13 Nisan 2025 Pazar

60-Mümtehine Suresi - 4-6 . Ayet Tefsiri


﴾4﴿ İbrâhim’de ve ona uyanlarda size güzel bir örneklik vardır; onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Bilin ki bizim sizinle ve Allah’ı bırakıp da taptıklarınızla bir ilişiğimiz yoktur. Sizi (ve değerlerinizi) reddediyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak İbrâhim’in, babasına “Hiç şüphen olmasın bağışlanman için dua edeceğim, ama Allah’tan sana geleceklere karşı yapabileceğim bir şey de yoktur” demesi başka. Rabbimiz! Sadece sana dayanıp güvendik, sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır.

﴾5﴿ Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla ey rabbimiz! Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan sensin.

﴾6﴿ Şüphe yok ki, içinizden Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar için onlarda güzel bir örneklik vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır.

Tefsir (Kur'an Yolu)

“Güzel bir örneklik” diye tercüme ettiğimiz üsve hasene tamlaması, günümüz davranış bilimleri incelemelerinde, özellikle liderde bulunması gereken nitelikler konusunda önemli bir yere sahip olan “davranış modeli” veya “numune, örnek kişilik” kavramını çağrıştırmaktadır. Bu tamlama Ahzâb sûresinin 21. âyetinde Hz. Peygamber hakkında kullanılmış ve müminlerin onu örnek almaları istenmişti. Burada 4. ve 6. âyetlerde aynı kavram, insanlık tarihinde tevhid mücadelesinin öncü isimlerinden olan Hz. İbrâhim ve ona uyanlar hakkında kullanılarak, şirk ve inkâr batağına saplanıp kalma olgusunun yeni olmadığına dikkat çekilmekte ve bu gibi kimselerle ilişkiler konusunda yararlanılacak önemli bir tecrübeye gönderme yapılmaktadır (Hz. İbrâhim’in, babasının bağışlanması için dua etmesi hakkında bk. Tevbe 9/114; Meryem 19/47).

4. âyetin “ona uyanlar” diye tercüme edilen kısmı için “Hz. İbrâhim’e iman edip ona uyan müminler” ve “Hz. İbrâhim’in döneminde ve ona yakın zamanda yaşayıp ona tâbi olan peygamberler” şeklinde yorumlar yapılmıştır. İbn Atıyye Hz. İbrâhim’le birlikte Nemrud’a karşı mücadele veren bir grubun varlığının bilinmediği gerekçesiyle ikinci yorumu daha kuvvetli bulur (V, 295).

Hz. İbrâhim ve ona uyanların davranışı örnek gösterildiğine göre aynı âyette geçen, “Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır” anlamındaki sert ifadeyi –başka âyetler, özellikle bu sûrenin 7-9. âyetleri ve Resûlullah’ın tatbikatı ışığında– düşmanlık ilân etme, bunu alevlendirme ve nefreti kalıcı kılma amacıyla izah etmek mümkün değildir. Hz. İbrâhim ve tâbileri, inkârcılara onların yolundan uzak olduklarını ve bu tavrın sorumluluğunu paylaşmayacaklarını bildirirken kullandıkları bu ifadeyle, gerçeği açık yüreklilikle ve bütün çıplaklığıyla ortaya koymayı, bu konuda ödün vermeyeceklerini vurgulamayı, özellikle yeni iman etmiş olup bazı tereddütler yaşayanların mâneviyatını yükseltmeyi amaçlamış olabilirler.

5. âyetteki “Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma” şeklinde çevrilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: “Onları bize galip getirme” veya “Bizi doğrudan yahut onlar vasıtasıyla cezaya çarptırma ki ‘Bunların iddiası doğru olsaydı, güvendikleri Allah onları desteksiz bırakmazdı yahut bu muameleye mâruz kalmazlardı’ şeklinde düşünmesinler ve bu yüzden kendilerinin hakikat üzere olduklarını sanmasınlar. Bizi böyle bir sınamaya, bir imtihana vesile kılma” (Taberî, XXVIII, 64; Şevkânî, V, 245). Bir yoruma göre burada Allah Teâlâ’dan, müminlere karşı inkârcıların imkânlarını genişletmemesi istenmektedir. Çünkü inkârcıların müminlerden daha fazla imkânlara sahip olmaları da müminler için sıkıntı, dolayısıyla bir imtihan sebebi olacaktır (Râzî, XXIX, 302).

12 Nisan 2025 Cumartesi

60-Mümtehine Suresi - 2 ve 3.Ayet Tefsiri

   Eûzu billahi mineş şeytânirracîm bismillahirrahmanirrahim

﴾2﴿ Onlar sizi bir yakalasalar size düşmanca davranırlar, elleriyle ve dilleriyle size kötülük etmeye çalışırlar ve isterler ki sizler de hakkı inkâr edesiniz.

﴾3﴿ Kıyamet gününde yakınlarınız da çocuklarınız da size asla fayda vermeyecek. Allah aranızda hükmünü verecek. Yapıp ettiklerinizi Allah görmektedir. Sadakallahul Azim

2. âyette, bir yandan bağnaz münkirlerin sadece güç ve maddî üstünlüğü esas alan, hak ve ahlâkî değer tanımaz tavırları eleştirilirken bir yandan da müslümanlara düşmana karşı bir üstünlük elde ettiklerinde nasıl davranmaları gerektiği hususunda dolaylı olarak bir uyarı yapılmaktadır. Gerçekten insanlık tarihi, özellikle inanç motifinin ağır bastığı savaşlarda galibiyet elde eden tarafın hasım tarafa vahşet olarak nitelenebilecek muameleler yapmasının örnekleriyle doludur. Buna karşılık müslümanların benzeri konumda oldukları zaman esirlere işkence, küfür, hakaret, tâciz ve tecavüz gibi tavır ve eylemlerden uzak durmaya özen gösterme alışkanlığı kazanmış olmalarıyla, bu ve benzeri âyetler ile Hz. Peygamber’in örnek uygulamaları ışığında oluşan İslâmî öğretiler arasında sıkı bir ilişki vardır. İslâm muhitinde erken dönemlerde, savaş hukukunun insanî esaslarının belirlenmesi esprisine ağırlık veren “siyer” isimli bir ilmî disiplinin ve bu çerçevede geniş bir literatürün ortaya çıkması da bu zihniyet ve tatbikatın teoriye yansıyan belgeleri olarak düşünülebilir. Malazgirt zaferini takiben Alparslan’ın esir düşen Bizans İmparatoru Romen Diyojen’e yaptığı insanî muamele bu konuda meşhur bir örnek olduğu gibi, yine Alparslan’ın esir statüsünde bir komutanı olan Yusuf Hârizmî’yi huzuruna kabul edip onunla tartışırken yaralanması sonucu hayatını kaybetmiş olması da bu açıdan oldukça ilginçtir. Öte yandan âyette, gücü elinde bulunduran tarafın diğer tarafa inanç konusunda baskı yapma arzu ve eğiliminin kınanmış olması da bu konuda önemli bir mesaj içermektedir (ayrıca bk. Tevbe 9/5). Lafzan “Onlar sizi bir yakalasalar” anlamına gelen ifade bu bağlamda “size karşı bir zafer kazansalar, sizi ele geçirseler” mânasındadır (Zemahşerî, IV, 86).

