26 Haziran 2025 Perşembe
***Riyâzü's Sâlihîn'in " MUHARREM ORUCUNUN FAZİLETİ " Bâbı-3-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " MUHARREM ORUCUNUN FAZİLETİ " Bâbı-2-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " MUHARREM ORUCUNUN FAZİLETİ " Bâbı-1-
***MUHARREM AYI,OLANLAR ve OLMAYANLAR-Faruk Beşer
... Muharrem boyunca güzel bir iş yaptıklarını sanan bazılarının sayıp dökecekleri bidatleri de duyacağız. Bilindiği gibi bidat günahların en çirkini ve affı en zor olanıdır. Zordur, çünkü bidat işleyenler başkalarını yanlış yola sokarlar. Onlar o yolda yürüdükçe onu ihdas edenin günahları da sürüp gider.
Önce şu kurallarımızı hatırlayalım.
Zamanların ve mekânların birbirinden farkı yoktur. Onları Allah seçer ve değerli kılar, biz de öyle inanır ve gereğini yaparız.
Kul ibadet koyamaz. İbadetlere zaman mekân keyfiyet ve sayı belirleme sadece Şeriatın sahibinin hakkıdır.
İbadetlerdeki meratip, yani derece sıralaması da yine Mabudun seçimidir. Farz sünnetten, sünnet müstehaptan değerli ve önceliklidir. Daha değerli ve öncelikli olan bırakılarak diğerinin yapılması yanlış olur.
Sünnetin birimleri olan hadislerin sıhhati için söylenecekler söylenmiştir. Biz bir hadisin sahih, zayıf ya da uydurma olduğunu ancak asıl kaynaklarına bakarak bilebiliriz. Bu konuda kahramanlık sökmez, kuru iddianın bir anlamı olmaz.
Söylemediği bir sözü Hz. Peygamber'e isnat etmek cehennemlik olmayı gerektirebilecek çirkin bir günahtır.
İmdi, Muharrem için bizim dinimizde olanlar ve olmayanlar şunlardır.
Önce olanlar
Muharrem Ayı Haram aylardan biridir. Haram olması, muhterem/değerli ve saygın olması, bu sebeple de onda savaşın yasak olması demektir.
“Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem'de tutulan oruçtur”. Bazılarına göre bu ifade ayın tamamına da delalet edebilir, bazılar da bundan sadece dokuz, on ve on birinci günleri anlamışlardır. Çünkü Hz. Peygamber bu ayın tamamını hiç oruçlu geçirmemiştir.
Demek ki, 'Allah'ın Ayı' ifadesi de Recep için değil Muharrem için söylenmiştir. Sadece onuncu günü değil, dokuzu ve onu, ya da dokuzu onu ve on biri yahut onu ve on biri günleri oruç tutmak sünnettir.
Hz. Peygamber (sa) “Allah'tan ümit ederim ki, Aşure Günü oruç tutmak önceki bir yılın günahlarına kefaret olur” buyurmuş ve Yahudilere benzememek için de, söylediğimiz gibi ona dokuzunun ya da on birinin de ilave edilmesini istemiştir.
“Kim Aşure Günü çoluk çocuğuna bol davranırsa, Allah da ona senenin kalan günlerinde bolluk verir”, sözünün Ahmet bin Hanbel aslının bulunmadığını söyler. Bazılar zayıf bir hadistir derler. Yani hiç hesaba katılmayabilir. Ancak sevap için itibar edene de bir şey denmez demek isterler.
Aşure Günü çocukların da oruca teşvik edilmesi sünnette olan güzel bir davranıştır.
Aşure günü gerçekleştiği sayılıp dökülen olaylardan sadece Hz. Musa'nın ve kavminin Firavunun zulmünden kurtulmaları doğrudur.
Olmayanlar
Bu konuda kitap dolduracak bir edebiyat gelişmiştir.
Muharrem'de kim dokuz, on… gün oruç tutarsa Allah ona semada bir kubbe inşa eder.
Aşure Günü'nü eğlence ve ışıklandırmalarla bir kutlama günü yapmak da dinimize uygun değildir.
Bütün müminlerin göz nuru Hz. Hüseyin'in Aşure Günü şehit edildiği gerçektir. Bu olay azıcık imanı olan her mümini dilhûn eder. Hatırlayınca üzülür ve zulme lanet okuruz, ancak o gün yas tutup ağlayıp dövünmek, kan akıtmak cahiliye adetlerinden çirkin birer bidattirler.
“Hz. Nûh'un Cûdi Dağı'na inmesi Aşure Günü'dür hadisi” zayıftır. Gemideki insanların azıklarından arta kalanlarla karıştırıp bir çorba yapılması söyleminin aslı yoktur. Dolayısıyla Aşure Günü aşure tatlısı yapıp dağıtmanın da dini bir dayanağı bulunmamaktadır. O güne denk getirilerek bundan bir sevap umulursa bidat işlenmiş olur. Yoksa aşure tatlısı çok güzel bir tatlıdır ve yemek kültürümüz olarak devam ettirilmelidir.
Hz. Peygamber'in hicreti sanıldığı gibi Muharrem'de değil Rabiulevvel ayındadır.
Diyebiliriz ki, Hz. Peygamber'in dediklerini ve demediklerini öğrenmek suretiyle böyle zamanlar için uydurulan sözleri ayıklamaya çalışmak böyle günlerde yapılacak en güzel ibadetlerden biridir. Mübarek olsun.
Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/muharrem-olanlar-ve-olmayanlar-2022432
***İSLAMİ YILBAŞI
Bismillahirrahmanirrahim
ÖNEMLİ BİLGİ:
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, muharrem ayında değil rebiülevvel ayında hicret etti. Ancak o dönemde yaygın olarak kameri takvim kullanılıyordu ve ilk ay da muharrem ayı olduğu için ayların sırasına riayet ederek ve yıl olarak da hicret yılını alarak tarihi iki ay sekiz gün geri alınıp Hicri takvimin başlangıcı 23 Temmuz 622 olarak tesbit edildi.
İslâm tarihinde ve Müslümanların hayâtında maddî-mânevî büyük te’sirleri bulunan Muharrem ayı ve Hicret, Hazreti Ömer(radıyallahu anh)’ın hilâfeti (Hazreti Peygamber’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vekîli olarak Müslümanların Dînî ve dünyevî işlerini idare edip, hukûkunu koruma vazifesi) zamanında kurulan bir şûrâ (Müslümanların işlerini idare eden yetkili tarafından hazırlanan kânun tasarıları üzerine düşüncesini bildirmek gibi vazifeleri olan seçilmiş kişiler) tarafından Islâmî takvim başlangıcı olarak kabul ve ilan edilmiştir.
Hazreti Ömer(radıyallahu anh)devrine kadar Arap yarımadasında, doğru dürüst bir takvim mevcut değildi. Geçen seneler ise, o yıl içinde meydana gelen önemli hadisenin adı ile anılıyordu.
Hicretin 21. senesinde, (miladî 643) Halife-i Müslimîn Hazreti Ömer’e(radıyallahu anh) getirilen bir borç senedi üzerindeki ihtilaf, (anlaşmazlık) İslâmî idâre (devlet yönetimi) için esaslı bir tarih başlangıcı ve takvim kabûlünün şart olduğunu ortaya çıkardı.
Halife’ye getirilen bu ihtilaflı senette, borcun Şaban ayında ödeneceği yazılıydı. Ancak bu ay, alacaklının iddiasına göre, bu yılın; borçluya göre ise, gelecek yılın Şaban ayı olarak gösteriliyordu.
