7 Ocak 2022 Cuma

Kâf Suresi,Nuzülü,Konusu,Fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir. Sûre, adını başındaki “Kâf ” harfindenalmıştır. Sûrede başlıca İslâm inancının temel esasları çerçevesinde, Allah’ın birliğinin delilleri, Peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve geçmişteki inkârcı milletlerin başlarına gelen felaketler, uğradıkları azaplar konu edilmektedir.

Nuzül

Mürselât sûresinden sonra ve Beled’den önce Mekke’de nâzil olmuştur. Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yarattığı, yorulduğu için de yedinci gün dinlendiği şeklindeki yahudi inancını reddeden 38. âyetin Medine’de indiğine dair bir rivayet vardır. Bu rivayet, Mekke döneminde halkın böyle bir bilgiye sahip bulunmadıkları için onu reddeden bir âyetin gelmesinin de uzak ihtimal olduğu düşüncesine dayanmaktadır. İbn Âşûr’un da haklı olarak ifade ettiği gibi, bu gerekçe 38. âyetin Medine’de geldiğini göstermez; çünkü Mekkeliler’in çevreyle kültürel ilişkileri vardı, bu bilgiyi Medine civarındaki yahudilerden öğrenmiş olabilirlerdi; ayrıca Allah Teâlâ her şeyi biliyordu ve gerekli gördüğü için bu inancı reddeden bir âyet gönderebilirdi (XVI, 274).

Konusu

Sûre Kur’an-ı Kerîm’in önemine dikkat çektikten sonra, Mekke döneminde iman konularına ağırlık verildiği için öldükten sonra hesap vermek ve dünyada elde edilen sonuca göre muamele görmek üzere dirilme olayını açıklamakta, buna Allah’ın ilim ve kudretinin yeterli olduğuna dair kanıtlar getirmekte, geçmiş zamanlarda peygamberlerine inanmayan toplulukların acı sonlarına ait bilgiler vermekte, Hz. Peygamber’i ve ashabını sabır ve ibadete teşvik etmekte, baş kısmında olduğu gibi yine Kur’an’ın bilgilendirme ve uyarma işlevine dikkat çekerek son bulmaktadır.

Fazileti

Sahâbe döneminden beri Kur’an’ı düzenli ve devamlı okuyan müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne alarak ayırmışlar, bu ayırmaya tahzîb, her bölüme de hizb demişlerdir. İlk bölüm üç sûredir: Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ. İkinci bölüm beş sûredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe (Berâe). Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yûnus, Hûd, Yûsuf, Ra‘d, İbrâhim, Hicr, Nahl. Dör­düncü bölüm dokuz sûredir: İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Mü’minûn, Nûr, Furkān. Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokmân, Secde, Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn. Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min (Gāfir), Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye, Ahkāf, Muhammed, Fetih, Hucurât. Bundan sonraki bölümlerin genel adı “mufassal”dır; bunların uzun olanları (tıvâl) Kāf sûresiyle, orta uzunlukta (evsât) olanları Abese sûresiyle, kısa (kısâr) olanları ise Duhâ sûresiyle başlamaktadır. Mufassal genel bölümünün başında Hucurât mı yoksa Kāf mı bulunduğu konusunda görüş ayrılığı bulunmakla beraber çoğunluk Kāf sûresini mufassal bölümünün ilk sûresi olarak kabul etmişlerdir (İbn Kesîr, VII, 370-371; İbn Âşûr, XXVI, 214).

Kāf sûresini, Hz. Peygamber’in cuma hutbesinde, kurban ve ramazan bayramlarında, sabah namazının farzında sık sık okuduğuna dair sağlam rivayetler vardır (Müslim, “Salât”, 165-171).


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/50-kaf-suresi

6 Ocak 2022 Perşembe

Hucurât Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 18 âyettir. Sûre, adını dördüncü âyette geçen “Hucurât” kelimesinden almıştır. Hucurât odalar demektir. Burada Hz.Peygamber’in aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odalar kastedilmektedir. Sûrede başlıca, mü’minlerin, gerek Hz. Peygambere karşı, gerek kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü ve ahlâk kuralları konu edilmektedir.

Nuzül

Hucurât sûresi, Tahrîm sûresinden önce ve Mücâdele’den sonra Medine’de, hicretin 9. yılında nâzil olmuştur. Sûrelerin ve âyetlerin gelmesi için mutlaka özel bir sebebin bulunması gerekmemekle beraber bir olay, soru ve beklenti üzerine gelmiş birçok âyet ve sûrenin de bulunduğunu biliyoruz. Bu sûrenin ilk âyetinin, sözde veya davranışta Hz. Peygamber’in önüne geçerek veya onun sözünü keserek edebe aykırı davrananları uyarmak için geldiği nakledilmiştir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1712).

Konusu

Sûrede, müslümanların Allah’a ve resulüne karşı riayet etmeleri gereken edep, kendi aralarında ve başkalarıyla ilişkilerinde takınmaları gereken ahlâkî tavır konularında buyruk ve tavsiyelere yer verilmiş, müminler arasında çıkacak ihtilâfların nasıl çözüleceği açıklanmış, insanların kök birliği ve eşitliği etkili bir üslûp içinde ilân edilmiş, üstünlüğün fırsat eşitliği içinde yapılacak yarışla elde edileceği vurgulanmış, iman ve islâm kavramlarıyla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır.

Râzî’nin, sûrenin ana konularıyla ilgili olarak yaptığı sistematik açıklama ilgi çekicidir: Bu sûrede müminler, güzel ahlâk kurallarına yönlendirilmektedir. Riayet edilmesi gereken edep ve ahlâk kuralları ya Allah ya resulü ya da başkalarıyla ilgilidir. Başkaları ya iman, ibadet ve güzel ahlâk yolunu tutanlardır yahut yoldan sapanlardır (fâsıklardır). Doğru yolda olanlar da ya bir arada bulunurlar veya ayrı yerlerde. Böylece ahlâk ve davranış bakımından müminin karşısında beş farklı muhatap vardır. Sûrenin 1, 2, 6, 11 ve 12. âyetlerine “Ey iman edenler” diye başlanmış ve her birinde yukarıda sıralanan muhataplardan biriyle ilgili ahlâk, edep ve davranış kurallarına yer verilmiştir (XXVII, 118).


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/49-hucurat-suresi

5 Ocak 2022 Çarşamba

Fetih Suresi,Nuzülü,Konusu,Fazileti

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 29 âyettir. Sûre, adını 1, 18 ve 27. âyetlerde geçen “fetih” kelimesinden almıştır. Sûre de başlıca, hicretin altıncı yılında Hz.Peygamber ile Mekke’li müşrikler arasında gerçekleşen Hudeybiye antlaşması, cihad, savaştan geri kalan münafıklar ve Mekke’nin fethedileceği müjdesi konu edilmektedir.

Nuzül

Hicretten sonra gelen âyetler ve sûreler, başka bir yerde vahyedilse bile Medine’de gelmiş sayıldığı için Fetih sûresi de hicretin 6. yılında, Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra, bir gece Mekke yakınlarında, Cum‘a sûresinden sonra, Mâide’den önce nâzil olduğu halde Medine’de gelen sûreler listesinde yerini almıştır. Güvenilir kaynaklarda bulunan şu rivayet, sûrenin inişiyle ilgili önemli bilgiler vermektedir: Hz. Peygamber bir seferinde (Müslim’deki bir rivayete göre Hudeybiye dönüşünde; “Cihâd”, 97) gece yürürken yanında bulunan Hz. Ömer kendisine bir soru yöneltir; üç kere tekrarladığı halde cevap alamayınca üzüntü ve endişe içinde yanından uzaklaşır. Kendisi hakkında bir âyet gelmesinden korkar. Biraz sonra ona Hz. Peygamber’in kendisini çağırdığı duyurulur. Yanına gelince Peygamber efendimiz Ömer’e, yeni geldiğini bildirdiği Fetih sûresinin ilk âyetlerini okur (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1). Daha detaylı ve sahih olan rivayetlere göre bu olay, Hudeybiye seferinden dönerken değil, Hudeybiye’de savaşmak yerine, ilk bakışta müslümanların aleyhinde gibi gözüken şartlarla sulha karar verildiğinde meydana gelmiştir. Hz. Ömer oldukça heyecanlı ve sert bir üslûpla Peygamberimiz’e birkaç kere, “müslümanlar haklı, onlar haksız oldukları halde neden bu aşağılayıcı barışın yapıldığını” sormuş, “Ben Allah’ın elçisiyim, O, elçisini mahcup etmeyecektir” cümlesinden başka cevap alamamıştı. Bir müddet sonra Peygamber efendimiz Ömer’i çağırdı ve kendisine hem sulhun bir fetih olduğunu açıkladı hem de yeni gelmiş olan Fetih sûresinden bir miktar okudu (Buhârî, “Tefsîr”, 48/5; Müslim, “Cihâd”, 94). Buna göre Müslim’deki diğer rivayette geçen “Hudeybiye’den dönerken” kaydını, “barış yapmaya ve umre yapmadan dönmeye karar verilince” şeklinde anlamak, râvinin bunu kastettiğini söylemek gerekecektir.

