21 Mart 2022 Pazartesi

Hak Geldi; Bâtıl Yıkıldı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (İsrâ, 81)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Kul, İslâm’ı kabul edip de onu güzel yaşarsa, daha önce yaptığı her sevabı yazılır, geçmişte yaptığı her bir günahı da silinir. Ondan sonra (yaptığı amellerin karşılığı) şöyle olur: Her sevaba karşılık on ilâ yediyüz katına kadar sevap yazılır. Günah ise karşılığı ne ise öyle yazılır, ancak Allâh bağışlayıp da o günahtan tamamıyla geçiverirse başka.” (Nesâî, Îmân, 10)

Mekke'den mahzun bir şekilde ayrılan Hz. Peygamber (sav), bugün Allâh'ın lutfu ile on bin kişilik muazzam ve muhteşem bir kuvvetle mübârek beldeye giriyordu. O gün yurdundan çıkarılmış mazlum bir ferd, bugün yurdunu fetheden muzaffer bir fâtihti. Fakat O, bununla aslâ gurûra kapılmayarak devesinin boynu üzerinde secde eder bir vaziyette, yâni bu nîmeti lutfeden Allâh'a şükür hâlinde Mekke'ye giriyordu. Başını Allâh Teâlâ'ya karşı tevâzû ile o derece eğmişti ki, sakalının uçları neredeyse devenin semerine değmekteydi. O esnâda devamlı olarak:

"Ey Allâh'ım! Hayat, ancak âhiret hayâtıdır!" diyordu. (Vâkıdî, II, 824; Buhârî, Rikâk, 1)

Nebevî ahlâk ile ahlâklanmış olan ashâb-ı kirâmın hâli de Allâh Rasûlü'nün hâlinden pek farklı değildi.

İslâm ordusu hemen hemen hiçbir mukâvemetle karşılaşmadı. Kimse muazzam İslâm ordusuna karşı çıkmaya cesâret edememişti. Yalnız Hâlid bin Velîd'in Mekke'ye girdiği yerde ufak bir çatışma olmuş, o da çabuk yatıştırılmıştı.

Allâh Rasûlü (sav), Fetih Sûresi'ni okuyarak ashâb-ı kirâmla birlikte Kâbe-i Muazzama'ya yöneldi. Devesinden inmeden Kâbe'yi tavâf ettikten sonra

"...Hak geldi, bâtıl yok oldu!.." (İsrâ, 81) âyet-i kerîmesini tilâvet buyurarak elindeki değnekle Kâbe'deki putları bizzat devirmeye başladı. (Buhârî, Meğâzî, 48)

Rasûlullâh (sav) Beytûllâh'ta tasvirler görünce, içeri girmedi. Önce onların imhâ edilmesini emretti. Sahâbîler derhâl emri yerine getirdiler.

İçeride Hz. İbrâhîm ve Hz. İsmâîl (as)'ın ellerinde fal okları bulunur vaziyetteki sûretlerini gördüğünde Efendimiz şöyle buyurdu:

"Allâh, bu sûretleri yapan müşriklerin canını alsın. Vallâhi bu peygamberler asla oklarla kısmet aramadılar. (Bilâkis bundan nehyettiler.)" (Buhârî, Enbiyâ 8, Hacc 54, Meğâzî 48)

Müslümanlar, Mekke'yi fethettikleri gün, sabaha kadar tekbîr ve tehlîl getirdiler, devamlı olarak Kâbe'yi tavâf ettiler. (Osman Nûri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa (sav)-2, Erkam Yay.)

https://www.2g1d.com/

20 Mart 2022 Pazar

Onlara Benzemeyin!


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır." (Ebu Davud, libas 4)

Gayr-ı müslimlere benzemek ve onlarca kutsal sayılan gün ve vakitlerde onlar gibi hareket etmek dinimizce bid'at kabul edilir. Nitekim cahil müslümanlardan birçoğu hıristiyanların en büyük bayramı olan Paskalya'da ve Noel (yılbaşı)de ateş yakmak, mum gibi vb. şeyler hazırlamak suretiyle hıristiyanlara katılır, yaptıklarını yapmaya özenirler.

Amr b. Şuaybin babasından, onun da dedesinden yaptığı rivayete göre Rasulullah (sav) efendimiz.

"Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir" (Tirmizi, İstizan 7) buyururlar.

Dolayısıyla yahudi ve hıristiyanlar bizden olmadıklarına göre onlara benzemeye özenmemeliyiz.

Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadiste Peygamber (sav) şu şekilde buyurur:

"Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz." (Tirmizi, İstizan 7, Edep 41)

https://www.2g1d.com/

19 Mart 2022 Cumartesi

Hayırda Acele Etmek


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.” (Münâfikûn, 10)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Faydalı işler görmekte acele ediniz…” (Müslim, Îmân 186; Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3)

Bir gün yaşlı bir adamın penceresine bir kırlangıç kuşu konar. Camı gagasıyla tıklamaya başlar. Bunu duyan ihtiyar camın kenarına gelir ve sorar:

- Ne istiyorsun minik kuş? Kırlangıç ise şöyle der:

- Bizlerin göç etme zamanı geldi. Arkadaşlarım bölük bölük buralardan gitmekteler. Düşündüm de, sen yalnız bir insan ben yalnız bir kuş.. İzin verde bu soğuk kış mevsimini seninle geçireyim. Beni içeri al üşümeyeyim. Hem uzun kış gecelerinde seninle dertleşir, birbirimizi yalnızlıktan kurtarırız.

Adam kuşun dediklerini dinler, biraz düşünür. Fakat insan olma gururu kuşun yalvarmalarına rağmen ona bir türlü evet dedirtmez. Kuşa "hayır seni alamam" diye cevap verip son noktayı koyar.

Ertesi gün yine aynı saatte camdan tıkırtılar gelir. Minik kuş yine gelmiştir. Dileklerini bildirir, bu yardımı yapması için ricalarda bulunur. Yaşlı adam sözü alır:

- Israr etme, bunu yapamam. İnsanlar benimle alay eder, bir kuşla yalnızlığını gidermeye çalışıyor, derler.

Üçüncü gün kuş yine aynı saatte gelir. Yine bir sürü dil döker. Fakat nafile, inatçı ihtiyarı ikna edemez ve gider.

Üçüncü günün akşamı kuşun söyledikleri adamın kulaklarında çınlar durur. Aslında söylenenlere hak veriyordu. Ne varki, bunca yıl kendi kendine yetebildiğini göstermeye çalışan, bir şeyleri paylaşmak için çevresinde kimseleri aramayan biri için bu gururu, kibri atmak zordur. Düşünür, taşınır, sonunda yılların canına tak eden sessizliğine bir son verip onun cıvıltısıyla yaşamaya karar verir. Ertesi sabah aynı saatte pencerenin dibinde kırlangıcın yolunu gözler. Saatler, ilerleyip akşam olur. Oysa ne gelen vardır, ne giden...

İhtiyarın içini bir hüzün kaplar. Onu içeri alıp bir parça yemi ve bir sıcak odayı ona çok gördüğü için üzülür. Önemli olan benim hayatım ve benim yardımımdı, diye iç geçirir. Birkaç gün daha kuşu bekler, ama nafile...

İçindeki vicdan azabıyla birlikte bu kez kararlıdır; kış geçsin bahar gelsin. Onu bulacak ve bir daha bırakmayacaktır.

Günler birbirini takip eder ve bir gün gökyüzünde göçmen kuşlar süzülmeye başlar. Hemen kırlangıç kafilesini bulmalıdır. Çok geçmeden bulur da. Onlara bakar, bakar. Hiçbirini penceresine gelene benzetemez.

Önde uçan başkan olmalı onu sorayım, der.

- Şeyy... Ben içinizden birini arıyordum da bana yardımcı olur musunuz? deyip olanları bir bir anlatır. Bilge başkan düşünceli bir tarzda şunları söyler.

- Ee... yaşlı başlı adam onu boşuna arıyorsun" sen kırlangıçların ömürlerinin sadece altı ay olduğunu bilmez misin?" (Hümeyra Ezergül, Altınoluk Dergisi Mart-2003)

https://www.2g1d.com/

18 Mart 2022 Cuma

Ölçü, Denge ve Tarafsızlık


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“Ey îman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adaletle şahitlik eden kimseler olun…” (Mâide, 8)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“…İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflâh olmaz…” (İbn-i Mâce, Sadakât, 17)

Büyük fizikçi ve düşünür Pascal (Paskal) yalın bir gerçeği şu cümleyle özetlemiş: “Adaletsiz Kuvvet zalim, kuvvetsiz adalet âcizdir.” Adalet; ölçü, denge ve tarafsızlık demektir. Tarafsızlıktan maksat, eşya ve olayları değerlendirirken objektif davranmaktır. Hakkı ve haklıyı ortaya çıkarmak için sevgi, nefret ve menfaat gibi duyguların tesirinde kalmaksızın hareket etmektir.

Adalet ölçü ve denge demek olduğuna göre varlık âleminin ve mülkün temeli adalettir. Çünkü her şey hassas bir denge üzerine kurulmuştur. Makro ve mikro âlem bir düzene göre işlemektedir. Düzen bozulduğu zaman her şey altüst olur, kıyamet; varlıklar arasındaki tabii dengenin bozulmasıyla gerçekleşir.

Aslında adalet bizatihi en büyük kuvvettir. Çünkü kuvvet bile varlığını hak ve adalete dayandırmak suretiyle devam ettirebilir. Adaleti tahrip eden kuvvet, farkında olmadan kendi kendini tahrip etmektedir.

Hak, hukuk tanımayan kuvvet zorbalıktır. Zalim ve kaba kuvvet adaletin yerini almaya kalkarsa dünyada orman kanunu işlemeye başlar. Bu ise tam bir anarşi ve terör demektir. Dünya şantajların, rüşvetlerin, çetelerin, mafyaların ve haramilerin hâkim olduğu bir kurtlar sofrasına döner. (Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi Şubat-2003)

https://www.2g1d.com/

13 Mart 2022 Pazar

Tevâzû Dereceniz


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Rahmân’ın (rahmetinin tecellî ettiği has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler…” (Furkân, 63)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Kim Allâh Teâlâ’nın rızâsı için bir derece tevâzû gösterirse, bu sebeple Allâh onu bir derece yükseltir. Kim de Allâh’a karşı bir derece kibir gösterirse, Allâh da onu bu sebeple bir derece alçaltır, netîcede onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) atar.” (İbn-i Mâce, Zühd, 16)

https://www.2g1d.com/

12 Mart 2022 Cumartesi

Hidâyet Veren O’dur


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Allah kime hidâyet verirse, işte doğru yolu bulan odur; kimi de hidâyetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah’tan başka dostlar bulamazsın. Kıyâmet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız.” (İsrâ, 97)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Ben ancak peygamberim. Hidâyet benim elimde değildir. Hidâyet elimde olsaydı yeryüzündeki herkes îmân ederdi. İblis de ancak kötülüğün süsleyicisidir. Dalâlet onun elinde değildir. Dalâlet onun elinde olsaydı yeryüzündeki herkes dalâlete düşerdi…” (Münâvî, II, 571)

Ebû Mûsâ el-Eş’arî (ra)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)

https://www.2g1d.com/

11 Mart 2022 Cuma

İsteğine İki Elinle Sarıl!


