25 Ağustos 2018 Cumartesi

En Güzel Babadan Çocuk Eğitimi Dersleri

Dersten Cümleler

• Babalığında öğrenileceği en güzel adres Efendimiz (sas) dir.
• Çocuk terbiyesi meselesi sadece annelerin meselesi değil, asıl babaların meselesidir, daha doğru bir ifade ile en önemli vazifesidir.

• Cabir b. Semûre rivayeti…

• Onun babası Semûre b. Cünade, annesi ise Halide bint Ebî Vakkas’tır.

• “Kişinin evinde oturup çocuklarına terbiye vermesi bir sâ, sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Tirmizi, Birr, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 96,102)

• Sâ bir ölçü birimidir, 2 kilodan biraz fazla, hatta tam ölçüsü, 2036 gramdır.

• Çocuk terbiyesinin usul ve üslubu meselesi…

• Terbiye meselesinin en önemli ayağı hiç şüphesiz temsiliyettir.

• Efendimiz (sas) evlenmiş kızını (Hz. Fatıma) ve oğlunu (Hz. Ali) evlerine giderek altı ay boyunca sabah namazına uyandırıyor.

• Eğri ağacın düzgün gölgesi olmaz!

• İmam Gazali: “Ana, baba ve muallim düzgün bir ağaç gibi olmalıdır ki, çocuk da onun gölgesi gibi dostdoğru olsun.”

• Çocuklar duyduklarını değil, gördüklerini yapıyor.

• Ne söylemişse Efendimiz (sas) hayatı ile tasdikleyerek, söylüyor…

• Abdullah b. Abbas’ın aktardığı rivayet…

• İmam Cafer-i Sadık: “Dilinizi kullanmaksızın çocuklarınızı iyiliğe çağırın. Böylece çocuklarınız sizden takva, çalışkanlık, namaz ve iyilik görsün ve sizi örnek edinsin.”

• Hz. Ali: “Söz dilinin sustuğu ve amel dilinin söylediği nasihat, hiçbir kulak tarafından kovulmaz ve onun ortaya çıkaracağı fayda ile hiçbir fayda asla bir olmaz.”

• Efendimiz (sas) çocuklarına ilk olarak neyi anlatmıştır? Neyi öğretmiştir?

• Allah Resulü (sas) çocuk terbiyesi konusunda ilk anlattığı ders taharettir.

• Taharetin üç temel ayağı:

1- Efendimiz (sas) aklın, zihnin, düşüncelerin tahareti ile selim bir itikad inşa etmiştir.
2- Efendimiz (sas) duyguların tahareti ile mahremiyet inşa etmiştir.
3- Efendimiz (sas) beden, elbise ve mekan tahareti ile nezafet inşa etmiştir.

1- İtikadın İnşası
2- Mahremiyetin İnşası
3- Nezafetin İnşası

• Sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunması…

• “Çocuklara ilk öğrettiğiniz kelime ‘Lâilâhe illallah’ (Allah’tan başka ilah yoktur) olsun.” (Abdurrezzak, Musannaf, 4, 334)

• Mahremiyetin İnşası

• Ebû Said el-Hudrî: “Efendimiz (sas) bir genç kız kadar utangaçtı.”

• Ayıp kavramını, hayattan çıkarmak en büyük ayıptır.

• “İlk peygamberlerden beridir halkın hatırında kalan ve devamlı söylene gelen bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb, 78)

• Ümmü Seleme validemizin bir hatırası…

• “O sizi görmüyor ama siz onu görmüyorsunuz?” (Ebû Davud, Libâs, 34; Tirmizî, Edeb, 29)

• Nezafetin İnşası

• “Temizlik, imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet, 1)

• Beden, Elbise ve Mekan temizliği….

• Kur’an’ın ana konularından biridir, taharet… Tam 31 ayette taharet işlenir, bunların yarısı maddi taharetten, diğer yarısı ise manevi taharetten söz eder.

• “Her Müslümanın haftada en az bir defa başını ve vücudunu yıkaması onun üzerinde bir haktır.” (Buhari, Cuma, 12; Müslim, Cuma, 9)

• “Bu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamıyor mu!” (Ebû Dâvûd, Libas,14)

• Abdullah b. Abbas bu dersin mihmandarı olacak, üç alana örnek verilecek…

• Onun doğumu Miladi 618’dir. Yani Nübüvvet’in 8. yılında doğmuştur.

• “Bir gün Allah Resûlü’nün terkisine binmiştim. Yolda bana: ‘Yavrucuğum! Sana bazı sözler öğreteceğim, onları ezberle, hiçbir zaman aklından çıkarma’ dedi. Şöyle devam etti: “Allah’ın hakkını korursan Allah’ta seni korur, onu istediğin zaman yanında bulursun. Geniş zamanda Allah’ı an ki, Allah da dar zamanda seni ansın, imdadına yetişsin. Bir şey isteyeceğinde sadece ve sadece Allah’tan iste! Yardıma ihtiyacın olduğunda, sadece ve sadece Allah’tan dile! İyi bil ki, bütün insanlar sana yardım etmek istese, Allah dilememişse, hiç kimse sana yardım edemez. İnsanların hepsi isteseler bile Allah’ın dilediği bir musibeti asla kaldıramazlar. İyi bil ki zafer, sabırla elde edilir. Hoşuna gitmeyen durumlara sabretmekte pek çok hayır vardır. Genişlik sıkıntıdan sonra gelir. Zorlukla birlikte kolaylık vardır. İyi bil ki, başına gelenler bir hatandan dolayı gelmediği gibi, yapmış olduğun hatalar musibetine neden olmaz. Allah’ın yazıp takdir ettiğinden başkası olmaz. Kalem kurudu, sahifeler dürüldü. Allah’a, O’nu severek, isteyerek ve yakîn ile yani görüyormuşçasına ibadet et!” ( Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/293; Taberânî, Mu’cem, 11/123; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 3035)

• Cündüb b. Abdullah: “Biz önce imanı, sonra Kur’an’ı öğrendik!”

• Abdullah b. Abbas, Meymune validemizin hanesinde… (Müslim, Müsâfırîn, 191-199; Buhârî, Edebü’l-Müfred, 696; Taberânî, Mu’cemü’l- Kebir, 10/334, 12/31; Zerkânî, Şerhu’l-Mevâhib, 4/486)

• “Allah senin ilmini ve fehmini/anlayışını artırsın.”

• “Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar. Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. (nemime) Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı.” (Buhari, Cenaiz, 34; Müslim, Cenaiz, 28; Beyhaki, Sünen, s. 124)

• “Ey İnsanlar! Cuma günü olduğunda gusül abdesti alın! Bula¬bildiğiniz kadarı ile koku sürünerek mescide gelin!”

• Allah’ım! Bizi çocuklarımızla, çocuklarımızı bizimle mahcup etme!


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

24 Ağustos 2018 Cuma

Gözlerin Aydınlığı Namaz ve Çocuk

Dersten Cümleler

• Kur’an-ı Hakim’de çocuk, nebevî beyanda ise namaz göz aydınlığıdır.

• “Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Namaz ise gözümün nuru kılındı.” (Nesâî, İşretu’n-Nisâ, 1)

• Namaz sağ göz aydınlığı, çocuk ise sol göz aydınlığıdır.

• Cüheyne kabilesi üzerine düzenlenen seferden bir hatıra…

• “Onlara evlatlarından daha kıymetli, daha sevgili olan bir namaz daha gelecek…” (Müslim, Misafir, 308)

• Asrı Saadet’ten üç tane namaz sevdalısı delikanlı:

Hâris b. Mâlik
Hâris b. Hassan
Hâris b. Süreka

• “Ey Haris! Bu gece nasıl sabahladın?”

• “Ya Resulullah! Gerçek bir iman sahibi olarak sabahladım.”

• “Ya Resulullah! Gündüzümü oruçla, gecemi kıyamla geçirdim. Şu anda öyle bir ruh haleti içindeyim ki, Cennet ehlinin ve cehennem ehlinin birbirleri ile konuşmalarını duyuyor ve sanki Rabbimin arşını ellerimle tutar gibi oluyorum.”

• “Ey Hâris! Desene sen tepeden tırnağa iman kesilmişsin.”

• Hâris b. Hassan düğün sabahı hatırası

• Hâris b. Süreka’nın şehadet sevdası…

• “Senin oğlun Firdevs cennetlerindedir.”

• 1- Onlarda, Hz. Peygamber ile çağdaş olmanın avantajı var, biz bundan mahrumuz.

• 2- Onlarda, Medine gibi bir zeminde yaşamanın avantajı var, biz bundan mahrumuz.

• 3- Onlarda, Sahabe ile arkadaş olmanın bir avantajı var, biz bundan mahrumuz.

• Sahabe olmak mümkün mü?

Sahabe’yi sevap itibari ile geçmek mümkün mü?
Sahabe gibi olmak mümkün mü?

• Peygamber görmeden sahabî olmak

• Sohbet-i risaletin kendine özgü bir insibağı/ boyalaması, in’ikası/yansıması, incizabı/ cezbesi, coşkusu, heyecanı vardır, bu inkâr edilemez.

• Sebre b. Ma’bed (radiyallahu anh) rivayet ediyor: “Yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün.” (Ebû Davud, Salat 26; Tirmizi, Salat, 299)

• “Çocuğa namazı yedi yaşında öğretin, kılmadığı takdirde on yaşında dövün!” (Tirmizi, Salat, 299)

• Amr b. As naklediyor: “Resulullah (sas) buyurdular ki: “Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca namazdaki ihmalleri sebebiyle onları (hafifçe) dövün ve yataklarını da ayırın.” (Ebû Davud, Salat, 25)

• “Çocuk sağını solundan ayırmasını bildi mi ona namazı emredin” (Ebû Davud, Salat, 26)

• 1- Bugünün çocukları ile Medine’nin çocukları aynı değil, dolayısı ile yedi yaş, on yaş o gün Peygamber ikliminde olan çocuklar içindi; biz bu yaşı hakiki olarak değil, mecazi olarak anlamalıyız.

• 2- Buradaki ‘darebe fiili’ yani ‘dövdü/vurdu’; hakiki değil, mecazi anlamda alıştırın, ısındırın anlamındadır, dövme bu işte olmamalıdır.

• 3- Hz. Peygamber’in burada söylediği sözün hayatta uygulama imkanı yoktur.

• Birinci merhale: 0-7 yaş merhalesi

İkinci merhale: 7-10 yaş merhalesi
Üçüncü merhale: 10 ve yukarı yaş merhalesi

• 0-7 yaş arası anne ve babaların yapmaları gereken en önemli husus; temsildir.

• İkinci merhale: 7-10 yaş merhalesi

• Önemli bir adım, tebliğ…

• “Hasanım/Oğulcuğum! Beş vakit namazını aksatmadan kıl! Sana şüpheli gelen her şeyi terk et. İçinde şüphe olmayan şeylere yönel! Doğruluktan asla ayrılma! Çünkü doğruluk insanın gönlüne huzur verir. Yalan ise insanı huzursuz eder.” (Tirmizi, Kıyamet, 61)

• “Enesciğim! Elinden geldikçe abdestli ol, zirâ bu takdirde melekler daima sana rahmet okurlar. Namazında ise daim ol; onu asla bırakma, böyle davranırsan melekler daima sana arkadaş olurlar. Rüku edince ellerinle dizlerini sıkı tut, parmaklarını birbirinden ayır, dirseklerini yanlarını yapıştırma; Ey Oğulcuğum! Rükûdan doğrulunca her uzvun tam olarak yerine gelsin, zirâ Cenâb-ı Hâk, kıyamet gününde, rükû ve secde arasında bellerini tam doğrultmayana nazar etmez. Ey Oğulcuğum! Secde edince de alın ve ellerini yere tam koy. Horozun yeri gagalaması gibi (secdeden çabuk kalkarak) gagalama, (secdede kollarını yere sererek) köpeklerin veya tilkilerin yatışı gibi yere serilme. Namazda sağa sola nazar atmaktan sakın…” (Tirmizi, İlim; 7, 16)

• 7-10 yaş merhalesinde önemli bir kavram: tedric… Tedric, aşamalı bir şekilde talimi kavratmadır.

• Efendimiz (sas) 23 yıllık hayatı boyunca üçlü bir sistemle hareket ettiğini görürüz. Nedir bunlar?