Konusu

Ana konu Hudeybiye Antlaşması’nın değerlendirilmesi, niyetlendikleri umre ibadetini yapamadan döndükleri için büyük üzüntü ve hayal kırıklığı içinde olan müminlerin teselli edilmesi, bu harekât içinde ve sonrasında olup bitenlerin Allah nezdindeki değerinin açıklanmasıdır. Bu genel çerçeve içinde Hz. Peygamber ve ashabının Allah katındaki durum ve dereceleri, onları ibadetten meneden müşrikler ile yalnız bırakan münafıkların acı sonları hakkında önemli bilgiler verilmiş, bu barışı takip edecek olan fetihler müjdelenmiştir.

Fazileti

Fetih sûresinin değeri ve özelliği hakkında Hz. Peygamber şu açıklamayı yapmıştır: “Bu gece bana, üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha değerli ve güzel bir sûre gönderildi”; Peygamberimiz bunu söyledikten sonra Fetih sûresini okumuşlardır (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1).


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/48-fetih-suresi

4 Ocak 2022 Salı

Muhammed Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 38 âyettir. Sûre, adını Peygamber Efendimizin,ikinci âyette geçen adından almıştır. Sûre, ayrıca yirminci âyette geçen “elKıtâl” kelimesinden dolayı “Kıtâl sûresi”, diye de anılmaktadır. Sûrede temel konu cihad olmak üzere başlıca, savaş, esirler, ganimetler ve münafıkların durumu konu edilmektedir.

Nuzül

Sûre Medine’de, Bedir Savaşı’ndan sonra ve muhtemelen Uhud Savaşı esnasında, Hadîd sûresinin peşinden nâzil olmuştur. Mekke’de indiğini söyleyenler, İbn Abbas’ın, 13. âyeti kastederek “Mekke’de, Hz. Peygamber oradan keder içinde ayrılırken gelmiştir” sözünü genelleştirerek yanılmışlardır (Kurtubî, XVI, 216; İbn Âşûr, XXVI, 71). Bu ayrılıştan maksat hicret ise, yalnızca 13. âyet Mekke’de inmiş demektir, Vedâ haccındaki ayrılış kastediliyorsa, o da Medine’de inenlere dahildir.

Konusu

Temel konusu, savaş belâsından kurtulmak ve barışı devamlı kılabilmek için, barış düşmanlarının savaş gücünü yok edinceye kadar onlarla savaşmaya teşviktir. Bu temel konu çerçevesinde şu hususlara da temas edilmiştir:

1. İman edenler ile etmeyenlerin yapıp ettiklerinin, dünya ve âhiret hayatında işe yaraması ve Allah katındaki değer bakımından karşılaş­tırılması.

2. Allah’ın yardımı, ödüllendirmesi ve doğru düşünmeye muvaffak kılması bakımından iman edenler ile etmeyenlerin farkları.

3. Münafıkların tipik davranışları.

4. Dünya ve âhiret nimetlerinin karşılaştırılması.

5. Dünya hayatının imtihan hikmeti ile bağlantısı.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/47-muhammed-suresi

3 Ocak 2022 Pazartesi

Ahkâf Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 35 âyettir. Sûre, adını 21. âyette geçen “Ahkâf ” kelimesinden almıştır. Ahkâf, sûrede sözü edilen “Âd” kavminin yaşadığı Yemen’de bir bölgenin adı olup, uzun ve kıvrımlı kum yığınları demektir. Konusu itibariyle bir önceki sûrenin devamı niteliğindedir.

Nuzül

Sûre Mekke’de Câsiye’den sonra, Zâriyât’tan önce indirilmiştir. İbn Âşûr’un tesbitine göre (XXIV, 6) bu sûre, peygamberlik geldikten iki yıl sonra vahyedilmiştir.

Konusu

Hâ-mîm ile başlayan diğer sûrelerdeki gibi bunun da başında Kur’an-ı Kerîm’e dikkat çekilmekte; bu kitabı, sonsuz güç ve hikmet sahibi Allah’ın vahyettiği kesin ve açık bir ifadeyle açıklanmaktadır. Araya diğer konular girmekle beraber sûre boyunca bu temanın işlenmesine devam edilmekte, daha önce de ilâhî kitapların geldiği, bunları tebliğ eden peygamberlere karşı, son peygambere yapılan şeylerin yapıldığı bildirilmekte, çeşitli kanıtlar ortaya konarak Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu ispat edilmektedir. Sûrenin bu ana konusu dışında şu hususlara da temas edilmektedir:

1. Tek yaratanın Allah olduğu ve O’nun her şeyi bir hikmetle yarattığı.

2. İman etmeyi kolaylaştıran deliller, akıl yürütme şekilleri.

3. İman ve istikametin meyvesi.

4. İnsanın ameli yani yapıp ettikleri, eserleri ile derecesi arasındaki paralellik.

5. Aile fertlerinin karşılıklı hak ve ödevleri.

6. Âd kavmi ile peygamberleri arasında geçenlerin ibret için hatır­latılması.

7. Cinlerin Kur’an’ı dinlemeleri ve imana davet edilmeleri.

8. Başta yaratan ve insana can veren Allah’ın, ölenleri diriltmeye de kadir olduğunun, diriltmeyi takip eden zamanda inkârcıların başlarına geleceklerin hatırlatılması.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/46-ahkaf-suresi

2 Ocak 2022 Pazar

Câsiye Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 37 âyettir. Sûre, adını 28. âyette geçen “Câsiye” kelimesinden almıştır. Câsiye, diz üstü çöken demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilmesi, dış âlemde Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, Allah’ın kullarına bahşettiği nimetler, İsrailoğullarının kendilerine verilen nimetlere inkâr ve isyanla karşılık vermeleri konu edilmektedir.

Nuzül

Mekke’de, Duhân ile Ahkāf sûrelerinin arasında, 65. sûre olarak nâzil olmuştur.

Konusu

1. Kur’an’ın Allah katından geldiği.

2. Evrendeki varlıkların ve işleyiş kurallarının Allah’ın varlık, birlik, kudret ve hikmetine delil olduğu.

3. Evrendeki birçok nimetin Allah tarafından insanların istifadesine sunulmuş olduğu.

4. Kur’an’ı dinlememenin, onun talimatına uymamanın acı sonuçları.

5. İnanmayanların cezalandırılmasının Allah’a bırakılması.

6. İsrâiloğulları örneğinden hareketle Allah’ın nimetlerle ve din kurallarıyla kullarını denediği, imtihanı kaybedenlerin dünya ve âhirette zarara uğrayacakları.

7. İnananlar ile inanmayanların Allah nezdinde aynı değerde olmadık­ları.

8. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenleri yeniden düşünmeye sevkeden deliller.

9. Bunca nimetin ve kemalin sahibi olan Allah’a hamdü senâ.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/45-casiye-suresi

1 Ocak 2022 Cumartesi

Duhân Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 59 âyettir. Sûre, adını onuncu âyette geçen “duhân” kelimesinden almıştır. Duhan, duman demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilişi, müşriklerin ona karşı tutumu, Firavun ve halkının başlarına gelen azaplar, Kureyş’in Hz. Peygamberi yalanlaması, iyilerin ve kötülerin karşılaşacakları akıbet konu edilmektedir.

