Eskiler Yüce Rabbimizin ismini hiçbir zaman tek başına kullanmamışlar; O’nu her daim yüceltici sıfatlarla birlikte zikretmişlerdir. Bunlardan, kulaklarımızın en alışkın olduğu kullanım şekli “Cenab-ı Hak” ve “Allah Teâlâ” ifadeleridir. Teâlâ fiilinden türemiş bir isim olan Müteâlî, Rabbimizin sınırsız bir yücelik sahibi olup akla gelebilecek her türlü sınır ve kayıttan münezzeh olduğunu ifade eder. Bu kalıbın özünde bulunan zorluk da bu yüceliği aklın almasındaki zorluğa tekabül eder.
18 Aralık 2021 Cumartesi
78- El-Müteâlî ism-i şerifi:
17 Aralık 2021 Cuma
77- El-Vâlî ism-i şerifi:
“Birinin işini üstlenmek; bir ülkeyi yönetmek; yardım etmek, sevmek” manalarındaki velâyet kökünden türemiştir. Bütün varlıkların hükümranı ve onlar üzerindeki yegâne mutasarrıf demektir. Rabbimizin mahlûkatın bütün işlerini yoluna koyan ve gereği gibi yöneten olduğunu ifade eder. O, yarattığı her şeyin bütün ihtiyaçlarının karşılığını da yaratmış ve sistemi kusursuz bir şekilde kurmuştur.
Kur’an’da Vâlî
Kur’ân-ı Kerîm’de Vâlî ismi sadece Rad suresi 11. ayette geçer. Yirmiyi aşkın ayette ise Velî kalıbında, müminlerin dostu ve yardımcısı anlamında geçmektedir. (Bakara, 2/257; Araf, 7/196.) Rabbimiz dünya hayatında ihtiyacımız olabilecek bütün nimetleri yaratıp onlara ulaşma yollarını göstererek; uhrevi hayatta da bizi kötü akıbetten koruyacak yaşam biçimini anlatmak üzere peygamberler göndererek insanoğlunun dünyevi-uhrevi bütün ihtiyaçlarını gözetmiş, onun faydasına olacak yolları açmıştır. Kur’an’da aynı kökten türeyen “Mevlâ” nitelemesi de Allah’a izafe edildiğinde “sevme, koruma, yardım etme, tasarruf ve himayesi altında bulundurma” gibi anlamları öne çıkar.
Öncesinde putlara taparak onların himayesini uman müşriklere meydan okunduktan sonra Araf suresinin 196. ayettinde Efendimiz’in (s.a.s.) şahsında bütün müminlerden “…Bilin ki benim velim, kitabı indiren Allah’tır. O, iyileri koruyup kollar.” demeleri istenmektedir. Burada özellikle velî kelimesi ve aynı kökten gelen “yetevellâ” fiili kullanılarak müminlerin Yüce Allah’a olan sevgi ve bağlılıklarıyla O’nun kendisine inanıp bağlanan iyi kullarına (sâlihîn) olan sevgisi, koruyuculuğu ve lütufkârlığı dile getirilmektedir. Buna göre Allah ile müminler arasında sıcak bir ilişki vardır; müminler Allah’a gönülden inanıp bağlanmakta, O’nu dost bilmekte; Allah da onları sevmekte, yollarını aydınlatan kitabı göndermek suretiyle doğru yolu bulup o yolda yürümelerini sağlamaktadır.
Vâlî tecelli ederse
Yüce Allah, Vâlî isminin tecellisi ile insanlar içinde yönetme kabiliyetine sahip idareciler yaratmış ve varlığı bir hiyerarşi içinde düzene sokmuştur. Âlemde ne kadar basit ve küçük olursa olsun, körü körüne cereyan eden hiçbir olay yoktur. Hepsi O’nun planı ve idaresi altında, bir hedefe yönelik olarak ve O’nun izniyle cereyan eder. Evrenin temelinde yönetim vardır. İnsanlar arası ilişkiler dahi böyledir. Bu yüzden Efendimiz iki kişi bir iş için bir araya geldiğinde birinin yönetici olmasını tavsiye etmiş; günlük hayatı dahi başıboşluğa bırakmamıştır.
Cenabı Hakk’ın Velî ve Vâlî isimlerini bilip gereği gibi inanan bir Müslüman Allah’ın dinine uygun düşmeyen bir velayetin altına girmez; Allah düşmanlarının dostluğuna ve himayesine sığınmaz. (Al-i İmran, 3/28.) Onları sırdaş ve dost edinmez. (Al-i İmran, 3/118.) Hâkimler hâkimi, yönetenlerin de yöneticisi olan Allah’ı unutmaz; her ihtiyacını O’na arz eder.
Özellikle bu isimle nitelenen veli ve valiler bu ismi taşımanın sorumluluğunu hiç akıllarından çıkarmadan, üstlendikleri bu işi büyük bir itina ve hakkaniyetle yerine getirmelidirler. Efendimiz kendisi ile zayıf ve güçsüzler arasına engeller koyan ve ulaşılmaz olan yöneticilerin kıyamet günü Allah ile aralarında engeller olacağını (Müsned, V, 239.) yoksullara, haksızlığa uğrayanlara ve ihtiyaç sahiplerine kapısını kapatanlara Allah’ın da rahmet kapılarını kapatacağını (Müsned, III, 441, 480.) belirtmiştir.
Her insan bir boyutta yönetilen bir diğer boyutta ise yönetendir. (Zuhruf, 43/32.) Dolayısıyla dinimizin yöneticilere dair emir ve tavsiyeleri yukarıdan aşağıya doğru, hiyerarşik olarak ümmetin her bir ferdini ilgilendirmektedir. Esmayıhüsnâ şarihi Ali Osman Tatlısu, Vâlî ismini açıklarken şöyle der: İnsan, hâkimler hâkimi, yüce bir Vâlî tarafından sicilinin tutulduğunu unutmamalı, hayat aşamalarında hâlden hâle geçerken Rabbine karşı sadakatsizlik, hadsizlik ve terbiyesizlikten sakınıp kendi uhdesine verilen vazifelerin o en yüksek mercinin huzurunda değerlendirileceğini aklından çıkarmamalıdır.
Sufiler hayatımızda cereyan eden hâlleri Vâlî olan Rabbimizin tasarrufatı olarak görür ve kişinin iradesinin bu kaderi fark edip kabul etmek ve ondan istifade etmek olması durumunda hayatın keyfini çıkarabileceğini söylerler. Çağdaş psikolojinin “kendinle barışık olmak” diye nitelendirdiği bu durum akıl ve ruh sağlığının üzerine kurulacağı temel esastır. Aksine Rabbimizin tasarruflarına isyan ettiğimizde sonuç değişmez, başımıza gelecek olan yine gelir; ancak bu durumda kişi sürekli bir küskünlük ve güceniklik içinde yaşar ve hayata uyumsuz biri olur. Vâlî isminin tecelli ettiği kul hem kendi varlığını hem de kendisine emanet edilenleri Allah’ın nizamına göre idare eder. Adalet ve iyilik dağıtır. Hizmetleri vesilesi ile Allah’ın nimetlerine gark oldukça onları da aynı yolda kullanarak iyiye doğru gitmesini, gelişmesini devam ettirir.
16 Aralık 2021 Perşembe
75- El-Zâhir, 76- El-Bâtın ism-i şerifi:
Aslında O’nun bâtın oluşu zuhurunun şiddetinden dolayıdır. Aşırı parlak ışıkta hiçbir şey göremediğimiz gibi Rabbimizin varlığının tecellilerinin şiddetinden, bir noktadan sonra O’nu göremez oluruz. Ayrıca varlığı son derece zahir olduğu hâlde bizim göremediğimiz birçok varlık vardır. Onları, varlıklarının yol açtığı neticelerden biliriz. Gazali, Allah Teâlâ’nın akıl yoluyla bilinmesi, kesin ve inkâra izin vermeyecek derecede açık seçik olması durumunda O’nu inkâr edenlerin bulunmaması gerektiğini söyler. Daha sonra Cenabı Hakk’ın varlığının bazılarına gizli kalmasının O’nun çok belirgin (şiddet-i zuhûr) oluşundan olduğunu söyler. Ona göre yazının bir yazıcıya ihtiyaç duyması gibi tabiattaki her nesne ve olayın olağan üstü bir düzene sahip olması da onun bir yaratıcı ve düzenleyicisinin bulunduğunu kanıtlar. Bununla birlikte, bu düzen hiç aksamadığı ve her olan bitene egemen olduğu için akli melekelerini ve psikolojik güçlerini yeterince kullanamayan insanlar düzenin kendi kendine sürekli çalıştığı yanılgısına düşerler. Buna alışkanlık körlüğü diyebiliriz. Bu nedenle zahirin tezahürlerine şahitlik edebilmek için bize sıradan görünen olaylardaki mucizevi işaretleri görebilmek ve hayretimizi sürekli koruyabilmek gerekir.
