30 Mayıs 2025 Cuma

***HAC:Yeniden doğuş


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Hac...
Özel bir maksatla, özel bir mekâna, özel bir zamanda yapılan yolculuktur Hac... Ziyaret edilen yer, gerek iklim gerekse tabiat güzelliği bakımından başka bölgelere kıyasla çok da cazip değildir aslında. Mahşerî bir kalabalığın zorunlu olarak aynı zaman dilimleri içinde aynı yerlerde bulunmasının getirdiği izdiham da hesaba katıldığında, Hac seyahatinin başka herhangi bir yolculuğa kıyasla hayli meşakkatli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Ne var ki, ne o haşr u neşri andıran kalabalığın izdihamı, ne dışarıdan gidenler için mevsimin alışılmadık sıcaklığı, ne yolculuğun sıkıntısı.. hiçbir şey bir gidenin bir daha, bir daha gitme arzusuyla yanıp tutuşmasına engel olamıyor! Daha doğrusu dışarıdan bakanlar için birer “sıkıntı” gibi görünen bütün durumlar, Haccı bütün anlam boyutlarıyla “yaşayanlar” için söze dökülmesi imkansız bir idrak ve duyuş olarak ruhlara yerleşiyor.

Lebbeyk’in hikmeti
Özellikle ibadetler söz konusu olduğunda, neyi niçin yaptığımızı belirlemek anlamında “illet” tesbiti yapmak mümkün değildir, ancak bu gerçek, ibadetlerin bize bakan yönünden yansıyan hikmet parıltılarını görmemize engel oluşturmuyor.

Mukaddes mekânlara yaklaşma heyecanı içimize düştüğü andan itibaren kulluğu, teslimiyeti ve itaati en üst seviyede kelimelere döken 
“Lebbeyk Allâhümme lebbeyk,lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk,innel hamde venni’mete leke vel mülk,lâ şerîke lek.” cümlesinin her tekrarlanışında dilden kalbe akan ve oradan bütün benliği saran rikkat (Kalb inceliği ve yumuşaklığı), başka herhangi ibadette böylesine sarsıcı ve kalıcı olmuyor.


“Bütün emirlerine gönülden bir boyun eğişle huzurundayım; Sen bütün varlığın yegâne yaratıcısı, sahibi, hakimi, ve Rabbi olarak ne buyurduysan şeksiz-şüphesiz, itirazsız, sızlanmasız kabul edip, teslim oldum. İşte bütün adanmışlığımla huzurundayım; emret Allahım... Hamd ancak Sanadır, başta ‘var edilmişlik’ nimeti olmak üzere, hayatımızın devamı için, Seni layıkı veçhile tesbih ve tenzih, Sana gereği gibi kulluk edebilmemiz için gerekli bütün maddi ve manevi nimetlerin kaynağı ancak Sensin. İçinde benim de bulunduğum bütün varlık Senindir. Hamdde, şükürde, taat ve kullukta, mülk ve varlıkta Senin hiçbir ortağın yok. Emret Allahım!” anlamına gelen bu "boyun eğiş"cümlesi, haccın aklî bir izahı bulunmayan birçok menasiki ile tam bir uyum göstermektedir.

Sadece hacı adaylarının değil, bütün bir tabiatın müştereken terennüm ettiği bu kulluk bildirisi, haccı diğer ibadetler yanında “özel” kılan bir diğer husustur. Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur: “Hiçbir mü’min yoktur ki, telbiye getirsin de, yeryüzünün bir ucundan ötekine sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, toprak da onunla birlikte telbiyede bulunmasın.” (Tirmizî, İbn Mâce)

Hac menasiki ve teslimiyet
Kâbe’nin etrafında niçin 7 kere dönüyoruz? Arafat Vakfesi dediğimiz “duruş”un anlamı nedir? Niçin bütün hacılar belli bir vakitte bir dağın üzerinde veya eteklerinde bulunmak ve orada belli bir süre geçirmek zorundadır? “Şeytan taşlama”nın rasyonel bir anlamı, aklî bir izahı var mıdır? Harem-i Şerif sınırları içinde avlanmanın, ağaç kesmenin, ot yolmanın… yasaklığının sebebi nedir?!


Hac ibadetini benzersiz yapan belki de tam burasıdır. İnsanı bu alemden alıp adeta Melekût Alemi’ne götüren bu iklimin her şeyi farklıdır. Hacının dünyayı soyunarak ihramı giyinmesi, dünya hayatını çağrıştıran her türlü renk, dil, cinsiyet… farklılığının, rütbe ve makamların, şöhret ve etiketlerin sıfırlanması ancak hac atmosferinin bütünlüğü içinde gerçeklik ifade ediyor. Yukarıda anlattığımız “Lebbeyk” manifestosu (Telbiye) ancak ihramlı bir kimsenin dilinde bu kadar sahici ve gerçek olabilir!

Haccın hem mukaddes mekânlarda, hem belli bir vakitte, hem de adeta bir ahiret provası tarzında eda edilmesi hep bu teslimiyeti vurgular gibidir. Bize bu dünyaya bağlanmamamız, geçici dünyayı kalıcı ahiretle birlikte yaşamamız gerektiğini ve dünyadayken yüzümüz ahirete dönük olarak yaşamamızı her vesileyle öğütleyen yüce dinimiz, bunu soyut bir kabul seviyesinde bırakmamış, hayatın içine sokmak suretiyle “gerçeklik” haline getirmiştir. İ’tikâf uygulaması bunun örneklerinden biridir. Dünyadayken dünyadan soyutlanmak, ruhu ve benliği bir süreliğine de olsa dünya taalluklarından arındırmak, bir “sünnet” olarak yaptığımız i’tikâf uygulamasının hikmet boyutunda yakalayabildiğimiz hususlardandır.

Ama dünyadayken dünyadan arınma halinin en üst seviyede gerçekliğe dönüştüğü süreç, hiç şüphe yok ki Hac ibadetinin yapıldığı zaman dilimidir. İnsanların “bir tarağın dişleri gibi” eşitlendiği, insanlar arasındaki her türlü arızî farkın ortadan kalktığı ve layıkı veçhile yerine getirildiği zaman insanı annesinden yeni doğmuşçasına tertemiz/günahsız yapan Hac ibadeti, bu yönüyle diğer ibadetlerin çok üstünde bir anlam ve öneme sahiptir.

Nitekim Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e “Hacı kimdir?” diye sorulduğunda, “Saçı başı toz toprak içinde olan, koku sürünmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Ebu Davud) buyurması, Hac ibadetinin hakkını vermiş olmak için dünyayı ve onunla ilgili kaygıları Hac esnasında tamamen içimizden söküp atmak gerektiğini ifade etmektedir.

Kadim zamanlara uzanmak
Hac ibadetinin bizim için bir diğer önemi de, kutlu ve kadim zamanlara şahitlik etmiş mekânların bizi bürüyüp içine alan atmosferidir. Kâbe’nin ilk inşa edildiği zamanlardan, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail
(ikisine de selam olsun) döneminden, zamanın Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O’nun kutlu sahabesiyle şereflendiği Saadet Asrı’na, yeryüzünde adaletin şahitleri ve bekçileri olarak yaşadığımız uzun asırlardan günümüze gelene kadar neler yaşandı bu mekânlarda, neler!.. Hac bize, o zamanlarda olmasa bile o mekânlarda bulunma fırsatı verdiği için de ayrı bir önemi haizdir. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu noktaya dikkatlerimizi çekerek şöyle buyuruyor: “Hac menasikini ifa ettiğiniz yerlerde durunuz. Çünkü siz atanız İbrahim’in mirası üzeresiniz.” (Ebu Davud)

Hacca gitme fırsatını yakalayanların bu noktada bir ön hazırlık yapması oldukça önemlidir. Milletine mensup olma şerefine nail kılındığımız Hz. İbrahim 
(Aleyhisselam)’ın “tek başına bir ümmet olarak” yürüttüğü tebliğ faaliyeti, bu uğurda maruz kaldığı eziyetler… Oğlu Hz. İsmail (Aleyhisselam)’ın muhteşem teslimiyeti… Peygamberli zamanların son kıvrımında Alemlerin Efendisi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O’nun güzide arkadaşlarının Mekke’de ayrı, Medine’de ayrı yaşadıkları… Bütün bunlar bize, insanlığın uzun yürüyüşünde aslında herhangi bir kesinti olmadığını, Tevhid ve adalet sancağının kadim zamanlardan bu yana elden ele taşınarak geldiğini anlatıyor. Yeryüzünde insanlar için inşa edilen ilk mabet olan (Âl-i İmran, 96) kutlu Kâbe bunun en canlı şahididir; Makam-ı İbrahim de öyle...

