18 Ekim 2020 Pazar

Deizme göre alem niçin yaratıldı?

 

Şimdi deist olan kişiye soruyoruz:

- İnandığın yaratıcı -ki biz ona Allah diyoruz- şu âlemi niçin yaratmıştır? Yani şu nakış nakış süslenmiş kuşlar, kelebekler, çiçekler, ağaçlar ve diğer bütün varlıklar niçin yaratılmıştır?..

Sakın, "Öylesine yaratmış, bir gayesi yok." deme. Zira bu alemin yaratıcısı hikmet sahibidir.

Baksana, şu dünyada her şeyin bir vazifesi var. Her şeye faydalar takılmış. Boş ve abes hiçbir şey yok. Bu da ispat eder ki, yaratıcımız hikmet sahibi bir yaratıcı. Hâl böyleyken sen nasıl olur da "Şu âlemin yaratılmasının hiçbir gayesi yoktur; boşuna yaratılmış." diyorsun.

Madem sen yaratılışın gayesini bilmiyorsun, o hâlde biz sana öğretelim; bu gaye şudur:

Her kemal ve güzellik sahibi, kendi kemalini ve güzelliğini göstermek ister. Bu sırdan dolayı, Allah da kendi kemalini ve güzelliğini göstermek için bu âlemi yarattı.

İşte varlıkların renk renk boyanması; farklı şekillerde ve suretlerde yaratılması, hikmetle donatılması, hep bu sırdandır: Yaratıcımız kendisini tanıttırmak ve bildirmek istiyor.

Madem Yaratıcımız kendisini tanıttırmak ve bildirmek istiyor, o hâlde peygamberler ve kitaplar göndermeli. Aksi takdirde bizler onu tanıyamayız. Mesela bak, yaratıcıya "Allah" dedik. Onun isminin “Allah” olduğunu bize peygamberler öğretti. Bir düşünsene, peygamberler olmasaydı, yaratıcımızın adını bile bilemezdik.

- Bilinmek için şu âlemi yaratan ve bu sebeple her varlığı nakış nakış süsleyen zatın, ismini bile bildirmediğini nasıl kabul edersin?

- Kendini bildirmek için bu kadar masraf yapan zat, nasıl olur da bilinmenin en kısa yolu olan peygamberleri göndermez ve kitapları indirmez?

Eğer Allah sadece kendi varlığını bilmemizi isteseydi, âlemi ve eşyayı bu kadar süslemezdi. Zira bir çiçekle de yaratıcının varlığını biliriz. Ama Allah bir çiçekle yetinmemiş, âdeta yeryüzünü bir sofra, baharı bu sofraya bir gül destesi yapmış.

Demek sadece varlığının bilinmesini istemiyor; isim ve sıfatlarıyla tanınmak istiyor. Bu da ancak peygamberlerin gönderilmesiyle, yani Allah'ın kendisini bizzat elçileri vasıtasıyla tanıtmasıyla mümkündür.

Eğer elçileri olmazsa onu tanıyamaz, hatta yanlış tanırız.

Mesela sana sorsak, “İnandığın yaratıcı uyur mu? Yer mi? İçer mi? Eşi ve çocukları var mı?...”

Bu ve benzeri sorulara "Hayır." diyebilmek için, vahye mazhar peygamberlere ve Allah'ın kendisini tanıttığı kitaplara muhtaç değil misin? Sönük aklınla bu sorulara nasıl cevap vereceksin?

Sözün özü: Allah Teâlâ bu âlemi kendisini bilmemiz için yaratmış ve varlıkları nakış nakış süsleyerek, onlarda tecelli eden isim ve sıfatları düşünmemizi istemiştir. Bunun yerine gelmesi için de mutlaka peygamberler gönderilmeli ve kitaplar nazil olmalıdır.

Çünkü insanın aklı bir yaratıcıyı bulsa da O'nun isim ve sıfatlarını hakkıyla keşfedemez. Hatta çoğu kez hata yapar. Ateşe tapan, ineğe tapan, yıldızlara ve diğer eşyaya tapan insanlar, bu sözümüzün şahididir.

Bir peygamber gelmezse kişi böyle şaşırmakta, ineği kendi rabbi zannetmektedir. Elbette bu âlemi yaratan zat, bu hataya düşmemize müsaade etmeyecek ve kendisini bizlere hakkıyla tanıtacak peygamberleri gönderecektir ve göndermiştir. Bunun inkârı, gündüzün ortasında Güneşi inkâr etmek kadar imkânsızdır.

https://sorularlaislamiyet.com/ozel-dosya/deizm-yanilgisi

17 Ekim 2020 Cumartesi

Bir insan niçin deist olur?

 

Bir insan niçin deist olur? Niçin peygamberleri ve kitapları inkâr eder? İnkârı bir delilden midir, yoksa başka bir sebep mi var?

 Bu bölümde bu soruların cevabını vereceğiz. Cevabı verirken deist kişiyi muhatap yapıp, onunla konuşacağız.

Şimdi deist olan kişiye soruyoruz:

- Allah'ın, peygamber ve kitap göndermediğini nereden biliyorsun?

Yoksa Allah sana tecelli etti ve gözüktü de "Ben peygamber ve kitap göndermedim." mi dedi?

Herhalde böyle olmamıştır. Öyleyse sen, Allah'ın hiçbir peygamber göndermediğini nasıl biliyorsun? Bil ki senin inkarın delilden kaynaklanmıyor.

