19 Eylül 2017 Salı

Sakal-ı Şerif’e Karşı Hürmet

Sual: Selamun Aleyküm Hocam.Sakal-ı Şerif’e tavrımız ne olmalıdır ve bunda ölçü nedir? 

Cevap: Aziz Kardeşim, soruna Bediüzzaman Hazretlerinin sözleri ile cevap vermiş olayım. Der ki Üstad Hazretleri: “Birden hatıra geldi ki, o saçların ziyareti vesiledir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karşı salâvat getirmeye sebep ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için, eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadetten olmazsa, madem zâhir hale göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat’î senetle o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter. Çünkü telâkkiyât-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer.” (Lem’alar, Onaltıncı Lem’a)

Dolayısı ile hatıralar, hatıranın sahibinden dolayı kıymetlidir ve her hatıra, sahibini insana hatırlattığı için önemlidir. Kaldı ki, Kur’an cemaati olan Sahabe nesli, Efendimiz’in (sas) sakal ve saçlarının tellerine karşı hürmet göstermiş, bizzat Efendimiz (sas) onlara bu iş için müsaade etmiştir. Kaynaklarımızda geçen onlarca rivayetten birkaçını burada anmak gerekirse, Hz. Enes’in şu sözleri ile başlayabiliriz. Der ki: “Hz. Peygamber’in (sas) saçlarını berberin kestiğini gördüm. Ashâb da etrafında dolaşıyor, bir telinin bile, yere değil, mutlaka içlerinden birinin eline düşmesini arzuluyorlardı.” (Müslim, Fezâil, 75)

Seyfullah lakabının sahibi olan Halid b. Velid ise şöyle der: “Hz. Peygamber (sas) umre yaptığı sırada başını tıraş etti. İnsanlar onun saçını almak için birbirine yarışmaya başladılar. Ben herkesten önce onun perçeminden kesilen saçı aldım ve şu sarığımın içine koydum. Bu sarık benimle olduğu her savaşta zafer bana nasip edildi/Allah bana zafer nasip etti.”(İbn Hacer,Fethu’l-Bârî, 7/101)

Yine kaynaklarımızda buna benzer rivayetleri Ebû Talha ve Süheyl b. Amr gibi Sahabe efendilerimizden okumaktayız. Sahabe neslinin bu hassasiyeti sonraki nesillere de sirayet etmiş, nesillerden nesillere o saç ve sakal telleri intikal ederek gelmiştir. O neslin rehberiyeti önümüzde duruyorken, Sakal-ı Şerif’i ziyaret etmeyi bidat hatta şirk saymak, edep sınırlarını ihlal edip, kıl, tüy deyip dalga geçmek; bir Müslümana asla yakışmayacak tavırlardır. Müminlerin gözyaşları içerisinde o Sakal-ı Şerif’i, Efendimiz’den bir parça olarak ziyaret etmeleri, öpmeleri ve gözlerine sürmeleri, O’na (sas) olan sevginin bir tezahürüdür. Aklı başında hiçbir mümin hatıralara tapmaz, o hatıraların sahibine karşı yüreğinde duyduğu sevgiyi, sınırlarını Kur’an’ın ve Sünnet’in belirlediği ölçüde yerine getirmeye çalışır.

Muhammed Emin YILDIRIM


18 Eylül 2017 Pazartesi

Çağın Ashab-ı Kehf’i Olmak

Muhammed Emin Yıldırım Hocanın, “Çağın Ashab-ı Kehf’i Olmak” başlıklı konferansından notlar:

“Kitabımız Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir. Ders almamız için bize örnekler anlatır. Peygamberlerin mücadelelerini anlattığı gibi bahsettiği topluluklar da vardır. Ashab-ı Kehf gibi.”

Kitabımız Kur’an’da anlatılan Ashab-ı Kehf’in kıssasının bir avuç iman eden gencin, iman mücadelesi olduğunu belirten 
Muhammed Emin Yıldırım Hoca, “Arkalarına bakmadan yürüyen bir avuç müminin kehf’idir anlatılan, onların kehf’i (mağaraları) mektepleridir. Devrin zalimlerine karşı “la” diyerek karşı durmuş ve Allah’a İman etmişlerdir.” dedi.

Ashab-ı Kehf’in hayatından örnek alacağımız çok husus olduğunu dile getiren 
Muhammed Emin Yıldırım Hoca, Müslümanlarının Ashab-ı Kehf’in sayılarına, mağaranın yerine, kaç yıl uyuduklarına takıldığını ama Allah’ın muradının malumat değil marifet olduğunu, ancak marifete bakarsak imanımız artacağını vurguladı ve “Ey gençler! Bize takılmayın. Biz rahatı keyfe çevirdik. Siz Ashab-ı Kehf gibi önünüzde rehber olmasa bile yürüyün.” Dedi.

Çağın Ashab-ı Kehf’i olmak için marifete bakmamız lazım:

1- Ashab-ı Kehf asla “ashabı keyf” değildi.

Bir insan rahatını ve konforunu terk edemiyorsa, okudukları sadece Kur’an’da kalacak, hayatına bir şey taşıyamayacaktır. Onlar keyiflerini Ashab-ı Kehf olmak için terk etmişlerdir.

2- Ashab-ı Kehf asla “bahane ashabı” değildi.

Eğer bahanen varsa Allah seni o bahanelerine mecbur ve mahkûm bırakır. Ey genç Müslüman! Sen ashabı bahane değilsin. Sen bu çağın Ashab-ı Kehf’i olmalısın.

3- Ashab-ı Kehf asla korkak değildi. Onlar Tevhid akidesini öyle doğru anladılar ki, yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz, diyerek teslim oldular Allah’a.

4- Ashab-ı Kehf kesinlikle tembel değildi.

Tembellik yapan, sorumluluklarına vakit ayırmayan insan Ashab-ı Kehf olamaz. Bu çağın Ashab-ı Kehf’i olmak isteyen zahid olmalıdır. Bu çağın Ashab-ı Kehf’i mütevekkildir. Aksi halde davranan risalet davasına ihanet eder.

5- Ashab-ı Kehf kesinlikle gayesiz, hedefsiz değildi.

Bir avuç insan dahi olsan; imanı yaşamalı, insanlara taşımalısın. İmandan mahrum yüreklere imanı taşırsan çağın Ashab-ı Kehf’i olursun.

Muhammed Emin Yıldırım Hoca“Çağın Ashab-ı Kehfi” olmak için ihtiyaç duyulacak azıkları 5 maddede sıraladı.

Ne yaparsak bu çağın Ashab-ı Kehf’i oluruz?


1- Sahih bir iman: Hakiki imanı bilmeyen bir insan imanın gereğini yerine getiremez.
2- Selim bir kalp: Kalplerimiz hasta, takva ile ruh terbiyesi ile iradenin hakkını vermeliyiz.
3- Salih bir amel: Amellerimizi salih bir amel ile şekillenen ibadetler ile beslemeliyiz.
4- Sadık dost: Sadıklarla beraber olursanız sadık olursunuz. Sadık dost aramayın, sadık dost olun.
5- Sebatı kuşanan bir beden: Yol yürümek için sabrı ve sebatı kuşanmalıyız.