Evvel – Ahir – Zahir – Bâtın
Bu dört isim Rabbimizin kuşatıcılığını anlatır. Allah’ın Evvel ve Ahir oluşu zamanın tamamını, Zahir ve Bâtın oluşu da mekânın tamamını kuşattığını ifade eder. O Evvel olmakla her şeyin ilkidir, Ahir olmakla her şeyin sonu ve arda kalanıdır. Zahir olmasıyla her şeyin üstündedir, Bâtın olmasıyla her şeye aslından daha yakındır. Bu dört isim bir arada tevhidin bütün kapsamını ifade eder.
Abdülkadir el-Bağdadi, Allah’ın gözle idrak edilemeyişinin perdelere bürünmesi gibi sebeplerden ötürü olmayıp göze O’nu görme gücünün verilmeyişinden ileri geldiğini belirtir ve söz konusu ilahi isimlerle ilgili olarak ileri sürülen yorumların en doğrusunun, Hz. Peygamber’in şu duasında yer aldığını söyler: “Allah’ım! Sen Evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktur; sen Ahirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen Zahirsin, fevkinde hiçbir şey yoktur; sen Bâtınsın, dununda (senden öte) hiçbir şey yoktur.” (Müslim, “Zikir”, 61; Ebu Davud, “Edeb”, 98.)
Kur’an’da Zahir ve Bâtın
Bu iki isim, fiil ve isim kalıbında, toplam altı ayette bir arada gelerek Rabbimizi tanımlar. (Enam, 6/120, 151; Araf, 7/33; Lokman, 31/20; Hadid, 57/3,13.) Hadid Suresi 3. ayette Evvel, Ahir, Zahir ve Bâtın isimleri peş peşe gelir. Bu ayetin tefsirinde Elmalılı, Zahir isminin Rabbimizin varlığının her şeyden aşikâr oluşunu ifade ettiğini, çünkü âlemdeki her şeyin O’nun varlığını apaçık bir şekilde gösterdiğini söyler. Ona göre bütün varlıklar, daha kendileri varlık sahasına çıkmadan O’nun varlığını ispat ederler. Bununla birlikte bu zahir oluş bizi hataya sürükleyip de zahir olan şeyleri O zannetmemeliyiz; çünkü O Zahir olmakla beraber Bâtındır da. Duyular, hisler ve hayal ile tahayyül olunamayacağı gibi O’nun varlığının hakikati akılların idrak ve ihatasına sığmaktan münezzehtir. Binaenaleyh ne yalnız Zahir ne de yalnız Bâtın diye hükmetmemeli, bu iki sıfatı birlikte düşünmelidir. Bu olmadığında birçokları gaflet ederek vahdetivücut namına hatalara düşmektedirler.
Enam suresi 120. ayet ise bize günahların da zahir ve bâtın olanları olduğunu ve sadece herkesin gördüğü zahiri günahları değil, sadece Yüce Allah’a malum olan en gizli günahları da terk etmemiz gerektiğini söyler. Bu gizli günahlar Allah Teâlâ’nın nazargâhı olan kalbimizle işlediğimiz günahlardır.
Lokman suresi 20. ayet Rabbimizin bize sadece görünen nimetleri değil; akıl, kalp ve vicdan gibi hatta hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı için farkında dahi olmadığımız nice nice nimetler verdiğini hatırlatır. En akıl almaz yollardan bize ulaşan bu gizli ve açık nimetlerin farkında olmak kulun şükür ve minnettarlık duygularını pekiştirir. Bu da kalp huzuru ve ruh sağlığının en önemli şartıdır.
Zahir ve Bâtın tecelli ederse
Allah’ın Zahir ve Bâtın isimleri, O’nun hem görünen hem de görünmeyen âlemlerin yaratıcısı ve yöneticisi olduğu manalarını vurgulamaktadır. Bu nedenledir ki iman sadece bir vicdan işi değildir; onun zahire bakan bir tarafı da vardır. Bu iki isme layıkıyla inanmak insanın iç dünyasını, niyetlerini ve kalbini tam anlamıyla temiz tutmaya dikkat ettiği kadar bu temizliğin söz ve davranışlarına da yansımasına özen göstermeyi gerektirir.
15 Aralık 2021 Çarşamba
73- El-Evvel, 74- El-Âhir ism-i şerifleri:
Yüce Allah her varlıktan mukaddemdir. Varlık yok olduktan sonra da O’nun var oluşu devam eder. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Her şeyin yaratıcısı olması hasebiyle Evvel; bütün işlerin önünde sonunda O’na dönecek olması hasebiyle de Âhir’dir. Başlangıç ve son, yaratılmışlar için söz konusudur ve kendisi de bir mahlûk olan “zaman”a ait kavramlardır. Evvel ve Âhir isimleri Cenab-ı Hakk’ın zamanın dışında olduğunu ifade eder.
Allah Teâlâ bütün varlıklar üzerine mukaddem olup kendi varlığının evveli yoktur. Kendisi için asla başlangıç tasavvur olunamaz. Onun için O’na Evvel demek, "ikincisi var" demek değildir. "Sâbık’ı, yani kendisinden evvel bir varlık sahibi yok" demektir. Allah’ın ismi olarak Âhir; her şeyin sonunun, bitiminin Allah’a nispetle önce olacağını, hiçbir varlığın O’nun ötesine geçme imkânına sahip olamayacağını ifade eder. Başta Maturidi olmak üzere Halîmî, Abdülkahir el-Bağdadî, Zemahşerî, Beyzavî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabi gibi âlimler bu iki ismin Kur’ân-ı Kerim’de olduğu gibi beraberce kullanılmasının gerektiğini söyler. Çünkü Rabbimizin evveliyet ve âhiriyeti, zamanın başlangıç ve sonuç sınırlarının üstünde oluşu, başka bir deyişle zamandan münezzeh bulunuşu demektir. Bu mananın da ancak iki ismin beraber kullanılmasıyla elde edilebileceği kabul edilmiştir.
Kur’an’da Evvel ve Âhir
Hadid suresinde yer alan (Hadid, 57/3.) birbiriyle bağlantılı Evvel, Âhir, Zahîr ve Batın isimleri üzerinde ilk dönemlerden itibaren durulmuş ve ilgi çekici yorumlar yapılmıştır. Buna göre Allah Teâlâ, her şeyin yaratıcısı ve ilk illeti olması itibarıyla Evvel, her şeyi yaşatan ve yok eden olması bakımından Âhirdir. İlk bilinmesi itibarıyla Evvel, en son varılan olması bakımından Âhirdir. Zamanın dışında olması itibarıyla hem Evvel hem de Âhirdir.
Elmalılı merhum, bütün yaratılmışların kendilerini var eden ilk sebep olmasa, özünde helake ve yok oluşa mecbur olduğunu belirttikten sonra Yüce Allah’ın Evvel ve Âhir oluşunu her şeyden evvel olduğu gibi, hepsinin gayesi ve varlığın dönüp dolaşıp varacağı son nokta olduğunu ifade ederek açıklar. Kur’an’da Hadid suresinde yer alan Evvel isminden başka birçok ayette yaratmayı başlatma, devam ettirme ve yenileme fiilleri, ayrıca göklerle yerin ve aralarındaki her şeyin yani kâinatın icat edilişi de Allah’a izafe edilir. "...O’nun zatından başka her şey helâk olacaktır..." (Kasas, 28/88.) "...Yeryüzünde bulunan her şey yok olacaktır. Yalnız celal ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacaktır." (Rahman, 55/26-27.) ayetleri Allah’ın Âhir olduğunu; "Allah, her şeyin yaratıcısıdır..." (Zümer, 39/62.), "Allah’tan başka yaratıcı mı var?" (Fatır, 35/3.) ayetleri de Allah’ın Evvel olduğunu ifade eder. Peygamber’imizin şu hadisi Evvel ve Âhir isimlerini açıklamaktadır: "Allah’ım! Sen evvelsin. Senden önce hiçbir şey yoktur. Sen, ahirsin. Senden sonra da hiçbir şey olmayacaktır..." (Müslim, Zikir, 60; İbn Mace, Dua, 2; Ahmed, I, 404.)