Kâbe: Bereket ve hidayet kaynağı
Rasyonel aklın bütün mekanizmalarını işlemez hale getiren bir noktadayız şimdi. Kâbe, tarihin bir döneminde Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail (ikisine de selam olsun) tarafından taş ve çamurdan inşa edilen dört köşe bir yapı mıdır sadece? O yapı ki tarih içinde birçok defa çeşitli sebeplerle tahrip olmuş, kimi zaman tamir görmüş, kimi zaman temellerine kadar sökülüp yeniden yapılmıştır.

O halde bu “yapı”nın özelliği nereden gelmektedir?

Şüphesiz ki zaman da mekân da Allah Tealâ’nın mahlukatındandır. Dolayısıyla (Ramazan ayı, Cuma günü, Kadir gecesi… gibi) bir kısım zamanlar ve (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Mescid-i Aksa, Ravza-i Mutahhara… gibi) bir kısım mekânlar, özellik ve değerini bizzat kendilerinden değil, taallukatlarından alırlar. “Şerefu’l-mekân bi’l-mekîn” (Mekânın üstünlüğü, orada bulunanın üstünlüğünden gelir) sözü buna yakın bir durumu ifade eder. Yani zaman da, mekân da, kendilerini değerli kılan Rabb-i Müteal’in veya O’nun değer verdiklerinin değer vermesi ile değerli olur. Bu sayede madde ile mananın, fizik ile fizik ötesinin, beşer alemi ile Melekût Alemi’nin kesişme noktaları olmak, bu zaman ve mekânların ortak özelliğidir. Kutlu bir zaman olarak Hac mevsimi ve kutlu bir mekân olarak Kâbe de böyledir.

Yüce Rabbimiz 
(Celle celaluhu) şöyle buyurur: “Şüphesiz alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke’deki (Kâbe)dir.” (Âl-i İmran, 96)

Acaba Kâbe’nin insanlar için bir “bereket ve hidayet kaynağı” olması ne demektir?

Yukarıda Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail (ikisine de selam olsun) tarafından inşa edildiğini söylediğimiz Kâbe, ilgili ayetlerin (Bakara, 125-127; Hac, 26) ifadesinden de anlaşıldığı gibi, onlardan daha önce mevcut idi. İşaret ettiğimiz ayetlerde geçtiğine göre, Yüce Rabbimiz 
(Celle celaluhu) Kâbe’nin yerini Hz. İbrahim (Aleyhisselam)’a göstermiş, o da temelleri üzerine Kâbe’yi inşa etmişti. Keza Âl-i İmran 96. ayette de Kâbe’nin, “yeryüzünde kurulmuş ilk mabet” olduğunun zikredildiğini biliyoruz.

Bu da gösteriyor ki Kâbe, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve ilk yapıldığı günden bu yana hep hakkın, hakikatin, tevhidin ve hidayetin merkezi olmuştur. Rivayetlerden öğrendiğimize göre Kâbe yeryüzünün merkezi olarak, Melekût Alemi’ndeki Beyt-i Ma’mûr’un tam hizasında bulunmaktadır. (Musannef-i Abdürrezzâk, 5/28; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 11/417). Yine Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in haber verdiğine göre orayı her gün yetmiş bin melek ziyaret etmekte ve bir giden grup bir daha gitmemecesine bu böyle devam etmektedir. (Buharî, Müslim, vd.). Melekût Alemi’nde meleklerin Beyt-i Ma’mûr merkezinde eda ettiği kulluğu, dünyada da müminler Kâbe’nin etrafında ifa etmektedir.

Buna bir de Mescid-i Haram’ın doğrudan Allah Tealâ tarafından “haram bölge” olarak ilan edilmiş olması gerçeğini de ilave ettiğimizde, Kâbe ve çevresinin aynı zamanda bir emniyet ve huzur mekânı olduğunu anlarız. Avının avlanamaması, ekininin koparılamaması da bu yüzdendir.

Oraya korkuyla giren emin olur; kederle giren ferahlık bulur, günahla giren arınmış olarak çıkar. Cahiliye Araplarının şirk bataklığında debelendiği en karanlık zamanlarda bile Kâbe huzur ve güvenin adresi olma özelliğini sürdürmüş, günlerini didişmekle geçiren cahiliye Arap kabileleri, Kâbe’ye sığınanlara dokunmaz, onun hürmetini ihlal etmekten çekinirlerdi. Kâbe’nin insanlar nezdindeki bu itibar ve hürmeti dolayısıyla Yemen hükümdarı Ebrehe, kendi memleketinde bir bina inşa etmiş ve insanları Kâbe’den vaz geçirip oraya sevk etmek için Kâbe’yi yıkmaya azmetmişti. Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dünyaya teşrif ettiği yıl meydana gelen bu olayda Ebrehe ve ordusu Fil Suresi’nde anlatılan feci akıbete uğramıştı.

 Hac ibadeti müminler için yeniden doğuş anlamına gelir. Bu, zayıf inancı imana, imanı da yakîne dönüştüren bir etkidir; haccın esrarından biri de müminde böyle bir dönüşümü gerçekleştirmesidir.

E.Sifil 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***Haccın esrarı- Faruk Beşer


...Hac aynı zamanda bir ahlak eğitimidir. Pintilik yapmamanın, cömert olmanın öneminin kat kat daha arttığı yerlerden birisi hac yolculuğudur. Bu sebeple eğer imkânı varsa hac yolcusunun harçlığını bol alması, muhtaçlara, yol arkadaşlarına hep ikramda bulunması ama israf sayılan harcamalardan kaçınması gerekir...


Yolculuklar ve özellikle de hac yolculuğu ahlaklı olabilmek için insanın nefsiyle ve şeytanı ile kıyasıya mücadele etmesi gereken zamanlardır.Güzel ahlak başkasına eziyet vermemek değil, arkadaşlarından ve komşularından gelecek eziyetlere tahammül edebilmektir...

...Gidenler bilirler, özellikle hac ve umre yolculuklarında sanki insanın arkadaşlarına sataşması için özel şeytanlar görevlendirilir. Belki bu sebeple Allah (cc) “Hacda çirkin sözler söyleme, sövüp sayma ve tartışma olmaz” buyurmuştur. Aslında bunlar hac dışında da olmaması gereken şeylerdir, ama özellikle hac için zikredilmesi anlamlıdır.

Hacda keyif ve konfor aramak hoş değildir. Resulüllah'ın ifadeleriyle 'hacı üstü başı dağınık, toz toprak içinde olan adamdır'...

... İnsan zengin olabilir ama orası ihramıyla dahi imaj arama yeri değil, tevazu eğitimi yeridir, aciz bir kul olduğunu gösterme yeridir.

Haccın farklı ibadetlerinin her birine ve bunların yapıldığı yerlere mensek (ç: manasik) denir. Bu kelimenin kök anlamındaki ağırlıklı mana ibadettir ama aslında temizleyip arındırma anlamı da vardır. Bu sebeple hacı adayının haccın her farklı mekânında/manasikinde orayla ilgili manaları düşünüp anlamaya çalışması, böylece onu dünyaya bağlayan duygulardan arınması beklenir.

