Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, iman ahlakının önemli bir bahsi olan ve Hz. Peygamber’in (sas) küçük şirk diye isimlendirdiği riya hastalığını anlattı. “Akıbet Karartan Bir Hâl Küçük Şirk Riya” başlığında bu manevi hastalığın muhtevası, sebepleri ve tedavisi üzerinde durdu.
Dersten Cümleler
Nefis, insanın içindeki tağuttur.
Şirkin çeşitleri:
1. Şirk-i istiklâl
2. Şirk-i teb‘îz
3. Şirk-i takrîb
4. Şirk-i taklîd
5. Şirk-i esbâb (Yeni İlm-i Kelâm, c. 2, s. 102-103)
Muhtevasına göre şirkin çeşitleri:
1. Hâkimiyet Şirki
2. Velayet Şirki
3. Tevessül / Vesile Şirki
4. İstiğaze / Yardım Dilenme Şirki
5. İtaat Şirki
Türleri açısından şirk:
1. Büyük Şirk
2. Küçük Şirk
Yada;
1. Açık Şirk
2. Gizli Şirk
Hüküm açısından büyük ve küçük şirkin farkları:
1. Büyük şirk kişiyi dinden çıkartır. Küçük şirk ise kişiyi dinden çıkartmaz.
2. Büyük şirk, kişinin ebedi olarak cehennemde kalmasına sebeptir. Küçük şirk ise kişinin cehenneme girse dahi ebedi olarak kalmasına sebep olmaz.
3. Büyük şirk bütün iyi amelleri boşa çıkartır, küçük şirk ise bütün amelleri boşa çıkartmaz. Sadece küçük şirkin karıştığı ameli yahut ta sadece dünya için yapılan ameli boşa çıkartır.
4. Büyük şirk sebebiyle can ve mal mubahtır, ama küçük şirk sebebiyle bunlar mubah olmaz.
5. Büyük şirk koşan bir kimse ile müminler arasında katıksız bir düşmanlık gerekir; Müminlerin böyle bir kimseyi sevmeleri ve onu veli edinmeleri caiz değildir.
Mahmud b. Lebid (ra) isimli sahabî efendimizin bize naklettiği bir hadis…
“Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.”
Ashab-ı Kiram dediler ki: “Ya Resûlallah! Küçük şirk nedir?”
Resûlullah (sas) buyurdular ki: “Riyadır. Başkalarına gösteriş için ibadet yapmaktır. Allahu Teâla, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibadet yapanlara şöyle der: “Ey Riyakarlar! Dünyada kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?” (Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, c.5, s. 428)
“Riyanın en azı bile şirktir.”
Şeddad b. Evs isimli sahabi efendimiz naklediyor. Efendimiz (sas) bir gün şöyle buyurdu: “Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: Gizli şirk ve gizli şehvet.” Sahabe, dehşete kapıldı ve sordu: “Ey Allah’ın Resulü! Senden sonra ümmetin Allah’a ortak mı koşacak?” Efendimiz (sas) buyurdular ki: “Evet, ama onlar Güneş’e, Ay’a, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar!” (Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, c. 4, s. 124)
İffet, hududullaha riayet ederek yaşamaktır.
Riya, sözlükte “görmek” anlamına gelen “re’y” kökünden türeyen, “gösteriş” manasına gelen bir kelimedir.
“Dünyada en aziz şey ihlastır; riyayı kalbimden söküp atmak için ne kadar çok gayret ediyorum. Buna rağmen riya kalbimde, başka bir renkte bitmektedir.” Yusuf b. Hüseyin Kirmastî (ö. 900/1494)
Üç soruya cevap aranmalı:
1. Kur’an ve Hadisler ışığında Riya nedir?
2. İnsan neden riya hastalığına kapı açar?
3. Bu sinsi hastalıktan kurtulma yolları nelerdir?
Bakara Sûresi 264, Nisa Sûresi 38, Enfal Sûresi 47, kavram olarak; Nisa Sûresi 142, Maun Sûresi 107 ise fiil olarak riyayı doğrudan ele alır.
Kur’an ve Hadisler ışığında Riya nedir?
1. Riya, güzeli çirkin; tayyibi habis yapan bir ameldir.
2. Riya, “debîbü’n-neml/geceleyin yürüyen karıncanın ayak izi” gibi, gizli ve sinsi bir hastalıktır.
3. Riya, fıska, nifaka ve küfre insanı düşüren bir felakettir.
4. Riya, ‘desinler, demesinler, dediler, demediler, diyecekler’ şeklinde hayatı yaşamaktır.
5. Riya, Allah’ın (cc) hukukunu korumamak ve haddi aşmaktır.
6. Riya, basit ve küçük karşılıklara talip olup, değerli ve büyük mükâfatları kaybetmektir.
7. Riya, Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle, amelde ihlası terk etmektir.
8. Riya, iç-dış uyumsuzluğu; kalp-dil çatışması, ruh-madde ayrışmasıdır.
9. Riya, mutlak manada kurtuluşun, akıbetin hayr ile neticelenmesinin en büyük manisidir.
10. Riya, Allah’ın yapılan amelleri sahibinin yüzüne çarpıp, kabul etmeyeceği bir durumdur.
“Malını gösteriş için harcayan insanın durumu “safvanın aleyhi turab” üzerinde biraz toprak bulunan büyük bir kayaya benzer. (Dışarıdan bakan o toprağa aldanarak, o kayayı verimli bir arazi zanneder.) Ama üzerine biraz yağmur isabet edince o yağmur toprağı alır götürür, geriye sadece kaya kalıverir.” (Bakara Sûresi, 2/264)
“Rabbim şöyle ferman buyurdu: “İşlediği bir amelde benden başkasını bana ortak koşan kişiyi de, onun şirkini de reddederim/asla kabul etmem!” (Müslim, Zühd, 46; İbn Mâce, Zühd, 21)
İnsan neden riya hastalığına kapı açar?
1. İman zaafiyeti
2. Takdir edilme isteği
3. Tenkit edilme korkusu
4. Menfaat elde etme arzusu
5. Elindekileri kaybetme endişesi
Bu sinsi hastalıktan kurtulma yolları nelerdir?
1. İhsan ve İhlas ile örülü bir kulluk
2. Muhasebe ve kalp ayarına dikkat edilen bir bilinç
3. Beklentisiz ve pazarlıksız bir hayat
4. Salih ve sadıklarla beraber olunan bir meclis
5. İltica ve dua ile süren bir yürüyüş
“Riyanın Devası İhlas, İhlasın Kaynağı İhsan”
“Allah’ım! Beni halkın nazarında üstün/büyük, kendi nazarında alçak/küçük eyleme” (Müslim, Zühd, 14; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 174)
“Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyaya girer.” (Bediüzzaman, Lem’alar)
Akıllı adam, dünya ile tatmin olmayan adamdır. Akıllı adam, mükâfatını, ecrini, ücretini, ahirete bırakan adamdır.
“Ya Resulullah! Bir adam hayır adına bir iş yapsa ve bunun üzerine halk onu övse, ona teveccüh gösterse böyle bir adam hakkında ne buyurursun?”
Efendimiz (sas) dedi ki: “(Beklenti içerisine girmeden) Aldığı bu tarz karşılıklar o müminin acil müjdeleridir, yani dünyada aldığı bahşişlerdir.”(Müslim, 2642)
“Ey insanlar! Şirkten/riyadan kaçınınız, çünkü o karıncanın taş üzerinde bıraktığı izden daha gizlidir!”
“Ey Allah’ım! Bildiğimiz halde şirk koşmaktan sana sığınıyoruz. Bilmediklerimizden ötürü de senin affını talep ediyoruz! deyin” buyurdu.” (Ahmed, el-Müsned, c. 4, s. 403)
Uhud’dan bir tablo: Abdullah b. Cahş ve Kuzman b. Haris
Videoyu dinlemenizi tavsiye ederim:
http://www.siyervakfi.org/akibet-karartan-bir-hal-kucuk-sirk-riya-muhammed-emin-yildirim/
17 Şubat 2018 Cumartesi
Şehitliği ne zannediyoruz?
Şehitlerin gerçekte ölmediklerini, bu dünyanın sıkıntılarından uzak, nimetler içerisinde yaşamakta olduklarını Kuranıkerim söylüyor ve bu kadarını herkes biliyor (Bkz. Âl-i İmran 171-72). Demek ki, şehitler bizim bildiğimizden başka bir varlık düzeyinde hayatlarını sürdürüyorlar..
..Allah yolunda, iyi bir niyetle ve savaşırken ölen şehit yıkanmaz, üzerindeki kanlı elbisesi çıkarılmaz ve öylece defnedilir. Çünkü o şehadetle öyle arınmıştır ki, kimsenin onu temizlemesine ihtiyacı yoktur. Hem hakikaten hem de ona uygulanacak hükümler bakımından, yani hükmen şehit budur. Ama böyle kanlı elbisesiyle defnedilmediği halde Allah katında şehit derecesini kazanan başka şehitlerin olduğunu da yine Resulüllah (sa) haber vermektedir. Mesela ‘karın ağrısı, taun (veba, kolera, verem, kanser) göçük altında kalma, yırtıcı hayvanlarca parçalanma, suda boğulma, yanarak ölme, doğum yaparken ölme’ gibi sebeplerle ölenlerin de şehit sevabı alacağı bildirilmiştir. Bu ölümlerin şehitlik vesilesi olmasının hikmeti, Allahualem, şudur: Eskiden bunlara müptela olanların öleceği kesin görülüyordu. Bugün için kanseri düşünelim, yakalanan birisi artık adım adım ölüme gittiğini bilmektedir ve dünya onun gözünde küçüldükçe küçülmektedir. Yanı başındaki herkes hiç ölmeyecekmiş gibi yiyip içip eğlenirken o her an ölümü beklemekte ve eğer Allah’a imanı varsa günahlarını hatırlayıp onlardan sürekli bir tövbe hali yaşamaktadır. Bu hal onda günahtan eser bırakmaz ve şehit sevabına denk sevap alır. Nitekim Resulüllah’a bir gün şehidin neden kabrin fitnelerine maruz kalmayacağı sorulduğunda o şöyle buyurmuştu: ‘Savaşırken başının üzerindeki kılıç şakırtıları fitne olarak ona yeter de ondan’. Yani o ölümün ayak seslerini her an duymaktadır. Bu tür hastalıklar da böyledir. Ölümle boğuşma insanı ölmeden önce temizler. Onun için Resulüllah Efendimiz (sa) ‘lezzetleri darmadağın eden ölümü çok hatırlayın’ (Tirmizî, sahih-l) buyurmuştur. Bugün bize şehit olmanın, Allah yolunda ölmenin çok zor gelmesi, dünyaya dalmış olmamız ve ölümü hatırlamak istememizdir.
Şehitlikle ilgili olarak şunları da bilmeliyiz:
Şehit olmayı candan isteyen birisinin, yatağında iken ölse bile şehit olarak öleceğini yine Resulüllah haber verir (Müslim)...
..Şehit için yine buyurulur ki, ‘vefat edip cennetteki yerini gördükten sonra, dünyanın tamamı bile kendisine verileceği söylense dünyaya tekrar dönmek isteyen kimse olmaz. Ama şehit öyle değildir. O şehitlikle elde ettiği karşılığı görünce onlarca kez dünyaya dönüp her seferinde şehit olarak ölmeyi arzular’ (Buhari, Müslim)...
Yazının tamamı için:
16 Şubat 2018 Cuma
Evlatlık almak
Soru:
Çocuğu olmayan bir aile evlatlık alma niyetinde, kadın 50 yaşına geldiğinde çocuk ergenlik çağına girmiş olacak. O yaşta, aldığı çocuğun kendisine mahrem olup olmayacağını merak ediyor ve ona göre çocuk alacaklar.
Cevap:
Evlatlık almak ancak bir çocuğu himaye altına alıp ona bakmak, yetiştirmek, kol kanat germek, ölmeden ona mal bağışlamak... mânasında olur. Çocuğun kendi ana babası ile soy ilişkisini keserek kendi kütüğüne kaydettirmek ve mirasçı kılmak mânasında evlat edinmek caiz değildir.
Sevgili Peygamberimiz, özellikle yetimlerin himaye altına alınmasını teşvik etmişlerdir. Çok çocuklu ve yoksul ailelerin çocukları için de bu teşvik geçerlidir.
Himaye altına alınan, aile içinde bakılan, yetiştirilen çocuk (nikah düşmeyecek kadar) yakın akraba değilse yabancıdır, namahremdir. Erkek veya kız olma durumuna göre ev içinde örtünme, başbaşa kalmama, dokunmama gibi sınırlara riayet edilmesi gerekir.