“Belki Kur’an bizden bahsetmeyecek ama önceden bahsettiği ashablarla birlikte hasredecek.” diyerek neden çağın Ashab-ı Kehf’i olmalıyız sorusuna cevap veren Muhammed Emin Yıldırım Hoca sözlerini şöyle tamamladı:

“Gelin biz bunları yapan olalım, iman davasını bu çağda temsil eden olalım.”


17 Eylül 2017 Pazar

İman Meselesinde Sâhabe İle Aramızdaki Farklar

Muhammed Emin Yıldırım Hocanın, Akaid Medresesi’nde “İman Meselesinde Sahabe ile Aramızdaki Farklar” konusunu işledi.

Dersten Notlar

Sahabe’nin Sahabe’yi Anlatması

Âiz b. Amr, Resulullah’ın vefatından sonra Basra’ya yerleşmiş ve burada da hayatının sonuna kadar ikamet etmişti. Basra’nın zulmü ile meşhur valisi Ubeydullah b. Ziyad (ö.67/686) bir gün bu yüce sahabîyi yanına çağırmıştı. İbn Ziyad, huzuruna getirilen ve yaşça kendisinden çokça büyük olan bu yüce İslam şahsiyetine, çok ukala bir eda ile; “Ey Âiz! Söyle bakalım, Allah Resulü’nden ne işittin?” diye sormuştu.

İbn Ziyad’a dedi ki: “Ben Allah Resulü’nün (sas) şöyle dediğini işittim:
“ Yöneticilerin en kötüsü, yönettiklerine karşı acımasız davranandır.”

Âiz ibn Amr diyordu ki: “Sahabîler içerisinde döküntü olanlar mı var? Asıl döküntüler onlardan sonrakilerin ve onların dışındakilerin içlerinde vardır.”

Tabiîn’in Sahabe’yi Anlatması


Abdurrahman b. Ebî Leyla

Hicri 17 veya 18’de Medine’de doğuyor, Hicri 80 veya 81’de bir sefer sırasında Fırat Nehri’nin kenarında atından düşerek vefat ediyor…

Etba-i Tabiin’in Sahabe’yi Anlatması

İmam Evzai, o nübüvvet iklimini çok iyi tanıyan birisi olarak şöyle bir tespitte bulunur:

“Resulullah’ın (sas) ashabının beş temel özelliği vardır. Bunlar:

Luzûmu’l-Cemâ’a/Vahiy öncelikli yaşamak
İttibâu’s-Sünne/Sünnete ittibâ
İmâretü’l-Mescid/Mescitleri imar
Tilâvetü’l-Kur’an/Kur’an tilâveti
Cihad fî Sebîlillah/Allah yolunda cihat

Kur’an-ı Kerim’de geçen kıssaların Sahabe’nin şahsiyetini ve dolayısı ile imanlarını nasıl inşa ettiğini ortaya koymuştuk. Demiştik ki:

1. Firavun’un sihirbazlarının iman kıssası / Pazarlıksız bir iman
2. Tâlût ve Câlût kıssası / İtaatkâr bir iman
3. Ashab-ı Kehf kıssası / Bahanesiz bir iman
4. Ashab-ı Uhdud kıssası / Beklentisiz bir iman
5. Ashab-ı Karye kıssası / İsâr ruhlu bir iman

Pazarlıksız iman, imanına vesile olan insana karşı vefalı olmak, imandan dolayı başına gelen imtihanlara karşı sabır etmek ve herhangi bir pazarlığa girişmemektir.

İtaatkâr iman, ümmetin saadet ve selameti için emir sahiplerine itaat etmek, acıtsa, zorlasa ve bedel ödetse bile bazı şeyleri sineye çekmek ve nefsi talepleri tamamen kontrol altına almaktır.

Bahanesiz iman, hayırlı işlere adım atmak için işe yokları değil, varları sayarak başlamak, gözünde olumsuzlukları büyültmemek ve mazeretler üretmeden taşın altına el koymaktır.

Beklentisiz iman, yaptığı ve yapacağı hiçbir işten dolayı dünyevi bir beklentiye girmemek, bütün ecrini ve mükâfatını âlemlerin Rabbi olan Allah’a havale ederek yürümektir.

İsâr ruhlu iman, yaşamak için yaşamak değil, yaşatmak için yaşamayı hayatın eksenine koymak, başkalarının iman selameti uğruna yapılabilecek en azami fedakârlığı ortaya koyarak kulluk yolunda mesafe kat etmektir.

Sahabe’yi öğrendikçe iki duygu bir anda yüreklerimizde belirir. Bu iki duygu nedir?

1. Ümitlerimiz yeşerir, hedefler büyür, gayret adına insanı harekete geçirir.
2. Moraller bozulur, ulaşılamayacak kametler olduğu itiraf edilir, onlar nerede biz nerede itirafına insanı vardırır.

Hadis Külliyatımızda “Ye’tî al’e’n-nasî zamanün/İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki!” diyerek başlayan birçok hadis vardır. Bu hadisler gelecekten haber vermek, haşa bir kehanet değil, o zamanı yaşayan müminlere karşı yapılmış uyarılar, ikazlar, yol göstermeler ve rehberlik etmeleridir.

1. “Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki sizden biriniz emrolunduğu şeylerin onda birini terk etse helâk olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki sizden kim emrolunduğu şeyin onda birini yapsa kurtulur.” (Tirmizî, Fiten, 79/2267)

2. “Öyle bir zaman gelecek ki o zaman şu üç şeyden daha kıymetli birşey olmayacaktır: Helal para, can u gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet.” (Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, I, 172)

“Öyle bir zaman gelecek ki, kişi helâlden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” (Buharî, Büyû; 7)

3. “Öyle bir zaman gelecek ki okuma meraklı kurrâ çoğalacak; fakîhler ise azalacak ve bu sûretle ilim çekilip alınacak. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanların okudukları boğazlarından aşağı geçmeyecek.” (Hâkim, el-Müstedrek, V, 504)

4. “Şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların hâline! İnsanlar mü’min olarak sabahlar da akşam kâfir oluverirler. İnsanlar dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı değiştiriverirler. İşte öyle zamanda dinlerinde sâbit kalabilenler ellerinde kor ateşi tutanlar gibidirler.” (Müslim, İman,186; Tirmizi, Fiten, 30, (2196) Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, II, 390)

Ebû Ümeyye eş-Şa’bani anlatıyor: “Ey Ebû Sa’lebe dedim, şu ayet hakkında ne dersin?”