1- Meseleleri basitten zora doğru anlatırdı.
2- Efendimiz ön bilgiden gayeye doğru yürürdü.
3- Müşahhastan mücerrede doğru hareket ederdi.

• Namaz eğitiminde tedricilik:

1- Önce iman, sonra namaz öğretilmeli
2- Önce muhabbet, sonra amel devreye girmeli
3- Önce gündüz, sonra akşam gündem edilmeli
4- Önce farzlar, sonra sünnetler hayata taşınmalı
5- Önce yatsı, sonra sabah namazı ile tanıştırmalı

• Üçüncü merhale: 10 ve yukarı yaş merhalesi:

• Temsil, Tebliğ, Tedric, Ta’dil ve Taltif

• Bu merhalenin iki önemli kavramı: Ta’dil ve Taltif…

• Ta’dil: Düzeltme, denkleştirme, düzgünleştirme, aşırılıklardan arındırarak itidal üzere kılmaktır.

• Muhataba göre söz söylemek…

• Ömer b. Abdülaziz’i Medine’de, Salih b. Keysan ile hatırası…

• Her zaman karşılıklı hediye verilmemeli…

• Ümmet darmadağın da, evlerimiz çok mu vahdet halinde?

• Evlerimizde vahdeti sağlayacak beş temel alan:

1- Sofra vahdeti
2- Sayfa vahdeti
3- Sevgi vahdeti
4- Seyahat vahdeti
5- Seccade vahdeti

• Evlerin sofraları, evlerin suffalarıdır.

• Sofra ile midelerimizi, sayfa ile akıllarımızı, sevgi ile kalplerimizi doyurmamız, vahdeti tesis edecektir.

• “Allah’ım onu iyi, muttaki ve reşid kıl! Ve onu İslam üzere büyüt!”



Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

21 Ağustos 2018 Salı

*** BİR FETVA-Kurbanı kestikten sonra namaz kılmalı mıyız?


SORU:2 adet kurban bağışı yaptım inşaAllah. Kesildikten sonra ikisininde namazını kılmalı mıyım? Yoksa bir kere mi kurban namazı kılmalıyım?

CEVAP:Kurban kestikten sonra iki rekat namaz kılmak farz vacip değildir. Bir nevi şükür namazı olarak kılınır. İki rekat kılmanız yeterlidir. Allah kabul etsin.

Nureddin Yıldız

20 Ağustos 2018 Pazartesi

*** BİR FETVA:Mahremsiz hacca gitme konusunda mezheplerin neden farklı görüşleri var?


SORU:Bugün cuma sohbetinde hoca, bayanların hacca gitmesi ile ilgili iki mezhebin farklılığından bahsetti; “İmam-ı Azam’a göre yani bizim uyduğumuz Hanefi mezhebine göre, bir bayanın tek başına ya da bayanlardan oluşan bir grubun tek başına hacca gitmesinin haram olduğu söylenmiştir. Şafi ve Maliki mezhebine göre ise en az üç bayandan oluşan bir grubun hacca gitmesinde sakınca yoktur.” dedi. Bu noktada insanın aklına şu soru geliyor: Bu konu hadislerde ya da ayetlerde tam açıklanmadığı ya da hiç bahsedilmediği için mi mezhep imamlarımız farklı görüşlerde bulunuyor?

CEVAP:Hayır, bu konu hadislerde vardır. Uygulamadaki içtihatlar da sizin belirttiğiniz gibidir. Farklılığın temelinde ise bu hükme kaynaklık eden hadisi Şafii ulemasının yorumlamasındaki gerekçeleridir. Bir müçtehidin böyle bir yorum yapması ise Şeriat’ımız açısından mümkündür. Hanefi olanlar hükme uyduklarında hadislerin bizzat özüne uymuş olurlar. Şafiiler hükme uyduklarında ise içtihatla açılmış bir kapıyı kullanmış olurlar. Biiznillah ikisinde de dine uymak ve onu yaşamak vardır. Bu da ümmet için bir rahmettir.

Nureddin Yıldız

***BİR FETVA- Hacda; Taş, Kurban, Traş ve Tavaf Sıralaması Bozulursa Cezası Nedir?


19 Ağustos 2018 Pazar

***ARAFAT’TA ETTİĞİM DUALAR (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Ya Erhamerrahimin!

Ey Rabbimiz! Bizi herşeyiyle Sana teslim olmuş kullar eyle.Neslimizden de Sana itaatkar bir ümmet halk eyle.Hac ve kurbana ait ibadetlerimizin yolunu bize göster,tevbemizi kabul et.Muhakkak ki tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet eden ancak Sensin.(Hz.İbrahim as ve Hz.İsmail ‘in as duası)

Ey Allah’ım!Bunu bize içinde riya,şöhret ve gösteriş bulunmayan mebrur ve makbul bir hac kıl. Peygamber Efendimiz’in sav haccı gibi bir hac nasip et.

Bizleri çokça zekat veren,cömertliğinle razı ve hoşnut olacağın kullarından eyle.

Öldükten sonra amel defterimize sevaplar gelecek hayırlı bir evlat ve onun neslinin devamının da hayırlı olmasını nasip et.

Biz öldükten sonra da devam edecek hizmetler nasip et.

Peygamberimiz sav gibi yüzümüzde tebessüm,sözümüzde nezaket,davranışlarımızda zerafet,görüşlerimizde isabet,bakışlarımızda feraset,gönlümüzde merhamet,lisanımızda letafet,dilimizde hakikat,ifademizde fesahat ve belagat olsun.

Dosdoğru yaşayıp hiçbir zaman eğilip bükülmeyelim.Sen’den başka hiçbir gücün karşısında eğilmeyelim.

Kötülük ve her türlü şirk ve haramdan koru bizleri.Hiçbir zaman haktan ,dürüstlükten ve sadakatten ayırma.İnsanların güvendiği emanet sahibi kimselerden eyle.

Elinden ve dilinden insanların ve diğer bütün varlıkların zarar görmediği insanlardan olmayı nasip et.

Seni ve Peygamberimizi sav layıkıyla sevmeyi ve korkmayı nasip et.Sen de bizleri Peygamberimizi sav sevdiğin gibi sev.Senin ahlakınla ahlaklandır.Dosdoğru bir hidayet üzere olalım.

Her işimizde denge üzerinde olmayı aşırı gitmemeyi nasip et.

Küfre düşmekten Sana sığınırız.

Sözümüz ,özümüz bir olsun.Yapmacık olmaktan Sana sığınırız.

Dünyalık ve ahiret içinde görevlerimizi en güzel şekilde yapmayı nasip et.

Her hak sahibine hakkını layık olduğu şekilde ödemeyi nasip et.

Hayatımız,yaptıklarımız ve ahlakımız hep insanlara faydalı olmak için olsun.

Bizleri zikri daimlerden eyle.Sana ,Peygamberimize sav,Kitabına itaat edenlerden olmayı nasip et.Doğru sözlü olmayı ,hep Senin rızanı kazanmayı nasip et.

Kimseye kötü söz söylemeyen,kötü muamele etmeyen,yumuşak huylu,alçak gönüllü fakat heybetli ve vakar olmayı nasip et.

Son derece cömert,eli açık,herkese iyilik eden, ikramda bulunan,acizlerin yardımına koşan,fakirleri koruyan,hak yolunda halka yardım eden,hile nedir bilmeyen,şefkat ve merhametli,affetmeyi ve bağışlamayı seven,verdiği sözde duran,zekası keskin olan, akrabasını görüp gözeten kullarından olmayı nasip et.

Sözlerimizle ve yaşantımızla her konuda örnek olacak bir hayat ver bize Yüce Allah’ım.Halk içinde ama hep Seninle olmayı , Senin rızana uygun yaşamayı ve kullarının en hayırlısı olmayı nasip et.

Ey Allah’ım,Ey bu mülkün Malik’i .Ben kulunu yüce katına vasıl eyle.O yere ulaştır,eriştir,melekler gibi kulluk merkezinde devamlı kıl.

Ben Senin rızana talibim.Sana talibim.Senden alıkoyan herşeyden bizleri koru.

AMİN.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***ARAFAT’TA ETTİĞİM DUALAR (1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Ya Erhamerrahimin!

Bana ,aileme, tanıdıklarıma ve bütün müminlere kulluk şuuruna ermeyi nasip et.

Bizleri senden uzaklaştıran tüm unsurlardan arındır.

Bizleri engel teşkil edebilecek tüm nefsi eğilimlerden sıyırıp çıkar.

Bizlere iç huzur,hoşnutluk ver Rabbim.Şeytanı bizden uzak tut.Aramızı doğu ile batı arası kadar ayır.

Nefsimizi dizginle,arınmayı,tertemiz olmayı nasip eyle.Manevi dirilişi ve silkinişi tam olarak gerçekleştir.

Allah’ım ölünceye kadar şirkin,küfrün,nifakın,fıskın giremeyeceği bir kalp ver bize.

Ruhumuzu iman,ihsan,takva ve sabır duygularıyla güçlendir.

Tüm müslümanların ve bizim dertlerimizi,sıkıntılarımızı,yoksulluklarını ,geri kalmışlıklarını,bütün olumsuzluklarımızı gider.

Hayatımızda bembeyaz,lekesiz bir sayfa aç Rabbim ve bunu ölünceye kadar korumamızı bize nasip et.

Arınmayı ve bu arınmışlığımızı korumayı ve öyle ölmeyi nasip et.

Hacca gelmek isteyen tüm kullarına buraya gelmeyi ve gerçek hacı olmayı nasip et.Öyle gerçek hacı eyle ki bizi ;haccımız haram kazanca ,olumsuz davranışlara,nefsimize,şehvetimize ve şeytana karşı bizi tutsun.

Doğruluktan,dürüstlükten taviz verdirme,hakkı, hukuku gözettir.İslama aykırı düşecek tavır ve davranışlardan bizi uzak tut.Yalan,haksızlık,hıyanet,ahde vefasızlık,aldatma,kandırma gibi davranışlardan bizi uzak tut.Sana saygımızı,aşkımızı ,takvamızı yükselt.

Allah’ım gayretli ,samimi,huzurlu,huşu ve ihlaslı olmayı nasip et.

Bize verdiğin bütün nimetlere ,güzelliklere büyüklüğün kadar şükürler olsun.


AMİN.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR


18 Ağustos 2018 Cumartesi

***BİR FETVA-Ortak kesilen kurbanda hissedarların itikad farklılıkları ibadetin sıhhattini etkiler mi?


***BİR FETVA-Kelle, deri vs. gibi kurbandan geriye kalanları ne yapmalı ve nerelere vermeliyiz?


***BİR FETVA-Bayram günü gelmeden kurban kesilebilir mi?


***BİR FETVA -Önce Hac mı Yoksa Evlilik mi?


*** BİR FETVA- Kredi çekerek kurban kesilir mi?


***BİR FETVA-Kurbanlık olarak aldığımız hayvanın boynuzu kırıldı, ne yapmalıyız?


***BİR FETVA-Borç alarak kurban kesilir mi?


***BİR FETVA-Borçlu olan hacca gidebilir mi?


***BİR FETVA-Durumu olup da kurban kesmeyene kurban eti verilir mi?


7 Ağustos 2018 Salı

Özel emeklilik caiz midir? Birikimlerimizi nasıl değerlendirelim?

Soru:
Bankaların özel emeklilik uygulamalarının hükmü nedir? Birikimlerimizi harama düşmeden nasıl değerlendirmemizi tavsiye edersiniz?

Cevap:

Bunun (bankaların özel emeklilik uygulamalarının) hayat sigortasından farkı yok. Esası parayı şahıstan alıp, en çoğu faiz gelirine yönelik olarak değerlendirmek ve vatandaşa verdiğinin daha fazlasını geri vermektir; az para verip çok para almanın adı faizdir; çok parayı kazanan da faiz yoluyla kazanmaktadır; bu sebeple helal değildir.
Birikiminizi, taşınmaz mal, altın, döviz ve hisse senetlerine paylaştırarak değerlendirin, özel finans kurumlarında değerlendirin.


6 Ağustos 2018 Pazartesi

Bankaların verdiği kredi kartı ile hesap gününü geçirmemek kaydı ile alışveriş yapmak uygun mudur?