İmanın tabiatı ve haber-i vahidin akidedeki yeri meselesi-Faruk Beşer
Meselenin esası şu: Sahih olsa bile tevatür derecesine ulaşmayan hadislerle bildirilen şeylere iman etmek gerekli midir? ...
..İman bir kesin bilgi meselesidir. Şüphe ile iman olmaz. Kesin bilgi ya akılla oluşur; bir şey parçalarından büyüktür, ikinin yarısı birdir gibi. Ya duyularla oluşur; şu çiçek sarıdır, şu da kırmızıdır gibi. Ya da yalan olma ihtimali bulunmayan haberlerle oluşur. Bizde bunlara bilginin kaynağı değil, yolları ya da vasıtaları denir. İlk ikisi imanın değil, aklın, bilimin ve tecrübenin alanıdır. Dinin asıllarını, usulü’d-dini ve imanı öğreten bilgi ise üçüncüsüyle elde edilir.
Kuranı kerim’deki bilgilerin doğruluğu önce, hayatında hiç yalan söylemeyen birinin, yani Resulüllah’ın onun Allah’tan aldığı vahiy olduğunu söylemesiyle, sonra da insanların ona iman etmesiyle gerçekleşmiştir. Elbette kırk yaşına kadar hiç yalan söylemeyen birisinin ondan sonra söyleme ihtimali vardır. Ama hayatının sonuna kadar hiç söylememiş olmasına ilaveten, kendi dillerinde gelen bu kitabı duyanların onun beşer sözü olamayacağını gösteren icazını görerek ona iman etmiş olmaları müminler nezdinde onu kesin bilgi haline getirmiştir. O halde Kuranı kerim’in otoritesi ve kesinliği tecrübe, akıl ve iman iledir. Sadece tecrübe ve akılla olsaydı o zaman dinin gayb ve iman boyutunun bir anlamı kalmazdı.
Sünnetin otoritesi, yani kesinliği ve bağlayıcılığı ise önce Kuranıkerim’in ona uyulmasını istemesi, sonra da onunla ilk muhatap olan müminlerin onun lüzumunda ittifak etmeleriyledir. Arkadan gelenler de bu ittifakı/icmaı sürdürmüşlerdir.
Kesin bilgi oluşturmada üçüncü sırada icma vardır. Kuranıkerim’le ve Sünnetle tanışan ilk Müslümanların, yani sahabenin, dinin sabite alanında, yani aklın, bilimin ve içtihadın konusu olmayan akide ve ibadetler alanında, bu iki kaynağa, yani Kuran’a ve Sünnete göre bu mesele böyledir diye üzerinde ittifak etmelerine icma denir. Müslümanlar için bilimin ve aklın alanı dışındaki icma da kesin ve bağlayıcı bir bilgidir. İcmaın otoritesi, ise Kuranıkerim’in ve Sünnetin işaretleriyle ve yine bu işaretler üzerinde gerçekleşen icma iledir. Yani icmaın sadece kendisi ile değildir.
Bu üç kaynaktan sonraki bilgiler iman açısından ilim, yani zorunlu bilgi ifade etmezler.
Sünnet uyulması gereken kesin bilgi olmakla beraber kesinlik ifade edebilmesi için onun bize tevatürle, yani yalanın sızma ihtimali olmayacak bir yolla ulaşması gerekir. Böyle olmazsa Sünnet zorunlu bilgi oluşturmaz, ancak çeşitli kademeleriyle ‘zan’ oluşturur. Müçtehitlerin Kuranıkerim’e ve Sünnete dayalı içtihatları da yine zannî bir bilgidir, zorunlu bilgi değildir. Yani içtihatlar kesin bilgi oluşturmaz.
Zannın kademeleri şunlardır: Vehm, tahmin, za’m/zu’m, rayb, şübhe, şek ve zan. Bunların zan dışındakileri bilginin, kesinlik bakımından yüzde ellinin altındaki kademeleridir ve itibar edilmesi gereken bilgi adına bir şey ifade etmezler. Bazen bunların her birine zan dense bile ıstılah olarak zan bilgi derecesi bakımından yüzde ellinin üstündeki bir ihtimali ifade ettiği için çoğu zaman hesaba katılmak zorundadır. Yüzde doksanlardaki bir bilgi, zan olma noktasını yukarı geçmiş ve itminan derecesine ulaşmıştır. Yüzde yüz olursa ‘ilim’ olur, imanı oluşturur ve aksine düşünmek caiz olmaz. Yakîn de bunu ifade eder. Marifet ise bilginin genel adıdır ve hepsi için kullanılabilir. Bazen mutlak bilgi anlamında ‘ilim’ de hepsi için kullanılabilir olmakla beraber, kavram olarak ‘ilim’, yakîn bilgidir ve marifetten üstündür. Bilahare ‘marifet’ tasavvufta sezgi, dini tecrübe ve işrak ile oluşan kalbi yakîne ad kılınmıştır.
Konumuza dönelim: İman esaslarını belirleyen bilgilerin gayba ait ve zorunlu bilgi oluşturacak düzeyde olması şarttır. Bu da tevatürle gelen bilgilerle olur. Onun için imanın altı şartı vardır denir. Çünkü inanmamız gereken bu altı şeyin dinin esası olduğu mütevatir haberlerle sabittir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahirete ve kadere iman. Gayba, yani sadece imanın konusu olan şeylere ilişkin bunun dışında da pek çok konu vardır, ama onlara inanmak imanın olmazsa olmaz şartı sayılmamıştır. Ancak iman için şart olmamaları, olmadıkları anlamına gelmez. İşte bizim üzerinde duracağımız alan da burasıdır. Acaba imanın bulunması için şart sayılmayan konulara iman etmemiz gerekmez mi? Ya da onlara yok diyebilir miyiz? Bu meselenin din ıstılahındaki adı; haber-i vahidle akidenin oluşup oluşmayacağı meselesidir. Gelecek yazımızda işte bu önemli meseleyi anlatacağız.
15 Şubat 2018 Perşembe
Şeriatsız tasavvuf olmaz
..Resulüllah Efendimiz arkadaşlarına şöyle buyurdu; ‘siz muhakeme olmak için bana geliyorsunuz, ama delil getirmede biriniz diğerinden daha dilbaz olabilir. Ben de onun konuşmasına bakarak onun lehine hüküm verebilirim. Ona hakkı olmayan bir şeyi vermişsem ateşten bir parça almış olur’ (Buhari). Yani Resulüllah bile mahkemeleşenlerin kalplerini bilmiyordu...
Bazı kabilelerin Resulüllah’ı aldatıp zarar vermek için ondan İslam’ı öğretecek muallimler istemeleri ve yetmiş kadar Kuran bilen sahabiyi pusu kurup öldürmeleri olayı meşhurdur. Resulüllah bundan o kadar üzülmüş ve etkilenmişti ki, bu kabilelere kunût ile iki ay beddua okudu, onlar da helak oldular. Medine gibi sekiz on bin nüfuslu bir kasabadan yetmiş tane seçkin insanın yok edildiğini düşünürsek olayın ne kadar vahim olduğunu anlarız. Hatta Enes, ben Resulüllah’ın bu kadar üzüldüğüne daha hiç şahit olmadım diyecektir. Resulüllah (sa) onların kalbindeki bu kötü niyetlerini bilmiş olsaydı bu kadar arkadaşını onlara kurban verir miydi?
Meselenin kerametle alakası
Ehlisünnet akidesine göre keramet haktır. Ama keramet insana Allah’ın özel alanına müdahale edebilme gücü vermez. Kalbi bilmenin bir gayb meselesi olduğunu daha önce söylemiştik. Daha doğrusu başta Ebu Hanife olmak üzere âlimler kalpteki bilgilerin gayb olduğunu söylüyorlar. Allah da buyuruyor ki, ‘biz seçtiğimiz peygamberler dışında gaybı hiç kimseye bildirmeyiz’. O halde bunun için ‘bir keramet olarak Allah bildirirse bilir’ demenin bir anlamı kalmaz, çünkü eğer o bir gayb ise bildirmeyeceğini söylemiştir. Bu tıpkı, ‘Allah dilerse beni peygamber yapabilir’ demek gibidir. Çünkü o artık peygamber göndermeyeceğini, Hz. Muhammed’in (sa) peygamberlerin sonuncusu olduğunu söylemiştir.
O halde meseleyi bir tasavvuf meselesi olarak görüp savunmanın bir anlamı yoktur. Bilinir deyince tasavvufu kabul etmiş, bilinmez deyince inkâr etmiş olmazsınız. Eğer böyle bir inanç, insanı ilahlaştırmaya doğru götürüyorsa bunun doğrusunu anlamaya çalışmak da abesle iştigal olmaz. Ayetler, hadisler, âlimler, hatta Kuşeyri gibi sufi önderler (Bkz. Letaif, Ta-ha 7. Ayetin tefsiri) bilinemeyeceğini söylerken, bilinebilir diyenlerin, dinin delil saydığı hiçbir delilleri yoktur. Söylenenler sadece, falan zatın yanına gittim ve kalbimden geçenleri söyledi, gibi nakillerden ibarettir. Kendini bilen hiçbir tasavvuf büyüğü, mürşidi, ben sizin kalbinizi bilirim dememiştir, diyemez.
Bu konu dinimizin bizi imtihan ettiği bir konu değildir. Dolayısıyla bunu savunmada hamasi refleksler göstermeye de gerek yoktur. Din bu değildir, tasavvuf da bu değildir. Farzımuhal bilinir diyelim, bu bizim mükellefiyetlerimizden hangisini değiştirir? Aksine böyle ezoterik inançlar sadece insanı yoldan çıkarmaya yarar. Ayrıca bütün ihtimallerle böyle bir konuda zahirden yana olma dinimiz açısından ‘eslem tarik’tir, yani en garantili yoldur. İmam Rabbanî’nin şu tespiti burada da yol göstericidir: ‘Zahirle batın arasında bir çatışma varsa, batın bilgi atılır, zahir alınır. Farklılık kıl kadar olsa bile’.
Ayrıca mesele bir inanma/iman mesesi ise ki, başka bir şey olamaz, o zaman bundaki iman çizgisini belirleme noktasında mütevatir, dalalet çizgisini belirleme noktasında da en azından sahih rivayetlere ihtiyaç duyulur. Oysa değil mütevatir ve sahih, zayıf bir dini delil bile bize böyle bir bilgi vermez, hatta tam aksini söyler.
Şimdi tekrar gelelim işin keramet yönüne: 1990 yılı olabilir, rahmetli Mehmet Emin Er Hoca (ki, hem fakih hem sufi idi, yani âlim bir mürşitti) bizim Hadis Enstitümüzü ziyarete gelmişti. Kendisiyle uzun uzun sohbet yaptık, bu meseleyi ona da sordum. Söyledikleri beni ikna etti ve hala o kanaate devam ediyorum. Dedi ki: ‘Kalbi Allah’tan başka kimse bilmez. Ancak Allah’ın veli kullarına şöyle bir ikramı olabilir. Siz Allah dostu bir zatı ziyaret edersiniz, Allah ona bir ikram olarak sizin kalbinizdeki şeyi söylettirir. Siz de onun kalbinizi okuduğunu sanırsınız. Oysa onun sizin kalbinizde böyle bir şey olduğundan haberi bile yoktur, bu bir tevafuktur, ama aynı zamanda bir keramettir’.
İşte meselenin keramet yönü burasıdır.
Sonuç: Mezhepçilikten kurtulmadan mezheplerin nimet olduğunu anlayamayacağımız gibi, tasavvufumuza giren batıni/ezoterik inançları ayıklamadan da Hasan Basri, Abdullah bin Mübarek ve Abdülkadir Geylani gibi sufilerimiz olmayacak ve tasavvuf uçsuz bucaksız Batıniliğe doğru sürekli kayacaktır. Tasavvuf şeriatı en hassas çizgilerle yaşamaksa doğrunun yegâne ölçüsü şeriat olmalıdır. Bunun başka da bir izahı yoktur.
12 Şubat 2018 Pazartesi
Afrin’de ölenler şehit değil mi?
Şehitliğin çokça konuşulduğu ve muhtemelen çokça yaşandığı bugünlerde şehidin kim olduğunu bilmek de önem kazanıyor...