Mesela Arafat, marifetten, bilgiden gelir, Allah'ı hakkıyla tanımayı temsil eder. Meş'ar-ı haram, Allah'a isyan anlamına gelebilecek şeylerin bilincinde olmayı ifade eder, şuur kelimesinden gelir. Şeytan taşlama, orada hazırolda bulunan bir varlığı taşlama demek değildir, insanın kendisini azdırıp saptıran her duygusunu, yani herkesin kendi şeytanını taşlamayı ve ondan kurtulmayı anlatır. Kurban, kişiyi Allah'tan uzaklaştıran her sevgiliyi O'nun uğrunda feda edip O'na yaklaşmanın adıdır. Tıpkı İbrahim'in İsmail'ini kurban etmek istemesi gibi, herkesin kendi İsmail'ini feda edebilmesi demektir. Mina, ümniyye ve arzu anlamındadır. Hac menasikini hakkıyla yapan birisinin artık umduklarına nail olabilmeyi umabileceğine işaret eder. Orada artık ihrama girmekle birlikte başlayan telbiyenin kesilmesi de bundan olmalıdır. Hacı o ana kadar Allah'ın emrine amade olup geldiğini ilan edilirken, sanki o andan itibaren artık bunun karşılığını beklediğini anlatır.

Kâbe Allah'ın birliğini ve sonsuzluğunu temsil eder. Tavaf eden ona bakarken cennette Allah'ı görmeyi umut ederek bakar. Günahları sebebiyle O'nun cemalini görememekten korkar ve kendini toparlar. Yedinci kat gökte, Kâbe'nin tam hizasındaki Beytülmamur etrafında tavaf eden melekler topluluğunu düşünür, onların derecesine yükselmenin umudunu yaşar.

Hacerulesved'i selamlama ya da öpme kulun Allah'la musafaha ediyormuş gibi O'na olan ahdini yenilemesidir...

Ve nihayet Medine-i Münevvere'yi, Nurlu şehri ve Resulüllah'ın mübarek kabirlerini ziyaret ederek Allah'ın bütün bu güzellikleri bize öğrettirdiği elçisine vefa borcunu ödemiş olmayı düşünür. Onun yolunda olduğu, bu yoldan ayrılmamayı, arkadaşlarının onu canları ve malları pahasına korudukları gibi, onun sünnetini koruyacağı bilincini tazeler, bunun sözünü vermiş olur. Allah'ın şu vaadini hatırlar: “Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de Allah'tan mağfiret isteselerdi, Peygamber de onlar için mağfiret isteseydi, kesin Allah'ıTevvâb/tövbeleri çokça kabul eden, Rahîm/çok merhametli bulurlardı”. (Nisa 4/64). Kabri şerifi bu ümitle ziyaret eder ve artık kalan hayatında istikametten ayrılmamaya çalışır.

Yazının tamamı için:

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-9-


1287. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Ukâz, Mecinne (Micenne) ve Zülmecâz İslâm öncesi dönemde meşhur panayır yerleri idi. Bu sebeple İslâm döneminde (bazı müslümanlar) bu pazarlarda alış - veriş yapmayı günah sandılar. Bunun üzerine hac mevsiminde "Alış - veriş yaparak Rabbinizin fazl ve kereminden istifade etmenizde sizin için bir günah yoktur" âyeti indi. 

Buhârî, Hac 150, Büyû 1, Tefsîru sûre (2), 24 

Açıklamalar 

Abdullah İbni Abbâs hazretleri bu beyanı ile hac ibadetini yerine getirirken ticaret de yapılabileceğini ortaya koymaktadır. Araplar’ın İslâm öncesi dönemde ve özellikle hac mevsiminde Mekke civarında umumi pazarlar kurdukları, oralarda alış-veriş yaptıkları hatta şiir ve edebiyât yarışmaları düzenledikleri bilinmektedir. İbn Abbâs hazretleri bu dört büyük pazar veya panayırdan üç tanesinin adını vermiştir. Bir de Hubâşe panayırı vardır. Bu panayırların en büyüğü ve en uzun süreli olanı zilkade ayının başında kurulup yirmi gün süren Ukâz panayırı idi. Hz. Peygamber peygamberlik öncesi dönemde Kus İbni Sâide'nin ünlü hitâbesini bu panayırda dinlemişti. 

İslâm geldikten sonra müslümanların bir kısmı, bu eski Câhiliye dönemi panayırlarında hac mevsiminde ticaret yapmayı hoş karşılamamışlar, aksi halde günah işleyecekleri kaygısına kapılmışlardı. Bunun üzerine nâzil olan Bakara sûresi'nin 198. âyeti, hac mevsiminde müslümanların alış - veriş yaparak Rablerinin fazl ve kereminden istifade etmelerinde herhangi bir günah bulunmadığını bildirdi. Böylece hac ibadetinin îfâsı için mukaddes topraklara giden kimselerin ticaret yapmalarında herhangi bir sakınca bulunmadığı kesinleşmiş oldu.

 Günümüzde hacca gidenlere oralara ticaret için değil, ibadet için gittikleri hatırlatılarak âdeta ticaret yapmamaları önerilmektedir. Bu, ticaretin haram veya yasak olduğunu değil, ticarete dalarak hac ibadetinden elde edecekleri mânevî feyz ve bereketi kaçırmamaları anlamında bir uyarıdır. Yoksa bir insan sırf ticaret veya geçimini sağlamak maksadıyla işçi olarak oralara gitse ve hac mevsiminde de haccetse, haccı sahihtir. 

Hac, bir anlamda en büyük dinî turizm olayıdır. Hele günümüzde milyonlarca insanın aynı anda aynı mekânlarda bulunması dikkate alınırsa, elbette o kadar insan arasında sadece mânevî değil maddî ve ticarî birtakım muamelelerin olması hem kaçınılmaz hem de oldukça tabiidir. Bu sebeple hacıların oralarda alış-veriş yapmalarını ve ticaretle iştigal etmelerini garipsememek gerekmektedir. Ancak bütün vaktini ticarete tahsis etmek, elbette hac niyetiyle gitmiş bir kimse için uygun olmaz. İbadeti de ticareti de kararınca yapmak gerekir.

 Memleket ve yörelerin örf ve âdetine göre aşırıya kaçmadan dönüşte eş-dost ve akrabaya hediye edilmek üzere bazı şeyler almak anlayışla karşılanmalıdır. Ancak bu konuda da oldukça mûtedil davranılması gerekir. Fuzûli harcama ve israfa yol açılmamalıdır. Mukaddes topraklara olan hasret, özlem ve saygıyı arttırıcı olumlu tavırlar sergilemek herhalde hac ibadetini yerine getirme bahtiyârlığına kavuşmuş insanlara daha çok yakışır. 

Hac-ticaret ilişkisi söz konusu olunca, halkımız arasında hacı olan kimsenin bir daha ticarî hayata dönmemesi, tartı - terazi başına geçmemesi gerektiği şeklindeki yanlış bir kanaate de işaret etmek yerinde olacaktır. Oysa tam aksine hac ibadetini yerine getirmiş bir müslümanın, eskisinden daha dürüst bir şekilde işinin ve ticaretinin başında olması gerekir. Namaz kılan bir müslüman ne kadar dürüst olmak zorunda ise, haccetmiş olan müslüman da aynı şekilde dürüst olmak zorundadır. Öteki ibadetleri yerine getiren müslümanlar nasıl geçimlerini sağlamak, üretmek için çalışmak zorunda iseler, haccetmiş kişiler de aynı şekilde çalışmak zorundadırlar. Ama onlara yakışan tam anlamıyla dürüst olmaya çalışmak, "hacı" sıfatını asla birtakım sahtecilikleri ört-bas etmek için kullanmamaktır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Hac mevsiminde ticaret yapmak serbesttir.

 2. Hacceden kimselerin iş ve ticaret hayatından el etek çekmesi diye bir şey söz konusu değildir. 

3. “Haccı koruyamam” veya “tutamam” gibi sudan bahanelerle şartlarını elde etmiş olanların haccı ertelemeleri doğru değildir. 

4. Önemli olan ibadetlerin bize kazandırdığı dürüstlüğü günlük hayatımıza aktarabilmek ve böylece müslümanca yaşamanın mutluluğunu hem tatmak hem de çevremizde bulunanlara telkin etmektir. 

5. İslâm'da alış-veriş, sadece cuma günü iç ezanından cumanın farzı kılınıncaya kadar yasaktır. Bunun dışında her zaman ve her yerde serbesttir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-8-


1286. Enes radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, erzak ve eşyâsı da aynı deve üzerinde olduğu halde deve ile hacca gitmiştir. 