Kredi kartı ile alış veriş yapılır ve bankanın sizin namınıza ödediği meblağı günü geçmeden (yani faizli krediye dönüşmeden) ödenirse bunda bir sakınca olmaz. Banka vasıtasıyla alacağınız tahsil, borcunuzu ödeme gibi olur. Ancak ortada bir önemli gerekçe yoksa kredi kartını, faizli işlem yapmayan kurumlardan (özel finans kurumlarından) almanızı tavsiye ederim. Faizci kurumlarla mübah olan işlemleri bile yapmamak suretiyle bir çeşit tavır koymak da dini ve ahlaki bir ödevdir.

(Benzer soru:)


Soru:
Bankamatik kartı kullanan biriyim ödeme, zamanını aksatmıyorum, hocam duyduğum kadarıyla kullanmak uygun görülmemiş, İslam’ın bakışı nedir bu duruma acaba?

Cevap:
Ödeme zamanını geçirmeyin, geçirirseniz faiz ödersiniz ve bu caiz olmaz. Borcunuzu zamanında ödemek şartıyla kredi kartı kullanmak caizdir. Faizsiz bankaların kartlarını tercih etmenizi tavsiye ederim.


5 Ağustos 2018 Pazar

Finans kurumlarının verdiği kredi kartlarını kullanmak caiz midir?

Kredi kartları ile aldığınız malı, kurum adına (ona vekaleten) alıyorsunuz ve sonra da kurum size satıyor; yani diğer konularda olduğu gibi murabaha yapıyor; yani peşin alıp vade farkı ile satıyor. Vade farkını da fiilen ödeme yapılan zamana (vadeye) göre koyuyor. Kurumda vadelere göre fark bellidir, bunu müşteri de biliyor (isterse bilir), buna göre alıyor ve ödeme zamanı da vade farkıyla birlikte ödüyor.

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Kredi kartı ile alışveriş caiz midir?

Kredi kartı ile borçlanmada eğer borç, "süresi içinde, faiz tahakkuk etmeden, süresi geçtiği için borç faizli krediye dönüşmeden" ödenirse bu alım-satımda bir sakınca ve günah yoktur. Alınan küçük yüzdeli ek ödeme, parayı tahsil eden, kefalet ve vekalet yoluyla işlemi takip eden kurumun (bankanın) komisyonu; yani para havalesinde aldıkları gibi hizmet ücretidir. Özel Finans Kurumları ise, kart hamilini vekil kılarak malı aldırıp sonra onlara satmak şeklinde işlem yapmakta, satarken bir kâr koymaktadırlar. Vade farkı faiz değildir, malı para ile sattığınızda faiz oluşmaz.

3 Ağustos 2018 Cuma

Süt anne ve süt kardeş ile ilgili hükümler

Soru:
Hocam benim sorum süt kardeşliği ile ilgili. Süt kardeşi olan kişiler arasındaki mahremlik olayı nedir? Ne kadar mahremler? Annelik hakları ne oluyor. Öz anne ile süt anne arasında fark var mı ve neler? Süt anneye karşı yükümlülükler nelerdir.

Cevap:
Süt anne, süt baba, süt kardeşler ve "süt ana ve baba"nın bir kısım yakınları ile "süt çocuğu"; yani kadını emen yabancı çocuk evlenemez. Onlar bu çocuğun süt akrabası sayıldığı için örtünme ve ilişkiler de buna göre olur. Ama emen yabancı çocuğun kendi ana babasından olan yakınları, süt annesinin yakınları ile evlenebilirler; çocuk bir kadını emdi diye o çocuğun kendi ana babası ve yakınları da bu kadının (süt annenin) akrabası olmaz. Mesela süt çocuğun kendi ana babasından olan erkek kardeşi, bu çocuğun süt kızkardeşi ile ve diğer süt akrabası ile evlenebilir. Çünkü bunlar arasında bir akrabalık, hısımlık ilişkisi oluşmuş değildir.
Süt akrabaya da saygı ve ilgi göstermek gerekir. Ama süt akrabalık miras, velayet vb. hukuki ilişkiler doğurmaz.


2 Ağustos 2018 Perşembe

Bebeğin sakat doğacağı tıbben bilinse aldırılmasında beis var mıdır?

Soru:
Ana rahmindeki bir ceninin 2,5 - 3 aylık veya daha ileri bir gebelik döneminde, eğer tıbben bedenen sakat doğacağı bilinse, bu çocuğun aldırılmasında beis var mıdır? Hem bedenen hem de zihinsel olarak sakatlık durumunda hüküm yine aynı mı olur?

Cevap:

Kadının yumurtası erkeğin spermi ile aşılandıktan, rahim duvarına tutunarak beslenmeye başladıktan sonra artık her şeyi (cinsiyeti, boyu, rengi...) belirlenmiş ve zaman içinde ortaya çıkacak olan bir çocuk (insan) vardır. Bu çocuğa (rahim içinde iken adı cenîndir) yapılacak işlem ile doğmuş çocuğa yapılacak işlem arasında -cinayet ve günah bakımından- önemli bir fark yoktur. İslam ceza hukukunda cenînin düşmesine sebep olanlar tazminat öderler; bu da gösteriyor ki, orada cansız veya belirsiz bir et parçası yoktur, bir insancık vardır. Doğmuş bir çocuğu bedeninde veya zihninde bir özür var diye öldürmek caiz olmadığı gibi cenîni de bu sebeple öldürmek caiz olmaz. Müminler ahirete de inanırlar; bu dünyada değil bir sakat insana, hayvana bile yapılan hizmetin ecri, sevabı, ahirette güzel karşılığı vardır. Bir tek istisna, rahimde kaldığı veya doğurulduğu takdirde annenin kesin olarak ölmesi durumudur; ancak bu durumda cenînin alınması caiz görülmüştür.


1 Ağustos 2018 Çarşamba

Teslis inancı şirk ise hristiyanlarla evlenmek caiz olur mu?

Soru Detayı
Teslis inancı şirk ise hristiyanlarla evlenmek ve onların kestikleri yemek caiz okur mu? Müşriklerle evlenmeyin ayetine ters degil mi?

Cevap


Değerli kardeşimiz,

İslâm’a göre Ehl-i Kitap denilen Yahudiler ve Hıristiyanlar kâfirdir. Yine İslâm'a göre bir Müslüman erkek, kâfir bir kadınla evlenemez; Müslüman bir kadın da kâfir bir erkekle evlenemez.

Eti yenen hayvanlar, dinin belirlediği ölçüler çerçevesinde ve Allah'ın adı anılarak kesilirse, bunların etlerinden yemek helal olur, yoksa helal olmaz.

Bu açıdan bakılınca Ehl-i Kitapla evlenilmemesi ve kestiklerinin yenilmemesi gerekir. Ama İslâm, diğer din mensuplarına ve inançsızlara göre Ehl-i Kitab'a bir ayrıcalık tanımış, Kitâbî kadınlarla Müslüman erkeklerin evlenmesini ve Kitâbîlerin kestiklerini yemeyi helal ve mübah kabul etmiştir.

Bu konuyu soruda geçen durumu da dikkate alarak açıklamak gerekir.

Müşriklerle Evlenme Yasağı


Nisâ sûresinin 23. âyeti, mü'minlerin evlenmeleri sürekli olarak yasak olan akrabayı ve evlenmeleri caiz olanları bildirir. Bakara sûresinin 221. âyeti ise müminlerin müşriklerle evlenmesini yasaklar: "(Ey mü'minler) Allah'a eş tanıyan (müşrik) kadınlarla, onlar imân edinceye kadar evlenmeyin. İmân eden bir câriye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de, onlar imân edinceye kadar, (mümin kadınları) nikâhlamayın. Mümin bir köle, müşrikten, -o, sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah ise, kendi iradesiyle, cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Ta ki iyice düşünüp ibret alsınlar." (Bakara, 2/221)

Bu âyet, mümin kadınların müşrik erkeklerle, mümin erkeklerin de müşrik kadınlarla evlenmelerini yasaklıyor. Ama onlar imân edip mümin olurlarsa evlenme engeli elbette ortadan kalkar.

Müşrik; "Allah'a eş koşan; zat, sıfat ve fiillerinde Allah'ın ortağı, benzeri olduğuna inanan kimseye" denir. Şirk, tevhidin zıddı olup, "ortaklık" demektir. Birden fazla yaratıcı tanımak şirk olduğu gibi; Allah'ın eşi, oğlu, kızı vb. olduğunu söylemek ve böylece inanmak da şirktir.

Küfür; "Allah'ı inkar etmek, Hz. Muhammed'i yalanlamaktır." Küfür, imânın zıddıdır. İmân, Allah'ı ve haber verdiği şeylerde Hz. Muhammed'in doğruluğunu kabul etmektir. Küfür de, bunları yalanlamaktır.

Allah'a inanmamak küfür olduğu gibi, bazen küfre alâmet olan şeylere de küfür denir. Yıldızlara, putlara, ateşe ibâdet etmek, peygamber öldürmek; haramı helal, helali haram saymak da küfür alâmeti kabul edilmiş ve bunları yapanlar kâfir sayılmıştır.

Şirk ve küfür, birbirine yakın iki kavramdır. Küfür, daha genel; şirk, daha özeldir. İnanç esaslarından birini veya birkaçını inkâr, küfürdür; birden fazla ilâha inanmak ise, şirktir. Her şirk, aynı zamanda küfürdür.

Elmalılı M. Hamdi Yazır, müşrikle ilgili şunları söylemektedir:

"Müşrik, Kur'ân dilinde iki anlama gelir biri zâhirî, diğeri hakikîdir. Zâhirî anlamda müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birçok ilâhın varlığına inanandır. Bu anlama göre, Ehl-i Kitaba müşrik denmez.”

“Hakikî müşrik de, hakikaten tevhidi ve İslâm dinini inkâr eden yani mümin olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar da müşriktir. Zira bunlar, görünüşte tevhid iddialarına rağmen hakikatte Allah'a çocuk isnad ederler. Hıristiyanlar, "teslis" (üçleme) düşüncesine sahiptirler ve "Mesih, Allah'ın oğludur" derler. Yahudiler de, "Üzeyr, Allah'ın oğludur" derler. Böyle demekle beraber tevhid iddiasında da bulunurlar. Dolayısıyla her ikisi de görünüşte müşrik değilseler de, hakikatte müşriktirler."

"Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin." (Bakara, 2/221) âyetinin benzeri, "Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın." (Mümtehine, 60/10) âyetidir. Bu âyetler, Müslümanların kâfirlerle ve müşriklerle evlenemeyeceklerine ve onların kestiklerinin helal olmadığına açıkça delâlet etmektedir. Âyette "müşrikler" zikredilmişse de İslâm fıkıhçıları "müşrik" teriminin bütün kâfirleri, puta tapanları, ateşe tapanları, dinsizleri, zındıkları, mürtedleri; güneşe, aya, yıldızlara tapanları, materyalistleri vb. kapsadığını söylemişlerdir.

Genellikle erkekler, kadınlara hâkim durumdadırlar. Koca, hangi dindense, çoğunlukla karısını da kendi dinine çağırır. Kadınlar genellikle erkeklere uyarlar, onlardan etkilenirler. Onları dinlerinde de taklid ederler. Böylece, mü'min kadının, küfre düşmesinden korkulur. Âyette; "Onlar (müşrikler), ateşe çağırırlar." (Bakara, 2/221) buyrulur. Müşrikler, küfre çağırırlar. Küfür, ateşi gerektirdiğinden, küfre davet, ateşe davet demektir. Müslüman kadının kâfirle evlenmesi, bu sebepten haramdır. Karı-koca arasındaki inanç farklılığı, endişeye, ızdıraba, karşılıklı nefrete sebep olup evliliği sarsacağından, bu evlilik haram kılınmıştır. İnançsızlık, kadının hıyanetini artırır, fesada yol açar. Emânet, doğruluk, hayır vb. ulvî düşünceler zihinden kalkar. Hurafe ve vehimlere inanan, heva ve arzularının kölesi olur.

Müşrikler, gerçek bir dine intisabdan uzak olup tamamen bâtıl bir dine mensupturlar. Hakikî dinlere düşmandırlar. Bunlarla hakikî bir din mensubu arasında uyuşma, anlaşma pek beklenemez. Müşrik anne, çocuğunu kendisi gibi yetiştireceğinden dolayı İslâm'da müşriklerle evlenmek yasaktır.

