Ehl-i sünnet kelamcılarına (sahih İslam inancını açıklayan ve farklı inançlara karşı savunan alimlere) göre Allah Teâlâ bütün türleri birden ve ayrı ayrı yaratmıştır. Türler arsında evrimleşme yoluyla geçişler yoktur, evrim türlerin kendi içinde olabilmektedir.
Bu inanç ve düşüncenin dayandığı naslar(insanın yaratılışı ile ilgili olanları) ve kısaca açıklamaları şöyledir:
İnsan suresinin 1. âyetine göre "İnsanın (varoluş tarihinde) adının sanının bulunmadığı bir zaman parçası şüphesiz gelip geçmiştir". Bu âyet, insan yok iken yani bir varlık değilken kesinlikle üzerinden bir zaman geçtiğini, yaratılışı tamamlanıp mükemmel bir insan haline gelinceye kadar varlıklar arasında bulunmadığını ifade eder. Çünkü insan yaratılışı tamamlanmadan önce yeryüzünde toprak, sonra babasının sulbünde bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim Yüce Allah 2.âyette insanı "katışık bir nutfe"den yani ana rahminde döllenmiş bir yumurtadan yarattığını ifade buyurmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lütfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tabi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır
İnsanın yaratılış aşamaları hakkındaki ayetlerden birkaçı:
"Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayın ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra belli belirsiz et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) açıkça gösterelim; ve biz dilediğimizin rahimlerde belirli bir vakte kadar kalmasını sağlarız, sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz. İçinizden kimi erken vefat ettirilirken kimi de önceden bildiklerini bilmez hale gelinceye kadar ömrün en düşkün çağına eriştirilir. Öte yandan yeryüzünü kupkuru ve cansız görürsün; üzerine yağmur indirdiğimizde ise (bir de bakarsın) canlanıp kabarır ve her cinsten güzel bitkiler çıkarır." Hac 22/5
Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz;
Sonra onu sağlam bir korunakta nutfe haline getiriyoruz.
Ardından nutfeyi (döllenmiş yumurta) alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et (görünümünde) yapıyor, bu etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere adale giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir yaratık halinde inşa ediyoruz. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir. Mü'minûn 23/12-14
O akıtılan meniden bir damlacık (sperm) değil miydi? Kıyamet 75/37).
Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz;
Sonra onu sağlam bir korunakta nutfe haline getiriyoruz.
Ardından nutfeyi (döllenmiş yumurta) alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et (görünümünde) yapıyor, bu etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere adale giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir yaratık halinde inşa ediyoruz. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir. Mü'minûn 23/12-14
O akıtılan meniden bir damlacık (sperm) değil miydi? Kıyamet 75/37).
İnsanın yaratılışını anlatan bir başka âyetin meali de şöyledir: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının" (Nisâ:4/1).
Kur'an'da nefis (en-nefs) ve çoğulu enfüs, "insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru" mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (Gazzâlî, İhyâ, II, 2 vd.), bazıları ise nefs ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah'ın "neseme" adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah'a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah'ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah'ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye; emmâre (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, levvâme (kendini tenkit eden, kınayan), mülheme (ilâhî ilhama mazhar olan), mutmainne (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), râdıye (Allah'ın takdirine razı olan), merdıyye (Allah'ın rızasına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmaya çalışır (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü'l-ilâhiyye, Haydarâbâd, 1967, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 38-40, 58-61).
"İlk insan ve onun eşi aynı özden yaratıldıktan sonra ilk üreme ve onu takip eden nesillerin oluşması nasıl gerçekleşmiştir" sorusuna cevap arayan alimlerin bir kısmı, "Havva'nın ikiz doğurması ve aynı batında doğmayanların (bir sonrakinde doğanların) öncekilerle evlendikler gibi" akıl ve nakil yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan formüller ileri sürmüşlerse de bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ'nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah'ın ruhundan üflemesinden kayıtları ve şekilleri vardır. Son şekil Hz. Îsâ'nın yaratılması ile ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah'ın ruhundan üflemesi (Enbiyâm 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan "ruhun insan şekline bürünüp Meryem'e görünmesi" (Meryem 19/17) ile hamile kalmış ve Allah'ın ona ulaştırdığı bir kelimesi (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ'yı doğurmuştur. Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, Rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ'yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine "kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini ifade ederek" bunun nasıl olacağını sormuştu, Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: "İşte böyledir, Allah dilediğini yapar" (Âl-i İmrân 3/40), "...bu benim için kolaydır, sen hiçbir şey değilken seni de yarattım" (Meryem 19/9). Hz. Âdem'in yaratılmasında ana da yoktur baba da, Hz. Îsâ'nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ'nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sağlam rivayetlerde "kardeşlerin birbiri ile evlendikleri" bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek bize daha uygun görünmektedir.