Ayrıca hudutları çok genişlemiş bulunan İslâm memleketlerindeki vâlilerden Hilâfet makâmına gelen yazılarda da, bu gibi tereddüde sevkedici (şüphe ve kararsızlığa sebep olucu) zaman mefhumları ortaya çıkıyordu.
İleri görüşlü büyük halife Hazreti Ömer(radıyallahu anh), ileride bu işin daha çok karışıklıklara sebebiyet vereceğini, daha çok mahzurlar çıkaracağını düşünerek, istişâre (eshâbın büyükleri ve âlimlerinden oluşan danışma) meclisini topladı. Meseleyi izah ederek bir tarih ve takvim başlangıcı tesbit edilmesini istedi.
O tarihte dünyada kullanılmakta olan muhtelif millet ve inançlara mahsus takvimlerden birisinin kullanılmasına dair tekliflerde bulunanlar oldu, ancak bu tekliflerin hiç biri “İslâmî (Kur’ân’da ve Rasûlüllah’ın uygulamalarında örneği) olmadığı için” kabul görmedi.
Daha sonra, Rasûlüllah’ın(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ifadeleri ile “İlim şehrinin kapısı ” makâmının sâhibi ve eshâbın en âlimi bulunan Hazreti Ali kerremAllahü vecheh: “Rasûlüllah’ın(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke’den Medine’ye yaptığı tarihî hicretinin, takvim yılı başlangıcı olmasını” teklif etti.
Bu teklif, heyette bulunanlar tarafından ittifakla kabul edildi. Ancak küçük bir değişiklik yapılarak mer’iyete (yürürlüğe) konuldu.
Şöyle ki; Rasûlüllah’ın(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hicreti, 12 Rebîülevvel, miladî 622 senesinde vukû bulmuştu. Araplar arasında ise, sene başı, Muharrem ayının biri olarak kabul edilegelirdi. Bu hususta kolayca intibâkı (uyumu) sağlamak için, yeni kabul edilen hicret takvimi yılının başı, o senenin Muharrem ayının biri olarak kabul edildi. Böylece, 1 Muharrem miladî 622 senesi, Hicrî birinci senenin başlangıcı oldu. İslâm âlemi de kendi takvimine kavuşmuş oldu.
Özetle; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, rebiülevvel ayında hicret etmişti. Ancak yaygın olarak kameri takvim kullanılıyordu ve ilk ay da muharrem ayı olduğu için Hz Ömer (radıyallahu anh) ayların sırasına riayet ederek yıl olarak hicret yılını ay olarak da kameri yıl muharrem ayı ile başladığından tarih iki ay sekiz gün geri alınıp Hicri takvimin başlangıcı 23 Temmuz 622 olarak tesbit edildi.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
100-Âdiyât Suresi - 6-8 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾6﴿ İnsan, rabbine karşı pek nankördür.
﴾7﴿ Şüphesiz buna kendisi de şahittir;
﴾8﴿ O, aşırı derecede mal sevgisine kapılmıştır.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Burada “insan” kavramıyla genel olarak insan türünün kastedildiği, çünkü bütün insanlarda bu tür olumsuz özelliklerin az çok bulunduğu belirtildiği gibi (bk. İbn Âşûr, XXX, 502-503), özellikle hidayetten nasibini alamamış insanların söz konusu olduğu da söylenmiştir. Râzî, bu ikinci yorumun çoğunluğun görüşü olduğunu belirtir (XXXII, 67). Bu âyetler, söz konusu insanların tabiatlarına yerleşmiş bulunan Allah Teala’nın nimetlerine karşı nankörlük, kadir bilmezlik, mal biriktirmeye düşkünlük ve nimetin şükrünü yerine getirme vecîbesini umursamama gibi olumsuz özellikleri ortaya koymaktadır.
6. âyetteki kenûd kelimesinin bir hadiste şöyle açıklandığı rivayet edilir: “Öyle bir nankördür ki yalnız başına yer, kölesini döver, malî görevlerini yerine getirmez” (Taberî, XXX, 180).
7. âyet insanın kendisinin de bu nankörlüğünün farkında olduğunu, buna bizzat kendi vicdanının da tanıklık ettiğini belirtmektedir. Âyete “Şüphesiz buna Allah şahittir” mânası da verilmiştir (Taberî, XXX, 180).
Bu takdirde âyet Allah Teala’nın verdiği nimete karşı nankörlük edenler için bir uyarı anlamı taşır. Fakat birinci mâna bağlama daha uygundur. Âyete ayrıca “Nankör kişi âhirette kendi aleyhine şahitlik edecektir” şeklinde de mâna verilebilir (Elmalılı, IX, 6021).
“Mal” diye tercüme ettiğimiz 8. âyetteki hayır kelimesini Râgıb el-İsfahânî, “akıl, adalet, fazilet, faydalı nesne gibi genellikle insanların rağbet ettiği şey” şeklinde tarif etmiştir (Müfredâtü’l-Kur’an, “hyr” md.). Eski Araplar’da kelime sıklıkla “mal” ve özellikle “at” anlamında kullanılmaktaydı. Burada “çok mal, servet” mânasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:672-673
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C3%82diy%C3%A2t-suresi/6152/6-8-ayet-tefsiri
25 Haziran 2025 Çarşamba
100-Âdiyât Suresi - 1-5 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ Yemin olsun nefes nefese koşanlara;
﴾2﴿ Sonra çakarak kıvılcım saçanlara;
﴾3﴿ Sabahleyin ansızın baskın yapanlara;
﴾4﴿ Derken o sırada tozu dumana katanlara;
﴾5﴿ Peşinden orada bir topluluğun ta ortasına dalanlara ki!
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Savaş sırasında düşman üzerine saldıran atlar tasvir edilmekte ve eski savaşların insandan sonra en önemli unsuru olması dolayısıyla atlar üzerine yemin edilmektedir. Yeminin amacı, böylesine yararları bulunan ve insanların en çok sevdiği mallardan olan atları onlara bağışlayanın Allah Teala olduğuna işaret etmek, o günün insanının gözünde çok değerli olan bu varlıklar üzerine yemin ederek müteakip âyetlerdeki mesajın gerçekliğine ve önemine dikkat çekmektir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:672
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C3%82diy%C3%A2t-suresi/6147/1-5-ayet-tefsiri
24 Haziran 2025 Salı
100-Âdiyât Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir. Âdiyât, hızlı koşan atlar demektir.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada yüzüncü, iniş sırasına göre on dördüncü sûredir. Asr sûresinden sonra, Kevser sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler de vardır (bk. Şevkânî, V, 566).
Konusu
İnsanoğlunun nankörlüğü ve mala düşkünlüğü, ahiret hayatı için harcama yapmaması ve bu yüzden onu kötü bir sonucun beklediği söz konusu edilmektedir.
23 Haziran 2025 Pazartesi
99-ZİLZÂL SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Adını ilk âyetinin son kelimesinden alır ve ez-Zelzele, İzâ zülzilet sûresi diye de anılır. Medenî veya Mekkî olduğu hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Taberî ve Kurtubî, Medenî diye kaydetmiş (Câmiʿu’l-beyân, XXX, 337; el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, XX, 100), Süyûtî de bunu tercih etmiş (el-İtḳān, I, 36), İbn Âşûr ise Mekkî olduğunu söylemiştir (et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, XXX, 437).
Sekiz âyet olup fâsılaları ا، م، هـ harfleridir. Sûrenin konusu kıyametin kopması ve insanların dünyada işledikleri ameller için hesaba çekilmesi hakkındadır.