İlk âyette yer alan buyruğun gönüllerde yer tutmasını sağlamak üzere, 3. âyette bu dünyadaki yakınlığın davranışlarımızı yönlendirecek yegâne ölçü olamayacağına ve kıyamet günü herkesin kendi davranışlarıyla baş başa kalması sahnesinin daima göz önünde bulundurulması gereğine dikkat çekilmektedir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 307-311

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/M%C3%BCmtehine-suresi/5151/1-3-ayet-tefsiri

11 Nisan 2025 Cuma

60-Mümtehine Suresi-Nuzülü-Konusu-1. ayetin Meali- Tefsiri

Mümtehine Suresi

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 13 âyettir. Onuncu âyette, Hudeybiye antlaşmasından sonra müşrikler arasından çıkıp Medine’ye gelen ve müslüman olduklarını söyleyen kadınların imtihan edilmeleri emredildiği için sûreye mecazen,“imtihan eden” anlamında “mümtehine” denmiştir. Sûrede başlıca, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek ve müslümanlarla kâfirler arasındaki ilişkilere dair bazı uyarılar konu edilmektedir

Nuzül

Mushaftaki sıralamada altmışıncı, iniş sırasına göre doksan birinci sûredir. Ahzâb sûresinden sonra, Nisâ sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.

Konusu

Allah’a ve müminlere düşmanlığını açıkça ortaya koyan ve bu tavırlarını eyleme dönüştürmüş olanlarla dostluk kurulamayacağı, aralarında bazı duygusal bağlar bulunsa bile müslümanların onlarla ilişkilerinde çok dikkatli olmaları gerektiği, ancak müslümanlara karşı fiilî bir husumet içinde olmayan gayri müslimlerle iyi ilişkiler içinde olmaya bir engel bulunmadığı bildirilmekte; tevhid mücadelesinde Hz. İbrâhim ve onun yolundan gidenlerin iyi bir örneklik teşkil ettiği hatırlatılmakta; Hudeybiye Barış Antlaşması sonrasında meydana gelen bazı gelişmeler ışığında inkârcı taraftan kaçıp gelen kadınların hukukunun korunmasıyla ilgili hükümlere, bu arada Kur’an nazarında kadının statüsüne ışık tutan bir biat uygulamasına yer verilmektedir.


          
 Eûzu billahi mineş şeytânirracîm bismillahirrahmanirrahim

﴾1﴿ Ey iman edenler! Eğer benim yolumda cihad etmek ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri kendilerine sevgi göstererek dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler; üstelik rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye peygamberi ve sizi (yurdunuzdan) çıkarıyorlar. Ben sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bildiğim halde onlara gizliden gizliye sevgi besliyorsunuz. İçinizden kim bunu yaparsa bilsin ki doğru yoldan sapmıştır. Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)


Bir sahâbînin, Mekke’deki yakınlarının güvenliklerini sağlamak amacıyla Hz. Peygamber’in verdiği gizli bir bilgiyi Mekke müşriklerine sızdırmaya teşebbüs etmesi olayı ışığında, müminler değerler sıralamasına riayet hususunda uyarılmakta, düşman tarafta kişinin en yakınları bulunsa bile onlarla, Allah’a ve resulüne iman ve bağlılık ilkesiyle bağdaşmayan, emanete hıyanet niteliği taşıyan ve müslümanların güvenliğini ihlâl eden ilişkiler kurulamayacağı bildirilmektedir.

İlk âyetin, sûrenin baş kısmının veya tamamının nüzûl sebebi olarak nakledilen olay özetle şöyledir: Hz. Peygamber Mekke’ye sefer için hazırlık yaparken hedefini gizli tutmuş, sadece sahâbeden belirli kişilere bir sır olarak bunu söylemişti. Konuya ilişkin rivayetler ışığında, bunun Hudeybiye Barış Antlaşması’yla sonuçlanan umre amaçlı sefer veya Mekke’nin fethi için yapılan sefer hazırlığı olduğu yönünde farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Dolayısıyla, birinci ihtimale göre olay hicrî 6., ikinci ihtimale göre 8. yılda meydana gelmiş olmalıdır. Bu hazırlık sürerken âzatlı bir câriye olan Sâre adlı bir kadın Mekke’den Medine’ye gelip maddî yardım için Resûlullah’a başvurdu. Hz. Peygamber ona müslüman olarak mı yoksa sadece göçmen olarak mı geldiğini sordu. O, böyle bir sebeple değil, azatlısı olduğu ailenin Medine’ye hicretinden sonra ihtiyaç içine düşmesinden dolayı geldiğini ve maddî yardıma muhtaç olduğunu ifade etti. Bunun üzerine Resûlullah, onu âzat etmiş bulunan Abdülmuttaliboğulları’nı yardıma teşvik etti. Hz. Peygamber’in kendisine Mekke fethi hazırlığıyla ilgili bilgi verdiği sahâbîlerden Hâtıb b. Ebû Beltea da bu kadına para ve giyecek yardımı yaptı, bu arada onunla Mekkeliler’e hitaben gizli bir mektup gönderdi. Kadın yola çıktıktan sonra Cebrâil (a.s.) durumu Hz. Peygamber’e bildirdi. Resûlullah hemen –aralarında Hz. Ali’nin de bulunduğu– birkaç sahâbîyi görevlendirip ona yetişmelerini ve mektubu alıp getirmelerini emretti (rivayetlerde diğer sahâbîlerin isimleri konusunda farklılıklar bulunmaktadır). Hz. Peygamber kadını –Mekke istikametinde Medine’ye 12 mil mesafede bulunan– Ravzaihâh’a vardıklarında bir deve hevdeci içinde bulacaklarını bildirmişti. Atlarına binip süratle oraya ulaşan sahâbîler onu elleriyle koymuş gibi buldular. Kadın mektubu kolay bulunamayacak şekilde (bir rivayete göre saçının arasına) saklamıştı. Önce direnmek istedi, fakat başka çaresinin olmadığını anlayınca mektubu sakladığı yerden çıkarıp verdi. Kadının getirilmesi veya cezalandırılması tâlimatı bulunmadığı için serbest bırakıldı. Mektup kendisine ulaşınca Hz. Peygamber Hâtıb’ı sorguladı. O, bunun imanındaki bir zaafla ilgili olmadığını ısrarla belirtip gerekçesini şöyle açıkladı: Yanınızdaki muhâcirlerin Kureyşliler’le akrabalığı bulunduğu için Mekke’deki yakınları ve malları korunmaktadır. Ben ise aslen Kureyşli değilim; onun için ben de yakınlarımın himayesini sağlamak üzere onlara bir jest yapmak istedim. Resûlullah “İşin doğrusunu apaçık söyledi” buyurdu. Gerçekten Hâtıb’ın annesi, oğulları ve kardeşleri Mekke’de bulunuyorlardı ve mektubun içeriği de bir münafıklık unsuru taşımıyor, aksine Resûlullah’a olan güçlü inancını ifade ediyordu. Bir rivayete göre mektupta şöyle bir ifade vardı: “Bilin ki Allah’ın peygamberi (s.a.) gece misali sel gibi akacak bir orduyla size doğru gelmeye hazırlanıyor. Allah’a yemin ederim ki o yalnız başına da gelecek olsa Allah onu size karşı muzaffer kılacaktır; çünkü Allah ona olan vaadini mutlaka yerine getirir.” Bununla birlikte önemli bir sırrın böyle bir yolla düşmana haber verilmesi müslümana yaraşmayan bir davranış, büyük bir suç ve günah idi. Nitekim Hâtıb’ın cevabı üzerine Hz. Ömer onun idamını teklif etti. Ama Hz. Peygamber onun Bedir Savaşı’na katılanlardan olduğunu ve Allah’ın onlarla ilgili müjdelerini hatırlatıp buna müsaade etmedi. Ardından bu âyet veya âyetler nâzil oldu. Bu olay üzerine inen kısmın nereye kadar olduğu hususunda farklı rivayetler vardır (bk. Buhârî, “Megāzî”, 9, “Tefsîr”, 60/1; Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 161; Müsned, I, 80; Taberî, XXVIII, 58-61; İbn Âşûr, XXVIII, 130-131, 132-133; Elmalılı, VII, 4890-4894).