Nuzül

Mekke’de, Zuhruf sûresinden sonra, Câsiye’den önce nâzil olmuştur.

Konusu

Aynı harflerle başlayan sûrelerin konuları arasında da önemli ölçüde bir ortaklığın bulunduğu dikkat çekmektedir. Hâ-mîm harfleriyle başlayan Duhân sûresi de bundan önceki Hâmîmler gibi, ana konu olarak Kur’an’ın gerçek Allah kelâmı olduğuna ve insanlar için önemine dikkat çekmektedir. Bu münasebetle şu konulara da yer verilmiştir:

1. Kur’an’ın nâzil olduğu gecenin önemi ve değeri.

2. Kur’an’ı gönderen Allah’ın birliği ve büyüklüğü.

3. Firavun ve kavmi ile Tübba‘ gibi geçmiş kavimlerin peygamberlere karşı takındıkları tavır ve peygamberlerin tevhid mücadelesi.

4. Peygamberlere inanmayanları dünyada ve âhirette bekleyen âkıbet, kıyamet, yeniden dirilme, cennet ve cehennem.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/44-duhan-suresi

31 Aralık 2021 Cuma

Zuhruf Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 89 âyettir. Sûre, adını 35. âyette geçen “Zuhruf ” kelimesinden almaktadır. Zuhruf; yaldız, mücevher, dünya hayatının geçici menfaati anlamlarına gelir. Sûrede başlıca tevhit, iman ve vahyin getirdiği hakikatler ile insanların bu hakikatlere ters düşecek şekilde sırf geçici dünya menfaatlerine bağlanarak sergiledikleri çelişki vurgulanmakta, batıla karşı çıkan ve hakkı tutan şahsiyetler olarak İbrahim, Mûsâ ve İsa Peygamberlerden söz edilmektedir.

Nuzül

Sûre Mekke’de, geliş sırası bakımından Şûrâ’dan sonra, Duhân’dan önce vahyedilmiştir. 45. âyetin Hz. Peygamber’in mi‘racında Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da nâzil olduğuna dair bir rivayet varsa da bu, sûrenin Mekkî niteliğini değiştirmez; çünkü tefsirciler hicretten önce nâzil olan bütün sûrelere Mekkî demektedirler.

Konusu

Asıl konu Kur’an-ı Kerîm’in mûcize olma niteliğinden yola çıkarak Hz. Peygamber’in gerçek peygamber, tebliğ ettiği dinin de hak din olduğunu kanıtlamaktır. Bu ana konu çerçevesinde münasebet düştükçe şirkin çelişkilerle dolu bir inanç biçimi olduğuna, daha önce gelip geçmiş milletlerin hak din karşısındaki tavırlarına göre aldıkları sonuca, dünya ve âhiret nimetlerinin mukayesesine, ebedî olanın geçici olana tercih edilmesi gereğine işaret edilmiş, dikkat çekilmiştir.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/43-zuhruf-suresi

30 Aralık 2021 Perşembe

Şûrâ Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 53 âyettir. Sûre, adını 38. âyette geçen “Şûrâ” kelimesinden almıştır. Şûrâ, danışma demektir. Sûrede başlıca müslümanların işlerini kendi aralarında danışma yoluyla yürüttükleri, ayrıca kâinatta Allah’ın birliğini gösteren deliller ve kıyamet gününün hâlleri konu edilmektedir

Nuzül

Mushaftaki sıralamada kırk ikinci, iniş sırasına göre altmış ikinci sûredir. Mekke döneminde, Zuhruf sûresinden önce ve Fussılet sûresinden sonra nâzil olmuştur. 23-24, 25-26, 27 ve 39-41. âyetlerinin Medine’de indiğine dair rivayetler de bulunmaktadır (İbn Atıyye, V, 25; İbn Âşûr, XXV, 23-24). Fakat üslûp ve içerikleri bu âyetlerin de Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir (bu konuda ve ilgili rivayetlerin taşıdığı zaaflar hakkında bk. Derveze, V, 159, 175-178, 182-183, 187-189).

Konusu

Sûreye hâkim olan ana fikir, Hz. Muhammed’e bildirilenlerin Allah tarafından vahyedilmekte olduğu, önceki peygamberlere bildirilenlerle ona vahyedilenlerin aynı kaynaktan geldiği, bu sebeple aralarında temel hüküm ve ilkeler açısından birlik bulunduğudur. Yer yer yüce Allah’ın yaratma gücüne ve evrende yürürlükte olan yasalarına değinilen sûrede Allah’a şirk koşanların âhirette karşılaşacakları kötü âkıbete ilişkin uyarılar yapılmakta, iman edip erdemli davranışlarda bulunanlara âhiretle ilgili müjdeler verilmekte, tebliğ görevinin ağırlığı ve müşriklerin inkârcılıkta direnmeleri karşısında bunalan ve herkesin doğru yola girmesi için çırpınan Resûlullah’a –bu dünyada kendi gayret ve seçimlerine göre Allah Teâlâ’nın kimilerine hidayet nasip ederken kimilerini de sapkınlıklarıyla baş başa bırakacağı bildirilerek– teselli verilmekte, bulunduğu doğru çizgiyi azimle sürdürmesi istenmekte, Allah’ın hoşnut olduğu müminlerin bireysel ve toplumsal davranış biçimlerinden bazılarına övgü üslûbu içinde işaret edilerek müslümanlar güzel ahlâk sahibi ve örnek insan olmaya özendirilmektedir. Sûre, vahyin insan için taşıdığı hayatî öneme yapılan bir vurgu ile sona ermektedir.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/42-sura-suresi

29 Aralık 2021 Çarşamba

Fussilet Suresi,Nuzül,Konusu,Fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 54 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyette geçen ve Kur’an âyetlerini niteleyen “fussilet” ifadesinden almıştır. “Fussilet”, “genişçe açıklandı” demektir. Sûre, ayrıca “Hâ Mîm es-Secde” diye de anılır. Sûrede başlıca hakka davet, batılda ısrar edenlerin uyarılması, vahyin insanlar üzerindeki ahlâkî ve manevî etkileri konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü’min (Gâfir) sûresinden sonra, Şûrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. “Hâ-mîm” harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ikincisidir.

Konusu

Kur’an’ın, rahmân ve rahîm olan Allah’ın katından indirilmiş bir kitap olduğunu belirten açıklamayla başlayan sûrede, Mü’min sûresinde olduğu gibi büyük ölçüde iman konuları işlenmiş ve bu bakımdan Mekke putperestlerinin durumu; Peygamber, Kur’an ve İslâm karşısındaki inkârcı, inatçı ve baskıcı tutumları, özellikle Kur’an karşısındaki peşin hükümleri ve onun sesini boğma gayretleri, nihayet bütün bu davranışlarıyla nasıl bir âkıbeti hak ettikleri üzerinde durulmuş; yer yer geçmişteki bazı kavimlerin, kendi dinleri ve peygamberleri karşısındaki haksız tavırlarıyla bu yüzden başlarına gelen felâketlere dair uyarıcı mahiyette kısa bilgiler verilmiştir. Sûrenin özellikle 30-36. âyetlerinde Kur’an’ın, Allah’a iman temeline dayanan, daima dürüst olunmasını, insanlar arasında sıcak dostluğa, barış ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler kurulmasını amaçlayan ahlâk öğretisi özetlenmiştir.

Fazileti

İbn Âşûr’un Beyhak^’den naklettiğine göre (XXIV, 227) Hz. Peygamber’in Tebâreke (Mülk) ve Hâ-mîm es-secde (Fussılet) sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet edilmiştir.

28 Aralık 2021 Salı

Mü'min Suresi, Nuzülü, Konusu, Fazileti

Hakkında

56 ve 57. âyetler hariç Mekke döneminde inmiştir. 85 âyettir. Sûre, adını 28.âyette geçen “mü’min” kelimesinden almıştır. Mü’min inanan kimse demektirÂyette sözü edilen mü’min, Firavun ailesinin; gizlice iman eden ve çevresindekileri hakka yönlendirmeye çalışan bir ferdidir. Ayrıca sûre, Allah’ın sıfatlarından biri olan ve 3. âyette geçen “ğâfir” kelimesinden dolayı “Ğâfîr sûresi” diye de anılmaktadır. “Ğâfir”, bağışlayan demektir. Sûrede başlıca, Allah’ın birliğini gösteren bazı delillere yer verilerek kıyametle ilgili tasvirler yapılmaktadır.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada kırkıncı, iniş sırasına göre altmışıncı sûredir. Zümer sûresinden sonra, Fussılet sûresinden önce Mekke’de inmiştir. “Hâ-mîm” diye başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ilkidir.