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere elbette (muvaffakıyet) yollarımızı gösteririz…” (Ankebût, 69)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“İçinizde, benim Kur’ân’ın nüzûlü ve tebliği husûsunda gayret ve titizlik gösterdiğim gibi, onun tefsîr edilip anlaşılmasında da aynı tavrı sergileyecek kimseler vardır!” (Ahmed, III, 82)

https://www.2g1d.com/

10 Mart 2022 Perşembe

Rahmetinle Bana Yardım Et!


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Ancak (yaptığı kötülüklerden) vazgeçip îmân ederek sâlih ameller işleyenler var ya, işte Allâh onların kötülüklerini iyiliklere (günahlarını sevaplara) çevirir. Allâh çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.” (Furkân, 70)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenâlık yapanlara karşı aynı şekilde mukabelede bulunmayıp iyilik yapabilmektir.” (Tirmizî, Birr, 63)

https://www.2g1d.com/

9 Mart 2022 Çarşamba

Minik Kalplere Şefkât


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.” (Şûrâ, 49)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Küçüklerine şefkat göstermeyen bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 68)

https://www.2g1d.com/

8 Mart 2022 Salı

Müslümanların kafirleri veli / dost edinmemesi ile ilgili ayetler nasıl anlaşılmalı? Bir Müslümanın, gayrı müslim bir devletin vatandaşlığına geçmesi de onu veli edinmesi midir?

Veli: Dost, arkadaş, yardımcı, birinin işini üstlenen, yönetici, ermiş kişi demektir.

Veli kelimesi Kur'ân'da hem Allah hem de diğer varlıklar için kullanılır. Allah'ın esmâü'l-hüsnâsından biri de el-Velî'dir. Kelime, Allah için kullanıldığında dost, yardımcı, işleri yürüten anlamlarını belirtir. Allah'ın velilik niteliği çeşitli âyetlerde dile getirilir. Buna göre Allah, iman edenleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran (Bakara, 2/257), mülkünde, kudret ve yüceliğinde ortağı olmayan ve korumanın kaynağı olan (İsra, 17/111; Kehf, 18/26), rahmetini yayan, dostunu yücelten (Şûrâ, 42/28), göklerin ve yerin yaratıcısı (En'am, 6/14), Kitab'ı indiren, barışseverleri kollayıp gözeten (A'râf, 7/196), yalnız dünyada değil, ölümle bizi bırakıp gidenlerin ardından da bizi kucaklayan sonsuz vefalı (Yûsuf, 12/101) bir velidir.

Kur'ân'da mü'minler için kullanıldığında ise iki anlama gelir. Bunlardan ilki, işlerini Allah'ın gördüğü, kendisine bırakmadığı kimse anlamıdır.

"O salih kimselere velilik eder, işlerini yönetir." (A'râf, 7/196)

âyetindeki velilik bu anlamdadır. Diğer anlam ise, Allah'a ibadet ve taat işini üstlenen kimseyi dile getirir. Bu anlamda her mü'min ve müttaki insan velidir, bunlara korku yoktur, üzülmeyeceklerdir de (Yûnus, 10/62-63). Diğer bir âyette bu anlamdaki veli ayrıntılı biçimde açıklanır:

"...Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlarsa, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere harcadı; namazı kıldı, zekatı verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, müttakiler de onlardır." (Bakara, 2/177).

Kur'ân'a göre velilik ve veli edinme, mü'minin ilişkilerinin yönünü belirler. Gerçek, değişmez ve mutlak veli Allah'tır (Âl-i İmran, 3/68; Şûrâ, 42/9). Velilik yalnız Allah'a özgüdür (Kehf, 18/44). Mü'minlerin velisi ancak Allah'tır (Mâide, 5/55). Bu nedenle mü'minler Allah'ı veli edinmelidirler (Şûrâ, 42/6). Mü'minlerin Allah'tan başka velileri de vardır. Bunlar melekler (Fussilet, 41/31), Allah Resûlü ve diğer mü'minlerdir (Mâide, 5/55).

Kur'ân, mü'minlerin kimleri veli edinmemeleri gerektiğini de açıklar. Örneğin, mü'minler şeytanı veli edinemezler. Onu veli edinen tam bir hüsrana gömülür (Nisâ, 4/119). Şeytanı veli edinenler, hesap gününde onun dışında bir dost bulamazlar (Nahl, 16/63). Şeytanlar kâfirlerin velisidirler (A'râf, 7/27). Şeytanlar, mü'minleri, gerçek veli olan Allah'tan uzak düşürmek için kendi evliyasına sürekli gizli direktifler verirler (En'âm, 6/121). Öyleyse mü'minler şeytanı hayat sahnesinden silmelidirler (Nisâ, 4/76). Mü'minler küfre batan kişileri de veli edinemezler (Âl-i İmrân, 3/28). Edinirlerse, izzet yerine zillete düşerler (Nisa, 4/28). Yahudiler ve Hristiyanlar da mü'minlerin veli edinemeyecekleri kimselerdir. Bunlar, mü'minlerin dinlerini eğlence ve alay konusu edinirler (Mâide, 5/51). İmana karşı küfrü seviyorlarsa, mü'minler baba ve kardeşlerini bile veli edinemezler (Tevbe, 9/23).

"Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah'la olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gele­bilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah kendisi hakkında sizi uya­rıyor. Sonunda dönüş Allah'adır." (Âl-i imran, 3/28)

Bu âyetin iniş sebebi olarak tefsirlerde, bazı Müslümanların Yahudilerle ve müşriklerle kendi varlıklarını bile tehlikeye sokabilecek dostluklar kurmalarına ilişkin değişik olaylar nakledilir. Bunlardan biri şudur: Medine'deki bazı Yahudiler zaman zaman ensardan bazı Müslümanlarla gizli temas kurarak onları dinlerin­den vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Durumu farkeden Rifâa b. Münzir, Abdurrahman b. Ciibeyr ve Saîd b. Hayseme gibi müminler, söz konusu Müslümanları dikkatti olmaları konusunda uyardılar. Onlar bu uyarıyı dikkate almayıp Yahudilerle yakın ilişkilerini sürdürdüler. O sebeple bu âyet nazil oldu.

Gerek nüzul sebebi olarak zikredilen olaylar, gerekse "kâfirûn" (inkarcılar) kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm'deki kullanımları dikkate alınarak burada dost edinil­memesi istenenlerin müşrikler, münafıklar veya genel olarak tüm inkarcılar olabi­leceği yorumları yapılmıştır. Nüzul sebebi ne olursa olsun âyet bütün zamanlarda geçerli genel bir ifadeye sahiptir.

Kur'ân-ı Kerîm, Müslümanların başka dinlerin mensuplarıyla ve bilhassa putperestlerle farklı konumlarda, çok çeşitli ilişkiler içinde bulundukları yirmi üç yıla yakın bir zaman dilimine yayılmış olarak nazil olduğundan, bu konuya ilişkin âyetlerde üslûp ve içerik farklılığının bulunması tabiidir. Müslümanların müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen âyetler ve Resûlullah'ın uygulamaları topluca değerlendirildiğinde, delillerin şu iki noktada görüş ayrılığına meydan ver­meyecek ölçüde açık olduğu görülür:

a) Hangi sebeple olursa olsun Müslümanın -kendi inançlarından tâviz vere­rek- müslüman olmayana inanç bakımından yakınlık duyması, onları bu anlamda dost edinmesi kendi imanını tehlikeye sokan bir durumdur.

b) İnançların zedelenmesine yol açacak bîr tarzda olmaksızın, İslâm'ın insa­na bakışını gösteren örnek davranışlar sergilemek, dünya hayatının düzen ve istik­rarını sağlamak ve bu çerçevedeki yararlarını koruyup geliştirmek amacıyla, Müslümanların gayri müslimlerle iyi ilişkiler içinde olması yasaklanmayıp aksine özendirilmiştir. Bu anlayışa paralel olarak, devletler umumi hukukunda milletlera­rası ilişkiler için yapılan dostane ilişkiler ve hasmane ilişkiler şeklindeki temel ayrım esas alındığında, İslâm'ın tavrının bunlardan birincisini kural, ikincisini ise is­tisna telakki etme şeklinde olduğu söylenebilir. Bu tarz ilişkilerin âyet-i kerîmede kullanıldığı anlamıyla "velâ" (dostluk) olmadığı açıktır. Bu kelimenin başka âyetlerdeki, özellikle "Allah Teâlâ"nın en iyi dost olduğunu belirten âyetlerdeki kulla­nımı dikkate alınırsa, burada yasaklanan dostluğun"inanç birliğinden veya yakın­lığından ötürü sevgi besleme, güven duyma ve bel bağlama" anlamında olduğu ko­layca anlaşılır. Gerek âyetin sonundaki ağır müeyyide yani bu ikaza uymayanların Allah'ın dostluğunu yitirmiş olacaklarının bildirilmesi, gerekse müteakip âyette gizlenen niyetlerin Cenâb-ı Allah'ın bilgisi dışında olmadığının hatırlatılması, ya­saklanan ilişkilerin, İslâm inancına sadakati her şeyin üstünde tutmaksızın birta­kım kişisel zaaflar uğruna imanı tehlikeye sokan veya Müslümanların zararına olan dostluklar tesis edilmesi veya bu tür dostlukların korunması olduğunu göster­mektedir.