Darwin hakkında kısa bir ek bilgi:
"Darwin'in inançlı bir Hıristiyan olarak yetiştirildiği, ancak inancının giderek zayıfladığı bilinen bir gerçektir. Çoğu yorumcu da ‘agnostik' (bilinemezci) olarak öldüğü kanısındadır. Bazılarına göre ise aslında ateizm noktasına varmıştır, ama dindar bir Hıristiyan olan eşi Emma Darwin'i üzmemek için bunu açıkça ifade etmemiştir. İşin ilginç bir yönü, Darwin'in inancındaki erimenin, gördüğü bilimsel kanıtlardan ziyade, yaşadığı psikolojik travmayla ilgili oluşudur. Onu dini inançtan soğutan en büyük etken, kızı Annie'nin 10 yaşında iken hastalanarak ölmesidir. Darwin'in üç kuşak sonradan torunu olan Randal Keynes, ‘Annie'nin Kutusu: Darwin, Kızı ve İnsan Evrimi' adlı kitabında bunu detaylarıyla anlatır. Aslında bu travma Darwin'e has da değildir. New York Üniversitesi psikoloğu Paul C. Vitz, ‘Ateizmin Psikolojisi' adlı 1999 basımı kitabında, önde gelen ateist düşürlerin çoğunun şaşırtıcı biçimde sorunlu aile hayatlarına sahip olduğunu inceler. Vitz'e göre, "Tanrı'ya inancın önündeki engeller rasyonel değil, genel anlamda, psikolojiktir." Eğer Vitz düşüncesinde haklı ise, o zaman ateist Freud'un "Tanrı'ya inanç, çocukluktan kalma bir duygusallıktan gelir" şeklindeki iddiasının neredeyse tam aksi bir sonuca varmak gerekiyor. Kaldı ki zaten Freud'un kendisi de içinde bol miktarda ensest bulunan hayli ‘sorunlu' bir ailenin ürünüdür..."
h.karaman
Kur'an'da nefis (en-nefs) ve çoğulu enfüs, "insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru" mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (Gazzâlî, İhyâ, II, 2 vd.), bazıları ise nefs ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah'ın "neseme" adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah'a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah'ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah'ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye; emmâre (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, levvâme (kendini tenkit eden, kınayan), mülheme (ilâhî ilhama mazhar olan), mutmainne (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), râdıye (Allah'ın takdirine razı olan), merdıyye (Allah'ın rızasına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmaya çalışır (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü'l-ilâhiyye, Haydarâbâd, 1967, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 38-40, 58-61).
"İlk insan ve onun eşi aynı özden yaratıldıktan sonra ilk üreme ve onu takip eden nesillerin oluşması nasıl gerçekleşmiştir" sorusuna cevap arayan alimlerin bir kısmı, "Havva'nın ikiz doğurması ve aynı batında doğmayanların (bir sonrakinde doğanların) öncekilerle evlendikler gibi" akıl ve nakil yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan formüller ileri sürmüşlerse de bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ'nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah'ın ruhundan üflemesinden kayıtları ve şekilleri vardır. Son şekil Hz. Îsâ'nın yaratılması ile ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah'ın ruhundan üflemesi (Enbiyâm 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan "ruhun insan şekline bürünüp Meryem'e görünmesi" (Meryem 19/17) ile hamile kalmış ve Allah'ın ona ulaştırdığı bir kelimesi (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ'yı doğurmuştur. Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, Rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ'yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine "kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini ifade ederek" bunun nasıl olacağını sormuştu, Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: "İşte böyledir, Allah dilediğini yapar" (Âl-i İmrân 3/40), "...bu benim için kolaydır, sen hiçbir şey değilken seni de yarattım" (Meryem 19/9). Hz. Âdem'in yaratılmasında ana da yoktur baba da, Hz. Îsâ'nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ'nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sağlam rivayetlerde "kardeşlerin birbiri ile evlendikleri" bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek bize daha uygun görünmektedir.
Darwin hakkında kısa bir ek bilgi:
"Darwin'in inançlı bir Hıristiyan olarak yetiştirildiği, ancak inancının giderek zayıfladığı bilinen bir gerçektir. Çoğu yorumcu da ‘agnostik' (bilinemezci) olarak öldüğü kanısındadır. Bazılarına göre ise aslında ateizm noktasına varmıştır, ama dindar bir Hıristiyan olan eşi Emma Darwin'i üzmemek için bunu açıkça ifade etmemiştir. İşin ilginç bir yönü, Darwin'in inancındaki erimenin, gördüğü bilimsel kanıtlardan ziyade, yaşadığı psikolojik travmayla ilgili oluşudur. Onu dini inançtan soğutan en büyük etken, kızı Annie'nin 10 yaşında iken hastalanarak ölmesidir. Darwin'in üç kuşak sonradan torunu olan Randal Keynes, ‘Annie'nin Kutusu: Darwin, Kızı ve İnsan Evrimi' adlı kitabında bunu detaylarıyla anlatır. Aslında bu travma Darwin'e has da değildir. New York Üniversitesi psikoloğu Paul C. Vitz, ‘Ateizmin Psikolojisi' adlı 1999 basımı kitabında, önde gelen ateist düşürlerin çoğunun şaşırtıcı biçimde sorunlu aile hayatlarına sahip olduğunu inceler. Vitz'e göre, "Tanrı'ya inancın önündeki engeller rasyonel değil, genel anlamda, psikolojiktir." Eğer Vitz düşüncesinde haklı ise, o zaman ateist Freud'un "Tanrı'ya inanç, çocukluktan kalma bir duygusallıktan gelir" şeklindeki iddiasının neredeyse tam aksi bir sonuca varmak gerekiyor. Kaldı ki zaten Freud'un kendisi de içinde bol miktarda ensest bulunan hayli ‘sorunlu' bir ailenin ürünüdür..."
h.karaman