İslâm'ın Ehl-İ Kitaba Müsamahası


Mâide sûresinin 5. âyeti, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla Müslüman erkeklerin evlenmelerini ve Kitâbîlerin kestiklerini yemeyi mübah kılar. Mâide sûresi, Medine'de en son inen sûrelerdendir. Bu sırada Mekke fetholunmuş, müşrikler (puta tapanlar) bertaraf edilmiş, artık semavî kitap sahipleriyle iyi ilişkiler kurma zamanı gelmişti.

Kitâbîlerle evlenmenin mübah kılınması; onların -İslâm'a göre doğru olmasa da- imân esaslarına inanmalarından ve Müslüman olmalarının umulmasındandır. Kitâbîler, müşriklere nisbetle hakîkî bir dini kabule daha müsaittirler. Kadın çabuk etkilenen bir varlık olduğu için Müslüman kocasından etkilenerek Müslüman olması umulur. Bundan dolayı Müslüman kadının Kitâbî erkekle evlenmesine izin verilmez. Müslüman kadın varken Kitâbî kadınlarla evlenmek mekruh görülmüştür. Çünkü Müslüman erkek Kitâbî kadını şarap içmekten, domuz eti yemekten, kiliseye gitmekten menedemez.

İslâm'ın Kitâbî kadınlarla evlenmeye izin vermesi, kerâhetle caizdir. Bu ruhsat, Ehl-i Kitapla iyi ilişkiler kurulması ve onların İslâma ısındırılması hedefine yöneliktir. "De ki: Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye geliniz: Allah'dan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman, 'Bizim Müslüman olduğumuza şâhitler olun' deyiniz." (Âl-i İmrân, 3/64) âyeti, İslâm'ın Ehl-i Kitapla diyalog kurma isteğine delâlet etmektedir. Haktan taviz vermemek şartıyla diyalog her zaman iyidir.

Müslüman erkeğin evlenecek Müslüman bir kadın bulamaması ve zinaya düşme tehlikesi olursa Kitâbî kadınlarla evlenme hususunda herhangi bir sakınca yoktur. Bugün öğrenim, ticaret, görev vb. çok çeşitli sebeplerle Avrupa'ya, Amerika'ya ve diğer ülkelere giden çok sayıda Müslümanın zinaya düşme tehlikesine karşı bu, İslâm'ın bahşettiği güzel bir ruhsattır. Bu evlenmeler vesilesiyle nice Kitâbîler İslâm'ı tanıma fırsatı buluyorlar ve bunlardan büyük bir kısmı Müslüman oluyorlar.

Ehl-İ Kitab'ın Kadınlarıyla Evlenme


Bazı İslâm âlimleri, "İmân etmedikçe müşriklerle evlenmeyin." (Bakara, 2/221) ifadesinin, bir Müslümanın hiçbir gayr-i müslimle evlenemeyeceğine delâlet ettiğini söyleyerek Ehl-i Kitab'ı da bu gruba dahil etmişlerdir. İbn Ömer, Muhammed b. el-Hanefiyye ve Zeydiyye imamlarından Hâdî, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla Müslüman bir erkeğin evlenmesinin haram olduğu görüşündedirler.

Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğu ise, Müslüman bir erkeğin Ehl-i Kitap'dan bir kadınla evlenebileceği görüşündedirler.

İslâm âlimlerinin çoğunluğunun Ehl-i Kitap kadınlarıyla evlenmeyi ve Ehl-i Kitab'ın kestiklerini yemeyi caiz görmeleri şu âyete dayanır:

"Bu gün size bütün iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi ve Hıristiyanların) yiyeceği (boğazladıkları) sizin için helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere, mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir. Kim imânı tanımayıp kâfir olursa, onun ameli boşa gitmiştir. O, âhirette ziyana uğrayanlardandır."(Mâide, 5/5)

İbn Abbas'a göre bu ayetin, "Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir." (Mâide, 5/5) hükmü, "İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin." (Bakara, 2/221) âyetini neshetmiştir.

Ancak bazı âlimler bu âyetin neshini kabul etmezler. Bunlara göre Mâide sûresi 5. âyeti, Bakara sûresi 221. âyetini tahsis etmiştir. Yani müşriklerle evlenme ve kestiklerini yeme yasağı süreklidir. Ama yüce Allah Ehl-i Kitab'ı kadınlarıyla evlenme ve kestiklerini yeme hususunda istisnâ etmiştir. Saîd b. Cübeyr ve Katâde, "Müşrikleri nikahlamayın." (Bakara, 2/221) âyetinin umumî, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi mübah kılan âyetin (Mâide. 5/5) hususî olduğunu söylemiştir. Bazı âlimler de âyetteki "müşrik" lafzının Ehl-i Kitab'ı içermediğini söylemiştir.

Bazı âlimler, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi, onların imân etmeleri şartına bağlamıştır. Hz. Ömer de, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi yasaklamıştı. Ancak Hz. Ömer'in bu yasaklaması, onlarla evlenmenin haram olduğuna inandığı için değildir. Nitekim Hz. Ömer, Ashâb'dan Kitâbî kadınlarla evli olanlara, hanımlarını boşamalarını emretti, onlar da boşadılar. Fakat, bir Yahudi kadınla evli olan Huzeyfe, buna itiraz etti. Hz. Ömer'e, "Haram olduğuna mı inanıyorsun?" dedi. Hz. Ömer, "Hayır, fakat endişeleniyorum"diye karşılık verdi.

Ashâb-ı Kirâm içerisinde, Huzeyfe'den başka Hz. Osman da Nâile binti el-Ferâfise adlı Hıristiyan bir kadınla evliydi. Sonra bu kadın Müslüman oldu.

Ömer, Osman, Talha, Huzeyfe, Selmân, Câbir, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmenin caiz olduğu görüşündedirler.

Kitabîlerin Kestiklerinin Yenilmesi

Yüce Allah, "Allah'dan başkası adına boğazlanan... size haram kılındı."(Mâide, 5/3), ''Üzerine, Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan (onların etlerinden) yemeyin." (En'âm, 6/121) buyurarak Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerini yemeyi yasakladı. Bu âyetler hükmünce, kâfirin, müşrikin, puta tapanın, mürtedin, dinsizin vb. kestiği yenilmez. Ama Müslümanın ve Ehl-i Kitab'ın, Allah'ın adını anarak kestikleri, helaldir.

Mâide sûresinin 5. âyeti; Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmenin helal olduğunu bildirdiği gibi aynı zamanda Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin helal olduğunu da bildirir: "Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir." (Mâide, 5/5) Bu âyetteki "taam = yiyecek"i, İslâm âlimleri "kestikleri" diye tefsir etmişlerdir. Hz. Ali, İbn Abbas, Ebû Ümâme, Mücâhid, Saîd b. Cübeyr, İkrime, Atâ, Hasan, Mekhûl, İbrahim Nehâî, Süddî, Mukâtil b. Hayyân.. bu görüştedir. Bu hususta âlimlerin ittifakı vardır. Bütün İslâm mezhepleri bunu mübah görmüştür.

Âyetteki "taam = yiyecek'in "kestikleri" diye tefsir olunması, yiyeceklerin dinle ilgisi olmadığındandır. Bütün yiyecekler, kime ait olursa olsun, bunları kim yaparsa veya yetiştirirse yetiştirsin, helaldir. Ekmek, zeytinyağı gibi el emeği ile hazırlananlarda aynı şekilde helaldir.

Sonuç


İslâm dini evrensel bir dindir. Yüce Allah, Hz. Muhammedi bütün insanlığa son peygamber olarak göndermiştir. Artık, Hz. Muhammed'den sonra peygamber gelmeyecek, dolayısıyla Kur'ân'dan başka kitap inmeyecektir. Allah'ın koruması altındaki Kur'ân'ın hükümleri Kıyâmete kadar bâkidir ve Kur'ân, Kıyâmete kadar bütün insanların her türlü dînî, rûhî, mânevî ihtiyaçlarını mükemmel bir şekilde karşılayacak ilâhî bir kitaptır.

Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudiler, Hıristiyanlar ve eğer varsa diğer ilâhî kitap mensupları, Hz. Muhammed'e ve Kur'ân'a inanmadıklarından İslâm'a göre kâfir sayılırlar. Yüce Allah, Hz. İsa'yı tanrı sayan ve teslise inanan Hıristiyanların kesinlikle kâfir olduklarını bildirmiştir. Onları, teslis inancından Hz. İsa'yı tanrı saymaktan vazgeçmeye; Allah'ın birliğine, Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân âyetlerine inanmaya çağırmıştır.

Evrensel din İslâm'ın, Müslümanların kâfir ve müşriklerle evlenmelerine, kâfir ve müşriklerin kestiklerini yemeye izin vermemesine karşılık, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmelerine ve Ehl-i Kitab'ın kestiklerini yemeye izin vermesi, Ehl-i Kitab'ı diğerlerinden ayırması ve Ehl-i Kitab'a bir ayrıcalık tanımasından ibarettir.

İslâm'ın Ehl-i Kitab'a ayrıcalık tanıması bize gösteriyor ki Ehl-i Kitab; ateistler, dinsizler, komünistler, materyalistler, Mecûsîler, puta tapanlar, canlı-cansız çeşitli varlıklara tapanlardan farklı konumdadırlar. -Allah bilir- öbür âlemdeki yerleri de farklı olacaktır. Zira cennet tabaka tabaka olduğu gibi cehennem de tabaka tabakadır. Kâfirler, küfürleriyle orantılı olarak cehennem tabakalarına yerleştirileceklerdir. Meselâ münâfıklar cehennemin en alt tabakasına konulacaklardır.

İslâm, böylece, bir taraftan hiç din, inanç tanımayanlara karşılık, yanlış da olsa dinden, imândan haberi olan Ehl-i Kitap'la ilişkilerini iyi yönde geliştirmeyi ve bunları İslâm'a kazanmayı amaçlamış, diğer taraftan bu konuda Müslümanlara bir kolaylık getirmiştir.

Zamanımızda çeşitli sebeplerle Ehl-i Kitap ülkelerine giden çok sayıda Müslüman için bu, bir ruhsattır, kolaylıktır. Yıllarca o ülkelerde kalmak mecburiyetinde olanlar, İslâm'ın bu ruhsatından yararlanarak hem zinâdan korunabilecekler ve hem de normal gıdalarını alabileceklerdir.

Kaynaklar:
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, ts.. Çelik-Şura Neşr. I,307- 311, II, 70.
Ömer Nasûhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiyeye ve İstılâhâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1968, Bilmen Yay., II, 105.
Kamil Miras, Sahihi-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi. Ankara. 1972, Diyanet Yay.,XI, 282-283.
Zuhayli, İslâm Fıkıh Ansiklopedisi, Çev. Ahmet Efe ve ark, İstanbul, 1992, Risale Yay, IX. 121-126.
Serahsi, Mebsût, Beyrut, ts., II. baskı, Dâru'l-Marıte. V. 45-50.
İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar Terc., Çev. Ahmet Davudoğlu, İstanbul, 1983, Şamil Yay., V. 337-339.
İbn Kudame, Muğnî, Riyad, 1401/1981, VI, 580-591.
İbn Hazm, Muhallâ, Thk. Ahmed Muh. Şakir, Kahire, ts.. Dâru't-Türâs, IX, 445-454.
Abdurrahman Cezîrî, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, İstanbul, 1986, Bahar Yay., V. 132-134, III. 42-43.
Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi, Beyrut, 1384/ 1974. V 46; Abdülkerim Zeydan, II. 272, V. 45-46.
Kurtubî, Câmi' (Tefsir), Kahire, 1387/1967, VI. 76.
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme ve Şerhi, Ankara 1988. Akçağ Yay., VII, 228.
Geniş bilgi ve kaynaklar için bk. Dr. Mehmet Bulut, İman Açısından Ehl-i Kitap, Yeni Ümit, Sayı: 30, 31, 32.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

31 Temmuz 2018 Salı

Kuran’da caiz olduğu ifade ediliyorsa, neden mekruh olsun?

Soru Detayı
Kuran’da caiz olduğu ifade edilen bir mesele nasıl oluyor da mekruh olabiliyor.
Gayri müslim bir bayan ile evlenmek örneğinde olduğu gibi.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Kur’an’da ehl-i kitap olan kadınlarla evlenmenin caiz olduğu açıkça bildirilmiştir. (Maide, 5/5)

İslam fıkhında “Nassın bulunduğu yerde içtihada mesağ yoktur (ayet veya sahih iç açık bir hüküm varsa, artık hiç kimsenin o konuda içtihat yapma hakkı kalmaz)” prensibi çok meşhurdur. Bu konuda da ayetin ifadesi açıktır.