Şimdi sana, Deist olmanın sebebini anlatalım.

Her günahta küfre giden bir yol vardır. O günah tövbe ve istiğfarla çabuk silinmezse, kişiyi küfre sürekler. Şöyle ki:

Sen evvela günahlara dalmış ve haramlara müptela olmuşsun. Kendini günahlardan kurtaramıyorsun. Günahı işlerken aklına gelen cehennem fikri, hazır lezzetini yok ediyor. Tam günahtan lezzet alırken birden aklına kabir azabı, cehennem azabı ve hesap geliyor.

İşte o anda arzu ediyorsun ki, keşke cehennem olmasaydı. Hatta keşke cehennemin sahibi olan Allah olmasaydı. Rahat rahat günah işleyip keyif sürseydin!..

İşte bu tasavvurdan, Allah'ı inkâr etmek duygusu ve meyli ortaya çıkıyor. Önce Allah'ı inkâr etmek istiyorsun. Ancak bunu yapamıyorsun. Çünkü sen de biliyorsun ki, bir harf kâtipsiz, bir iğne ustasız ve bir köy muhtarsız olmaz, olamaz.

Hâl böyleyken, bu alem nasıl ustasız, sahipsiz ve sultansız olur? Bu mükemmel varlıklar nasıl kendi kendine var olur? Şu kusursuz intizam, nasıl tesadüfün eseri olur?

Bunları sen de düşünüyor ve bu sebeple de Allah'ı inkâr edemiyorsun. Ama Allah'ın emirlerine itaat etmek sana zor geliyor. Bu sefer kendi kendine diyorsun ki:

“Bir yaratıcı olsun; ama emir ve yasakları olmasın. Her şey serbest ve helal olsun. Bir hesap ve azap olmasın.”

Emir ve yasakların olmaması için de peygamberlerin ve kitapların olmaması lazım. İşte bu düşünce, seni peygamberleri ve kitapları inkâra sevk ediyor. Bu sayede kendine göre hem günahları rahatça işliyor hem de Allah inancı sayesinde, kimsesizlikten ve sahipsizlikten kurtularak bir nevi rahata kavuşuyorsun.

Yani hiçbir emre muhatap değilsin, istediğin gibi günahları işleyebilirsin; ama başın sıkıştı mı da yardım dileyebileceğin bir yaratıcın var.

Sözün özü: Sen deistliği bir delilden dolayı tercih etmedin. Deist olmanın sebebi, cehennem korkusu ve cehennemi hatıra getirmenin, senin hazır lezzetini yok etmesidir. İşte seni deist yapan nefsinin bu aldatmasıdır.

Hâlbuki şöyle düşünsen hemen bu batıl itikadından vazgeçersin: Sen günahkâr olsan, ama iman hakikatlerini kabul etsen; belki Allah günahlarını affeder. En azından, günahların kadar ceza gördükten sonra cennete girersin. Ama eğer sadece rahat günah işlemek için iman hakikatlerini inkâr etsen, kâfir olarak öleceğin için cehennemde ebedi kalırsın, cennetin kokusunu dahi duyamazsın.

Bu makamda sana nasihatimiz şu:

Eğer günahlardan kurtulamıyorsan, Allah'tan af ve hidayet dile, O'na sığın. Günahları rahatça işleyeyim diye sakın deist olma. Yoksa son nefeste o kadar pişman olursun ki, hayalin dahi tasavvurundan aciz kalır.

https://sorularlaislamiyet.com/ozel-dosya/deizm-yanilgisi

16 Ekim 2020 Cuma

misafirperverlik


Peygamber sas"in misafiri hiç eksik olmazdı. Suffe ashâbı onun daimî misafirleri arasında idi. Bunlar fakir insanlardı. Aynı zamanda Peygamber sas"in ilk yatılı öğrencileri idi. Onların temel ihtiyaçlarını başta Peygamberimiz olmak üzere diğer Müslümanlar karşılıyordu. O dönemde ashâbın da maddî durumları pek iyi değildi. Fakat Efendimiz daha fazla misafir kabul etmeleri için Müslümanları teşvik ediyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu. O şöyle buyuruyordu:(Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 41.

Allah Resûlü İbn Mâce'de geçen bir rivayette misafire ikramın hayır ve berekete vesile olacağını müjdelerken,(İbn Mâce, Et’ıme, 55.) bir başka rivayette imkânı olduğu hâlde misafire ikramdan kaçınanları da, “Misafir ağırlamayan kimsede hayır yoktur.”diye  uyarır. (İbn Hanbel, IV, 157.)

Allah Resûlü"nün sünnetinde misafirperverlik cahiliyedeki gibi sadece bir âdet ve bir gelenek değil, aynı zamanda erdemli bir davranış ve bir ibadettir.

Allah Resûlü"nün hicrette Medine"ye ayak basar basmaz verdiği ilk mesajlar arasında, “Yemek yedirin!” vurgusunu yapması da manidardır: “Ey insanlar! Selâmı yaygınlaştırın, yemek yedirin ve insanlar uykudayken (gece) namaz kılın ki, esenlik içinde cennete giresiniz. ” Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 42. 
cennete girme vesilesi olarak misafire ikram da sayılmış bu hadiste.