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez.” (Maide, 105)

Bana şu cevabı verdi:

“Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’a sormuştum. Demişti ki: “Ma’rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir hevâ, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahade edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler iman avuçta ateş tutmak gibi sıkıntılıdır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.” (Ebû Davud, Melahim, 17/4341); Tirmizi, Tefsir, 5/3060); İbn Mace, Fiten, 21)

5. “Öyle bir zaman gelecek ki büyük bir kısma ribâ ilen (faiz ile) iş yapacak. Ondan sakınanlar dahi tozuna bulaşmak durumunda kalacaklar.” (Nesâî,Büyû 2; İbnu Mâce, Ticârât, 58; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 494; Beyhakî Sünen, IV, 275)

6. “Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hâinlere güvenilecek. İnsanlardan şâhidlik etmeleri istenmediği halde şâhidlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler,” (Taberâni, el-Mü’cemü’l-Kebir, XXIII, 314)

“Öyle bir zaman gelecek ki insanlar iyiliği özendirmeyecek, kötülükten de sakındırmayacaklar.” (Heysemî, Mecmauz-Zevâid,VII, 280)

8. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“-İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”
“-Bu nasıl olur?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:
“-Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir.”
(Müslim, Fiten, 56)

9. Zübeyr İbnu Adiy rahimehullah anlatıyor: “Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh’ın yanına girdik. Haccâc’ın bize yaptıklarını şikâyet ettik.

“-Sabredin, buyurdu. Zira öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, gidenden daha kötü olacak. Bu hal Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Rasûlunüz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’den işittim.”
(Buhari, Fiten, 6; Tirmizi, Fiten, 35/2206)

“Sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki o vakit siz, iyilikleri emretmeyen ve kötülükleri yasaklamayan kimselerin en hayırlı kişiler olduğunu düşünürsünüz.” (Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, III, 686/8462)

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, insanların kalbleri dünya sevgisi ile dolacak, cihadı zarar olarak görecek ve zekât vermeyi altından kalkılması zor bir borç olarak ifade edecekler!” (Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, III, 236/6322)

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“- İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki o vakit müminin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurdu.
“- Niçin eriyecek yâ Rasûlallah?” diye sorulduğunda:
“- Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği için”
buyurdu. (Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, III, 686/8463)

Abdullah ibn-i Ömer -radıyallâhu anh- tarafından rivayet edilmiştir.

Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize yönelerek şöyle buyurdu:

“Ey Muhacirler cemâati!

Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olacağınız zaman Ben sizlerin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım. Onlar şunlardır:

1- Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip-geçmiş milletlerde vuku bulmamış hastalıklar yayılır.

2- Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılır.

3- Mallarının zekâtını vermekten kaçan her millet mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezası ile cezalandırılır) ve hayvanları olmasa (Allâh hayvanlara acımasa) onlara yağmur yağdırmaz.

4- Allâh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlün sünnetini terk eden her milletin başına mutlaka Allâh kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindeki-avucundakilerin bir kısmını alır.

5- İmamları (yâni devlet adamları) Allâh’ın Kitabı ile amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe Allâh onların hesabını kendi aralarında görür.”
(İbn-i Mâce, Fiten, 22)


16 Eylül 2017 Cumartesi

Ey İman Edenler! Gelin İman Edelim

Muhammed Emin Yıldırım Hocanın, Akaid Medresesi’nde  “Ey İman Edenler! Gelin İman Edelim!” konusunu işledi.

Dersten Notlar

Ey İman Edenler! Gelin İman Edelim!

“Ben ilim şehriyim; Ali ise kapısıdır.” (el- Cami’us-Sağir 1/415, Sevaiku’l-Muhrika 73; Tehzibu’t-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126)

“Ben hikmet eviyim. Ali de onun kapısıdır.” (Tirmizî)

Hz. Ali’nin üç önemli talebesi vardır, kendi Ehli Beyt’inin dışında…

Abdurrahman es-Sülemî – Kıraat Alanında
Ebû Esved ed-Düvelî– Sarf-Nahiv, Dil Alanında
Kumeyl b. Ziyad en-Nehâî – Diğer ilimlerde; Hadis-Tefsir ve diğer alanlarda…

Kümeyl b. Ziyâd en-Nehaî şöyle anlatıyor: “Ali b. Ebî Tâlib radıyallahu anh elimden tutup beni çöle doğru çıkardı. İyice ıssız bir yere gelince oturdu, sonra derinden nefes alıp vererek iç çekti ve şöyle dedi: “Ey Kümeyl! Kalpler birer kaptır ve onların en hayırlısı içerisindekini en iyi muhafaza edenidir. Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi muhafaza et! İnsanlar üç çeşittir: Rabbani âlimler, kurtuluş yolunda olan ilim öğrenen kimseler ve düşük ahlaklı, sefih, herkesin peşinden giden, esen rüzgâra göre yön değiştiren, ilim nuruyla aydınlanmayıp sağlam bir yere sığınmamış olanlardır.

İlim maldan hayırlıdır. İlim seni korur, sen ise malı korursun. Mal harcamakla eksilir. Oysa ilim harcamakla çoğalır. Malın getirisi ve kazancı mal elden gidince gider. Âlimin sevgisi kendisine boyun eğilen bir dinin bizden istediğidir. O’na itaat Allah’ın bir emridir. Âlim öldükten sonra bile hayırla yâd edilip, unutulmayacak bir hayat sahibidir. İlim hâkimdir, mal ise hükme konu olandır.

Canlı oldukları halde mal biriktirenler ölüdürler. Âlimler ise zaman devam ettiği sürece yaşamaya devam ederler. Kendileri yok olsalar bile benzerleri kalplerde mevcut olmaya devam eder.

(Eliyle göğsüne işaret ederek) Keşke buradaki ilmi taşıyabilecek insanları bulabilseydim!”
(İbnü’l-Cevzi Minhacü’l-Kasidîn)

“Ya Eyyühellezine amenü/Ey İman edenler”
hitabı, Sahabe’yi dikkat kesen bir hitaptı. Bu hitap Kur’an içerisinde 88 yerde geçmektedir.

“Yüce Allah’ın ‘Ey iman edenler’ çağrısını duyduğun zaman kulaklarını aç ve can kulağıyla onu dinle. Çünkü bu çağrıdan sonra O, ya hayırlı bir işi sana emrediyordur, ya da seni kötü bir şeyden sakındırıyordur. ” (Suyutû, el-İtkân, c. 2, s. 43; İbn Kesîr, Tefsîr, c.1, s.148)

“Ey iman edenler! İman edin! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa, 136)

“Ey İman Edenler! İman edin!” emrinin en temel mesajlarını şöyle anlayabiliriz:

1. İman ettiğiniz değerlere tam anlamı ile güvenin ve tüm şüpheleri izale edin.
2. İman hakikatlerini iyice öğrenin ve içselleştirin.
3. İmanlarınızı taklidi imandan, tahkiki imana yükseltin.
4. İmanlarınızı kemale erdirme yolunda gayret içerisinde olun.
5. İmanın size yüklediği sorumlulukları eksiksiz yerine getirmeye çalışın.
6. İmanınıza asla şirki bulaştırmayın ve her alanda tevhidi hâkim kılın.
7. İmanlarınıza pazarlık karıştırmayın, ecir ve mükâfatınızı sadece Allah’tan bekleyin.
8. İmanınızı hayatınızın tamamına yayın; Allah’a ait alanları parçalayıp, bölmeyin.
9. İmanlarınız üzerinde sebat edin ve her gün, her an yenilemeyi unutmayın.
10. İmanınızı kaybetme endişesini son nefesinize kadar diri tutun.