..Şehitlik dini bir kavramdır bu dünyadan çok öbür dünya ile alakalıdır. Bu sebeple asgari dürüstlük, o dünyaya inanmayanların şehit adını ve şehitlik payesini kullanmamalarını gerektirir. Demokrasi şehidi, laiklik şehidi, devrim şehidi olmaz. Hem öbür âleme inanmayacaksınız, hem de böyle ulvi bir duygu ile kendi batılınızı teşvik için insanları motive edeceksiniz, bu ikiyüzlülük olur.
Şehit Allah’ın katında alacağı sevap, ya da dünyada uygulanacak ahkâm bakımından iki çeşittir. Mesela birisine Allah katında şehitlik payesi verildiğini biz bilmeyebilir ve onu şehit saymayabiliriz, ama o gerçekte, yani Allah’ın hükmünde şehit olabilir. Aksine, birisini biz kendi ölçülerimizle şehit sayar ona şehit muamelesi yaparız ama o Allah katında böyle olmayabilir. Biz zahire, yani görüp bilebildiklerimize göre hüküm veririz, nihai hüküm Allah’ındır. Bu sebeple hiç kimsenin Allah katında kesin olarak şehit sayıldığını bilemeyiz. Çünkü bu büyük ölçüde savaşanların niyetleriyle de alakalıdır.
Ama dinin işte açık ölçüleriyle şehidin Allah yolunda savaşırken öldürülen mümin olduğunu biliriz. Resulüllah’a, peki ‘Allah yolu’nda olan kimdir, diye sorulduğunda, ‘Allah’ın sözü, yani hükmü, nizamı, kanunları en yüce olsun diye savaşandır’ buyurur...
.. O halde ülkemizi Allah için savunmamız gerekir. İslam adına yaşanan olumsuzlukları da ancak bu yolla ve her bakımdan güçlenerek kademe kademe azaltıp bir gün tamamen ortadan kaldırabiliriz…
İşte bunları ya da bunlara yakın düşünceleri yaşarken niyeti, dinini, ülkesini, vatanını, ırzını, namusunu ve onurunu Allah için korumak olan, bu sebeple savaşan mümin bir askerin Afrin’de ya da başka bir cephede vurulması onu gerçek anlamda şehit yapar. İşin hakikatini bilen ise sadece Allah’tır. Biz insanların niyetlerini bilemeyiz. O halde askerin bu duygularla bilinçlendirilip motive edilmesi de önemlidir ve gereklidir.
Dini ahkâm açısından biz şunu da biliyoruz. Resulüllah Efendimiz (sa) asabiyet, ırkçılık yani kavmiyetçilik adına savaşanların, bizden olmadıklarını ve savaşırken ölürlerse cahiliyet ölümüyle ölmüş olacaklarını haber veriyor. Cahiliyet ölümü şirk üzere ölümdür. Biz Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nde, Yemen’de, Filistin’de, Kûtü’l-amara’da ırk olarak değil, millet olarak, Türk, Kürt, Arap, Laz, Boşnak… hep beraber Allah için savaştık. Şimdi karşımızda İslam’ı tamamen reddeden ve bu özellikleri sebebiyle İslam’ı boğmak isteyenlerce de desteklenen kavmiyet savaşçıları var. Dolayısıyla sadece Kürtlük adına savaşanlar da, sadece Türklük adına savaşanlar da Resulüllah’ın bu beyanına muhataptırlar. Bu uğurda ve bu niyetle ölenlerin şehit olduğunu söyleyemeyiz.
İslam’ın şehitliğe bakış açısı budur. Başkaları başka türlü düşünebilir.
Yazının tamamı için:
11 Şubat 2018 Pazar
10 Şubat 2018 Cumartesi
Çocuklara Allah-u Teala'yı nasıl anlatalım?
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Çocuğun sorularına doğru, aynı zamanda basit ve açık cevaplar verilmeli. Size Allah'ı sorduklarında basit bir anlatımla Allah'ın bütün kullarına vermiş olduğu nimetlerden örnekler vererek (onların anlayacağı şekilde basitleştirerek belki birlikte resim çizerek) mesela tabiattan yararlanarak göğün direksiz nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine; çivi vazifesi gördüğüne, yeryüzünün nasıl yayıldığından bahsederek O'nun kudretini, merhametini, rızıklandırmasını yani sıfatlarını anlatmaya çalışabiliriz.
Basit bir anlatımla, sabırla, geçiştirmeden, kısa cevaplar şeklinde onların hem Allah-u Teala'yı tanımalarına hem de sevmelerine de vesile olursunuz.
Çocuğun sorularına doğru, aynı zamanda basit ve açık cevaplar verilmeli. Size Allah'ı sorduklarında basit bir anlatımla Allah'ın bütün kullarına vermiş olduğu nimetlerden örnekler vererek (onların anlayacağı şekilde basitleştirerek belki birlikte resim çizerek) mesela tabiattan yararlanarak göğün direksiz nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine; çivi vazifesi gördüğüne, yeryüzünün nasıl yayıldığından bahsederek O'nun kudretini, merhametini, rızıklandırmasını yani sıfatlarını anlatmaya çalışabiliriz.
Basit bir anlatımla, sabırla, geçiştirmeden, kısa cevaplar şeklinde onların hem Allah-u Teala'yı tanımalarına hem de sevmelerine de vesile olursunuz.
Çocukların en çok sordukları sorulara şu şekilde cevaplar verilebilir:
*- Allah ölür mü?
Ölüm yaratılmışlar için geçerlidir. Başlangıcı olan varlıkların sonu olur. Bu başlangıcı başlatan , var eden bir varlık olmalıdır. O da Allah'tır. O'nu var eden bir varlık olmadığı gibi O'nu yok edecek , ölümüne karar verecek, buna güç yetirecek bir güç de yoktur. Çünkü Allah, varlığı kendindendir. O'ndan başka herşeyin varlığı kendinden olmayıp Allah'a dayanmaktadır.
*- Allah nerede?
- Bu masa kendi kendine olur mu?
- Olmaz.
- Yani bunu yapan biri var, diyorsun.
- Evet.
- Şu giydiğimiz terlikler ve ayakkabılar da kendi kendine olmaz, değil mi?
- Olmaz.
- Onları kim yapıyor?
- Adamlar.
- Evet, adamlar yapıyor. Biz onlara ayakkabıcı diyoruz.Ayakkabı kendisini yapan ayakkabıcıya hiç benziyor mu? Ayakkabıcının ağzı, gözü, kulağı, ayağı, kolu var, yürüyor ve konuşuyor. Ayakkabıya bakıyoruz, kendisini yapan ustaya hiç benzemiyor, ne gözü var ne de kulağı, ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyor, değil mi?
- Evet.
- Basit bir masa ve ayakkabı kendi kendine olmazken, gökyüzünde gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve üzerinde yaşadığımız şu dünya kendi kendine olur mu?
- Olmaz.
- Demek onları yapan, yani yaratan biri var. Kimdir o?
- Allah.
- Evet, dünyayı ve üzerinde yaşayan canlıları yaratan yüksek bilgi ve güç sahibi Biri var ve biz Ona Allah diyoruz. Nasıl ayakkabıcı yaptığı ayakkabıya hiç benzemiyorsa, Allah da yarattığı varlıklardan hiçbirine benzemez. Yemek, içmek, uyumak, bir evde oturmak bize mahsus şeylerdir. Allah, bize benzemediği için bunlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur. Allah'ın varlığını biliyoruz, ama Onu göremiyoruz. Duyularımız, aklımız ve bilgimiz sınırlı olduğu için her şeyi göremez, her şeyi duyamaz ve her şeyi bilemeyiz.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
*- Allah nerede?
“Allah’ı görmemiz mümkün değil… Nasıl mı? Örneğin bana «hava»yı gösterir misin? Gösteremezsin… Çünkü gözlerimiz her şeyi göremiyor… Göremiyoruz, ama havanın varlığını her an her yerde hissediyoruz.
İşte bunun gibi, Allah’ın varlığını, her an her yerde hissediyoruz… Çiçekleri yaratışından hissediyoruz ki, hemen yakınımızda… Kuşları yaratışından hissediyoruz ki, bizimle beraber… O her an, her yerde… Nefes alırken, uyurken, uyanıkken, hep bizimle…”
İşte bunun gibi, Allah’ın varlığını, her an her yerde hissediyoruz… Çiçekleri yaratışından hissediyoruz ki, hemen yakınımızda… Kuşları yaratışından hissediyoruz ki, bizimle beraber… O her an, her yerde… Nefes alırken, uyurken, uyanıkken, hep bizimle…”
*- Allah kimdir? neye benzer?
Çocuğun bir çok sorularının cevabını Kuran'dan çıkarabiliriz; örneğin çocuğumuz bize Allah kimdir diye sorarsa şu âyeti ona okuyabiliriz:
"Allah gökleri ve yeri yaratan, gökten su indiren, onunla sizin için rızk olarak meyveler çıkarandır. O’nun emriyle denizde hareket etmesi için gemileri emrinize verdi, ırmakları emrinize verdi."[ İbrahim, 64. ]
"Allah gökleri ve yeri yaratan, gökten su indiren, onunla sizin için rızk olarak meyveler çıkarandır. O’nun emriyle denizde hareket etmesi için gemileri emrinize verdi, ırmakları emrinize verdi."[ İbrahim, 64. ]
*(şöyle bir örnek verebilirsiniz)
- Bu masa kendi kendine olur mu?
- Olmaz.
- Yani bunu yapan biri var, diyorsun.
- Evet.
- Şu giydiğimiz terlikler ve ayakkabılar da kendi kendine olmaz, değil mi?
- Olmaz.
- Onları kim yapıyor?
- Adamlar.
- Evet, adamlar yapıyor. Biz onlara ayakkabıcı diyoruz.Ayakkabı kendisini yapan ayakkabıcıya hiç benziyor mu? Ayakkabıcının ağzı, gözü, kulağı, ayağı, kolu var, yürüyor ve konuşuyor. Ayakkabıya bakıyoruz, kendisini yapan ustaya hiç benzemiyor, ne gözü var ne de kulağı, ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyor, değil mi?
- Evet.
- Basit bir masa ve ayakkabı kendi kendine olmazken, gökyüzünde gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve üzerinde yaşadığımız şu dünya kendi kendine olur mu?
- Olmaz.
- Demek onları yapan, yani yaratan biri var. Kimdir o?
- Allah.
- Evet, dünyayı ve üzerinde yaşayan canlıları yaratan yüksek bilgi ve güç sahibi Biri var ve biz Ona Allah diyoruz. Nasıl ayakkabıcı yaptığı ayakkabıya hiç benzemiyorsa, Allah da yarattığı varlıklardan hiçbirine benzemez. Yemek, içmek, uyumak, bir evde oturmak bize mahsus şeylerdir. Allah, bize benzemediği için bunlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur. Allah'ın varlığını biliyoruz, ama Onu göremiyoruz. Duyularımız, aklımız ve bilgimiz sınırlı olduğu için her şeyi göremez, her şeyi duyamaz ve her şeyi bilemeyiz.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
9 Şubat 2018 Cuma
3 Şubat 2018 Cumartesi
29 Ocak 2018 Pazartesi
25 Ocak 2018 Perşembe
24 Ocak 2018 Çarşamba
23 Ocak 2018 Salı
Tüccarlara Kur’an’dan ve Sünnetten Altın Kurallar
Büyük İslam Sosyologu İbn Haldun insanların geçim şekilleri ve kazanç yollarını başlıca dört kısma ayırır:
1- Zirâ’a (tarım, çiftçilik/maddi üretim)
2- Sınâ’a (ilim, kültür, el sanatları/manevi üretim)
3- Ticâre’ (alım-satım)
4- İmâre’ (emirlik, yöneticilik ve onların hizmetinde bulunanlar)
“İdeal bir tüccar nasıl olur? İdeal bir tüccarın vasıfları, hususiyetleri nelerdir?”
1- Rahmaniyet
2- Sıddıkiyet
3- Ehliyet
4- Kabiliyet
5- Semahat
“Gerek satıcı ve gerekse alıcı iken kolaylık gösteren kimseyi Allah (cc) cennetine koydu.” (İbn Mace, Kitabü’t-Ticarat, 28)
İki temel mesele…
1- Asla kimselere el açmamak, yaslanmadan helal daire içerisinde bakmakla yükümlü olduğu insanlara alın teri, göz nuru dökerek helal lokma götürmek.
2- Dinini, izzetini, iffetini muhafaza etmek için kimselere bağımlı yaşamamaktır.
Avf b. Malik’ten bir rivayet…
“Allah’ın Resulü’ne biat etmeyecek misiniz?”
“Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, Allah ve Resulü’ne itaat etmek ve -sesini biraz alçaltarak- hiç kimseden bir şey istememek üzere bey’at edeceksiniz!”