Bunun içindir ki, “ehl-i kitap bir kadınla evlenmenin caiz olduğu” konusunda İslam alimlerinin ittifakı vardır. (bk. V. Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami, 9/6653)

- Alimlerin bu evliliğin mekruh olduğu konusundaki yorumları, bir içtihattan değil, Hz. Ömer’in bu konudaki olumsuz tavrından ve uygulamalarından kaynaklanmıştır. Sahabelerden bazılarının ehl-i kitapla evlenmelerini hoş görmeyip boşamalarını istemiş olmasına rağmen bu evliliğin haram olmadığını açıkça ifade etmiştir. (a.g.e, 9/6654-55)

Haram olmadığını vurgulamakla beraber, ehl-i kitap kadınlarla evlenmeyi hoş görmeyen Hz. Ömer’in bu tutumu, sahabe tarafından da kabul görmüştür.

Kitap ve Sünnetten sonra, “Sahabe kavli”nin ehemmiyeti İslam alimlerinin kabul ettiği bir husustur.

Demek ki, soruda ima edildiği gibi, İslam alimleri, ayetin açık ifadesine aykırı bir içtihatta bulunmamış, bilakis, ayetin manasını çok daha iyi bildiklerine inandıkları sahabenin görüşlerine uymuşlardır.

- Usul bilgisi olanlarca malumdur ki, ayetlerin ifadeleri bazen “amm/Umumi”olup tahsis edilebilir. Bazen mutlak olup takyit edilebilir. Bazen müphem olup tayin edilebilir.

Bu konu da böyledir. Ayette “ehl-i kitapla evlenmenin caiz olduğuna” dair ifade mutlak olup takyit edilebilir. Yani, bir şeyin “Caiz olduğunu” gösteren bir ifadenin, “kerahetle kayıtlanamaz” diye bir anlam ifade etmiyor.

Caiz olmak, “mekruh olmanın” değil, haram olmanın zıddıdır. Eğer öyle olsaydı, Hz. Ömer bu konuda böyle bir yorum ve tasarrufta bulunabilir miydi!

- Kur’an’da bir çok hikmete binaen buna cevaz verilmiştir. Bu cevaz; söz konusu evliliğin farz, vacip veya müstehap olduğunu değil, bir ruhsat olduğunu gösterir.

“Zaman büyük bir müfessirdir, kaydını gösterse itiraz edilmez” şeklindeki ilmi kuralın gereği olarak, zamanla bazı mahzurları olduğunu gören Hz. Ömer, bu evliliğin mekruhluğuna hükmetmiştir. Bu mahzurların başında;

a) İlgili kadının iffetli olmama ihtimalinin kuvvetli olması.

b) Yabancı kadınlara rağbetin artmasıyla, Müslüman kızlara karşı taleplerin eksilmesi gibi mülahazalar gelir.

Rivayetlere göre, Hz. Ömer bu konudaki tavrını, bu iki gerekçeye dayandırmıştır.

Ne mutlu İslam alimlerinin şerefini koruyanlara! Ne mutlu geçmiş Müslüman büyüklerine hüsnü zan besleyenlere! Ne mutlu haddini bilenlere, haddini aşmayanlara!

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet


29 Temmuz 2018 Pazar

ADET GÖRME (HAYIZ)

Genel Olarak Âdet

(Bu başlık altında âdetle ilgili meseleleri bir problemi çözer biçimde, oldukça karmaşık olarak anlatmak zorunda olduğumuzdan, konunun sonuna âdeti kısa ve öz olarak anlatan bir özet ekleyecegiz. Bu konuda kısa ve genel bilgi edinmek isteyenler, öncelikle orayı okumalı, orası ile halledemedikleri problemleri çıktığında, burada ilgili bölüme bakmalıdırlar. Aynı şey lohusalık ve hastalık kanı için de söz konusudur.)

1- Âdet görme, yani hayız, kadının özelliklerinden ve onu erkekten ayıran yönlerinden biridir. Âdet, anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının fıtratının, yani yaratılışının gereği olan doğal bir olaydır. Âdet görme, kadının sihhatli ve normal olduğunu gösterir.

2- Islâm bu konuda da aşırılıklardan uzak bir orta yolu öğretir: Cahiliyyet dönemindeki Araplar âdetli kadınlara arkadan cima ederlerdi. Hiristiyanlar âdetli kadınlara, bu hallerinde iken önden cima ederlerdi. Yahudilerle Mecusîler ise, tam tersine, âdetli kadından son derece uzak kalır, hattâ âdetleri bittikten sonra bir hafta daha onlarla bir arada bulunmazlar, onlarla beraber yemezler, içmezler ve oturmazlardı ve kitaplanndaki emrin bu olduğunu söylerlerdi. (Müslim, hayz 16; Ebû Dâvûd, tahâret 103.) Ilk ikisi temizlige dikkat etmeme ve sihhat bozucu bir davranış, diğeri de kadınları küçük düşürücü ve dışlayıcı bir uygulama idi.

3- Islâm geldi, "hayız, eziyet verici bir haldır, dolayısı ile hayızlı iken kadınla cima etmeyin..." (Bakara (2) 222.) âyeti gönderildi. Hiç mi yaklaşmayacağız diye soranlara, bunu Yahudilerden etkilenerek sormuş olabilecekleri için, Peygamber Efendimiz; "her şeyi yapın fakat cima etmeyin" (Müslim, hayz,16; Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124; Darimî, vudû 117.) buyurarak, kadının âdetli iken kirli bir çaput gibi bir kenara atılamayacağını öğretti. Çünkü âdetlilik, pislik demek değildi. Kur`ân ondan "pisliktir" diye değil, "eziyettir" diye söz etti. Yani âdetli iken kadınla cima, hem erkek için, hem de kadın için bir eziyettir ve sağlıga zararlıdır.

4- Peygamberimiz bunu, uygulayarak da öğretti: O, annelerimiz olan hanımları âdetli iken göbekle dizkapağı arasını bir peştemal(izar) ile örtmesini söyler ve geri kalan yerlerinden yararlanır, okşar ve ilgilenirdi. (Buharî, hayz 5; taharet 175; Darimî, taharet 108; Muvatta, taharet 102) Bunu elbette kendisi cinsel tatmin aramak için yapmazdı. Çünkü hanımlarının hepsi bir anda âdetli olmayacağına göre cinsel ihtiyacağı âdetli olmayan hanımlarıyla normal yoldan giderebilirdi.

Durum bu iken böyle davranmasının iki önemli nedeni vardı:

a). Bunu yapmakla, bu konudaki batıl inançları yıkmış ve bunun caiz olduğunu bildirmiş oluyordu.

b). Âdetli iken bedensel ve psikolojik rahatsızlık duyan kadını, itilmişlik ve yalnızlık duygusundan kurtarmış ve ona eskisi gibi insan olmakta devam ettiğini göstermiş oluyordu.

Çünkü Peygamberimizin bütün hanımları âdetli iken kendilerine böyle davranıldığını haber vermişlerdir. (bk. Müslim, hayz 3.)

Bunu bir de onların, görüşüp konuştukları her kadına bunun normal ve caiz olduğunu anlatmaları ve yaygınlasması için yapıyordu.

5- Islâm`da âdetli kadının pis olan yönü sadece kanıdır. Nitekim erkeğin de idrarı ve dışkısı pistir. Âdetli kadınla cima dışında herşey yapılır. Onun teri ve tükrügü pis değildir, onunla kucaklasılir, öpülür, beraberce yemek yenir. Hattâ artığı yenilebilir.

6- Aişe Annemiz: "Allah Rasulü söylerdi ve ben âdetli iken onun başını yıkardım. Ben âdetli iken kucağıma yaslanır Kur`ân okurdu". (Buharî, hayz 2, 3; Müslim, hayz 15; Nesâî, taharet 173,174;Müsned V/400, VI/68,117,135,148.) Âdetli iken kemikli haşlamanın etini ısırırdım ona verirdim, alır ve benim ısırdığım yerden ısırırdı. Âdetli iken su içtiğim kabı ona verirdim, alırdı ve ağzını, benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi" (Müslim, hayz 14; Izahi için bk. Davudoğlu N/990-91; Ebû Dâvûd, tahâret 103.) demiştir.

7- Âdet görme, Allah`ın bir kanunudur. O, âdetli kadının namaz ve orucunu da bırakmasını emretmiştir. Kadın nasıl namaz kılma ve oruç tutma emrini yerine getirirken sevap kazanırsa, âdetli zamanında yine emre uyarak namaz kılmamak ve oruç tutmamakla da sevap kazanır.

8- Fıkıh kitaplarımızın hemen hemen hepsinde âdetin, en zor meselelerden biri olduğu söylenir. Çünkü gerek âdetin başlangıç ve bitim zamanlarının hesabı, gerek âdet kanının özellikleri ve gerekse âdetli iken yapılabilen ve yapılamayan şeyler, yani, âdeti ilgilendiren gusül, namaz, Kur-ân okumak, oruç, itikâf hacc, cinsel ilişki boşama, iddet, istibra vb. meseleler kolaylıkla bilinebilecek şeyler değildir. Dini titizligi ve gayreti olanlar dışında bu konuyu çok az kimse bilebilir ve Allah`ın arzusuna uygun olarak yaşama derdi olmayan zayıf imanli kimseler bu konuda çok büyük hatalar yaparlar ve bünyelerine de, dinlerine de, eslerine de zarar verirler. Bu yüzden özellikle kadınların bu konuyu çok iyi bilmeleri gerekir. Erkekler de evin reisi ve kadının "kayyum"u olmaları bakımından bundan aynı derecede sorumludurlar.

Âdetin Tanımı

9- Âdet: Hamile olmayan, ergin kadının rahminden (döl yatağından), lohusalık ya, da kan akmasına sebep olan bir hastalıktan ötürü değil de ergin kadınlık gereği, belli sürelerle gelen kandır.

Bu, âdeti bir kan ya da olay görmemiz halinde yapacağımız tariftir.

10- Âdetli olmayı değişik bir durum ve yeni bir hal olarak düşünürsek âdeti; sözü edilen kan sebebi ile ortaya çıkan şer`î bir engeldir, diye tarif ederiz.

Yani birinci tarif, âdet kanının pis bir madde olmasına, ikinci tarif de sebep olduğu hades (hükmî pislik, yani abdestsızlık ve gusülsüzlük) haline göredir.

11- Âdet dediğimiz "hayz" in sözlük anlamı "akmak" tir.

12- Hayız karşılığı olarak dilimizde kullanılan en yaygın kelime "Âdet"tir. "Aybaşı", "kirlilik", "namazsızlık", "ay hali" gibi kelimeler de aynı anlamda kullanılır.

ÂDET KANININ ÖZELLİKLERİ:


Rengi ve Kokusu

"Ümitsızlık" yaşına varmayanlarda saf beyaz akıntı dışında gelen kırmızı, siyah, hakî, bulanık, saman ya dadişsarısi, hatta yeşil gibi her renk âdet kanı olabilir. Ümitsızlık yaşına varanlarda ise âdet kanının rengi sadece koyu kırmızı ya da siyahimsidir. Dolayısı ile ellibeş yaşınıgeçenlerden gelen ve bu iki rengin dışında olan her akıntı âdet değil, hastalık kanıdır.

Kanın rengi konusunda, ilk çıktığı ve bezde belirdigi zamana itibar edilir. Çünkü o anda tazedir ve asıl rengindedir. Kuruduktan sonraki rengine itibar edilmez. Çünkü kuruyunca rengi değişebilir.

Âdet kanının kokusu ağır ve rahatsız edicidir. Hastalıktan dolayı gelen kan ise kokusuzdur.

Âdet Kanının Ilk Çıkışı (Sübûtü)


Ilk âdetini gören ya da ilk doğumunu yapan kadının âdeti ve lohusalığı ile ilgili hükümler değişiktir ve bu durumdaki kadına "mübtedie" yani, yeni başlayan, ilk âdet gören denir.

Âdetin ilk başlama yaşı dokuz yaştır.