Hz. Muhammed (asm)'in, peygamberliğinden önceki dönemde ortağı olan Sâib b. Abdullah'ı Câhiliye devrindeki erdemli davranışlarından ötürü övmesi, gençliğinde Mekke'de haksızlıkların önlenmesi amacıyla oluşturulan "Hilfü'l-Fudûl"a (gö­nüllüler ittifakı) katılmış ve peygamberlik yıllarında da bu girişimden memnuni­yet ve övgüyle söz etmiş olması, bu sûrenin 75. âyetinde Ehl-i kitap mensuplarının "dürüstlük" ölçütüne göre tasnife tâbi tutulması, Resûlullah'ın Yahudilerle ve müşriklerle yazılı anlaşmalar yapmış olması gibi deliller ve hepsinden önemlisi Enbiyâ sûresinin 107. âyetinde Hz. Muhammed'in bütün yaratılmışlara "rahmet" olarak gönderildiğinin bildirilmesi gös­termektedir ki, İslâmiyet, başka dinlerin mensuplarıyla temas kurmayı, barış ve esenlik içinde yaşamanın yöntemlerini geliştirmek ve ilâhî bir lütuf olarak insanın doğasına yerleştirilmiş olan (fıtrat'a uygun) ahlâkî erdemleri beşeriyetin en yüce değerleri sayıp onları yükseklerde tutmak için iş birliği yapmayı yasaklamak şöy­le dursun, bunu İslâm mesajını bütün insanlara ulaştırma (tebliğ) görevinin bir par­çası saymıştır. Bunun sonucu olarak insanlık tarihinde farklı dinlere mensup kim­selerin güven duygusu içinde birlikte yaşayabilmeleri konusunda en başarılı siya­sî ve sosyal ilişki örneklerinin Müslümalar tarafından sergilenmiş olduğu görül­mektedir.

Müslümanların bu alanda ortaya koydukları farklılığın güven duygusu için­de yaşama hissini verebilmekle sınırlı kalmadığı, değişik dinlerin mensuplarının bir taraftan kendi inançlarına göre yaşama özgürlüğüne sahip olduğu, bir taraftan da adalet, hoşgörü, yardım severlîk ve benzeri erdemlerin çok belirgin biçimde gözlenebildiği bir sosyal yapı oluşturdukları, müşahedelerini objektif bir bakışla kaleme alan birçok Batılı yazarın hayranlık dolu ifadelerinden anlaşılmaktadır. Kuşkusuz, "yaratana saygı ve yaratılmışlara iyi davranma" şeklindeki iki umdenin İslâmî öğretilerin özünü teşkil ediyor olması ve bunun ortaya çıkardığı toplumsal dinamikler anılan sonucun sağlanmasında büyük bir etkiye sahiptir. Bir müslümanın Allah'a karşı kulluk görevinin bir parçasını teşkil eden (ibadet niteliği taşıyan) malî yükümlülüklerde (zekât ve fitre) bile, bazı bilginlerin gayri müslimlerin de hak sahipleri çerçevesinde sayılması içtihadını ortaya koymuş olmaları bu açıdan önemli bir örnektir. Hatta Hz. Ömer (ra)'in Tevbe sûresinin 60. âyetinde geçen "fuka­ra" kelimesini Müslümanların yoksulları, "mesâkîn" kelimesini Ehl-i kitabın yok­sulları şeklinde yorumladığı ve hazine görevlilerine bu yönde uygulama yapmala­rı için talimat verdiği nakledilmiştir.

Fakat bütün bu sınırlı ilişkiler, Kur'an ve sünnetteki diğer deliller ışığında değerlendirildiğinde, Müslümanların, kimlik erimesine, dolayısıyla iman gücünü kaybetmelerine yol açacak ilişkiler kurmalarını veya boyunduruk altına girmeye razı olmalarını onaylama anlamına gelmemektedir. Özetle âyet-i kerîm, Müslümanların bu hassas dengeyi dikkatle korumaları, bu konudaki adımlarının amacı dı­şına taşırmamaları ve ilişki kurulan tarafın da niyetini göz ardı etmeyip basiretli davranmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.

Bütün bu bilgiler sonucunda denilebilir ki Müslümanlar İslamın zararına sebep olacak şekilde gayri müslim bir devletin vatandaşlığına geçmesi ve onlarla ilişki kurması caiz değildir. Bunun dışında gayri müslim bir devlete çalışmak veya meşru nedenlerden dolayı gidip oranın vatandaşlığına geçmesi caizdir.

***Yahudi ve Hıristiyanlar, dinleri için, dinlerini yansıttıkları için sevilmez. Yahudilik, Hıristiyanlık açısından onlarla dostluk kurmak ve onları sevmek haramdır. Öyleyse mühendislik, mucitlik, doktorluk, güzellik, yöneticilik gibi dinlerine ait olmayan diğer güzel ve meşru nitelikleri sevilebilir ve bu yönleriyle onlarla dostluk kurulabilir. Çünkü bu nitelikleri âyetin yasak kapsamı dışında kalır.

Şayet âyet-i kerime şöyle buyursaydı, dostluk ve muhabbet onların bütün niteliklerini kapsardı: "Yahudi ve Hıristiyanların kendilerini dost edinmeyin!" Çünkü o zaman, dinlerine ait olsun veya olmasın, kendileriyle her bakımdan dostluk ve muhabbet yasak olmuş olurdu.

İslâm dini insanlığın bütün dinî ihtiyaçlarını, bütün zamanlarda karşılayan kapsamlı ve üstün bir dindir. Başka dinlere ihtiyaç bırakmaz. Bu açıdan âyet-i kerime, müminlere, başka dinler karşısında dik durmalarını, dinleri hakkında tereddüt etmemelerini, tereddüde yol açan böyle dostluklara girmemelerini emrediyor.

Sonuç olarak:
Müslüman insanın Müslüman olmayan bir arkadaşı olabilir. Onunla imanını ve amelini etkileyecek bir ilişki içinde olmaz. Etkilendiğini hissettiğinde de mesafe koyar.
Arkadaşlık açısından bir sakınca yoktur. İtikadını hoş görmek bakamından yasak vardır. Şunu da bilin ki, imansızlık bir hastalıktır. Diğer hastalıklar gibi o da bulaşıcıdır.

Zerrelerin Büyük Hesabı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzâl, 7-8)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Gerçek şudur ki kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet verilir. Mü’mine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.” (Müslim, Münâfıkîn, 57, 56)

Bir şahıs, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e gelmiş ve:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret!” demişti. Rasûlullah (sav) onu, kendisine Kur’an öğretmesi için ashâbından birine gönderdi. Sahâbî ona Zilzâl sûresini sonuna kadar öğretti. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” âyetlerine gelince, bu ifadelerden son derece müteessir olan şahıs, derin düşüncelere daldı ve:

“–Bu bana yeter” dedi. Bu durum Hz. Peygamber (sav)’e haber verilince:

“–Onu bırakın! Zira o hakîkati idrak etti, anlayış sahibi oldu” buyurdu. (Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VIII, 597)

Yine, bir bedevi Allah Rasûlü’nün bu âyetleri okuduğunu dinleyince:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, zerre ağır­lığı kadar mı?” diye sordu. Rasûlullah (sav):

“–Evet” buyurdu. Bir anda hâli değişiveren bedevî:

“–Vay benim kusurlarım!” dedi ve bu sözlerini defalarca tekrarlayıp durdu. Sonra da işittiği âyetleri tekrar ederek kalkıp gitti. Rasûlullah (sav) onun ardından:

“–İman bu bedevînin kalbine girdi” buyurdu. (Suyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VIII, 595)

https://www.2g1d.com/

7 Mart 2022 Pazartesi

Mü’minlerin Duâsı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Kullarım Sana Ben’i sorduklarında, (bilsinler ki) Ben onlara çok yakınım. Bana duâ edenlerin duâlarını kabûl ederim…” (Bakara, 186)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Bir mü’minin diğer bir mü’mine gıyâbında yaptığı duâdan daha çabuk kabûl edilen hiçbir duâ yoktur.” (Tirmizî, Birr, 50/1980)

Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–Bir kul günah olan veya akrabâsı ile darılmasına yol açan bir şeyi dilemedikçe yahut acele etmedikçe duâsı kabûl olunur.” buyurmuştu.

“–Yâ Rasûlallâh! Acele etmek ne demektir?” diye sordular.

Allâh Rasûlü (sav):

“–Kul; «Nice defâlar hep duâ ediyorum da Rabbim duâmı kabûl etmiyor.» der. Duâsının hemen kabûl edilmemesi sebebiyle bıkar ve duâyı bırakır. (İşte o zaman acele etmiş olur.)” cevâbını verdi. (Müslim, Zikir, 92)

https://www.2g1d.com/

6 Mart 2022 Pazar

Senin Rızkın Seni Bulur


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” (Hud, 6)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Eğer siz Allâh’a gereği gibi tevekkül etseydiniz, (Allâh), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları hâlde akşam doymuş olarak dönerler.” (Tirmizî, Zühd, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 14)

https://www.2g1d.com/

5 Mart 2022 Cumartesi

Takvâ Sahibi


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten sakınanlar onlardır.” (Zümer, 33)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Kul, mahzurlu şeylere düşme endişesiyle sakıncası olmayan bazı şeyleri de terk etmedikçe gerçek muttakîlerin derecesine ulaşamaz.” (Tirmizî, Kıyâme, 19/2451; İbn-i Mâce, Zühd, 24)

https://www.2g1d.com/

4 Mart 2022 Cuma

Firâsete Nâil Olabilmek


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey îmân eden­ler! Eğer Al­lah’tan it­ti­kâ eder­se­niz, O, si­ze bir fur­kan (iyi ile kö­tü­yü ayırt ede­cek bir ilim, fi­râ­set ve an­la­yış) ve­rir, gü­nah­la­rı­nı­zı ör­ter ve si­zi ba­ğış­lar. Çün­kü Allah, bü­yük lu­tuf sâhibi­dir.” (En­fâl, 29)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Mü­mi­nin fi­râ­se­tin­den sa­kı­nı­nız; zi­ra o, Al­lâh’ın nû­ru ile ba­kar.” (Tir­mi­zî, Tef­sîr, 15)

https://www.2g1d.com/

3 Mart 2022 Perşembe

Ahiret kazancı


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun âhirette bir nasibi olmaz.” (Şûrâ, 20)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Kimin niyeti âhiret olursa Allah onun işini derleyip toplar kalbine kanâat verir. Dünya onun ardından kerhen de olsa gelir. Kimin niyeti sadece dünya olursa Allah onun işini bozup alnına da fakirlik damgası vurur. Dünyadan da Allah’ın takdir ve taksiminden başka bir şey elde edemez.” (İbn Mâce, Zühd 4105; Dârimî, Mukaddime 229.)

https://www.2g1d.com/

2 Mart 2022 Çarşamba

Muhabbetin Nihâî Meyvesi


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“...Allâh onlardan râzıdır, onlar da Allâh’dan râzıdır.” (Beyyine, 8)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi (rakîk ve güven içinde)dir." (Müslim, Cennet 27. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 331)

Rivâyete göre Hazret-i Peygamber (sav) Hârise (ra)‘e sordular:

“-Yâ Hârise! Nasıl sabâhladın?”

Hârise:

“-Hakîkî bir mü’min olarak!” cevâbını verdi.

Bu defâ Hazret-i Peygamber (sav):

“-Yâ Hârise! Senin îmânının hakîkatinin delîli nedir?” dedi.