Resûl-i Ekrem’in o günkü şartlarda, anılan kadına müslüman olarak mı yoksa göçmen olarak mı geldiğini sorması, onun da her iki şıkka “hayır” cevabını verip sadece ihtiyaç sebebiyle geldiğini belirtmesi üzerine hiçbir tepki göstermemesi ve tam aksine kadına yardım edilmesini teşvik etmesi onun rahmet peygamberi olduğunu ve insanî erdemler konusundaki üstünlüğünü gösterdiği gibi, inanç özgürlüğüyle ilgili tavrını ortaya koyması açısından da önemlidir. Gördüğü bu insanî muameleye hıyanetle karşılık verip müslümanlar aleyhine casusluk yapan bu kadının yakalanıp getirilmesini istememesi ve onu cezalandırma yönüne gitmemesi ise, Mekke müşrikleriyle ilişkilerde hassas bir dönemden geçiliyor olmasına, böyle haklı bir cezalandırmanın bile kötüye kullanılabileceği ihtimalini dikkate almış bulunmasına bağlanabilir.

1. âyetin “Eğer benim yolumda savaşmak ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız” diye tercüme edilen kısmı metinde, “sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar” cümlesinden sonra yer almakla beraber anlam itibariyle baş tarafla ilgili olduğu için (Taberî, XXVIII, 58) meâlde de öne alınmıştır. Çıkarma eyleminin şimdiki zaman kullanılarak anılması, bazı müfessirlerce, ne büyük bir kötülük yaptıklarını gözler önüne getirme, canlı bir tasvir yapma amacıyla izah edilmiştir. Burada “benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseler” ifadesi kullanılarak, müslümanların husumet düşüncesini ve davranışını yönlendiren âmilin kişisel kin ve garez duygularının olmaması gerektiği, ancak Allah için, kamunun yararı bulunması durumunda düşmanlık edilebileceği yönünde bir uyarı yapılmıştır. Böylece gerek sevgi gerekse nefret konusunda temel kriter “hak” kavramı olmaktadır (Elmalılı, VII, 4895). Nitekim âyetin devamında burada söz konusu edilen kimselerin düşman olarak nitelenme gerekçesi, Hz. Peygamber’i ve Allah’a inanmaları sebebiyle müminleri yurtlarından çıkmaya mecbur etmeleri şeklinde açıklanmış; 8-9. âyetlerde de müslümanlara savaş açıp onlara haksız baskılar uygulamayan gayri müslimlerle iyi ilişkiler içinde olmanın ve hakkaniyete göre hareket etmenin yasaklanmadığı belirtilerek, Kur’an’ın müslüman olmayanları mutlak düşman ilân etme ve onlarla iyi ilişkiler kurmaktan sakındırma gibi bir amacının bulunmadığına açıklık getirilmiştir.

Gramer açısından değişik ihtimaller bulunduğundan, âyetin “kendilerine sevgi göstererek” diye çevrilen kısmı için farklı tercümeler vermek mümkündür. Meselâ meâlde olduğu üzere veya “sevgi sebebiyle kendilerine haber uçurarak” şeklinde ana cümleye bağlanabileceği gibi, ara cümle olarak düşünüp “ki onlara sevgi gösteriyorsunuz” ya da yeni bir cümle kabul edip, “Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz” yahut “Sevginizden ötürü onlara haber uçuruyorsunuz” gibi mânalar verilebilir (Şevkânî, V, 242-243; Elmalılı, VII, 4895-4896). Yine “Onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler” anlamındaki cümlenin öncesine ve sonrasına bağlanması değişik şekillerde olabilmektedir. Âyetin devamında dostluk (yahut özel sevgi bağları) sebebiyle düşmanlara sır veren müslümanlar eleştirilirken “sır” kökünden gelen bir fiil kullanıldığı halde Allah’ın gizlenenleri de bildiği belirtilirken “hafî” kökünden türetilmiş bir fiil kullanılması şöyle bir anlam inceliği taşımaktadır: Sır, herkese açılmayan gizlilikleri ifade eder, hafî ise gönülde gizleneni de kapsar; Allah Teâlâ yalnız belli kimselerle paylaşılan sırları değil, gönüllerde saklananları da bilmektedir (ayrıca bk. Tâhâ 20/7).


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/60-mumtehine-suresi

9 Nisan 2025 Çarşamba

87-A'lâ Suresi - 18-19 . Ayet Tefsiri

           Eûzu billahimineşşeytânirracîm 

               Bismillahirrahmanirrahim

﴾18-19﴿ Bunlar önceki kitaplarda, İbrâhim ve Mûsâ’nın kitaplarında da vardır. 

Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

“Kitaplar” diye çevirdiğimiz suhuf kelimesi dönemin örfî kullanımında kitapla eş anlamlı olan sahîfenin çoğuludur. Bu bağlamda kitap, Allah Teala tarafından peygamberlere gönderilen vahyi ifade eder. Buna göre her iki âyette yer alan suhuftan maksat, “Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya verilen kitaplardır. Bu iki peygambere nisbet edilen sahîfeler, geçmiş vahiylerin sadece birer örneğini teşkil eder. Çünkü vahiy bunlarla sınırlı değildir. İsimleri bildirilen başlıca kitaplar, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Sahîfelerden 10’unun Hz. Âdem’e, 50’sinin Şît’e, 30’unun İdrîs’e, 10’unun da İbrâhim’e verildiği rivayet edilir (bk. Zemahşerî, IV, 245).

Şuarâ sûresinin 196. âyetinde olduğu gibi bu son âyetler de bütün peygamberlere vahyin tek kaynaktan, Allah’tan geldiğini ve ilâhî dinlerin iman, ibadet ve ahlâk konularında aynı prensipleri, evrensel gerçekleri ve değerleri getirdiğini ifade etmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 606

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/A'l%C3%A2-suresi/5966/18-19-ayet-tefsiri

8 Nisan 2025 Salı

87-A'lâ Suresi - 16-17 . Ayet Tefsiri

           Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                Bismillahirrahmanirrahim

﴾16﴿ Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

﴾17﴿ Oysa âhiret daha hayırlı ve süreklidir. 

Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Önceki âyetlerde kurtuluşun, nefsi ve malı arındırıp âhirete hazırlıklı gitmekte olduğu bildirilmişti. 16. âyette ise insanların genellikle geçici dünya hayatı ve zevklerini âhirete tercih ettikleri hatırlatılmaktadır. Oysa âhiret hayatı daha hayırlı, kalıcı ve sonsuzdur. Bu durum, –yüce Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak– inkârcıları bir kere daha uyarmak, müminlere de böylesi yanlışlardan uzak durmaları yolunda telkinde bulunmak üzere 17. âyette vurgulu bir şekilde ifade edilmiştir (ayrıca bk. A‘râf 7/169; Yûsuf 12/109; Duhâ 93/4).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 605

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/A'l%C3%A2-suresi/5964/16-17-ayet-tefsiri

7 Nisan 2025 Pazartesi

87-A'lâ Suresi - 9-15 . Ayet Tefsiri

             Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                  Bismillahirrahmanirrahim

﴾9﴿ O halde öğüt ver; öğüt mutlaka fayda sağlar.