Yeni başlayan kadının âdet zamanı gördüğü her kan, üç günden az on günden çok olmadıkça, âdet kanı, doğumunda gördüğü her kan da, kırk günü geçmedikçe lohusalık kanıdır.

Ilk başlayan kadın bir saat (bir süre anlamında) kan görüp arkasından ondört gün temiz kalsa, onun ardından da yine bir süre kan görse ilk on günü âdet sayılır ve bununla ergin olduğuna hükmedilir. Çünkü bu iki kan arasındaki temizlik, onbeş günden az olduğu için anormal bir temizliktir. On günün bitiminde; temizlik halinde de olsa, yıkanır. Ramazan ise, bu on günde tutmadığı oruçlarını kaza eder.

Bu örnekte görüldüğü gibi, yeni başlayanın âdeti temizlikle başlayamaz ama, temizlikle sona erebilir.

Dokuz yaşını tamamlayan kız ilk defa gördüğü kandan dolayı namazını ve orucunu bırakır, evli ise karıkoca ilişkisinde bulunmaz. Kan üç gün tamamlanmadan kesilir ve onbeş gün dolmadan bir daha akmazsa, âdet kanı değil özür kanı olduğu anlaşılır ve bıraktığı oruç ve namazlarını kaza eder. Fakat Imam Muhammed`den nakledilen bir görüşe göre bu durumda olan kadının gelen bu ilk kanın üç gün devam etmedikçe âdet kanı olduğu kesinlesmez, sahibi de namazı bırakamaz ve orucu erteleyemez. Aricak birinci görüş daha sağlamdir. Çünkü Allah Teâlâ Kur`ân`da âdeti "ezâ" diye nitelemiştir (2/222) Kanın çıkmasıyla bu nitelik gerçekleşmiş ve âdet kabul edilmesinin sebebi oluşmustur.(Bu konuda Malıkîlerin de güzel bir değerlendirmesi vardır: Dokuz yaşına girmemiş bir kızdan gelen kan bir illet kanıdır. Dokuz ile oniki yaş arasında bulunan bir kızdan gelen kan, bilen kadınlara ya da doktara gösterilir, kesinlikle âdettir derlerse ya da şüphelenilirse bir illet kanı sayılır. Onüç yaşına gelen bir kadından elli yaşına kadar gelen kan ise mutlaka âdettir. Elli yaşını geçmiş bir kadından yetmiş yaşına kadar gelen kan da yine bilir kadınlara ya da doktora gösterilir. Yetmiş yaşına ulaşmış bir kadından gelen kan ise kesinlikle özür kanıdır.Şâfiîlere göre âdetten kesilmede belirli bir yaşı yoktur. Hanbelîlere göre ise elli yaş âdetten kesilme yaşıdır.)

Âdetin başlaması kanın yuvarlak olan iç ferçte (kadının cinsel organı) belirip, uzunca olan dış ferce geçmeşiyle ya da sadece iç dudaklann ucuna kadar gelmesiyledir. Akşamdan bez ya da pamuk koyup, sabahleyin bezinde ya da pamuğunda kan gören kadının âdeti, kanı gördüğü andan itibaren başlar. Çünkü "olaylan en yakın zamanına bağlamak" bir kuraldır. Pamuğu koyduğu andan itibaren başlar diyenler de vardır.Tersine; âdetli bir kadın, kullandığı bezi sonradan temiz görse, temizliği bezi koyduğu andan itibaren başlamış sayılır.

Âdetin sona erdiği yaş ise ellibeştir. Bu yaşa "iyâs" yani "ümitsizlik" yaşı denir ki, kadın artık hamile kalma ümidini yitirmiş demektir.

Çok nadır olsa bile kadın ellibeş yaşını geçtikten sonra da âdet görebilir. Meselâ bu yaştan sonra gelen kan koyu kırmızı ya da siyah ise âdet kanıdır, değil ise hastalık kanıdır, âdet değildir.

Ellibeş yaş ender durumlar dışında, kadının âdetten kesilmeşinin son yaşıdır. Âdetten kesilmeye başlamanın ilk yaşı ise kırkbeştir.

Burada ve diğer dinî konularda yaş hesaplamasında Güneş Yılına değil Ay Yılı`na itibar edilir.

Âdetin Ölçüsü (En Azı ve En Çoğu)

Âdetin en az süresi üç tam gün, yani yetmiş iki saattır. Ebu Yusuf`a göre iki tam gün ve üçüncü günün de yarıdan çoğu âdetin en azıdır.

Buna göre meselâ pazar günü güneş doğarken bir süre kan görse, arkasından da çarsamba günü şafak sökümüne kadar kan kesilse ve aynı gün güneş doğmadan az önce tekrar kan görse ve güneşin doğumunda kesilse, ya da ikinci doğuşa kadar sürse, bu kan âdet kanıdır. Çünkü yetmiş iki saatlık ölçü (nisab) tamamlanmıştır. Kanın bu ölçünün iki ucunda görülmesi yeterlidir, bu ölçü süresince devam etmesi şart değildir. Arada bir gelmesi, âdet olması için yeterlidir.Yine bu maddeye ve bu örneğe göre kan yetmişıkı saat dolmadan az önce kesilse, arkasından onbeş tam gün temiz kalsa bu kan âdet kanı değildir, çünkü ölçü (nisab) dolmadan normal bir temizlik süresi geçmiştir. Böyle bir temizlik süresinden sonra gelecek kan önceki ile beraber hesaplanamayacaktır.

Fakat kanın kesilmesinden sonra onbeş tam gün dolmadan, meselâ onuncu ya da daha önceki bir gün tekrar kan görse, hepsi âdet kanı olmuş olur. Eğer on günden sonra, onbeş günden önce görecek olsa, düzgün âdeti bulunması halinde âdet günleri kadarı, bulunmaması halinde ise on günü âdet kanı sayılır. Çünkü, ileride de geleceği gibi, âdetin en çoğu on gündür ve âdet günleri içerisinde kanın sürekli gelmesi şart değildir, yani eksik temizlik de kesintisiz kan sayılır.(Imam Şafii ve Ahmed`e göre âdetin en azı bir gün ve bir gece, en çoğu ise onbeş gündür. Imam Malık`e göre ise azı ve çoğu için bir sınır yoktur. Bu görüşlerin de dayandıkları şer`i deliller mevcuttur).

Âdetin en çok süresi on tam gün, yani, ikiyüzkırk saattır. Ancak kadın fetva sorduğu müftüye onbirinci günde temizlendığını bildirse fetva verecek olan, bir kaç saati hesaba katmayıp ona on gün âdet gördüğünü söyler. Âdetin en azı dışında hep böyle davranılıp, yeni güne geçmiş birkaç saat hesaba katılmaz. Ta ki, kadınların bu durumu zor bir problem haline gelmesin.

Bu maddeye göre üç günden az ve on günden fazla gelen kan âdet kanı değil, hastalık kanıdır.

ÂDET GÜNLERİNDE DEĞİŞME (INTİKAL)


Âdet günlerindeki değişme, yani "intikal", âdet meseleşinin en önemli noktasıni oluştuiur. Dolayısı ile bu konuda özellikle kadınların çok dikkatli olması gerektir.

Bazı kadınların âdet günleri düzenlidir. Her ayın belli gününde başlar ve belli gün kadar sürer. Böyle olan kadınlar için âdet hesapları konusunda bir zorluk yoktur. Böyle bir kadına, âdeti belli, anlamında "mu`tâde" denir.

Ancak yaş ve sağlık durumundaki değişmeler, iklim şartları ve doğum gibi bazı olaylar yüzünden çoğu kadınların âdet günlerinde oynama, artma, ya da eksilme olabilir. Bu olaya "intikal" denir.

Düzenli âdeti olan, meselâ her ayın belli gününden başlamak üzere belli gün âdet gören bir kadın, arada bir her nasılsa, yine âdet gününden başlamak üzere on günü aşkınken görse, âdetine itibar eder, sadece on günü aşan günlerde değil, âdet günlerini aşanlarda da temiz sayılır. Kan geldiği için terkettiği ibâdetlerini kaza eder.

Düzenli âdetin değişmesi (intikal), âdet gördüğü gün sayısında olabileceği gibi, başlama zamanında da olabilir. Buna göre değişmede (intikalde) su ihtimaller söz konusu olur.

Âdetin zıddına gelen kan, on günü ya aşar veya aşmaz.

Aşması halinde kan gördüğü bu on günü aşkın günler içerisinde önceki düzenli âdetinin günlerine rastlayan en az bir âdet ölçüsü (nisab), yani üç gün bulunur ya da bulunmaz.

Bulunması halinde, bu bulunan günler âdet günlerine ya eşittir veya değildir.

Âdetin zıddına gelen bu kan on günü geçmemesi halinde de ya tam on gün olur ya da daha az olur.

Söz konusu kan on günü aşar ve içerisinde önceki düzenli âdetinin bulunması gereken günlerden en az bir âdet ölçüsü (nisab), yani üç tam gün kadarı bulunmazsa âdet, zaman olarak değişmiştir ancak sayı aynıdır.

Açıklaması: Adeti her (dinî) ayın ilk gününden başlamak üzere beş gün olan bir kadın, ayın âdet görmesi gereken bu ilk beş gününde, ya da baştan üçünde temiz kalsa, sonra onbir gün kan görse, bu durumda bu onbir günün içerisinde ilk ihtimale göre âdetinden hiç bulunmamış ikinci ihtimale göre de sadece iki gün bulunmuştur. Dolayısı ile bu kadının âdeti, kan gördüğü günden başlamak üzere beş gündür, çünkü kan on günü aşmıştır, bu yüzden sayı olarak âdetine döner. Yani âdeti sayı bakımından değil de, zaman bakımından değişmiş (intikal etmiş) olur. Çünkü önceki âdet günleri temiz geçmiş, hattâ öncelerinde de kan görülmemiştir. Dolayısı ile âdet kabul edilmesi mümkün değildir.

On günü aşan bu kan içerisinde, önceki âdet günlerinin en az bir âdet ölçüsü (nisabi), yani üç gün bulunursa, sadece bu üç gün âdettir, geri kalan hastalık kanıdır.

Önceki âdet günlerinin tamamı bu on günü aşan kan içerisinde bulunursa, bu durumda âdet; gün sayısı olarak da zaman olarak da değişmemiş, nerede ise ve ne kadarsa öyle kalmış ve o miktardan fazlası hastalık kanı olmuş demektir.

Açıklaması: Âdeti her (dinî) ayın ilk gününden başlamak üzere beş gün olan bir kadın, bir defasında henüz ayın biri olmadan beş gün kan görse, kan devam edip âdet günleri olan ayın ilk beş gününde de görüldükten sonra, fazladan da bir gün kan görse, toplam onbir gün eder. Esas âdet günleri de onların içerisindedir. Bu durumda önceki âdet günleri olan ayın ilk beş gününde gördüğü kan âdet kanı, önceden beş ve sonradan bir gün gördüğü kan ise hastalık kanıdır.

Yine bu on günü aşan kan içerisine önceki düzenli âdetinden bir âdetin en az ölçüsü rastlasa ve fakat bu rastlayan günler önceki âdet günlerine eşit olmasa, öncekinden az da olsa âdet bu ikinci sayıya geçmiş ve o, âdetin sayısı olmuştur:

Açıklaması: Âdet günleri ayın ilk beş günü olan bu kadın, ayın ilk iki gününde temiz kalsa, arkasından onbir gün kan görse, kan gördüğü günlerin ilk üçü, önceki âdetine rastladığı ve en az âdet ölçüsünü doldurduğu için âdeti sayılır. Bu durumda âdeti sayı olarak değişmiş zaman olarak değişmemiş ve beş günden üç güne intikal etmiş olur. Geri kalan sekiz gün ise hastalık kanıdır.

Kan gördüğü günlerin sayısı on günü geçmedikçe, düzenli âdeti kaç gün olursa olsun, hepsi âdettir.

Ancak bu kurala, arkasından tam bir temizlik süresi geçirirse, kaydını eklemek gerekir. Bir tam temizlik, yani onbeş gün geçmeden tekrar kan görürse yine âdetine döner fazlasını hastalık kanı sayar. Çünkü aralarında bir tam temizlik bulunmayan kan sürekli akmış sayılır.