Buhârî, Hac 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Menâsik 4 

Açıklamalar 

Hadisin râvisi Hz. Enes, azık ve eşyası aynı deve üzerinde olduğu halde hacca gitmişti. Kendisi asla cimri bir insan değildi. Belki de böyle düşünecekleri dikkate alarak bu davranışının sebebini açıklamak istemiş ve "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, azığı ve eşyası da aynı deve üzerinde olduğu halde deve ile hacca gitti" demiştir. 

Hz. Enes bu açıklamasıyla, hem sünnete uymuş olmak için yanında azığı ve eşyasını taşıyan ayrı bir deve (zâmile) götürmediğini belirtmiş, hem deResûl-i Ekrem Efendimiz'in pek sade ve mütevazi bir şekilde azık ve eşyasını yüklediği deveye binerek haccettiğini haber vermiştir. 

Peygamber Efendimiz hayatında bir kere haccetmiştir. O da Vedâ haccıdır. O sırada Efendimiz istese, azık ve eşyasını taşıyacak ayrıca deve veya develer sevkedebilirdi. Ancak o, mümkün olduğunca az eşyâ ve yiyecek almak ve onları da bindiği deveye (râhile) yüklemek suretiyle bu haccını gerçekleştirmiştir. Böylece Efendimiz'in devesi, hem binit hem de erzak taşıyıcı ( râhile ve zâmile ) görevini yapmıştır.

 Bu tutum ve davranış, hac yolculuğunda gösterişten ve riyâdan uzak, mütevazi ve fakat temiz ve vakur olmanın ehemmiyetini gösterir. Günümüzde de markası ve firması ne olursa olsun, kişiyi azığı ve eşyası ile birlikte, temiz bir şekilde hacca götürüp getirecek araçlarla haccedilmesi, gösterişe kaçılmaması, hac ibadetinden beklenen neticenin elde edilmesi için daha uygun olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Peygamber Efendimiz, daima tabii, sâde, gösterişten uzak ve mütevazi davranırdı. Yüz binlerin iştirak ettiği Vedâ haccında da Efendimiz bu tavrını korumuştur. 

2. Sahâbîler mümkün mertebe Efendimiz gibi davranmaya dikkat ve titizlik gösterirlerdi. 

3. Kula, kul gibi davranmak yaraşır.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-7-


1284. Sâib İbni Yezîd radıyallahu anh şöyle dedi: Ben yedi yaşımda iken, Vedâ haccında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bana da haccettirdiler. 

Buhârî, Sayd 25 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1285. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ravhâ denilen yerde bir grupla karşılaştı: 

- "Siz kimlersiniz?" diye sordu. Onlar: 

- Biz müslümanlarız, peki sen kimsin? dediler. Hz. Peygamber: 

- "Ben Allah'ın Resulüyüm" buyurdu. Bunun üzerine içlerinden bir kadın, (kucağındaki) küçük bir çoçuğu Peygamber'e doğru havaya kaldırarak: 

- Bunun için de hac var mı? diye sordu. Resûl-i Ekrem: 

- "Evet, ona hac, sana da sevap vardır" buyurdu. 

Müslim, Hac 409, 410, 411. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 8; Tirmizî, Hac 83; Nesâî, Hac 10; İbni Mâce, Menâsik 11 

Açıklamalar 

Bu iki hadîs-i şerîf, küçük çocukların haccettirilmesi ile ilgili durumu açıklığa kavuşturmaktadır. Birinci hadisin râvisi olan Sâib İbni Yezid radıyallahu anh, kendisi yedi yaşında iken Vedâ haccına iştirak ettirildiğini bildirmektedir. Tirmizî'nin rivayetinde babasının, bir başka rivayette ise, annesinin kendisini hacca götürdüğünü ifade etmektedir. Rivayetler birleştirilince Sâib'in, anne ve babasıyla birlikte Vedâ haccına iştirak ettiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz'in, Medine döneminde hicretin 10. yılında yaptığı yegâne hacca, ashâbıyla vedâlaştığı için Vedâ haccı denilir. Efendimiz'in bu hac esnasında irad ettiği hutbeler de Vedâ hutbesi olarak bilinir. 

Sâib, yedi yaşında mümeyyiz bir çocukken bu hacca iştirak etme şerefine kavuşmuştur. 181 numara ile daha önce geçmiş olan ikinci hadiste ise, henüz annesinin kucağında hiçbir şeyden haberi olmayan (gayr-i mümeyyiz) bir yavruya yaptırılan haccın geçerli (sahih), çocuğun annesine de ona yardımcı olduğu için sevap olduğu Efendimiz tarafından açıklanmaktadır. 

İslâm âlimleri, bulûğ çağından önce çocukların yaptığı haccın nâfile hac olarak sahih olduğunu ancak bulûğ çağından sonra imkân bulabilenlerin haccetmesi gerektiğini, önceki haclarının onları farz olan hac görevinden muaf tutmayacağı görüşündedirler.

 Çocukların namaz ve benzeri ibadetlere alıştırılması ne kadar önemli ve gerekli ise, hac ibadeti için de aynı gerekçe ile çocuklara hac yaptırmanın yerinde ve faziletli bir iş olduğu açıktır. Nevevî merhum da bu hususa dikkat çekmek için bu iki hadisi burada zikretmiştir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Küçük çocuklara hac yaptırmak câiz ve yapılan hac sahihtir. 

2. Sonradan hac yapma şartlarına sahip olan kimseler için çocukken yaptıkları hac kâfi gelmez. Onlar tekrar farz olan haclarını edâ etmelidirler. 

3. Küçük çocukları hacca götüren anne-babaya ayrıca sevap vardır.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-6-


1282. Yine İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre bir kadın: 

- Ey Allah'ın Resulü! Hac farîzası hakkındaki Allah'ın emri, babamın hayvan üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğu bir döneme denk geldi. Onun yerine ben haccedebilir miyim? dedi. Hz. Peygamber: 

- "Evet, haccedebilirsin" buyurdu. 

Buhârî, Hac 1, Cihâd 154, 162, 192, Edeb 68; Müslim, Hac 407, Fedâilü's-sahâbe 135, 137. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 25; Nesâî, Hac, 22, 23, Kudât 9, 10 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1283. Lakît İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre kendisi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip: 

- Babam çok yaşlıdır. Ne hac, ne umre yapabilir, ne de sefere çıkabilir. (Ne emir buyurursunuz?) dedi. Hz. Peygamber de: 

- "O halde babanın yerine sen haccet ve umre yap!" buyurdu. 

Ebû Dâvûd, Menâsik 25; Tirmizî, Hac 87. Ayrıca bk. Nesâî, Menâsik 2, 10; İbni Mâce, Menâsik 10 

Lakît İbni Âmir 

Lakît İbni Âmir ile 1246 numaralı hadisin râvisi Lakît İbni Sabire'nin aynı kişi olma ihtimali oldukça kuvvetlidir. Bilgi için oraya bakılmalıdır.

 Allah ondan razı olsun. 

Açıklamalar 

Bu iki hadîs-i şerîf, başkasının yerine haccetmek yani hacda niyâbet konusunu açıklığa kavuşturmaktadır. Birinci hadis, Resûlullah'a soru soran kadının Has'am kabilesinden olması sebebiyle Has'amiyye hadisi diye bilinir. Hadisin buraya alınmamış olan baş kısmı şöyledir: Peygamber Efendimiz Vedâ haccında, terkisinde amcası Abbas'ın büyük oğlu Fazl bulunduğu halde Müzdelife'den Mina'ya dönerken bir ara Yemenli Has'am kabilesinden bir genç kadın Peygamber Efendimiz'e yaklaşır. Bir taraftan Efendimiz ile kadın arasında hadisteki sorucevap konuşması geçerken bir taraftan da Fazl İbni Abbas ve kadın birbirine bakışmaya başlarlar. Durumu farkeden Hz. Peygamber, mübarek eliyle Hz. Fazl'ın başını öte tarafa çevirir. 

