31 Mayıs 2022 Salı
30 Mayıs 2022 Pazartesi
Salâ Verilmesi
Karar Yılı: 2001 - Karar No: 21
Konusu: Salâ Verilmesi
29 Mayıs 2022 Pazar
Günümüz Şartlarına Göre Öşür Oranları ve Yapılan Masrafların Ziraî Mahsulden Düşürülmesi
Karar Yılı: 2001 - Karar No: 95
Konusu: Günümüz Şartlarına Göre Öşür Oranları ve Yapılan Masrafların Ziraî Mahsulden Düşürülmesi
28 Mayıs 2022 Cumartesi
Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir
Karar Yılı: 2002 - Karar No: 50
Konusu: Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir
Hz. Peygamber’in Cumanın farzından önce, nafile olarak bir namaz kılıp kılmadığı konusunda fıkıh bilginleri, konuyla ilgili muhtelif rivayetlerden hareketle farklı görüşler ortaya koymuşlardır:
Karar verildi.
27 Mayıs 2022 Cuma
Kadınların Başı Açık Namaz Kılmaları
Karar Yılı: 2002 - Karar No: 204
Konusu: Kadınların Başı Açık Namaz Kılmaları
26 Mayıs 2022 Perşembe
Estetik Ameliyatın Dini Hükmü
Karar Yılı: 2002 - Karar No: 221
Konusu: Estetik Ameliyatın Dini Hükmü
kaydıyla bir tür tedavî olarak yaptırılmasında sakınca olmadığına karar verildi.
25 Mayıs 2022 Çarşamba
Sigortanın Dini Hükmü
Karar Yılı: 2005 - Karar No: 64
Konusu: Sigortanın Dini Hükmü
Alışverişlerde gararı yasaklayan hadislerden (Buhârî, Buyû’, 75; Müslim, Buyû’, 4) hareketle İslâm hukukçuları, akitlerde önemli ölçüde kapalılık ve risk içeren, taraflar arasında anlaşmazlığa yol açan gararın yasak olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak hangi derecedeki gararın, hangi tür akitlerde etkili olacağı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Genel olarak garar, önem ve derecelerine göre; akdi iptal edici, akdi ifsat edici ve kaçınılması mümkün olmayan garar şeklinde üçe ayrılabilir. Kaçınılması mümkün olmayan gararın akde herhangi bir tesiri yoktur. Buna karşılık, önemli ölçüde kapalılık ve risk içeren, ana karnındaki yavru, kaçmış hayvanın satımı gibi akitler batıldır. Kapalılık ve risk, eğer akdin konusunun vasfı, miktarı ve vade gibi hususlarda olup, daha sonra giderilebilir ölçüde ise, bu tür garar, akdi ifsat eder. Bu belirsizlikler ortadan kalktığında, sahih bir akde dönüşür.
Cehaletle ilgili olarak; taraflar arasında çekişmeye yol açması kuvvetle muhtemel olan akdin konusundaki cehaletin, akdin sıhhatine engel olduğu; çekişmeye yol açmayacağı kuvvetle muhtemel olan durumlarda ise, akdin sıhhatine engel teşkil etmeyeceği konusunda alimler ittifak etmişlerdir.
Sigortacının prim almasına rağmen kaza meydana gelmediği takdirde bu primin karşılıksız olduğu söylenemez; zira sigortacının sigorta sözleşmesinden doğan borcu sadece riziko gerçekleşince sigorta tazminatını ödemek değil bunun yanında sigorta süresi içinde muhtemel rizikoyu da üzerinde taşımaktır. Bu çerçevede sigortacının rizikoyu üzerinde taşıma borcunun karşılığını, sigortalının prim borcu oluşturmaktadır.
Yukarıda zikredilen açıklamalar ışığında;
24 Mayıs 2022 Salı
Selâm Müminin Parolasıdır
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını arayandır.” (Nisâ, 86)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.” (Ebû Dâvûd, Edeb 135)
Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû
(Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun)
Selâm Cennet Kelamı
Selâm, cennet kelamıdır. Cennetin görevli melekleri müminlere selâm verecek, müminler birbirlerine selâm verecek ve bunlardan daha da önemlisi, bir adı da “es-Selâm” olan Yüce Allah, müminlere selâm verecektir. Demek ki selâm hem dünyada hem âhirette müminlere sunulan çok önemli ikramlardan biridir.