Bu isimler insana tecelli ederse
Yüce Allah’ın “Evvel” olduğunu bilmek, sadece sebeplere bakmaktan ve sebep sonuç ilişkisine bağımlı kalıp sınırlı düşünmekten kurtulmamızı sağlar. Bütün bu varlık alemini mutlak yokluktan yaratan Allah, Müsebbib-i Evvel’dir. Yani tüm sebepler zincirini de O yaratmıştır. Bu nedenle bir işin olmasını istediğimizde, O’nun koyduğu düzen çerçevesinde tüm esbaba riayet ederiz ama her işin nihai noktada O’nun onayına bağlı olduğunu da bilir, esbaba değil onları yaratana güvenir ve tevekkül ederiz. Mutlak manada her şeyden evvel ve sonra olmak Yüce Allah’a mahsus olsa da Evvel isminin tecellisi ile insanlar hayırlarda ve insanların hayatlarını kolaylaştıracak buluş ve icatlarda öncülük ederler. (Tevbe, 9/100.) Bunlardan bazılarının ise isimleri kıyamete kadar anılır. İşte onlar da Âhir isminin tecellisi ile kendileri gitse dahi bu cihanda adı kalmış kişiler olurlar.
Bu iki ismin kendisinde tecelli ettiği bir insan önceliklerini ve nihai gayelerini doğru tespit eder. Doğru neticelere ulaşabilmek için yapması gerekenleri doğru bir sıra ile yapmak, hayatı ziyan etmemenin en önemli koşuludur. Aksi durumda insan, hayatını nefsinin ve tesadüflerin insafına bırakmış olur ki bu da en baştan kaybetmek demektir. Aslında insan, sonuçlardan değil süreçten sorumludur. Sonuçları yaratacak olan Allah’tır. Bizim hesabımız süreci doğru yaşayıp yaşamadığımızla ilgili olacaktır. Süreci doğru yürütmek de amaçları ve bu amaçlar yolunda öncelikleri doğru tespit etmek ve süreç boyunca bunları hatırdan çıkarmadan irademizi doğru kullanmakla mümkün olacaktır. Eğer sonuçlar süreçten daha önemli olsa idi o zaman “sonuca ulaşmak için her yol mubahtır” anlayışı doğru olurdu ki bu aslında şeytanın izlediği bir yoldur.
Sufiler insanların çoğunun bu dünyada elde etmek istedikleri amaçlar doğrultusunda, Allah’a Evvel ismiyle kulluk ettiğini, oysa asıl ihlaslı kulluğun Âhir adıyla olması gerektiğini söylerler. Âhir isminin en büyük tecellisi ahiret hayatıdır. Ahiret, bir bakıma Evvel isminin tecellisi ile her an yeniden verilen başlangıç fırsatlarının kullar tarafından nasıl kullanıldığının izdüşümü olarak inşa edilen sonlar demektir. Allah’ın Âhir olduğunu bilmek, bütün sebeplerin sonuçta mutlaka yok olacağını ve sadece Âhir olan Allah’ın baki kalacağını bilmemizi sağlar. Geçici varlıklara bağlanmak, yokluğa bağlanmaktır. Hâlbuki Âhir olan Allah’a bağlanmak kesinlikle yok olmayacak ve ebediyen var olacak olana bağlanmaktır.
14 Aralık 2021 Salı
71- El-Mukaddim 72- El-Muahhir:
Dilediği şeyi öne alan, önde bulunduran” manasına gelen Mukaddim, esma-i hüsna listesinde ve diğer hadis rivayetlerinde “geriye bırakan, erteleyen” anlamına gelen Muahhir ismiyle birlikte zikredilmiştir. Diğer zıt anlamlı isimlerde olduğu gibi bu iki ismin de bir arada zikredilmesi, anlam ve muhtevalarının birbirine kıyasla anlaşılması bakımından önem arz eder. Ayrıca bu çift isimlerin bir arada gelişi Yüce Allah’ın esma ve sıfatlarındaki mükemmelliği daha açık bir şekilde gözler önüne serer. Mesela, istediğini öne geçirmeye gücü yeten ama istediğini geriye çekmeye güç ve yetkisi olmayan bir mevkinin kudretindeki eksiklik nasıl bariz ise bu iki duruma da kayıtsız şartsız malik olmanın nasıl bir mükemmellik demek olduğu öylece barizdir.
Maddi-manevi herhangi bir şeyin kıymetini ve önem sırasını belirleme yetkisinin sadece Yüce Allah’a ait olduğunu, O’nun istediği şeyi yüceltip istediğini de daha aşağı bir mevkie indirebileceğini ifade etmesi bakımından bu iki isim, zihinlerimizdeki öncelikler ve kıymetler sırasının ilahi murada uygun bir şekilde belirlenmesi açısından hayati önem taşır. Zira, âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah bu âlemlerdeki her bir varlık için bir yer ve önem belirlemiştir. Her kim ki O’nun öne aldığını arkaya atar, arkada bıraktığını öne geçirirse hayatındaki bütün ölçüler şaşar.
Esma-i hüsna şerhine dair eserini tasavvufî bir neşve ile kaleme alan Gazzâlî bu iki ismi “kendisine yaklaştıran-kendisinden uzaklaştıran” diye açıklamış ve Allah’a en yakın olan varlıkları melekler, peygamberler, veliler ve âlimler şeklinde sıralamıştır.
Halîmî, bu isimleri “dilediğine yüce mertebeler veren” ve “bazılarının ulvi mertebelere ulaşmasını engelleyen” şeklinde tanımlamaktadır. Yaratılış ve kaderle ilgili takdim-tehir çeşitleri o kadar çoktur ki bu konuya dalmak sahili olmayan bir denize dalmaya benzer. Şu kadar var ki Yüce Allah’ın bütün fiili sıfatları O’nun eşsiz kudreti, her hususta geçerli ve etkili olan iradesi ve bütün fiillerini kapsayan kâmil manada hikmeti ile alakalıdır. Bütün varlık âleminde ortaya çıkan takdim ve tehir, fayda ve zarar, yüceltme alçaltma gibi şeylerin hepsi bu üç temel vasfın eseridir.
Mukaddim ve Muahhir tecelli ederse
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki Allah Teâlâ mahlûkatından bazılarını öne çıkarıp bazılarını da arkada bırakırken bunu o varlıklarda bulunan bazı özellikler nedeniyle yapar. Zira Yüce Rabbimiz –haşa- keyfi (sebepsiz ve hikmetsiz) hareket etmekten münezzehtir. Hayatımız boyunca yaptığımız her seçim bu takdim ve tehirin öncüllerini oluşturur. Zaten özündeki bir liyakat nedeniyle değil de koltuklanarak öne geçirilmiş kişiler getirildikleri yeri dolduramaz, hem kendilerine hem etraflarına eziyet olurlar. Bazılarımızın aklına, kişinin kendi davranış ve seçimlerinin sonucu olmayıp hayatın çeşitli aşamalarında Rabbimizin “Yürü ya kulum!” dedikleri gelebilir. Bu durumda, kişinin kendi çabası sonucu olmayıp da hazır verilen her nimetin bir ödül değil, bir imtihan konusu olduğunu hatırlamamız gerekir.
Cenab-ı Hakk’ın bu tasarrufuna kulluk edebi çerçevesinde teslim olanlar, en ufak bir hususta dahi bariz bir vasfı nedeniyle toplumda öne geçmiş kişilere saygı duyar ve onların mevkiini takdir etmekten gocunmazlar. Büyüklüğü takdir edebilmek, büyüklüğü fark ve idrak edebilmeye bağlı olduğundan bu durum onların önemli ile önemsizi, değerli ile değersizi ayırt edebilme bilgisine sahip olduklarını gösterir.