Has'amlı kadının, "Hac farîzası hakkındaki Allah'ın emri, babamın hayvan üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğu bir döneme denk geldi" demesi, yerine haccetmek istediği babasının aczini tam olarak ortaya koymaktadır. Babası yeni müslüman olduğu için mi yoksa hac kendisine farz olacak zenginliğe yeni eriştiği için mi bu durumla karşılaşıldı bilinmemektedir. Aslında bu nokta netice itibariyle pek de önemli değildir. Mühim olan o zatın hacca gidemeyecek derecede yaşlı ve bitkin olmasıdır. Peygamber Efendimiz'in, "Evet, babanın yerine haccedebilirsin" buyurması, hacca vekil gönderme kapısını açmıştır. İkinci hadiste de aynı durumla karşılaşmaktayız. Bütün fark burada, babasının durumunu anlatıp ona vekâleten hac ve umre yapıp yapamayacağını soran bir erkek, Lakît İbni Âmir'dir. 

Bilindiği üzere hac, hem malî hem de bedenî bir ibadettir. Namaz gibi sırf bedenî ibadetlerde vekâlet câiz değildir. Zekât gibi sırf malî ibadetlerde ise, vekâlet câizdir. Hac da ise ancak acz halinde vekâlet câiz, kudret halinde câiz değildir. Nitekim her iki hadiste de yerine haccedilmesine Peygamber Efendimiz'in izin verdiği mükelleflerin, çok yaşlı, yolculuğa çıkamayacak hatta binit üzerinde duramayacak derecede bitkin oldukları açıkca ifade edilmiştir. Buna rağmen başkasının yerine haccetmek konusunda "câizdir", "câiz değildir" gibi farklı görüş beyan eden âlimler de olmuştur. Ancak meselenin özü, ölünceye kadar acz halinin devamı şartıyla hacda vekâlet câizdir. Yapılan haccın, kendisi namına hacca gidilen kişi için mi yoksa vekil giden adına mı gerçekleşeceği de tartışmalıdır. İmam Muhammed'e göre hac, vekil giden adına gerçekleşir; gönderen de yaptığı harcamaların sevabını alır. 

Birinci hadis'te Peygamber Efendimiz'in bir sünnetine daha şahit olmaktayız. Efendimiz, eğer hayvanın taşıma gücü yerinde ise, yolculukta, terkisine bir sahâbîyi alma âdetinde idi. Terkiye alınan kişiye Arapça'da redîf denir. Efendimiz’in redîfi olma şerefine ermiş otuz kadar sahâbî bulunmaktadır. 

Ayrıca birinci hadisin râvisi Abdullah İbni Abbas'ın, bu hadisi ağabeyi Fazl'dan dinlemiş olma ihtimali daha güçlü gözükmektedir. Kendisinin olayı bizzat müşehade etmiş olma ihtimali varsa da oldukça zayıftır. Bu takdirde hadis, hadis usulü açısından sahâbe mürseli niteliğindedir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Acz halinde bulunan kimseye vekâleten haccetmek câizdir. 

2. Kızı babası adına haccedebilir. Yani erkeğe vekâleten kadının haccetmesi câizdir. 

3. Hayvanın güçlü-kuvvetli olması halinde terkiye adam almak câizdir. 

4. Kadınların ihramlı iken yüzlerinin açık olması câizdir. 

5. Bir âlim, şer'î açıdan sakıncalı bir durum görünce onu uygun bir şekilde önlemelidir. Nitekim Hz. Peygamber Fadl'ın başını başka tarafa çevirmek suretiyle kadınla karşılıklı bakışmalarını önlemiştir. 

6. İhtiyaç halinde kadın, erkeğe fetva sorabilir. 

7. Bir kimse kendi adına haccetmemiş bile olsa, başkası namına hacca gidebilir. 

8. Anne-babaya bakmak, hizmetlerinde bulunmak, borçlarını ödemek, gerekirse yerlerine hacca gitmek çocukların vazifesidir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-5-


1281. Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır, yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar." 

Buhârî, Umre 4; Müslim, Hac 221. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 55; Ebû Dâvûd, Menâsik 89; Nesâî, Sıyâm 6; İbni Mâce, Menâsik 45 

Açıklamalar

 Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi umre; umre niyetiyle, mîkat denilen belirli yerlerde ihrama girmek, Kâbe'yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve tıraş olmak veya saçları biraz kısaltmak suretiyle yerine getirilen bir ziyaret ve ibadettir. 

Senenin her gününde yapılabilen umre, ramazan-ı şerîf gibi her ibadetin değerinin son derece arttığı bir mevsimde yapılacak olursa, daha büyük bir kıymet kazanır. Hadisimiz bu kıymetin derecesini bildirmekte, başlı başına bir hac değerinde olduğu müjdesini vermektedir. İkinci bir anlatım olarak da Resûl-i Ekrem Efendimiz'in maiyyetinde yapılan bir hac gibi değerli olduğuna dikkat çekmektedir. Ancak bu değerin, "kazanılacak sevap bakımından" olduğu unutulmamalıdır. Yoksa her bakımdan tam bir hac gibidir demek değildir. Önemli olan sonuçtur, o halde umre yapacak olanların bu müjdeyi dikkate almaları pek tabiidir. Bu hadîs-i şerîf, umrenin ramazan ayında yapılmasını teşvik etmektedir. Ayrıca bize, "İbadetin fazileti, vaktin faziletiyle artar" kaidesini hatırlatmaktadır.

 Her ne kadar yukarıda umrenin, senenin her gününde yapılabileceğine işaret etmişsek de İmam Ebû Hanîfe'ye göre, senenin beş gününde (arefe ve kurban bayramının dört günü) umre yapmak mekruhtur. Bunun dışındaki günlerde imkân bulabilen kimseler için umre yapmanın vâcip mi, sünnet mi olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hanefîler’e göre "umre sünnettir." 

" Hac ile umreyi Allah rızâsı için tamamlayınız!" âyeti [Bakara sûresi (2), 196], umrenin vâcip olduğunu değil, -bilhassa âyetin devamı da göz önüne alınınca başlanmış olan hac ve umrenin tamamlanması gereğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple başlanmış olan hac ve umrenin bitirilmesinin vâcip olduğu konusunda bütün âlimler görüş birliği içindedirler. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. Peygamber Efendimiz, ramazan ayında umre yapılmasını teşvik etmiştir. 

2. İbâdetlerin değeri icra edildikleri zamanların değeriyle artar. Bu sebeple ramazan umresi, sevap bakımından tam bir hac yerine geçer. 

3. Müslümanlar yapacakları ibadetlerin zamanlamasına önem vermelidirler.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-4-


1280. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Allah'ın, cehennemden en çok kul âzat ettiği gün, arefe günüdür." 

Müslim, Hac 436. Ayrıca bk. Nesâî, Menâsik 194; İbni Mâce, Menâsik 56 

Açıklamalar

 Kurban bayramı gününden önceki güne arefe adı verilmiştir. Hacca giden müslümanlar o gün Arafat'ta haccın rükünlerinden biri olan vakfe görevini yerine getirirler. Bu sebeple de o güne arefe günü denilmiştir. 

Arefe günü zevalden sonra akşam güneş batıncıya kadar bir süre Arafat dağında vakfe yapmak haccın iki rüknünden birincisidir. Bu imkânı bulamayan veya kaçıran kimsenin haccı sahih olmaz. 

Arefe günü tam bir dua ve niyaz zamanıdır. Allah Teâlâ kendisine dua edilmesinden ve bağışlanma dilenmesinden hoşnut olur. Peygamber Efendimiz işte bu gerçeğe işaretle Allah Teâlâ'nın o gün, her zamankinden fazla müslümanı cehennemden âzat ettiğini, yani kullarını bağışladığını ifade buyurmakta ve böylece ümmet-i Muhammed'e cidden pek büyük bir müjde vermektedir. 

Tabiatıyla bu müjde aynı zamanda arefe gününün faziletini de göstermektedir. Hatta kimi âlimler, "Günlerin en faziletlisi arefe günüdür" görüşünü benimserler. "Üzerine güneşin doğduğu en faziletli gün cum'adır" hadisi ( Müslim, Cum'a 17,18 ), haftanın günleri içinde cumanın üstünlüğünü ifade eder. Yıl içinde de arefe, en faziletli gündür. 1252 numaralı hadisin açıklamasında belirtildiği gibi bu iki hadis arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Arefe günü müslümanların en çok bağışlandığı mübarek bir gündür. 