Zilzâl sûresi yerin büyük bir sarsıntı ile sarsılacağı ve içindeki ağırlıkları (eskāl) dışarıya atacağı günü hatırlatılmakla başlar. Diğer âyetlerde sûra üfürülmekle vuku bulacağı ifade edilen bu olayın (ez-Zümer 39/68) ikinci üfleyişle meydana geleceğini söylemek mümkündür.
2. âyette yer alan “eskāl” kelimesi Taberî ve İbn Kesîr’e göre yerin karnındaki (kabirlerdeki) ölüleri anlatır. Buna yer küresinin kendi içinde sakladığı çeşitli maden ve hazineler de eklendiği takdirde bu yer sarsıntısını birinci ve ikinci üfleyiş olarak kabul etmek gerekir. Ardından, tasvir edilen durum karşısında inkârcılar veya bütün insanlar hayrete düşüp, “Arzın bu hali nedir?” diyeceklerdir. O gün Cenâb-ı Hakk’ın ilhamıyla yer küresi, üzerinde işlenen bütün amelleri haber verecektir. Dünyada peygamberlerin tebliğlerine doğrudan veya dolaylı biçimde muhatap olan insanlar tek başlarına ve dağınık şekilde hesap yerine geleceklerdir. Zerre kadar iyilik yapan da zerre kadar kötülük yapan da karşılığını bulacaktır.
Sûrenin tefsiri hakkında rivayet edilen hadislerden biri şöyledir:
Abdullah b. Ömer’den nakledildiğine göre sûre nâzil olurken orada bulunan Ebû Bekir ağlamaya başlamış, Hz. Peygamber bunun sebebini sorunca sûrenin kendisini ağlattığını söylemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Siz hiç hata etmez, günah işlemez olsaydınız Allah Teâlâ sizden sonra hata edip günah işleyen bir ümmet yaratır ve -tövbe etmeleri üzerine- onları affederdi” (Vâhidî, s. 368; Heysemî, VII, 141).
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, yerin içinde sakladığı haberlerden bahseden 4. âyete atıfta bulunarak yerin sakladığı haberlerin ne olduğunu sormuş, yanındakiler bunu Allah ve resulünün bildiğini söyleyince şöyle demiştir: “Yerin içinde barındırdığı haberler, Allah’ın her erkek ve kadın kulunun yer üzerinde işlediği amellere şahitlik edip şöyle demesidir: ‘Benim sırtımda filân ve filân günde şu ve şu amelleri işledin; evet yerin haberleri bundan ibarettir” (Müsned, II, 347; Tirmizî, “Ṣıfatü’l-ḳıyâme”, 7; “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 99).
Sûrenin fazileti hakkında rivayet edilen hadise göre bir sahâbî Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelip kendisine Kur’an okutmasını istemiş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “elif lâm râ’”, “hâ mîm” veya tesbih kavramıyla başlayan sûrelerden okumasını söylemiş, sahâbî bunların her biri için, “Yaşım ilerlemiş, kalbim sıkıntılı hale gelmiş, dilim de kalınlaşmış” şeklinde mazeret beyan ederek kendisine özlü bir sûre okutmasını talep etmiştir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona Zilzâl sûresini okutmuştur. Sahâbî okumasını bitirince, “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki hayatımın sonuna kadar buna başka bir şey ilâve etmeyeceğim” demiş ve oradan ayrılmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Bu adam kurtuluş yolunu bulmuş, kurtuluş yolunu bulmuştur” (Müsned, II, 169; a.e. [Arnaût], XI, 139-141; Ebû Dâvûd, “Şehru ramażân”, 9; İbrâhim Ali, s. 302-303, 360-361).
Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Zilzâl sûresinin Kur’an’ın yarısına, İhlâs’ın üçte birine, Kâfirûn sûresinin de dörtte birine denk geldiğini söylemiştir (Tirmizî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 10; İbrâhim Ali, s. 360-363; Kâfirûn sûresiyle ilgili beyanın sıhhati hakkında bk. DİA, XXIV, 149).
Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Zilzâl sûresinin Kur’an’ın yarısına denk gelişini onun içerdiği hükümlerin dünyaya ve âhirete dair olmasına, sûrenin âhiret ahkâmını kısaca içermesi özelliğine bağlamıştır (Rûḥu’l-meʿânî, XXX, 602). İsmâil Hakkı Bursevî Tefsîru Sûreti’z-Zelzele adıyla bir risâle kaleme almıştır (Beyazıt Devlet Ktp., Genel, nr. 3507, vr. 116a-121a).
Müellif: BEKİR TOPALOĞLU
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Tefsîr”, 99.
Müsned, II, 169, 347; a.e. (Arnaût), XI, 139-141.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXX, 337.
Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (nşr. Masum Vanlıoğlu), İstanbul 2011, XVII, 297.
Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 368.
Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, Beyrut 1408/1988, XX, 100.
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Beyrut 1385/1966, VII, 348-349.
Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, VII, 141.
Süyûtî, el-İtḳān (Ebü’l-Fazl), I, 36.
Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî (nşr. M. Ahmed el-Emed – Ömer Abdüsselâm es-Selâmî), Beyrut 1421/2000, XXX, 602.
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 6009.
Ca‘fer Şerefeddin, el-Mevsûʿatü’l-Ḳurʾâniyye ḫaṣâʾiṣü’s-süver, Beyrut 1420/2000, XII, 93-106.
M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1421/2000, XXX, 431-432, 437.
İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eḥâdîs̱ ve’l-âs̱ârü’l-vâride fî feżâʾili süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 302-303, 360-363.
Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Zilzâl”, DMT, IX, 415.
22 Haziran 2025 Pazar
Din İşleri Yüksek Kurulu, tüm dünyadaki Fıkıh ve Fetva Meclisleriyle ilişkilerini geliştirmeye devam ediyor
Din İşleri Yüksek Kurulu güncel fıkhî meselelerle ilgili bir fetva hazırlarken tüm dünyadaki fıkıh ve fetva meclislerinin yayınlarını, görüş, karar ve fetvalarını da gözden geçirmekte, zaman zaman istişare toplantıları düzenlemekte, ülkemizi ziyaret eden fıkıh ve fetva meclislerinin temsilcilerini kabul etmekte ve onlarla işbirliği imkânlarını geliştirmektedir.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fıkıh ve fetva meclisleriyle iletişim halinde bulunması, onların yayınlarını, karar ve fetvalarını yakından takip etmesi, söz konusu meclislere temsilci göndermesi, tecrübe ve birikimlerini paylaşması güncel pek çok konunun çözüme kavuşturulmasında da önemli kolaylıklar sağlamaktadır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun irtibatta bulunduğu fıkıh ve fetva meclislerinden uluslararası statüde olanlardan bazıları şunlardır:
Mecma‛u’l-fıkhi’l-İslâmî ed-Düvelî: Merkezi Cidde’de bulunan bu meclis, İslam İşbirliği teşkilatına bağlı olarak faaliyet yürütmektedir.
el-Mecma‛u’l-fıkhiyyü’l-İslâmî: Merkezi Mekke-i Mükerreme’de bulunan bu meclis, Dünya İslam Birliği bünyesinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Mecma‛u’l-buhûsi'l-İslâmiyye: Merkezi Mısır Kahire’de bulunan Meclis, El-Ezher bünyesinde faaliyet yürütmektedir. Mısır’da ayrıca fetva hizmetlerini yürütmek üzere Dâru’l-ifta da bulunmaktadır.