Bir başka rivayette de aynı şekilde “Yâ Resûlallah bana öyle bir amel söyle ki o ameli yapınca cennete gireyim.” diyen Ebû Hüreyre"ye, Peygamber sas cennete götürecek amel arasında, “yemek yedirmeyi” de tavsiye etmiştir. İbn Hıbbân, Sahîh, II, 261.

 Buhârî'nin bir rivayetinde ise bazı zarurî hâllerde, bunun ifa edilmesi gereken bir misafir hakkı ve toplumsal bir görev olduğunu söyler Pey sas. Buhârî, Edeb, 85

Yolcunun duasının, kabul edilecek dualardan olduğunu söyleyen (Tirmizî, Birr, 7) Allah Resûlü, misafiri olduğu ev sahibine kendisi dua ettiği gibi ashâbına da dua etmelerini tavsiye ederdi. Bir defasında sahâbîleri ile birlikte Ebu"l-Heysem b. Teyyihân"ın evine misafir olan Peygamber sas, yemek sonrası sahâbîlerine, “Kardeşinizi mükâfatlandırın.” buyurdu. Ashâb bunun üzerine “Yâ Resûlallah onun mükâfatı nedir?” deyince Pey sas, “Bir adamın evine gidilir, yemeği yenir, içeceği içilir, sonra onun için dua ederlerse işte bu onun mükâfatıdır.” diyerek (Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54.) hoş bir misafirlik âdâbına da işaret etmiştir. “Misafirin de ev sahibini sıkıntıya sokacak kadar misafirliğini uzatması helâl olmaz.”(Buhârî, Edeb, 85.)buyurarak da misafirlik âdâbının bir başka yönüne dikkat çekmektedir.

Bir defasında kendisine ikram edilen bir yemeği Peygamber  sas ashâbına ikram etmiş, onlar da, “İştahımız yok.” diye karşılık verince Resûlullah, “Açlığı ve yalanı bir araya getirmeyin.” (İbn Mâce, Et’ıme 23.)buyurmuştur. Böylece ikram edilen mubah şeylerin misafir tarafından reddedilmemesini misafirlik âdâbı olarak öğretmiştir.Tirmizî, Edeb, 37.

Bütün bu ve benzeri rivayetlerden görüyoruz ki Peygamberimiz sas gerek davranışları gerekse sözlü beyanlarıyla insanları misafir ağırlamaya teşvik etmiştir. (Buhârî, Edeb, 31.) 

Müslümanlar Peygamber sas"den sonra bu güzel geleneği sürdürmüşler ve daha da geliştirerek devam ettirmişlerdir.  Ömer ra zamanında içerisinde un, hurma, kuru üzüm ve ihtiyaç maddeleri bulunan “dârü"r-rakîk” (İbn Sa’d, Tabakât, III, 283. )adlı evleri, Hz. Osman zamanında kurulan “dârü"d-dîfân”lar (misafirhaneler) (Taberî, Târîh, II, 609-610.) takip etmiştir. Bu gelenek daha sonra vakıflar, kervansaraylar ve imarethanelerle (Osmanlı Devleti döneminde yoksullara yardım amacıyla oluşturulan hayır kurumları) sürdürülmüştür. Bu geleneğin bir tezahürü olarak da geçmişten günümüze, misafirhaneler, konukevleri eksik olmamıştır. Ve hâlen misafirperverlik, Müslüman toplumların en önemli hasletlerinden biri olarak devam etmektedir.

Hadislerle İslam

15 Ekim 2020 Perşembe

Ölen kimsenin anne-babasının mirastaki payı nedir?


Anne, ölen çocuğuna her durumda mirasçı olur (Nisa, 4/11; Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 450). Ancak ne kadar miras alacağı diğer mirasçıların paylarıyla birlikte hesaplandığında ortaya çıkar. Nitekim ayette; “Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” (Nisa, 4/11) buyurulmuştur.
İslam miras hukukuna göre annenin mirasta üç hâli vardır:
1- Anne, ölenin oğlu, kızı, bunların oğlu ve kızı; hangi taraftan olursa olsun ölenin birden fazla kardeşiyle bulunursa altıda bir alır.
2- Bunlar bulunmazsa anne, üçte bir alır.
3- Bir tarafta baba, öbür tarafta koca veya karı ile beraber bulunursa karı ya da koca, hisselerini aldıktan sonra kalanın üçte birini alır.
Babanın da üç durumu vardır:
1- Baba, ölenin oğlu veya oğlunun oğlu ile birlikte bulunduğunda altıda bir alır.
2-Ölenin kızı veya oğlunun kızı yahut oğlunun... oğlunun kızı ile birlikte bulunduğunda altıda bir ve ilave olarak payları Kur’an-ı Kerim’de belirtilenlerden (ashab-ı ferâiz) artanı alır.
3-Bu iki grup mirasçı bulunmadığında asabe olur. Başka mirasçı yoksa terekenin tamamını, varsa bunlardan artanı alır.

14 Ekim 2020 Çarşamba

Taşınmaz mallar miras kaldığında kız ve erkek evlat bunları eşit olarak mı paylaşırlar?