2. Hac ibadetinin bir bütün olarak ihtiva ettiği faziletin yanında her bir cüzünün de ayrı ayrı fazileti vardır. 

3. Arefe günü Arafat’ta haccın birinci rüknü olan vakfe görevi yerine getirilir

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-3-


1276. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e: 

- En üstün amel hangisidir? diye soruldu. 

- "Allah ve Resulün’e iman etmektir" buyurdu. 

- Sonra hangisidir? denildi. 

- "Allah yolunda cihad etmektir" buyurdu. 

- Sonra hangisidir? denildi. 

- "Makbul olan hacdır" buyurdu. 

Buhârî, Îmân 18, Hac 4, 34, 102, Umre 1, Sayd 26, Cihâd 1, Tevhîd 47; Müslim, İman 135, Hac 204, 437. Ayrıca bk. Tirmizî, Fedâilü'l-cihâd 22, Hac 88; Nesâî, Hac 4, 5, 6, Cihâd 17; İbni Mâce, Menâsik 3 

1288 numara ile tekrar gelecek olan hadis 1279 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.

1277. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh dedi ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim:

 "Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner." 

Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac 438. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 2; Nesâî, Hac 4; İbni Mâce, Menâsik 3 

1279 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1278. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Umre ibadeti, daha sonraki bir umreye kadar işlenecek günahlara kefârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir." 

Buhârî, Umre 1; Müslim, Hac 437. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 88; Nesâî, Menâsik 3, 5, 77; İbni Mâce, Menâsik 3 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1279. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: 

- Ey Allah'ın Resulü! En üstün amel olarak cihadı görüyoruz. Biz hanımlar cihad etmeyelim mi? dedim. Peygamber aleyhisselâm: 

- "Fakat (sizin için) cihadın en üstünü, hacc-ı mebrûrdur" buyurdu. 

Buhârî, Hac 4, Sayd 26, Cihâd 1 

Açıklamalar 

Bu dört hadîs-i şerîfin ortak konusu, hacc-ı mebrûrdur. Birinci hadiste, herhangi bir tarif vermeden en üstün ameller arasında iman ve cihaddan sonra hacc-ı mebrûrun yer aldığı görülmektedir. Ayrıca iman ve cihad, herhangi bir sıfat ile nitelendirilmemişken haccın "mebrûr" kelimesiyle birlikte zikredilmiş olması, ancak bu niteliği kazanan haccın "üstün amel" sayıldığı anlamına gelmektedir. 

Mebrûr, makbul, me'cûr, gereklerine uygun olarak yerine getirilmiş, günah ve isyan karıştırılmamış, sonrası öncesinden daha iyi, zulüm ve ihanetten arındırılmış, ihlâs ve samimiyetle yerine getirilmiş demektir. Nitekim ikinci hadiste bu duruma, "Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak evine döner" diye açıklık getirilmektedir. Burada söz konusu olan günahlar büyük küçük bütün günahlardır. Kul hakkı konusunda da ümitli olmak mümkündür. Çünkü yüce Rabbimiz dilerse, alacaklıyı razı edip istediği kulunu afeder. Bunu önleyecek hiçbir güç söz konusu değildir. Binaenaleyh, bir başka hadiste bildirildiği üzere "İslâm olmak, hicret etmek ve hac yapmak, geçmiş günahları ortadan kaldırır" (Müslim, Îmân 192). 

Üçüncü hadiste ise, mebrûr haccın karşılığının doğrudan doğruya cennet olduğu müjdesi verilmektedir. Ahkâm ve âdâbına riayet edilerek ihlâs ile yerine getirilen haccın cennetle mükâfatlandırılması, onun üstün faziletini gösterir. Ayrıca üçüncü hadiste, umrenin fazileti de iki umre arasındaki günahların affı olarak bildirilmiştir. Bu da umre ibadetine büyük bir teşviktir. 

Umre; umre niyetiyle, belirli yerlerde (mîkat) ihrama girip, Kâbe'yi tavaftan sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve daha sonra da tıraş olup veya saçları biraz kısaltarak ihramdan çıkmaktan ibarettir. 

Dördüncü hadis, mebrûr haccın bir başka niteliğine ve dolayısıyla fazilet ve üstünlüğüne açıklık getirmektedir. Hz. Âişe vâlidemizin cihadın üstünlüğünü görerek biz hanımlar da cihad yapmalı değil miyiz? sorusuna Peygamber Efendimiz, hanımlara hacc-ı mebrûru en üstün cihad olarak tavsiye etmektedir. Hadisin burada zikredilmeyen diğer rivayetlerindeki bazı ifadeleri de dikkate aldığımızda, hacc-ı mebrûrun, hanımlar için en üstün, en güzel ve en uygun cihad olduğu anlaşılmaktadır. Bir hadiste de (bk. İbni Mâce, Menâsik 8), "Yaşlı, güçsüz ve kadınların cihadı hacdır" buyurulmaktadır. 

Korkaklığını ileri süren bir kişiye Efendimiz, "Güç, kuvvet ve kahramanlık istemeyen cihada, hacca gel, katıl!" ( bk. Abdürrezzâk, Musannef, V, 7-8) buyurmuştur. Kadınlar için "Çarpışmasız cihad vardır; hac ve umre" (bk. İbni Mâce, Menâsik 8) hadisi ile yine kadınlar için "Hac ne güzel cihaddır" (Buhârî, Cihâd 62) hadisi de hatırlanacak olursa, haccın cihad niteliği iyice anlaşılır. Zaten Âişe vâlidemiz de "Hz. Peygamber'den bu cevabı aldıktan sonra hiçbir sene hacca gitmeyi ihmal etmedim" der (bk. Buhârî, Sayd 26). 

Şuna da işaret edelim ki burada zikrettiğimiz hadislerden asla haccın zayıflar, yaşlılar ve kadınlar için emredilmiş bir görev olduğu sanılmamalıdır. Bu hadislerde haccın, sayılan grublar için "cihad niteliğinde olduğu" yani cihada eş fedâkarlıklar gerektirdiği ifade buyurulmaktadır. Aslında bu tesbitler haccın, bütün ümmet için bir çarpışmasız cihad yani soğuk harp demek olduğunu anlatmaktadır. Dikkat edilirse hac mevsiminde dünyanın her yöresinden kara, hava ve deniz yollarıyla Kâbe'ye bir harekât başlar. Ancak bu harekâtta, çarpışma, kavga, kötü söz, öldürme, yaralama, çevreye zarar verme söz konusu olamayacağı gibi harem bölgesindeki hiçbir bitki ve canlıya zarar vermeme, hatta ihrama girdikten sonra kendi başından bir kıl bile koparmama gibi tam anlamıyla "zararsızlık" ifade eden bir tavır istenmektedir. Telbiye, remel, sa'y, sa'y ederken iki yeşil direk arasında hızlanmak demek olan hervele, vakfe, şeytan taşlama, tavaf gibi son derece hareketlilik isteyen birçok amelin bir arada bulunduğu hac ibadeti, kendine has hükümleri yanında uygulama alanları ve zamanı bakımından büyük önem arzetmekte, eğitilmiş mü'min aramaktadır. Bu yönüyle de tam bir cihaddır ve bütün dünya müslümanlarıyla birlikte bir iman ve İslâm şoku yaşamaktır. Bu evrensel ibadet uygulamasının kaide ve gereklerine uyulduğu ölçüde hac, mebrûr olur. Dolayısıyla mebrûr hac için verilmiş müjdelere kavuşma imkânı doğar. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz

 1. Hacc-ı mebrûr, iman ve cihad gibi "en üstün" nitelikli amellerimizdendir. 

2. Hacc-ı mebrûr, kötü söz ve isyan karıştırılmamış hac demektir. 

3. Hacc-ı mebrûr'un karşılığı cennettir. 

4. Hacc-ı mebrûr yapan kimseler, bütün günahlarından arınırlar, doğdukları günde olduğu gibi günahsız olarak yurtlarına dönerler. 

5. Hac, kadınlar için en büyük cihad demektir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-2-


1275. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bir gün bir konuşma yaptı ve: 

- "Ey müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!" buyurdu. Sahâbilerden biri: 

- Her sene mi, ey Allah'ın Resulü? diye sordu. 