Bu iki isim Cenab-ı Hakk’ın yaratılış düzeninde sebepleri sonuçlara öncül kılmasını da ifade ettiğinden bir sonuca ulaşmayı murat eden kula düşen sünnetullah çerçevesinde sebeplere sarılmaktır. Kim ki bir neticeye ulaşmak için yaratılışın koyduğu düzenin sebepler sistemine riayet etmez veya eksiklik yaparsa kendisinden başka kimseyi suçlamamalıdır. Allah Teâlâ istediğini ileri, istediğini geri aldığı gibi bazen de kullarının teşebbüslerini, onların bekledikleri zamanda ve şekilde neticelendirmez. Bunda kulların salahı ile ilgili sayısız hikmetler vardır. Allah’ın kudret ve hikmetine iman eden bir kula düşen, ümitsizliğe kapılmadan bu hikmetleri anlamaya çalışmak ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdikten sonra takdire rıza göstermektir. Sonuçta bizim için neyin hayırlı olduğunu biz her zaman bilemeyiz. Bu geri kalış, sebepleri incelemek ve kendini yenilemek için bir fırsata dönüştürülmelidir.
Bu isimlerin tecelli ettiği insanlar kendi amaç, niyet ve davranışlarında neyi öne geçirip neyi arkada bırakacaklarını bilinçli bir şekilde düzenlerler. Kalplerinde kim ve niçin önde olacak, hayatlarında neyi ne kadar önemseyecekler, hangi konularda öncülük yapacak ve hangi konularda öne çıkmaktan uzak duracaklar, hepsini olması gerektiği gibi sıraya koyarlar. Efendimizin bahsettiği gibi hayra anahtar, şerre kilit olurlar. İnsanları idare edecek pozisyonlara geldiklerinde hangi işe öncelik vereceklerini ve kimin öne çıkarılıp kimin de geriye çekileceğini bilinçli ve hikmete dayalı/gerekçeli bir şekilde yaparlar. Bu gibi kararlarda kişisel duygularını değil genel maslahatı dikkate alır, kendilerine tanınan sınırlı kudret ve iradeyi hikmetsiz bir şekilde israf etmezler.
Yine bu isimlere iman eden insan, Allah katındaki değerin kullar ölçüsü ile olmayacağını bilir; ibadet ve iyi amellerine güvenmediği gibi günah ve kötülüklerinin çokluğu nedeniyle de ümidini kesmez. Bizim Allah’a uzak gördüğümüz nicelerinin yakın; yakın gibi gördüğümüz nicelerinin de uzak olabileceğini aklından çıkarmaz.
13 Aralık 2021 Pazartesi
69- El-Kâdir 70- El-Muktedir ism-i şerifleri:
Rabbimizin bu iki ismi, Arapçada geniş bir anlam zenginliğine sahip olan “k-d-r” kökünden türemiştir. “Gücü yetmek; ölçü ile yapmak, planlamak; kıymetini bilmek; rızkını daraltmak.” bu kökün yaygın anlamlarından bazılarıdır. Yine bu kökten gelen “kader” kelimesi de Yüce Allah’ın her şeyi bir ölçü dâhilinde takdir etmiş olması demektir. (Kamer, 54/49; Talak, 65/3; A’la, 87/3.)
Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ı nitelemek üzere bu kökten “Kâdir”, “Kadîr” ve “Muktedir” olmak üzere üç ayrı vasıf kullanılmıştır. Bu isimler, sırası ile giderek zenginleşen bir muhteva ve güce sahiptir. Buna göre, Rabbimizin kudretini anlatan bu üç isimden muhtevası en zengin olan ise Muktedir ismidir. Âlimler Kâdir ismine genellikle “aciz olmayan, aklen imkân dâhilinde bulunup muhal statüsüne girmeyen her şeye kayıtsız ve şartsız gücü yeten” şeklinde anlam vermiş ve irade sıfatıyla ilişkili olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü bir fiilin iradî olarak gerçekleşmesi, yani dilediğinde ve dilediğince olması ancak mutlak kemal mertebesindeki bir kudretle mümkün olur. İşte tüm bu anlamları içerecek şekilde “Kâdir” dilerse yapan, dilemezse yapmayandır. Kur’an’da Kâdir insanlara da izafe edildiği halde Kadîr sadece Allah’ı nitelemiştir. Kâdirin yer aldığı ayetlerde ilahi kudret ayet indirmek, azap göndermek, ölüleri diriltmek, tabiatın ve sosyal hayatın işleyişini ilgilendiren kanunları yürütmek gibi alanlara yönelikken Kadîr ismi, geçtiği kırk beş ayetin otuz beşinde birçok konuyu içine aldıktan sonra “her şeye muktedir olan” manasında çok zengin bir muhtevaya sahiptir.
Sözlükte “gücü yettiği fiilen sabit olan” demek olan Muktedir, Kâdir ve Kadîr isimlerinden daha kapsamlı olup mutlak kudret ifade eder. Muktedir için hiçbir şey muhal değildir. Hiçbir güç O’nun istediğini yapmasına engel olamaz. (Kehf, 18/45.)
Kur’an’da Allah’ın Kudreti
Kudret kavramı, Kur’an-ı Kerim’de yüz üç yerde Allah’a nispet edilmekte olup Kâdir ismi yedi ayette tekil, beş ayette (tazim ifade etmek üzere) çoğul sigasıyla Allah’a izafe edilmiştir. Bunlardan başka doksan dokuz isim listesinde bulunmayan Kadîr ismi kırk beş ayette, Muktedir ismi de dört ayette zât-ı ilâhiyyeyi nitelemektedir. Kâdir ismi, bulunduğu bütün ayetlerde daima “alâ” edatıyla kullanılarak Allah’ın güç ve kudretinin ayette zikrolunan bütün hususlara yettiğini, O’nun hakkında hiçbir zaman acz düşünülemeyeceğini ifade eder ve özellikle de Allah’ın insanları ölümlerinden sonra diriltmeye gücü yeteceğini vurgular. (İsra, 17/99; Yasin, 36/81; Ahkaf, 46/33; Kıyame, 75/40; Tarık, 86/8.) Kur’an’da üç ayette Allah’ı niteleyen Muktedir bunların birinde “Aziz”, diğerinde “Melik” ismine bitişik olarak kullanılmış, tek başına kullanıldığı ayette de “Allah’ın her şey üzerinde kudret sahibi” olduğu açık bir şekilde vurgulanmıştır. (Kamer, 54/42, 55; Kehf, 18/45.) Kur’an’dan öğrendiğimize göre Allah’a imanında eksik ve yanlışlar olan kişiler hep Allah’ın gücü hakkında yanlış düşünceler içinde olmuşlar, Rabbimiz de onları çeşit çeşit örneklerle kendi gücü hakkında ikaz etmiştir. (Kıyamet, 75/36-40.)
İlahi Kudret İnsanda Nasıl Tecelli Eder?
Bu isimler, insanda güç ve kudret içeren maddi-manevi kuvvetler olarak tecelli eder. Fakat insana lütfedilen kuvvetler sınırsız değildir. Yüce Allah’ın ihsan ettiği yeteneklerin her birinin kendine göre sınırları vardır. Gözümüz, kulağımız; elimiz, ayağımız; aklımız, fikrimiz; kısaca bedenî-ruhî bütün varlığımız bir ölçü dâhilinde ve sınırlı bir güçle yaratılmıştır. Oysa insan çoğu zaman gaflete düşerek kendi gücünü kendinden ve sınırsız zanneder. (Yunus, 10/24.) Hâlbuki Allah vermedikçe peygamberlerde dahi dilediğini yapma gücü yoktur. (Araf, 7/188; Yunus, 10/49.) İnsanların çoğu kendi gücü hakkında abartılı düşünceler içinde olduğu gibi Allah’ın gücü hakkındaki düşünceleri de hakkaniyetli değildir. (En’am, 6/91; Hac, 22/74; Zümer, 39/67.) Bu isimlerin idrakinde olanlar ise Allah’ın yetkinliğini ve gücünü tüm haşmetiyle hisseder ve O’ndan asla ümidini kesmez. Umduğuna nail olamadıysa bu Kâdir -i Mutlak öyle dilediği içindir; O’na teslimiyet ve rızadan başka bir yol yoktur.