Selâm nasıl verilir?
Selâmın bir çok veriliş tarzı vardır. Mesela “selâmün aleyküm”, “es-Selâmü aleyküm” ve en başta yazdığımız gibi “es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû” şeklinde verilebilir. Bunlardan en sonuncusu daha makbüldür. Hepsinin manası da müminin esenlik, barış ve güven içinde olmasını dilemektir. Selâm alınırken de “ve aleyküm selâm” denir. Dileyen buna “ve rahmetullahi ve berekâtühû” ifadesini de ekler ki böylesi daha makbûldür.
Başka İfadeler Selâm Yerine Geçer mi?
Bugün toplumumuzda selâm verilmeyip onun yerine bazen farklı ifadeler kullanılabiliyor. Mesela “günaydın”, “iyi günler”, “tünaydın”, “iyi akşamlar”, “iyi geceler”, veya bu cümlelerdeki iyi kelimelerinin yerine “hayırlı” kelimesi konularak buna benzer ifadeler kullanılıyor. Daha da ilginci baş hafifçe öne eğilerek veya sallanarak sembolik bir selâmlama yapılıyor. Bunlar, bir yönüyle güzel ifadeler olarak kabul edilse bile selâmın yerine geçebileceklerini iddia etmek mümkün değildir. Çünkü selâmın ihtiva ettiği mana ile bu ifadelerin taşıdığı anlam birbirin yerini tutmamaktadır. Selâmda mümin kardeşimiz için Yüce Allah’tan esenlik, mutluluk, hayır, barış ve güven istemiş oluyoruz. Yukarıda geçen ifadelerde ise gerek lisânen gerekse kalben Yüce Allah’tan böyle bir temennide bulunmuş olmuyoruz. Belki de kuru bir ifade ile sathi bir iyilik dileğinde bulunmuş oluyoruz. Ayrıca Allah Rasûlü (sav) nasıl selâm verileceğini göstermiş ve ümmetine öğretmiştir. İşte tarih boyunca Müslümanlar birbirlerine Allah Rasûlünün öğrettiği şekliyle selâm alıp vermişlerdir. (Erdoğan Baş, Altınoluk Dergisi Ocak-2003)
https://www.2g1d.com/
23 Mayıs 2022 Pazartesi
SA’D BİN MUAZ ( radıyallahü anh )
Yaklaşık olarak (m. 590) senesinde Medine-i Münevvere’de doğdu. 627) senesinde Hendek Savaşında şehîd oldu. Müslüman olmadan önce, Medine’de bulunan Evs kabilesinin ve Benî Abd-ül-Eşheloğullarının reîsi idi. Evs kabilesi içinde Abd-ül-Eşheloğulları, çok zengin ve itibarlı olup, Sa’d bin Muaz’ın sözlerini derhal kabûl ederler ve O’na tâbi olurlardı. Bu bakımdan kabile içerisinde en ileri gelen bir kimse olarak kabûl edilirdi.
Sa’d bin Muaz’ın müslüman olması başlı başına mühim bir hâdisedir. Çünkü O müslüman olunca, O’na bağlı olan kabilesi de O’nun bu teklifi ile müslüman oldu. Böylece Medine’de İslâmiyet süratle yayıldı.