İslam miras hukukunda mülkiyeti, murise (miras bırakan kişiye) ait malların tamamında, erkek ile kız evlatlar mirası ikili birli paylaşırlar (Nisa, 4/11). Bu konuda miras olarak kalan malın taşınır olması ile taşınmaz olması arasında fark yoktur. Mülkiyeti murise ait olmayıp devlete ait olan topraklarda devletin, kamunun maslahatına uygun bir şekilde tasarruf etme yetkisi vardır. Bu kabilden olarak Osmanlı Devletinde çıkartılan “Arazi ve İntikal Kanunu”nda mülkiyeti devlete ait olan (mirî) arazilerde tasarruf hakkının vefat edenin erkek ve kız çocukları arasında eşit olarak paylaştırılması kanunlaştırılmıştır (Bilmen, Kâmus, V, 399). Cumhuriyetten sonra vatandaşın elindeki topraklar özel mülke dönüştüğünden artık bu topraklar kişinin kendi mülkü olmuştur. Dolayısıyla bunlarda da İslam miras hukuku hükümleri geçerli olur.

13 Ekim 2020 Salı

Mirasçılar mirastan mahrum edilebilir mi?


Kişi, mirasçısını mirasından mahrum etme hak ve yetkisine sahip değildir. Ancak vârisin murisini öldürmesi, farklı dinlerden olmaları gibi mirasçılığa engel hâller bulunması durumunda mirasçı mirastan mahrum kalır (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 502-504).
Çocuklar anne-babanın gönlünü incitecek, sevgi ve gönül bağını koparacak olan isyan, eziyet ve hakaret gibi olumsuz duygu ve davranışlarda bulunmuşlar veya görevlerini yapmamışlarsa, dinen sorumlu olurlar. Ama bu yanlışlıkları veya görevlerini yapmamaları onların mirastan mahrum bırakılmalarına dinen sebep teşkil etmez. Çünkü İslam’da sorumluluklar bireyseldir. Herkes kendi görevini yapıp-yapmadığının hesabını Allah’a verecektir (Necm, 53/38-41).
Ailede anne-baba kendi sorumluluklarını, çocuklar da kendi sorumluluklarını bilerek, ailevî yaşantılarını bir Müslüman’a yakışır şekilde düzenleyip sürdürmek mecburiyetindedirler.
Bu itibarla, anne-babanın hangi sebeple olursa olsun çocuklarını mirastan mahrum etmek için evlatlıktan reddetme yetkisi bulunmadığı gibi mirastan mahrum bırakmak için vasiyette bulunması da caiz değildir.

12 Ekim 2020 Pazartesi

İslam miras hükümlerine uymamanın sorumluluğu var mıdır?


Müslümanın, Yüce Allah’ın koymuş olduğu hükümlere uyması gerekir; aksi takdirde manen sorumlu olur. Mirasla ilgili hükümler de bunlardan biridir. Dolayısıyla, varislerin haklarına düşene rıza göstermeleri ve diğerlerinin haklarına tecavüz etmemeleri gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de mirasla ilgili hükümler bildirildikten sonra devamla şöyle buyurulur: “İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar.” (Nisa, 4/13-14) Şu kadar var ki varisler, miras ile ilgili ayetleri inkâr etmemek ve onları adaletsiz bulmamak kaydıyla mirası kendi aralarında rızaya dayalı olarak diledikleri gibi paylaşma hakkına da sahiptirler. Bu durumda, Allah’ın mirasla ilgili olarak koymuş olduğu hükümlere muhalif davranmış olmazlar.

11 Ekim 2020 Pazar

Doğum kontrolünün dinî hükmü nedir?


Sağlığa zararlı olmamak şartıyla, deri altına hormon düzenleyici yerleştirmek (implant), kondom kullanmak, azil (geri çekilmek) gibi yöntemlerle hamileliğin önlenmesinde dinen bir sakınca yoktur. Bununla birlikte annenin hayatı söz konusu olmadıkça, hamilelik gerçekleştikten sonra, hangi aşamada olursa olsun, kürtaj ve benzeri yöntemlerle çocuğun alınması caiz değildir. Çünkü hamileliğin başlaması ile doğacak çocuğun hayat hakkı gerçekleşmiş olur. Maddi ya da sosyal endişelerle ceninin hayatiyetini bir şekilde sona erdirmek hayat hakkına tecavüzdür. Allah Teâlâ, “Fakirlik endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız.” (En’am, 6/151) buyurmuştur.

10 Ekim 2020 Cumartesi

Kadınlardan gelen beyaz ve kokusuz akıntı abdesti bozar mı?


Kadınlardan gelen; âdet, lohusalık ve özür kanı dışındaki akıntıların abdesti bozup bozmadığına dair Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilen bir bilgi bulunmamaktadır. Fıkıh kaynaklarında ise, erkek kadın ayırımı yapılmaksızın iki yoldan (önden ve arkadan) gelen her şeyin abdesti bozduğu ifade edilmektedir (Merğînânî, el-Hidâye, I,106; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 230; Nevevî, Ravda, II, 102; Kâsânî, Bedâî’, I,24; İbn Cüzey, el-Kavânîn, 89).
Günümüzdeki tıbbî verilere göre sağlıklı her kadından beyaz ve kokusuz bir akıntı (rutûbetü’l-ferc) salgılanması normal bir durum olarak kabul edilmektedir. Bu akıntı rahimden değil, daha aşağıdan gelmekte, herhangi bir necis madde ile de karışmamaktadır. Bu nedenle temiz kabul edilen akıntı abdesti bozmadığı gibi çamaşıra bulaşması da namaza engel değildir (Kâsânî, Bedâî’, I, 24; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 305).