Hişam b. Amir oğlu, Sa’d b. Hişam, Hz. Aişe’nin yanında…
“Ey Annemiz! Bize Resulullah’ın ahlakından bahseder misin? O’nun ahlakı nasıldı?”
Hz. Aişe annnemize bir müddet sonra bir soru daha sorulur. Bu rivayeti de size Tirmizi’nin Birr babından aktarıyorum. Soruyu soran Ebû Abdullah el-Cedelî isimli bir zattır. Bu zat Tabiin neslindendir
“O, haddi aşan, sözlerinde ve fiillerinde taşkınlık yapan bir kimse değildi. Çarşıda/pazarda bağırıp, çağırmaz, kötülüğe kötülük ile karşılık vermezdi. Aksine, affeder ve hoşgörülü davranırdı.” (Tirmizi, Birr, 69)
KUR’AN’DAN İLKELER
Ey Müslüman Tüccar! Ticaretin kendine özgü bir heyecanı, gerginliği ve havası vardır. Daha çok kazanma tutkusuna kapılıp, sakın Allah’ı anmaktan, namazı ikâme etmekten, zekatı vermekten geri durmamalısın. Bir hak olan ölümü sürekli hatırında tutmalısın ki, kaymayasın, kaydırılmayasın, sarsılmadan istikamet üzere yürüyebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! İman ettiğin Rabbinin, dilediği kimseye rızkı genişlettiğini, dilediğine ise sadece yetecek kadar verdiğini hatırından çıkarmamalısın. Sana düşen vazife yeryüzünde rızkını aramak için gayret etmek ve ter dökmektir. Beşer olarak elinden geleni yapmalı, neticeyi ise Rabbine bırakmalısın ki, haddini aşmayıp, payına rıza gösterebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! İman ettiğin Rabbin, bir imtihan gereği yeryüzüne indirdiği bazı rızıkları helal, bazılarını haram kılmıştır. Allah’ın koymuş olduğu bu sınırlara riayet etmek senin en büyük vazifendir. Şeytan ve dostları, ayağını kaydırmak için tüm vesileleri zorlayacak, haramları sana süslü ve kârlı gösterecektir. Sen takva elbisesini iyice kuşanmalı ve her an Rabbin ile irtibatını taze tutmalısın ki, hesabını verebileceğin işlerle iktifa edebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Ne yaparsan yap, alırken, satarken, borçlanırken, ortaklık kurarken, hepsini kayıt altına almalısın. Kur’an’ın en uzun ayetinin konusunun bu olduğunu unutmamalı ve gereğini yerine getirmelisin ki, ortaya çıkma ihtimali bulunan tüm sorunların kapısını kapatabilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Ticaretin tartı ve ölçü üzerine yürüyorsa, hakkaniyetten asla ayrılmamalısın. Her türlü yolsuzluğun kınandığını ve Medyen halkının böyle bir hilekarlıktan dolayı azaba çarptırıldığını unutmamalısın. Tartarken, ölçerken, başkasının hakkına dikkat etmelisin ki, yarın hak divanında beratını sağ elinden alabilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Faiz yiyenler, kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbeti geçirir gibi kalkacaklardır. Helal olan kazancına faizi bulaştırırsan, bereketten mahrum olursun. Allah ve Resulü ile savaşmak istemiyorsan bulaşmamalı ve çok dikkatli olmalı; ne almalı, ne de vermelisin. Bu konuda hassasiyetini her geçen gün ziyadeleştir ki, umumi bir belaya dönüşen bu hastalıktan kendini koruyabilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Sadakat senin en önemli ilken olmalıdır. Kur’an, sıddıkları, nebilerin hemen sonrasına, şehitlerin ise hemen öncesine almıştır. Kaygan zeminlerde sadakati sürdürmek zordur. Bundan dolayı sadıklarla beraber olmak, sadık dostlar edinmek gereklidir. Yanında, arkanda sadık dostların olsun ki, sürçtüğünde uyaran bir dil, düştüğünde uzanan bir el, yanı başında görebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! İyiliğin ve takvanın yayılması için yardımlaşmalı, kötülüğün ve düşmanlığın artmasına engel olmalısın. Ne kadar sıkıntı ile karşılaşsanda, Allah’a borç verir gibi, O’nun kullarının yardımına koşmalısın. O’na verilen borçların bir kayıp değil, kazanç olduğunu unutmamalısın. İyiliğin yayılması adına gayretlerini daha da arttır ki, gerçek manada saadete erişebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Borçlarını ödeme konusunda çok titiz davranmalı, haksızlık etmemeli, karşılıklı rıza dışında kimseleri zora sokmamalısın. İyilikleri suiistimal eder, insanların içerisindeki iyilik damarını yok edersen, hem kendini, hem başkalarını manen öldürmüş olursun. Bu konuda istenilen duruşu sergile ki, etrafındakileri pişman etmeyesin, işin neticesinde kimsesiz kalmayasın.
Ey Müslüman Tüccar! Sahici kazancın nereden geldiğini hiçbir zaman unutmamalı, zekatını tastamam verdiğin gibi, infak ve sadakalarını da arttırmalısın. Gece gündüz, gizli açık, Allah’ın sana verdiklerini O’nun yolunda harcamalı, tüm korku ve hüzünlerden emin kalmalısın. Allah bire yedi yüz veriyorsa akıllı bir tüccar olarak nasıl bu ticaretten geri durabilirsin ki? Öyleyse Allah’ı ticaretine ortak et ki, almak için değil vermek için isteyen bir ortağın sahibi olasın, vermeye doymayan biri olabilesin.
NEBEVÎ İLKELER
Rezzak olan Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı olmalı, bu konudaki tevekkülünü selim bir şekilde inşa etmelisin ki, imanına yakışır bir kamet ortaya koyabilesin.
“Eğer siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz, O, sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak yuvalarına dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de kesinlikle rızıklandırırdı.”
Allah’ın koymuş olduğu helal ve haram sınırlarına riayet etmeli, şüpheli şeylerden ise yüz çevirmelisin ki, namusuna ve haysiyetine leke sürmeyesin.
“Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise bir takım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kimde şüpheli şeylere meylederse, her an harama düşebilir.”
Rızkını aramak için sabahın erken saatlerinde evinden çıkmalı, güneşi üzerine doğurmamalı, sen güneşin üzerine doğmalısın ki, berekete nail olabilesin.
Hz. Ali’den nakledildiğine göre, Resulullah (sas) bir gün şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Ümmetim için sabahın erken vakitlerini bereketli kıl!”
Alırken satarken, borç verirken, tahsil ederken, kolaylığı esas al ki, ticaretini rahat yapabilesin, Allah’ın rahmetini kazanabilesin.
“Satarken, alırken, alacağını talep ederken hoşgörülü davranıp kolaylık gösteren kimseye Allah rahmetiyle muamele eylesin.”
Sattığın malın işlevini azaltan ve değerini düşüren bir kusur varsa, bunu alıcıya açıkça söyle ki, kazancına haram katmayıp, lanete muhatap olmayabilesin.
“Kim kusurunu açıklamadığı bir malı satarsa daima Allah’ın gazabı ve meleklerin laneti altındadır.”
Faiz konusunda hassas olmalı, yememeli, yedirmemeli, yenilen yerde durmamalı ve çok dikkatli olmalısın ki, Resulullah’ın çatık kaşlarına ve ağır sözlerine maruz kalmayasın.
Cabir b. Abdullah diyor ki: “Resulullah (sas) faiz yiyene, yedirene, bu işlemi yazan kâtibe ve buna şahitlik eden şahitlere lanet etti ve: “Onların hepsi (günahta) eşittirler!” dedi.”
Yaptığın işte sebat göstermeli, sabırlı olmalı ve çok kısa vadeli hesaplar yapmamalısın ki, işin neticesinde başarı elde edebilesin.
İmam Nafî ticaretindeki bir değişik ile alakalı Hz. Aişe validemize halini anlatınca, annemiz dedi ki: “Böyle yapma! Ticaretini eski hali ile devam ettir. Ben Resulullah’tan (sas) şöyle işittim: “Allah-u Teâla, sizden birine bir tarafı rızık sebebi kılarsa, bu değişinceye veya güçleşinceye kadar onu terk etmesin.”
Dünya malının, göz alıcı ve tatlı olduğunu, ancak Allah (cc) katında geçici ve değersiz kılındığını hiçbir zaman unutma ki, hırsı ve tamahı kuşanmayasın, hak ettiği yere kadar arkalarından koşabilesin.
Resulullah’ın (sas) Hakîm b. Hizâm’a tavsiyesi: “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa, kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, tıpkı doymak bilmeyen obur bir kimse gibi onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.”
Malını ederinin üzerinde satmak için yanlış yollara sapmamalı ve müşterilerini asla aldatmamalısın ki, Resulullah’ın (sas) ümmeti olarak kalabilesin.
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Efendimiz (sas) aldatma ve aldanma riski içinde olan her türlü alış-verişi yasakladı ve bir gün yaş buğdayları kurunun altına koyarak satmak isteyen satıcıyı uyararak: “Aldatan bizden değildir!” dedi.
Ticaretini dürüstlük üzerine bina etmeli ve asla doğruluktan ayrılmamalısın ki, cennette en güzel dostlarla komşuluk yapabilesin.
“Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle (cennette) beraberdir.”
1- Zirâ’a (tarım, çiftçilik/maddi üretim)
2- Sınâ’a (ilim, kültür, el sanatları/manevi üretim)
3- Ticâre’ (alım-satım)
4- İmâre’ (emirlik, yöneticilik ve onların hizmetinde bulunanlar)
“İdeal bir tüccar nasıl olur? İdeal bir tüccarın vasıfları, hususiyetleri nelerdir?”
1- Rahmaniyet
2- Sıddıkiyet
3- Ehliyet
4- Kabiliyet
5- Semahat
“Gerek satıcı ve gerekse alıcı iken kolaylık gösteren kimseyi Allah (cc) cennetine koydu.” (İbn Mace, Kitabü’t-Ticarat, 28)
İki temel mesele…
1- Asla kimselere el açmamak, yaslanmadan helal daire içerisinde bakmakla yükümlü olduğu insanlara alın teri, göz nuru dökerek helal lokma götürmek.
2- Dinini, izzetini, iffetini muhafaza etmek için kimselere bağımlı yaşamamaktır.
Avf b. Malik’ten bir rivayet…
“Allah’ın Resulü’ne biat etmeyecek misiniz?”
“Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, Allah ve Resulü’ne itaat etmek ve -sesini biraz alçaltarak- hiç kimseden bir şey istememek üzere bey’at edeceksiniz!”
Hişam b. Amir oğlu, Sa’d b. Hişam, Hz. Aişe’nin yanında…
“Ey Annemiz! Bize Resulullah’ın ahlakından bahseder misin? O’nun ahlakı nasıldı?”