Hârise (ra):

“-Yâ Rasûlallâh! Nefsimi dünyâdan çektim. O kadar ki, dünyânın taşı ile altını, çamuru ile gümüşü, (gam ile sürûru) bana müsâvî oldu. Gecelerimi uykusuz, gündüzlerimi susuz geçiriyorum. O hâle geldim ki, şimdi Rabbimin arşını âşikâr bir şekilde görür gibiyim…” dedi.

Bunun üzerine Allâh Rasûlü (sav):

“-Tamam yâ Hârise! Gönlünü bu hâliyle muhâfaza et! İşte istikâmet budur!..” buyurdular.

Hakk yolunda insanın varabileceği en yüce makâm, Allâh Teâlâ’nın kulundan râzı olmasıdır ki, bu da kulun Allâh’dan râzılığı ve O’na teslîmiyyetinin bir mükâfâtıdır.

https://www.2g1d.com/

1 Mart 2022 Salı

Mânevî Cihâd


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“Biz’im uğrumuzda cihâd edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah, ihsân ehliyle beraberdir.” (Ankebût, 69)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Gerçek mücâhid, nefsine (hevâ ve heveslerine) karşı cihâd edendir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621)

https://www.2g1d.com/

28 Şubat 2022 Pazartesi

Sen Kötülüğü Önleyebilirsin


Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Senden alâkayı kesenle sen ilgilen; iletişim ve irtibat ol. Sana haksızlık edeni affet. Sana kötülük edene iyilik et.” (Ahmed, Müsned, 16999.)

İmâm-ı A’zam’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir:

“Birisinin benim hakkımda kötü söz söylediğini birisi bana iletti. Ben ise o kötü sözü söyleyen kimse hakkında hep güzel sözler söyledim. Sonra ben gördüm ki o kimse de benim hakkımda iyi şeyler söylüyor.

https://www.2g1d.com/

25 Şubat 2022 Cuma

Nimetin Şükrü Vermektir

 

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim 

“Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfedenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir). Allah, yaptıklarınızı görmektedir. (Bakara, 265)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ da o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir." (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58)

Asil ve vakur insanımız bir zamanlar halini kimseye söylemezdi. Kan kusar, kızılcık şerbeti içtim derdi. Ama yoksulluk, çâresizlik, her gün ailesine eli boş, boynu bükük dönmek onun da dilini çözdü. Utana utana halinden şikâyet etmek, artık geçinemediğini söylemek zorunda kaldı.

Hâlbuki Cenâb-ı Hak bize müslüman kardeşimizin iffetini korumayı, o halini söylemeden yardımına koşmayı emretmişti. Hz. Ali Efendimiz, bir tanıdığı kendisinden borç istediği zaman, niye ben onun halini daha önce anlayıp yardımına koşmadım da kendisini borç istemek zorunda bıraktım diye üzülmüştü.

Allah Teâlâ, kullarının kimine zenginlik kimine fakirlik verdi. Fakirlere kol kanat germe vazifesini de hâli vakti iyi olanlara havale etti. Ama kulları O'nun aile fertleri durumunda olduğu için işi tesâdüfe bırakmadı. Muhtaçlara yardım etmek üzere bazı kullar yarattı ve onlara insanlara yardım etmeyi sevdirdi. 

Şunu hiç unutmamalıyız: Nimetin şükrü vermekledir; insan Allah'ın kendisine karşılıksız verdiği imkânları ihtiyaç sahiplerine vermezse, yani Allah'a şükretmezse, elindeki nimetin el değiştirmesine yol açar; eğer ihtiyaç sahiplerini gözetirse, sahip olduklarının hem elinde kalmasını hem de artıp çoğalmasını sağlamış olur. (Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Altınoluk Dergisi, Temmuz-2002)    

https://www.2g1d.com/

24 Şubat 2022 Perşembe

Ahlaksız Olmaz




Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim

“(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’raf, 199)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır.” (Buhârî, Edeb, 39)

Asr-ı Saâdette Kur’ân’ın rûhu ve mesajı içinde meknûz bulunan İslâm ahlâkı, Hz. Peygamber ile ete ve kemiğe bürünerek davranış ve model olarak hayata yansımıştır. O model insanın etrafındaki altın nesil, o motifi kendi kumaşlarına oradan alıp gergef gergef işlemişler ve İslâm’ın ahlâk çiçeği her sahabîde kendi kabiliyetine göre ayrı bir renk, ayrı bir koku ve güzellikte açmıştır.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri dışındaki hâlleri, O’nun ancak yanında bulunanların hissederek öğrendiği ve tanıdığı yanı idi ki, O’nu görenlere sahâbî kimliği kazandırıyordu. O’nun nazarından yansıyan şua, değdiği bedenlerin ruhlarında ahlâkî yükselişe zemin hazırlıyor, mânevî irtifâa kanat açtırıyordu.

Ahlâkın müeyyidesi vicdan ve Allah korkusudur. Vicdanların ve yüreklerin belli kalbî kıvama erişmesi ahlâkî yükselişin zeminini hazırlar. Bu yüzden Allah Rasûlü: İyilik güzel ahlâktır, kötülük vicdânını rahatsız eden, duymasını istemediğin şeydir. (Tirmizi, Zühd, 52; Müsned, IV, 182) buyurmuştur.

https://www.2g1d.com/

23 Şubat 2022 Çarşamba

Allah’ın Sevdiği Kullardan Olabilmek

 

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim 

"(Resûlüm) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Âl-i İmrân, 31)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

“Allah, takvâ sahibi, gönül zengini ve kendisini ibadete vererek şan ve şöhretten uzak duran, nefsinin ıslâhı ile meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11)

Allah Teâlâ tarafından sevilmek, dinimizin bizi ulaştırmak istediği en yüce hedeftir. Her hedefe ulaşmanın yolları olduğu gibi bu büyük sonuca erebilmek için yapılması gerekli işler ve takib edilmesi lüzumlu izler de vardır.

Rasûlullah (sav), Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur dedi:

"Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harb ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum." (Buhârî, Rikak 38)

Ebû Hüreyre (ra)'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil'e:

"Allah filanı seviyor, onu sen de sev!" diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:

-Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye hitâbeder.

Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. (Buhârî, Bedü'l-halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157.)    

https://www.2g1d.com/

22 Şubat 2022 Salı

Komşuluk Hakkı

 

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim 

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez." (Nisâ, 36)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım." (Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Tirmizî, Birr 28)

Komşularımız, ev halkımızdan sonra yüzlerini en çok gördüğümüz kimselerdir. Bu sebeple onların dindar ve iyi ahlâklı kimseler olması arzu edilir. Fakat kendilerini seçmek elimizde olmadığı için komşularımızın gayri müslim ve kötü ahlâklı olmaları da mümkündür.

Kimler komşu sayılır? Bu konuda Hz. Ali'den gelen rivayete göre, birbirlerinin sesini duyacak kadar yakın olan kimseler komşu sayılır.

Hz. Âişe meseleye daha geniş bakmış ve evin her cephesinden kırkar hânenin komşuluk hakkı bulunduğunu söylemiştir. Konumuzun başındaki âyet-i kerîmede zaten komşular "yakın komşu ve uzak komşu" diye iki grupta ele alınmıştır.

Komşular bazen bir akraba gibi birbiriyle içli dışlı oldukları için güzel geçinmeleri, birbiri hakkında iyi şeyler düşünüp mutlu olmalarını istemeleri, mallarının ve canlarının zarar görmemesi için gayret etmeleri, komşusu hatalı bir iş yapmaya kalktığında veya bir konuda komşusunun görüşünü almak istediğinde ona doğru yolu göstermeleri başlıca komşuluk haklarıdır. Buna ilave olarak zaman zaman birbirlerine hediye göndermeleri, karşılaştıkları zaman birbirinin yüzüne tebessüm edip selamlaşmaları, yardıma çağırdıkları zaman hemen gitmeleri gibi iyi komşuluk esaslarını saymak mümkündür.

Komşusunun gayri müslim olması, bir müslümana, ona karşı komşuluk hakkını gözetmeme yetkisini vermez. Komşusunun yahudi, hıristiyan veya hiçbir dine inanmayan bir müşrik olması bu prensibi değiştirmez. (Riyâzü's Sâlihîn, 2. Cilt 394-395, Erkam Yay.)    

https://www.2g1d.com/

21 Şubat 2022 Pazartesi

Ölüm Anı ve Sonrasında Yaşananlar


Ölüm, ruhun bedenden ayrılması olayıdır. Ölen ruh değil, bedendir. Beden onun hanesi ya da elbisesi hükmündedir. Elbisenin değişmesiyle, yahut parçalanması, yok olmasıyla kişinin varlığına bir zarar gelmez. Bu dünya hayatında bize bu bedeni giydiren ve kainatla olan münasebetimizi böylece kuran Rabbimiz, bizi bu alemden göç ettirdiğinde ruhumuzu bu elbiseden ayırır, bu haneden çıkarır. Ölüm insan varlığı için bir âlemden diğerine intikal etmektir. Daha güzel bir âlemin kapısıdır. Bu anlamda ölüm yok olmak değildir, ruh bâkidir, yok olmaz.

O halde neden yaratıldık ve neden ölüyoruz?  bunun cevabı Mülk suresi, 2. ayette bize bildirilmiş. Allah-u teala'nın diriliği ve ölümü yaratmasının sebebi şöyle açıklanır: "O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır."

Ölüm gerçeğiyle herkes bir gün mutlaka karşılaşacak. Ölüm için genç yaşlı, kadın erkek ya da çocuk olmak gibi herhangi bir sıra da söz konusu değil. Cenâb-ı Allah"ın belirlemiş olduğu eceli gelen her insan, ruhunu Rabbine teslim edecek. Ve bu hayat yolculuğu ölümle birlikte bitecek ve insanoğlu, kendisini ebedi ahiret hayatına götürecek olan yepyeni bir yolculuğa çıkacak. İşte bu yolculuk sırasında mü'min olsun, kafir olsun herkesin karşılaşıp yaşayacağı bir dizi hadise var. Hadis ve ayetlerin bildirmesiyle bilebileceğimiz bu hadiseler hakkında bilgi edinmek, ahiret hayatımız için kendimizi nasıl hazırlamamız gerektiği konusunda bize yardımcı olacaktır: Ölüm ile başlayıp Cennet veya Cehennemle sonuçlanacak bu evreleri birlikte sırasıyla hatırlamaya çalışalım:

ÖLÜM ANI 
Bir kimsenin ölüm anı, onun ölümden sonraki hayatı hakkında fikir verir. Çünkü Allah'a inanan kimseyle inanmayanın ölüm sırasındaki hali birbirinden çok farklıdır. Bu sözünü ettiğimiz ölüm anı dışardan gören için değil kişinin yaşadığıdır, bunu belirtelim öncelikle. 