9 Ekim 2020 Cuma

ÇOCUKLAR NEDEN YALAN SÖYLER


Bize bir anne geldi. “Doktor, dedi, oğlum sık sık yalan söylüyor. Yaşadığını söylediği hikâyeler uyduruyor. Ailece yalandan nefret ederiz. Çocuğuma yalan söylediğimizi hiç hatırlamıyorum. Bu durum beni çok üzüyor. Defalarca yalanın kötü bir şey olduğunu söylediğim halde vaz geçiremedim. Size gelmekten başka çarem kalmadı.”

Anneyi dinledikten, çocuk ve aile hakkında birkaç soru sorduktan sonra konu anlaşıldı. Tebessüm ederek, “Boşuna telaşlanmışsınız, ortada yalan diye bir şey yok, çocuğunuzun davranışları gayet normal.” dedim.

Anne rahatlayacağı yerde iyice telaşlandı:

– Nasıl olur, söylediklerinin yalan olduğununu ben biliyorum. Hatta, bir defasında, sıkıştırdığım zaman “Yalan söylemiyorum, sen de vardın, beraber otobüse bindik.” dedi.

Bu son sözler üzerine olay iyice aydınlanmıştı.

– Boşuna telaşlanmışsınız, dedim, olay gayet basit. Çocuk size rüyasını anlatmış.

Anneye gerekli açıklamaları yaptıktan ve örnekler verdikten sonra ancak ikna edebildim. Yalan söylediğinden yakındığı oğlu, üç buçuk yaşındaydı ve ilk çocuğuydu. Anne olaya yetişkin gözüyle baktığı için yanılıyordu. Ona göre, olmamış bir olayı olmuş gibi anlatmak ve kendisini olayın kahramanı olarak göstermek yalancılıktı. Annenin verdiği bilgiye göre, çocuğun yalan söylemesi için bir sebep yoktu. Anne ve baba çocuklarını seviyor, ona değer veriyor, yeterince zaman ayırıyorlardı. Aşağıda anlatacağımız gibi, çocuğu yalan söylemeye iten çeşitli sebepler vardır. Bunların başında “güvensizlik duygusu” gelir. Sevildiğinden ve kendisine değer verildiğinden emin olmayan çocuk, kendisinin merkezinde olduğu hikâyeler uydurarak dikkat çekmek ve güven kazanmak ister. Ancak, burada yine amacı yalan söylemek değildir.

Vakamızdaki çocuğa gelince, teşhisimize göre, çocuk anneye ve babaya gördüğü rüyaları anlatmaktadır. Dört yaşına kadar çocuklarda benmerkezci (egosantrik) bir kişilik hâkimdir. Eşyaya ve olaylara kendi gözleriyle bakarlar. Dünyanın merkezinde kendileri vardır. Canlı-cansız ayırımı yapamazlar. Kendileri canlı olduğuna göre, her şey canlıdır. Bindiği oyuncak at ile gerçek at arasında fark yoktur. Onunla canlıymış gibi konuşur. Bu yaştaki çocuklar, rüya ile gerçek dünya arasında ayırım yapamazlar. Rüyayı yaşanmış olarak algılarlar. Vakamızda “yalan söylemiyorum, sen de vardın, beraber otobüse bindik,” sözlerinden bunu anlıyoruz. Eğer anne çocuk gelişimi ve psikolojisi hakkında bilgi sahibi olsaydı bize gelmesine gerek kalmaz, olayı kolayca çözerdi.

Yalan Söylemek Bir Davranış Bozukluğudur

Beş yaş ve üzerindeki çocuklarda “yalan” bir davranış bozukluğu olarak değerlendirilir. Eğer buna tırnak yemek, altını ıslatmak, kekemelik, tik, inatçılık, tembellik, saldırganlık, korkaklık, içe kapanıklık gibi bir veya birkaç davranış bozukluğu da eşlik ediyorsa durum ciddi demektir.

Gelişmiş elektronik cihazlarda, her biri farklı görevler yapan yüzlerce devre vardır. Bu devrelerden biri arıza yaptığı zaman devreye bağlı bir uyarı sinyali harekete geçerek kullanıcıyı uyarır. Bilgisayar kullananlar bunu çok iyi bilirler. Arıza giderilmediği ve çalışmaya devam edildiği taktirde bilgisayar sağlıklı çalışmadığı gibi, zamanla daha ciddi arızalar ortaya çıkacaktır. Aynen bunun gibi, çocuklarda ortaya çıkan bir davranış bozukluğu farkedilmez veya ciddiye alınmazsa zamanla daha ağır bozukluklar buna eşlik edecek, tedavisi güç ruh sağlığı problemleri ortaya çıkacaktır.

Anne babalar, çocuklarında gördükleri bir davranış bozukluğunu, ruh sağlığının tehlikede olduğunu haber veren bir uyarı sinyali anlamına geldiğini bilmeli, çocuğu suçlayarak veya baskı kurararak bunu gidermeye çalışmamalı, “Ben nerede yanlış yaptım?” sorusuna cevap arayarak olaya yaklaşmalıdır.