Muhammed aleyhisselâmın bi’setinin onuncu yılı başlarında Medine’den gelen 12 kişi, Peygamberimizle ( aleyhisselâm ) görüşüp müslüman oldular. Birinci Akabe bîati denilen bu görüşmeden sonra, Medinelilerin kendilerine Kur’ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretecek bir öğretmen istemeleri üzerine, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Mus’ab bin Umeyr’i bu iş için Mekke’den Medine’ye gönderdiler. Mus’ab bin Umeyr Medine’de fevkalâde bir gayretle çok kimsenin müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa’d bin Muaz’ın teyzesinin oğlu olan Es’ad bin Zürare’nin evinde yerleşmişti. Bu sebeple Sa’d bin Muaz, o zaman Arablar arasında akrabaya karşı hakaretten kaçınmak âdet olduğu için teyzesinin evine gidip bu işe mâni olma teşebbüsünde de bulunamadı. Kendisi bir kabile reîsi olarak bu işe el koymak istiyordu. Bu maksatla kabilesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr’a, “Sen git şu bizim hânemize gelen kişiyi gör ne yapacaksan yap. Es’ad benim teyzemin oğlu olmasaydı bu işi sana bırakmazdım.” dedi. Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp, Mus’ab bin Umeyr’in bulunduğu eve gitti. Ancak oraya varınca O’nun tatlı konuşması ile insanın kalbine işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kur’ân-ı kerîm âyetlerini dinleyince, kendinden geçip, “Bu ne güzel şey!” dedi. Sonra da “bu dine girmek için ne yapmak lâzımdır,” dedi. Anlattılar ve Üseyd bin Hudayr, kelime-i şehâdet söyleyerek müslüman oldu. Büyük bir huzûr içerisinde olduğu halde Mus’ab bin Umeyre dönerek, “Arkamda bir âlim var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o müslüman olursa Medine’de O’nun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz...” diyerek kalkıp süratle gitti. Doğruca Sa’d bin Muaz’ın yanına vardı. Sa’d bin Muaz O’nu görünce, “Yemîn ederim ki Üseyd buradan gittiği yüzle gelmiyor” dedi. Sonra da, “Ne yaptın yâ Üseyd?” diye sordu. Üseyd bin Hudayr, Sa’d bin Muaz’ın müslüman olmasını çok arzu ettiği için, “O kişiyle (Mus’ab bin Umeyr ile) konuştum, onların bir fenâlığını görmedim. Yalnız duyduk ki, Benî Hâriseoğulları teyze oğlun Es’ad’ın böyle bir kimseyi evinde barındırmasından kuşkulanarak teyzenin oğlunu öldürmek için harekete geçmişler.” dedi. Bu sözler Sa’d bin Muaz’a çok dokundu. Çünkü bir kaç sene önce yapılan bir savaşta, Benî Hâriseoğullarını yenip, Hayber’e sığınmaya mecbûr etmişlerdi. Bir sene sonra da affedip, memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen onların böyle bir tavır takınmaları düşüncesi Sa’d bin Muaz’ı çok kızdırmıştı. Halbuki işin aslında böyle bir hareketleri yoktu. Üseyd bin Hudayr böyle bir hileye başvurarak, Sa’d bin Muaz’ın teyzesine ve teyzesinin oğlu Es’ad bin Zürare’ye dolayısıyla Mus’ab bin Umeyr’e zarar vermesini önlemek istedi. Böylece onların tarafına geçmesini ve nihâyet müslüman olmasını temin etmek gayretinde idi.
Sa’d bin Muaz, Üseyd bin Hudayr’ın bu sözleri üzerine hemen yerinden fırlayıp, Es’ad bin Zürare’nin yanına gitti. Oraya varınca baktı ki, Hazreti Es’ad ile Mus’ab bin Umeyr son derece huzûr ve sükûn içerisinde oturup, sohbet ediyorlar. Yanlarına yaklaşıp, “Ey Es’ad aramızda akrabalık olmasaydı sen bunları yapamazdın...” dedi. Bu sözlere Hazreti Mus’ab bin Umeyr cevap vererek, “Ey Sa’d, hele biraz dur, oturup bizi dinle, anla, sözlerimiz hoşuna giderse ne âlâ, eğer sözlerimizi beğenmezsen biz bunu sana teklifden vazgeçeriz. Bizi bırakır gidersin” dedi. Sa’d bin Muaz bu yumuşak ve tatlı sözler karşısında sakinleşip, bir kenara oturarak onları dinlemeye başladı.