“Teâlâ nu’min saaten/Gel bir saat Rabbimize iman edelim.”

“Bedevîler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 14)

“Müminler ancak Allah’a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat, 15)

“Ey iman edenler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman (karşınızdakini) iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek “Sen mümin değilsin” demeyin. Allah katında çok ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lutfetti, o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa 94)

“Ey Resûl! Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla “inandık” diyenler ile küfre koşanlar seni üzmesin. Onlar yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluğa kulak verenlerdir…” (Maide, 41)

“Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat, 7)

“Allah’ım! Bizlere imanı sevdir ve onu kalplerimizin ziyneti kıl. Küfrü, fıskı/her türlü çirkinliği, taşkınlığı ve yine sana karşı isyanı ise bize kerih göster. Bizleri aklî olgunluğa ermiş olanlardan eyle.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/424)

Ne yaparsak imanın tadını elde edebiliriz.

1. Allah ve Resulü’nü her şeyden ama her şeyden daha fazla seversek
2. Kimi seversek sevelim, sevdiklerimizi sadece ve sadece Allah için seversek
3. İman ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe/cehenneme atılır gibi kerih görürsek

Bu üç tespitin dayanağı tek bir hadistir. Enes b. Malik’in rivayet ettiği bu hadiste, Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Üç şey kimde bulunursa o, imanın tadını almış demektir: Allah ve Resulü’nü her şeyden ama her şeyden daha fazla sevmek; sevdiğini sadece ve sadece Allah için sevmek; iman ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe/cehenneme atılıyor gibi kerih görmek.” (Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67.Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10)

4. Kadın olarak kocasının meşru olan taleplerini yerine getirme hususunda hassas olursak

Bu konuda uzunca bir hadis bize nakleden Muaz b. Cebel, rivayetin sonunda Efendimiz’in (sas) şöyle buyurduğunu söyler: “Bir kadın kocasının meşru isteklerini yerine getirmedikçe asla imanın tadına erişemez.” (Hâkim, el-Müstedrek, c. 4, s. 190)

5. Haklı olmamıza rağmen tartışmaları devam ettirmeyip bırakırsak


6. Şaka da olsa yalana kapı açmayıp, doğruluktan asla taviz vermezsek


7. Allah’tan gelen her bela ve musibete rıza gösterip sabır edersek

Bu üç tespitinde kaynağı yine tek bir hadistir. Abdullah b. Mes’ud rivayet ediyor, Efendimiz (sas) buyurmuşlardır ki: “Üç haslet vardır ki bunlar kimde bulunursa imanın tadını tatmış olur: Haklı olduğu halde tartışmayı bırakmak, şakada olsa yalan söylememek, başına gelen bir belanın illede daha önce yaptığı bir hata nedeni ile olmadığını veya yaptığı bir hatanın sebebiyle başına bir bela geleceği korkusuna kapılmamak!” (Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, c. 9, s. 157)

8. Harama bakmayı terk eder, helal daire ile yetinirsek

Abdullah b. Mes’ûd rivayet ediyor, Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Rabbim şöyle buyurdu: “Harama bakmak şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Kim benim korkumdan dolayı harama bakmayı terk ederse, onun kalbine tadını çokça hissedeceği bir iman veririm.” (Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, c. 10, s. 173)

9. Her ne durumda olursa olsun Allah’tan ve Resulü’nden razı olursak

Efendimiz’in (sas) amcası Abbas b. Abdülmuttalib rivayet ediyor, diyor ki: “Ben Resulullah’tan şunu işittim. O (sas) dedi ki: “Kim Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Resul olarak Muhammed’den razı olursa imanın tadına erer.” (Müslim, Kitabü’l-İman, 11)

10. Kadere iman konusunda selim bir çizgiyi tesis eder ve onu sonuna kadar korursak

“Bir adam kadere iman etmedikçe, ölüme ve öldükten sonra dirilmeye inanmadıkça asla imanından bir tat/lezzet alamaz.” (Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, c. 9, s. 157)

http://www.siyertv.com/ey-iman-edenler-gelin-iman-edelim/

14 Eylül 2017 Perşembe

İman Meselesinde İki Mühim Kavram: Tevhid ve Şirk

Muhammed Emin Yıldırım Hocanın, Akaid Medresesi’nde “İman Meselesinde İki Büyük Kavram: Tevhid ve Şirk” konusunu işledi.

Ders Notları:
Kur’an-ı Kerim, defaatle ‘ekserü’n-nas’ yani insanların çoğunun, akletmediğini, şükretmediğini, iman etmediğini, küfürde direttiklerini, inkârı içselleştirdiklerini bize beyan etmektedir.

“İnsanların çoğu akletmezler”
“İnsanların çoğu şükretmezler”
“İnsanların çoğu iman etmezler.”
“İnsanların çoğu küfürden başkasını kabullenmezler.”




(Kurtubî, Tefsir, XIV, 277)

“İmanın anlaşılması için temel kavramları ortaya koymuş ve o kavramlar üzerinden imanı onların dünyasına taşımıştır.”

Tevhid, vahdet veya vuhud kökünden gelen bir mastardır. Sözlük anlamı: Bir, birlik, birlemek ve teklemek demektir. Yani Bir olanı birlemektir aslında…

Ümmetin vahdeti ancak tevhid ile sağlanabilir. Tevhid olmazsa, vahdette olmayacaktır.

İmanda vahdetin adı tevhid, sosyal hayatta tevhidin adı vahdettir.

İstilahi manasına gelince tevhid: Allah’ın tek olduğuna, eşi, benzeri, muadili, rakibi, muarızı, hasmı olmadığına, evrende hâkimiyeti onunla paylaşan hiçbir şey olmadığına kesinkes inanmaktır.

Kur’an’ın üç temel konusu: Tevhid, Nübüvvet ve Haşr

Kur’an’da tevhidin üç temel alanı: Ulûhiyette tevhid, Rububiyette tevhid, Ubudiyette tevhid

Ulûhiyette tevhid: Allah’tan başka ilah yoktur.
Rububiyette tevhid: Allah’tan başka hüküm koyacak yoktur.
Ubudiyette tevhid: Allah’tan başka ibadet edilecek yoktur.

Ulûhiyette Tevhid’in de üç temel alanı vardır:

Allah’ın (cc) Zatında Tevhid
Sıfatlarında Tevhid
Fiillerinde Tevhid

Rızıkta, korkuda, ümitte, sevgide, güçte, kudrette yani aklınıza gelen hayatın her alanında tevhid, bir olanı birlemek olmalı ki, gerçek manada muvahhid olunabilsin.

Tevhidin üç temel alanı/çevresi var:

1. Bir olan ve birlenen: Allah
2. Biri birlemek zorunda olan: İnsan
3. Birin yarattığı imtihan yurdu olan dünyanın da içinde bulunduğu: Kâinat

Rabbimizin nazarında tevhid ne demektir?