Hz. Aişe annnemize bir müddet sonra bir soru daha sorulur. Bu rivayeti de size Tirmizi’nin Birr babından aktarıyorum. Soruyu soran Ebû Abdullah el-Cedelî isimli bir zattır. Bu zat Tabiin neslindendir
“O, haddi aşan, sözlerinde ve fiillerinde taşkınlık yapan bir kimse değildi. Çarşıda/pazarda bağırıp, çağırmaz, kötülüğe kötülük ile karşılık vermezdi. Aksine, affeder ve hoşgörülü davranırdı.” (Tirmizi, Birr, 69)
KUR’AN’DAN İLKELER
Ey Müslüman Tüccar! Ticaretin kendine özgü bir heyecanı, gerginliği ve havası vardır. Daha çok kazanma tutkusuna kapılıp, sakın Allah’ı anmaktan, namazı ikâme etmekten, zekatı vermekten geri durmamalısın. Bir hak olan ölümü sürekli hatırında tutmalısın ki, kaymayasın, kaydırılmayasın, sarsılmadan istikamet üzere yürüyebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! İman ettiğin Rabbinin, dilediği kimseye rızkı genişlettiğini, dilediğine ise sadece yetecek kadar verdiğini hatırından çıkarmamalısın. Sana düşen vazife yeryüzünde rızkını aramak için gayret etmek ve ter dökmektir. Beşer olarak elinden geleni yapmalı, neticeyi ise Rabbine bırakmalısın ki, haddini aşmayıp, payına rıza gösterebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! İman ettiğin Rabbin, bir imtihan gereği yeryüzüne indirdiği bazı rızıkları helal, bazılarını haram kılmıştır. Allah’ın koymuş olduğu bu sınırlara riayet etmek senin en büyük vazifendir. Şeytan ve dostları, ayağını kaydırmak için tüm vesileleri zorlayacak, haramları sana süslü ve kârlı gösterecektir. Sen takva elbisesini iyice kuşanmalı ve her an Rabbin ile irtibatını taze tutmalısın ki, hesabını verebileceğin işlerle iktifa edebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Ne yaparsan yap, alırken, satarken, borçlanırken, ortaklık kurarken, hepsini kayıt altına almalısın. Kur’an’ın en uzun ayetinin konusunun bu olduğunu unutmamalı ve gereğini yerine getirmelisin ki, ortaya çıkma ihtimali bulunan tüm sorunların kapısını kapatabilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Ticaretin tartı ve ölçü üzerine yürüyorsa, hakkaniyetten asla ayrılmamalısın. Her türlü yolsuzluğun kınandığını ve Medyen halkının böyle bir hilekarlıktan dolayı azaba çarptırıldığını unutmamalısın. Tartarken, ölçerken, başkasının hakkına dikkat etmelisin ki, yarın hak divanında beratını sağ elinden alabilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Faiz yiyenler, kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbeti geçirir gibi kalkacaklardır. Helal olan kazancına faizi bulaştırırsan, bereketten mahrum olursun. Allah ve Resulü ile savaşmak istemiyorsan bulaşmamalı ve çok dikkatli olmalı; ne almalı, ne de vermelisin. Bu konuda hassasiyetini her geçen gün ziyadeleştir ki, umumi bir belaya dönüşen bu hastalıktan kendini koruyabilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Sadakat senin en önemli ilken olmalıdır. Kur’an, sıddıkları, nebilerin hemen sonrasına, şehitlerin ise hemen öncesine almıştır. Kaygan zeminlerde sadakati sürdürmek zordur. Bundan dolayı sadıklarla beraber olmak, sadık dostlar edinmek gereklidir. Yanında, arkanda sadık dostların olsun ki, sürçtüğünde uyaran bir dil, düştüğünde uzanan bir el, yanı başında görebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! İyiliğin ve takvanın yayılması için yardımlaşmalı, kötülüğün ve düşmanlığın artmasına engel olmalısın. Ne kadar sıkıntı ile karşılaşsanda, Allah’a borç verir gibi, O’nun kullarının yardımına koşmalısın. O’na verilen borçların bir kayıp değil, kazanç olduğunu unutmamalısın. İyiliğin yayılması adına gayretlerini daha da arttır ki, gerçek manada saadete erişebilesin.
Ey Müslüman Tüccar! Borçlarını ödeme konusunda çok titiz davranmalı, haksızlık etmemeli, karşılıklı rıza dışında kimseleri zora sokmamalısın. İyilikleri suiistimal eder, insanların içerisindeki iyilik damarını yok edersen, hem kendini, hem başkalarını manen öldürmüş olursun. Bu konuda istenilen duruşu sergile ki, etrafındakileri pişman etmeyesin, işin neticesinde kimsesiz kalmayasın.
Ey Müslüman Tüccar! Sahici kazancın nereden geldiğini hiçbir zaman unutmamalı, zekatını tastamam verdiğin gibi, infak ve sadakalarını da arttırmalısın. Gece gündüz, gizli açık, Allah’ın sana verdiklerini O’nun yolunda harcamalı, tüm korku ve hüzünlerden emin kalmalısın. Allah bire yedi yüz veriyorsa akıllı bir tüccar olarak nasıl bu ticaretten geri durabilirsin ki? Öyleyse Allah’ı ticaretine ortak et ki, almak için değil vermek için isteyen bir ortağın sahibi olasın, vermeye doymayan biri olabilesin.
NEBEVÎ İLKELER
Rezzak olan Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı olmalı, bu konudaki tevekkülünü selim bir şekilde inşa etmelisin ki, imanına yakışır bir kamet ortaya koyabilesin.
“Eğer siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz, O, sabahleyin aç gidip akşamleyin tok olarak yuvalarına dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de kesinlikle rızıklandırırdı.”
Allah’ın koymuş olduğu helal ve haram sınırlarına riayet etmeli, şüpheli şeylerden ise yüz çevirmelisin ki, namusuna ve haysiyetine leke sürmeyesin.
“Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise bir takım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kimde şüpheli şeylere meylederse, her an harama düşebilir.”
Rızkını aramak için sabahın erken saatlerinde evinden çıkmalı, güneşi üzerine doğurmamalı, sen güneşin üzerine doğmalısın ki, berekete nail olabilesin.
Hz. Ali’den nakledildiğine göre, Resulullah (sas) bir gün şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Ümmetim için sabahın erken vakitlerini bereketli kıl!”
Alırken satarken, borç verirken, tahsil ederken, kolaylığı esas al ki, ticaretini rahat yapabilesin, Allah’ın rahmetini kazanabilesin.
“Satarken, alırken, alacağını talep ederken hoşgörülü davranıp kolaylık gösteren kimseye Allah rahmetiyle muamele eylesin.”
Sattığın malın işlevini azaltan ve değerini düşüren bir kusur varsa, bunu alıcıya açıkça söyle ki, kazancına haram katmayıp, lanete muhatap olmayabilesin.
“Kim kusurunu açıklamadığı bir malı satarsa daima Allah’ın gazabı ve meleklerin laneti altındadır.”
Faiz konusunda hassas olmalı, yememeli, yedirmemeli, yenilen yerde durmamalı ve çok dikkatli olmalısın ki, Resulullah’ın çatık kaşlarına ve ağır sözlerine maruz kalmayasın.
Cabir b. Abdullah diyor ki: “Resulullah (sas) faiz yiyene, yedirene, bu işlemi yazan kâtibe ve buna şahitlik eden şahitlere lanet etti ve: “Onların hepsi (günahta) eşittirler!” dedi.”
Yaptığın işte sebat göstermeli, sabırlı olmalı ve çok kısa vadeli hesaplar yapmamalısın ki, işin neticesinde başarı elde edebilesin.
İmam Nafî ticaretindeki bir değişik ile alakalı Hz. Aişe validemize halini anlatınca, annemiz dedi ki: “Böyle yapma! Ticaretini eski hali ile devam ettir. Ben Resulullah’tan (sas) şöyle işittim: “Allah-u Teâla, sizden birine bir tarafı rızık sebebi kılarsa, bu değişinceye veya güçleşinceye kadar onu terk etmesin.”
Dünya malının, göz alıcı ve tatlı olduğunu, ancak Allah (cc) katında geçici ve değersiz kılındığını hiçbir zaman unutma ki, hırsı ve tamahı kuşanmayasın, hak ettiği yere kadar arkalarından koşabilesin.
Resulullah’ın (sas) Hakîm b. Hizâm’a tavsiyesi: “Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa, kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, tıpkı doymak bilmeyen obur bir kimse gibi onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.”
Malını ederinin üzerinde satmak için yanlış yollara sapmamalı ve müşterilerini asla aldatmamalısın ki, Resulullah’ın (sas) ümmeti olarak kalabilesin.
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Efendimiz (sas) aldatma ve aldanma riski içinde olan her türlü alış-verişi yasakladı ve bir gün yaş buğdayları kurunun altına koyarak satmak isteyen satıcıyı uyararak: “Aldatan bizden değildir!” dedi.
Ticaretini dürüstlük üzerine bina etmeli ve asla doğruluktan ayrılmamalısın ki, cennette en güzel dostlarla komşuluk yapabilesin.
“Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle (cennette) beraberdir.”
Muhammed Emin Yıldırım
Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:
Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:
22 Ocak 2018 Pazartesi
21 Ocak 2018 Pazar
20 Ocak 2018 Cumartesi
19 Ocak 2018 Cuma
18 Ocak 2018 Perşembe
12 Ocak 2018 Cuma
28 Aralık 2017 Perşembe
İbret Alınacak Evler
Videoyu izlemenizi tavsiye ederim!
Dersten notlar:
• Rebia b. Ka’b el-Eslemi rivayeti ve muhatap alması gereken üç kesim…
• “İste Ey Rebia! Benden ne istiyorsan iste!”
• “Ben dua edeceğim ama sende bana secdelerinle, namazlarınla yardımcı ol!”
• “Rebia! Artık evlenmeyecek misin? Evlenip, bir aile kendine kursana!”
• “Ey Büreyde! Müslümanlardan Rebia için bir çekirdek ağırlığında altın topla! Getir ona ver ki, mihrini ödesin.”
• “İbret Alınacak Evler”
• “Cennetin Şubesi Evler”
• “Cehennemin Şubesi Evler”
• Kur’an’ın genel üslubunda mesajlar, hep örnek ve ibret hadiseler, şahsiyetler üzerinden anlatır.
• İkisi Kur’an’dan, ikisi de Kur’an’ın yetiştirdiği cemaatten, yani Sahabe neslinden, o güzel ve güzide topluluktan, dört tane ibret alınacak ev:
• 1- Zulüm Evi
2- Hased Evi
3- Nifak Evi
4- İhanet Evi
• Zulüm Evi
• “Zulüm: Bir şeyi kendine mahsus yerinden başka bir yere koymaktır.
• En büyük zulüm şirktir.
• Asiye bint Müzahim…
• Hz. Asiye’nin ismi Kur’an’da geçmez, ancak; Firavun’un hanımı şeklinde Kasas Süresi 9. ayette ve Tahrim Süresi’nin 11 ayetinde geçmektedir.
• “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” (Tahrim, 11)
• Taberi ve Ayni’ye göre, o kaya üzerine bırakılmadan da Allah (cc) Asiye annemizin ruhunu alır ve onun duasına icabet eder.
• Zülüm evini ibret nazarı ile değerlendirdiğimizde alacağımız mesaj nedir?
• “Kocan Firavun gibi bir adam olsa, yaşadığın saray sana zindan olsa, eğer sen geçici saadete takılmayıp, asıl saadet olan imanı kavrasan ve onun gereğini yerine getirsen, cennetin
hanımefendilerinden olabilirsin.”
• Bir evde Firavun kadın, Asiye erkek konumunda da olabilir!
• Hz. Lut’un hanımı ve Hz. Nuh’un hanımı…
• 2- Hased Evi
• Tebbet Süresi ve Amca Ebû Leheb’in evi…
• Hased, çok tehlikeli bir hastalıktır. İnsanın ocağını batırır, şeytanı iblisleştiren bu değil miydi?
• Ne der Hased evi bize mesaj olarak?
• “Yeğenin alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber olsa, evin Cebrail’in gidip geldiği bir eve komşu olsa, eğer sen hased hastalığına tutuşur ve bunu tedavi etmek için çaba içerisine girmezsen, Kur’an’ın, Peygamber’in ve kıyamete kadar gelen tüm müminlerin lanetini kazanacak işler yapabilirsin.”
• 3- Nifak Evi
• Abdullah b. Übey b. Malik’tir.
• Bu zat, biliyorsunuz İbn Selül künyesi ile meşhurdur.
• “İftiranın büyüğünü üstlenen adam için en büyük azab vardır!”
• Hanımı Havle bint el-Münzir…
• İbret evinden örnek olacak isimler yetişecekti. Abdullah b. Abdullah b. Übey ve Meleklerin yıkadığı Sahabi olan Hanzala’nın hanımı Cemile bint Abdullah…
• Abdullah’ın asıl ismi Hubab idi. Efendimiz, “Hubab Şeytandır, şeytanın ismidir” diyerek onun adını Abdullah diye değiştirmişti.
• Tevbe Süresi’nin 84. ayetinin iniş sebebi…
• Nifak evinden alınması gereken mesaj:
• “Nifak kalbi kemiren ve insanı cehennemin en alt tabakasına düşüren bir felakettir. Hiçbir hastalık şifasız olmadığı gibi bu hastalıkta böyledir. Nifakı fark ettiğin yerde Hanzalavari bir
şekilde ızdırap duyar ve nifakı, infak ilacı ile tedavi edersen, kurtulabilir ve kurtarabilirsin.”
• 4- İhanet Evi
• Bir ev düşünün evin beyi Resulullah’ın halasının oğlu Ubeydullah b. Cahş, hanımı Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe, yada asıl ismi ile Remle bint Ebi Süfyan…
• İhanet evinin verdiği mesaj:
• ” Beraberce çıktığın yollarda eşinden imanına ve nikahına dair bir ihanet görürsen, sadakat senin en büyük azığın olsun. O kaydı diye sende kayarsan, o sattı diye sende satarsan, ihanet rüzgarı, seni de kasıp, kavurur. Ama sadakati kuşanırsan, büyük zorluklardan sonra rahmete, mağfirete ve saadete erebilirsin.