﴾10﴿ Allah’tan korkan öğüt alacaktır;

﴾11﴿ Ebedî mutluluktan nasibi olmayan da ondan uzak durur.

﴾12﴿ İşte en büyük ateşe girecek olan odur.

﴾13﴿ Sonra orada ne ölür ne de yaşar.

﴾14-15﴿ Doğrusu arınan ve rabbinin adını anıp namaz kılan kurtuluşa ermiştir.

Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

“Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde çevirdiğimiz ifadeye göre burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu âyet “...Öğüt fayda verirse öğüt ver” şeklinde de anlaşılmıştır. Buna göre âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermekle yükümlü olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, 144). Buna göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah Teala, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29).

10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet verilen öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir.

“Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki 13. âyet azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

14. âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), sonraları hükümleri etraflı olarak belirlenmiş şekliyle zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/103). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder.

15. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili de farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, 100). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in örnekliğinde yerine getirdikleri günlük ibadet olarak anlamak uygun olur (bu konuda bk. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, XXXII, 351).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 604-605

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/A'l%C3%A2-suresi/5957/9-15-ayet-tefsiri

6 Nisan 2025 Pazar

***Riyâzü's Sâlihîn'in " PAZARTESİ - PERŞEMBE ORUCU " Bâbı-21-


 Hadisler

1258. Ebû Katâde radıyallahu anh şöyle dedi: 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e pazartesi günü oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu:

 "O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür." 

 Müslim, Sıyâm 197, 198 

1260 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1259. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Pazartesi ve perşembe günleri ameller (Allah'a) arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim." 

Tirmizî, Savm 44. Ayrıca bk. Müslim, Birr ve's-sıla 36 (ancak burada oruçla ilgili kısım yer almamaktadır); Nesâî, Sıyâm 70 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1260. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazartesi ve perşembe günleri orucuna özen gösterirdi.

 Tirmizî,Savm 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd 60; Nesâî, Sıyâm70; İbni Mâce,Sıyâm 42 

Açıklamalar

 Nâfile oruç tutmanın müstehap olduğu zamanlar arasında pazartesi ve perşembe günleri de bulunmaktadır. Üçüncü hadisten öğrendiğimize göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu iki günde oruçlu olmaya ayrıca bir önem verir ve özen gösterirdi. Kendisine bunun sebebi sorulmuş o da, görüldüğü üzere birinci hadiste: "O gün, benim doğduğum ve peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür" buyurmuştur. 

Sevgili Peygamberimiz hem maddî hem de mânevî kişiliğinin ortaya çıktığı pazartesi gününü, bu güzelliklerin bir takdiri ve teşekkürü olarak oruçlu geçirmeye çalışmıştır. Pek tabii olarak, Sevgili Peygamberimiz'in doğduğu ve peygamber olarak görevlendirildiği gün, biz ümmeti için de son derece büyük bir anlam taşır. Bu sebeple pazartesi günleri mümkün olduğunca oruçlu bulunmaya çalışmak suretiyle, hem Sevgili Peygamberimiz'in sünnetine uyulmuş, hem de onun bu günlere ait hatıraları yâdedilmiş olur. İman ufuklarımızı aydınlatan nübüvvet ve İslâm aydınlığının ilk parladığı günü oruçlu geçirmek elbette uygun bir davranıştır. Öte yandan zaman ve mekânların kıymeti, sahne oldukları olayların büyüklüğü ve değeri ile ölçülür. Pazartesi günü de iki cihan güneşi Peygamber Efendimiz'in doğumuna ve İslâm'ın ilk vahyine sahne olduğu için büyük bir kıymeti haizdir. 

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, ikinci hadiste bu defa, pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirmesinin bir başka hikmetini açıklamaktadır: "Pazartesi ve perşembe günleri ameller Allah'a arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim." Kulların amelleri günlük olarak sabah ve akşam Allah'a yükseltilir, haftalık olarak pazartesi ve perşembe günleri arzolunur. Yıllık olarak da şaban ayında sunulur. Bu birbirinden farklı olan durumlarla ilgili ayrı ayrı hadisler vardır. Ancak hemen belirtelim ki, durum farklılığından dolayı bu hadisler arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Her biri farklı zamanlardaki işlemleri haber vermektedir.

 Peygamber Efendimiz'in, şâban ayını ne ölçüde oruçlu geçirmeye çalıştığı ile ilgili bilgiler 1250 numaralı hadiste geçmişti. Burada da pazartesi ve perşembe günlerinde "amellerinin oruçlu iken arz olunmasını istediği için" oruç tuttuğunu öğrenmekteyiz. Ayrıca Müslim'in rivayet ettiği, fakat burada yer almayan bir başka hadiste de (Birr ve's-sıla 35) "Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır..." buyurulmaktadır. 

Efendimiz'in bu tavrı ve açıkladığı gerekçeler, biz ümmeti için üzerinde derin derin düşünülecek hususlardır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak müstehaptır. 

2. Peygamber Efendimiz pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirmeye özen gösterirdi. 

3. Amellerinin oruçlu iken Allah'a arz olunmasını isteyenler, pazartesi ve perşembe günlerini oruç tutarak geçirmelidirler.

87-A'lâ Suresi - 6-8 . Ayet Tefsiri

             Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

                 Bismillahirrahmanirrahim

﴾6-7﴿ Sana okutacağız ve Allah öyle dilemedikçe unutmayacaksın. O, açık olanı da bilir, gizli olanı da.

﴾8﴿ Sana kolaylık ve huzurun yollarını açacağız. 

Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ilk dönemlerde kendisine gelen Kur’an vahyini ezberleme konusunda oldukça aceleci davranıyor, bir kelime veya harfi kaçırma korkusuyla Cebrâil aleyhisselam vahyi henüz tamamlamadan tekrar etmeye çalışıyordu. Bu sebeple Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Kur’an okurken acele etmemesini emreden ve onu unutmayacağı konusunda güvence veren Kıyâmet 75/16-19. âyetleriyle, “Sana Kur’an’ı okutacağız ve Allah öyle dilemedikçe unutmayacaksın” meâlindeki bu sûrenin 6. âyeti inmiştir. Böylece bir taraftan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu davranışından vazgeçirilmiş oluyor, diğer taraftan da vahyin korunmasının güvenceye alındığı bildiriliyordu (Şevkânî, V, 494). Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in unutmaktan korunmuş olması da Allah Teala’nın kudretini gösteren delillerdendir. Peygamberin şahsında gerçekleşen bu ilâhî mûcizenin sırrı, Kur’an’ı okuma ve ezberleme tarzında ümmetin hafızalarında sürekli olarak tecelli etmektedir. 7. âyette unutturmama garantisine, “Allah dilemedikçe...” şeklinde yapılmış bulunan istisnâ hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu istisnanın neshe delâlet ettiğini yani “Allah herhangi bir hükmü yürürlükten kaldırmak istediği zaman onu peygambere unutturur” mânasına geldiğini ifade ederler. Bazı âlimlere göre ise bu âyet –tıpkı “Gerçek şu ki, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız” (bk. İsrâ 17/86) meâlindeki âyette ve benzerlerinde (meselâ bk. Hûd 11/107-108) olduğu gibi– peygamberin unutmasını Allah’ın hiç dilemediği, dolayısıyla onun da hiçbir zaman unutmadığı” anlamına gelir (bk. Şevkânî, V, 494; Elmalılı, VIII, 5760). Bize göre “Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz” (İnsan 76/30) âyetinde olduğu gibi burada da bir ilâhî kanuna, bir ilkeye atıf yapılmaktadır. Kulunu yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren ve donatan Allah’tır. O böyle yapmasaydı insan böyle olmazdı; düşünemez, konuşamaz, aklında tutamaz, unutamazdı. 6. âyete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine okutulanı (Kur’an’ı) asla unutmayacaktır; ancak bu, Allah istediği için böyledir; unutmasını isteseydi elbette unutacaktı.