Tevhid, Allah’ın sıfatlarında ve fiilerinde mükemmelliğinin ilanıdır.
Tevhid, Allah’ın kulları üzerindeki hakkıdır.
Tevhid, Allah’ın en hassas olduğu mevzudur.
Tevhid, Allah’ın kullarını elçileri aracılığı ile davet ettiği en temel hakikattir.
Tevhid, Allah’ın kullarına mükâfatlarını ulaştıracağı en önemli sebeptir.

İnsan nazarında tevhid ne demektir?

Tevhid, ruhun, aklın ve bedenin özgürlüğüdür.
Tevhid, insana şeref kazandırtan en önemli adımdır.
Tevhid, insanın fıtratına kotlanmış huduri bir bilgidir.
Tevhid, insanı parçalanmaktan, bölmekten, bölünmekten kurtaran en mühim vesiledir.
Tevhid, bütün beşeri boyalardan arınıp, Allah’ın boyası ile boyalanmaktır.

Kâinat çerçevesinden bakınca tevhid ne demektir?

Tevhid, kâinatın hakikatidir.
Tevhid, varlığın sırrıdır.
Tevhid, âlemlerin dengesidir.
Tevhid, bütün bir varlığın Allah adına ve Allah namına okunmasıdır.
Tevhid, mahlûkatın kesreti üzerinden, Halik’ın vahdetine ulaşmaktır.

el-Vahid isminin el-Ahad isminden farkları nelerdir?

1. Vahid ismi Allah’ın birliğini sübuti sıfatları (ne olduğunu belirten) bağlamında ifade eder. Ama Ahad ismi, Allah’ın birliğini selbî sıfatlar (ne olmadığını belirten) bağlamında ifade eder.
2. Ahad ismi Allah’ın ezelden beri bir olduğuna, Vahid ismi Allah’ın ebede kadar bir olacağına işaret eder.
3. Ahad ismi Allah’ın zatı bakımından, Vahid ismi sıfatları bakımından bir olduğunu belirtir.

Bundan dolayıdır ki, Vahid kelimesinin Vuhdan diye cemi varken, Ahad isminin cemi yoktur.

4. Vahid kelimesi sayı anlamında bir şeyi nitelendirmek için kullanılırken, Ahad kelimesi böyle bir nitelendirme için kullanılmaz.
5. Vahid kelimesi birliği ifade eder, Ahad kelimesi kesinkes birliği ifade eder.
6. Vahid ismi ispatta, Ahad ismi nefiyde kullanılır.

Sahabe’ye böyle bir tevhid bilincini kazandırtan neydi?

1. Doğru ve güvenilir bir rehber
2. Hakikatin ağırlığına uygun bir üslup
3. Ön yargılardan uzak bir zihin

Efendimiz (sas) çok sade ve yalın bir şekilde 23 yıllık risalet vazifesi boyunca dilinden düşürmeği bir nebevî haykırış vardı. Neydi bu? “Kulu La ilahe illallah tuflihu/ La ilahe illalah deyin kurtulun!”

“Rabbim buyurdu ki: “Kullarımdan bir kısmı mümin, bir kısmı kâfir olarak sabahladı. ‘Allah’ın rahmet ve bereketi ile bize yağmur yağdı’ diyen; Bana inanmış, yıldızı inkâr etmiş olur. ‘Falan ve filan yıldızın batıp doğması ile üzerimize yağmur yağdı diyen de, Beni inkâr etmiş, yıldıza inanmış olur.” (Buhari, Ezan,156)

“Sübhanallah! Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Siz aynen İsrailoğullarının Musa’dan istediğini benden istiyorsunuz. Onlar demişlerdi ki: “اجْعَل لَّنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ/Onların ilahları gibi bizim içinde bir ilah yap!” (Araf, 138) 


"Nefsim kudret elinde bulunan Allahu Teâla’ya yemin ederim ki, böyle yapmakla sizden öncekilerin yolunu takip edeceksiniz.” (Tirmizi, Fiten, 18)

“Sen ne dediğinin farkında mısın? Nasıl sen beni Allah’a denk tutarsın. Ne demek, Allah’ın dilediği ve benim dilediğim, meşiet yani dilemek sadece Allah’ındır. Allah’ın dilediği de ve sözünü öylece tamamla!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/283)

“Sen ne fena bir hatipsin. O ikisine diyeceğine ayrı ayrı; ‘Allah ve Resulü’ne isyan eden ise muhakkak sapıtmıştır’ deseydin ya!” (Müslim, Cuma, 48)

“Vallahi! Ben yarın nefisimin başına geleceklerden emin değilim. Ben nasıl yarın olacakları bilebilirim ki? Ben ancak bana bildirileni bilebilirim. Siz böyle söylemeyin, biraz önce okuduklarınızı; yani Bedir şehitleri için söylediklerinizi tekrarlayın.”

“Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.

“Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.

“Biri talep et; başkaları lâyık değiller.

“Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

“Biri bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.

“Biri söyle; Ona âit olmayan sözler, mâlâyânî sayılabilir.” (17. Söz)

Şirk muhtevasına göre beş kısma ayrılır:

1. Şirk-i istiklâl


Vasıtasız şirk; Mecûsîler’le düalist inanç gruplarında görüldüğü gibi iki ilâhın varlığını kabul etmek.

2. Şirk-i teb‘îz

Kısmî şirk; Allah’ın birliğini kabul etmekle birlikte Hıristiyanlık’taki teslîs inancı gibi ilâhlardan oluşan bir tanrı inancını benimsemek.

3. Şirk-i takrîb

Allah’a yakınlık sağlamaları ve O’nun katında şefaatçi olmaları için putlara ve heykellere tapınmak.

4. Şirk-i taklîd

Câhiliye Arapları’nda olduğu gibi atalarını taklit ederek putlara ve heykellere ilâh niteliği nisbet etmek.

5. Şirk-i esbâb

Tabiat kanunlarının Allah’ın yaratmasıyla değil nesne ve olayların doğalarının gereği olduğuna inanmak. (Yeni İlm-i Kelâm, II, 102-103).

Meseleyi farklı bir boyutta ele alsak ve şuan 21. yüzyıl insanı olarak, bugünün şirklerini saysak, onlar içinde şunları söyleyebiliriz:

1. Hâkimiyet Şirki
2. Velayet Şirki
3. Tevessül/Vesile Şirki
4. İstiğaze/Yardım isteme Şirki
5. İtaat Şirki

Türleri açısından şirki ele alsak, aynen küfürde olduğu gibi, iki kısımda ele almalıyız.
1. Büyük Şirk
2. Küçük Şirk

Ya da;

1. Açık Şirk
2. Gizli Şirk

Kelime-i Tevhid’in Anlamı


Şimdi bu mesajları bellemek için Kelime-i Tevhid’in anlamı üzerinden biraz durmalıyız. Nedir Kelime-i Tevhid? Dört kelimeden, iki cümleden oluşan bir terkiptir: La ilahe illallah

La
İlahe
İlla
Allah

Dört kelime…

İki cümle ise: La ilahe nefiy

İlalllah: İspat

“La İlahe” nasıl anlaşılmalı?


1. İmha olmadan, inşa olmaz.
2. Reddedilmeden, kabul edilmez.
3. Temizlemeden, davet gerçekleşmez.
4. Kazımadan, boya sürülmez.
5. Zararlı olan defedilmeden, yararlı olan celp edilemez.