Kâdir ve Muktedir olan Allah, bizden bir şey istemişse onun yapılmaması düşünülemeyeceği gibi O’nun gücünün önüne kimse geçirilmez; O’ndan başkasının önünde eğilinmez. Kul, O’nun yardımını kazandı mı hiçbir şeyin onu alt edemeyeceğini bilir de bütün gayretini oraya yöneltir. Kuşeyrî, Allah’ın her şeye güç yetirdiğini fakat icraata geçmeyip bağışladığını; her şeyi bildiğini ancak acele ve kızgınlıkla muamele etmediğini belirtir. Dolayısıyla Allah’ın Kâdir isminin tecellisine mazhar olan kişi duygusal ve fevri hareketlerde bulunmaz, gücünü öncelikle kendi nefsi üzerinde hâkimiyet kurmak için kullanır. Kendine hâkim olamayan, sağa sola çatıp sonradan pişman olacağı işler yapan kişi güçlü değildir. Aksine kendi zayıflıklarını telafi etmeye çalışan biridir.
Allah’ın insana çeşitli sebep ve hikmetlere binaen verdiği güçler insanın imtihan alanları konusunda da ona ışık tutar. Allah insanı ancak gücünün yettiği şeylerle imtihan eder. (Bakara, 2/286; En’am, 6/152.) Zihnimiz, ciddi bir yanılgı ile hep verilmeyenlerin imtihan konumuz olduğunu düşündürür bize. Oysa asıl imtihan verilenlerin hangi doğrultuda kullanıldığıdır. Allah’ın verdiği maddi-manevi güçlerini gereken yerlerde kullanmayanlara gelince; işte onlar dünya imtihanını kaybetmişlerdir. Çünkü kullanılmayan imkân insana hiçbir şey katmaz, aksine olanı da götürür. Bir ailenin, bir işin başında olanın dirayetli olması o birliğin amacına ulaşması için hayati önem taşır.
12 Aralık 2021 Pazar
68- Es-Samed ism-i şerifi:
Samed; yekpare, parçalara ayrılmayan ve içinde boşluklar ya da karışıklıklar bulunmayan, varlığını sürdürmek için kendi dışında bir şeye ihtiyaç duymayan demektir. Arzu ve ihtiyaçları sebebiyle her varlığın kendisine yöneldiği ancak kendisi varlığını devam ettirmek için dışarıdan hava, su, gıda gibi bir desteğe ihtiyacı olmayan, Yüce Allah’ın kendisi için seçtiği isimlerdendir.
Samed, yemeyen ve içmeyen, bütün varlıklar yok olduktan sonra da varlığı devam eden, hiç kimseye ihtiyacı olmayan, ama herkesin kendisine muhtaç olduğu, istekler için kendisine yönelip başvurulan, felaket ve sıkıntı zamanlarında yardım talep edilendir.
Samed ismi Kur’an‘da yalnız bir defa, o da İhlas suresinde Allah’ın birliği anlatılırken O’nun yaratılmışlık özelliklerinden berî, herkesin sığınacağı yegâne varlık olduğu ifade edilirken geçer.
Aşağıdaki hadis-i şerif gibi bir kaç rivayete dayanarak Samed ism-i şerifinin ism-i azam olduğunu söyler alimler.
Birgün Peygamber as bir adamın dua edip, “Allahım! Senden başka ilah olmadığına, senin Ehad, Samed, doğmamış, doğurulmamış ve hiçbir dengi olmayan Allah olduğuna şehadet ederek senden istiyorum.” dediğini işitti. Bunun üzerine Peygamber as, “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki adam Allah’tan, kendisine onunla dua edildiği zaman mutlaka kabul ettiği ve kendisinden onunla istendiği zaman mutlaka verdiği ism-i azamıyla istedi.” buyurdu. (Tirmizi, Deavat, 63; Ebu Davud, Vitr, 23; İbn Mace, Dua, 9.)
Samed tecelli ederse
Bu isim bir insana tecelli ettiğinde Samed olan Allah o kişiyi, kimseye muhtaç olmayacak şekilde bütün dert ve ihtiyaçlarından kurtarır. O kişi de Allah’tan başka kimseye el açmaz, medet ummaz. Aynı zamanda o kişi diğer insanların sıkıntılarını gideren, problemlerini çözen, dertlilerin başvurduğu bir merci olur. Bu kişi İnsanlarla ilgilenip ihtiyaçlarını karşılamaktan yüksünmez. Gazali ra’in de söylediği gibi Allah cc, gerek dinî, gerek dünyevi konularda insanları kime muhtaç etmişse ve onların ihtiyaçlarını kimin eli veya dili vasıtasıyla karşılamışsa bu isimden ona ikram etmiş demektir. Bu insanlar, içinde bulundukları topluma Allah’ın ihsanıdır. Sadece çevrelerindeki insanlar değil, hayvanlar, bitkiler, toprak ve su bile onların iyiliklerinden nasiplenir. Elbette bu hasletlere sahip olmak bir miktar eziyete maruz kalmak demektir. Ama işin fazileti de o yüzdendir zaten.
Aslında insanın farklı ihtiyaçlar içinde olması ona kendini ve Rabbini bildiren, sabrı ve şükrü öğreten fırsatlardır. Böyle bir durumda, İhlas suresinde anlatıldığı ve biraz önce okuduğumuz hadiste geçtiği üzere Rabbine iman edip güvenen Müslüman Allah’tan başka Samed olmadığını, O’nun tek ve bir olduğunu bilerek yalnız O’na yönelmeli, bütün ihtiyaçlarını O’ndan istemeli, her sıkıntıda O’na sığınmalıdır.
11 Aralık 2021 Cumartesi
İslâm’da Irk Ayrımı Yoktur
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 13)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez.” (Müslim, Zikir, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
Rasûlullah (sav) Efendimiz’in yanında her türlü insan vardı: Zenci beyaz, Arap Acem, kabile reisi hizmetçi, hür köle, zengin fakir… Hepsi de Peygamber Efendimiz’in ardında saf bağlayıp aynı hizada namaz kılıyorlardı. Birbirlerine büyük bir muhabbet ve hürmet besliyorlardı. Hataya düşüp de takvâdan başka üstünlük vesilesi aradıklarında, Allah Rasûlü (sav) onları îkâz ediyordu. Ma’rûr bin Süveyd (ra) şöyle anlatır:
Rebeze’de Ebû Zer (ra) ile karşılaşmıştım. Üzerinde değerli bir elbise vardı. Aynı elbiseden hizmetçisinin üzerinde de vardı. Kendisine bunun sebebini sorduğumda Ebû Zer (ra) şöyle anlattı:
“–Rasûlullah (sav) zamanında (kölelikten gelen) bir kişiye hoşuna gitmeyecek sözler söylemiş ve onu annesinden dolayı kınamıştım. Bunu haber alan Nebî (sav) bana şöyle buyurdu:
«–Ebû Zer! Onu annesi sebebiyle mi ayıplıyorsun? Eğer öyleyse sen, kendisinde hâlâ câhiliye huyu bulunan bir kimse imişsin. Onlar sizin hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz!»” (Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân 40)
https://www.2g1d.com/
10 Aralık 2021 Cuma
İyilik Güzel Ahlâktır
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği (yüz kızartıcı suçları) ve kötülüğü emreder…” (Nûr, 21)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“İyilik güzel ahlâktır, kötülük vicdânını rahatsız eden, duymasını istemediğin şeydir.” (Tirmizi, Zühd, 52; Müsned, IV, 182)
Ahlâkın müeyyidesi vicdan ve Allah korkusudur. Vicdanların ve yüreklerin belli kalbî kıvama erişmesi ahlâkî yükselişin zeminini hazırlar. Bu yüzden Allah Rasûlü:“”İyilik güzel ahlâktır, kötülük vicdânını rahatsız eden, duymasını istemediğin şeydir.” (Tirmizi, Zühd, 52; Müsned, IV, 182) buyurmuştur.
Bir başka hadiste ise: “İyilik nefsin huzûr bulduğu şeydir. İsm denilen kötülük ve günah ise gönlü ve sadrı sıkıştıran rahatsız eden şeydir.” (Müslim, Birr, 14) buyurulmaktadır.