Dersten notlar:
• Rebia b. Ka’b el-Eslemi rivayeti ve muhatap alması gereken üç kesim…
• “İste Ey Rebia! Benden ne istiyorsan iste!”
• “Ben dua edeceğim ama sende bana secdelerinle, namazlarınla yardımcı ol!”
• “Rebia! Artık evlenmeyecek misin? Evlenip, bir aile kendine kursana!”
• “Ey Büreyde! Müslümanlardan Rebia için bir çekirdek ağırlığında altın topla! Getir ona ver ki, mihrini ödesin.”
• “İbret Alınacak Evler”
• “Cennetin Şubesi Evler”
• “Cehennemin Şubesi Evler”
• Kur’an’ın genel üslubunda mesajlar, hep örnek ve ibret hadiseler, şahsiyetler üzerinden anlatır.
• İkisi Kur’an’dan, ikisi de Kur’an’ın yetiştirdiği cemaatten, yani Sahabe neslinden, o güzel ve güzide topluluktan, dört tane ibret alınacak ev:
• 1- Zulüm Evi
2- Hased Evi
3- Nifak Evi
4- İhanet Evi
• Zulüm Evi
• “Zulüm: Bir şeyi kendine mahsus yerinden başka bir yere koymaktır.
• En büyük zulüm şirktir.
• Asiye bint Müzahim…
• Hz. Asiye’nin ismi Kur’an’da geçmez, ancak; Firavun’un hanımı şeklinde Kasas Süresi 9. ayette ve Tahrim Süresi’nin 11 ayetinde geçmektedir.
• “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” (Tahrim, 11)
• Taberi ve Ayni’ye göre, o kaya üzerine bırakılmadan da Allah (cc) Asiye annemizin ruhunu alır ve onun duasına icabet eder.
• Zülüm evini ibret nazarı ile değerlendirdiğimizde alacağımız mesaj nedir?
• “Kocan Firavun gibi bir adam olsa, yaşadığın saray sana zindan olsa, eğer sen geçici saadete takılmayıp, asıl saadet olan imanı kavrasan ve onun gereğini yerine getirsen, cennetin
hanımefendilerinden olabilirsin.”
• Bir evde Firavun kadın, Asiye erkek konumunda da olabilir!
• Hz. Lut’un hanımı ve Hz. Nuh’un hanımı…
• 2- Hased Evi
• Tebbet Süresi ve Amca Ebû Leheb’in evi…
• Hased, çok tehlikeli bir hastalıktır. İnsanın ocağını batırır, şeytanı iblisleştiren bu değil miydi?
• Ne der Hased evi bize mesaj olarak?
• “Yeğenin alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber olsa, evin Cebrail’in gidip geldiği bir eve komşu olsa, eğer sen hased hastalığına tutuşur ve bunu tedavi etmek için çaba içerisine girmezsen, Kur’an’ın, Peygamber’in ve kıyamete kadar gelen tüm müminlerin lanetini kazanacak işler yapabilirsin.”
• 3- Nifak Evi
• Abdullah b. Übey b. Malik’tir.
• Bu zat, biliyorsunuz İbn Selül künyesi ile meşhurdur.
• “İftiranın büyüğünü üstlenen adam için en büyük azab vardır!”
• Hanımı Havle bint el-Münzir…
• İbret evinden örnek olacak isimler yetişecekti. Abdullah b. Abdullah b. Übey ve Meleklerin yıkadığı Sahabi olan Hanzala’nın hanımı Cemile bint Abdullah…
• Abdullah’ın asıl ismi Hubab idi. Efendimiz, “Hubab Şeytandır, şeytanın ismidir” diyerek onun adını Abdullah diye değiştirmişti.
• Tevbe Süresi’nin 84. ayetinin iniş sebebi…
• Nifak evinden alınması gereken mesaj:
• “Nifak kalbi kemiren ve insanı cehennemin en alt tabakasına düşüren bir felakettir. Hiçbir hastalık şifasız olmadığı gibi bu hastalıkta böyledir. Nifakı fark ettiğin yerde Hanzalavari bir
şekilde ızdırap duyar ve nifakı, infak ilacı ile tedavi edersen, kurtulabilir ve kurtarabilirsin.”
• 4- İhanet Evi
• Bir ev düşünün evin beyi Resulullah’ın halasının oğlu Ubeydullah b. Cahş, hanımı Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe, yada asıl ismi ile Remle bint Ebi Süfyan…
• İhanet evinin verdiği mesaj:
• ” Beraberce çıktığın yollarda eşinden imanına ve nikahına dair bir ihanet görürsen, sadakat senin en büyük azığın olsun. O kaydı diye sende kayarsan, o sattı diye sende satarsan, ihanet rüzgarı, seni de kasıp, kavurur. Ama sadakati kuşanırsan, büyük zorluklardan sonra rahmete, mağfirete ve saadete erebilirsin.
27 Aralık 2017 Çarşamba
Evden Cennete Uzanan Köprü; Anne
Videoyu izlemenizi tavsiye ederim!
Dersten notlar:
• Evin en kıymetli hazinesi: Anne
• Değerler sıralamasını, kıymet listesini Efendimiz’in (sas) rehberliğinde tespit etmek zorundayız.
• Efendimiz (sas) cennetin evde ve evin en kıymetli hazinesi olan annenin ayakları altında olduğunu söylemiştir.
• “Cennet annelerin ayakları altındadır” rivayetinin değerlendirilmesi…
• Nesai’nin Cihad babında, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde, İbn Mace’nin Cihad babında, Hakim’in el-Müstedrek’inde ve daha nice hadis kitabında geçen bir rivayet….
• Sahabe’den Muaviye ibn Cahime es-Selemi’nin rivayet ettiğine göre Cahime isimli Sahabi Efendimiz’e gelerek diyor ki: “Ya Resulullah! Allah’ın rızasını elde etmek için seninle cihada gelmek istiyorum!” Efendimiz (sas) diyor ki: “Annen sağ mı? ” Cahime: “Evet, Ya Resulullah!” diyor. Bunun üzerine Efendimiz diyor ki: “O halde git ve ona hizmet et! Zira cennet annenin ayaklarının altındadır.”
• Öf dersen yanarsın…
• Böyle ağır bir imtihanın karşısında, çok büyük bir karşılık/ödül veriyor.
• Hârise b. Numan el-Hazreci el-Ensarî örneği..
• Annesi, Ca’de bint Ubeyd…
• Ümmü Halid bint Halid radıyallahu anha ile evlenmiş, ikisi erkek, üçü kız beş çocuğu olmuştur.
• Hz. Fatıma: “Babacığım! Harise’ye söylesen de o evini bize verse, biz sana yakın bir yerde otursak olmaz mı?”
• “Kızım utanıyorum, kaç kez Harise benim yüzümden evini boşaltmak zorunda kaldı, bir kez daha ondan böyle bir şey istemeye utanıyorum!”
• Ahmed b. Hanbel, el-Müsned’de, Hz. Aişe annemizin rivayeti…
• “Aişem! Rüyamda cenneti gördüm. Öyle güzel, öyle güzeldi ki, orada gezerken bir ses duydum. Sese doğru yürüdüm, baktım sırtı bana dönük birisi oturmuş o güzel bahçelerin ortasına, Kur’an okuyor. Meraklandım, kim bu diye sordum. Bana dediler ki: “O Harise b. Numan’dır. Böylece uyandım.”
• “Aişe! Acaba Harise hangi ameline karşılık böyle bir mükafatı hak etti ki, Allah onu bana gösterdi.”
• “İyilik dediğin işte budur, iyilik dediğin işte budur!”
• Öyle bir amel ki, anneye hizmet…
• “Efendimiz’in Dünyasında Annesi”
• Süt annesi Halime validemizin yanında…
• Annesi Âmine ile Yesrib yolunda…
• “Bu hastalığın adı ölümdür!”
• Nübüvvet öncesi hayat, hazırlık, olgunlaşma ve tanınma süreçlerinin tamamlanmasıdır.
• “Ey Ümmü Eymen! Anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür!”
• Beyhaki Şuabu’l-İman’dan bir hatıra…
“Namazda Fatiha sûresini okurken, birden aklıma annem düştü…”
• Süt annesi Halime, Mekke’de düğünde…
• Seven sevdiğinin sevdiklerini de sever…
• “Kızım! Sen de baban gibi yetim kaldın!”
• Hicretin 6. yılı Efendimiz (sas) annesinin kabri başında…
• “Annemin bana olan şefkati aklıma geldi de, bunun için bu gözyaşları…”
• Annemden sonra annem dediği iki hanım: Fatıma bint Esed ve Ümmü Eymen
• Ya cennete uzanan köprüdür, ya cehenneme uzanan köprüdür.
• Peygamberin bedduası var bu konuda……
• Taberan’in Mu’cem’inde Ebû Said el-Hudrî’nin rivayet ettiği hadis…
• “Senin adın yanında anıldığı zaman gerekli ihtiram ve saygıyı göstermeyen adamın burnunu yere sürtsün!”
• “Ramazan ayına erişip de bu ayda hakkı ile istifade etmeyip, bu büyük fırsatı kaçıran adamın burnunu yere sürtsün!”
• “Anne ve babası, ikisi birden yada biri yaşlanıp da bakıma muhtaç duruma gelmelerine rağmen, onların hizmetini yapmayıp, onların hoşnutluğunu kazanmayan adamın burnunu yere sürtsün!”
• “Anne ve babasına veya onlardan birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete girmeyen kimsenin, dikkat buyurun üç kez; rağime enfü, sümme rağime enfü, sümme rağime enfü/burnu yere sürtsün, sonra bir kez daha burnunu yere sürtsün, sonra bir kez daha burnunu yere sürtsün!” (Müslim, Bir, 9, 10)
• Muaz b. Cebel’in oğlu Sehl b. Muaz…
• “Men berre valideyhi tubâ lehu, zâde’llahu azze ve celle fi umrihi”
• “Ana ve babasına iyilik edene ona cennet müjde olsun! Aziz ve Celil olan Allah, o adamın ömrüne bereket versin.” (İmam Buhari, Edebü’l-Müfred, 11)
26 Aralık 2017 Salı
Anne-Babaya Dua
İMAM ZEYNEL ABİDİN’İN DUASI
“Allah’ım! Katındaki şeref, saygınlık ve esenliği anneme ve babama tahsis et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Onlar için yapmam gerekenleri bana ilham et. Bütün bunları eksiksiz bir şekilde bilmemi sağla. Bana ilham ettiğin bu bilgilere göre amel etmemi kolaylaştır. Bana gösterdiğin bu ilimde basiret ve bilinç ver… Allah’ım! Onlardan, güçlü bir sultandan korkar gibi korkmamı ve şefkatli bir anne gibi onlara şefkat göstermemi nasip et. Anne-babama itaati, onlara iyilik etmeyi, benim için, yorgun kimsenin uyuduğu uzun ve dinlendirici bir uykudan, susuzun içtiği sudan daha çok mutlu eden bir göz aydınlığı yap. Ta ki, onların arzusunu kendi arzuma tercih edeyim. Onların rızasını kendi rızamın önüne geçireyim. Onların bana yaptığı iyilik az da olsa, bana çok göster; benim onlara yaptığım iyilik çok da olsa bana az göster. Allah’ım! Onların karşısında sesimi alçalt, sözlerimi onlar için tatlı kıl, huyumu onlar için yumuşak et. Kalbimin onlara karşı şefkatli olmasını sağla. Beni, onlara yoldaş, onlara karşı şefkatli kıl… Allah’ım! Bana verdikleri terbiyeden dolayı onları mükâfatlandır, bana yaptıkları ikramdan dolayı onları ödüllendir, beni küçükken korudukları gibi onları koru…Allah’ım! Namazlarımın sonunda, gecenin bir vakitlerinde, günümün her saatinde onları dua ile yâd etmeyi bana unutturma… Allah’ım! Muhammed’e ve Âl’ine salât et. Onlara dua ettiğim için beni bağışla ve bana karşı gösterdikleri iyilikten dolayı onları da affet!”