Meclisu’l-Avrubbî li’l-iftâ ve’l-buhûs: Merkezi İrlanda’nın Dublin şehrinde bulunan Avrupa Fetva ve Araştırmaları Meclisi, Avrupa İslam Örgütü Birliğinin çatısı altında çalışmalar yapmaktadır.
el-İttihâdu’l-âlemî li ulemâi’l-müslimîn: Merkezi Londra’da bulunan meclis, Dünya İslam Alimleri Birliği adı altında çalışmalarını sürdürmektedir.
Avrasya İslam Şurası Fetva Meclisi: Meclis, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulunun girişimi ile 11-14 Ekim 2016 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen IX. Avrasya İslam Şûrası’nda alınan karar gereğince kurulmuştur. Meclisin kuruluş amacı, Avrasya coğrafyasında yaşayan Müslümanların güncel dinî ve fıkhî meselelerine ortak çözüm üretmektir.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun irtibatta bulunduğu fıkıh ve fetva meclislerinden yerel statüde olanlardan bazıları şunlardır:
Hey’etu kibâri’l-ulemâ: Suudi Arabistan Başmüftüsünün başkanlığını yaptığı meclis, ülkede en önde gelen fetva merciidir. Bünyesinde İlmi Araştırmalar ve Fetva Daimi Komisyonu bulunmaktadır.
Mecma'u'l-fıkhi’l-İslâmî el-Hindî: Hindistan’da faaliyet göstermektedir.
Dâiretu’l-iftâi’l-âmm el-Ürdünî: Orijinal adıyla Umumi Fetva Dairesi olan meclis Ürdün’de faaliyetlerini sürdürmektedir.
Irak Fıkıh Meclisi: Merkezi Irak’ın Bağdat şehrinde bulunan meclis, bağımsız bir kuruluştur.
Sudan Fıkıh Meclisi: Sudan’da Diyanet İşleri ve Evkaf Bakanlığına bağlı olarak faaliyet yapmaktadır.
Din İşleri Yüksek Kurulu, Kuzey Amerika İslam Toplumu, Avustralya Fetva Meclisi, Bahreyn Fetva Meclisi, Malezya İslami Gelişim Departmanı, Pakistan İslami Düşünce Konseyi, Moritanya Fetva ve Uzlaştırma Yüksek Meclisi, Endonezya Ulema Meclisi gibi Müslümanların yaşadığı her ülkede bulunan ulusal ve uluslararası fıkıh ve fetva meclisleriyle temas halindedir.
https://fetva.diyanet.gov.tr/Duyuru-Detay/Duyurular/813/din-isleri-yuksek-kurulu-tum-dunyadaki-fikih-ve-fetva-meclisleriyle-iliskilerini-gelistirmeye-devam-ediyor
99-Zilzâl Suresi - 7-8 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾7﴿ Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür.
﴾8﴿ Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Herkesin eninde sonunda yaptıklarının karşılığını bulacağını belirten bu âyetler, bütün insanlığın paylaştığı bir gerçeği dile getirmesi bakımından özlü ve hikmet dolu ifadelerden (cevâmiu’l-kelim) sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de bu âyetleri, kuşatıcı anlamıyla eşsiz bir ifade olarak nitelemiştir (Buhârî, “Şürb”, 12; “Tefsîr”, 99).
Âyetler, dünyada yapılan en küçük hayır veya şerrin bile kaybolmayacağını, âhiret gününde bunların insanların önüne serilip hesabının sorulacağını, karşılığının da ödül veya ceza şeklinde görüleceğini ifade eder (krş. Kehf 18/49; Enbiyâ 21/47). Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Bir yarım hurma veya bir güzel sözle olsun ateşten korunun!” (Buhârî, “Edeb”, 34; “Zekât”, 10; “Tevhîd”, 36) buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah’tan bekleyerek iyi niyetle ve insan sevgisiyle yaptığı en küçük bir hayrın dahi onu âhirette ateşten koruyabileceğine dikkat çekmiştir.
İnanmayanların dünyada yaptıkları iyiliklerin hükümsüz, âhiret hayatı bakımından faydasız olduğunu bildiren âyetler (meselâ bk. Nûr 24/39) “zerre miktarı da olsa iyiliğin karşılığının görüleceği”ni bildiren bu âyetle çelişiyor gibi göründüğü için bu hususta tereddüdü gidermek üzere değişik yorumlar yapılmıştır; bunların bir kısmı şöyle özetlenebilir:
a) İnançsızlar yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada görürler ve böylece yaptıkları karşılıksız kalmamış olur.
b) Mümine de inkârcıya da yaptıkları gösterilir; Allah Teala müminin günahlarını bağışlar, iyiliklerini ödüllendirir. Kâfirin iyi işleri reddedilir; çünkü bunları Allah rızası için yapmamıştır; böylece ortada sadece günahları kalır.
c) İnanmayanın ameli de hesaba girer, inkârına ait büyük günahından düşülür ama iyilikleri bu günahı karşılayamaz ve bu bakımdan boşa gider (Râzî, XXXII, 58-59).
Akaid ve kelâm esaslarına göre konu bu ve daha başka şekillerde açıklanmaya çalışılmışsa da, netice itibariyle –İslâm âlimlerinin genel kabulüne göre– âhiret âleminin ve orada olup biteceklerin hakikat ve mahiyetini Allah Teâlâ bilir. O, kullarının âhir ve âkıbetinin ne olacağını da kendi adalet ve hikmetine göre takdir ve tayin eder.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:669-670
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Zilz%C3%A2l-suresi/6145/7-8-ayet-tefsiri
21 Haziran 2025 Cumartesi
99- Zilzâl Suresi - 6 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾6﴿ İşte o gün insanlar yaptıkları kendilerine gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar halinde çıkarlar.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Âyetin “farklı gruplar halinde” diye çevirdiğimiz kısmına,
a) Herkesin kabirlerinden çıkıp mahşer yerine doğru ilerlerken dünyadaki amellerine göre iyi veya kötü şartlar altında, güzel veya çirkin bir görünüşte olması;
b) Yeryüzünün farklı bölgelerinden çıkıp bölük bölük mahşer yerine doğru ilerlemeleri gibi değişik anlamlar verilmiştir (Râzî, XXXII, 60; Elmalılı, IX, 6012).
Âyetin, bu anlamların hepsini içerdiğini düşünmek de mümkündür.
Burada asıl anlatılmak istenen, daha kabirlerinden çıktıkları andan itibaren her bir insanın âhiretteki durumunu, âkıbetini, iyiler arasında mı yoksa kötüler arasında mı olacağını belirleyen şeyin, bizzat kendisinin bu dünyadaki tercihi, inancı ve yaşayışı olduğudur.
Şu halde bu tasvir, her insanın devredilemez bireysel sorumluluğunun varlığını da göstermektedir. Bu âyetin “yaptıkları kendilerine gösterilsin diye” şeklinde çevrilen kısmı ise tefsirlerde, insanların,
a) Amel defterlerindeki kayıtları görmeleri,
b) Yaptıklarının ödül veya ceza olarak karşılığını görmeleri şeklinde açıklanır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:669
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Zilz%C3%A2l-suresi/6144/6-ayet-tefsiri
20 Haziran 2025 Cuma
99-Zilzâl Suresi - 1-5 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ Yer o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığında;
﴾2﴿ Ve yer ağırlıklarını dışarı attığında;
﴾3﴿ Ve insan, “Ne oluyor buna!” dediğinde;
﴾4-5﴿ O gün yer, bütün haberlerini rabbinin ona vahyettiği şekilde anlatır.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Kıyamet gününün ne kadar dehşet verici bir gün olduğu ve o sırada nelerin meydana geleceği anlatılarak insanların o gün için hazırlık yapmaları gerektiğine dikkat çekilmektedir. Başka âyetlerde anlatıldığı üzere kıyamet kopacağı gün sûrun birinci defa üflenmesiyle yerküresinde şiddetli sarsıntılar meydana gelecek ve dağlar yerlerinden kopup savrulacak, yeryüzünde yıkılmayan hiçbir şey kalmayacaktır (krş. Kehf 18/47; Tâhâ 20/101-107). Çünkü “kıyamet sarsıntısı gerçekten çok büyük bir olaydır” (Hac 22/1).