Mus’ab bin Umeyr, Sa’d bin Muaz’a önce İslâmiyeti anlattı. İslâmiyetin esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur’ân-ı kerîmden bir miktar okudu. O okudukça Sa’d bin Muaz’ın hâli değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur’ân-ı kerîmin eşsiz belagatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir tesir altında kaldı. Kendini tutamayıp, “Siz bu dine girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Mus’ab bin Umeyr hemen O’na kelime-i şehâdeti öğretti. O da, müslüman oldu. Sa’d bin Muaz müslüman olmaktan duyduğu huzûr ve sevinç içerisinde yerinde duramaz oldu. Hemen evine gidip öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra da kavminin toplanmasını istedi. Üseyd bin Hudayr’ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti. Benî Eşheloğullarına hitaben, “Ey Benî Abd-ül-Eşhel, siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar da hep bir ağızdan, “Sen bizim reîsimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tâbiyiz.” dediler. Sa’d bin Muaz, onların bu sözleri üzerine, “O hâlde hepinize haber veriyorum. Ben müslüman olmakla şereflendim. Sizin de Allahü teâlâya ve O’nun Resûlüne îmân etmenizi istiyorum. Eğer îmân etmezseniz sizin hiçbirinizle konuşmayacağım, görüşmeyeceğim...” dedi.
Benî Abd-ül-Eşheloğulları, reîsleri Sa’d bin Muaz’ın müslüman olduğunu ve kendilerini de İslama davet ettiğini duyar duymaz hep birlikte müslüman oldular. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra bütün Medine halkı, Evs ve Hazrec kabileleri İslâmiyeti kabûl edip, îmân ettiler. Her ev İslâm nûruyla aydınlandı. Sa’d bin Muaz ve Üseyd bin Hudayr, kabilelerine âit bütün putları kırdılar. Bu durum sevgili Peygamberimize ( aleyhisselâm ) bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli müslümanlar da çok sevindiler. Bu sebeple O seneye (m. 621) sevinç yılı denildi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) Medine’ye hicret ettikten sonra bu hâdiseye işâret ederek, “Ensâr hânedanından en hayırlısı Neccâroğullarının hânedanıdır. buyurdu.
Sa’d bin Muaz ( radıyallahü anh ), ikinci Akabe bîatında bulunup, Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) bîat etti. Bu bîatte bulunanlar Resûlullah’ı ( aleyhisselâm ) canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu husûsta mallarını ve canlarını feda edeceklerine söz verdiler.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Medine-i Münevvere’ye hicret edince Sa’d bin Muaz’ı ( radıyallahü anh ), Sa’d İbn-i Ebî Vakkas ( radıyallahü anh ) ile kardeş yaptı. Hicretten sonra beş sene kadar yaşadı. Sa’d bin Muaz, Medine’nin ileri gelenlerinden ve reîslerinden olduğu için, Mekke’ye gidip, Kâ’be’yi tavaf ederdi. Müşrikler bu sebeple ona dokunamazlardı. Bu ziyâretlerinden birinde Ebû Cehil karşısına çıkıp, siz bizim dinimizden ayrılanları himâye ettiniz. Onlara her yardımda bulundunuz. Eğer burada seni himâyesine alanlar olmasaydı seni öldürürdüm. Dönüp çocuklarına kavuşamazdın demişti. Sa’d bin Muaz, Ebû Cehil’in bu tehditli sözleri karşısında Ona şöyle dedi: “Eğer böyle bir şeye kalkışırsan, Medine yakınından geçen ticâret yolunu keser, seni bir daha oralara ayak bastırmam” dedi. Bunları söylerken sesi öyle gürlüyordu ki yanında bulunan Ümeyye bin Halef, sesini biraz alçalt bu kişi bu vâdînin meşhûrudur, demişti. Bunun üzerine Sa’d bin Muaz daha gür bir sesle yemîn ederim ki Resûlullah ( aleyhisselâm ) bize senin katl olunacağını haber verdi, dedi. Ebû Cehil bu sözleri işitince şaşkına döndü. Mekke’de mi öldürüleceğim deyince orasını bilmem cevabını verdi. Ebû Cehil bunu bildiği için Bedir Savaşında her ne kadar Mekke’den çıkmamak istemişse de çevresinin ayıplaması üzerine Bedir’e gelmişti. Nihâyet Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) buyurduğu gerçekleşip, Ebû Cehil katledildi.
Sa’d bin Muaz Bedir Savaşı’na katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da şereflendi.