Çocuk Yalan Söylemeyi Bizden Öğrenir

Amerika’da çalıştığım okullarda çocukların yalan söylediklerine ve kopya çektiklerine hiç rastlamadım. Yine üzülerek ifade edeyim ki, Türkiye’de çalıştığım okullarda en dindar aile çocuklarının bile sıkıştıklarında yalan söylediklerine ve kopya çektiklerine çok rastladım. Neden Amerikalı çocuk yalan söylemez de Türk çocuğu yalan söyler? Sorunun cevabı gayet basit: Çocuk yalanı aileden öğrenmektedir. Belki doğrudan değil, ama dolaylı yoldan çocuğa yalanı biz öğretiyoruz. Telefona cevap vermeye giden çocuğuna, “Beni filanca sorarsa evde yok dersin.” diyen bir baba veya anne, dolaylı yoldan çocuğa yalan söylemeyi öğretmektedir. Yine okul yıllarında nasıl kopya çektiğini, bulduğu yeni kopya çekme usulleriyle öğretmenini nasıl atlattığını övünerek anlatan bir baba, çocuğunu kopya çekmeye ve kolay yoldan not almaya özendirmektedir.

Bayanlar arasında sık kullanılan “beyaz yalan” sözünü duymuşsunuzdur. Kimseye zararı olmayan yalana beyaz yalan denirmiş. Bir kimseye yalan söylemekle onu aldatmış olmuyor muyuz? Aldatmanın siyahı ve beyazı olur mu?

Çocuk İlgi Çekmek İçin Yalan Söyler

Yalan söyleyen çocuğun yaşına bakılır. Eğer beş yaşın altında ise, yalan söylemenin amacı kesinlikle aldatmak değildir. Yeterli sevgi alamayan veya gördüğü sevgiden emin olmayan, ilgi eksikliği yaşayan çocuklar dikkatleri kendi üzerlerine çekmek için hikaye uydururlar. Bu çocuklar, azarlanmak ve dayak yemek pahasına da olsa her çareye baş vururlar. Yaramazlık yapan ve yalan söyleyen çocukların amacı anne babayı kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir. Ancak, yaramazlık yapmalarına rağmen, yeterli ilgiyi elde edemezler ve sevildiklerinden emin olamazlarsa saldırgan bir kişilik geliştirmeye başlarlar.

Çocuk Güven Kazanmak İçin Yalan Söyler

Ana okuluna ve ilköğretim okuluna devam eden çocuklarda sık görülen bir yalan türüdür. Eğer çocuk derslerinde başarılı değilse, okulda ve ailede tembelliği başa kakılıyor, horlanıyor, aptal yerine konuyorsa; bu çocukta telafisi zor bir aşağılık duygusu gelişmeye başlar. Kendini değersiz, aptal, işe yaramaz biri olarak görmeye başlar.

Hiçbir çocuk bilerek tembelliğe ve başarısızlığa razı olmaz. Onu başarısızlığa iten sebepler vardır. Mesela, hiperaktivite ve dikkat eksikliği bozukluğu olan bir çocuk, dikkatini uzun süre yoğun tutamayacağı için istese de fazla başarılı olamaz. Dikkati sık sık başka şeylere kaydığı için sınıfta anlatılanları aklında tutamaz. Sırasında rahat oturamaz. Öğretmenini ve arkadaşlarını rahatsız edecek davranışlarda bulunur. Ev ödevlerini gerektiği gibi yapamaz. Tembellik ve başarısızlık bu çocuğun suçu değildir. Tedavi edilmesi gerekir. Hiperaktif çocuklar, başarısızlıklarını örtmek ve güven kazanmak için yalan söyler.

Her insan gibi, çocuk da toplum tarafından beğenilmek ve taktir edilmek ister. Çocuk ilk beğeniyi anne ve babasından bekler. Sevilen, ailede adam yerine konan, değer verilen ve iyi davranışları taktir edilen, zekası normal bir çocuğun başarılı olması beklenir ve başarılı da olur. Derslerinde başarısız, arkadaşlarıyla geçimsiz, davranış bozuklukları olan ve sık yalan söyleyen bir çocuk bize getirildiği zaman; ilk iş olarak aileyi inceleriz. Beyinde arıza bırakacak bir hastalık geçirip geçirmediğini, doğumunun normal şartlar altında gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırırız.

Çocuk Cezadan Kaçmak İçin Yalan Söyler

Dürüstlüğü ve doğru sözlülüğü karşısında ceza gören bir çocuk, cezadan kaçmak için yalan söyleyebilir. Cezalandırma dayaktan ibaret değildir. Dayak en kötü disiplin aracıdır ve eğitime olumlu bir katkısı yoktur. Günah keçisi gibi devamlı suçlanan, kendisini savunmasına izin verilmeyen, başkalarıyla kıyaslanan çocuklar da bir anlamda cezalandırılmış demektir. Eğer sınavdan aldığı düşük notu söylediğinde azar işitir, “Yine mi zayıf aldın, bu notlar ne zaman düzelecek, ne zaman çalışmaya başlayacaksın?” suçlamalarıyla karşılaşırsa; bir sonraki zayıfını söyleme cesareti gösteremeyecek, yalana baş vuracaktır.

Yalan söyleyen çocuğun kendisine saygısı kalmaz, kendisinden utanır. Özgüvenden yoksundur. Yeteneklerinin ve sahip olduğu değerlerin farkında değildir. Kendisini değersiz ve işe yaramaz olarak görür.

Anne babalar, çocuklarının fizik sağlığı ile ilgilendikleri kadar ruh sağlıklarıyla da ilgilenmelidir. Ruh sağlığı bozulmuş bir çocuğun fiziksel ihtiyaçları fazlasıyla yerine getirilse bile hastalıklı bir kişilik geliştirecektir. Yüksek makamlara gelmesi, büyük paralar kazanması onu mutlu etmeye yetmeyecek, içinde hep ruhsal bir açlık hissedecektir.