Konusu

Mü’min sûresinde ağırlıklı olarak “Allah’ın âyetlerini tartışmaya kalkışanlar”dan, bu âyetlere karşı mücadele verenlerden söz edilmekte; genellikle Mekke putperestlerinin aristokrat tabakasından oluşan bu kesimin karakteri, genel tutumları ve amaçlarıyla görecekleri cezalar üzerinde durulmaktadır. Sûre, Allah’ın rahmetinin ve ilminin genişliği, kudretinin sınırsızlığı; ilâhî hakikatleri yalanlamaya kalkışanların cezaları ve pişmanlıkları, uhrevî yargılamanın adaletli oluşu gibi konulara dair açıklamalarla başlar. Hz. Mûsâ ile Firavun ve onu izleyenler arasında geçen mücadeleye değinilirken Mûsâ’nın dinine gizlice inanmış bir müminin inkârcılara yönelttiği anlamlı ve yararlı uyarılara yer verilir. Allah’tan başka ilâh bulunmadığı ve O’ndan başkası için yapılan ibadetlerin geçersiz olduğu, Allah’a şükretmekten yüz çevirenlerin bu yanlıştan dönmelerini sağlamak üzere onlara ilâhî nimetlerin hatırlatılması, öldükten sonra tekrar dirilmenin mümkün olduğunun kanıtlanması ve bu konuda insanların uyarılması, Allah Teâlâ’nın resulünü destekleyeceğine dair vaadi sûrenin başlıca konularındandır. Sûre, ellerinde fırsat varken gerçeği görüp Hz. Peygamber’in getirdiği açık seçik gerçekleri kabul edecekleri yerde, kendi temelsiz bilgilerine güvenerek kibre kapılıp inkâr yolunu seçenlerin ilâhî ceza ile yüzyüze geldiklerinde inanmalarının artık kendilerine fayda vermeyeceği uyarısında bulunan açıklamalarla son bulmaktadır.

Fazileti

Ebû Hüreyre’nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber, Mü’min sûresinin ilk üç âyeti ile Âyetü’l-kürsî’yi (Bakara 2/255) sabah akşam okuyan bir kimsenin bu sayede korunacağını ifade etmiştir (Tirmizî, “Sevâbü’l-Kur’ân”, 2).


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/40-mumin-suresi

27 Aralık 2021 Pazartesi

Zümer Suresi,Nuzülü,Konusu,Fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 75 âyettir. Sûre, adını 71 ve 73. âyetlerde geçen “Zümer” kelimesinden almıştır. Zümer; zümreler, gruplar demektir. Sûrede başlıca, göklerde ve yerde Allah’ın birliğini gösteren deliller, mü’minlerin cennete, kâfirlerin cehenneme sevk edilecekleri konu edilmekte; kullar, ölüm gelip çatmadan Allah’a yönelmeye çağrılmaktadır.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada otuz dokuzuncu, iniş sırasına göre elli dokuzuncu sûredir. Sebe’ sûresinden sonra, Mü’min (Gāfir) sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini belirten 53. âyetten itibaren üç veya yedi âyetin Medine döneminde indiği yolunda rivayetler varsa da bu rivayetler zayıf bulunmaktadır (bk. İbn Âşûr, XXIII, 311).

Konusu

Sûrenin temel konusu Allah ve âhiret inancıdır. Bu çerçevede hiçbir şeyin Allah’a ortak ve denk tutulamayacağı, O’nun mutlak ve eşsiz yaratıcı olduğu, bu sebeple insanın her durumda O’na yönelip bağlanması gerektiği belirtilmekte; bu şekilde inanan ve yaşayanların ulaşacağı âhiret nimetlerine ve cennet hayatına dair bilgi verilmekte; inkârcıların olumsuz duygu ve davranışları değerlendirilmekte; bunların kötü sonuçları hakkında uyarıda bulunulmaktadır. Her şeye rağmen Allah’ın rahmetinden ümit kesilmesinin doğru olmadığı, çünkü Allah’ın, dönüş yapıp kendisine yönelenlerin bütün günahlarını bağışlayacağı müjdelenmekte ve insanlar, âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden önce, fırsat eldeyken inançlarını ve yaşayışlarını düzeltmeye çağırılmaktadır. Sûre, müminlerin âhiret mutluluğunu tasvir eden âyetlerle son bulmaktadır.

Fazileti

Hz. Âişe, Resûlullah’ın genellikle her gece yatmadan önce Zümer ve Benî İsrâil (İsrâ) sûrelerini okuduğunu söylemiştir (Tirmîzî, “Sevâbü’l-Kur’ân”, 21).


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/39-zumer-suresi

26 Aralık 2021 Pazar

Sâd Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 88 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “Sâd” harfinden almıştır. Sûrede başlıca, Allah’ın birliği, müşriklerin inkârları ve sapıklıkları sebebiyle azabı hak etmiş oldukları, Davûd, Süleyman, Eyyüp, İbrahim, İshak, İsmail, el-Yesa’ ve Zülkifl Peygamberlerin kıssaları, Davûd Peygamberin hakemliği ve Hz. Peygamberin temel görevi konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada otuz sekizinci, iniş sırasına göre de otuz sekizinci sûredir. Kamer sûresinden sonra, A‘râf sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Konusu

Sûrenin temel konusu, Resûl-i Ekrem’in hak peygamber olduğu gerçeğinin ispatıdır. Kur’an üzerine yeminle başlayan sûrede Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden müşriklerin iddiaları reddedilmekte; çok tanrıcı inançlarının kısa eleştirisi yapıldıktan sonra onlara, önceki peygamberlere karşı benzer tavırlar sergileyenlerin âkıbetleri hatırlatılmakta, Hz. Peygamber’e de sabır tavsiye edilmektedir. Hz. Dâvûd, oğlu Süleyman ve Eyyûb’un hayatlarından kesitler verilmekte; Hz. İbrâhim, İshak, Ya‘kub, İsmâil, Elyesa‘, Zülkifl’in isimleri sıralanarak bunların yolundan gidenlerin âhiretteki mutlu hayatları, buna karşılık yoldan çıkanların kötü âkıbetleri hakkında kısa ve uyarıcı açıklamalar yapılmaktadır. Sûrenin son bölümünde insanlığın atası olan Hz. Âdem’in yaratılışı anlatıldıktan sonra İblis’in, kendisine rahmet kapılarının kapanmasına sebep olduğunu düşündüğü için Âdem’in soyuna hınç beslediği ve onları doğru yoldan saptırmaya ahdettiği anlatılmakta, Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğu gerçeği bir defa daha vurgulanmaktadır.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/38-sad-suresi

25 Aralık 2021 Cumartesi

Sâffât Suresi-Nuzülü-Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 182 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “es-Sâffât” kelimesinden almıştır. Sâffât, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar demektir. Sûrede başlıca, meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret olaylarından söz edilmekte; Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsâ, Hârun, İlyas, Lût ve Yûnus Peygamberlerin kıssalarına yer verilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada otuz yedinci, iniş sırasına göre elli al­tın­cı sûredir. En‘âm sûresinden sonra, Lokman sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Konusu

Sâffât sûresinde Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkârcıların âhiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, ayrıca Allah’ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgi verildikten sonra Nûh, İbrâhim, İsmâil, İshak, Mûsâ ve Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus peygamberlerin hayat hikâyelerinin ibretli yanları ve Allah’ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılmakta; putperestlerin bâtıl inançları eleştirilmektedir. Sûre, genellikle Kur’an tilâveti ve duaların sonunda okunması âdet haline gelen ve “Sübhâne rabbike...” diye başlayıp “ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” diye biten âyetlerle son bulmaktadır.


https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/37-saffat-suresi

24 Aralık 2021 Cuma

Yâsîn Suresi-Nuzülü-Konusu-Fazileti

Hakkında 

Mekke döneminde inmiştir. 83 âyettir. Sûre, adını ilk âyeti oluşturan “Yâ-Sîn” harflerinden almıştır. Sûrede başlıca insanın ahlâkî sorumlulukları, vahiy, Hz. Peygamber’i yalanlayan Kureyş kabilesi, Antakya halkına gönderilen peygamberler, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren deliller, öldükten sonra dirilme,hesap ve ceza konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada otuz altıncı, iniş sırasına göre kırk birinci sûredir. Cin sûresinden sonra, Furkan sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Yerinde açıklanacak bir sebeple 12. âyetin Medine’de indiğini ileri sürenler de olmuştur.