“İllallah” nasıl anlaşılmalı?


1. ‘Allah’ demek yetmez, sadece ve sadece ‘Allah’ demek gerekir.
2. ‘Evet’ demek yetmez, önce gür bir seda ile ‘Hayır’ demek gerekir.
3. ‘İman’ etmek yetmez, evvelinde ‘İnkâr’ etmek gerekir.
4. ‘Hakka’ ittiba etmek yetmez, öncesinde ‘Batılı’ izale etmek gerekir.
5. ‘Ben’ demek yetmez, Fatiha Süresi’nin bilincine ererek, ‘Biz’ demek gerekir.

11 Eylül 2017 Pazartesi

Hadislerde geçen "bizden değildir" ifadesi nasıl anlaşılmalıdır?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Hadislerde geçen "bizden değildir" ifadesi nasıl anlaşılmalıdır? Mesela, "Bizi aldatan bizden değildir.", "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." gibi...

Soru Detayı

- Efendimiz (asm)'in birçok hadislerinde menfi şeyler yapanları 'bizden değildir.' diyerek ikaz etmesini nasıl anlamalıyız? - Efendimiz'in kutlu dairesinde nasıl sürekli kalabiliriz? O kutlu daireden çıkanlar tekrar kabul edilir mi?

Cevap

Hadisi-i şeriflerde bu gibi yanlış fiilleri işleyenlere "bizden değildir" ifadesinin kullanılması, hakiki iman etmenin ve Müslüman olmanın gereğinin yapılmadığını açıklamak içindir. Yani yapılan bu yanlış fiil, İslam'ın tasvib ettiği sünnet yolu değildir. Yoksa bunları yapan "dinden çıkmış" demek değildir.

Bir kişi dinden çıkmış olsa bile, ona tövbe kapısı açıktır.

Sorularla İslamiyet


https://sorularlaislamiyet.com/hadislerde-gecen-bizden-degildir-ifadesi-nasil-anlasilmalidir-mesela-bizi-aldatan-bizden-degildir

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR

10 Eylül 2017 Pazar

Sahâbe’nin İman Anlayışı

Muhammed Emin Yıldırım Hocanın, Akaid Medresesi’nde “Sahabenin İman Anlayışı” konusunu işledi.

Dersten Notlar:Mesrûk b. Ecda (v.63/683) bir sözünde der ki: “Ben Efendimiz’in (sas) ashâbının birçoğunu gördüm ve onlarla beraber zaman geçirdim. Onların hali aynen şuna benzer: Hani susuzluktan sinesi çatlayan toprağa yağmur yağar da o toprak ala­bildiğince suyu içerisine alır, gerisi ise tertemiz bir halde toprağın üstünde kalır. Sonra o kalan su, suya ihtiyacı olan canlılardan birini, ikisini, onunu, yüzünü su­lar. Hatta onlardan bazılarının üstlerindeki su arzın tamamını yetecek gibi olur. İşte sahâbe nesli böyle bir nesildir. Onlar Efendimiz’den (sas) aldıkları mesajları önce içlerine almış, o mesajları içselleştirmiş, sonra da durumlarına göre ümmeti o mesajlarla sulamışlar yani nasiplendirmişlerdir.” (Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 36)

Hz. Peygamber (sas) imanı nasıl talim etmiştir?
1. Ayrıntılara ve tartışmalara kapı açmadan çok sade ve duru bir şekilde iman esaslarını öğretmiştir.
2. Öncelikle muhataplarını ümmileştirmiş, zihin ve kalplerinde var olan perdeleri kaldırmış, sonra onlara imanı talim etmiştir.
3. İmanın anlaşılması için temel kavramları ortaya koymuş ve o kavramlar üzerinden imanı onların dünyasına taşımıştır.
4. İman meselesinin önem ve değerini her fırsatta gündeme taşımış, kabulünün neler kazandırtacağını, inkârının nelere yol açacağını net bir şekilde ortaya koymuştur.
5. İmanın lezzet ve tadına varmaları için, yol ve yöntemi göstermiş, yüreklerine atılan iman tohumunun meyveye durması için sürekli irtifa kaydeden bir menhec belirlemiştir.

Kur’an- Kerim’de Sahabe

Doğrudan en az 300 ayet Sahabe’yi konu alır ve Sahabe’yi anlatır.

Bu ayetler de Sahabe’nin güzellikleri anlatıldığı gibi, bazı yanlışları da uyarılır.

Mesela; Cuma Süresi 11. ayet, hutbede Hz. Peygamber’i ayakta bırakmaları

Enfal Süresi 67-69 arası ayetler, Bedir esirleri konusunda yapılan ikazları

Ali İmran Süresi 152. ayette Uhud’da dağılmaları konusunda yapılan ikaz

Tevbe Süresi 40. ayette Huneyn’de sayılarının çokluğuna takılıp dağılmaları

Nur Süresi’nde İfk Hadisesine karışan Sahabiler üzerinden yapılan ikazlar

Tevbe Süresi 117. ayette Tebük Gazvesine mazeretsiz iştirak etmeyenlere yapılan ikazlar

Ahzab Süresi 29 ve 30 ayetlerde Annelerimizin dünyevi taleplerine karşı yapılan ikazlar

Kur’an-ı Kerim Sahabe’yi Nasıl Anlatıyor?

1. Sahabe, insanlık tarihinin en hayırlı topluluğudur.

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.”
(Ali İmran, 110)

2. Sahabe, hakiki ve sağlam bir imanı ortaya koymuş bir cemaattir.

“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (Enfal, 74)

3. Sahabe, iman iddialarını söz ve amelle tasdik eden sadıklar neslidir.

“(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.” (Haşr, 8)

4. Sahabe, imanlarını Allah’a tasdik ettirerek, rıza makamını elde etmiş bir zümredir.

“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 100)

5. Sahabe, imanın en önemli azığı olan takvayı hayatlarının eksenine yerleştiren bir topluluktur.

“O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.” (Fetih, 26)

6. Sahabe, sadece iman etmemiş, imanı sevmiş ve bununla akli olgunluğa ermiş bir cemaattir.

“Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurat, 7)

7. Sahabe, imanlarının bir göstergesi olarak müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı şiddetli bir nesildir.

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler…” (Fetih, 29)

8. Sahabe, imanlarının bir işareti olarak Allah’a ibadet etmeyi bir sevda haline getirmiş, bir cemaattir.

“Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih, 29)

9. Sahabe, imanlarının kendilerine yüklediği bilinç ile mallarını ve canlarını feda eden bir topluluktur.

“Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Tevbe, 88)

10. Sahabe, imanın kendilerine kazandırttığı isâr ruhu ile hareket eden bir nesildir.

“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 9)

11. Sahabe, iman yolundaki gayretleri ile cenneti kazanmış ve bunun müjdesini bizzat Rabbimizden almış bir nesildir.

“Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah’ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadid, 10)

Kur’an-ı Kerim anlattığı kıssalarla ve bu kıssaların içerisindeki mesajlarla şahsiyetleri inşa etmeyi hedefler…

Tüm bu kıssaların Hz. Peygamber’e (sas) ve Sahabe’ye bir bilinç aşıladığını görüyoruz.