Bedir Savaşı’ndan sonra Uhud Savaşı’na da katılan Sa’d bin Muaz ( radıyallahü anh ) gösterdiği cesâret ve kahramanlıkla Eshâb-ı kiram arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr bin Sa’d şehîd oldu. Uhud Savaşı’nda Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) yaralanmıştı. Sa’d bin Muaz, Sa’d bin Ubade ile birlikte Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) yaralarını sarıp, tedâvi etti. Sa’d bin Muaz müşriklerle yapılan Hendek Savaşı’na da katıldı. Savaş sırasında İbni Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan yaralandı. Ok atardamara isâbet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hazreti Sa’d yaralı bir halde etrâfındakilerin kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun ciddi olduğunu anladı ve “Yâ Rabbi, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür ihsân eyle. Çünkü senin Resûlüne ( aleyhisselâm ) eziyet eden, O’nu yalanlayan bu müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım kadar başka bir şeyden hoşlanmıyorum. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa beni şehîdlik mertebesine yükselt. Fakat, Benî Kureyza’nın akıbetini görmeden rûhumu kabzetme,” diyerek duâ etti. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) mescidde bir çadır kurdurarak Sa’d bin Muaz’ı oraya yatırttı. Beni Eslem kabilesinden Refide’yi de O’nun tedâvisine memur etti. Orada yattığı sırada Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) sık sık yanına gelip, halini sorardı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Hendek Savaşı sona erince, derhal Benî Kureyza yahudileri üzerine hareket emri verdi. Benî Kureyza yahudileri Peygamberimizle ( aleyhisselâm ) anlaşma yaptıkları halde Hendek Savaşı’nın en kritik anında, müşrikler tarafına geçmişler, müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı. Sa’d bin Muaz ( radıyallahü anh ) böyle yapmamaları için onları ikâz etmişti. Fakat dinlememişlerdi. Bu sebeple Hendek Savaşı’ndan hemen sonra Benî Kureyza yahudileri muhasara altına alındı. Bu kuşatma bir ay sürdü. Sonunda teslim oldular. Haklarında verilecek hüküm için Sa’d bin Muaz’ı hakem olarak istediler. Onların bu isteği üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ), Sa’d bin Muaz’ı ( radıyallahü anh ) yattığı çadırından getirtti. O yahudilere “Ne hüküm verirsem râzı mısınız?” dedi. Evet râzıyız dediler. Bunun üzerine Sa’d bin Muaz, Benî Kureyza erkeklerinin boynunun vurulmasına hükmetti. Bu hüküm gereğince erkeklerin boynu vuruldu. Kadınlar ve çocuklar esîr alınıp, mallarına el konuldu. Benî Kureyza’dan bazı erkekler ise müslüman olup, kurtuldular. Sa’d bin Muaz bu hükmü verince Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Onlar hakkında Allahın ve Resûlünün hükmüyle hükmettin.” buyurdu.
Sa’d bin Muaz, Benî Kureyza yahudileri hakkındaki hükmü verdikten sonra tekrar çadırına götürüldü. Yarası ağırlaşıp, durumu şiddetlenmişti. Bundan sonra Sa’d bin Muaz’ın yakınları onu kaldığı çadırdan Abd’ül-Eşheloğullarının evine götürdüler. O gece durumu çok ağırlaşmıştı. Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) gelip “Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de vefâtı melekler arasında müjdelenen kimdir?” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) hemen Sa’d bin Muaz’ın halini sordu. Evine götürüldüğünü söylediler. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) yanında Eshâb-ı kirâm’dan birileriyle süratle Sa’d bin Muaz’ın yanına gitti. Yolda süratli gitmeleri sebebiyle Eshâb-ı kiram yorulduk Yâ Resûlallah dediler. Melekler Hanzala’nın cenâzesinde bizden önce bulundukları gibi Sa’d’ın da cenâzesinde bizden önce bulunacaklar biz önce yetişemeyeceğiz, buyurarak hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Sa’d bin Muaz’ın yanına gelince Onu vefât etmiş olarak buldu. Baş ucuna durup; Sa’d bin Muaz’ın künyesini söyleyerek “Ey Ebû Amr sen reîslerin en iyisi idin. Allah sana se’âdet, bereket ve en hayırlı mükâfatı versin. Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana va’d ettiğini verecektir.” buyurdu.