Müfessirler, “Sana kolaylık ve huzurun yollarını açacağız” meâlindeki 8. âyeti de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şahsına özgü olarak değerlendirip kolaylaştırmayı “Allah’ın onu, beşerî bir çaba göstermeden Kur’an’ı ezberlemeye, dinin kurallarını uygulamaya, kendisini cennete götürecek amelleri yapmaya muvaffak kılması” şeklinde yorumlamışlardır (Zemahşerî, IV, 243-244; Râzî, XXXI, 142-143). Şevkânî ise “din ve dünya işlerinden hangisine yönelirse o yolda muvaffak kılması” anlamında yorumlamıştır (bk. V, 494).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:603-604

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/A'l%C3%A2-suresi/5954/6-8-ayet-tefsiri

5 Nisan 2025 Cumartesi

87-A'lâ Suresi Tefsiri 1-5. ayetler

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan ve Allah Teâlâ’yı niteleyen “el-A’lâ” kelimesinden almıştır. A’lâ, en yüce demektir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 492).

Konusu

Sûrede Allah, vahiy ve Kur’an, peygamber ve tebliğ görevi, tebliğ karşısında insanların takındıkları farklı tavırlar ve bunun ebedî hayattaki sonuçları ele alınmıştır.

Fazileti

Kaynaklarda, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in A‘lâ sûresini okumaktan büyük tat aldığı; özellikle vitir, bayram ve cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir (bk. İbn Kesîr, VIII, 399-400; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 310-311).

Eûzu billahi mineş şeytânirracîm 

Bismillahirrahmanirrahim

﴾1﴿ Yüce rabbinin adını takdis ve tenzih ederek an.
﴾2﴿ Yaratıp uygun şekil veren;
﴾3﴿ Ölçülü ve amaçlı yapan, yol gösteren;
﴾4-5﴿ Yeşil bitkileri çıkartan, sonra onları kapkara bitki kalıntısı haline getiren (rabbinin adını). 

Sadakallahul Azim

Tefsir (Kur'an Yolu)

Tesbîh, Allah’ı kendisine lâyık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O’nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifade etmektir. “Uygun şekil verme” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki tesviye kavramı, Kur’an’da genellikle Allah’ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması” anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise “sevvâ” fiilini –nesnesi belirtilmediğinden– “her şeye uygun şeklini verme” olarak anlamak gerekir (ayrıca bk. Hicr 15/29).

Allah’ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını belirleyip onu yaratılış gayesine, hikmet ve hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: “Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini ve nihayet ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışlara yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde gelişmesini kolaylaştırmış, din ve dünya işlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir” (bk. V, 493).

4 ve 5. âyetler, Allah’ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kapkara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen “canlı varlıklara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren” anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkiyi, ağacı yetiştirip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmektedir. Zira kömür yataklarının önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah’ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır (bk. Elmalılı, VIII, 5747-5758; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 311).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:602-603

4 Nisan 2025 Cuma

Birinci oturuşu son oturuş sanarak selam veren kimse ne yapar?

Dört rek'atlı namaz kılmakta iken son oturuşta olduğunu zannederek dalgınlık sonucu ilk oturuşta selâm veren kişi, eğer bu selâmdan sonra konuşmak, yönünü kıbleden çevirmek gibi namaza aykırı bir davranışta bulunmamışsa kaldığı yerden namaza devam eder ve dördüncü rek'atın sonunda sehiv secdesi yapar. Aksi takdirde bu namazı yeniden kılar.
İlk oturuşta selâm verme hatası yanılmaya değil de bilgi eksikliğine dayanıyorsa namaz iade edilir. Mesela seferî olmadığı hâlde seferî olduğu düşüncesi ile normalde dört rek'at olarak kılması gereken bir namazı iki rek'at olarak kılarsa bu namazın dört rek'at olarak yeniden kılınması gerekir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/129).

3 Nisan 2025 Perşembe

Farz namazlarda ilk oturuşu unutan kimse namazını nasıl tamamlar?

İlk oturuş, namazın vaciplerindendir. Vacibin unutulması durumunda son oturuşta sehiv secdesi yapılması gerekir. İlk oturuşun kasten terk edilmesi ise tahrîmen mekruhtur, dolayısıyla namazın iade edilmesi gerekir (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/310; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/88).

2 Nisan 2025 Çarşamba

Namazda son oturuşu yapmadan ayağa kalkan kişi ne yapmalıdır?

Namaz kılmakta olan birisi, son oturuşu yapmadan unutkanlıkla ayağa kalkarsa, secdeye varmadıkça geri oturup tahiyyât duasını okuduktan sonra sehiv secdesi yaparak namazını tamamlar.
Eğer kalktığı rek'atın secdesini yapmışsa İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yûsuf’a göre artık bu namazın farz namaz olarak tamamlanması mümkün olmaz. Kılmakta olduğu namaz, iki veya dört rek'atlı bir namaz ise bu durumda, bir rek'at daha kılarak namazını tamamlar. Bu namaz, nâfileye dönüşmüş olur. Ardından bu farzı yeniden kılması gerekir.
Yanlışlıkla kalkılan rek'atın secdesi yapılmışsa buna bir rek'atın eklenmesi, nâfile namazların çift sayılı rek'atlar şeklinde kılınmasının meşru olmasından dolayıdır (İbn Nüceym, el-Bahr, 2/112). Kılmakta olduğu namaz akşam namazı ise kalktığı rek'atın secdesini yapmamışsa, yukarıda olduğu gibi geri oturup sehiv secdesi yaparak namazını tamamlar. Eğer kalktığı rek'atın secdesini yapmışsa bu durumda namazı dört rek'at olarak kılmış olur. Kıldığı namaz bu hâliyle nâfileye dönüşmüş olacağından akşam namazının farzını yeniden kılar.

31 Mart 2025 Pazartesi

Şevval orucunun hükmü nedir? Ramazan’da tutulamayan oruçlar Şevval orucu niyetiyle tutulabilir mi?

Ramazan’dan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur.” (Müslim, Sıyâm, 204 [1164]) buyurmuştur. Bu oruç peş peşe tutulabileceği gibi ara verilerek de tutulabilir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/435).
Şevval ayında nâfile olarak tutulan oruç, Ramazan’da tutulmayan oruçların yerine geçmez; yani Ramazan’da tutulmayan oruçların ayrıca kaza edilmesi farzdır. Bir oruçta hem kaza hem de nâfile yerine niyet edilmesi geçerli olmadığından Şevval ayında tutulan oruçta da bunlardan yalnız birine niyet etmek gerekir. Şevval ayında oruç tutulurken, Ramazan’da tutulamayan oruçların kazasına niyet edilirse bu oruçlar kaza orucu olarak tutulmuş olur.

30 Mart 2025 Pazar

***.SÜNNETE UYGUN İBADET-24-Şevval ayı Orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

1257. Ebû Eyyûb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ramazan orucunu tutan ve buna şevval ayında altı oruç daha ekleyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur."[1]

* Bu hüküm her hayırlı işin on katı sevap ile değerlendirileceği esasına dayanır. Yani 30 Ramazan + 6 Şevval 36 x 10 = 360 gün. 