Mü'minler ölürken yanlarına melekler gelir: Fussilet Suresi, 30.ayette “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! diye onlara müjde verir. Allah'ın kendisinden hoşnut olacağını ve kendisini bağışlayacağını duyan mü'min son derece mutlu olur. Bir an önce Allah'a kavuşmayı, Allah da ona kavuşmayı ister.

Ölmek üzere olan inançsız kimseye de işkence göreceği hatırlatılır. O da ölümden nefret eder ve Allah'a kavuşmayı istemez; esasen Allah da ona kavuşmayı istemez. Melekler inançsız kimsenin yüzüne ve arkasına vurarak 'Tadın bakalım yakıcı azabı" diye canını alırlar. İnançsız olarak ölenlerin pis kokusu gök ehlini rahatsız edecek kadar berbattır.

Ölüm gerçekleştikten sonra 2. evre olan kabir hayatı başlar.

KABİR HAYATI 
İnsan ölüp de kabre konduğu andan, kıyametin kopmasına kadar geçen zamana denir.

Kabir hayatının bir adım öncesi dünya, bir adım sonrası ahiret hayatıdır. Kabir hayatı, dünya ile ahiret arasında bir engel oluşturduğu için ona 'berzah hayatı' da denir. Bir bakıma kabir, ahiret hayatının çeşitli duraklarının ilkidir. Kabirdeki imtihanı kolayca veren, ondan sonraki menzilleri daha kolay geçer. Bu ilk imtihanı veremeyen kimsenin kabir hayatı son derece korkunçtur.

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. Kabir azabı ve sorgu-sual ruha yapılacağı için, kişinin cesedi kabirde olmasa bile kabir azabı ve sorgu-suale tabi olacaktır. Zaten cesetler toprağa gömülse bile, belli bir zaman sonra çürürler. Bu açıdan kabir hayatını, sorgu suali, mükafat veya cezayı toprağa konulan cesede bağlamamak gerekir.

KABİRDEKİ SORGU 
Kabre konan her insan, Münker ve Nekir melekleri tarafından hesaba çekilir.


Ebu Hüreyre'den; Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker diğerine de Nekir denir. Ölüye:

"Rasûlüllah hakkında ne diyorsun?" diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu;"O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed(s.a.s.)in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim." sözlerini söyler. Melekler; "Biz de bunu söylediğini biliyorduk zaten." derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira' kadar genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona "Yat!" denir.

"Aileme dönüp onlara haber versem mi?" diye sorar. Onlar da;
"Gelin güvey gibi rahatça uyu, gelin güveyi olan kimseyi ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır." derler. Böylece, yattığı yerden Cenab-ı Allah onu tekrar diriltinceye kadar uyur.

Eğer münafık ise, "İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum." der. Melekler de,"Böyle söylediğini zaten biliyorduk" derler. Sonra arza: "Onu sıkıştır" denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir."
(Tirmizi, Cenâiz, 70)

Mümin kulun kabri genişletilir ve pırıl pırıl aydınlatılır. Ona Cehennemdeki yeri gösterilir: 'Bak, senin yerin burasıydı. Allah Teala burayı Cennette yüce bir makamla değiştirdi. O seni şu güzel yerinden kaldırıp yeniden diriltene kadar, burada rahat uyu!' derler. O Müslümanın kabrinden Cennete bir yol açılır. Cennetin burcu burcu kokularını duymaya başlar. Ona Cennet elbiseleri giydirilir. Gözünün gördüğü yere kadar kabri genişletilir. O da yeniden diriltileceği kıyamet gününe kadar Cenab-ı Mevla'nın kendisine sunacağı nimetler içinde ve sabah akşam Cennetteki yerini seyrederek rahat ve huzur içinde yaşar.

Kafir veya Allah'a inanmış görünen münafık kimse ise, meleklerin sorularına cevap veremez. Melekler ona, kendisinin durumunu daha önce de bildiklerini söyleyerek başına şiddetli bir şekilde vururlar. Onun feryadını insan ve cin dışındaki diğer varlıklar duyar. Kabri daraltılır, kabrinden Cehenneme bir kapı açılır, Cehennemin alevlerini duymaya başlar. Sabah akşam Cehennemdeki yerine bakarak acılar içinde kıvranır.

Kabir azabı kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edecekken, günahı az olan müminler içinse geçici olacaktır.

Peki Kabirde iken cennetlik olduğunu öğrenen kimseler mahşer günü niçin korkuya kapılır? yani Kişiye ölüm anında cennetlik veya cehennemlik olacağı gösteriliyorsa, mahşerde neden amel defterinin sağından mı solundan mı verileceğinin telaşına kapılıyor?

Bir insan cennetlik olduğunu öğrenmiş olsa dahi mahşerin o dehşetli tablosu karşısında ve mahşer meydanının şiddetinden dolayı  heyecana ve telaşa kapılır.  Nitekim o günün dehşetinden peygamberler bile "nefsi nefsi" diyecektir.

Bir kimsenin cennetlik olduğunu bilmesi demek mahşer sıkıntısını çekmeyeceği anlamına da gelmez. Günahları fazla olan bir mümin, ahirette ve mahşerde çektikleri sıkıntıları günahlarına keffaret olur. Bu bakımdan günahları sevabından çok olan bir insan kabir ve mahşerde çektikleri sıkıntıdan dolayı günahları azalır ve cennetlik bir insan olabilir. Bundan dolayı kişi amelinin sağından veya solundan verileceğinin telaşında olabilir. 

Ayrıca Cennetlik dahi olsa insan mizanda detaylı olarak hesaba çekilecek ve kul hakkı konusunda binlerce insanla yüzleşecek. kul hakkından dolayı ne derece kayba uğradığını görecektir. Bütün bunlar da insan üzerinde büyük bir sıkıntı ve heyecan oluşturacaktır.

Hiç günahı olmayanların ya da az günahı olanların da mahşerde çekecekleri sıkıntılardan dolayı cennetteki makamları yükselecektir.

İnsanın kabirdeki sorgusu akaidi üzerinedir. Yani kişi imanla mı öldü küfür üzere mi bu ortaya çıkar. Biliyoruz ki hardal tanesi kadar imanı olan cehennemde cezasını çektikten sonra ya da Rabbimizin affına mazhar olduktan sonra cennete gidecek. Kabir sorgulamasında, nihai gideceğimiz yeri öğreniyoruz, halbuki günahlarımız ve sevaplarımız tartıldıktan sonra önce cehenneme mi gideceğiz bilmiyoruz. Bu yüzden mahşerde amel defterimizin sağımızdan mı solumuzdan mı verileceğinin telaşına kapılacağız.

Cennete girmenin ilk şartı iman etmektir. İmanlı bir insan günahkarsa cezasını çektikten sonra cennete girecek. İnsanın başına gelen her türlü sıkıntı, hastalık ve musibetler günahının azalmasına bir sebeptir. Aynı şekilde kabirde çektiği azaplar da günahını azaltır. Günahın dereceleri, azlığı ve çokluğu kişiye göre değişir. Bu nedenle bazı insanlar kabirdeyken cezalarını çeker biter ve doğrudan cennete giderler. Cezası ve günahı çok olan müminler ise, bir kısmı haşir meydanındayken, bir kısmı cehennem kapısındayken, bazıları da cehennemde suçunun ve günahının derecelerine göre kaldıktan sonra cennete girecekler.

 Peygamber Efendimiz de dualarında kabir azabından Allah'a sığınmıştır ve  Müslümanların da sığınmasını tavsiye etmiştir. şöyle buyurur: "Kabirlerinizde Deccal fitnesine yakın bir imtihandan geçeceğinizi Allah bana bildirdi. Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim. Birbirinizi gömmeyi bırakmayacağınızı bilsem, kabir azabından bir miktar size de duyurması için Allah'a dua ederdim."

Kabirde Azap Şekilleri:

Şüphesiz kabirde herkesin azabı aynı olmayacaktır. Kimin ne şekilde azap çekeceğini de en iyi bilen Allah'tır. Ancak Peygamber Efendimiz (asm)'den gelen haberlerde bildirilen azap şekillerini şöyle sıralamak mümkündür:

a) Kabir Sıkması:

Kabir sıkması, kabrin iki yanının ölüyü sıkıştırmasıdır ve geneldir. Hadislerde istisna edilenlerden başka, mü'min olsun kâfir olsun, ister itaatkâr isterse âsi olsun, bundan hiç kimse kurtulamaz.

"Kabir sıkmasının aslı, kabrin ölüyü kucaklamasıdır. Çünkü insanlar topraktan yaratıldılar. Ve uzun müddet ondan ayrı kaldılar. Tekrar toprağa döndükleri zaman, evlâdından uzun müddet ayrı kalan ananın evladını kucakladığı gibi, toprak da onları sıkar. Ama mü'min ve itaatkâr olanları şefkatle, âsi olanları da kızarak, gazapla.

Buna göre kabir herkesi sıkacaktır ama herkesi azap için sıkmayacaktır. Peygamber Efendimiz (asm), kabir suâli hakkındaki uzun hadislerinin sonunda suâle cevap veremeyen kâfir ve münafıklar için toprağa "Çullan onun üzerine." diye emir verileceğini ve toprağın onları, kaburga kemikleri birbirine geçinceye dek sıkıştıracağını ve bu azaplarının kıyamete dek süreceğini haber vermektedir. Kabir sıkmasının devamı kabir azabıdır. Ve bu sıkışla birlikte kâfirin kabri ateşle doldurulur.

Demek ki, kâfirlere kabir sıkması, kabir azabından bir çeşittir ve onunla azaplanmaktadırlar. Mü'minlere gelince onlar iki kısımdır: İtaatkâr olanlar ve âsi yani günahkâr olanlar. İtaatkâr olanlara kabirde azap yok, sadece kabir sıkması vardır. Âsi olanlar ise günahları derecesinde sıkılacaklar ve böylece azap çekeceklerdir.

b) Tokmakla Vuruş:

Peygamber Efendimiz (asm) den Enes b. Mâlik yoluyla rivayet edilen kabir suâli hakkındaki hadisin sonunda kâfir ve münafıklar cevap veremeyince enselerine tokmakla vurulacağı haber veriliyor. Rasulullah (asm):

"...Sonra onun (kâfir veya münafığın) ense köküne öyle bir vurulur ve o (o vuruşun acısıyla) öyle bir feryad eder ki, onun feryadını, insan ve cinler hariç, kendisine yakın olan her mahluk duyar."buyurarak bunu anlatmaktadır. Hadisin Ebû Sa'id el-Hudri'den gelen rivayetlerinde ayrıca onlar için kabirlerinden Cehennem'e bir kapı açılacağı zikredilmekte ve tokmakla vurulduğunda feryadını, insan ve cin haricinde bütün mahlukâtın işiteceği kaydedilmektedir. Bu vuruş, şüphesiz azap içindir ve azap çeşitlerinden biridir.

c) Cehennemlik Olan Kişiye Akşam-Sabah Cehennemdeki Yerinin Gösterilmesi:

Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen bir hadisinde Peygamber Efendimiz (asm):

"Sizden biriniz vefat ettiğinde, sabah ve akşam ona kendi oturacağı makamı gösterilir. O kimse cennetliklerden ise, cennetliklerin makamlarından bir makam (yani kendisinin Cennet'te varacağı makam) gösterilir. Ve ona: Burası senin kıyamet gününde gönderileceğin makamdır (yerindir), denir." buyurmaktadır.