Eslem bin Haris şöyle anlatmıştır: Resûlullah ( aleyhisselâm ) Sa’d bin Muaz’ın evine geldi. Biz kapıda bekliyorduk. Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) içeri girdi. Biz de peşinden yürüdük. İçerde Sa’d bin Muaz’ın cenâzesi vardı. Başka kimse yoktu. Resûlullah ( aleyhisselâm ) adımlarını gayet geniş açarak yürüyordu. Bu durumu görünce yavaşladım. Durmamı işâret edince de durdum. Sonra da geriye döndüm. Resûlullah ( aleyhisselâm ) içerde bir müddet durdu. Sonra dışarı çıktı. Çıkınca Yâ Resûlallah niçin adımlarınız geniş yürüdünüz dedim. “Böylesine kalabalık bir mecliste bulunmadım, (Melekler dolmuştu) Meleğin biri beni kanadı üzerine aldı da ancak öyle oturabildim.” buyurdu. Sonra: Sa’d bin Muaz’ın lakabını söyleyerek, “Sana afiyet olsun Yâ Ebâ Amr! Sana afiyet olsun Yâ Ebâ Amr! Sana afiyet olsun Yâ Ebâ Amr.” buyurdu.
Onun vefâtı Resûlullah ( aleyhisselâm ) ve Eshâb-ı kirâm’ı çok üzdü. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) cenâze namazını kıldırdı, cenâzesini taşıdı. Eshâb-ı kiram Sa’d bin Muaz’ın ( radıyallahü anh ) cenâzesini taşırken Yâ Resûlallah ( aleyhisselâm ) biz böyle kolay taşınan cenâze görmedik dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) melekler indi onu taşıyorlar buyurdu. Cenâzesi giderken münâfıklar da kötülemek için ne kadar da hafif dediklerinde, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Sa’d’ın cenâzesine yetmişbin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık halde inmemişlerdi, buyurdu. Ebû Sa’îd’il Hudrî dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: “Sa’d bin Muaz’ın ( radıyallahü anh ) kabrini kazanlardan biri de bendim. Ona kabir kazmaya başlayınca biz kazdıkça etrâfa kabirden misk kokusu yayıldı.” Şurahbil bin Hasene de şöyle demiştir: “Sa’d bin Muaz defn edilirken birisi kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu evine götürünce o toprak misk oldu. Cenâzesi kabre indirilirken Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) kabri başında oturup, mübârek gözleri yaşardı ve mübârek sakalını eliyle tutup çok üzüldü. Hadîs-i şerîfte “Sa’d İbn-i Muaz’ın ölümünden dolayı arş titredi.”buyuruldu. Bir defasında Peygamberimize ( aleyhisselâm ) çok kıymetli bir elbise hediye edilmişti. Eshâb-ı kiram ne kadar güzel dediklerinde “Sa’d bin Muaz’ın Cennetteki mendilleri bundan daha güzeldir.” buyurdu.
Sa’d bin Muaz’ın ( radıyallahü anh ) şehîd olması mühim bir hâdise idi. O daha ilk müslüman olduğu sırada onun vasıtasıyla emiri bulunduğu Medine’deki Evs kabilesi tamamen müslüman olmuştu. Bütün güçleriyle İslama hizmet ettiler. Sa’d bin Muaz ancak beş sene kadar Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile beraber bulunup, dâima cihad etti. 37 yaşında olduğu halde genç olarak şehîd oldu ve rahmete kavuştu.
Sa’d bin Muaz genç yaşta vefât ettiği için hadîs-i şerîf rivâyeti azdır. Sadece Sahih-i Buhârî’de rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf vardır. Diğer bir rivâyeti de Enes bin Mâlik’in kendisinden naklettiği Sa’d bin Rebî’nin Uhud Savaşı’nda şehîd edilme hadîsesidir.
Sa’d bin Muaz hazretleri, buyurdu ki: “Müslüman olduğum günden beri namaz kılarken hatırıma hiç bir şey getirmedim. Resûl-i ekremin her söylediğinin hak olduğuna inandım, kabûl ettim.”