Açıklaması: Âdet günleri ayın ilk beş günü olan örneğimizdeki kadın, ayın ilk günü kan görse, fakat kan beş gün değil, altı gün sürse altıncısıda âdet kanıdır. Aynı kadın ondört gün temiz kaldıktan sonra tekrar kan görse bu defa ilk âdetine döner ve o altıncı günü âdet değil, hastalık kanı sayar, ibâdetlerini kaza eder. Çünkü normal temizliğin en azı onbeş gündür.

Âdet bir seferle yerleşmiş ve sabitleşmiş olur.

Meselâ ilk defa âdet gören bir kız ilk âdetinde altı gün kan görse arkasından yirmidört gün temiz kalsa âdeti böylece yerleşmiş olur. Dolayısı ile sonraki aylar bir hastalık yüzünden kendisinden sürekli kan gelecek olsa âdetini ve temizlik günlerini önceden sabitleşen bu sayılara göre hesaplar.

Âdetin değişmesi, yani düzgün bir âdetin, sayıca ya da zamanca başka bir düzgün âdete dönüşmesi (intikal), peşpeşe iki âdetin aynı ölçüde ve önceki âdete zit olarak gelmesiyle olur.

Bu son iki maddeyi daha iyi anlayabilmek için şöylece örneklendirebiliriz:

Düzenli âdeti meselâ altı gün olan bir kadın, bir ay yedi gün âdet görse bu yedinci gün hayız olmuş olur, ancak bir sonraki ayda da yedi gün âdet görmedikçe düzenli âdeti yedi güne çıkmış olmaz. Bu sözü edilen yedinci gün hayız olmuş olduktan sonra düzenli olup olmaması ne değiştirir? gibi bir soru akla gelebilir. Bunların farkı su örnekle anlaşılabilir: Düzenli âdeti meselâ altı gün olan bir kadın bir ay yedi gün, onun arkasındaki ay ise onbir gün âdet görse, iki ay peşpeşe aynı sayıda âdet görmediği için düzenli âdeti yine altıdır ve ikinci ayda on günü aşacak gekilde kan gördüğüne göre, yedi günden fazlası değil altı günden fazlası, yani beş günü hastalık kanıdır: Fakat iki ay peşpeşe yedi gün sürmesi, düzgün âdetin yedi güne intikal ettiğini gösterir. Ondan sonraki ay, kanın onbir gün gelmesi halinde, beş değil de sadece dört günün âdet olmadığı anlaşılır. Ama sabit ve düzgün bir âdeti olmayan kadından gelen kan, önceki âdeti kaç gün olursa olsun, on günü geçmedikçe âdet sayılır. Meselâ bir ay altı, bir ay yedi, bir ay sekiz, bir ay dokuz, bir ay on gün âdet görse bunların hepsi âdettir: Ertesi ay onbir gün kan görse, on günü âdet bir günü hastalık kanı olmuş olur.

Kısaca âdet bir defa ile sabit ve yerleşmiş, iki defa ile değişmiş yani intikal etmiş olur.

Kanın Kesilmesi Durumu


Âdetin hakikaten ya da hükmen sona ermesi durumuna kanın kesilmesi adı verilir. Hakikaten sona ermesi kanın artık akmamasıyla, hükmen sona ermesi de âdette on günü Lohusalıkta da kırk günü geçmeşiyle olur. Yani en çok sınırı geçince kan kesilmese de kesildiğine hükmedilir. Bu yüzden bu her iki duruma da "kanın kesilmesi" tabirini kullanacağız.

Kanın kesilmesi, yani âdetin hakikaten yada hükmen sona ermesiyle, kadınla, yıkanmadan bile cinsel ilişkide bulunmak caiz olur. Ancak cinsel ilişkiyi yıkanmasından sonraya ertelemek müstehap (dinen güzel)`dir.

Kan kesildiği anda içinde bulunduğu farz namazın vaktinden bir başlangıç tekbiri alacak, yani "Allah" diyecek kadar zaman kalmışsa o namazı kaza etmesi gerekir.

Meselâ Ramazan`da şafak sökmeden biraz önce kan kesilecek olsa: O geceki yatsı namazını kaza eder, o günün orucunu ise edâ (vaktinde) olarak tutar.

Bütün bu konularda zamanın sonuna itibar edilir. Meselâ, vaktin son anında temizse o vaktin ibâdetini kaza edecek, değilse etmeyecektir.

Bu maddeye göre; vaktin sonunda bir başlangıç tekbiri alacak kadar süre kalmışken ergin olan çocuk ve müslüman olan kâfir o vaktin namazını kaza eder. Kendine gelen deli, ikameye niyyet eden yolcu ve yolculuğa niyyet eden mukim (yolcu olmayan) için de durum aynıdır.

Vaktin sonunda delirse ya da kadın âdet görse o vaktin farzı üzerlerinden düşer.

Düzgün âdeti olan bir kadından kan, en çok süresinden önce ve fakat düzgün âdeti sona erdikten sonra kesilse, yıkanma, ya da o mümkün değilse teyemmüm alma süresi de âdetinden sayılır ve yıkanmadan âdeti bitmiş ve temiz olmuş olmaz, kendisi ile cinsel ilişkide bulunulamaz.

Buna göre; bu durumdaki kadın, ancak yıkanabilecek ya da onun yerine teyemmüm alabilecek bir süre ile beraber bir başlangıçtekbiri de alabilecek kadar bir zamanına yetiştigi vaktin namazını kaza eder.

Bu durumdaki kadın yahudî ya da hiristiyan (yani kitabiyye) ise yıkanmadan da müslüman kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunabilir. Çünkü o yıkanma ile mükellef değildir.

Yıkanabilecek zaman içerisinde; su alıp gözden uzak bir yere çekilmek ve elbiselerini çıkarmak da hesaba katılır.

Âdeti bu şekilde sona eren bir kadın yıkanmadıkça ya da o mümkün değilse teyemmüm alıp namaz kılmadıkça, tam bir namaz vakti geçmeden kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunamaz. Ama yıkanırsa, ya da teyemmüm edecek bir durumda olur da teyemmüm alıp onunla bir namaz kılarsa hemen cinsel ilişkide bulunabilirler.

Bu maddeye göre; güneş doğmadan çok az yani yıkanmadıkça ve başlangıç tekbirine yetmeyecek kadar bir süre önce kan kesilse, yıkanmadan ya da imkân yoksa teyemmüm almadan ikindinin vakti girinceye kadar kocası kendisi ile cinsel ilişkide bulunamaz. Yatsıdan az önce kesilmesi halinde de aynı şartlarla sabahın vakti girinceye kadar cinsel ilişkide bulunamazlar.

Ancak âdetin ya da lohusalığın en çok süresi, yani âdette on gün, lohusalıkta kırk gün dolmuş ise hiçbir şey gerekmeden cinsel ilişkide bulunabilirler. Kırkinci maddede anlatılan duium, budur.

Düzenli âdeti olan da âdeti dolmadan, fakat üç gün tamamlandıktan sonra kanın kesilmesi halinde, yıkanır ibâdetlerini edâ eder, ancak düzenli âdet günleri tamamlanıncaya kadar ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz.

Meselâ: Düzenli âdeti on gün iken kan üç gün geldikten sonra kesilse kalan yedi gününde ibâdetlerini edâ eder; ancak ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz. Çünkü âdet günleri içerisinde kanın tekrar gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

Lohusada da, düzenli bir âdeti olması, meselâ bir doğumunda kırk gün kan görmüş olması halinde durum aynıdır. Yani sonraki doğumda eğer otuzuncu gün kan kesilirse yıkanır, ibâdetlerini edâ eder ve fakat kırk gün dolmadan ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz. Ama böyle bir âdeti yoksa, lohusalığın en azı olmayacağı için, kan kesilip yıkanınca cinsel ilişkide bulunabilir.

Kadın -ister yeni başlayan, isterse düzgün âdetli olsun- âdet olabilmesi mümkün olan zamanlarda her kan gördüğünde namazını bırakır ve üç günden önce kanın her kesildiğinde de namazını kılar. Ancak tekrar kan gelme ihtimalınıdüşünerek vaktin sonunu bekler.

Meselâ iki gün kan gördükten sonra bir yatsı vakti girmisken kan kesilse bekler, sahurun bitimine bir süre kalıncaya kadar kan görmezse sadece abdest alırve namazını kılar. Çünkü üç günü doldurmayan o kan âdet kanı sayılmaz. Sonunda bırakacağı süre ise normal yıkanıp bir namaz kılabileceği kadar süredir. Bu durumda namaz için vaktin sonunu beklemek farzdır. Ama üç gün dolduktan ve fakat âdeti tamamlanmadan önce kanın kesilmesi ve yıkanması duiumunda ise namaz için vaktin sonunu beklemek farz değil, müstehap (hoş görülen olur) (38. md. bak).

Kanın kesilmesi dunimu lohusalıkta da her konuda aynen âdette olduğu gibidir. Ancak Lohusa, geçen günlerin azına çoğuna bakmadan kanın her kesildiğinde yıkanır. Bu farzdır. Çünkü lohusalığın en az sınırı yoktur.

Kanın Sürekli Akması Durumu


a) Düzgün Âdetlide (Mu`tâde`de):


Kanın sürekli akması yani, en çok süresi olan on günü geçmesi duiumu, düzgün âdetlide olursa, temizliği ve âdeti, her hükümde, önceden olduğu gibidir. Ancak temizliği altı aydan fazla idiyse bu durumda altı aydan biraz az olarak hesaplanır.

Meselâ:

a) Her ayın ilk altı gününde âdetli kalan, yirmidört gününü temiz geçiren,

b) On gün âdetli 179 gün, yani altı aydan biraz da olsa az temiz geçiren,

c) On gün âdetli, bir yıl temiz geçiren üç kadın düşünelim.

Bunlardan kanın kesintisiz akması durumunda; birincisi âdeti olduğu üzere her ayın ilk altı günü kendisini âdetli sayar, altı gün dolunca yıkanır, kalan yirmidört günü temiz gibi davranır. Ikincisi de yine aynen kendi âdetini uygular. Üçüncüsü ise on gün âdetli ve altı aydan bir anlık az bir süre temiz olarak davranır. Ta ki, böylece hamilelik temizliği ile âdet temizliği birbirniden ayrılmış olsun. Çünkü hamileligin en az süresi altı aydır.

Bu durumda âdet on gün, temizlik ise iki ay olarak hesaplanır diyenler de vardır, ama dayanagi güçlü olan yukarıda söylenendir.

b) Ilk Âdet Görende (Mübtedie`de):


Kanın sürekli akması durumu âdeti yeni başlayanda olursa dört ihtimal düşünülebilir:

a) Kan, ergin olur olmaz akmaya başlamış ve devam etmiş olabilir.

b) Normal bir kan ve normal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş olabilir,

c) Anormal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş olabilir,

d) Normal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş olabilir. Yeni başlayanda (mübtedie) bir başka ihtimal düşünülemez.

a) Ergin olur olmaz sürekli kan görenin âdeti, devamlı kanın başlangıcından itibaren on gün, temizliği ise yirmi gündür. Kan devam ettiği sürece hesabı böylece yerleşmiş olur. Lohusalığı ise kırk gündür. Arkasından yirmi gün temiz sayılır. Çünkü lohusalığın hemen arkasından âdet kanı gelrriez. Onun arkasından da on gün âdet sayılır ve bu şekilde devam eder.

b) Yeni başlayan normal bir kan normal bir temizlik gördükten sonra sürekli kan görmesi halinde, düzgün âdetli (mu`tâde) olmuş olur ki, onun hükmü daha önce geçti.

Meselâ; ergin olabilecek yaşa gelmiş bir kız beş gün kan, arkasından da kırk gün temizlik gördükten sonra kan sürekli akmaya başlasa âdeti böylece yerlesir. Bu durumda sürekli kanın ilk beş günü âdeti, onu izleyen kırk günü ise temizliği olmuş olur ve kan sümükçe bu da böylece devam eder.

c) Anormal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli kan gören, ilk kan gördüğü andan itibaren sürekli kan görmüş sayılır. Çünkü iki kan arasındaki eksik yani, onbeş günden az olan temizlik de, kanın sürmesi hükmündedir. Yani sürekli kanın ilk on günü -temizlik eksik olduğundan hükmen sürekli de olsa- âdeti, onu izleyen yirmi gün de temizliği olmuş olur ve hesabı böylece yerlesir.

d) Normal bir kan ve anormal bir temizlikten sonra sürekli kan görenin âdetinde, gördüğü temizlige değil de normal kana itibar edilir.