Konusu

Hz. Muhammed aleyhisselâmın hak peygamber olduğu ona indirilen Kur’an deliliyle desteklenerek açıklanır; başka peygamberlerin tevhid mücadelelerinden bir kesit verilerek bu uğurda büyük sıkıntılara katlanan Resûl-i Ekrem ve ona tâbi olanlar teselli edilir. Allah Teâlâ’nın birlik ve kudret delillerine ve evrendeki yaratılış sırlarına dikkat çekilerek öldükten sonra dirilme gerçeği ve bunun sonuçları üzerinde durulur. Râzî’nin belirttiği üzere bu sûrenin, İslâm inançlarının üç temel umdesinin (Allah’ın birliği, peygamberlik ve âhiret) en güçlü delillerle işlenmesine hasredildiği söylenebilir. Şöyle ki: 3. âyette –devamındaki delillerle teyit edilerek– peygamberlik müessesesi üzerinde durulmuş; müteakip âyetlerde Allah’ın birliği ve eşsiz gücü, öldükten sonra dirilmenin ve ilâhî huzurda yargılanmanın kaçınılmazlığı ortaya konmuş, son âyette de yine bu iki nokta (vahdâniyet ve haşir) özetlenmiştir. Kur’an’dan bu ölçüde de olsa nasibini alan kimse artık kalbinin payı olan imanı elde etmiş demektir ki bunun tezahürleri de diline ve davranışlarına yansıyacaktır (XXVI, 113).

Fazileti

Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’den Yâsîn sûresinin faziletine dair nakledilmiş sözler yer alır. Bunlardan biri şöyledir: “Her şeyin bir kalbi vardır; Kur’an’ın kalbi de Yâsîn’dir” (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 7; Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 21; krş. Müsned, V, 26. Diğer bazı rivayetler için bk. Şevkânî, IV, 410-411). İbn Abbas’ın da –bu sûrenin son âyeti hakkında– “Yâsîn’in ve onu okumanın niçin bu kadar faziletli olduğunu bilmiyordum; meğer bu âyetten dolayı imiş” dediği nakledilir (Zemahşerî, III, 294-295). Hadislerin sıhhat durumu tartışmalı olmakla beraber, öteden beri İslâm âlimleri Resûlullah’ın bu sûreye özel bir ilgi gösterdiği kanaatini taşımışlar ve müslümanlar da Kur’an tilâvetinde ona ayrı bir yer vermişlerdir. Bu sebeple Yâsîn sûresi için özel tefsirler kaleme alınmıştır (Ölülere Yâsîn okunmasıyla ilgili hadiste “ölmek üzere olanlar”ın kastedildiği kanaati hâkim olmakla beraber, bunu öldükten sonra veya ölünün kabri başında okunacağı şeklinde anlayanlar da vardır, bk. Elmalılı, VI, 4004).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/36-yasin-suresi

23 Aralık 2021 Perşembe

Fâtır Suresi-nuzülü-konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “Fâtır” kelimesinden almıştır. Fâtır, yaratan, yoktan var eden demektir. Yine ilk âyette geçen “el-Melâike” kelimesinden dolayı “Melâike sûresi” diye de anılır. Sûrede başlıca, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden kâinat olayları, öldükten sonra dirilme, Allah’ın nimetleri ve mü’minle kâfir arasındaki fark konu edilmektedir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada otuz beşinci, iniş sırasına göre kırk üçüncü sûredir. Furkan sûresinden sonra, Meryem sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Konusu

Allah’ın yaratıcılığı, O’ndan başka tanrı bulunmadığı ve şirkin çarpık düşüncelere dayalı bir zihniyet ve tutum olduğu, Hz. Muham­med’in önceki peygamberler gibi Allah katından mesaj getirmiş hak peygamber olduğu, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceği ve dünyadaki amellerin karşılığının âhirette mutlaka görüleceği açıklanmakta, Cenâb-ı Allah’ın kudretinin delillerinden örnekler verilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/35-fatir-suresi

22 Aralık 2021 Çarşamba

82- El-Afüvv ism-i şerifi:


Rabbimizin affetmekle ilgili diğer esmasından farklı olarak Afüvv ismi, “işlenen günahı bütün izleriyle birlikte yok eden” demek. O kadar ki bu isim tecelli ettiğinde, kişinin kendisi bile işlediği günahı unutur. Böylece o günahtan geriye kalabilecek kötü duygular, alışkanlıklar, o günahla hatırlanma ve kendini eleştirmede aşırıya gitme gibi kötü sonuçlar da ortadan kalkar. Bu isim, Seyyidülistiğfar duasında “yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım” ifadesinin meramıdır. Sonuçları silmeden affetmek, kişinin yaptıklarının neticesinde yaşanacak kötü sonuçları kaçınılmaz olarak yaşaması ama muaheze ve cezadan kurtulması iken burada hatanın, tüm sonuçları ile birlikte imhası vardır. İşlenen suçun insanda meydana getirdiği bütün olumsuz izler silinir, günahlar sevaplara dönüşür.

Afüvv sözlükte; gizlenmek, silinmek, silinip gitmek, yok olmak, eser iz kalmamak, silmek, affetmek, cezalandırmaktan vazgeçmek, rüzgârın üzerlerini örterek izleri tamamen kaybetmesi, malın fazlasını dağıtmak gibi anlamlara gelmektedir. Allah’ın isimlerinden biri olarak ise “kolaylıkla affeden, kullarının günahlarını silen, cezaları kaldıran, çok affedici” demektir. Allah’ın kullarını bağışlaması suçlarını affetmek şeklinde olduğu gibi mükellefiyetlerini hafifletmek ve kolaylaştırmakla da ortaya çıkar.

Kur’an’da Afüvv

Kur’an-ı Kerim’de toplam beş ayette geçen “Afüvv” ismi, bunların dördünde ilahi affı pekiştiren bir muhteva içinde “Gafûr” ismiyle birlikte kullanılmıştır (Nisa, 4/43; Hac, 22/60; Mücadele, 58/2.) Bir ayette ise Kadîr ismi ile gelerek affın kemalinin, cezalandırmaya da gücü yeten ulu bir kudretten sadır olması ile mümkün olduğunu vurgular. (Nisa, 4/149.)

Yüce Kitabımız kötülüğe misli ile mukabele etmeye izin vermesine rağmen affedip bağışlamayı takvaya daha uygun bulmuş (Âl-i İmran, 3/134.) ve böyle davrananların Allah katında özel olarak ödüllendirileceğini bildirmiş (Şura, 42/40.); hatta Rabbimizin bizi affetmesi, bizim insanları affetmemize bağlanmıştır. (Nur, 24/22.) Bu son ayetin İfk Hadisesi sonrasında kendi kızına zina isnat eden kuzenini affetmesi için Hz. Ebu Bekir’e yapılan bir uyarı olması ve ona “Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz?” diye sorulması, Rabbimizden nasıl bir muamele görmek istiyorsak bizim de O’nun kullarına aynı şekilde davranmamız gerektiğini göstermesi açısından son derece etkileyicidir.

Afüvv tecelli ederse

Bu ismin insanda tecelli etmesinin ilk şartı psikolojide farkındalık denen hatalarını görebilme bilincine sahip olmaktır. Hatalarının farkında olanlar Allah’tan hayâ eder, bu hayâ onları tövbeye, tövbe de affa götürür. Kur’an-ı Kerim, bize bu meziyetin takva sahiplerinin bir özelliği olduğunu söyler: “Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir. İşte onların mükafatı Rableri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardır.…” (Âl-i İmran, 3/135-136.) Bu ayetler bize takva sahiplerinin de günah ve hatalar işlediklerini fakat bu hatalarda ısrar etmeyerek hemen yanlışlarını görüp düzelttiklerini söylüyor. İşe yarar farkındalık işte budur.