Müminlerin, insanlar nezdinde keyfiyet ve kalitelerindeki ölçü, ahlâktır. Nitekim Allah Rasûlü:“”Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır.” (Buhârî, Edeb, 39) buyurur. Şüphesiz Allah nezdindeki kalitenin ölçüsü ise takvâdır. Ancak insanların onu ölçebilme imkânları yoktur. O, insanlara meçhûl bir keyfiyettir. Ahlâk ise davranış hâlinde zâhir olduğu ve daha çok da insânî ilişkilere yansıdığı için kişilerin hemen kolayca farkedebileceği bir durumdur. (Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Dergisi, 2002-Ağustos)
https://www.2g1d.com/
9 Aralık 2021 Perşembe
Gönlü Kırıkları Bul!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” (Bakara, 207)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“İçinizde saçı-başı dağınık, eski elbiseler içinde, garip görünümlü ve insanların îtibâr etmediği nice kimseler vardır ki, Allâh’a yemin etseler, Allah onların yeminlerini boşa çıkarmaz…” (Tirmizî, Menâkıb, 54/3854)
Hudeybiye antlaşmasının yeni yapıldığı günlerde Ebû Süfyân, bu antlaşmanın getirdiği bazı haklar sebebiyle Medîne’ye istediği zaman gelip gidebiliyordu. Bir defasında Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşî’nin de aralarında bulunduğu bir grup müslümanın yanından geçerken, bu üç büyük çilekeş sahâbî, bir zamanlar kendilerine ve diğer yoksul mü’minlere işkence eden kâfirlerden biri olan ve müslümanlara karşı yapılan birçok savaşı yöneten Ebû Süfyân’ı karşılarında görünce dayanamayıp;
“–Allâh’ın kılıçları, Allâh’ın düşmanını haklamadı.” dediler.
Orada bulunan Hazret-i Ebû Bekir (ra), Ebû Süfyân’ı İslâm’a meylettirmek düşüncesiyle bu yoksul, fakat gönlü zengin müslümanlara;
“–Bu sözü Kureyş’in büyüğüne ve efendisine mi söylüyorsunuz?” mukâbelesinde bulundu, sonra da olup biteni Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz’e anlattı.
Gönüller Sultânı Efendimiz, sevgili arkadaşını şu sözleriyle uyardı:
“–Ebû Bekir! Bu sözünle belki de onları gücendirdin. Eğer onları gücendirdiysen, (bil ki) Rabbini de gücendirdin demektir!”
Bu sözleri duyan Hazret-i Ebû Bekir, Cenâb-ı Hakk’ı gücendirmiş olmanın endişesiyle hemen bu üç yoksul müslümanın yanına koştu ve özür dileyen bir sesle:
“–Kardeşlerim! Yoksa sizleri gücendirdim mi?” diye sordu.
Hazret-i Ebû Bekir’i çok iyi tanıyan bu ganî gönüllü yoksullar da şöyle mukâbelede bulundular:
“–Hayır, sana gücenmedik. Allah seni bağışlasın kardeşim!” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 170)
Peygamber Efendimiz’in Hazret-i Ebû Bekir’e yapmış olduğu bu tembih, aslında bizlere yapılmış birer îkaz ve ihtar mâhiyetindedir. Zira kimin ne olduğunu, Allah daha iyi bilir, lâkin gönlü kırıkların Allâh’a daha yakın ve O’nun yüce katında hatırlı kişiler oldukları kesindir. (Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi Eylül-2018)
8 Aralık 2021 Çarşamba
Kalplerimizdeki Putları Devirelim!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allâh’ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye, 23)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“…Sâde yaşamak îmandandır.” (Ebû Dâvûd, Tereccül, 1/4161; İbn-i Mâce, Zühd, 4.)
Muaz bin Cebel (ra) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz siz, sıkıntıların fitnesiyle imtihan edildiniz ve sabrettiniz. Yakında sevinçlerin fitnesiyle de imtihan edileceksiniz. Hakkınızda en çok korktuğum şey, altın bilezik takınan Şam’ın ince örtüsünü ve yemen kumaşını giyinen, zengini yoran, fakirden de bulamayacağı şeyi isteyen kadın fitnesidir.”
Her devrin imtihanı, fitnesi, putu farklı… İşte asrımızın fitnesi lüks, putları da süs ve israfın kol gezdiği evler ve insanlar... Kimi her sezon çıkacak moda elbiseleri kendine ilâh edinmiş; kimi çeşit çeşit yaptığı, zenginlerin davet edilip fakirlerin ancak resmine baktığı sofraları kurmayı kendine ilâh edinmiş. Kimisi çocuğuna tapar olmuş, kimisi güzelliğine… Herkes, kendisini sahip oldukları ile yüceltmeye çalışmış. Eşyayla eksiklerini makyajlamış, kusurlarının servetle örtüleceğini düşünmüş. Hâlbuki bunların hepsi, insanın kalbindeki boşluğu ve sapmayı gösteren birer işaretten başka bir şey değil ki!..
Peygamber Efendimizi ve ashâb-ı kirâmı yücelten şey, onların döşemeleri, mobilyaları, kat kat elbiseleri, saymakla bitiremedikleri ayakkabıları, övüne övüne sergiledikleri paraları, evleri, bahçeleri, eşyaları değil ki!.. Onlar, bu fânî dünyanın bütün âlâyişini silip atmışlar kalplerinden… İnsanın iç dünyasına kök salan, orayı büyük bir puthâneye çeviren dünya bağlarını, sevgilerini silmişler gönüllerinden… Elbette onlar da dünyada yaşamış, ihtiyaçları kadar yemiş, içmiş, giyinmiş; ancak hiçbir zaman bunları bir övünme vesilesi hâline getirmemiş. Aksine en küçük bir meyilden, en küçük bir bağlılık ve alâkadan, aşırı sevgi ve yüceltmeden ölesiye korkmuşlar, titremişler. Asgarîyi tercih etmişler. Fakir olduklarından değil; zenginliği, övünmeyi, kibri terk ettiklerinden…
Bu Ramazan, bambaşka bir Ramazan olsun hepimiz için… Mîlâd olsun bu Ramazan… Kul gibi kul olmaya, Peygamberimize yakışır bir ümmet olmaya başlangıç olsun. Eşyaya değil, Rabbimize kul olalım. (Halime Demireşik, Gelin, Kalplerimizdeki Putları Devirelim, Şebnem Dergisi Haziran-2016)
7 Aralık 2021 Salı
Zikir
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam aralıksız tesbih edin!” (Ahzâb, 41-42)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah’ı unutarak çokça konuşmak kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62/2411. Muvatta’, Kelâm, 8)
Abdullah bin Büsr (ra) anlatıyor:
İki bedevî, soru sormak üzere Rasûlullah (sav) Efendimiz’e geldi. Birisi:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanların hangisi daha hayırlıdır?” diye sordu.
Allah Rasûlü (sav):
“–Ömrü uzun, ameli de sâlih olandır” buyurdu.
Diğeri de:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! İslâm’ın hükümleri çoğaldı, bana öyle bir amel söyle ki, ona sıkıca yapışayım” dedi.
Rasûlullah (sav) ona da:
“–Dilin dâimâ Allah’ın zikriyle ıslak olsun!” buyurdu. (Ahmed, IV, 188; Tirmizî, Deavât, 4/3375)
https://www.2g1d.com/
6 Aralık 2021 Pazartesi
Şehâdet Rütbesi
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Eğer Allâh yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki Allâh’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün her şeyden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 157)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allâh yolunda şehîd olmak, sonra diriltilmek tekrar şehîd olmak yine diriltilip tekrar şehîd olmak isterdim.” (Buhârî, Îman, 26; Müslim, İmâre, 103, 107)
Ebû Katâde (ra)’tan rivâyet edildiğine göre, bir gün Peygamber Efendimiz ashâb arasında ayağa kalktı ve:
“Allâh yolunda cihâd ve Allâh’a îmân etmek, amellerin en fazîletlisidir.” diye hatırlattı. Bunun üzerine bir adam kalkıp:
“–Yâ Rasûlallâh! Şâyet Allâh yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma keffâret olur mu?” diye sordu.
Rasûlullâh (sav) ona:
“–Evet, şâyet sen sabrederek, ecrini sâdece Allâh’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allâh yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi.” buyurdu. (Müslim, İmâre, 117; Tirmizî, Cihâd, 33/1712)
5 Aralık 2021 Pazar
Bana Kur’an Oku!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“(Şimdi) siz, bu Kur’an’a mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!” (Necm, 59-60)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız.” (Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3)
Abdullah İbni Mes’ûd (ra) şöyle dedi:
Rasûlullah (sav):
“-Bana Kur’an oku!” buyurdu. Ben:
“-Ey Allah’ın Rasûlü, Kur’an sana indirilmişken ben mi sana Kur’an okuyayım? dedim. Rasûlullah (sav):
“-Kur’an’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım” buyurdu.
Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okumaya başladım.” “Her ümmetten bir şâhit getirip seni de bütün bunlara şâhit tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?” anlamındaki âyete (Nisâ, 41) geldiğimde:
“-Şimdilik yeter!” buyurdu. Bir de baktım Rasûlullah, iki gözü iki çeşme ağlıyordu. (Buhârî, Tefsîru sûre (4), 9, Fezâilü’l- Kur’ân 33, 34; Müslim, Müsâfirîn 247.)
4 Aralık 2021 Cumartesi
Ne Kadar Yardımseveriz?
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“…İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın!..” (Mâide, 2)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Kim (din) kardeşinin ihtiyâcını giderirse, Allah da onun hâcetini giderir. Kim bir müslümanın dert ve kederine çâre olur (onu ferahlığa kavuşturur)sa, Allah da o sebeple kıyâmet sıkıntılarından bir sıkıntıyı kendisinden giderir.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
İmâm Câfer-i Sâdık’a:
“–Allah, fâizi niçin haram kılmıştır?” diye sorulduğunda şu cevâbı vermiştir:
“–İnsanlar birbirlerini ihsanlarından mahrum bırakmasın ve birbirlerinden yardımı esirgemesinler, diye haram kılınmıştır.” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 194)
İnsanlar sadece menfaat karşılığında borç verirlerse, aralarında olması gereken yardımlaşma fazîleti aslâ vücut bulamaz.
3 Aralık 2021 Cuma
En Hayırlı Gençler
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
"Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır." (Fâtır, 5-6)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlardan biri de, Rabbine ibadet ederek yetişen gençtir.” (Buhârî, Ezân, 36)
2 Aralık 2021 Perşembe
Helal ve Haram Hassasiyeti
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin…” (Bakara, 168)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
"Şüphesiz helâl bellidir. Haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında (helâl veya haram olduğu açıkça belli olmayan) birtakım şüpheli şeyler vardır ki, pek çok kimse onları bilemez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse, dînini ve haysiyetini korumuş olur. Şüpheli şeylerden sakınmayan bir kimse ise, zamanla harama düşer. Tıpkı sürüsünü başkasına âit bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, sürünün bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allâh’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” (Buhârî, Îmân, 39)
1 Aralık 2021 Çarşamba
Gariplere Müjdeler Olsun!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslâha çalışmayan, böylece haddi aşan kimselerin emrine uymayın!” (Şuara, 151-152)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana (kavuşmak üzere) hicret etmek gibidir.” (Müslim, Fiten, 130. Tirmizî, Fiten, 31/2201; İbn-i Mâce, Fiten, 14)
Rasûlullah (sav), diğer bir hadiste, fesat zamanlarında ibadet eden mü’minleri tebşîr ederek şöyle buyurmaktadır:
“İslâm garip başladı ve yine önceki garip hâline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun! Ki onlar benden sonra, insanların Sünnet’imden bozup fesâda uğrattığı hususları ıslâh ederler.” (Tirmizî, Îmân, 13/2630. Müslim, Îmân, 232-233; Ahmed, I, 184; IV, 73)
Buradaki ıslahtan maksat, sayıları iyice azalan ve toplumda garipsenir hâle gelen müslümanların Peygamber Efendimiz’in sünnetini yaşamaları ve güçleri nisbetinde insanlara anlatıp öğretmeleridir.
Yine bir gün Rasûlullah (sav):
“–Gariplere müjdeler olsun! Gariplere müjdeler olsun! Gariplere müjdeler olsun!” buyurmuştu.
“–Ey Allah’ın Rasûlü, garipler kimlerdir?” diye soruldu.
Efendimiz (sav):
“–Çok sayıdaki kötü insanın arasında bulunan sâlih kişilerdir. Çevresindekilerden onlara isyân edenler, itaat edenlerden daha fazladır” cevabını verdi. (Ahmed, II, 222, 177)
https://www.2g1d.com/
30 Kasım 2021 Salı
Kâmil Mânada Kılınan Namaz
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“…Namazı da dosdoğru kıl! Gerçekten kâmil mânâda kılınan namaz, fahşâdan (çirkinlik, edebsizlik, fuhşiyâttan) ve münkerden (dînin ve akl-ı selîmin tasvib etmediği herşeyden insanı) men eder.” (Ankebut, 45)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Namazında ölümü hatırla. Çünkü bir kişi ölümü hatırlayarak namaz kılarsa, o namaz kâmil ve güzel olur. Namazını, son namazını kıldığını düşünen kimse gibi kıl. Sonunda özür dilemeni gerektirecek her şeyden de uzak dur.” (Deylemî, Müsned, I, 431)
29 Kasım 2021 Pazartesi
Cenâb-ı Hak Kullarını Seviyor!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“O (Allah), kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (Şûrâ, 25)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Her insan hatâ yapabilir. Fakat hatâ yapanların en hayırlısı çokça tevbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 49/2499; İbn-i Mâce, Zühd, 30)
Cenâb-ı Hak, kulunun tevbe etmesinden öylesine memnûn olmaktadır ki, bunu idrak etmek mümkün değildir. Allah Rasûlü (sav) bunu şu misalle anlatmıştır:
“Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları fayda vermeyince ümîdini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine yatıp (ölümü beklemeye başlayan), derken yanına devesinin geldiğini görüp hemen yularına yapışan ve aşırı derecedeki sevincinden ne dediğini bilmeyerek:
“–Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!” diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, Tevbe, 7; Tirmizî, Kıyâmet, 49; Deavât, 99)
2g1d.com
28 Kasım 2021 Pazar
Âhiret Rüsvâlığı
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 42)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafiftir.” (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)
Müjdeci ve uyarıcı olan Sevgili Peygamberimiz, vefâtlarından önce mü’minlere son defâ hitâb ediyor ve onlara son hatırlatmalarda bulunuyordu. Bir ara sözü kul hakkına getirerek:
“-Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafiftir.” buyurdu. (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)
Efendimiz (sav)’in bu sözü üzerine insanlardan bir kısmı önceden yapmış oldukları bazı haksızlık ve hatâları îtirâf ederek Allâh Rasûlü’nden duâ ve istiğfâr talebinde bulunmaya başladılar. Bir müddet sonra bir kimse de ayağa kalkıp:
“-Vallâhi yâ Rasûlallâh, ben de çok yalancıyım hem de münâfığım. Benim işlemediğim hiçbir kötülük yoktur,” dedi.
Hz. Ömer ona:
“-Be adam, kendini rezil ve rüsvâ ettin,” dedi.
Sevgili Peygamberimiz:
“-Ey İbn-i Hattâb! Dünya rüsvâlığı ahiret rüsvâlığından çok hafiftir!” buyurarak, bu vesîle ile orada bulunan mü’minleri âhiretin dehşetine karşı uyarmış, orada rezil olmamak için dikkatli davranmalarını ihtâr etmiştir.