“Allah’ım! Katındaki şeref, saygınlık ve esenliği anneme ve babama tahsis et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Onlar için yapmam gerekenleri bana ilham et. Bütün bunları eksiksiz bir şekilde bilmemi sağla. Bana ilham ettiğin bu bilgilere göre amel etmemi kolaylaştır. Bana gösterdiğin bu ilimde basiret ve bilinç ver… Allah’ım! Onlardan, güçlü bir sultandan korkar gibi korkmamı ve şefkatli bir anne gibi onlara şefkat göstermemi nasip et. Anne-babama itaati, onlara iyilik etmeyi, benim için, yorgun kimsenin uyuduğu uzun ve dinlendirici bir uykudan, susuzun içtiği sudan daha çok mutlu eden bir göz aydınlığı yap. Ta ki, onların arzusunu kendi arzuma tercih edeyim. Onların rızasını kendi rızamın önüne geçireyim. Onların bana yaptığı iyilik az da olsa, bana çok göster; benim onlara yaptığım iyilik çok da olsa bana az göster. Allah’ım! Onların karşısında sesimi alçalt, sözlerimi onlar için tatlı kıl, huyumu onlar için yumuşak et. Kalbimin onlara karşı şefkatli olmasını sağla. Beni, onlara yoldaş, onlara karşı şefkatli kıl… Allah’ım! Bana verdikleri terbiyeden dolayı onları mükâfatlandır, bana yaptıkları ikramdan dolayı onları ödüllendir, beni küçükken korudukları gibi onları koru…Allah’ım! Namazlarımın sonunda, gecenin bir vakitlerinde, günümün her saatinde onları dua ile yâd etmeyi bana unutturma… Allah’ım! Muhammed’e ve Âl’ine salât et. Onlara dua ettiğim için beni bağışla ve bana karşı gösterdikleri iyilikten dolayı onları da affet!”
25 Aralık 2017 Pazartesi
***YILBAŞI KUTLAMAK BAŞKA DİNİN ALAMETİDİR!
“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim
Miladi 2018 yılına gireceğiz. Hıristiyan dünya yanında dünyanın oldukça büyük bir kısmı “yeni bir yıla” girmenin heyecanını yaşıyor. Yeni bir yıla girmek insanda niçin bir heyecan oluşturur? Doğrusu işin bu yanını düşünen pek kimse yok. Oysa burada üzerinde durulması gereken iki önemli nokta var: “Yeni bir yıl” ve onu “kutlamak.”
İttifakla kabul edilen fıkhı kaide şudur: "Müslümanın, bir başka dinin şiarı (alameti) olan bir fiili kendi ihtiyarı ile yapması küfürdür" Nevruz ve yılbaşı kutlamaları alimlerimizce başka dinlerin ve inanç sistemlerinin şiarları olarak görülmüş ve bu konudaki hüküm ona göre verilmiştir.
"Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır."(Ebu Davûd, Libas 4)
Noel , Yılbaşı, gibi başka dinlerin alameti, sembolü olan günlere, o günü tazîm ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri pişirmek caiz değildir.
Müslümanların, hangi maksatla olursa olsun, o günlere mahsus bir şey yapmamaları gerekir.
Hindi gibi sırf o günlere mahsus şeyleri, o günlerde satmak, fasıklara"günahta yardım" anlamı taşıdığından, tahrimen mekruhtur. Ancak alacağı para haram değildir. Haram ve günah olan o işi yapmasıdır. Bu hindilerin besmele ile kesilmiş olması halinde böyledir. Besmele ile kesilmemişse "meyte"olacaklarından satılmaları hiç bir surette caiz olmaz.
Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hıristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) Müslümanlar, haram (büyük günah) işlemiş olurlar.
Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan Müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm'dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. Yukarıda kaynağı verilen, "Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır." meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.
Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür, din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir.
İslâm'ın beş temel amacından biri dîni (Müslümanların hayatında İslâm'ı) korumaktır. İslâm'ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.
Sevgili Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Medine'ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları Müslümanlara yasakladı.
Biz kendi zaman ve takvim anlayışımız içinde yeni yılımızı bir süre önce giren Muharrem ayıyla birlikte idrak ettik.
Meseleye “yeni yıl” tabirinin ifade ettiği mana ve hayatımıza getirdiği şeyler açısından baktığımızda Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bariz bir farklılık görülüyor. Bizler hayatımıza anlam katan zaman dilimlerini “kut”lar, yani onları kutsal bilir, onların bize bereket, rahmet ve esenlik getirmesini temenni ederiz. Yani bizim o zaman dilimlerini idrakimiz, “eğlence” üzerine değil, kulluğun hatırlanması, teberrük ve esenlik dileği şeklinde kendini gösterir.
Dikkat edilecek olursa Müslümanlar için gayrimüslim dünyanın “kutlama”larına benzer bir ritüel yoktur. Biz, bizim için anlamlı olan kandiller, üç aylar, Ramazan ve Kurban bayramları gibi zaman dilimlerinde eğlence düzenlemeyiz. Bu ve benzeri zaman dilimleri bizim için birer arınma, tevbe-istiğfar, hamd-şükür, tebrikleşme ve bereket umma mevsimleridir.
Yılbaşı kutlamaları adı altında düzenlenen şenliklerin, bize ait olmayan, dolayısıyla dünyamıza girmesine izin vermememiz gereken birer ma’siyet ritüeli olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.Hıristiyan kültürün temel simgelerinden biri olan “Noel baba” mitolojisinin dünyaya “Hz. İsa Aleyhisselam’ın doğum yıldönümünü anma”dan daha öte ve farklı şeyler taşıdığı aşikâr. Hıristiyan dünya -esasında bu tarihte olmadığı açık olan- Hz. İsa Aleyhisselam'ın doğumunu bile tahrif alışkanlığı doğrultusunda anlam dönüşümüne uğratarak bir ritüele, bir tüketim çılgınlığına dönüştürmüştür.
Biz Müslümanlar, Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in doğum yıldönümü olan “Mevlid kandili”ni “eğlenerek” değil, dua, istiğfar ve ibadetle, nafile infak ve tasaddukla idrak ve ihya ederiz. Aradaki farkı görmemek mümkün mü?
Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!(Şibli Hazretleri)
Ne dersiniz? Yeni bir yılı kutlamak yerine biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek! En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak! Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek! Ya da ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi eğlensek mi?
Unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda.
Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğiyle...
Ebubekir Sifil
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
Bismillahirrahmanirrahim
Miladi 2018 yılına gireceğiz. Hıristiyan dünya yanında dünyanın oldukça büyük bir kısmı “yeni bir yıla” girmenin heyecanını yaşıyor. Yeni bir yıla girmek insanda niçin bir heyecan oluşturur? Doğrusu işin bu yanını düşünen pek kimse yok. Oysa burada üzerinde durulması gereken iki önemli nokta var: “Yeni bir yıl” ve onu “kutlamak.”
İttifakla kabul edilen fıkhı kaide şudur: "Müslümanın, bir başka dinin şiarı (alameti) olan bir fiili kendi ihtiyarı ile yapması küfürdür" Nevruz ve yılbaşı kutlamaları alimlerimizce başka dinlerin ve inanç sistemlerinin şiarları olarak görülmüş ve bu konudaki hüküm ona göre verilmiştir.
"Kim herhangi bir gruba benzeşirse o da onlardandır."(Ebu Davûd, Libas 4)
Noel , Yılbaşı, gibi başka dinlerin alameti, sembolü olan günlere, o günü tazîm ve kutlama maksadıyla katılmak, aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak, o günlerde bayram niyetiyle çocuklara elbise almak ve pişirdikleri yemekleri pişirmek caiz değildir.
Müslümanların, hangi maksatla olursa olsun, o günlere mahsus bir şey yapmamaları gerekir.
Hindi gibi sırf o günlere mahsus şeyleri, o günlerde satmak, fasıklara"günahta yardım" anlamı taşıdığından, tahrimen mekruhtur. Ancak alacağı para haram değildir. Haram ve günah olan o işi yapmasıdır. Bu hindilerin besmele ile kesilmiş olması halinde böyledir. Besmele ile kesilmemişse "meyte"olacaklarından satılmaları hiç bir surette caiz olmaz.
Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hıristiyanlarla beraber bu toplu ibâdeti yapan) Müslümanlar, haram (büyük günah) işlemiş olurlar.
Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence yapan Müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi, kökeni dinî (İslâm'dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş olurlar. Yukarıda kaynağı verilen, "Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan sayılır." meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.
Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür, din ve ideolojinin bedenlenmesi, ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir.
İslâm'ın beş temel amacından biri dîni (Müslümanların hayatında İslâm'ı) korumaktır. İslâm'ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.
Sevgili Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Medine'ye göçünce, burada öteden beri iki bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi. Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları Müslümanlara yasakladı.
Biz kendi zaman ve takvim anlayışımız içinde yeni yılımızı bir süre önce giren Muharrem ayıyla birlikte idrak ettik.
Meseleye “yeni yıl” tabirinin ifade ettiği mana ve hayatımıza getirdiği şeyler açısından baktığımızda Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bariz bir farklılık görülüyor. Bizler hayatımıza anlam katan zaman dilimlerini “kut”lar, yani onları kutsal bilir, onların bize bereket, rahmet ve esenlik getirmesini temenni ederiz. Yani bizim o zaman dilimlerini idrakimiz, “eğlence” üzerine değil, kulluğun hatırlanması, teberrük ve esenlik dileği şeklinde kendini gösterir.
Dikkat edilecek olursa Müslümanlar için gayrimüslim dünyanın “kutlama”larına benzer bir ritüel yoktur. Biz, bizim için anlamlı olan kandiller, üç aylar, Ramazan ve Kurban bayramları gibi zaman dilimlerinde eğlence düzenlemeyiz. Bu ve benzeri zaman dilimleri bizim için birer arınma, tevbe-istiğfar, hamd-şükür, tebrikleşme ve bereket umma mevsimleridir.
Yılbaşı kutlamaları adı altında düzenlenen şenliklerin, bize ait olmayan, dolayısıyla dünyamıza girmesine izin vermememiz gereken birer ma’siyet ritüeli olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.Hıristiyan kültürün temel simgelerinden biri olan “Noel baba” mitolojisinin dünyaya “Hz. İsa Aleyhisselam’ın doğum yıldönümünü anma”dan daha öte ve farklı şeyler taşıdığı aşikâr. Hıristiyan dünya -esasında bu tarihte olmadığı açık olan- Hz. İsa Aleyhisselam'ın doğumunu bile tahrif alışkanlığı doğrultusunda anlam dönüşümüne uğratarak bir ritüele, bir tüketim çılgınlığına dönüştürmüştür.
Biz Müslümanlar, Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in doğum yıldönümü olan “Mevlid kandili”ni “eğlenerek” değil, dua, istiğfar ve ibadetle, nafile infak ve tasaddukla idrak ve ihya ederiz. Aradaki farkı görmemek mümkün mü?
Ömürlerinden bir seneyi daha tüketerek varacakları sona biraz daha yaklaşan ahiret yolcuları! Yaklaştığınız yerde hesaba çekilmeden önce burada kendinizi hesaba çekin!(Şibli Hazretleri)
Ne dersiniz? Yeni bir yılı kutlamak yerine biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız senenin de başında kendimizi bir hesaba çeksek! En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa, tövbe, istiğfarla onları terk etme kararı alsak! Yapamadığımız ibadetlerimizi, hizmetlerimizi yapma azmine girsek! Ya da ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi eğlensek mi?
Unutmamak gerek ki, hayatını düşünmeden yaşayanların sonunda duydukları pişmanlık çok derin oluyor; ama bu derin pişmanlığın hiçbir faydası olmuyor. Öyle ise gelin biz hayatımızı düşünerek, hesabını yaparak yaşama kararı alalım yeni yılımızda.
Hesabını verebileceğimiz nice yeni yıllar dileğiyle...
Ebubekir Sifil
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Kur’an ve Sünnet Çerçevesinde Anne
Videoyu mutlaka izleyin!
• Değerler listemizi Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine uygun bir biçimde yeninden gözden geçirmek durumundayız.
• Anne başa tâc imiş, her derde ilaç imiş
Bir evlat pîr olsa da yinede anneye muhtaç imiş
• Sa’d b. Ebî Vakkas ve Annesi
Mus’ab b. Ümeyr ve Annesi
Ebû Hureyre ve Annesi
Esma bint Ebi Bekir ve Annesi
• Sa’d b. Ebî Vakkas ve Annesi
• “Bakın, bakın; kimin böyle bir dayısı var, göstersin bakalım!”
• Babası: Malik b. Ubeyd
• Annesi: Hamne bint Süfyan b. Ümeyye b. Abdişems b. Kusay
• Sa’d b. Ebî Vakkas’ın en büyük imtihanı annesi olacaktır.
• “Anacığım! Ne istersen iste benden, ama benden inandığım dinden yüz çevirmemi bekleme! Vallahi! Yüz canın olsa ve her gün bir tanesi benim gözlerimin önünde çıksa, ben yine de iman ettiğim dinimden dönmeyeceğim.”