Yukarıda da gördüğümüz gibi Afüvv isminin tecelli ettiği kullar kendisine kötülük edeni affeder, iyilikle mukabelede bulunur, mahrum edene verir. (Müminun, 23/96.) İnsanlar içinden bu özelliğe en çok insanları idare etme mevkiinde bulunanların ihtiyacı vardır. Zira affetmek büyüklüğün şanındandır. Âl-i İmran suresi 159. ayeti, liderlerin insanları etraflarında tutma gücünün affedici olmak ve yumuşak davranmaktan geçtiğini söyler. Efendimiz de affetmenin, kişinin şerefini artıracağını ve Allah için alçakgönüllü davrananı Allah’ın yücelteceğini haber vermiştir. (Tirmizi, Birr, 81.)

Bu ismin tecellisi sayesinde kimsenin kusuruna takılmayan, hoşgörülü ve affedici olmayı başaran insanlar, kalplerini karamsar düşünce ve üzüntü duygularından kurtarmış, insanlardan bağımsızlaşmış, olan bitene yukarıdan bakmayı başarmış insanlardır. Affetmek için sarf edilecek çaba her zaman dargınlık için gereken çabadan çok daha azdır. Affetmek kalpteki küskünlük, kin, nefret gibi ağırlıklardan kurtulmak, özgürleşmek, hafiflemek demektir. İyi hissetmenin olmazsa olmaz şartıdır. Toplumsal barış ve uyum ancak bu ismin tecelli ettiği insanların yaşadığı ortamlarda görülür. Sufiler, Afüvv isminin nuruna mazhar olan kişinin, kendisine zarar verene yarar sağlamayı; kendisinden uzaklaşana yaklaşmayı; zulmedeni bağışlamayı ve kötülüğe iyilikle mukabele etmeyi hiç zorlanmadan başaracağını söylerler. Onlara göre bu hususlarda zorlananlar bu nurdan mahrum kalmış olanlardır. Zira Allah’ın isimlerinin nuru ile cahilce davranışlar aynı kişide bir araya gelmez.

Aynı zamanda Afüvv ismi Allah’ın rahmetinden ve affından asla ümit kesilemeyeceğini müjdeleyerek kalplerimize inşirah bahşeder. İnsanın akıl ve ruh sağlığını tehdit eden yeis karanlığına düşmesini önler. Allah’ın affından ümit kesenler bu ismi hakkıyla bilmeyenlerdir.

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram 

21 Aralık 2021 Salı

81- El-Müntekim ism-i şerifi:


Sözlükte “şiddetle ayıplamak, suçluyu cezalandırmak” anlamındaki “n-k-m” kökünden türemiştir. Bu kök birinin yaptıklarının sonucu olarak başına gelen kötü neticeleri ifade eder. İntikam nimetin ve affın zıddıdır. Bu kökten türemiş bir sıfat olarak Müntakîm “suçluyu yakalayıp mağlup eden, cezasını vererek yaptıklarının acısını tattıran” anlamına gelir. (Araf, 7/136.)

Yüce Allah kuşkusuz acıyan, hilmle muamele eden, esirgeyen ve bağışlayandır. O’nun bu sıfatlarını belirten yüzlerce ayet ve hadis bulunmakta, küfür dâhil en ağır günahları işledikten sonra bile halisane yapılan tövbeleri kabul edip affetmektedir. Fakat af, kötülükle iyiliği bir görmek, haksızlıkları özendirmek şeklinde uygulanırsa, toplumda iyilikle kötülük arasındaki fark ayırt edilmez hâle gelir. Yüce Rabbimizin “Afuvv, Gafur, Halîm, Raûf, Rahîm” gibi isimlerinin kemali, haklı ve haksızı aynı tutmak, iyilik ve kötülüğü eşit saymak gibi külli bir şerre yol açmaz. Zira affın anlamlı olması ancak cezaya muktedir olunması durumunda mümkündür. Cezalandırmak imkanından yoksun olanlar için af bir erdem değildir.

İnsanlarda olanın aksine, Allah’a nispet edilen intikam kavramında psikolojik tatmin unsuru bulunmaz. Çünkü O’nun cezalandırmasının amacı, kişiyi ıslah etmek, toplumun düzenini sağlamak ve adaleti tesis etmektir. Bu açıdan Müntakîm isminin esma-ı hüsna hadisi içinde Tevvâb ile Afuvv isimleri arasında yer alışı dikkat çekicidir.

İntikam kavramı Allah’a nispet edildiğinde, iki hususa dikkat edilmesi gerekir. Öncelikle Gazali’nin belirttiği üzere Yüce Allah, suçluları cezalandırmadan önce çeşit çeşit yollarla onları uyararak kendilerini düzeltme şansı verir ve onlara zaman tanır. Çok kereler mazeretlerini kabul eder, peygamberler göndererek azap ile korkutur ve tövbe etmelerine fırsat verir. İkinci önemli noktayı da Kuşeyri vurgulamıştır. Buna göre Cenab-ı Hak intikam alırken de bunu kendisi için değil zulme uğrayan “dostları” için yapar. Hz. Peygamber’in de kendi şahsına yönelik kötü davranışlardan ötürü kimseyi cezalandırmadığı, ancak Allah’ın açıkça yasakladığı şeylerin aleni ve kesin şekilde çiğnenmesi durumunda cezalandırma cihetine gittiği bildirilmiştir. (Buhari, Menâkıb, 23; Müslim, Feżâil, 77-79.)

Kur’an’da Müntakîm

“Nakm” kavramı Kur’an-ı Kerim’de on üç yerde Allah’a nispet edilmektedir. Bunların altısı fiil kalıbında, dördü “Züntikâm” (suçlunun hakkından gelen), üçü de Müntakîm şeklindedir.

İntikam fiilinin Allah’a izafe edildiği yerlerde, hınçla şahsi bir öç almanın değil, zalimleri ve kâfirleri müminlere yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan dolayı cezalandırmanın söz konusu olduğunu görürüz. Mesela Araf suresi 136-137. ayetlerde anlatıldığı üzere Firavun ve kavmi, Hz. Musa’ya verdikleri bütün sözlerden dönerek mucizeleri yalanlamışlar, kavmine akla hayale gelmez eziyetler yapmışlar, Mısır’dan çıkışlarına dahi izin vermemişler ve peşlerine düşmüşlerdi. Allah Teâlâ da yarılan suları üzerlerine kapatmak suretiyle onları cezalandırmıştı. Rum suresi 47. ayette ise bunun Rabbimizin genel bir kuralı olduğunu görürüz: “Andolsun, senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Peygamberler onlara apaçık mucizeler getirdiler. Biz de suç işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” (Rum, 30/47.)

Züntikâm vasfı, Yüce Rabbimizi tavsif ettiği dört ayetin tamamında (Zümer, 39/37; İbrahim, 14/47; Ali İmran, 3/4; Maide, 5/95.) Azîz ismi ile birlikte gelir. Bununla Yüce Allah’ın her türlü yenilgi ve acizlikten münezzeh olduğu ve bu nedenle de intikamının şahsi bir hınç meselesi olmadığı vurgulanmış olur. Hiç kimsenin hata ve günahı O’na asla zarar vermediği hâlde O, insanları kendi hâllerine terk etmez. İnsanların zulüm ve saldırganlıklarına bigâne kalmaz.

Bu ismi bilmenin faydaları

Bu isme iman edenler, Allah’ın intikamından korkar ve O’na isyan etmekten sakınır. Doğru ve yerinde kullanılmak şartıyla korku duygusu, insanın kendine sınırlar koymasında ve ilkeli bir hayatı sürdürmesinde önemli bir fıtri duygudur. İnsanın bütün davranışları acı ve korku veren şeylerden kaçınmak, haz ve zevk veren şeylere yönelmek üzere organize olur. Bu gerçeği bilen kişi davranışlarını ve ahlakını, her şeye kâdir olan Allah’ın intikamından korunmak ve hazların en büyüğü olan cennet ve rızaya ulaşmak üzere eğitir. Bu isim İslam’ın denge dini oluşunun en önemli yansımalarından biri olan korku ile ümit arasında olma durumunu gerçekleştirebilmemize yardımcı olur. Rahmet ve af yanında ceza ve mahrumiyet ifade eden ilahi isimleri bilmek, bu dengeye ulaşmamızda son derece etkilidir.