2. Âyette belirtilen “yerin ağırlıklarını dışarı atması” ile ne kastedildiği hususunda öne çıkan açıklamalar şunlardır:
a) Kabirlerdeki ölülerin dirilip dışarı çıkması;
b) Yer altındaki madenler, gazlar, ve lâvların dışarı çıkması. Müfessirler yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması olayının sûrun ikinci defa üflenmesiyle gerçekleşeceğini söylemişlerdir. Yerkürede meydana gelen bu dehşet verici olayları gören insan, “Ne oluyor buna!” diyerek korku ve şaşkınlığını ifade eder. Çünkü daha önce bu derecede şiddetli bir sarsıntı görülmemiştir.
“O gün yer, rabbinin ona vahyettiği şekilde bütün haberlerini anlatır.” meâlindeki 4-5. âyetler başlıca üç şekilde yorumlanmıştır:a) Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir (İbn Mâce, “Zühd”, 31). b)
O gün Allah’ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları her şeyi açığa çıkarır.
c) Yer, o büyük sarsıntıyla âdeta dünyanın son bulduğunu ve âhiretin geldiğini haber verir (Râzî, XXXII, 59).
Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır. Âyetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu gerçeği göz önüne alarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamalarıdır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:668-669
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Zilz%C3%A2l-suresi/6139/1-5-ayet-tefsiri
19 Haziran 2025 Perşembe
99- Zilzâl Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
Hakkında
Medine döneminde inmiştir. 8 âyettir. Zilzâl, sarsıntı, deprem demektir.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada doksan dokuzuncu, iniş sırasına göre doksan üçüncü sûredir. Nisâ sûresinden sonra, Hadîd sûresinden önce Medine’de inmiştir. Mekke’de indiğine dair rivayetler de vardır (bk. Şevkânî, V, 562).
Konusu
Sûrede kıyamet kopması sırasındaki şiddetli yer sarsıntısının ardından kıyamet gününde yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet verici haller anlatılmaktadır; ayrıca dünyada işlenen hayır veya şerrin karşılığının âhirette ödül veya ceza olarak alınacağı bildirilmektedir.
18 Haziran 2025 Çarşamba
98- BEYYİNE SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Mekkî olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte diğer bazı rivayetlere ve bilhassa Buhârî’de yer alan bir hadise göre (Buhârî, “Tefsîr”, 98/1-3) Medine devrinde nâzil olmuştur. Sûrenin üslûp ve muhtevası, onun hem Mekke hem de Medine devrinin özelliklerini taşıdığını göstermekte, din konusunda vahiy ve nübüvvetin kesin belge olduğunu bildiren ilk beş âyet Mekkî sûreleri, müşriklerle birlikte Ehl-i kitap’tan ve müminlerden söz eden son üç âyet ise Medenî sûreleri andırmaktadır. Sûrenin nüzûlü ile ilgili değişik rivayetler bu özellikleriyle birlikte ele alınacak olursa Mekke devrinin sonlarında veya Medine devrinin başlarında nâzil olduğu söylenebilir. Sekiz âyet olup fâsılası هـ harfidir.
Sûre, adını birinci âyette geçen ve “kesin belge” anlamına gelen el-beyyine kelimesinden almaktadır. Yine sûrenin başlangıcını oluşturan “lem yekün” lafzıyla, ayrıca içinde geçen kelimelerden alınmış Münfekkîn, Kayyime ve Beriyye gibi adlarla da anılmaktadır.
Sûrenin ilk beş âyetinde, gerek Ehl-i kitap’tan olan inkârcıların gerekse müşriklerin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in zuhuruna kadar bu durumlarını sürdürdükleri hatırlatılmış, Tevrat ve İncil’de geleceği bildirilen peygamberin henüz gönderilmemiş olmasını bu tutumlarının bir mazereti olarak ileri sürdüklerine işaret edilmiştir. Ancak Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gelişinden sonra artık özellikle Ehl-i kitabın topyekün hak dini kabul etmeleri gerekirken böyle olmadığı belirtilerek bunlardan bir kısmının İslâm’a yöneldiklerine, diğerlerinin ise aynı inkâr üzere kaldıklarına dikkat çekilmiş, kendilerinden beklenenin ise samimiyetle ve sadece Allah Teala’ya kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılıp zekâtı vermeleri olduğu vurgulanarak hak dinin ve gerçek dindarlığın temel ilkeleri ortaya konmuştur.
Son üç âyet mümin ile kâfir arasındaki farklı durumu belirtir:
Dini inkâr eden, Allah huzurunda hesap verme korkusundan uzak olduğu için günah ve kötülükten sakınmaz. Bunun için dinsizler insanların en kötüsü, en zararlısı, müminler ise inançları gereği günahlardan sakınıp Allah rızâsına uygun iyilikler yaptıkları için insanların en iyisi, en hayırlısıdırlar. Müminler bu dünyada mutlu yaşarlar, âhirette de cennete kavuşurlar. Ebedî mutluluk Allah rızâsını elde etmek demektir. Bu da ancak Allah’a inanmak, sonsuz kudretine sığınmak ve O’na saygı duymakla olur.
Beyyine sûresi, Alak ve Kadr sûreleriyle yakın ilişkisinden dolayı mushafta bunlardan sonra yer almıştır. Çünkü Alak sûresinde ilk vahiy, Kadr sûresinde ilk vahyin geldiği gece konu edilmiş, bu sûrede ise vahiy ve nübüvvetten maksat ve gayenin ne olduğu ve Allah’ın kitap ve peygamber göndermesindeki hikmetler açıklanmıştır.
Sûreden çıkan sonuca göre din ve dindarlık insan aklının uydurduğu ve yakıştırdığı bilgilerle değil Allah tarafından gönderilen kitap sahibi peygamberle kesinlik ve geçerlilik kazanır.
Daha önceki din kitaplarında geleceği vaad edilen ve birtakım özellikleri bildirilen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vehimden, şüphe ve tereddütten uzak tertemiz bilgilerle gönderilmesi, din konusunda doğru ile yanlışı kesin çizgilerle ayıran bir belge niteliği taşır. İşte bundan dolayı sûrede Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “beyyine” (kesin belge) diye tanıtılır.
Sûre ile ilgili olarak bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Übey b. Kâ‘b’a, “Allah ‘Lem yekünillezîne keferû’ sûresini (bir başka rivayette Kur’an’ı) sana okumamı emretti” buyurmuş, Übey de Allah tarafından adının anılmış olması sebebiyle sevinmiş ve ağlamıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 98/1-3; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 245-246).
Ayrıca faziletine dair Matar el-Müzenî’den rivayet edilen, “Allah Teala, ‘Lem yekünillezîne keferû’ sûresini okuyan kişinin kıraatini dinler ve şöyle söyler: Müjde olsun sana ey kulum! İzzetime andolsun ki gerek dünya gerekse âhiret hallerinden hiçbirinde seni unutmayacağım ve seni cennete yerleştireceğim, ta ki hoşnut olasın” meâlindeki hadisle bazı tefsir kaynaklarında yer alan ve Übey b. Kâ‘b’ın rivayet ettiği ileri sürülen, “Kim Lemyekün sûresini okursa kıyamet gününde sabah akşam seçkin kullarla beraber olur” anlamındaki hadisin mevzû olduğu kabul edilmiştir (İbnü’l-Cevzî, I, 239-241; Zerkeşî, I, 432).
