun sebebi şunlardan biri olabilir:

*Olayın bu namazın meşru kılınmasından önce gerçekleşmesi,

*Söz konusu iki kişinin o sırada abdestsiz olması,

*Bu namazı kıldıkları halde daha önemli meselelerin nakledilmesi sebebiyle bunun aktarılmamış olması,

*Nafile namaz kılmanın uygun olmadığı bir vakitte mescide girmiş olmaları. Bu sonuncuyu Kadı Iyaz söylemiştir. Çünkü onun görüşüne göre tahiyyetü'l-mescid namazı, namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde kılınmaz.

Bu hadis zikir ve ilim meclislerinde halka yapmanın müstehap olduğunu, bu halkada bir yere oturan kişinin, o yer konusunda başkalarından daha çok hak sahibi olduğunu gösterir.

Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah'a sığındı, Allah da onu ken­di korumasına aldı" sözü: "Allah'a sığındı" ifadesi "Allah'a iltica etti" yahut "Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meclisine katıldı" anlamına gelir. "Allah da onu kendi korumasına aldı ifadesi "onu rahmet ve rızasına alarak ona kendi fiiline uygun karşılığı verdi" anlamına gelir.

İlim Meclisinde Adaba Riayet

Bu hadis, ilim meclislerinde edebe riayetin müstehap olduğunu, namazda saflardaki boşlukları doldurmak teşvik edildiği gibi burada da halkadaki boşluk­ları doldurmanın faziletli olduğunu gösterir. Yine başkasına sıkıntı vermediği sürece kişinin boşluğu doldurmak için başkalarının arasından geçmesi de caizdir. Ancak başkasına sıkıntı verme ihtimalinden korkarsa hadiste yer alan ikinci kişi­nin yaptığı gibi meclisin bittiği yere oturabilir. Bu hadis, hayrı talep etme konu­sunda başkaları ile yarışan kişinin övüldüğünü de gösterir.

"Diğeri haya etti, Allah da ondan haya etti": Hz. Peygamber'den
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  ve mecliste bulunanlardan haya ederek arkadaşının yaptığı gibi halkayı sıkıştırmadı. Enes, rivayetinde bu ikinci kişinin niçin haya ettiğini açıklamıştır. Hâkim'in rivayet ettiği hadisin lafzı şöyledir: "İkinci kişi azıcık ilerledi, sonra dö­nerek geldi ve oturdu". Yani üçüncü şahsın yaptığı gibi ilim meclisini bırakarak gitmekten haya etti.

Allah da ondan haya etti", yani ona merhamet etti, cezalandırmadı.

Allah ondan yüz çevirdi": Ona öfkelendi. Bu, kişinin özürsüz olarak ilim meclisini terk etmesine yorulur. Bu, söz konusu kişinin Müslüman olması halinde geçerli olan yorumdur. Bu kişinin münafık olması da muhtemel olup, Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun durumuna muttali olmuş olabilir. Hz. Peygam­ber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözü haber verme anlamında anlaşılmaya müsait ol­duğu gibi "Allah ondan yüz çevirsin" şeklinde beddua olarak da anlaşılmaya müsaittir. Enes'in rivayet ettiği hadiste şöyle denilmiştir: "O kendini müstağni gördü, Allah da ondan istiğna etti". Bu, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sözünün beddua değil de haber verme kastı taşıdığını göstermektedir. Allah hakkında "yüz çevirme" ve benzeri ifadelerin kullanılması, mukabele ve müşâkele içindir. Bu şekildeki ifadeler Allah'ın şanına layık olacak şekilde yorumlanır. Bu ifadelerin kullanılmasının sebebi bir şeyi açık olarak ortaya koy­maktır.

Bu hadis, günah işleyenleri ve durumlarını bunu engellemek amacıyla ha­ber vermenin caiz olduğunu, bunun gıybet (dedikodu) sayılmayacağını göster­mektedir.

Hadiste şu hususlar da yer almaktadır: 


*ilim ve zikir halkalarına bağlılığın fazileti,

* ilim öğreten ve zikir yaptıran kimselerin mescitte oturması,

*Haya eden kişinin övgüye layık olması,


*Meclisin (halkanın) bittiği yere oturulması.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.