Meselâ; beş gün kan, arkasından ondört gün temizlik gördükten sonra sürekli kan gelse, âdeti beş, temizliği ise ayın geri kalani, yani yirmibeş gün olur. Dolayısı ile temizliği sürekli kan gelmeye başladıktan sonra onbir gün daha sürer ki, yirmibeş gün doldurulmus olsun.

KADINLARLA ILGİLİ KANIN VE TEMİZLİĞİN ÇESİTLERİ
a)Kan ve Çeşitleri Kadınlara özgü üç türlü kan vardır:

1. Âdet kanı (hayız),

2. Lohusalık kanı (nifas),

3. Hastalık kanı (istihaza).

Bunların herbiri kendi başlığı altında detaylıca incelenecektir.

Dübürden gelen kan bu üç kanın dışında bir kandır. Dolayısı ile âdet kanı da değildir. Bu durumda cinsel ilişkide bulunmalarında sakınca yoksa da bulunmamaları ve kan kesildiğinde kadının yıkanması (tibben) güzeldir (Müstehap).

Dokuz yaşını doldurmamış kız çocuklarından ve hamilelerden gelen kan da âdet kanı değil, hastalık kanıdır. Birincisini hastalık (istihaza) kanından ayınp "fesat kanı" diyenler de vardır, ama doğru olan hastalık (istihaza) kanı olmasıdır.

Hünsa`dan (hem erkek hem kadın alâmetleri taşıyan, erdisi, erselik) kan gelmesi halinde, ersuyunun (meninin) da gelip gelmediğine bakılir; geliyorsa, kana değil er suyuna itibar edilir ve erkek sayılır. Kan da, sıradan bir hastalık kanı olmuş olur. Çünkü kanın başka kanlarla karısınıası ihtimalı vardır ama ersuyunun başka şeyle karışma ihtimalı yoktur.

Âdette üç günden az ve on günden fazla, lohusalıkta ise kırk günden fazla olmayan ve her iki ucunda hükmen de olsa başka kan bulunmayan kan, normal (sahih) kandır.

Çünkü üç gün âdetin en azı, on gün en çoğu, kırk gün ise lohusalığın (nifasin) en çoğudur. Kanın bu sınırları içerisinde kalması, gerçekten olabileceği gibi hükmen de olabilir. Meselâ âdette üç ilâ on gün arası gelen kan gerçek anlamda normal kandır. On günü aşan kan ise aslında sınırı astığı için anormal (fasit) kandır, ancak ilk on günü hükmen (sahih) kanıdır.

Kanın iki ucunda başka kan bulunması:

a) Ya uçlarından birinde,

b) Ya da her ikisinde kan bulunan bir temizlik bulunmasıyla olur.

Birinciye örnek: Ilk âdet gören (mübtedie), bir gün kan, ondört gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse, bütün bunların ilk on günü âdeti sayılır ve birinci ucunda, yani başlangıcında kan bulunduğu için bu anormal bir kandır. Ikinciye örnek: Düzgün âdetli (Mu`tâde), âdetinden önce bir kan görse, sonra on gün temizlik ve bir gün kan görse bu temiz geçen on günün -eğer eski âdeti günlerine rastlıyorsa- hepsi, rastlamiyorsa rastladığıkadarı âdettir.

Kadından gelen ve normal (sahih) kanın bir önceki maddede belirlenen özelliklerini taşımayan kan anormal (fasit) kandır.

Anormal (fasit) kan, aynı zamanda hastalık kanı, yani istihaze olmuş olacağından, çeşitlerinin neler olduğunu kendi başlığı altında görecegiz.

Temizlik ve Çeşitleri

Genel (mutlak) anlamda temizlik, kadının âdetli ve lohusa olmaması halıdır.

Normal (sahih) temizlik; onbeş günden az olmayan, kendisine kan karışmayan ve iki normal kan arasında bulunan temizliktir.

Meselâ; ilk âdet gören, onbir gün kan ve onbeş gün temizlik görse, sonra kanı sürekli akmaya başlasa, bu ilk gördüğü kan, on günü astığı için anormal (fasit) bir kandır. Temizlik ise görünüşü bakımından normal (sahih) bir temizliktir. Çünkü onbeş gün hiç kan görülmemiştir. Fakat manası bakımından ise anormal (fasit) bir temizliktir. Çünkü kanın onbirinci günü âdetten sayılmayacağından temizlige karısınıistir ve hüküm bakımından temizliktendir:

Normal temizliğin iki normal kan arasında bulunması; iki hastalık kanı arasında, veya bir lohusalık ve bir hastalık kanı arasında veya tek bir lohusalığın iki ucu arasında bulunmamasıyla olur.

Anormal (fasit) temizlik ise belirtilen niteliklerde normal temizlik gibi olmayan ve Lohusalıkta kırk günden önce arada bulunan temizliktir. Bu durumda başta ve sonda bulunan kanın az ya da çok olması hükmü değiştirmez.

Bu söylediğimiz Imam Ebu Hanife`nin görüşüdür. Imam Muhammed ve Imam Ebu Yusuf ise: Lohusalıkta arada bulunan temizlik, onbeş gün ya da daha fazla ise ve ondan sonra gelen kanın, me`sela en az üç gün olmakla âdet kanı olması mümkün ise, bu temizlikten önce gelen kanın Lohusalık, sonra gelen kanın Lohusalık, sonra gelen kanın ise âdet kanı olduğu görüşündedirler.

Tam temizlik: ister normal (sahih), isterse anormal (fasit) olsun, onbeş gün ve daha fazla süren temizliktir.

Eksik temizlik, onbeş günden az olan temizliktir ve anormal temizlik cinsindendir. Dolayısı ile sürüp giden kan gibidir. Iki, kan arasını. kanlar ister az ister çok olsun, açmis sayılmaz.

Meselâ: Ilk âdet gören; bir gün kan, ondört gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse ilk on günü âdet sayılır. Düzgün âdetli, âdetinden önce bir gün kan, on gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse, temiz geçen bu on gün, eğer âdeti o kadarsa âdet sayılır. Âdeti o kadar değilse çakistigi kadarı âdet sayılır.

Lohusalıkta da durum aynıdır. Yani doğum yapsa ve kan kesilse, kırkinci gün tekrar aksa, temiz geçen otuz dokuz gün devam etmiş hükmündedir.

Temizliğin en çoğunun sınırı yoktur. Ömür boyu devam edebilir. Ancak kanın sürekli akması halinde bir âdet belirleme ihtiyacı duyulması durumu hariçtir.


26 Temmuz 2018 Perşembe

Allah'ın varlığının başı ve sonunun olmaması ve samed ismi ne demektir?

Cevap:
Akıl, varlık için bir ilk sebebi zorunlu görüyor ve bu ilk sebebin "ilk" olabilmesi için evvelinin ve sonunun olmaması, varlığının kendinden ve zorunlu (vâcibu'l-vücud) olması gerekiyor. Başı ve sonu olan -bizim gibi- varlıkların fiilen var olması, bir yandan yok olurken (daha doğrusu değişirken) bir yandan varlık alemine gelenlerin bulunması aklı bu sonuca götürüyor. Samed de, "her şey var olmak için kendine muhtaç olan ama kendisi başka hiçbir şeye muhtaç olmayan" manasına geliyor.


25 Temmuz 2018 Çarşamba

Tekfir Bedavet ve Haricilik belirtisidir-Faruk Beşer


...Küfür/inkâr Allah'ın egemenliğini kabul etmemektir, en büyük suçtur. Birisini tekfir etme, yani ona kâfir deme, Allah'ın egemenliğini kabul etmiyor, o halde O'nun mülkünde yaşama hakkı yoktur demektir. Bu da çok büyük bir suçlamadır. Eğer kişi bu suçlamada isabet etmemişse kendisi bu kadar büyük bir suç işlemiş demektir. Onun için Hz. Peygamber (sa): “Kim kardeşine 'kâfir' derse ikisinden biri öyledir. Dediği doğru ise doğrudur, değilse küfür kendisine döner” (Müslim). Ama Nevevî bu hadisi şerifi açıklamakta zorlanır. Çünkü evet, birine kâfir demek büyük günahtır, ama büyük günah insanı dinden çıkarmaz, öyleyse bunu söyleyen isabet etmediğinde kendisi nasıl kâfir olur? O halde şöyle demeliyiz: Tekfircinin hükmü budur ama böyle söyleyen birisine de sen kâfir oldun diyemeyiz. Belki bu sözü ve fiili küfürdür diyebiliriz.

İslam'ın en net yaşandığı Selef asrında tekfir hastalığı yoktur. Onlar insanları küfre değil imana nispet etmeye çabalamışlardır. Cemel Vakasında ve Sıffîn Savaşında her iki tarafta da sahabe, hatta Aşere-i Mübeşşere'den (Cennetle müjdelenenlerden) insanlar vardır. Ama taraflardan hiçbiri diğerini tekfir etmemiştir. Tekfir hastalığı Haricilerle birlikte başlamıştır. Onlar Hz. Ali ve taraftarlarına, 'siz bir hakem kabul etmekle Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hüküm vermeyi kabul etmiş oldunuz. Böyle olanlar kâfirlerin ta kendileridir' dediler ve ayrıldılar. Bu elbette sığ bir düşüncenin, ayeti anlamamanın ve Bedavetin sonucudur. 'Bedavet', yani Bedevilik/A'rabîlik ruhu ve kabalığı taşıma. Allah buyurur ki, 'A'râbiler küfür ve nifakta çok şiddetli ve Allah'ın elçisine indirdiğinin sınırlarını anlamamaya en layık insanlardır' (Tövbe 9/97). Bu ayet son gelen ayetlerdendir ve bu işin sürüp gideceğine işaret eder.
Selef, Sahabe ve Tabiîn asrıdır, biz onlara henüz bozulmamış sağlam akidelerinden ötürü 'Selef-i Salihîn' deriz. Şimdilerde birileri kendilerini ismen onlara nispet ederken onların karşısındaki A'rabîler gibi davranmaları çok düşündürücü değil mi?

Ehli Sünnet âlimlerinin kendileri gibi düşünmeyen Mutezile'yi ve Şia'yı/Rafizîleri tekfir etmekten kaçınmaları bizim için ölçüdür. Oysa Rafizîler Sahabe'nin bile kahir ekseriyetini tekfir ederler. Yukarıdaki hadisi şerif açısından bakıldığında bu da çok düşündürücüdür.

Ebu Hanife, oğlu Hammâd'ı kelam konularında tartışmaktan men edermiş. Oğlu kendisine, siz de aynı tartışmaları yapıyorsunuz da bize neden yasaklıyorsunuz? dediğinde, Ebu Hanife'nin cevabı anlamlıdır: “Biz tartışırken karşımızdakini suçlamaktan o kadar korkuyoruz ki, sanki başımızda kuş var da uçacakmış gibi davranıyoruz. Ama bakıyorum siz tartıştığınız insana galip gelip onu hatalı göstermeye çalışıyorsunuz”. İmam Şafiî de buna benzer muhteşem bir söz söyler: “Her ne zaman birisiyle tartışmış isem hep onun haklı çıkmasını temenni etmişimdir. İki sebepten dolayı; biri, ben değil de o haklı çıkarsa demek ki ben yeni bir hakikat öğrenmiş olacağım. İkincisi, ben haklı çıkma gururuna kapılmamış olacağım diye”....

Yazının tamamı için:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/tekfir-bedavet-ve-haricilik-belirtisidir-2023393

24 Temmuz 2018 Salı

*** EYYAM-I BİYZ ORUCU


Eyyam-ı Biyz adı verilen ve kameri ayların 13, 14, ve 15. günleri yarın başlıyor.

Bu sünneti yerine getirmek isteyenler 
 26 Temmuz Perşembe, 27 Temmuz Cuma 28 Temmuz Cumartesi  günlerini oruçlu geçirmeliler.

Her hicri ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmak sünnettir. Nitekim Hz. Hafsa radıyallahu anha diyor ki:

«Dört şeyi Resûlüllah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hemen hemen hiç terketmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce'nin ilk on gününün oru­cu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından ön­ce iki rek'at namaz...» (Ahmed bin Hanbel, Nesâi)


Allah kabul etsin.