Daha sonra da bu kişi için:
“Ey Allâh’ım! Ona doğru sözlülük ve imân olgunluğu nasip et. Kendisinin kötü işlerini hayra çevir!” diyerek hayır duâda bulunmuştur. (Taberî, Târih, III, 190)
27 Kasım 2021 Cumartesi
Kader, Bilinmez Bir Sırdır
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadîd, 22-23)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Kadere îman etmek, üzüntü ve sıkıntıyı giderir.” (Münâvî, III, 187)
26 Kasım 2021 Cuma
45. Enlemin Ötesinde Namaz Vakitleri
Karar Yılı: 2009 - Karar No: 61
Konusu: 45. Enlemin Ötesinde Namaz Vakitleri
Din İşleri Yüksek Kurulu, 10-11/06/2009 tarihlerinde Prof. Dr. Hamza AKTAN’ın başkanlığında toplandı. Namaz vakitlerini belirlemede ölçü olarak başvurulan fecrin doğuşu, akşam şafağının sona ermesi vb. atmosferik belirtilerin kısmen veya tamamen oluşmadığı ya da bu belirtilerin yatsı vakti açısından çok geç, fecir/imsak açısından ise çok erken oluştuğu bölgelerde namaz vakitlerinin belirlenmesi konusunu görüştü. Konuya ilişkin olarak daha önceki 15.06.2006 tarih ve 105 sayılı kararı ile bu kararda kısmi değişiklik yapan 31.05.2007 tarih ve 48 sayılı kararını, uygulamada ortaya çıkan sorunları göz önüne alarak yeniden değerlendiren Din İşleri Yüksek Kurulu, müzakereler sonunda aşağıdaki hususları kararlaştırdı:
1. İslâm’ın beş temel esasından biri olan namaz, günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Yüce Allah, “Şüphesiz namaz Müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır” (Nisa (4): 103) buyurmaktadır. Dolayısıyla vakit, namazın en önemli şartlarından birisidir. Bu nedenle, normal şartlarda namazların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi, vakitlerinden sonraya bırakılması da caiz değildir. Kur’an-ı Kerim’de mücmel olarak işaret olunan namaz vakitleri, [el-Bakara (2): 238; Hud (11): 114; el-İsra (17): 78; Rum (30):17-18; Kaf (50): 39-40; el-İnsan (76): 25-26] Hz. Peygamber’in hadisleri ve uygulamalarıyla açıklanmıştır. Hadis rivayetlerinde namaz vakitleri açıklanırken; doğu ufkunda şafağın belirmeye başlaması (fecr), güneşin doğması, güneşin öğleyin tepe noktasına gelip batıya meyletmeye başlaması (zevâl), gölgelerin fey-i zevalden hariç, bir misli veya iki misli olması, güneşin batması (gurûb), batı ufkunda akşam şafağının kaybolması (gaybûbet-i şafak) vb. dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklanan atmosferik alametler ölçü olarak verilmiştir.
2. Normal vakitlerin oluştuğu dönemlerde ve bölgelerde namazlar, sünnette belirtilen bu vakitlerde kılınacaktır. Bu ölçülerin kısmen veya tamamen oluşmadığı bölgelerde ise namaz vakitlerinin “takdir edilerek” belirlenmesi gerektiği hususu, günümüzde bütün fetva kurullarının üzerinde görüş birliği içerisinde oldukları bir meseledir. Şu kadar var ki henüz herhangi bir takdir yöntemi üzerinde birlik sağlanamamıştır. Bu durum, bu bölgelerde namaz vakitlerinin belirlenmesi meselesinin geçmişten günümüze hep gündemde kalmasına sebep olmuş, İslam âlimleri ve çeşitli ilmi kuruluşlar bu hususta çözümler ortaya koymuşlardır. Ancak bu çözümler arasında da takdir yöntemindeki farklılıklardan kaynaklanan bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
3. Normal vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde “takdir yöntemi” ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Fakat İslam Dininin birlik beraberlik ve kardeşliğe verdiği önem gereği bu bölgelerde uygulanacak olan takdir yönteminde belli bir birliğin sağlanması gerekmektedir. Bu birlik de, ancak ilgili tarafların bir araya gelerek meseleyi görüşmeleri ve ortak bir karara varmalarıyla mümkün olacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu birliğin sağlanabilmesi için öteden beri gayretlerini sürdürmektedir.
4. Kurulumuzun çeşitli dini delillere istinaden aldığı 15.06.2006 tarih ve 105 sayılı kararı ile bunda kısmi değişiklik yapan 31.05.2007 tarih ve 48 sayılı kararının uygulanması birtakım sorunların yaşanmasına yol açmıştır. Bundan dolayı Din İşleri Yüksek Kurulu, ilgili bölgelerin şartlarını, buralarda yaşayan işçi, öğrenci, memur, esnaf vb. çeşitli kesimlerin karşılaştıkları güçlüklerle oradaki ihtiyaçları dikkate alarak İslam dininin “kolaylaştırma/zorlaştırmama” ilkesi, “istihsan” ve “maslahat” delillerinin ışığında:
a) 45. Enlemin ötesinde Yatsı namazı vakti hesaplanırken 31.05.2007 tarih ve 48 sayılı Din İşleri Yüksek Kurulu kararında belirtildiği şekilde şer’î gecenin(Güneşin batışı ile fecri sadık arasındaki sürenin) üçte biri ile yatsı vaktinin belirlenmeye devam edilmesine oybirliği ile, ancak;
b) 45. Enlemden sonra, Şer’î gecenin üçte birinin 1 saat 20 dakikadan sonraya kaldığı bölgelerde ve dönemlerde yatsı namazı vaktinin başlangıcının akşam namazı vaktinden itibaren 1 saat 20 dakikayı geçmeyecek şekilde takdir edilmesine oy çokluğu ile,
c) İmsak vaktinin, Mart-Eylül ayları arasında zaruret ve ihtiyaca binaen günün (a ve b maddeleri doğrultusunda) takdir edilmiş akşam-yatsı aralığına derece farkı dolayısıyla 10 dakika eklenerek bu sürenin güneşin doğuş saatinden çıkarılmak suretiyle takdirle belirlenmesine, takdire geçişin de tedrici olarak sağlanmasına oy birliği ile,
d) 62. Enlemin ötesinde 62. enlemin vakitlerinin kullanılmasına oy birliği ile,
e) İlmi yeterliliği bulunan şahıs ve kurulların bu bölgeler için farklı takdir yöntemleri kullanarak farklı vakitler belirlemeleriyle, buna göre ibadet etmelerinin yanlış ve hatalı görülmeyeceğine oy birliği ile,
karar vermiştir.
https://kurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/4093/45--enlemin-otesinde-namaz-vakitleri
24 Kasım 2021 Çarşamba
Hayızlı ve Nifaslı Kadınların Mescide Girmeleri
Mutalaa Yılı: 2009 - Mutalaa No: 116
Konusu: Hayızlı ve Nifaslı Kadınların Mescide Girmeleri
Günümüzde hac ibadeti, şartlar gereği sınırlı bir zaman diliminde gerçekleştirilebilmektedir. Hac için gelen kadınlar, bu süre içerisinde hayız ve nifas gibi kendilerine özgü özel bir hal ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Şartlar gereği ömründe bir defa hac yapma fırsatı yakalayan kadınların özel durumlarında Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram’ı ziyaret etmeleri, dua ve zikir amacıyla mescidlere girebilmeleri, günümüzde çözüm bekleyen önemli bir dini problem olarak gözükmektedir.
Kadınların adetli iken mescitlere girmeleri, İslam alimlerinin çoğunluğu tarafından caiz görülmemektedir. Ancak bazı alimler bunu caiz görmektedirler. Bu görüşten hareketle, hacda âdetli iken dua, zikir ve istiğfar ile meşgul olmak, Kâbe’yi seyretmek veya Hz. Peygamberi ziyaret etmek gibi amaçlarla Harem-i Şerif”e ve Mescid-i Nebevî’ye girmek isteyen adetli hanımların, buna cevaz veren alimlerin görüşleri doğrultusunda amel edebilecekleri oy çokluğu ile mütalaa edilmiştir.
23 Kasım 2021 Salı
Büyükbaş, Küçükbaş ve Kanatlı Hayvanların Kesiminde Uyulması Gereken İslâmî İlkeler
Mutalaa Yılı: 2010 - Mutalaa No: 22
Konusu: Büyükbaş, Küçükbaş ve Kanatlı Hayvanların Kesiminde Uyulması Gereken İslâmî İlkeler
Şeklinde ilgili yazılara cevap verilmesinin uygun olduğu mütalaa edildi.
22 Kasım 2021 Pazartesi
Sandalyede Namaz
Karar Yılı: 2010 - Karar No: 93
Konusu: Sandalyede Namaz
21 Kasım 2021 Pazar
Tedavi Amacıyla Bevl Kullanımı
Mutalaa Yılı: 2012 - Mutalaa No: 46
Konusu: Tedavi Amacıyla Bevl Kullanımı
20 Kasım 2021 Cumartesi
Küçüklerin Evlendirilmesi
Mutalaa Yılı: 2012 - Mutalaa No: 44
Konusu: Küçüklerin Evlendirilmesi
19 Kasım 2021 Cuma
Vajinal Akıntı ve Abdest
Karar Yılı: 2013 - Karar No: 10
Konusu: Vajinal Akıntı ve Abdest
Karar verildi.