Bu görme esnasında: "İşte senin yerin burasıdır." denmesi, cehennemlikler için en büyük azaptır. Çünkü bu gösterme akşam-sabah tekrarlanacağına göre ve kıyametin de ne zaman kopacağını Allah'dan başka kimse bilmediğine göre, kendisine Cehennem'deki varacağı yer gösterilen kişi, kabirde geçirdiği her dakikasını, her anını, kendisine gösterilen Cehennem azabına düştüm düşeceğim korkusuyla geçirecektir. 

d) Yılan-Çıyan ve Haşerâtın Kabirde Ölüyü Isırması ve Sokması:

Ebû Sâ'id el-Hudrî'den rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifinde de Rasulullah (asm):

"Kabrinde kâfire doksan dokuz tinnîn (ejderha) saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırırlar ve sokarlar ki, eğer onlardan birisi yeryüzüne üfleyecek olsa, orada hiçbir yeşillik kalmazdı." (A. b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 38; Dârimî, Sünen, Rikâk, 94, c. II, s. 238.) buyurmaktadır.

Esma hadisinde ise, kabir suâllerine cevap veremeyecek olan kâfire musallat olacak hayvan hakkında:

"...Ona (kâfire) kabrinde, elinde düğümü ateşten olan, deve boynu gibi bir kırbaçla bir hayvan saldırtılır ki, Allah'ın dilediği kadar onu döver. Kulakları da sağır olduğu için, onun sesisini (feryadını) duymaz ki ona acısın."(A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 353.) denilmektedir.

 bu azap insanın dünyadaki nankörlüğü ve kötülükleri nisbetinde olacaktır. Ve insana, hadis-i şeriflerde de ifade edildiği gibi, çok büyük acı verecektir. Ama bu azap gerçekten cismanî yılanlar ve ejderhaların sokmasıyla mı olacaktır?  İmam Gazzâli şöyle der:

"Birincisi, en doğru en açık ve en makbul derecedir ki; yılanın mevcut olup ölüyü soktuğunu, fakat bizim gözümüze bu gibi melekût âlemine ait şeyleri görme yetisi verilmediği için bunu bizim göremediğimizi kabul etmendir. 

"İkincisi, uyuyan kişinin durumunu düşünmendir ki o, rüyasında kendisini sokan bir yılan görüp acı duyuyor ve uykuda bağırıp terler içinde kalıyor. Bazen da yerinden fırlayıp kaçıyor ki, bunlar hep kendi içinde duyup da -tıpkı uyanıklık halindeki gibi- acı duyduğu şeylerdir. O bunları görür ve bu acılan çekerken sen onu sakin olarak görüyor ve onun etrafında yılan falan görmüyorsun. Halbuki onun hakkında (ona göre) yılan mevcut olduğu halde ve o ondan azap duyduğu halde, sana göre böyle bir şey yoktur (görülmüyor). Yılanın sokmasının acısı ve ızdırabı duyulduktan sonra bunun görülmeyen bir yılan olmasıyla görülen bir yılan olması arasında ne fark var ki?.."

Gazzâlî'nin de ifade ettiği gibi, en makbulü birincisi olmakla birlikte, bunlardan her hangi biriyle Allah'ın azab etmesi de mümkündür. 

e) Bazı Kötü Kimseleri Toprağın Kabul Etmeyip İbret Olsun Diye Dışarı Atması:

Bazı rivayetelerde sadece Neccaroğullarından olduğu bildirilen ve ismi belirtilmeyen bir adam öldüğünde, Peygamber Efendimiz (asm): "Yer onu kabul etmeyecektir."(A. b. Hanbel, Müsned, c. III. s. 121.) buyurmuştur ve hakikaten de toprak kendisini kabul etmemiştir.

Kabir Azabının Devamlı veya Geçici Olması:

Sorguda kullar önce mü'minler ve kâfirler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Mü'min olanlar da, itaatkâr olan mü'minler ve âsi olanlar diye iki kısımdırlar. İtaatkâr olan, yani günahları olmayan, yahut da dünyadayken nasuhi tevbeleri ve iyi amelleri ile günahlarını affettirmiş olan mü'minlere kabirde azap değil, nimet vardır. Âsi yani günahkâr mü'minlerle iman etmemiş olan herkese ise kabirde azap vardır.

Kabirlerinde azap göreceklerin azabı, ya kıyamete kadar devamlı olur, yahut da geçici bir zaman için olup Allah'ın dilediği zaman kesilir. Azabı kıyamet gününe kadar devam edecek olanlar, iman etme şerefine erememiş olan kâfir, müşrik ve münafıklardır.

Kabirdeki azabı Allahu tealâ'nın dilemesiyle kaldırılacak olanlar ise, âsi yani günahkâr mü'minlerin bazılarıdır ki, günahları çok olan bir kısım günahkârların azabı da devamlı olacaktır.

Buna göre, kabir azabı iki kısımdır:

1) Devamlı olan: Bu, kâfirlerin ve mü'minlerden bazı günahı çok olan günahkârların azabıdır. Ve kıyamet gününe kadar hiç kesilmeden devam edecektir.

2) Devamlı olmayan: Bu da günahkâr mü'minlerden bazı günahı az olanların azabıdır ki, bunlar suçları miktarı azap gördükten sonra, yahut bir dua veya sadaka... vs. ile ya da sırf Allah'ın dilemesiyle onlardan azap kaldırılır.

Kâfirlerin azaplarının kıyamet gününe dek süreceği hususunda âlimler müttefiktirler. Çünkü deliller bu yöndedir. Nitekim kabir suâli konusunda rivayet edilen hadislerden Ebû Hureyre'den nakledilen birinde münafık olanların azaplarının kıyamet gününe kadar devamlı olacağı açıkça zikredilmiştir. 

ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLME, "
BA‘S"

Ba's, “kıyamet gününde Allah’ın âhiret hayatını başlatmak üzere ölüleri yeniden canlandırması, onları kabirlerinden çıkararak hayata göndermesi”demektir.

 Kıyamet hallerinden olan ba‘s, Kur’an, sünnet ve icmâ ile sabit olduğundan İslâm dinindeki iman esaslarından biridir, bunu inkâr eden dinden çıkmış kabul edilir. Kur’an’da kıyamet gününün mutlaka geleceği, kabirlerin açılacağı (el-İnfitâr 82/4), yeryüzünün, içindeki ağırlıkları dışarıya atacağı (ez-Zilzâl 99/2) ve Allah’ın insanları tekrar dirilterek yerden ot bitirir gibi topraktan çıkaracağı (Nûh 71/17-18) bildirilmiş, “Cibrîl hadisi”nde de ba‘s, iman edilmesi gereken esaslar arasında sayılmıştır (Buhârî, “Îmân”, 37). 

Kur’an’da, sûra birinci üflemenin ardından -Allah’ın diledikleri müstesna- bütün canlıların yok olacağı, ikinci üfleme üzerine de ba‘s hadisesinin gerçekleşeceği ve ölmüş bütün yaratıkların yeniden canlanarak (ez-Zümer 39/68) belli bir hedefe doğru koşuyormuş gibi (el-Meâric 70/43) rablerinin huzuruna çıkacakları (Yâsîn 36/51) anlatılır ve dirilişin, gerçeği öğrenme ve amellerin karşılığını görme hikmetine bağlı olduğu (en-Nahl 16/38-39; et-Tegābün 64/7) vurgulanır.  o günde, insanlar arasındaki soy yakınlığının fayda vermeyeceği, herkesin kendi derdine düşeceği ve bu yüzden kişinin kardeşinden, anne baba, eş ve çocuklarından kaçacağı (Abese 80/34-36), kimsenin birbirine bir şey sormayacağı (el-Mü’minûn 23/101), herkesin tek başına muhatap alınıp sorumlu tutulacağı, bazı yüzlerin ak, bazılarının kara olacağı (Âl-i İmrân 3/106) şeklinde kıyametle ilgili bilgiler Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde zikredilmektedir. Kur’an, ölümden sonra dirilişi hayretle karşılayan ve bu konuda kesin bilgi sahibi olmak isteyenlere cevap teşkil etmek üzere, ölmüş ve parçalarına ayrılmış bazı canlıların yeniden diriltildiğini haber verir.

Ayetlerden bir kaçını okuyalım:
Yâ-sîn suresi, 78-79.ayetlerde şöyle buyurulur: "Kendi yaratılışını unutup, `bu çürümüş kemikleri kim diriltecek`, diyerek bize misal getirene de ki: `Onu birinci defa kim yoktan vâr etti ise, işte yine O diriltecektir." Bu âyet, dirilmenin mümkün, hattâ ilk yaratılışa göre daha kolay olduğunu anlatmaktadır. 

Şu âyetler de aynı anlamı te`yid eder: İsrâ, 49-51. "Biz ilk yaratışta acz mi gösterdik ki, ikinci yaratışta acze düşelim? Hayır, onlar yeni yaratılıştan şübhe içindedirler." "Bir de şöyle dediler: `Biz, kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi, gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz.` (Ey Resûlüm onlara) söyle; `İster taş, ister demir olsun, yahut gönlünüzde büyüyen (dağlar ve gökler gibi kuvvetli) herhangi bir yaratık olsun, muhakkak öldürülecek ve dirileceksiniz`. Onlar şöyle diyeceklerdir: `O halde, öldükten sonra bizi kim diriltip geri çevirecek?` Sen de ki: `Sizi ilk defa yaratmış olan kudret sâhibi Allah diriltecek...`

Nahl, 38"Onlar: `Allah ölen kimseyi diriltemez` diye en kuvvetli yeminlerle Allah`a yemîn ettiler. Hayır, bu ölüleri diriltmek Allah üzerine gerçekleşen bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler." 

A`râf, 57."Yağmur rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen O Allah`tır. Nihayet bu rüzgârlar buhar ile yüklü, ağır ağır bulutları yüklendiği zaman, bakarsın ki biz, onları ölmüş (kurumuş) memleketlere sevketmişizdir. Böylece o bulutla, o yere su indiririz de o su ile her çeşit meyveleri çıkarırız. İşte bu ölü araziden bitkileri (nebatatı) çıkardığımız gibi, ölüleri de böyle çıkaracağız (dirilteceğiz). Gerektir ki, düşünür ve ibret alırsınız".