• İndiği söylenen ayetler ; Ankebût Sûresi 8. ayet, Lokman Sûresi 14 ve 15. ayetler…
• “Biz insana anne ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içerisinde olur. İşte bunun için önce Bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokman, 31/14,15)
• “Eğer Allah giden yolda bir gün annen senin imtihanın olursa, kıran, yıkan, kızan, kötü sözler savuran sen olma! Onun günah taleplerine itaat etme, ama yine de güzel muamele et! Böyle yaparsan, anneni kazanamasan bile kardeşini, kardeşlerini kazanabilirsin.”
• İsra Sûresi’nde ne olursa olsun onlara “üf” denilmemesini söyleyen bir Rabbimiz var.
• Mus’ab b. Ümeyr ve Annesi
• Annesi: Hunas bint Malik b. Mudarrib b. Vehb b. Amr
• Babası: Ümeyr b. Haşim b. Abdümenaf b. Abdüddar b. Kusay
• Hangi birimiz Mus’ab’ın gördüklerini gördük ki, Mus’ab’ın söylemediklerini söylüyoruz.
• “Eğer Allah’a giden yolda annen senin en büyük engelin ve derdin olursa, ne görürsen göresin, yine de sen anne deyip yanmalı, onun nefretine muhabbet ile karşılık vermelisin. Böyle büyük bir fedakarlık gösterir, hayatında ne varsa hepsini gözden çıkarma pahasına dinine sahip çıkarsan, övülecek ve gıpta edilecek bir makamın sahibi olabilirsin.”
• Ebû Hureyre ve Annesi
• Babası: Sahr b. Amir
• Annesi: Ümeyme bint Subey
• Hz. Aişe annemiz: “Sahabe içerisinde Ebû Hureyre kadar annesine düşkün, annesine karşı ikram ve ihsan içerisinde olan kimseyi bilmiyorum!”
• Bir sahabi efendimizi hakkı ile tanımak için şu beş hususa iyice müracaat etmemiz gerekmektedir.
1- Hayatına müracaat
2- Sözlerine müracaat
3- Çağdaşlarının sözlerine müracaat
4- Semanın diline müracaat
5- Rivayetlerine müracaat
• “Annendir, Annendir, Annendir… Sonra Babandır!”
• “Git, izin al, izin vermezlerse, onların hizmetinde ol!” (Ebu Davud, Cihad, 31)
• “Hemen annenin ve babanın yanına dön. Onları nasıl gelirken ağlattıysan, güldür, rızalarını al öyle gel; yoksa gelme!” ( Nesai, Bey’at, 10)
• Buhari, el-Edebü’l-Müfred kitabında aktardığı rivayet; Akil b. Ebî Talib’in azatlı kölesi…
• – Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi senin üzerine olsun anneciğim!
– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, senin de üzerine olsun biricik yavrum!
– Beni küçükken nasıl şefkatle yetiştirip terbiye ettinse, Allah sana şimdi merhamet etsin anacığım!
– Yaşlılık halimde beni unutmayan ve her zaman bana iyilik ve ihsan eden oğlum! Rabbim senin üzerinden muhafazasını eksik etmesin, merhametini üzerinde daim kılsın!”
• “Eğer bir gün hayatın içerisinde belli bir konum, makam, mevki ve imkan elde edersen, annen hayatta ise asla onu ihmal etmemeli, işim çok deyip onu mahzun olarak bırakmamalısın. Onun gönlünü almak, yüreğini hoşnut etmek, rızasını kazanmak, sana rahmet, bereket ve mağfiret olarak dönecektir. Böyle davranırsan eğer, tarifi mümkün olmayan imkânlar elde edebilirsin.”
• Esma bint Ebi Bekir ve Annesi
• Babası: Hz. Ebû Bekir
• Annesi: Kuteyle bint Abduluzza
• “Bu hatip, bu minberden ne zaman inecek!”
• Hz. Ebû Bekir’in annesi Selma Ümmü’l-Hayr’ın imana yürüyüşü…
• Bu olayın arkasından Mümtehine Sûresi’nin 8. ve 9. ayetleri nazil olmuştu. Rabbimiz diyordu ki: “Sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik ve adaletle davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah adaletle ile davrananları sever. Ama sizinle din hususunda savaşanları ve sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri, dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte onlar zalimlerdendir.”
• “Eğer bir gün, daha iman etmemiş annen senin kapını çalarsa, onu en güzel muamele ile karşılamalı, bunu senden isteyenin Allah olduğunu hatırından çıkarmamalısın. Müşrik olan anne bile kapıdan geri çevrilmeyecekse, sen nasıl mümin olan annenin yüzüne kapıları kapatabilirsin. Kapattığın her kapıdan dolayı, rahmet kapılarından mahrum kaldığını unutmamalısın.”
• Buhari’nin, el-Edebü’l-Müfred’inden Atâ b. Yesâr’ın rivayeti…
• “Vallahi Ey Atâ! Ben Allah’ın kitabından ve Peygamber’inin sünnetinden anne hakkı konusunda o kadar çok şey duydum ki, herhalde adam annesini razı etseydi, Allah’ta onun tevbesini kabul ederdi.”
İMAM ZEYNEL ABİDİN’İN DUASI
“Allah’ım! Katındaki şeref, saygınlık ve esenliği anneme ve babama tahsis et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Onlar için yapmam gerekenleri bana ilham et. Bütün bunları eksiksiz bir şekilde bilmemi sağla. Bana ilham ettiğin bu bilgilere göre amel etmemi kolaylaştır. Bana gösterdiğin bu ilimde basiret ve bilinç ver… Allah’ım! Onlardan, güçlü bir sultandan korkar gibi korkmamı ve şefkatli bir anne gibi onlara şefkat göstermemi nasip et. Anne-babama itaati, onlara iyilik etmeyi, benim için, yorgun kimsenin uyuduğu uzun ve dinlendirici bir uykudan, susuzun içtiği sudan daha çok mutlu eden bir göz aydınlığı yap. Ta ki, onların arzusunu kendi arzuma tercih edeyim. Onların rızasını kendi rızamın önüne geçireyim. Onların bana yaptığı iyilik az da olsa, bana çok göster; benim onlara yaptığım iyilik çok da olsa bana az göster. Allah’ım! Onların karşısında sesimi alçalt, sözlerimi onlar için tatlı kıl, huyumu onlar için yumuşak et. Kalbimin onlara karşı şefkatli olmasını sağla. Beni, onlara yoldaş, onlara karşı şefkatli kıl… Allah’ım! Bana verdikleri terbiyeden dolayı onları mükâfatlandır, bana yaptıkları ikramdan dolayı onları ödüllendir, beni küçükken korudukları gibi onları koru…Allah’ım! Namazlarımın sonunda, gecenin bir vakitlerinde, günümün her saatinde onları dua ile yâd etmeyi bana unutturma… Allah’ım! Muhammed’e ve Âl’ine salât et. Onlara dua ettiğim için beni bağışla ve bana karşı gösterdikleri iyilikten dolayı onları da affet!”
Muhammed Emin Yıldırım
24 Aralık 2017 Pazar
Hakkı Ödenmeyecek Bir Hazine; Baba
Kur’an kime baba der? Evladın babaya karşı vazifeleri? Sahabe’den evlat-baba münasebetlerine örnekler.. Videoyu mutlaka izleyin!
Dersten Cümleler
• İslam’da haklar karşılıklıdır; bir tarafı mağdur etme gibi bir adaletsizliğe asla kapı açılmaz, mutlak adalet üzeredir.
• İslam’da semanın dili, ana-babanın ve kadının lehinedir.
• “Hakkı Ödenmeyecek Bir Hazine Baba”
• “Baba sana hakkımı helal etmiyorum!” diyemez.
• Ebû Hureyre’nin naklettiği rivayet…
“Hiçbir evlad babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp azad ederse, belki babalık hakkını ödemiş olur.” (Müslim, Itk 25; Ebû Davud Edeb, 120; Tirmizi, Birr, 8; İbn Mace, Edeb, 1)
Baba deyince aklınıza ilk gelen şey nedir?
• Allah’ın kitabında baba tarifi nasıldır? Resulullah’ın mübarek lisanında baba deyince ne anlaşılır?
• Kur’an’ın en güzel baba-evlat kıssası Lokman Sûresi’nde…
• Tahrim Sûresi 6. ayeti bize baba tarifini verir.
• “Baba, kendisini ve ailesini yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyan adamdır.”
• Nübüvvetin daha başında yani 3. yılında, Hz. Fatıma’nın 8 yaşında…
• “Kızım Fatıma! Allah’tan nefsini satın almaya çalış; babam peygamber diye bana güvenme! Vallahi yarın ben de Allah katında senin için hiçbir şey yapamam!”
• Ya babamız zalim ise, bize her türlü sıkıntıyı yaptıysa nasıl davranmalıyız?
• “Müslüman ana-babaya sahip olan bir müslüman, Allah’tan sevap bekleyerek onların hizmetinde bulunursa, Allah ona muhakkak Cennet’ten iki kapı açar. Eğer ana-babadan biri bulunursa, bir kapı açar. Eğer onlardan birini kızdırırsa (gazaba getirirse), onun rızasını kazanmadıkça, Allah o evlattan razı olmaz.”
• “Eğer ana-baba, o çocuğa zulüm etmişlerse de böyle mi?
• “Çocuğa (dünya işlerinde) zulüm etmiş olsalar dahi rızalarını almadıkça, Allah o çocuklardan razı olmaz!”
• Ebû Bekre Nüfey b. Hâris’in naklettiği rivayet…
• “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu.
• “Allah’a şirk koşmak ve ana babaya itaatsizlik etmek!”
• “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak!”
(Buhârî, Şehâdât 10; Edeb 6; İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân, 143, Tirmizî, Şehâdât 3; Birr 4)
• İki örnek: Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr…
• “Benim izim, Resulullah’ın izine karışsın!”
• Abdullah b. Ömer demek, 2630 hadis demek…
• Ebû Hureyre: “Onun hali başka, o hepimizi geçti. Biz Resulullah’tan çok şey duyduk, o ise duyduklarını yazdı.”
• “Yaz, ey Abdullah yaz! Vallahi, bu ağızdan Allah’ın razı olmayacağı bir kelime çıkmaz!”
• Abdullah b. Amr, yazdığı bu hadislere; “es-Sahifetü’s-Sadıka/Doğru sahifeler” adını veriyor.
• “Baban ne diyorsa onu yap!”
• Abdullah b. Ömer’in oğlu Bilal ile olan hatırası…
• “Allah’ın hanım kullarını, asla Allah’ın mescitlerinden alıkoymayın!”
• Abdullah b. Ömer’in hatırasının geçtiği kaynaklar: Ebû Davud, Talak, 10; Tirmizî, Talak, 36; İbn Mâce, Talak 36; Ahmed b. Hanbel, IV, 33, 21)
• Abdullah b. Amr’ın örneği…
• Hanımı: Ümmü Muhammed bint Mahmiyye…
• “Ben senin için güzel bir örnek değil miyim?”
• “Bu benim sünnetimdir/yolumdur; kim benim yolumdan yüz çevirirse bende ondan yüz çeviririm.”
• “Ey Abdullah! Asla babanın sözünden çıkma ve ona itaat et!”
• Abdullah b. Amr’ın Sıffın imtihanı…
• “Ammar! Seni bağiy yoldan çıkmış bir taife öldürecek ve senin bu dünyadan son nasibin bir kase süt olacak.!”
• “Vallahi, Medine’de şu adamdan daha salih bir adam bilmiyorum! O salih adam ki, meleklerin gölgesinde yürür.”
• “Keşke yirmi yıl önce ölseydim de Sıffın’a katılmasaydım.”
• Baba nasıl bir hazinedir?
• Hak ile meşgul olursan, batıla hayatında yer kalmaz!
• Kur’an’da, ana-baba hukuku dile getiren ayetler: Ahkaf, 46/15, Ankebut, 29/8, Lokman, 31/14, İsra, 17/23.
• Neden Kur’an, ana-babaya ihsandan bahsederken, Hadislerde itaatten bahsedilir?
• “Üç kişi vardır ki onların duası asla Allah katından geri çevrilmez.”
Zulme uğrayan mazlumun duası
Evine varıncaya kadar yolcunun duası
Anne ve babanın evladına duası
Muhammed Emin Yıldırım
http://www.siyertv.com/hakki-odenmeyecek-bir-hazine-baba/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)