(Ali ÇANKIRILI, Zafer Dergisi, Sayı: 292, Aralık-2001)

8 Ekim 2020 Perşembe

Bilgisayar oyunları ve internetin çocuk üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?


“Aniden yerinden kalkıp bağırmaya başladı. Kendisine ateş eden adamı öldüremediği için aşırı bir tepki göstermişti. Bir daha denemeye koyuldu. Bir oturup bir kalkıyor, karşısındaki kişiyi yok etmek istiyordu. Rakibine ciddi zararlar vermişti. Karşısındaki adamın kanlar içinde kalmasıyla bir kahkaha attı. Bu olaylar tekrar tekrar devam etti. Ölesiye savaşıyor, düşmanlarına zarar vermek için elinden geleni yapıyordu. Annesi birkaç kere yemeğe çağırmasına rağmen masadan kalkmamıştı. Oyuna öylesine kapılmıştı ki başka hiçbir şey düşünmüyordu.”

Buna benzer hâdiseler son zamanlarda evlerde ve internet kafelerde sık sık yaşanıyor. Bilgisayar karşısında çocuklar ve gençler vaktini sürekli oyun oynamakla geçirmektedir. Anne-babaların, ''Çağın icaplarını yerine getirelim, yaşıtlarından geri kalmasın veya derslerine de yardımcı olsun.'' düşüncesiyle sıcak baktıkları bilgisayar, çocuklar tarafından çoğunlukla oyun için kullanılıyor. Masum olarak başlanan kullanma, zamanla maksadının dışına çıkmaktadır. Anne-babaların ortak sıkıntısı olan 'kontrolsüz bilgisayar kullanımı' uzmanların bile çözümü zor bir problem olarak karşısında durmaktadır.

Bilgisayar oyunları, çocukların şuuraltına ve sonraki hayatlarına nasıl tesir ediyor? Çocuğun gelişmesine müspet tesir edecek oyunlar, bilgisayarla sağlıklı sunulabiliyor mu?

Bilgisayar oyunları iki kategoride değerlendirilebilir. Birincisi, eğlendirerek, maharet geliştirilmesine, hayatın kavranmasına ve ahlâkî değerlerin aşılanmasına vesile olan oyunlar; ikincisi ise, hayal dünyasını zenginleştirmeyen, düşünce dünyasına katkıda bulunmayan, buna karşılık şiddeti ve ahlâksızlığı teşvik eden oyunlardır.

Çocuğun zihnen, bedenen ve kalben gelişmesinde oyunun müspet tesiri, hem oyunun muhtevasına, hem de oyunda geçirilen süreye bağlıdır. Bu süre ne çok, ne de az olmalıdır. Bu hususta dengeyi tutturmak, çocuğa zamanı verimli kullanma eğitimi vermekle mümkündür. Zamanını gereksiz şeylere harcayan çocuklar erişkinliklerinde de zaman konusunda duyarsız olabilmektedir. Kısacası zamanın kıymeti, bir şekilde çocuğa benimsetilebilmelidir.

Bilgisayar karşısında geçirilen boş saatler, çocuk ve gençlerin pasifleşmelerine sebep olur. Bu durum, çocuklarda stresi artırır. Özellikle hareketli, erkek çocuklarda bu hareketsizlik enerji birikmesine ve çocuğun davranışlarına olumsuz tesir eder. Bedendeki enerjinin sportif faaliyetlerle dışarı atılması, büyüme, gelişme ve paylaşmayı öğrenme açısından yararlıdır. Egzersiz, büyüme hormonunun salınmasına da vesile olur. Ayrıca, bilgisayar başında harcanan zaman, çocukları ve gençleri faydalı oyun, ders çalışma, spor yapma vb. kültürel faaliyetlere katılmaktan mahrum bırakır.

Birçoğumuz, çocuklarımızın meramını iyi ifade edemediğinden, açık ve net iletişim kuramadığından yakınır. Çocuklarımıza bir soru sorduğumuzda, onlardan ya kısa bir cevap alır veya çok bildik bir cevap duyarız. Bunun ortaya çıkışında, bilgisayar karşısında geçirilen zamanın önemli bir tesiri vardır.

Bilgisayar oyunlarındaki şiddetin her yeni oyunda biraz daha arttığını görüyoruz. Oyun endüstrisi, çocukları ekran başına çekebilmek için her türlü yolu mübah görmektedir. Yaşa uygun olmayan görüntüler, çocukların şuuraltının şekillenmesine sebep olur. Şiddet görüntülerine uzun süre mâruz kalan çocuklarda, endişe ve korku, şiddete temayül, âni parlama ve şiddeti sıradan görme gibi durumlar söz konusu olur. Şiddet dolu film seyreden ve oyun oynayan çocukların tepkileri zamanla değişir, arkadaşlarına ve çevrelerine daha fazla şiddet uygularlar. Küçük bir anlaşmazlıkta, itme ve tekme atma gibi davranışlar sergilerler. Olumsuz görüntülerden etkilenen çocuklarda, endişeli haller ve uyku bozuklukları ortaya çıkar, kişilik gelişmeleri olumsuz yönde etkilenir.