 Kur`an bize, "Yoktan vâr etmeye, koskoca kâinatı yaratmaya ve kuruyan ölü toprağı canlandırıp yeşertmeye kadir olan Hak Teâlâ, hiç şüphesiz ölerek toprak olan insan bedenini de yeniden diriltmeye, ruhunu bedenine iade etmeye kadirdir." der. 

Hadislerde anlatıldığına göre bir cuma günü gerçekleşecek olan (İbn Kesîr, I, 257-260) yeniden diriliş, insandaki acbü’z-zeneb yani kuyruk sokumu adı verilen ve hiçbir zaman çürüyüp yok olmayan bedene ait maddî unsurların gökten inecek bir nevi hayat suyu sayesinde bir anda canlanmasıyla gerçekleşecek ve insan kabirden veya acbü’z-zenebin bulunduğu yerden bir bitkinin topraktan çıkışı gibi süratle canlanıp ortaya çıkacaktır (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3, 78/1; Müslim, “Fiten”, 141, 142; Müsned, II, 322; İbn Ebû Âsım, II, 433; İbn Kesîr, I, 244-247)

 İbn Kesîr’in naklettiği bir hadiste, İsrâfil’in sûra ikinci defa üflemesinden sonra göklerle yeryüzü arasında bulunan ruhların kabirlerdeki cesetlere gireceği ve dirilişin böylece gerçekleşeceği anlatılır (en-Nihâye, I, 241). Kıyamet tasvirleriyle ilgili hadislerde kabirden ilk defa Hz. Muhammed as’in kalkacağı ve organları teşekkül etmiş düşük çocuklar dahil bütün insanların dirileceği bildirilir (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3; İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 58). 
Ayrıca ba‘s sırasında kişilerin çıplak, tüysüz, sünnetsiz, sağlıklı ve otuz yaşlarında olacakları belirtilir (Müsned, V, 232; Buhârî, “Riḳāḳ”, 45; Müslim, “Cennet”, 55-59; Nesâî, “Cenâʾiz”, 118)
Ebû Dâvûd ise insanların ölümleri sırasında giyinmiş oldukları elbiselere bürünmüş olarak diriltileceklerini ifade eden bir hadis nakleder (“Cenâʾiz”, 18). Fakat Müslim’deki, “Her kul öldüğü hal üzere diriltilir” (“Cennet”, 83) hadisi dikkate alınarak Ebû Dâvûd’un rivayetindeki “elbise” kelimesi “iman ve amel elbisesi” anlamında te’vil edilmiştir (İbn Kesîr, I, 269).

Ba‘s ile ilgili âyetler yeniden dirilişin cismanî olacağını göstermektedir. ölüp toprağa karıştıktan sonra dirileceklerini akıllarına sığdıramayan inkârcılara,(Kāf 50/4)de “Biz toprağın onlardan yiyip tükettiklerini de, geride bıraktıklarını da çok iyi biliriz, katımızda her şeyi muhafaza eden bir kitap vardır” şeklinde cevap verilmiş; (Yâsîn 36/78-79)de çürümüş kemikleri göstererek, “Bunları kim diriltebilir?” diyenlere, “Onları ilk defa yaratan diriltecektir” buyurulmak suretiyle kemiklerin diriltilmesi ba‘sın kapsamında gösterilmiş, böylece dirilişin cismanî olacağı vurgulanmıştır. Ayrıca cennet ve cehenneme, cennet ehli ve onlara verilecek nimetlere, cehennem halkı ve onlara uygulanacak azaba dair birçok âyet ve hadiste yer alan tasvirler âhiret hayatının cismanî olacağını, yani ruh ile bedenin birleşmesiyle kurulup devam edeceğini açıkça göstermektedir. Bu kadar açık ve kesin nasları te’vil edip âhiret hayatının sadece ruhanî olduğunu iddia etmek doğru değildir.

Hayvanların tekrar diriliş olayına dahil olup olmadıkları hususu da kelâmcılar arasında tartışılmıştır. Bazı kelâmcılar hayvanların da diriltileceğini ve hesaplaşmadan sonra toprak haline getirileceğini kabul eder, Nazzâm ise bunların da cennete gireceğini ve burada yaşamaya devam edeceğini ileri sürer (Bağdâdî, s. 237).

HAŞİR
 kıyamet gününde yeniden diriltilen (ba‘s) bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanmasını ifade eder. Toplanılacak yere mahşer, mevkıf veya arasât denir. Buna göre haşir, kıyamet halleri arasında ba‘stan sonra ikinci merhaleyi oluşturur.

Kur’ân-ı Kerîm’de âhiretteki haşrin tasviri yapılır. Kur’an’ın, ancak rableri huzurunda toplanacaklarından korkanlara fayda vereceği hususuna da işaret edilen  âyetlerde belirtildiğine göre başta insanlar ve cinler olmak üzere şeytanlar, melekler, hatta tapınılan putlar bile hesaba çekilmek için haşredilecektir (Âl-i İmrân 3/158; el-En‘âm 6/51, 72, 128; Sebe’ 34/40; el-Ahkāf 46/6).

 Yeryüzü yarılacak, insanlar süratle kabirlerinden çıkarak çekirgeler gibi kendilerini çağırana doğru koşacaklar (Kāf 50/44; el-Kamer 54/7-8); herkesin yanında biri ameline şahitlik etmek, diğeri de onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulunacaktır (Kāf 50/21). İlâhî buyruklara isyan etmekten sakınan müttakiler, Rahmânın huzuruna süvari elçiler ve konuklar gibi yüzleri parlak ve sevinçli durumda haşredilirken, kâfirler, zalimler ve Kur’an’dan yüz çeviren mücrimler gözleri korkudan göğermiş, zincire vurulup katrandan gömlek giydirilmiş, kederli ve kara yüzlerini ateş bürümüş olarak kör, sağır ve yüzükoyun bir şekilde cehennem yoluna sevkedilecekler, hesap vermeleri için cehennemin etrafında diz çöktürülmüş bir halde bekletilecekler, sonunda da cehenneme atılacaklardır (İbrâhîm 14/49-50; el-İsrâ 17/97-98; Meryem 19/68, 85-86; Tâhâ 20/102, 124-126; el-Furkān 25/34; Abese 80/38-42).

Haşrin kötüsünden Allah’a sığınan ve fakirler zümresi içinde haşredilmeyi niyaz eden (Müsned, V, 329; Tirmizî, “Zühd”, 37) Peygamber sas’in hadislerinde haşrin kısımları, şekilleri, inanç ve amelleri değişik olan insanların haşir esnasındaki durumları hakkında çeşitli bilgiler verilmektedir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre kıyamet alâmetlerinin ilki veya sonuncusu olarak çıkacak bir ateş insanları doğudan batıya sevkedecektir ki (Müsned, IV, 6; V, 3; VI, 463; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 1) bu dünyada vuku bulacak olan bir haşir kabul edilir (İbn Kesîr, I, 227, 228). Asıl haşir ise kıyametin kopmasından sonra diriltilecek yaratıkların kabirlerinden çıkması ile gerçekleşecek olan haşirdir. İlgili hadislerde haber verildiğine göre insanlar, üzerinde dağ, taş gibi yol gösterici hiçbir alâmetin bulunmadığı, kepeksiz un gibi bembeyaz ve dümdüz bir alanda haşredilecektir (Buhârî, “Riḳāḳ”, 44). Kabirden ilk defa Resûl-i Ekrem çıkacak, onu Ebû Bekir ve Ömer takip edecek, daha sonra Medine ve Mekke’de bulunanlar Peygamber’le birlikte mahşer yerine varacaklardır (İbn Kesîr, I, 262). Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacak, fakat o günün dehşetinden erkekler ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdihamdan ve yaklaştırılan güneşin hararetinden ötürü dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükselecektir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 8, “Zekât”, 52). Cennet elbiselerinden ilk defa Hz. İbrâhim ile Hz. Peygamber’e, ardından diğer peygamberlere ve müminlere giydirilecek ve bunlar haşrin zorluklarından kurtulacaktır (Kurtubî, s. 237). İnsanlar inançlarına ve amellerine göre çeşitli şekillerde haşredilir. Kötülüklerden sakınanlar eyerleri altından olan emsalsiz binekler üzerinde haşredilir ve müstakbel hayatlarını özlerler. Bazıları ikişer, üçer, dörder, onar kişilik gruplar halinde develer üzerinde mahşer yerine götürülür. Bazıları da kavurucu güneş altında yaya olarak haşrolunur. Kâfirlere gelince bunların liderleri yüzükoyun, diğerleri yürüyerek mahşere sevkedilir (Müsned, I, 155; Buhârî, “Riḳāḳ”, 45; Müslim, “Cennet”, 59; Beyhakī, s. 648; Kurtubî, s. 226, 237). İlâhî emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek (İbn Kesîr, II, 8), başkasının arazisini haksız yere alanlar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar sırtında taşımaya mahkûm edilecektir (Müsned, IV, 173). Mahşer yerine gelen insanların gözleri gökyüzüne çevrilmiş halde bekleyecekleri, sonunda Hz. Peygamber’in şefaatiyle hesaba çekilme işleminin başlayacağı da hadislerde verilen bilgiler arasında yer alır (İbn Kesîr, I, 267).

Kur’ân-ı Kerîm’de haşr kavramı hayvanlara da nisbet edilmiştir (bk. el-En‘âm 6/38; et-Tekvîr 81/5). Bu tür âyetlerle aynı konuya dair hadislerin yorumunu yapan âlimlerin bir kısmı hayvanlara izâfe edilen haşrin ölümden ibaret olduğunu, hayvanların ölüm sonrasında bir hayatı ve sorumluluğunun bulunmadığını söylerken bazıları, daha çok kelimenin genel sözlük anlamından ve bir kısım rivayetlerden hareketle hayvanların da kıyamette diriltilmesini mümkün görmüşlerdir (Taberî, VII, 119-120; XXX, 43; Âlûsî, VII, 145-146; Reşîd Rızâ, VII, 396-400). Ancak hayvanların yükümlü ve sorumlu olmadığı gerçeği karşısında İbn Abbas’ın da yer aldığı birinci gruptaki âlimlerin fikri daha isabetli görünmektedir.

MAHŞER 
Haşir, kıyamet gününde yeniden diriltilen bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanmasını, bu toplanılacak yere de mahşer, mevkıf veya arasât denir. Herkes, diriltildikten sonra, "mahşer" denilen yere sevkedilir ve burada toplanır. Tekrar hatırlayalım: O gün, sur sesini duyanların gözü dehşetle açılacak; o kimseler dört yana dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden fırlayacaklar ve kendilerini çağırana doğru koşacaklar.