Sünnet olan bu oruç Ramazan bayramının 2. gününden başlamak üzere peşpeşe tutulabileceği gibi o ayın içinde ayrı ayrı zamanlarda da tutulabilir. [2]



Eğer kazaya kalmış orucunuz varsa kaza orucuna niyet edip,kazasını öder. Ayrıca bu aya hürmet ve tazim gösterip oruç tuttuğu içinde bu ayın sevabından da istifade eder.

Eğer kaza borcunuz yoksa; nâfile ibâdetleri yerine getirmek mecbûrî olmadığı halde, bu ibâdetler kulu Allah'a yaklaştırdığı için tutulabilir.


Nitekim hadîs-i kudsîde buyurulduğu üzere "Farzlarla kulum benim gadabımdan (azabımdan) kurtulur. Nâfilelerle bana (benim rızama) yaklaşır", buyurulmaktadır.

O halde; mânevî mertebelere nâil olmak isteyen herkes, nafile ibâdetleri imkân nisbetinde yerine getirmelidir. Yapılmadığı takdirde ise, mânevî bir mes'ûliyeti yoktur.


[1] Müslim, Sıyâm 204. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 57; Tirmizî, Savm 53; İbni Mâce, Sıyâm 33
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 366.


Not:Ramazan bayramı, sadece bir gündür. O da, Şevval ayının ilk günüdür.

İnsanlar tarafından bilinen ve Ramazan bayramının üç gün olduğu meselesine gelince, bu, insanlar arasında meşhur olan ve hiçbir dînî hüküm gerektirmeyen bir örften ibârettir.

Buhârî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Ramazan bayramı günü oruç tutma babı... Sonra 1992 nolu hadisi rivâyet etmiştir.

Ebu Saîd el-Hudrî'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Ramazan bayramı ile Kurban bayramı günü oruç tutmayı yasaklamıştır." 
(Buhârî, Edâhi 16).


Buna göre Ramazan bayramı sadece bir gündür. Oruç tutulması haram olan gün de o gündür. Şevvâl ayının ikinci veya üçüncü gününe gelince, bu günlerde oruç tutmak haram değildir. Bu iki günde Ramazan orucunun kazasını veya nâfile oruç tutmak câizdir. 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"     

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ŞEVVAL ORUCU " Bâbı

 ŞEVVAL AYINDA ALTI GÜN ORUÇ TUTMAK


1257. Ebû Eyyûb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazan orucunu tutan ve buna şevval ayında altı oruç daha ekleyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. " 

Müslim, Sıyâm 204. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 57; Tirmizî, Savm 53; İbni Mâce, Sıyâm 33

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HER AY ÜÇ GÜN ORUÇ TUTMAK " Bâbı-22-


Bu üç gün orucun en üstün olanı "eyyâm-ı bîz = aydınlık günler" denilen ayın 13, 14 ve 15. günlerinde tutulandır. 12, 13 ve 14. günlerdeki oruç daha üstündür denilmişse de meşhur olan doğru görüş birincisidir.

 Hadisler

1261. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: 

Dostum sallallahu aleyhi ve selllem bana şu üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, iki rek'at kuşluk (duhâ) namazı kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını edâ etmeyi tavsiye etti.

 Buhârî, Savm 60; Teheccüd 33; Müslim, Müsâfirîn 85. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 7; Nesâî, Sıyâm 81, Kıyâmü'l-leyl 28 

1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 

1262. Ebü'd-Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:

 Sevgilim sallallahu aleyhi ve sellem bana, yaşadığım sürece asla terketmeyeceğim üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, kuşluk namazını kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını eda etmeyi tavsiye etti. 

Müslim, Müsâfirîn 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir

 1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1263. Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek demektir." 

Buhârî, Savm 59 ; Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 78, 82 

1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1264. Muâze el-Adeviyye'den rivayet edildiğine göre kendisi, Hz. Âişe'ye: 

- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, her ay üç gün oruç tutar mıydı? diye sordu. Âişe: 

- Evet, dedi. Bu defa Muâze : 

- Ayın hangi günlerinde tutardı? diye sordum, diyor. Âişe: 

- Ayın hangi günlerinde tutacağına pek ehemmiyet vermezdi, cevabını verdi. 

Müslim, Sıyâm 194. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 70; Tirmizî, Savm 54; İbni Mâce, Sıyâm 29 

Muâze el-Adeviyye

Ümmü's-Sahbâ' diye bilinen Basralı bu hanım, sahâbîlerden Abdullah el-Adevî'nin kızıdır. Tâbiûn neslinin orta tabakasına mensup güvenilir bir kimsedir. Sünen sahipleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. 

Allah ona rahmet eylesin.

 1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1265. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

- "(Ey Ebû Zer!) Ayda üç gün oruç tutacağın zaman, on üç, on dört ve on beşinci günleri tut." 

Tirmizî, Savm 54. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84

 1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1266. Katâde İbni Milhân radıyallahu anh şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize eyyâm-ı bîz'da, ayın on üç, on dört ve on beşinde oruç tutmayı emretti. 

Ebû Dâvûd, Savm 68. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84; İbni Mâce, Sıyâm 29 

Katâde İbni Milhân 

Kays İbni Sa'lebe oğullarından olan Katâde, Hz. Peygamber'den iki hadis rivayet etmiştir. Kendisinden oğlu Abdülmelik ile Yezid İbni Abdullah rivayette bulunmuştur. Efendimiz onun yüzünü mübârek elleriyle sıvazlamıştır. Katâde çok yaşlandığı zaman bütün organları son derece yıprandığı halde yüzü tazeliğini korumuştur. Vefat edeceği zaman yanında bulunan Hıbbân İbnu Umeyr, Katâde'nin yüzünün, bir ayna gibi parladığını söylemiştir.

 Allah ondan razı olsun.

 Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1267. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazarda ve seferde eyyâm-ı bizı oruçsuz geçirmedi. 

Nesâî, Sıyâm 70 

Açıklamalar

 Her ay üç gün oruç tutmak, Peygamber Efendimiz'in çok oruç tutmak isteyenlere ısrarla yaptığı tavsiyeler arasındadır. Bununla ilgili bir hayli rivayet bulunmaktadır. Bu tavsiyelerin asıl gerekçesi, Üçüncü hadiste yer almaktadır: Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek demektir. Bu, şevval orucu bölümünde (bk. 1257 hadis) işaret edildiği ve rakamlarla belirtildiği gibi bir iyiliğe on katı sevap verileceği müjdesinin tabii sonucudur.

 1141 numarada da geçmiş olan birinci hadiste Hz. Ebû Hüreyre; ikinci hadiste Ebü'd-Derdâ hazretleri; burada yer almamakla birlikte bir başka rivayette de Hz. Ebû Zer, hemen aynı ifadelerle Peygamber Efendimiz'in, kendilerine üç şeyi tavsiye ettiğini bildirmektedirler. Her üç rivayette de Resûlullah'ın ilk tavsiyesi, her ay üç gün oruç tutulmasıdır. Kuşluk ve vitir namazı ile ilgili diğer iki tavsiye de aynen tekrar edilmektedir.

 Ebû Hüreyre ve Ebû Zer hazretlerinin "halîlim = dostum" diye, Ebü'd-Derdâ'nın ise, "habîbim = sevgilim" diye nitelendirdikleri Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu üç sahâbîsinin fakir kimseler olduklarını dikkate alarak, onların haline en uygun ve onları mânevî bakımdan zengin kılacak olan oruç ve namaz tavsiyesinde bulunmuştur. Çünkü oruç ve namaz bedenî ibadetlerin en şereflisi ve en önde gelenidir. Farzlar dışında Allah rızâsı için yapılacak ibadetlerin en uygun sayısını ve zamanını da ilk iki hadiste bulmaktayız. Bunlar her ay üç gün oruç tutmak, her gün iki rek'at kuşluk namazı kılmak, özellikle uyuduktan sonra uyanmaları zor olan müslümanlar için de uyumadan önce vitir namazını kılıvermek. 