Hz. Peygamber, adam sorusunu üç defa tekrarlayıncaya kadar cevap vermeyip sustu. Sonra şöyle buyurdu: 

- "Eğer "evet" deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz!“ Sonra sözlerine devamla: 

- "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın. Çünkü sizden öncekiler peygamberlerine çok sual sormaları ve aldıkları cevaplar konusunda ihtilâf etmeleri sebebiyle helâk oldular. Bundan dolayı size, bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiğince yerine getirin. Herhangi bir şeyi de yasaklarsam ondan da kesin olarak kaçının!" buyurdu. 

Müslim, Hac 412; Nesâî, Menâsik 1. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 2 

Açıklamalar 

Haccın farz bir ibadet olduğunu ve yerine getirilmesi gerektiğini Kur'ân-ı Kerîm'i te'yiden bildiren hadisimiz, aynı zamanda ümmet olmanın gereklerinden birini de ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber'in, "Ey müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!" emri üzerine, hadisin bir başka rivayetinden öğrendiğimize göre Akra' İbni Hâbis, "Her sene mi?" diye Hz. Peygamber'e ısrarla soru yöneltmiştir. Bu durum Peygamber Efendimiz'in hoşuna gitmemiş ve neticede bilinçli olarak bazı emirlerin genel ifadelerle verildiğini, onlardan ne anlaşılıyorsa öylece amel etmenin daha doğru olacağını açıklamıştır. Birtakım sorularla bazı sınırlamaların getirilmesine vesile olmanın işi iyice zorlaştıracağına dikkat çekmiştir. Hatta Efendimiz geçmişte bazı ümmetlerin, böylesine gerekli, gereksiz çok soru sormaları ve peygamberlerinin açıklamaları üzerinde çokça ihtilâf etmeleri yüzünden helâk olduklarını da hatırlatmıştır. En sonunda da yasaklara mutlaka uymayı; emirleri ise gücü ölçüsünde yerine getirmeyi genel tavır ve kaide olarak ortaya koymuştur. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in, "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakınız" ikazı, "Ben size bir şey emretmediğim veya bir şeyden nehyetmediğim sürece siz de bana bir şey sormayın" demektir. Çünkü her soruya verilecek cevap yeni bir sınırlama getirir. Her getirilen sınır da birilerini sıkıntıya sokar. Böyle bir şeye vesile olmamak gerekir. Hatta Efendimiz, bir başka beyanlarında (bk. Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, I, 171) "Allah, bazı şeyleri unutmaksızın ihmal etmiştir, bunları araştırmayın!" buyurur. Bir hadîs-i şerîfte ise, (Buhârî, Î'tisâm 3) "Vebali en ağır olan kişi, daha önce yasaklanmamış olan bir konunun, soru sorarak yasaklanmasına sebep olandır" uyarısında bulunur. 

Peygamber Efendimiz'in bu ifade ve ikazları, her sistemde olduğu gibi, İslâm’da da az çok bilinçli boşluklar bulunduğunu, bunun, mükelleflere kolaylık olsun diye yapıldığını göstermektedir. Bu olayda "Eğer evet deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz" buyurması, Efendimiz'in dinî konulardaki açıklamalarının ümmeti mutlak mânada bağlayıcı olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve onaylarından oluşan sünneti hakkında ileri geri sözler söyleyerek uygulama konusunda tereddütler uyandıranlar ve ihtilâflara sebep olanlar, geçmiş ümmetlerin helâkine sebep olan işleri tekrar ediyorlar demektir. Neticeden de bu sebeple korkulur. 

"Her sene mi haccedelim?" sorusunun üç defa tekrar edilmesine rağmen, Efendimiz'in cevap vermemesi, haccın ömürde bir defa yapılması gerektiğini hükme bağlamıştır. 

Âlimler, bu hadis sebebiyle mutlak olarak verilmiş olan emrin tekrarı gerektirip gerektirmeyeceğini tartışmışlar, sonuçta büyük çoğunlukla tekrarı gerektirmediği kanaatine varmışlardır. Hanefîler'e göre haccın sebebi olan Kâbe, tekerrür etmediği için, ömürde bir defa Kâbe'yi ziyaret etmekle hac konusundaki mutlak emir yerine getirilmiş olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1.Ömürde bir defa haccetmek hac emrinin yerine getirilmesi için yeter. 

2. Genel nitelikli emir ve yasakları kendi genellikleri içinde uygulamak ümmet için kolaylık sebebidir. 

3. Yasaklara mutlak surette, emirlere gücü ölçüsünde uymak her müslümanın değişmeyen görevidir. 

4. Gereksiz sorular, uygulamayı aksatacağı veya durduracağı için felâket sebebi sayılmıştır. 

5. Hz. Peygamber'in dînî konulardaki emir ve yasakları ilâhî vahye dayanmaktadır.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-1-


 HAC İLE İLGİLİ ÂYET VE HADİSLER

 Âyet

"Yoluna güç yetirenlerin Kâbe'yi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnîdir." 

Âl-i İmrân sûresi (3), 97 

Hac kelime olarak kastetmek, ziyaret etmek demektir. Dinimizde ise, "arefe günü zevâlden bayram günü fecrin doğuşuna kadar Arafat'ta bir süre durmak ve sonra Kâbe'yi tavaf etmek" demektir. Âyette, "yol bulabilenler yani gücü ve imkânı olanlar üzerinde Allah'ın hakkı olduğu" bildirilen işte bu ziyarettir. Biz buna hac diyoruz. Hac, bilindiği gibi İslâm'ın beş şartından olup bu beş şart içinde en son farz kılınandır. Haccın farz olduğuna bu âyet delâlet etmektedir. 

"Güç yetirmek" veya "yol bulabilmek" ten maksadın, "azık ve binek" olduğu Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır (bk. Tirmizî, Hacc 14; İbni Mâce, Menâsik, 6, 16). Hatta Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte (Hacc 3) Peygamber Efendimiz "Kim, azığa ve kendisini Allah'ın evi Kâbe'ye ulaştıracak bir bineğe sahip olduğu halde haccetmezse, ha yahudi ha hıristiyan olarak ölmüş, hiç farketmez" buyurmuştur.

 Âyet-i kerîmedeki "kim inkâr ederse" ifadesi de "şartlarına sahip olduğu halde kim haccetmezse" anlamında yorumlanmıştır. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî'nin belirttiği üzere, İslâm'ın esaslarından herhangi birini terketmek dinden çıkmak gibi bir şeydir. Binaenaleyh İslâm'ın beş esasından biri olan haccı terkeden kimsenin, yukarıda zikrettiğimiz hadiste görüldüğü gibi, yahudi veya hıristiyana; bir başka hadiste ( bk. Müslim, İmân 134) namazı terkeden kimsenin de müşrike benzetilmesi; Hz. Peygamber dönemindeki yahudi ve hıristiyanların namaz kılıp haccetmemeleri, Arap müşriklerinin de haccedip namaz kılmamaları sebebiyle olsa gerektir. Hac, şartlarına sahip olanlar için ömürde bir kere yerine getirilmesi gerekli ve yeterli olan bir farzdır. Adanmış olan haccın yerine getirilmesi ve başlanmışken bozulmuş bulunan nâfile haccın kazâsı vâciptir. Henüz kendisine hac farz olmamış kişi ile farz haccı yerine getirmiş olan kimsenin yaptığı hac ise, nâfiledir.

 Hadisler

1274. İbni Ömer raıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak." 

Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, îmân 13

 Açıklamalar

 1077 ve 1209 numara ile geçmiş olan hadîs-i şerîf, burada haccın İslâm'ın beş temel esasından biri olduğunu göstermek için zikredilmiştir. 

İslâm'ın kendisiyle tarif edildiği her şey, hiç şüphesiz son derece önemlidir. Çünkü o, İslâm'ın vazgeçilmez bir esası demektir. Bu sebeple hadisimizde sayılan beş esastan her biri, farz-ı ayn niteliğinde olup birilerinin yerine getirmesi ile diğerlerinin üzerinden asla düşmez. Her mükellefin bizzat kendisinin işlemesi gerekir. Dolayısıyla da bu beş esastan her biri, müslümanlık bakımından hayatî bir öneme sahiptir.