İlk insandan son insana kadar herkes bir araya gelecek; o gün yer başka bir şekle büründüğü, dağlar toz gibi savrulduğu, bir çukur, bir tümsek bulunmadığı için; dümdüz, bembeyaz, hiç kimsenin tanıdık bir işarete rastlamadığı bir yerde bütün insanlar toplanacak.

İnsanlar mahşer yerinde, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna, - yalınayak, - çıplak, - ve sünnetsiz olarak çıkacaklar. Kapıldıkları dehşet, korku ve şaşkınlık yüzünden birbirlerine dönüp bakamayacaklar. O dehşetli zamanda güneş insanları yakıp kavuracak, herkes günahı ölçüsünde tere batacak; kimi topuklarına, kimi dizlerine kadar, kimi beline, köprücük kemiklerine kadar, kimi de ağzına ve kulaklarına kadar tere gömülecektir.

Hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli günde, Allah Teala bazı kimselere özel ikramda bulunacak; onları Arş'ının gölgesinde dinlendirecektir.

Bu bahtiyar insanlar:

- adil devlet başkanları,
- temiz bir hayat içinde Rabbine kulluk ederek büyüyen gençler,
- kalbi mescidlere bağlı Müslümanlar,
- birbirlerini Allah için seven; buluşmaları da, ayrılmaları da Allah için olan insanlar,
- güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine 'Ben Allah'tan korkarım' diye yaklaşmayan yiğit adamlar,
- sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka verenler,
- tenhada Allah'ı anıp gözyaşı dökenler olacaktır.

Ebû Hureyre ra nın Peygamberimiz (s.a.s)'den rivayet ettiği bir hadisten öğrendiğimize göre; insanlar, mahşere yürüyerek, binek üzerinde ve ateş azabı içerisinde olmak üzere üç grup halinde sevk edileceklerdir (Buhârî ve Müslim den M.A.Nâsıf, et-Tac, 364).

Tirmizi'nin başka bir rivayetine göre üçüncü grup, yüz üstü sürünerek mahşere çekilip götürüleceklerdir. (et-Tâc, V/365).

İnsanlar ve cinler, mahşerde toplandıktan sonra muhakeme olunmak için çeşitli korku ve sıkıntılar içinde uzun müddet bekletileceklerdir. Bu müddetin bin ila elli bin yıl arası olduğu söylenir. Allah'ın indindeki bir gün, dünya ölçülerindeki bin yıla tekabül etmektedir. Zîra âyette şöyle denmiştir:

"Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir." (Hacc, 22/47).

 yine Kur'ân-ı Kerîm'in bir başka âyetinde "miktarı elli bin yıl olan bir gün"den de söz edilir (Mearic, 70/4) 

Bu farklılıkla ilgili bir te'vile göre, zamanın değeri mü'min için ayrı, kâfir için ayrıdır. Mü'minlerin mahşerde hesabı kafirlere göre daha kısa sürecek, kafir için elli bin yıl gibi uzayacaktır. yine âyetle sâbittir ki, aynı müddet sâlih mümin için daha kısa, kâfirler için daha uzundur.

Mahşer meydanında bütün insanların hesabı aynı anda görülecektir.

AMEL DEFTERİ 
Mahşer gününde herkesin önüne, dünyada iken yaptığı bütün iyilik ve kötülükleri gösteren kitapları (amel defterleri) açılacak. Herkese: 'Oku kitabını! Bugün kendini sorgulayacak durumdasın' denecek. İyilik yapmış olanın amel defteri sağ eline verilecek.

O kimse, büyük bir sevinç içinde etrafındakilere 'Bakınız şu kitabıma, alınız okuyunuz' diyecek. Onun hesabı kolay görülecek ve Cennetin yüksek yerinde, elini atınca koparacağı meyvelerin arasında, yiyip içerek mutlu bir hayat sürecek.

Defteri sol eline verilenler ise ' bu nasıl deftermiş! Yaptığım herşeyi küçük büyük demeden sayıp dökmüş. Keşke bana defterim verilmeseydi de hesabımı öğrenmeseydim. Keşke ölümle birlikte herşey bitmiş olsaydı' diye yanıp tutuşacak.

HESAP 
Daha sonra insanlar, dünyada yaptıklarından dolayı Cenab-ı Hakk'ın huzurunda hesaba çekilecektir. Ağızlar mühürlenip kapatıldığı için konuşamayacak, onun yerine eller ve ayaklar neler yaptığını bir bir anlatacak, kulaklar, gözler, deriler dile gelip herşeyi haber verecektir.

Elbette iman edip iyi işler yapan, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından sakınan biriyle, böyle olmayanlar hesaplaşmada bir tutulmayacaktır.

Peygamber Efendimiz as in anlattığına göre bu şöyle olacaktır: Allah Teala her bir insanla tercümansız konuşacaktır. O zaman insan sağ tarafına bakacak, ahirete gönderdiği iyilikleri görecek. Soluna bakacak, vaktiyle yaptığı kötü işleri görecek. Önüne bakacak, önünde sadece Cehennemi görecektir. Cenab-ı Mevla, kendilerinden memnun olduğu kullarının amel defterine şöyle bir bakmakla yetinecek, onları ayrıca hesaba çekmeyecektir. Zira hesaba çekilenler azap göreceklerdir.

Muhammed ümmetinden; büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenen yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden Cennete girecektir.

Dünyada en küçük bir iyilik yapan, yaptığı iyiliğin karşılığını mutlaka görecek; en küçük kötülük yapan da bunun cezasını çekecektir. Bu hesaplaşma sonunda kimsenin kimsede hakkı kalmayacak, hatta boynuzsuz koyun bile, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır.

MİZAN
  Mîzânda amellerin tartılması, amel defterlerinin verilmesinden sonra olacaktır. Hesap işi bittikten sonra, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılmasına sıra gelecektir. Allah Teala kıyamet günü son derece doğru ve hassas teraziler kuracak, böylece kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmayacak. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, iyi veya kötü herşey tartıya konacak.

Tartıda iyilikleri ağır gelenler kurtulacak, muradına erecek; iyilikleri hafif gelenler, derin bir mutsuzluğa gömülecek, şayet Allah'ın ayetlerini de inkar etmişlerse sonsuza kadar Cehennemde kalacaklar. Dünyada yapılan ibadetler ve iyilikler mizanda ağır gelecektir.

Bazı iyilik ve ibadetler tartıda daha ağır çekecektir. Mesela 'Sübhanallahi ve bi-hamdihi sübhanallahi'l-azim' zikri dilde hafif olmakla beraber Rahman olan Allah'ı hoşnut eden iki cümle olduğu için mizana konduğunda ağır gelecektir.

'Elhamdülillah' diye Allah'ı zikretmek de mizanı sevapla dolduran bir ibadettir. Ama terazide herşeyden daha ağır çeken, güzel ahlak olacaktır.

SIRAT 
Mahşerden sonra Cennete veya Cehenneme gidebilmek için sıratın üzerinden geçilecektir. Sırat, cennetle cehennem arasında bir yoldur. Peygamber Efendimizin benzetmesiyle, kıldan ince, kılıçtan keskin bir köprüdür. Mü'minler buraya gelince, peygamberler 'Allahım selamet ver, selamet ver!' diye yalvaracaklardır.

 Hesap görüldükten sonra sırat üzerinden cennetlikler hızla geçecek, cehennemlikler de ateşin üzerine düşeceklerdir. Bir başka açıdan söylersek, cennet ehli cehennemin kapısına uğrar, cehennem ehli orada alıkonularak içeri alınır, cennet ehli ise oradan geçerek kurtulur.

Sırattan ilk defa Muhammed aleyhisselam ile birlikte ümmeti geçecektir. Allah'ın hoşnut olduğu kullar, bu köprüden, amellerinin derecesine uygun bir süratle kolayca geçip gideceklerdir. Kimi göz kırpacak kadar bir zamanda, kimi şimşek, kimi rüzgar hızıyla, kimi kuş, kimi iyi cins at ve deve süratiyle geçecektir

Şefaat
Şefaat, “günahkâr müminin bağışlanması, günahı olmayanların ise derecelerinin yükseltilmesi için izin verilen kimselerin Allah nezdinde aracılık yapması” manasına gelir. 

Hz. Peygamber sas de “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Tirmizî “Sıfatü’l-Kıyame” 2359) buyurmuştur.

Ayetlerden ve hadislerden bildiğimiz üzere Allah’ın izin verdiği kimseler şefaat edecektir.

Cennet
Allah’a inanıp emir ve yasaklarına titizlikle uyanların gireceği ve içinde sonsuza kadar yaşayacağı ödül yeridir. Cennet çeşitli nimetlerle donatılmış olup, dünyada amelleri iyi olanların kazanacağı ebedi ahiret yurdudur.

Cehennem 
İnanmayan veya inandığı halde günahı çok olanların (Allah affetmediği takdirde) gireceği ceza yeridir. İnanmayanlar sonsuza kadar cehennemde kalacak, inandığı halde günahı sevabından çok olanlar, cehennemde günahı kadar ceza gördükten sonra cennete gireceklerdir.

Son sözü Efendimiz (s.a.v)'den söyleyerek bitirelim: "Akıllı kimse ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonrası için çalışandır." (İbn Mace, Zühd 31)

Sorularla İslamiyet
TDV İslam Ansiklopedisi
Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir 

20 Şubat 2022 Pazar

Münâfikûn Suresi-Nuzülü-Konusu

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 11 âyettir. Sûre, münafıkların genel karakter veözelliklerinden bahsettiği için bu adı almıştır.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada altmış üçüncü, iniş sırasına göre yüz dördüncü sûredir. Hac sûresinden sonra, Mücâdele sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.

Konusu

Sûrede ağırlıklı olarak, iman ettiklerini söyledikleri için müslüman muamelesi gören ve onlarla iç içe yaşayan ama gerçekte inanmayan ve müminler aleyhine çalışmalar yapan münafıklar hakkında önemli bilgi ve tasvirlere yer verilmekte, onların görünüşlerine aldanmamaları ve sinsi faaliyetlerine karşı uyanık davranmaları konusunda müslümanlar uyarılmakta, münafıkların bu tutumlarına devam etmelerinin kendilerinin aleyhine olacağı yönünde dolaylı bir ikazda bulunulmakta; son âyetlerde müminlere, hiçbir gerekçenin Allah’ı unutmayı ve sahip olduğu imkânları başkalarıyla paylaşmamakta direnmeyi haklı kılmayacağı hatırlatılmaktadır.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/63-munafikun-suresi