Bizim buradaki konumuz, her ay tutulması tavsiye edilen üç gün oruçtur. Nevevî merhum, konunun baş tarafına koyduğu açıklamada bu üç gün oruç için en uygun zamanın, eyyâm-ı bîz denilen her ayın 13, 14 ve 15. günleri olduğuna dikkat çekmektedir. Nitekim beşinci ve altıncı hadislerde görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz, bu üç günü oruçlu geçirmeyi açıkça tavsiye etmiştir. Yedinci hadiste ise, sefer ve hazar hâlinde Efendimiz'in eyyâm-ı bîzı hep oruçlu geçirdiği bildirilmektedir. Yani hem sözlü hem de fiilî sünnet, her ay tutulacak üç gün oruçun eyyâm-ı bîzda tutulması yönünde gerçekleşmiştir. Sadece dördüncü hadiste, Peygamber Efendimiz'in, bu üç günlük oruç için gün tayini yapmadan ayın evvelinde, ortasında veya sonunda tuttuğu bildirilmektedir. Bu rivayet, işi biraz daha kolaylaştırmakta ve söz konusu olan sevabın sadece eyyâm-ı bîzda tutulacak üç gün oruç için değil, ayın herhangi bir kesiminde tutulacak üç günlük oruç için de geçerli olduğu müjdesini vermektedir. 

Bir kere daha hatırlatalım ki, hadislerde söz konusu olan ay, kamerî aydır. Bizim kullanmakta olduğumuz milâdî senenin ayları değildir. Dolayısıyla günler de Kamerî aya ait günlerdir. Ona göre hesap edilmelidir.

 Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Her ay üç gün oruç tutmak, bütün bir seneyi oruçlu geçirmek demektir. 

2. Her ay tutulacak üç gün orucun kamerî ayların on üç, on dört ve on beşinci günleri tutulması daha uygundur. 

3. Bu üç gün orucunun, kamerî ayın herhangi bir kısmında tutulması da mümkündür. 

4. İki rek'at kuşluk namazı kılmak ve uyumadan önce vitir namazını edâ etmek, Peygamber Efendimiz'in tavsiyeleri arasındadır. 

5. Hz. Peygamber'in tavsiyeleri ile fiilleri arasında tam bir uyum bulunmaktadır. O, ümmetine tavsiye ettiklerini kendisi de yapmış ve yaşamıştır.

29 Mart 2025 Cumartesi

***BAYRAM NAMAZI KILINIŞI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bayram namazına gitmeden evvel eğer fitrenizi vermediyseniz vermeyi unutmayın inşallah.Bu sene (2025) fitre miktarı en az 180 Tl olarak belirlenmiştir. Çoğu için sınır yoktur. Allah cc hayrını arttıranın ecrini arttıracağını vaadetmiştir.


Şevvâl ayının birinci günü (fıtr (Ramazân) bayramının 1. günü)nde, güneş doğduktan ve kerâhat vakti (namaz kılmak haram olan vakit) çıktıktan sonra, yâni işrâk vaktinde, iki rek’at bayram namazı kılmak, erkeklere vâcibdir. Bayram namazlarının şartları, Cumâ namazının şartları gibidir. Fakat burada hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur. Fıtr bayramında, namazdan önce tatlı (hurma veya şeker) yemek, gusletmek, misvâk kullanmak, en iyi elbise giymek, fıtrayı namazdan önce vermek, yolda yavaşça tekbîr okumak müstehâbdır. 

Bayram namazının kılınışı:


 Birinci rek'at:

''Niyet ettim Allah rızası Ramazan Bayramı Namazını kılmaya, uydum imama" diye niyet eder.

İmam, "Allâhu Ekber" deyip ellerini yukarıya kaldırınca, cemaat da imamın peşinden "Allâhu Ekber" diyerek ellerini yukarıya kaldırıp göbeği altına bağlar.

Hem imam, hem de cemaat gizlice "Sübhâneke"yi okur. Bundan sonra üç kere tekbir alınır. Tekbirlerin alınışı şöyledir:

Birinci Tekbir
: İmam yüksek sesle, cemaat da onun peşinden gizlice "Allâhu Ekber" diyerek (iftitah tekbirinde olduğu gibi) ellerini yukarıya kaldırıp sonra aşağıya salıverirler. Burada kısa bir süre durulur.

İkinci Tekbir: İkinci defa "Allâhu Ekber" denilerek eller yukarıya kaldırılıp yine aşağı salıverilir ve burada da birincide olduğu kadar durulur.

Üçüncü Tekbir: Sonra yine "Allâhu Ekber" denilerek eller yukarıya kaldırılır ve aşağıya salıverilmeden bağlanır.

Bundan sonra imam gizlice "Eûzü-Besmele", açıktan fatiha ve sûre okur. (Cemaat birşey okumaz, imamı dinler.) Rükû ve secdeler yapılarak ayağa (ikinci rek'ata) kalkılır ve eller bağlanır. 

 İkinci rek'at:

İmam gizlice Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okur. Sûre bitince imam yüksek sesle, cemaat da gizlice (birinci rek'atta olduğu gibi) üç kere daha tekbir alır, üçüncü tekbirden sonra eller bağlanmadan, dördüncü tekbir ile rükua varılır, sonra da secdeler yapılarak oturulur.

Oturuşta, imam ve cemaat, Ettehiyyâtü, Allâhümme salli, Allâhümme barik ve Rabbenâ âtina… duasını okuyarak önce sağa, sonra sola selam verip namazı bitirirler.
Namazdan sonra imam minbere çıkarak oturmadan hutbe okur. Cuma hutbesindeki "Elhamdülillâh" yerine bayram hutbesine, "Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ İlâhe İllallâhü ve'Ilâhü Ekber, Allâhu ekber ve lillâhil-hamd" diyerek başlar. Cemaat da imamla beraber tekbir getirir. Bayram hutbesini namazdan önce okumak mekruh olduğu gibi, hutbeyi terk etmek de mekruhtur.

İmam, Ramazan Bayramı hutbesinde fıtra, kurban bayramı hutbesinde de kurban hakkında cemaate bilgi verir.

Bayram namazından önce evde ve camide, bayram namazından sonra camide nafile namaz kılmak mekruhtur.

Bayram namazından eve geldikten sonra kılınabilir. Herhangi bir sebeple bayram namazını geçiren kimse, onu kaza edemez ve tek başına kılamaz. 

Namaza geç gelinirse:

Bayram namazında imama birinci rek'atta zait tekbirler alındıktan sonra uyan kimse, hemen tekbirleri alır.

 Birinci rek'atın rükûunda yetişen kimse ise ayakta iftitah tekbirini alır. İmama rükûda yetişebileceğine kanaat getirirse zait tekbirleri de ayakta alır. İmama rükûda yetişemeyeceğini anlarsa iftitah tekbirinden sonra rükûa varır ve rükû tespihleri yerine ellerini kaldırmadan zait tekbirleri alır. Tekbirleri alırken imam rükûdan kalkarsa kalan tekbirler kendisinden düşer.

İkinci rek' atta imama yetişen kimse, imam selam verdikten sonra ayağa kalkıp kılmadığı rek'atı, tekbirlerle beraber yerine getirir.