“Ben üç şeyde kuvvetli olduğum kadar, hiçbir şeyde kuvvetli olmadım. Birincisi namazdadır. Müslüman olduğumdan beri başladığım hiç bir namazda, bir an önce bitirsem diye hatırıma bir şey gelmedi. İkincisi; bir cenâzeye yardıma çıktığımda cenâze defin edilinceye kadar, ölümden başka hatırımdan hiç bir şey geçmezdi. Üçüncüsü; Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) her buyurduğunu kabûl ettim, bunda hiç tereddüt etmedim.”
22 Mayıs 2022 Pazar
Anne ve Baba Rızası
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Biz, insana ana babasını iyi davranmasını tavsiye etmişizdir...” (Ankebut, 8)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Allah Teâlâ’nın rızası, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı, anne ve babayı öfkelendirmek suretiyle çekilir.” (Tirmizî, Birr 3.)
Devr-i seadette Alkame isminde gayet çalışkan ve sehâvetli bir genç vardı. Hastalandı ve rahatsızlığı şiddetlendi. Hanımı vaziyeti Rasûlü Ekrem (sav) Efendimize bildirdi:
- Ya Rasûlallah, eşim çok hasta, ölüm halinde, dedi.
Rasûlü Ekrem, vaziyeti öğrenmek için Bilâl Habeşî, Ali, Selman ve Ammar (r.anhüm) hazeratını, Alkame’nin evine gönderdi. Gitdiler, Alkame ağır hasta idi. Lâilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah demesini söylediler. Bir türlü söyleyemedi. Üzüldüler. Vaziyeti bildirmesi için Bilâl (ra)’ı Rasûlü Ekrem Efendimize gönderdiler, Rasûlü Ekrem Efendimiz ana ve babasının hayatda olup, olmadıklarını sordu. Babasının öldüğünü, ihtiyar anasının hayatda olduğunu öğrendiler.
Rasûlü Ekrem Efendimiz, ihtiyar kadına oğlu ile vaziyetinin nasıl olduğunu sorduklarında, ihtiyar kadın:
- O hep hanımını dinliyor, hep beni tersliyor, hiç bir dileğimi yerine getirmiyor, cevabını verdi.
Rasûlü Ekrem, Bilâl-i Habeşî’ye:
- Git bir yığın odun topla, onu ateşle yakayım, buyurdu.
Bu sözleri duyan Alkame’nin annesi:
- Ya Rasûlallah. O benim oğlum ve gönlümün meyvesidir. Onu benim gözlerimin önünde yakacak mısın? Buna yüreğim nasıl dayanır, dedi.
Rasûlü Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu:
- Ey Alkame’nin annesi, Allah’ın azâbı daha şiddetli ve daha devamlıdır. Sen içinden Allah’ın onu mağfiret etmesini diliyorsun. O halde ona kırgın olmadığını açıkla. Hakkını helâl et. Varlığım kudret elinde olan Allah’a yeminle söylerim ki, sen ona kırgın oldukça, onun ne namazı, ne orucu ne de diğer iyilikleri kendisine fayda vermez.
Alkame’nin annesi ellerini göğe kaldırdı ve:
- Ya Rasûlallah! Allah’ı, seni ve burada bulunanları şahit tutuyorum ki, ben Alkame’den râzıyım, ona haklarımı helâl ettim, dedi.
Rasûlü Ekrem Efendimiz:
- Ya Bilâl! Git bak. Alkame “lâ ilâheillallah” diyebiliyor mu?
Bilâl hemen gitdi. Alkame’nin evine vardı. Daha kapıdan girerken onun, “Lâ ilâhe ilallah, Muhammedün Rasûlullah” demekte olduğunu işitti. Aynı gün Alkame vefat etti. Yıkandı, kefenlendi.
Rasûlü Ekrem (sav) namazını kıldırdı. Ve defnedildi. Definden sonra Fahr-i kâinât efendimiz kabrin başında durarak halka şunları söyledi:
- Ey muhacirler! Ey Ensar! Kim karısını annesinden daha üstün tutarsa Allah’ın lâneti onun üzerinedir. Onun diğer ibâdet ve iyiliklerinin de kendisine bir faidesi yoktur, kabul olunmaz.