Okul öncesi çocuklarda, beş duyuya hitap eden davranışların sebep ve neticesi sorgulanmadığından, yukarıdaki anormallikler daha fazla görülür. Buna aşağıdaki hâdiseler misal verilebilir: "Şiddet unsuru taşıyan filmler izleyen üç buçuk yaşındaki bir çocuk, belli bir süre sonra tv'de gördüğünü uygulamaya geçirip kardeşini bıçaklayarak öldürmüştür. Kendini çizgi film kahramanı zanneden bir çocuk ise, uçmak niyetiyle yedinci kattan kendini aşağıya atmıştır. Fransa'da bilgisayar oyunlarında başarılı olamayan bir çocuk, sık ve aşırı sinirlenmeler neticesinde sara olmuştur." Buna benzer hadiseleri maalesef sık sık duymaktayız. Çocuklarımızın şuur altını güzellikler, iyilikler, şefkât, yardımseverlik ve başkalarını düşünme gibi olumlu özelliklerle doldurmak için onlara faydalı alternatif oyunlar sunmalıyız.

Zararlı oyunlar aynı zamanda çocukların millî kültürlerini öğrenmesini engellemekte, dolayısıyla kültürel erozyona sebep olmaktadır. Bu tür oyunlarda yabancı toplumların kültür değerleri sık sık kullanılmakta, farklı inanışların sembolleri şuur altına yerleştirilmekte, çocuklarımız farkında olmadan bunların tesiri altında kalmaktadır. Bu tür oyunlarda İslâmiyet öcü gibi gösterilmekte ve Müslümanlar terörist gibi düşünülüp vurdurulmaya çalışılmaktadır.

Kendisini bilgisayar oyunlarına kaptıran çocuklar çevrelerine yabancılaşır. Arkadaş bulmada zorlanan bu çocuklar bilgisayara tamamen mahkum olarak, kendilerini toplumdan tecrit ederler. Artık bu noktadan sonra, çocuğun tek arkadaşı bilgisayar olmakta, çocuk vakit geçirse bile, yalnızlık duygusundan kurtulamamaktadır. Anne-babaların, çocukların gelişmesine uygun meşguliyet sağlayarak, bilgisayar oyunları için harcanan zamanı dengelemeleri gerekmektedir.

Birçok bilgisayar oyununda gösterilen kötü karakterler, çocuğun şahsiyetinin oluşmasında olumsuz rol alır. Bu oyunlarda verilen, güçlü ve kuvvetli olmaya çalışma, başkalarının hayatını önemsememe, yaşamak için yok etme, ahlâkî değerlerin horlanması, başkalarının duygularını önemsememe, karşısındakine değer vermeme, insanları kategorize etme gibi mesajlar çocuğun kişiliğinin gelişmesine olumsuz tesir eder.

Oyunlar, dikkat ve öğrenmeye de tesir eder. Bilgisayar ekranında sıkça değişen görüntüler, çocukların dikkatini dağılmasına sebep olarak, konsantrasyon eksiğinin ortaya çıkmasını tetikler. Ayrıca aşırı ışık bazı hassas çocuklarda epileptik nöbetlere sebep olabilir.

Bilgisayar oyunları netice itibarıyla çocukta hayatta her şeyi bir oyun olarak görme eğilimine, sürekli hayal kurmaya, oyunda işlenen temalarla oyun sonrasında da zihnî meşguliyete, bu temaları arkadaşlarıyla olan oyunlara ve davranışlara taşımaya, aile ile olan münasebetlerde ve birlikte geçirilen zamanlardaki azalmaya, asosyal bir hayat tarzının yerleşmesine ve hayal ile gerçeği karıştırmaya sebep olmaktadır.

Elbette çağımızın bir gerçeği olan bilgisayarın faydalarına duyarsız kalmak mümkün değildir. İdeal olan, bilgisayarın olumlu yönlerinden istifade edip, menfi tesirlerinden de korunmaktır. Çocukların gelişimi için ayrılan oyun zamanı, sanal oyunlarla gerçekleri arasında dengeli şekilde paylaştırılmalıdır. Bu konuda;

— Onların da aktif olarak katılabileceği,
— Çocuk eğitimi uzmanlarının ve rehberlerin tavsiye ettiği,
— Tarih şuuru kazanmayı ve kendi kültür değerlerini benimsemeyi sağlayan,
— Dikkat ve muhakeme gelişmesini destekleyen,
— Paylaşma, takım ruhu, yardımseverlik, fedakârlık, doğruluk, çalışkanlık gibi hasletleri kazandıran,
— Merak hissini kamçılayan, öğrenmeyi kolaylaştıran ve sevdiren,
— Anne ve baba ile birlikte oynanan,
— Vazife ve sorumluluk şuuru kazanmayı sağlayan,
— Hayal gücü, düşünme alışkanlığı, keşif ve icat etme istidadını geliştiren oyunlar tercih edilmelidir.

Yüce Yaratıcı'nın insana verdiği önemli nimetlerden olan göz, kulak ve diğer organlar, bilgisayar karşısında sadece eğlenmeye yönelik oyunlar için meşgul edildiğinde, yaratılış gâyesi dışında kullanılmış olur. Dolayısıyla, anne-babalara düşen hayatî sorumluluk, çocuklarının görme, işitme, hissetme ve muhakeme etme gibi melekelerinin doğru istikamette değerlendirilmesine dikkat etmek ve buna imkân hazırlamaktır.

https://sorularlaislamiyet.com/bilgisayar-oyunlari-ve-internetin-cocuk-uzerindeki-olumsuz-etkileri-nelerdir-bu-etkileri-nasil-0