 İslâm'ın bu beş esası hadisimizde farz oluş sırasına göre sayılmış değildir. Öyle olsaydı, haccın en son sırada yer alması gerekirdi. Zira hac, en son farz kılınmış olan hem malî hem bedenî bir ibadettir. 

İbadetlerde asıl maksat, Allah emrinin yerine getirilmesi ve dinin yüceltilmesidir. Bu maksat, hacda ümmet çapında gerçekleşmektedir. Çünkü tevhid dininin ilk mâbedi olan Kâbe çevresinde gerçekleştirilen hac, İslâm ümmetinin inanç ve uygulama birliğinin en üst düzeyde göstergesidir. Haccın mü'minler üzerindeki tesirini ancak o ibadeti yerine getirenler bilebilir. 

Uygulama açısından üç çeşit hac söz konusudur: 

Hacc-ı ifrad: Sadece hac yapmak niyetiyle ihrama girilir. Kâbe’ye ulaşmış olmanın şükrü anlamında Kâbe'nin etrafında yedi kere dolaşmak demek olan kudûm tavafı icra edilir, bu tavafın ilk üç dönüşünde kısa ve çabuk adımlarla biraz çalımlıca yürünür ( remel) ve Safa ile Merve tepeleri arasında yedi kez gidip gelinir yani sa'y yapılır, ihramda kalınır, günü gelince Arafat'a çıkılır, şeytan taşlanır, tıraş olunur ve Kâbe tavaf edilir. Artık bir daha remel ve sa'y yapılmaz. 

Hacc-ı temettu': Hac aylarında önce umre niyetiyle mîkat denilen ihrama girme yerlerinden birinde ihrama girilir. Tavaf ve sa'y yapılıp tıraş olunur (umre) ve ihramdan çıkılır. Günü gelince bu defa hac niyetiyle ihrama girilir. Bu tür hac yapanların kurban kesmeleri gerekir. 

Hacc-ı kıran: Mîkâtta hem umre hem de hac niyetiyle ihrama girilir. Önce yukarıda tarif edildiği gibi umre yapılır ve ihramda beklenir, hac günü gelince hac yapılır. Bu tür hac yapanların da kurban kesmesi gerekir. 

Bir anlamda namazdaki başlama (iftitah) tekbirine benzeyen ihrama girme olayı ile başlayan hac, menâsik denilen bir dizi uygulamadan meydana gelir. Namaz, selâmla bitirildiği gibi hac da tıraş olmak suretiyle sona erdirilir. 

Haccetme niyetinin açık bir şekil ve fiille ispatı ve sürdürülmesi anlamına gelen ihram, kişiye her çeşit lezzetleri, rahatı, alışık olduğu âdetlerini terkettirmesi ve çevreye en küçük bir zarar vermemeyi öğretmesi bakımından son derece önemli ve etkili bir uygulamadır. 

Hac; ihram, "lebbeyk Allahümme lebbeyk..." diye seslenmek demek olan telbiye, tavaf, sa'y, Arafat dağında arefe günü öğleden akşam güneş batıncaya kadar kısa bir süre de olsa ayakta durup dua etmek (vakfe), şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olma gibi birtakım sembol niteliğindeki uygulamaların bir araya toplandığı en büyük kulluk hareketidir. Bu niteliği sebebiyledir ki İslâm'ın beş esasının en son farz kılınanı olmuştur. Bu yönüyle hac, kullukta zirveyi temsil eder, yani o bir kemaldir. En geniş kapsamlı bir kulluk hareketi ve bir ameldir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. İslâm'ın beş esasından biri olarak hac, şartlarını taşıyanlar için farz-ı ayn bir ibadettir. 

2. Haccı inkâr eden kâfir olur.

BUGÜN "ELHAMDÜLİLLAH" GÜNÜ


Bugün akşama kadar "ELHAMDÜLİLLAH" zikrini yapıyoruz.

Elbette anlamını TEFEKKÜR ederek yapacağız.

Allah Teala Hamîddir. Hamîd ismi bize en baştan, Rabbimizin her işinin övgüye layık olduğunu, O’ndan bir eksiklik sadır olamayacağını hatırlatır. 

Allah’a “Allah” olarak inanan herkes O’nun her işini beğenir, razı olur. Çünkü bizim şer sandığımız hayır; hayır sandığımız şer olabilir. (Bakara, 2/216.) 

Hamd/rıza mertebesi bu idrakteki bir insanın Rabbinin bütün işlerine razı olması ve O’nu her durumda övmesi demektir. Varlıkta da yoklukta da… Nimette de kahırda da…

Hamd mertebesindeki kişi Yüce Allah’ı övmek için O’nun nimetlerinin gelmesini beklemez. O’nu Allah olduğu için över; kendisine lütfettiği için değil. 

O halde ELHAMDÜLİLLAH diyerek O’nun bize lutfettiği hidayete, bedenî ve ruhî güzelliklere, sağlığa, son peygamberine, tebliğ ettiği dine ve Onun ümmetinden olma şerefini bize bahşetmesine, Allah Teala’nın maddî ve mânevî kötülüklerden korumak şeklindeki rahmetine, hem de zaman zaman yaşadığımız sıkıntıların birer imtihan olduğunu ve sabrederek mükafatlandırılacağımızı bilerek ve bütün verdiklerine ve vermediklerine karşı sevgi besleyerek hamd eder ve Rabbimizi yüceltiriz.

94- İnşirâh Suresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 8 âyettir. İnşirah, açılmak, genişlemek demektir.

Nuzülü

Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci sûredir. Duhâ sûresinden sonra, Asr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Konusu

Sûrede Yüce Allah’ın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e mânevî lütufları özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu bildirilerek Mekke’de putperestlerin baskısı yüzünden sıkıntı çeken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlara teselli ve ümit verilmekte; onlardan Allah’a ibadet ve itaatlerini sürdürmeleri istenmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/94-insirah-suresi

29 Mayıs 2025 Perşembe

BUGÜN "SÜBHANALLAH" GÜNÜ

Bismillahirrahmanirrahim

Zilhicce ayının ilk 9 günü yapılan amellerin kıymetini biliyoruz. Gelin amellerimizin bir kısmını birlikte yapalım. Böylece birbirimizi teşvik etmiş oluruz.

Bu 9 günde oruç tutmak çok faziletli biliyoruz. Oruçlarımızı tutalım inşallah.

Ayrıca, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu günlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin buyurdu.

Öyleyse; birlikte

Bugün akşama kadar "Sübhanallah" zikri ile başlayalım mı?

Ancaak!! Sadece arka arkaya tekrar etmekten bahsetmiyoruz. Anlamını TEFEKKÜR ederek yapacağız.

Tesbih ( Sübhanallah), tevhid inancını pekiştiren bir kavramdır.

Buna göre tesbihin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için duygu ve düşüncenin yanı sıra davranışların ve dilin de buna göre bir işlev üstlenmesi gerekir.

1- Evreni yaratan ve yöneten varlığın yüce ve münezzeh oluşu bilgisine öncelikle düşüncenin ulaşması, gönlün de buna katılması tesbih eyleminin birinci aşamasını oluşturur. ( Bu aşamada Allah Teala’nın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğunu tefekkür edeceğiz)

2- Ardından kişinin bütün kötülüklerden süratle kaçıp Allah’a sığınması aşaması gelir. ( insanın sürekli biçimde ilâhî kontrol altında bulunduğunu bilerek şu şu hatalarımdan Sana sığınırım diyerek Rabbimize yöneleceğiz ve o hatalardan uzaklaşmaya samimi bir niyet edeceğiz)

3- Üçüncü aşamada hem iç etkilenmeyi sağlamak hem bu psikolojiyi sürdürmek için tesbih lafızlarının dille tekrarlanması söz konusudur. ( Bu bilinçle artık lafızla zikretmeye başlayalım)

Bu kademelerin aşılması sonunda, “Biz, her birimizin sahip bulunduğu makamda saf saf durur ve Allah’ı tesbih ederiz” diyen meleklerin (es-Sâffât 37/164-166) itaat ve tesbih makamına yaklaşmak mümkün olur.

Yapabiliriz miyiz? Yaparız. Yapalım inşaAllah.