Ana-babasının her zaman hayır duasını almaya çalışmalıdır. Onların beddualarından korkmalıdır.
Onlar hayatta iken ne yapıp yapıp dualarını almağa, onları memnun etmeğe çalışmalıdır. Vefatlarından sonraki pişmanlık faide vermez. (Sadık Dânâ, Altınoluk Dergisi Ocak-2003)
21 Mayıs 2022 Cumartesi
Muhabbet Edebi
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler!..” (İsrâ, 53)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Bedende hiçbir uzuv yoktur ki, Allâh’a, dilin lüzumsuz ve çirkin konuşmalarından şikâyet etmesin!” (Heysemî, X, 302)
Hz. Ali’nin rivâyetine göre Rasûlullah (sav):
“–Cennet’te birtakım köşkler vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür.” buyurmuştu.
Bunu işiten bir bedevî ayağa kalkıp:
“–Bu köşkler kimler içindir ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu.
Fahr-i Kâinât (sav) Efendimiz:
“–Sözünü güzel ve hoş söyleyen, tatlı dilli, yemek yediren, oruca devâm eden ve gece herkes uyurken kalkıp Allah için namaz kılan kimseler içindir!” buyurdu. (Tirmizî, Birr, 53/1984; Ahmed, I, 155)
20 Mayıs 2022 Cuma
Toplumsal Hastalık: Rüşvet
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Aranızda mallarınızı bâtıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, mallarınızı hâkimlere rüşvet olarak vermeyin.” (Bakara, 188)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Bir kısım insanlar, Allâh’ın mülkünden haksız bir sûrette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, kıyâmet günü onlara bir ateştir, başka bir şey değil.” (Buhârî, Humus, 7)
19 Mayıs 2022 Perşembe
Alak Suresi,Nuzülü,Konusu
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir. Sûre, adını ikinci âyette geçen “alak”kelimesinden almıştır.Nuzül
Mushaftaki sıralamada doksan altıncı, iniş sırasına göre birinci sûredir. Kalem sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Baştan beş veya sekiz âyeti Hz. Peygamber’e gelen ilk vahiy olduğundan ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan kısmının ise sonraları Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bazı Kur’an tarihçileri ilk inen sûrenin Müddessir, bazıları da Fâtiha olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Buhârî ve Müslim’de Hz. Âişe’ye isnad edilen rivayete göre Hz. Peygamber, içinde yalnız kalmayı âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. gecesi (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nuranî varlığın (Cebrâil) kendisine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: “Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra ‘oku!’ dedi. Ben yine, ‘Okuma bilmem’ dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve ‘oku!’ diye tekrar etti. Ben yine ‘Okuma bilmem’ dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: ‘Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir” (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3; Müslim, “Îmân”, 252).
Konusu
Sûrede okumanın önemi vurgulanmakta, insanın neden yaratıldığına dikkat çekilmekte, kendini kendine yeterli görüp nankörlük eden insanın taşkınlığı ve bunun acı sonuçları anlatılmaktadır.
18 Mayıs 2022 Çarşamba
Tîn Suresi,Nuzülü,Konusu
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir. Tîn, incir demektirNuzül
Mushaftaki sıralamada doksan beşinci, iniş sırasına göre yirmi sekizinci sûredir. Burûc sûresinden sonra, Kureyş sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrede bazı önemli varlıklar üzerine yemin edilerek insanın yüksek değeri vurgulanmış, kötü ahlâkın bu değeri düşürdüğü ifade edilmiştir. İman edip iyi işler yapanlar övülmüş, hesap ve cezayı yalan sayanlar kınanmış, hüküm verenlerin en üstününün Allah olduğu bildirilmiştir.
17 Mayıs 2022 Salı
İnşirâh Suresi,Nuzülü,Konusu
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir. İnşirah, açılmak, genişlemek demektir.Nuzül
Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci sûredir. Duhâ sûresinden sonra, Asr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrede Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e mânevî lütufları özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu bildirilerek Mekke’de putperestlerin baskısı yüzünden sıkıntı çeken Resûlullah ile müslümanlara teselli ve ümit verilmekte; onlardan Allah’a ibadet ve itaatlerini sürdürmeleri istenmektedir.