Ramazan bayramı namazı, bayram gününün tespit edilmemesi veya şiddetli yağmur gibi bir sebeple birinci günü kılınamaması halinde ikinci günü kılınabilir. İkinci günü de kılınamazsa artık ondan sonra kılınmaz.

Kurban bayramı namazı, aynı sebeplerle bayramın birinci günü kılınmazsa ikinci günü kılınır. İkinci günü de kılınmadığı takdirde üçüncü günü kılınabilir. Bundan sonra kılınmaz.


Bayramımız mübarek olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***NİÇİN BAYRAM YAPIYORUZ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İşte, onbir ayın sultanı, rahmet mağrifet ve cehennemden kurtuluşa vesile olan mübarek ay bitti. Bugün bayram... Oruçlarımızı tuttuk, namazlarımızı, terâvihlerimizi cami ve mescitlerde edâ ettik. Mümin kardeşlerimizle beraber olduk. Fakirlere, muhtaçlara, imkânlarımız el verdiği ölçüde yardım ettik.


Bayramda erken kalkmak, gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, Ramazan Bayramı’nda bayram namazından önce tatlı yemek, hurma yemek, hurmayı 1, 3, 5 gibi tek adet yemek, teke riayet etmek, karşılaştığı müminlere güler yüzle selam vermek, fakirlere sadaka vermek, İslamiyet’e doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, salih akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye vermek sünnettir.


 Ramazan gittiği için değil, günahlarımız affolup, büyük sevaba ve büyük nimete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz.

Bunu bilen Müslüman nasıl sevinmez ve bayram etmez? Bayram günleri sevinmek, neşelenmek gerekir. Hazret-i Ebu Bekir, kızı Âişe validemizin evine gidince, iki cariyenin def çalıp oynadığını gördü. Ensar-ı kiramın kahramanlıklarını övüyor, destan söylüyorlardı. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah’ın evinde böyle şey yapılmaz, susun) dedi. Düğünlerde ve bayramlarda, kadınların def çalmaları caiz olduğu için, Peygamber efendimiz hazret-i Ebu Bekir’e, (Onlara mani olma! Her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır. Bayram, sevinç günleridir) buyurdu. (Buhârî)

Hazret-i Ali, (Bugün, orucu kabul edilenlerin ve günahları affedilenlerin bayramıdır) buyurdu. 

Eğer bunlar tevbe ederse, Allahü teâlâ günahlarını affeder. 


Ne mutlu günahlardan sakınarak oruç tutanlara… Onlar, asıl bayramı âhirette yapacaklardır!

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***RAMAZAN RİSALESİ-4-RABB'İMİZDEN GELEN BAYRAMIMIZ

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

İbni Abbas radıyallahu anhumadan şöyle rivayet edilmiştir:

… Bayram gecesi olduğunda o gece ‘ödül gecesi’ olarak adlandırılır. Bayram sabahı olunca da Allah Teâlâ, her yere meleklerini gönderir. Yeryüzüne inerler ve yollarda dururlar. Yüksek sesle nida ederler. Cinler ve insanlar hariç Allah’ın yarattığı her mahluka seslerini duyururlar. Derler ki:

“Ey Ümmeti Muhammed! Kerim olan Rabb’e koşun, bol veriyor; büyük günahları affediyor.”

Müslümanlar bayram namazını kılmak için çıktıklarında Allah meleklerine şöyle der:

“İşçi işini bitirince ne hak eder?”

Melekler şöyle cevap verirler:

“Ey ilahımız! Onun hak ettiği, ücretinin verilmesidir.”

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey meleklerim. Siz şahit olun. Ben onların tuttukları Ramazan oruçlarının ve kıldıkları namazların sevabı olarak rızamı ve mağfiretimi kararlaştırdım.”

Sonra şöyle buyurur:

“Kullarım!

Benden dileyin. İzzetime ve celalime yemin olsun ki, bugün benden ahiretiniz için ne dilerseniz onu vereceğim. Dünyanız için de ne isterseniz ona bakacağım. İzzetime yemin olsun, benden korktuğunuz sürece hatalarınızı örteceğim. İzzetime ve celalime yemin olsun ki, sizi utandırmayacağım. Hak sahipleri arasında sizi mahçup etmeyeceğim. Mağfiret edilmiş olarak dağılın. Beni razı ettiniz.”

Melekler sevinirler. Bu Ümmet’in Ramazan orucundan sonraki bayramda Allah’tan elde ettiklerine mutlu olurlar. 
-Tergib ve Terhib, 2/101-

Bizi tövbe edince bağışlayan, bağışladıktan sonra bir daha sorgulamayan ve bizi sevindiren Allah'ımız ne büyük, ne yücedir!

O'nun bayramı da ne güzel, ne hoştur!

Dönüş Günümüz!
Rabb'imiz geçmişimizi bağışladığı için bugünümüz bayram oldu. biz de o günlerimize dönmeme kararı alarak bu günümüzü ebedi bir bayrama dönüştürebiliriz.

Bugünümüz bayram olsun...

Kullara kulluktan sıyrılıp, Allah'a kulluğa döndüğümüz gün olsun. Hayatı boşa harcadığımız günlerden, cennete hazırlık için kullandığımız günlere dönelim.

"Bayram Günü"

1- Erkekler gusül abdestlerini alarak bayram namazına gidelim. İçimizden çoşkumuz eksik olmasın. Niyetimiz tam olsun. Evden namaz için çıkarken diyelim ki:

"Rabb'im!  

Emrettin oruç tuttum. Gayret ettim. Şimdi lütfettin bayram namazına gidiyorum. Beni bayramların bayramına Senin rızana, Cemal'ine kavuştur. Huzurundan kovma. Beni, ailemi, çocuklarımı, bütün mü'minleri bağışla. 

Bize rahmet et. Üzerimizden müsibetleri kaldır. Gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükleme.

İnsanlara muhtaç olmaktan, ezilip büzülmekten beni muhafaza buyur.

Dinini aziz kıl. Kur'an'ını yücelt. Beni ve zürriyetimi dininin sadık hizmetkarları yap..."

2- Namaza çıkmadan varsa birkaç hurma, yoksa bir miktar tatlı yiyerek bir sünneti yaşayalım.

3- Bayram namazına giderken ve geri dönerken tekbir getirmeyi unutmayalım. Gün Allah'ı yüceltme günüdür. Kullarına bayram ettiren, Rahman olan Allah'ı tazim günüdür.

4- Güzel ve temiz kıyafetler giyelim.

5- Birbirimizi tebrik edelim. Ashab-ı Kiram böyle günlerde birbirlerine:
"Bizim de sizin de ibadetlerinizi Allah kabul buyursun!" diyerek dua ve tebrik ederlerdi. Birbirimize gülümseyelim.
  
6- Barışalım, barıştıralım. Önce kendimizle barışalım. Kimliğimize, geçmişimize dönelim. Sonra çevremizle barışalım. Kimseyle küs kalmayalım. Kaynaşalım. Biz bir arada gönül gönüle olursak Rabb'imize daha yakın oluruz.

7- Garipleri unutmayalım, kimsesizlerin kimsesi olalım.
Göstermelik olmasın; Rabb'imizin görmesi için olsun. Çıkarımız Rızaullah olsun.

8- Çocuklarımızı sevindirelim. Onlara neden bayram ettiğimizi ve bu bayramın neyi temsil ettiğini izah edelim. Onları çoşkulu ve umutlu bir bayramla tanıştıralım. Allah'ı ve Peygamber'ini sevmelerine, insanlığa hizmet etme duygularına zemin hazırlayalım.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Nureddin Yıldız Hocaefendi'nin "Ramazan Risalesi" kitabı kaynak olarak kullanılmıştır.