Özellikle Peygamberler dışında anlatılan 5 kıssa, ‘Sahabe’nin İman Anlayışının’ temellerini oluşturmuştur.

Hangileridir bu 5 kıssa?


1. Firavun’un sihirbazlarının iman kıssası
2. Tâlût ve Câlût kıssası
3. Ashab-ı Kehf kıssası
4. Ashab-ı Uhdud kıssası
5. Ashab-ı Karye kıssası

Firavun’un sihirbazlarının iman kıssası

Araf Süresi, 103 ila 126 ayetlerin arasında anlatılır.

“Rabbimiz! Bize dayanma gücü ver ve bizlerin canını Müslümanlar olarak al!”

Tâlût ve Câlût kıssası


Bakara 246 ila 251. ayetler

“Nice az topluluklar var ki, Allah’ın izni ile çok büyük topluluklara galip gelmiştir.”

Ashab-ı Kehf kıssası

Kehf Süresi 9 ila 22 ayetler içerisinde anlatılır.

Ashab-ı Uhdud kıssası

Buruc Süresi 4 ila9 ayetleri içerisinde anlatılır.

Ashab-ı Karye kıssası

Yasin Süresi 13- 29 ayetleri arasında anlatılan kıssadır.

“Şehrin öte ucundan koşarak gelen bir adam dedi ki: “Ey Kavmim! Gönderilen elçilere uyun! Sizden hiçbir ücret istemeyen bu elçilere uyun. “

Bu kıssaların iman noktasında mesajları şunlardı:
1. Firavun’un sihirbazlarının iman kıssası/ Pazarlıksız bir iman
2. Tâlût ve Câlût kıssası/İtaatkar bir iman
3. Ashab-ı Kehf kıssası/Bahanesiz bir iman
4. Ashab-ı Uhdud kıssası/Beklentisiz bir iman
5. Ashab-ı Karye kıssası/İsâr ruhlu bir iman

Sahabe’nin iman anlayışı nasıldı? soruna verilecek cevap şudur: “Onların imanları pazarlıksız bir iman, itaatkar bir iman, bahanesiz bir iman, beklentisiz bir iman ve isâr ruhlu bir imandır.”

Örnekler:
Pazarlıksız bir iman: Abdullah b. Selam
İtaatkâr bir iman: Hudeybiye güzel bir örnektir… Attab b. Esid
Bahanesiz bir iman: Bedir yolunda istişareler Ebu Bekir, Ömer, Miktat b. Amr ve Sa’d b. Muaz
Beklentisiz bir iman: Şeddad b. Hâd isimli sahabenin naklettiği bedevi
İsâr ruhlu bir iman: Yaşamak için yaşamak değil, yaşatmak için yaşamak… Ebû Eyyüb el-Ensari ve Ümmü Haram…

En son bir hadis:

Bera b. Âzib (ra) naklediyor, diyor ki: “Biz Resulullah’ın yanında oturuyorduk. Bir ara bize: “İmanın en sağlam kulpu nedir bilir misiniz?” diye sordu. Sahabe’den biri: “Namaz” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Namaz güzeldir. Fakat o değildir!” dedi. Bunun üzerine başka bir sahabî: “Ramazan orucu!” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “O güzeldir. Fakat o değildir!” buyurdu. Bu sefer başka bir sahabî: “O halde cihattır!” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “O da güzeldir. Fakat o da değildir!” dedi. Sonra kendisi cevap olarak şöyle buyurdu:“İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve yine Allah için buğzetmektir.”(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286; Beyhaki, Şu’abü’l-İman, 13)

Muhammed Emin Yıldırım


8 Eylül 2017 Cuma

Sahabenin Kur’an Anlayışı

Son vahyin ilk muhatapları olan Sahabe neslinden bize intikal eden her rivayet anlamlı ve değerlidir. Birde bu rivayetler, onların Kur’an’ı nasıl anladıkları ve nasıl yaşadıkları bağlamında olursa bu önem ve değer daha da artmaktadır. Çünkü onların Kur’an karşısındaki duruşları, ayetlerin mesajlarını hayatlarına nasıl aktardıkları, cahiliyenin zifiri karanlığından vahyin dirilten aydınlığına nasıl ulaştıkları, bizler için hayati değer taşıyan bilgilerdir. İşte biz yeryüzünün en büyük iman hamlesini vahyin mesajları ile gerçekleştirmiş olan bu bahtiyarlar topluluğunun Kur’an anlayışlarını, bundan dolayı çok iyi anlamak zorundayız.


 Bizler; “Sahabenin Kur’an Anlayışı” dediğimiz zaman 3 kelimeden oluşan bir serlevhayı kendimize yol haritası olarak belirlediğimizi ikrar etmiş oluruz. Gelin bu 3 kelimeyi birer birer ele alıp, iyice anlamaya çalışalım.

Serlevhamızın ilk kelimesi Sahabe’dir. Sahabe dediğimiz zaman sayfalar dolusu bilgiyi sizinle paylaşmamız gerekir. Ama ille de bazı hususiyetleri öne çıkarmak zorunda kalsak, şöyle 5 temel noktada bu kutlu nesli özetleyebiliriz:

Sahabe: Bizlerin Müslümanlığının aynalarıdır.

Sahabe: Efendimiz’in elindeki ilahi fırça ile şekillenen bir toplumdur.

Sahabe: Bizlerin kökleridir.

Sahabe: Rıza makamını elde etmiş bir nesildir.

Sahabe: Bizler için üsve-i hasene olan bir topluluktur.

İşte Sahabe dediğimiz zaman bu 5 nokta ve daha nice şeyler zihin dünyamızda şekillenir. Peki, serlevhamızın ikinci kelimesi olan Kur’an deyince neler zihnimizde çağrışım yapar? Elbette ki, Kur’an deyince, akan sular durur. Kur’an deyince, kelimeler ve cümleler yetersiz kalır. Kur’an deyince yüzlerce, önemli nokta zihnimizde belirir. Mesela; Kur’an deyince, Allah’ın kelamı demiş oluruz. Allah’ın insanoğluna en büyük tenezzülünün o olduğunu söylemiş oluruz. 23 yıllık Nübüvvetli günlerin en büyük semeresinin Kur’an olduğunu ikrar etmiş oluruz. Efendimiz’e verilen en büyük mucizenin o olduğunu dile getirmiş oluruz ve daha nice şeyleri söylemiş oluruz. Burada da Kur’an deyince biz, çok fazla bilinmeyen, yada bilinip de ilk anda akla gelmeyen 5 noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. Nedir bu 5 nokta?

Kur’an: Bir ucu Allah’ın elinde, bir ucu insanın elinde olan canlı bir hitaptır.

Kur’an: İndiği dönemdeki canlılığı ihmal edilerek, o bir vadide, insanlık ise başka bir vadide seyahat ederek, mehcur bırakılmış bir kitaptır.