Müellif: EMİN IŞIK
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Tefsîr”, 98/1-3.
Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 245-246.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 781-783.
İbnü’l-Cevzî, el-Mevżûʿât (nşr. Abdurrahman M. Osman), Medine 1386/1966, I, 239-241.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, IV, 537-538.
Zerkeşî, el-Burhân, I, 432.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XXX, 200-208.
Elmalılı, Hak Dini, IX, 5985-6005.
Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, İstanbul 1980, s. 690-692.
17 Haziran 2025 Salı
98- Beyyine Suresi - 6-8 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾6﴿ Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâr edenler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en kötüleri onlardır.
﴾7﴿ İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.
﴾8﴿ Onların rableri katındaki ödülleri, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. İşte bu, rabbini sayıp O’ndan korkanlar içindir.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Bu sûrenin indiği Medine ve çevresindeki yahudiler ve hıristiyanlar, son peygamber Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin risâleti hakkında bilgi sahibi oldukları halde, o hak peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ettikleri; putperestler ise ayrıca bir olan Allah’a ortak koştukları için halkın en kötüsü olarak nitelendirilmişlerdir. Onlara ibadet etmeleri ve namaz kılıp zekât vermelerinin emredilmesi İslâm dinini kabul etmeye çağrıldıklarını ifade eder. Sonuç olarak, inkârcılar yeryüzünün en kötüleri olarak uhrevî cezayı, inanıp iyi işler yapanlar ise yeryüzünün en iyileri olarak uhrevî mutluluğu hak etmişlerdir. Bu ikincilerin kavuşacakları en büyük mutluluk ise yüce Allah’ın rızasına nâil olmalarıdır. Zira bir hadîs-i kudsîde belirtildiği üzere onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan aklının tasavvur edemeyeceği derecede güzel bir ödül hazırlanmıştır (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312).
Bundan dolayı 8. âyette onların da Allah’a karşı hoşnutluk ve memnuniyet hissiyle dolacakları bildirilmektedir. Sûrenin sonunda bütün bu nimet ve lütufların, müminin yüce rabbine karşı duyduğu derin saygı ve korkunun sonucu olduğu ifade edilmiştir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 665-666
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Beyyine-suresi/6136/6-8-ayet-tefsiri
16 Haziran 2025 Pazartesi
98-Beyyine Suresi - 5 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾5﴿ Halbuki onlara, Allah’a kulluk etmeleri, Hanîfler olarak O’na yürekten inanıp boyun eğmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmişti. Doğru din de işte budur.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
“Allah’a yürekten inanıp itaat ederek” diye çevirdiğimiz ifadenin tam karşılığı, “dini yalnız Allah’a has kılarak” şeklindedir. Bu ifadeyle “Allah’a gönülden inanıp tam bir dindarlık duygusuyla ve içtenlikle yalnız O’na boyun eğme” anlamı kastedildiği için böyle bir meâl vermeyi tercih ettik. Buna göre ibadetlerde şekil de vazgeçilmez olmakla beraber, ibadetin özü ve ruhu niyet ve ihlâstır, tevhid inancı ve kulluk bilincidir.
Hanîf ismi Kur’an dilinde her şeyden önce tevhid inancını kapsar ve daha açık olarak, “Şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşıp Allah Teala’nın birliği inancına yönelen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden” anlamına gelir (bilgi için bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/135; Rûm 30/30).
İbadet teriminin genel anlamı içinde namaz ve zekât da bulunmakla birlikte, bunların ayrıca zikredilmesi, onların çok önemli ve değerli olduklarını göstermektedir. Gerek önceki kutsal kitapların aslında ve gerekse Kur’an’da insanlara sadece bir olan Allah’a ihlâsla ibadet etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmiştir. Namaz Allah’a saygının, zekât ise insana şefkat ve sevginin en anlamlı ifadeleridir. Bu sebeple, âyette belirtildiği gibi tevhid inancı ve “Allah’a gönülden saygı ve itaat” anlamındaki ihlâsın yanında, namaz ve zekât da diğer ilâhî dinlerin bozulmamış şeklinde mevcut idi. Âyetin son cümlesinde bu vecîbelerin, ilâhî vahye dayanan “dosdoğru din”in kendisi ve doğru yolda giden toplumların dini olduğu vurgulanmıştır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 664-665
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Beyyine-suresi/6135/5-ayet-tefsiri
15 Haziran 2025 Pazar
98- Beyyine Suresi - 4 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾4﴿ Ehl-i kitap ancak kendilerine o açık kanıt geldikten sonra ayrılığa düştüler.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetteki “açık kanıt”tan maksat, getirdiği mesaj ve mûcizelerle apaçık hak ve hakikat elçisi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Buna rağmen Ehl-i kitap onun hakkında ihtilâfa düştüğü için kınanmıştır. Müfessirler Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gelinceye kadar Ehl-i kitabın, son peygamberin geleceği hakkında fikir birliği içerisinde bulunduğunu, fakat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem geldikten sonra bir kısmı ona inandığı, çoğu ise inkâr ettiği için ayrılığa düştüklerini söylemişlerdir (Taberî, XXX, 169; Şevkânî, V, 558-559).
İbn Âşûr’a göre bu âyetteki “açık kanıt”la Hz. Îsâ’nın gelişi kastedilmiştir. Zira, İsrâiloğulları’nın geçmişteki bazı peygamberlerinin verdikleri haber uyarınca, Hz. Îsâ kendilerine peygamber olarak gönderildiği halde onların bazıları ona inanırken büyük çoğunluğu onun peygamberliğini tanımamışlar, böylece aralarında ayrılığa düşmüşler, yahudiler ve hıristiyanlar olarak bölünmüşlerdir (XXX, 478-479).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 664
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Beyyine-suresi/6134/4-ayet-tefsiri
14 Haziran 2025 Cumartesi
98- Beyyine Suresi - 1-3 . Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1-2﴿ Ehl-i kitap’tan ve müşriklerden hakkı inkâr edenler, kendilerine açık kanıt ve Allah tarafından gönderilen, tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar (hakkı inkârcılıktan) ayrılacak değillerdir.
﴾3﴿ O sayfalarda dosdoğru hükümler yer almaktadır.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Burada eleştiri konusu edilen “Ehl-i kitap”tan maksat, özellikle o dönemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerle hıristiyanlar; “müşrikler”den maksat ise dönemin putperest Araplar’ıdır. Her ne kadar burada Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yakın çevresinde bulunan iki grup inkârcı zikredilmişse de hüküm geneldir, bütün insanlığı ilgilendirmektedir. İlk âyet hakkında yapılan yorumları üç noktada özetlemek mümkündür:
a) Müfessirlerin çoğunluğu bu âyeti, “Allah ve resulünü inkâr eden yahudiler, hıristiyanlar ve putperestler, kendilerine açık kanıt yani peygamber gelinceye kadar içinde bulundukları inkârcılıktan ayrılıp ona son vermeyeceklerdir” şeklinde yorumlamışlardır.
b) Diğer bir yorum da şöyledir: Allah Teâlâ, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in muhatapları olan Ehl-i kitap ile müşrikleri, –yeni bir ilâhî mesajın zamanı geldiği için– o mesajı göndermeden dünyadan ayırmayacaktır.
c) Aynı âyet, söz konusu grupların, kendilerine elçi ve kanıt gelmedikçe, gönderilmedikçe cezalandırılmayacakları şeklinde de yorumlanmıştır (bk. Ebû Hayyân, VIII, 498; Şevkânî, V, 557-558).