Sufiler, bu ismin tecelli ettiği kişiyi “kendi nefsine her yönden hâkim ve gerektiğinde onu cezalandırmaktan sakınmayan” kişi olarak tanımlarlar. Onlara göre kişi en büyük düşmanının nefsi olduğunu hiç unutmamalı ve onun vereceği zararlardan korunmak üzere her an onu cezalandırabilecek gücü ayakta tutmalıdır.

Bu isme bütün kapsamı ile iman eden bir Müslüman, Allah Teâlâ’nın takdiri ile bir olumsuzluğa maruz kaldığında, bunu O’ndan başka giderecek kimse olmadığını bilir ve bu olayın kendisini hatalarından uzaklaştırarak eğitmesine ve arındırmasına fırsat verir. Rabbimizin rahmeti her şeyi kuşattığı için (Araf, 7/156.) O’nun intikamı dahi bu rahmetten payını almıştır. Eğer iş işten geçmeden başımıza gelen olumsuzluklardaki bu rahmet çağrısını görebilirsek nikmet nimete dönüşür.

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram 

20 Aralık 2021 Pazartesi

80- Et-Tevvâb ism-i şerifi:


Tövbe aslen dönüş demektir. Kur’an’da hem kullar hem de Yüce Yaratan hakkında kullanılan bu kelime kula nispet edildiği zaman arızi olan günah hâlini bırakıp asli olan salah hâline dönmesi demektir. Allah Teâlâ’ya nispet edildiği zaman ise sonradan meydana gelen gazaptan, asli olan rahmete dönmek manasındadır.

Tevvâb ismi, geldiği vezin icabı çokluk ifade eder. Bu durumda insan için kullanıldığında “çok tövbe eden”, Allah için ise “tövbeleri çok kabul eden” anlamına gelir. Allah’ın Tevvâb olması kulun günahının büyüklüğüne, çeşidine ve şekline bakmaksızın günahından dönüşünü kabul eden, kulu kendisine döndüğünde o da kuluna dönen demektir. Kendisine her yönelenin yönelişini kabul etmeyi ilke edinmiştir. İşlenen hiçbir günah Allah’ın af ve mağfiretinden daha büyük değildir. Yeter ki kul günahından vazgeçsin, hiç şüphesiz Allah’ı Tevvâb ve Rahîm olarak bulacaktır. Zira Allah, kulunu tövbeye muvaffak etmişse, tövbesini de kabul eder.

Gazali´nin ifadesiyle bu isim, Yüce Rabbimizin kullarını tövbeye çok çok teşvik ettiğini de ifade eder. Çünkü Tevvâb, aynı zamanda “kullarına tövbe yollarını kolaylaştıran” demektir. Bu manada çeşitli musibet ve belalar, başa gelen envaiçeşit uyarılar ve tövbelerin çokça kabul edildiği mübarek vakitler hep birer tövbe fırsatıdır. Allah kullarını terk etmediği zaman, sırf tövbe etsinler diye, onları birtakım imtihanlara ve sıkıntılara tabi tutar. (Tevbe, 9/126.)

Kur’an’da Tevvâb

Kur’an-ı Kerim’de tövbe kavramı fiil ve isim kalıplarıyla otuza yakın ayette Allah’a izafe edilmektedir. Tevvâb ise Allah’ın ismi olarak dokuz ayette Rahîm, bir ayette Hakîm ismiyle, bir ayette de tek başına geçmektedir. “Tevvâb” isminin, ekseriyetle “Rahîm” ismi ile birlikte gelmesi Yüce Rabbimizin suçlarımızı affetmekle kalmayıp ardından rahmet ve ihsanı ile de tecelli edeceğinin müjdesidir. Aynı zamanda bu durum, affın merhamet ve şefkat ile iç içe olduğunu gösterir.

Bakara suresi 37. ayetten öğrendiğimize göre, Hz. Âdem’e hata ettiğinde nasıl tövbe edeceğini Allah öğretmiştir. Bu ayetin tefsirinde Elmalılı’nın aktardığına göre Hz. Âdem hatasından dönüp tövbe edince Cenab-ı Hak da onu er geç cennete döndürmeye söz vermiştir. Burada işin sırrı hata tabiat hâline gelmeden hemen dönüş yapılmasıdır. (Nisa, 4/17-18.) Her isyan arızi bir kesinti ile Allah’ın rahmet ve lütfunu bizden uzaklaştırır. Hemen tövbe edilirse arıza giderilmiş, lütuflarla bağlantı yeniden sağlanmış olur. Elmalılı’nın dediğine göre insanın saadeti, günahları kendisine huy edinmemek için daima tövbe ve istiğfar üzere bulunmasındadır. İnsanı ümitsizliğe sevk edecek olan şey de işlenen günah değil, günahta ısrar etmek ve tövbeyi unutarak şeytana uymayı huy edinmektir.

Kur’an’dan öğrendiğimize göre tövbe illa bir hatadan sonra yapılmaz. Rabbimize karşı bilemediğimiz eksikliklerimizin şerrinden de Allah’ın Tevvâb ismine sığınırız. Efendimizin günde en az yüz kez tövbe ettiğini bildiğimiz gibi Bakara suresinin 128. ayetinde Hz. İbrahim’in de Kâbe’nin inşasından sonraki niyazında Tevvâb ismine sığındığı aktarılır. İslam’ın nihai zaferinden ve Peygamberimizin görevini başarı ile yerine getirdiğinden bahseden Nasr suresinin sonunda Efendimizin şahsında hepimize büyük zaferlerin ardından Allah’ı tespih edip O’nun affını dilememiz emredildikten sonra sure Tevvâb ismi ile nihayete erer.

Tevvâb tecelli ederse

İnsanın bir hata işledikten sonra, iyice uzaklaşmadan Rabbine hemen dönebilmesi, Allah Teâlâ’nın ona Tevvâb ismiyle tecelli ettiğini gösterir. (Tevbe, 9/118.) Tevbe suresine ismini veren olayda Tebük seferine katılmayan üç sahabenin, münafıkların yaptığı gibi bahaneler uydurmaya kalkmadan hatalarını kabul etmeleri ve Allah’ın affına sığınmaları anlatılırken kullanılan ifadeler tövbeye muvaffak olmanın da Allah’ın bir lütfu olduğunu gösterir. Yalnız bunu başarabilmek için psikolojide “farkındalık” denilen meziyete sahip olmak gerekir. Kendi davranış ve ahlakı üzerinde düşünmeyen; hatalarını, iş işten geçip de kalıcı bir ahlaka dönüşmeden fark etmeyen kişiler bunu başaramaz. Fakat Tevvâb isminin tecellisi için sadece farkındalık da yetmez. Zira Kur’an’a göre tövbe yalnızca kalpteki pişmanlık ve bunun dil ile söylenmesi değil, arkasından ıslah gelecek şekilde davranışların tam olarak düzeltilmesidir. (Bakara, 2/159-160.) Tıpkı yanlış yola girdiğini fark eden birinin hedefine varması için yanlışını fark ettikten sonra geri dönüp yolunu doğrultması gerektiği gibi. Tevvâb isminin tecellisi öncelikle öz eleştiri ve ilahî otoriteye güven ile ortaya çıkar. Bu iki özellik, insanı kemale götüren en güvenli yola, yani hatalarını düzelte düzelte ilerlemeye götürür.