Kur’an: Sahibi tarafından düşünenlere, aklını kullanabilenlere ithaf edilmiş bir kitaptır.

Kur’an: Uyuşuk bedenleri hareketlendiren, insanlığa yepyeni bir kan ve aksiyon kazandıran ilahi bir nimettir.

Kur’an: Uğruna en değerli şeylerin feda edileceği, hatta yolunda ölünebileceği ilahi mesajlar manzumesidir.

Gelelim serlevhamızın üçüncü ve son kelimesi olan “Anlayış” kelimesine; ne demektir anlayış? Anlayış kelimesine sözlüklerimiz şöyle bir anlam verirler: “Bir şeyi anlama tarzı, ele alma şekli, bir şeyi değerlendirme açısı.” Bu manalardan da anladığımız gibi, anlayış çok çok önemlidir. Eğer bir insan karşısında duran bir hadiseyi, yanlış anlamış ise, yanlış bakış açılarından olaya bakmış, yanlış ve eksik bir değerlendirme açısı oluşturmuş ise, ortaya doğru eylemler koyması mümkün değildir. Anlayış tarzını düzeltmeden de, o eylemler bir türlü düzelmeyecektir.

Bugün İslam dünyasının aynı ve tek bir metin olan Kur’an’dan yola çıkarak, yüzlerce farklı düşünce akımları oluşturmaları ve bu akımların sonucunda farklı eylemler ortaya koymaları işte bu anlayış farkından kaynaklanmaktadır. Öyleyse bugünün dünyasında yaşamak zorunda olan biz Kur’an’ın modern muhataplarının, Kur’an’ın doğrudan muhatapları olan Sahabe neslinden ve tabiî ki Kur’an’ın dolaylı muhatapları olan sonraki nesillerin Kur’an anlayışlarından alacağımız çok önemli mesajların varlığı muhakkaktır. Bize düşende başta vahyin canlı şahitleri olan Sahabe neslinin ve onlardan sonra gelenlerin menzile varmak için yürüdükleri yolda bıraktıkları izleri takip etmektir. Unutmayalım ki, büyüklerin ayak izlerine basarak yürümek, küçük adımları da büyütecektir.

Muhammed Emin YILDIRIM


7 Eylül 2017 Perşembe

Vahyin Lisanında Efendimiz’in (s.a.v.) Şahsiyeti

Yolumuzun tartışılmaz rehberi olan Efendimiz’i (sav) daha iyi tanıma adına ve O’nun o eşsiz şahsiyetini Kur’an’dan öğrenme amacı ile vahyin rahle-i tedrisatının başına geçiyoruz. Kur’an’a; “Ey tüm derlerimizin dermanı! Bize Kur’an’un-Natık/Konuşan Kur’an olan Efendimiz’i anlat” dediğimiz zaman; Kur’an bize onlarca ayette, çok farklı açılardan O’nu (s.a.v.) anlatmaya başlıyor. O’nun şahsında bizlere “İdeal bir mümin nasıl olunur?” sorusuna cevaplar verdiği gibi, görevlerini, yetkilerini ve bu yetkilerinin sınırlarını, yani O’nun (s.a.v.) hakkında bilinmesi gereken her noktayı dikkatlerimize sunuyor. Özelliklede o yüce kameti hakkı ile anlayabilmemiz için şahsiyetinin üzerinde şekillendiği en temel ilkeleri bize öğretiyor. Kur’an’da geçen bazı ayetlerden çıkarabildiğimiz kadarı ile 12 temel ilke çerçevesinde, o eşsiz şahsiyeti anlayabilmemiz için bizlere ipuçları veriyor. Bu ilkeler bize Efendimiz’in şahsiyetinin anahtarlarını öğrettiği gibi, O’nun bereketli mirası olan siyer ve sünneti de nasıl anlayacağımız konusunda en temel ilkeleri içermektedir. 

Öyleyse nedir bu 12 temel ilke?

O (s.a.v.) bir beşerdir.

“De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece ‘beşer’ bir elçiyim. Zaten kendilerine hidayet rehberleri geldiğinde, insanların bu elçilere inanmalarını engelleyen en önemli sebep; ‘Allah peygamber olarak bir ‘beşer’ mi gönderdi’ demeleriydi.” (İsra, 93,94)

O (s.a.v.) Allah’ın seçilmiş bir nebisi ve resulüdür.

“Ey ‘Nebi!’ Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter." (Enfal, 64)

“Ey ‘Resûl!’ Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini tam anlamı ile yapmamış olursun.” (Maide, 67)

O (s.a.v.) peygamberlik ailesinin son mührüdür.

“Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resulû ve ‘Hateme’n-Nebiyyin’ peygamberlik ailesinin son mührüdür.” (Ahzâb, 40)

O (s.a.v.) muhteşem bir ahlak üzeredir.

“Muhakkak ki sen ‘Hulukin Azîm’ muhteşem bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4)

O (s.a.v.) âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

“Biz seni ancak ‘Rahmeten li’l alemîn’ alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)

O (s.a.v.) en güzel örnek ve modeldir.

“Muhakkak Allah’ın Resulü sizler için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça hatırlayanlar için ‘Üsvetü’n-Hasenetün’ en güzel bir örnek ve modeldir." (Ahzab, 21)

O (s.a.v.) kerim bir elçidir.

“Hiç şüphesiz bu Kur’an ‘Resûlin Kerîm’ çok kerim bir elçinin sözüdür." (Hakka, 40)

O (s.a.v.) hayatın ve ahiretin şahididir.

“Ey Nebi! Biz seni hakikaten bir ‘Şahid’ şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab, 45)

O (s.a.v.) güzel haberleri dile getiren bir müjdeleyicidir.

“Biz seni ancak ‘Mübeşşir’ müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik." (Furkan, 56)

O (s.a.v.) insanlığı sonlarının hayrı için uyaran ideal bir uyarıcıdır.

“Biz seni bütün insanlara ancak bir müjdeleyici ve ‘Nezir’ uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe, 28)

O (s.a.v.) eşsiz bir davetçidir.

“Allah’a ‘Dâ’ davet eden, salih ameller ortaya koyan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”
(Fussilet, 33)

O (s.a.v.) getirdiği mesajlarla varlığı aydınlatan ve ışık saçan bir kandildir.

“Sen Allah’ın izni ile insanlığı davet eden bir davetçi ve ‘Sirace’n-Münir’ nur ve ışık saçan bir kandilsin.” (Ahzab, 46)

İlahî Kelamın Efendimiz’in şahsiyetinin anahtarlarını öğretme adına dile getirdiği bu ilkeler ışığında, o bereketli hayatın sahibini daha iyi tanımak zorundayız. Çünkü O’nu (s.a.v.) tanıdıkça başta Rabbimiz olmak üzere, Kur’an’ı, İslamı, İmanı ve tabiî ki hayatı tanıyacağız. Hayatı tanıdıkça da her şeye Rabbimizin verdiği kadar değer vererek, bir değerler anarşisine meydan vermeyeceğiz.Zaten bugün en büyük sorunumuz bu anarşi değil mi?

Muhammed Emin YILDIRIM