Bu son anlam âyetin bağlamına daha uygun görünmektedir. Yüce Allah, insanları iyiyi kötüden ayırt edecek yeteneklerle donatmış olmakla birlikte yine de, merhametinin bir sonucu olarak, açık kanıt göndermediği ve mesajının ulaşmadığı kimseleri yaptıklarından dolayı cezalandırmayacağını haber vermiştir. Nitekim bu husus, “Biz bir resul göndermedikçe azap edecek değiliz” (İsrâ 17/15) meâlindeki âyette daha açık bir şekilde ifade buyurulmuştur.
2. âyette, ilk âyette geçen kanıtın, “tertemiz sayfalar”ı okuyup Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ etmek üzere Allah tarafından gönderilmiş olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğu belirtilmiştir. “Tertemiz sayfalar” ise Kur’an’ın sayfaları olup “tertemiz” nitelemesi, “yalan, nifak, şüphe, sapkınlık ve yanlışlık vb. kusurlardan arınmış sayfalar” anlamını ifade eder (bk. Kurtubî, XXIX, 142).
3. âyet ise bu sayfalarda “kitaplar”, yani dosdoğru, hakkı bâtıldan ayıran ilâhî âyetler ve hükümler bulunduğunu bildirmektedir. Kur’an-ı Kerîm önceki kitapların hükümlerini içerdiği için de bu şekilde nitelendirilmiş olabilir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 663-664
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Beyyine-suresi/6131/1-3-ayet-tefsiri
13 Haziran 2025 Cuma
98-Beyyine Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
Hakkında
Medine döneminde inmiştir. 8 âyettir. Beyyine, apaçık delil demektir.
Nuzülü
Mushaftaki sıralamada doksan sekizinci, iniş sırasına göre yüzüncü sûredir. Talâk sûresinden sonra, Haşr sûresinden önce Medine’de inmiştir. Mekke’de indiğine dair rivayetler de vardır; ancak özellikle Buhârî’de yer alan bir hadis (“Tefsîr”, 98/1-3) sûrenin Medine döneminde indiğini göstermektedir.
Konusu
Sûrede Hz. Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği karşısında Ehl-i kitap ve müşriklerin inkârcı tutumları eleştirilmekte; özellikle Ehl-i kitabın, bu tutumlarıyla kendi dinlerinin özüne de aykırı davrandıkları, çünkü İslâm’ın iman ve ibadete dair temel buyruklarıyla peygamberlik inancının o dinlerin asıllarında da bulunduğu bildirilmektedir. Sûre kötülerle iyilerin âhiretteki durumlarını özetleyen açıklamalarla son bulmaktadır.
12 Haziran 2025 Perşembe
97- KADR SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
Müfessirlerin çoğunluğuna göre Mekke döneminde Abese sûresinden sonra nâzil olmuştur; Medine’de indiğine dair bazı rivayetler de mevcuttur. Nüzûl sırasına göre yirmi beşinci sûre olduğu kabul edilir. Beş âyetten oluşan sûrenin fâsılası ر harfidir. Adını, sûrede üç defa tekrar edilen ve üstünlüğü sebebiyle “leyletü’l-Kadr” olarak nitelenen geceden almıştır (bk. KADİR GECESİ). “İnnâ enzelnâ” sûresi olarak da anılmaktadır. Vahyin nüzûlünü konu alan sûrenin mushaftaki tertip sırasına göre ilk nâzil olan âyetlerin yer aldığı Alak sûresinden sonra gelmesi muhtevası açısından ayrı bir anlam ifade eder.
Kur’ân-ı Kerîm’in ne zaman indirildiğini ve bu zamanın özelliklerini belirterek faziletinden faydalanma gereğine işaret eden sûre, “Onu Kadir gecesinde indirdik” meâlindeki âyetle başlar. Müfessirler bu cümlede fiilin sonundaki zamirle Kur’an’ın kastedildiğini, bunun ilk bakışta anlaşılacak kadar belli olduğunu, Kur’an’ın azamet ve kudsiyetine işaret etmek üzere açık isim yerine zamir kullanıldığını söylerler. Âlimlerin çoğu, “peyderpey indirdik” anlamındaki nezzelnâ yerine “indirdik” mânasındaki enzelnâ fiilinin kullanılmasını dikkate alarak âyette, Kur’an’ın tamamının bir defada ulûhiyyet makamından dünya semasına indirilişine temas edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bazı âlimlere göre ise bu âyetle doğrudan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ilk âyetlerin gelişi kastedilmektedir (bk. NÜZÛL).
Her iki yoruma göre de söz konusu zaman dilimine, Kur’an’ın inişine sahne olduğu ve bu olayla değer kazandığı için “leyletü’l-Kadr” denilmiştir. Kadir gecesinin ne olduğu sorusunu ihtiva eden ikinci âyete cevap veren müteakip âyetlerde onun tarihinin açıklanması yerine üstünlüğü ve özellikleri üzerinde durulmuştur. Söz konusu âyetlerde, Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olup onda Allah Teala’nın izniyle meleklerin ardarda indiği ve bundan dolayı fecrin doğuşuna kadar bütün geceyi mânevî bir huzur ortamının (selâm) kapladığı belirtilir. Tefsirlerde, meleklerle beraber yeryüzüne indiği haber verilen “ruh”un Cebrâil olduğu ve onun melekler arasındaki yüksek derecesinden dolayı özellikle anıldığı kaydedilir. Geceyi kaplayan esenlik ise o gecede yapılan dua ve ibadetlerin sonucu olarak ilâhî rahmetin artmasıyla ilgilidir.
Kadr sûresinde, Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği gecenin geniş rahmet ve bereketlere vesile olduğuna işaret edilerek Kur’an’ın insanlık için taşıdığı değer ve öneme, insanlığın ona olan ihtiyacına dikkat çekilmektedir. Ayrıca insanların mümkün olan en yüksek düzeyde ve yoğunlukta Allah Teala’ya yönelip derin bir dindarlık hali yaşamaları durumunda meleklerin kendilerine katılmasına kadar varan bir ulviyete ulaşabilecekleri vurgulanmaktadır.
Sûrenin faziletiyle ilgili olarak tefsirlerde, “Kadr sûresini okuyan bir kimseye ramazanda oruç tutup Kadir gecesini ihyâ eden kişi kadar ecir verilir” meâlinde bir hadis rivayet edilmişse de (Zemahşerî, IV, 273; Beyzâvî, II, 611) bu rivayet sahih hadis kitaplarında yer almamaktadır.
Kadr sûresi üzerine aralarında Ebü’l-Leys es-Semerkandî (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5386, vr. 99-100), Tâceddin es-Sübkî (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 1193, vr. 374-377), Muslihuddîn-i Lârî (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3182, vr. 231-247), İbrâhim b. Dervîş el-Buhârî (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 411), Nûreddinzâde Sofyevî (Manisa İl Halk Ktp., nr. 1137, vr. 64-69), Abdullah b. Osman Tirevî (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2120, vr. 9-15), İbrâhim Kırîmî (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1512, vr. 34-38), Receb Osman Çorûmî (İstanbul 1317), Divrikli Abdullah Ziyâeddin (İstanbul 1322) ve Manastırlı İsmâil Hakkı (İstanbul 1325) olmak üzere birçok âlim müstakil risâleler yazmıştır.
Müellif: M. SAİT ÖZERVARLI
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 97.
Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 97.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XV, 327-331.
Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 895a-896a.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), IV, 273.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXXII, 27-37.
Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Beyrut 1408/1988, II, 611.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, IV, 529-535.
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5964-5984.
M. Sells, “Sound, Spirit and Gender in Sūrat al-Qadr”, JAOS, CXI/2 (1991), s. 239-259.
11 Haziran 2025 Çarşamba
97- Kadir Sûresi 4-5. Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾4﴿ O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar.
﴾5﴿ O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Burada Kadir gecesinin bin aydan hayırlı oluşunun başka bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece Allah Teâlâ’nın vereceği görevleri üstlenmek üzere melekler ve ruh yeryüzüne inerler. Müfessirlerin çoğunluğuna göre 4. âyetteki “ruh”tan maksat Cebrâil’dir (krş. Şuarâ 26/193-194). Cebrâil meleklerden biri olmakla birlikte makamının yüksekliğini ve şanının yüceliğini göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir. Ruha “meleklerin ileri gelenleri, meleklerin dışında Allah’ın görünmez ordularından bir ordu, rahmet” vb. mânalar verenler de vardır (Râzî, XXXII, 34; Şevkânî, V, 555).
5. âyette bu gecenin esenlik ve mutluluk gecesi olduğu ifade edilmiştir. Zira melekler gecenin başından itibaren şafak sökünceye kadar gruplar halinde inerek müminlere selâm verirler. Bu durum gecenin karanlığı çekilinceye kadar devam eder. Kadir gecesinde Allah Teâlâ rahmân ismiyle tecelli etmekte, –Duhân sûresinin 4-6. âyetlerinden de anlaşıldığı üzere– bu tecelli en az bir yıl boyunca genel esenliğin devamını sağlamakta, düzeni ve dengeyi korumaktadır. Bu sebeple ramazanın son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dünyevî işlerden uzaklaşıp mescidde itikâfa çekilir, vaktini daha çok ibadet ve tefekkürle geçirirdi (Buhârî, “İ‘tikâf”, 1; Müslim, “İ‘tikâf”, 1-5). Dolayısıyla müminler de Kadir gecesini ibadetle ve dualarla ihya etmelidirler. Hz. Âişe bu gecenin nasıl ihya edileceğini Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sormuş, o da “Allahım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet! de” şeklinde cevap vermiştir (Tirmizî, “Da‘avât”, 84; İbn Mâce, “Duâ”, 5).
Kadir gecesi, “kandil geceleri” denilen ve zamanla İslâm kültür tarihinde kutlu olduğuna inanılıp çeşitli ibadetlerle ihya edilen, hatta merasimlerle kutlanan gecelerden biri ve en önemlisidir (geniş bilgi için bk. Halit Ünal, “Berat Gecesi”, DİA, V, 475-476; M. Sait Özervarlı-Mustafa Uzun, “Kadir Gecesi”, a.g.e., XXIV, 124-127; Nebi Bozkurt, “Kandil”, a.g.e., XXIV, 300-301).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:657-660
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Kadir-suresi/6129/4-5-ayet-tefsiri
10 Haziran 2025 Salı
97- Kadir Sûresi 1-3. Ayet Tefsiri
Eûzu billahi mineş şeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahim
﴾1﴿ Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.
﴾2﴿ Bilir misin nedir Kadir gecesi?
﴾3﴿ Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.
Sadakallahul Azim
Tefsir (Kur'an Yolu)
Kadr kelimesi sözlükte “güç, hüküm, değer, şeref” gibi anlamlara gelir. Özellikle Kur’an’ın bu gecede indirilmesinin geceyi şereflendirdiğini ve kadrini yücelttiğini ifade etmek üzere ona bu isim verilmiştir. Bu sûre inmeden önce gecenin böyle bir ismi yoktu. Duhân sûresinde, “Biz onu mübarek bir gecede indirdik” (44/3) buyurularak bu gecenin bereketli, hayırlı, uğurlu, önemli ve kutsal bir gece olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sûrenin ilk âyetinde Kur’an’ın bu gecede, Bakara sûresinde de (2/185) ramazan ayında indirildiği belirtilmiştir. Buna göre Kadir gecesinin ramazan ayı içerisinde olduğu açıktır; ramazanın hangi gecesine denk geldiği konusunda farklı görüşler vardır. Bununla birlikte, Buhârî ve Müslim’in kaydettiği, Hz. Âişe’ye isnad edilen, Alak sûresinde naklettimiz bir hadiste Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ilk vahyin Ramazan’ın 27. gecesinde geldiği bildirilmiş; bu sebeple Kadir gecesinin Ramazan’ın 27. gecesi olduğu yönünde genel bir kanaat oluşmuştur. Bazı rivayetlere göre Kur’an bu ayın son on günü içinde inmeye başlamıştır (Kurtubî, XVI, 124). Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi, insanların o gecede kazanacakları sevaplara güvenip diğer zamanlarda kulluk görevlerini ihmal etmelerini önlemek gibi bazı sebep ve hikmetlerle açıklanmıştır.
Müfessirler, “Biz onu Kadir gecesinde indirdik” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki “o” zamiriyle Kur’an’ın kastedildiği konusunda ittifak etmişlerdir (bk. Taberî, XXX, 166; Râzî, XXXII, 27; Şevkânî, V, 554). Kur’an’ın, zamirle anlaşılacak derecede apaçık bilinen, tanınan, şanı yüce bir kitap olduğunu göstermek için adının açıkça anılmadığı belirtilir. “Biz onu indirdik” ifadesinden, “tamamını indirdik” veya “indirmeye başladık” mânaları anlaşılabilir. Âlimlerin çoğu, âyette “peyderpey indirdik” anlamındaki nezzelnâ yerine “indirdik” anlamındaki enzelnâ fiilinin kullanılmasını gerekçe göstererek burada Kur’an’ın tamamının ulûhiyyet makamından dünya semasına indirilmesinin söz konusu edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bazı âlimler ise bu âyetle doğrudan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelen Alak sûresinin ilk âyetlerinin kastedildiği kanaatindedirler. Her iki yoruma göre de söz konusu zaman diliminin Kur’an-ı Kerîm’in indirilişine sahne olduğu ve bu olayla büyük bir değer kazandığı için bu sûrede ona “leyletü’l-Kadr” denilmiştir (M. Sait Özervarlı, “Kadr Sûresi”, DİA, XXIV, 140-141).
“Bilir misin nedir Kadir gecesi?” meâlindeki 2. âyete cevap veren sonraki âyetlerde onun tarihinin açıklanması yerine bu gecenin önemi, insanlar için hayır ve bereketi üzerinde durulmuştur. Duhân sûresinde de Kur’an’ın “mübarek bir gecede” indirildiği belirtilerek hüküm ve hikmet içeren bütün işlerin bu gecede ayrıldığı, belirlendiği ifade edilir (Duhân 44/3-4).
Müfessirlerin bir kısmı, Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olduğunu bildiren 3. âyeti hakiki mânasında anlayarak bu gecede yapılan ibadet ve hayırların, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı bin ayda yapılanlardan daha çok sevap getireceğini belirtirler. Başka bir yoruma göre buradaki bin sayısı çokluktan kinayedir. Nitekim birçok dilde olduğu gibi Arapça’da da bin sayısı büyük çoklukları anlatmak için kullanılmaktadır. Şu halde bu âyette Kadir gecesinde yapılan ibadet ve iyiliklerin diğer bütün zamanlarda yapılanlardan daha çok sevap getireceği ifade edilmiş olmaktadır (Şevkânî, V, 555; İbn Âşûr, XXX, 459).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa: 658-659
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Kadir-suresi/6126/1-3-ayet-tefsiri