Tevvâb’ın tecelli ettiği insanlar kendi hatalarını hemen fark edip düzelttikleri gibi başkalarına da düzeltme şansı tanıyan, yüce gönüllü, her zaman af yolunu tutan kişilerdir. “Bir şahıs Hz. Peygamber’e gelerek ‘Ey Allah’ın Resulü, yanımızda çalışan hizmetçimizi günde kaç defa affedelim?’ diye sordu. Allah’ın elçisi cevap vermedi. Bunun üzerine sorusunu tekrarladı. Allah’ın elçisi yine suskunluğunu sürdürdü. Aynı soruyu üçüncü kez yöneltince ‘Onu günde yetmiş defa affedin!’ cevabını verdi.” (Ebu Davud, Edeb, 123-124.) Bu hadisle Efendimiz, affa bir sınır koymak isteyen kişiye affa sınır konulamayacağını veciz bir şekilde göstermiştir.

Tevvâb isminin tecelli ettiği insanlar kendi günah ve isyanlarına Rabbimizin nasıl karşılık vermesini istiyorsa kendisi de O’nun kullarına karşı aynı müsamahayı gösterir. Bu yüce gönüllülük de etrafındakilerden önce kendisine büyük bir huzur verir.

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram  

19 Aralık 2021 Pazar

79- El-Berr ism-i şerifi:


“Berr” kelimesi Arapçada “itaatkâr, sadakatli, vefakâr ve iyiliksever olma” anlamına gelen “birr” kökünden türemiş bir sıfattır. Esmayıhüsnadan biri olarak “yaratıklarına karşı rahmeti, mağfireti, lütuf ve ihsanı bol” ve “söz ve haberlerinde mutlak sadık, asla yalan söylemeyen” şeklinde olmak üzere iki farklı anlam taşır. Hakikate sadakat ile mutlak iyiliğin aynı kelime ile ifade edilmesinin de dikkat çekici olduğunu belirttikten sonra bu ismin anlamındaki genişliğe de işaret etmek gerekir. Bu kelimenin aynı zamanda yeryüzünün kara parçaları anlamına geldiğine de işaret eden Ragıb el-Isfehanî kelimenin kökenindeki genişlik anlamını öne çıkararak “Berr” olmanın hayırlardaki genişlikle ilişkisine dikkatlerimizi çeker.

Berr ismi taşıdığı ikinci anlam itibarıyla de Allah Teâlâ’nın sözlerinin ve O’ndan gelen haberlerin tartışılmaz, kesin doğrular olduğunu ifade eder. Allah’ın ilmi, dolayısıyla da verdiği bilgi değişmez, zaman onu eskitmez, hiçbir zaman hükümsüz kalmaz. O bilgiden şüphe duyan kendisine yazık eder. Çünkü şaşmaz, yanılmaz, mutlak gerçek olan hakikatin kaynağından uzak düşmüş olur. Gidişatının hakikat ile örtüşme ihtimali kalmaz.

Berr, Yüce Rabbimizin asli isimlerinden olduğu cihetle kâinatta asıl olan iyilik ve hakikate sadakattir. Kötülük ve yanılgı asıl değil, arızidir. Bu ikisi iyiliğin azalması ve hakikatten sapılması sonucu ortaya çıkar. Kötülükleri asli zannetmek ve bu durumu “tanrının iyiliği” inancı ile bağdaştıramamak yüzyıllar boyunca insanları şirke sürüklemiş, günümüzde de tanrı fikrini tamamen reddetmeye sevk etmiştir. Oysa kötülük, iyiliğin azalması sonucu ortaya çıkan arızi bir durumdur.

Kur’an’da Berr


Kur’an’da “çok şefkatli ve kerem sahibi” anlamında olmak üzere sadece bir ayette ve “Rahîm” ismiyle birlikte Allah’ı tavsif eder. Berr ve Rahîm isimlerinin bir arada zikredilmesi bize, (Rahman isminden farklı olarak, Rahîm isminin ifade ettiği merhametin kulun ameline bağlı bir karşılık olmasından dolayı) Rabbimizin iyilik ve ihsanlarının biz kulların tercih ve davranışlarına bağlı olduğuna da işaret eder. Cennetliklerin, kendilerini bu konuma getiren dünya hâlleri hakkında yaptıkları sohbetin bir parçasını aktaran bu ayetin metnine baktığımızda bu vurguyu açıkça görürüz: “Gerçekten biz bundan önce ona yalvarıyorduk. Şüphesiz O iyilik edendir, çok merhametlidir.” (Tur, 52/28.)

Berr tecelli ederse

Kur’an’a göre, insanların “berr” olarak nitelenmesi, “birr/iyilik”in bütün vasıflarına tam olarak sahip olmasına bağlıdır. Kur’an’da birr (iyilik) kavramının kapsamlı bir şekilde açıklandığı ve kimlere “iyi” denilebileceğinin açıkça ortaya konduğu Bakara suresi 177. ayete göre inanç, ibadet, güzel ahlak, fedakârlık, metanet ve sabır alanlarında eksikleri olanlar “iyi”lerden olamazlar. “İyi” denebilecek insanın bütün yönlerini kapsayan bu hususlardan hiçbiri, diğerinin yokluğunu telafi edemez.

Bu ismin tecelli ettiği kullar kendisine ihsanda bulunana fazlasıyla mukabelede bulunduğu gibi birine iyilik etmek için onun kendisine iyi davranmış olmasını beklemez; iyilik çetelesi tutmaz. Müslüman iyilik gördüğü veya beklediği için değil, iyi bir insan olduğu için iyilik yapar. Hatta kötülük yapmış olana dahi iyilikle mukabelede bulunur. İnsanların özürlerini kabul eder, onları yokuşa sürmez, ilişkileri zorlaştırmaz. İnsanlara ikram edeceği zaman kendisine en sevimli gelen şeylerden ikram eder. Bütün iyiliklerinin, Yüce Allah’ın kendisine yaptığı ikramlar sayesinde olduğunu unutmaz. İyiliklerini kendinden bilmez.

Aslında iyilik etmek, iyilik edilen kişiden çok, iyilik eden için şifadır. Kişinin kendini iyiler arasında hissetmesi onu depresif düşüncelerden korur. Bu nedenle günümüzde karşılıksız iyilik etmek, psikolojik terapi yöntemi olarak uygulanmaktadır.

Kuşeyrî, “Berr” isminin kapsadığı sırları açıklarken berr ile “birrül valideyn” (ana-babaya iyilik ve ihsanda bulunmak) arasındaki ilişkiye dikkat çeker. Bu kapsamda Allah Teâlâ’nın kula iyilik ve ihsanlarının, o kulun ana babasına itaat ve ihsanına bağlı olduğunu da vurgular. Elbette bu ismin tecelli ettiği kul bütün mahlukata iyi davranır. Ancak hiyerarşik değer anlayışını kaybetmiş olan bizlerin, ana-baba, aile büyükleri, hocalar gibi üzerimizde emeği olan insanlara iyi davranmayı özellikle hatırlamamız gerekir.

Sufilere göre bu ismin içerdiği anlamları kavramış olan bir kul, Allah’ın, onun eksik ve günahlarını bağışlayıp onlara rağmen nasıl iyilik ve ihsanda bulunduğunu iyice düşünmeli ve günahlara odaklanmak yerine –Allah onları nasıl örttüyse- kendisi de kendisini bağışlayıp günahlardan doğan ezikliği sürdürmeyi bırakmalı, iyiliklerini çoğaltmak suretiyle Allah’a şükretmeye yönelmelidir. Ders almak ve bir daha işlememe azmini güçlendirmek için arada bir günahları hatırlamakta yarar vardır. Ancak bilmelidir ki sürekli hata ve eksikliklerini düşünmek kişinin iyilik ve güzellik kapasitesini yok eden bir odaklanma hatasıdır. Sürekli pişmanlık aşamasına takılıp kalanlar nefs basamaklarında yükselemezler. Üstelik bu hâl Berr olan Allah Teâlâ’nın lütuf ve ikramlarını görmeye mani olur. Kişi sırf bu yüzden dahi şükür mertebesini kaybedebilir. Hatalar istiğfarla temizlenmeli, günahlar örtülmeli, hatta unutulmalı, Allah’ın nimetlerine odaklanarak şükrünü ifa etmeye bakılmalı. Efendimizin de defalarca vurguladığı gibi insanların en hayırlısı, iyi amellerle meşgul olan, hayırlarda yarışan, kalbinde şer bulundurmayan ve hiç kimseye eziyet etmeyendir.

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram