Bazen bize İslam büyüklerinin sözleri nakledilir ve bunların bağlayıcılığı konusunda kafalar karışabilir..
Dinin sahibi Allah’tır. Allah dinini vahiy ile Resulüllah’a bildirmiş ve onun vasıtası ile bize de öğretmiştir. Resulüllah sıradan bir insan değildir, vahyi anlayıp doğru uygulayacak özelliklerde yaratılmış ve onun uygulaması sürekli Allah’ın kontrolünde gerçekleştirmiştir. Buna onun ontolojik farklılığı diyebilirsiniz. Böylece Resulüllah’ın bu hatasız uygulaması da dinin, Kuranıkerim’e bağlı/mecazen bir kaynağıdır. O halde bu ikisi esastır ve din budur.
Bu iki kaynakta bulunmayıp, ulemanın onlardan anladıkları ise, her zaman bağlayıcı olmasa da yine de dindir. Çünkü bizim bu iki asıl kaynağı uygulayabilmemiz onları doğru anlamamıza bağlıdır. Bunu da ancak bilenler, yani âlimler yapabilir.
Âlimlerin görüşlerinin bu iki kaynaktakinden farkı şudur: Başka âlimler onların görüşlerine itiraz edip doğrusu öyle değil böyledir diyebilirler. Yine de onların anlamaları sıradan görüşler olmadığı için onlara ‘içtihat’ diyoruz. İçtihat denen anlama belli bir bilgi ve amel seviyesinin, cehdin, dikkatin, gayretin ve mücadelenin ürünüdür. Bu sebeple içtihat büyük bir seviyedir, çok az kişiye nasip olur, ancak ilke olarak buna kadın erkek her mümin ulaşabilir, yani müçtehidin ontolojik bir farklılığı yoktur.
Kuranıkerim’in bize olduğu gibi ulaştığı konusunda tereddüt yoktur. Onunla ilgili mesele sadece doğru anlaşılması meselesidir. Sünnetin ise bize olduğu gibi ulaşıp ulaşmadığı da ayrı bir anlama meselesidir ve âlimlerin öncelikli görevlerinden biri bunu tespit etmektir. Resulüllah’a nispetinin sıhhati tespit edilmeyen ve hadis diye nakledilen sözler zaten din olarak görülmez. Dolayısıyla bazı işi bilmezlerin, ‘bu kadar zayıf ve uydurma hadis var, bunları nasıl din kabul edebiliriz’ demeleri anlamsızdır. Çünkü dinin kaynağı Kitap ve Sünnettir derken kastedilen zaten onlar değildir.
Resulüllah’tan sonra, sahabe dâhil bütün insanlar hata edebilir. Ne var ki, dini kaynaklarıyla bilen ve yaşayan bir âlimin hata nispeti ile bizimki aynı olmaz. Biz yüz görüşümüzden yirmisinde hata edersek, öyle bir âlim belki sadece birinde hata eder. Varsa onun hatasını da başka âlimler düzeltir.
Bunun anlamı şudur; Resulüllah’ın dışında hiç kimsenin söyledikleri bizi mutlak olarak, yani kesinkes ve hiçbir şart aranmaksızın bağlamaz. İmam Malik’in Resulüllah’ın kabr-i şerifine işaret ederek söylediği gibi; ‘şu kabrin sahibinden başka söylediklerinin hepsine uyulması gereken bir insan yoktur’. Ancak en başta sahabenin âlim olanları olmak üzere, müçtehit âlimlerin anlayıp söyledikleri, doğruya isabet bakımından zannın üzerine çıkıp kesine yakın bilgi oluşturduğu için, dini olanı anlamada onların söylediklerine itibar etmek de yine dinin ve aklın gereğidir.
Diğer yönden bu ümmet Resulüllah’ın sünnetini olduğu gibi tespite verdiği önemi, başka hiç kimsenin söz ve davranışlarını tespite vermemiştir. Tarihi olaylar ise sünnetle ilgileri ölçüsünde değerli görülmüş ve Sünnete uygulanan tespit kıstasları ancak bu sebeple onlara da uygulanmıştır. Bu konuda İslamî ilimler geleneğinde şu kurallar meşhurdur:
SAHİH OLMAYAN SÜNNET BİZİ BAĞLAMAZ
Siyer, tarih ve tefsir kitaplarından hadis alınmaz. Tabii ki bu, onlardaki hadisler reddedilir anlamında değildir, hadisin sırf onlarda olması delil olması için yeterli olamaz, ayrıca sıhhatine bakılmalıdır demektir.
Elbette bir söz değerini, söylenen kadar söyleyenden de alır. Aynı bir sözü bizim söylememizle, mesela Hz. Ömer’in söylemiş olması aynı şey değildir. Bu yüzden bazı sözlerin, onlara dikkati artırmak için bazen büyük zatlara nispet edilmiş olduğunu da hesaba katmamız gerekir.
Bu sebeple; Hz. Ömer şöyle der, Ebu Hanife, Şafii, Gazali vb şöyle söyler diye duyduğumuz bilgileri değerlendirmede tavrımız şu olmalıdır: Önce bu zatlar kendilerine nispet edilen bu sözleri gerçekten söylemişler midir? Eğer söz kendi yazdıkları kitaplarda varsa bu, onu söylediklerine dair önemli bir delildir. Yine de imla hatası yapılmış olabilir, kitaplarının farklı nüshalarına da bakmak gerekebilir. Kitaplarında yok, ama hadis nakli kıstaslarına denk bir senetle kendilerine ulaştırılıyorsa sözü yine onların söylediğini kabul ederiz. Bu durumda söz hata ihtimali bize göre çok az olan birisinden sadır olma özelliği taşır ve sıradan sözlere göre değer kazanır. Ancak bu değer Kuranıkerim’e ve Sünnete aykırı olmaması şartına bağlıdır. Onların sözlerinde de bu ihtimal, diğerlerininkine göre az da olsa vardır. Bu sebeple yine de onu şaşmaz din olarak göremeyiz..