3 Haziran 2020 Çarşamba

evrim


Ehl-i sünnet kelamcılarına (sahih İslam inancını açıklayan ve farklı inançlara karşı savunan alimlere) göre Allah Teâlâ bütün türleri birden ve ayrı ayrı yaratmıştır. Türler arsında evrimleşme yoluyla geçişler yoktur, evrim türlerin kendi içinde olabilmektedir.

Bu inanç ve düşüncenin dayandığı naslar(insanın yaratılışı ile ilgili olanları) ve kısaca açıklamaları şöyledir:

İnsan suresinin 1. âyetine göre "İnsanın (varoluş tarihinde) adının sanının bulunmadığı bir zaman parçası şüphesiz gelip geçmiştir". Bu âyet, insan yok iken yani bir varlık değilken kesinlikle üzerinden bir zaman geçtiğini, yaratılışı tamamlanıp mükemmel bir insan haline gelinceye kadar varlıklar arasında bulunmadığını ifade eder. Çünkü insan yaratılışı tamamlanmadan önce yeryüzünde toprak, sonra babasının sulbünde bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim Yüce Allah 2.âyette insanı "katışık bir nutfe"den yani ana rahminde döllenmiş bir yumurtadan yarattığını ifade buyurmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lütfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tabi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır 


İnsanın yaratılış aşamaları hakkındaki ayetlerden birkaçı:

"Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayın ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra belli belirsiz et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) açıkça gösterelim; ve biz dilediğimizin rahimlerde belirli bir vakte kadar kalmasını sağlarız, sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz. İçinizden kimi erken vefat ettirilirken kimi de önceden bildiklerini bilmez hale gelinceye kadar ömrün en düşkün çağına eriştirilir. Öte yandan yeryüzünü kupkuru ve cansız görürsün; üzerine yağmur indirdiğimizde ise (bir de bakarsın) canlanıp kabarır ve her cinsten güzel bitkiler çıkarır." Hac 22/5

Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz;
Sonra onu sağlam bir korunakta nutfe haline getiriyoruz.
Ardından nutfeyi (döllenmiş yumurta) alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et (görünümünde) yapıyor, bu etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere adale giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir yaratık halinde inşa ediyoruz. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir. Mü'minûn 23/12-14

O akıtılan meniden bir damlacık (sperm) değil miydi? Kıyamet 75/37).

İnsanın yaratılışını anlatan bir başka âyetin meali de şöyledir: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının" (Nisâ:4/1).

Kur'an'da nefis (en-nefs) ve çoğulu enfüs, "insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru" mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (Gazzâlî, İhyâ, II, 2 vd.), bazıları ise nefs ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah'ın "neseme" adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah'a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah'ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah'ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye; emmâre (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, levvâme (kendini tenkit eden, kınayan), mülheme (ilâhî ilhama mazhar olan), mutmainne (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), râdıye (Allah'ın takdirine razı olan), merdıyye (Allah'ın rızasına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmaya çalışır (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü'l-ilâhiyye, Haydarâbâd, 1967, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 38-40, 58-61).


"İlk insan ve onun eşi aynı özden yaratıldıktan sonra ilk üreme ve onu takip eden nesillerin oluşması nasıl gerçekleşmiştir" sorusuna cevap arayan alimlerin bir kısmı, "Havva'nın ikiz doğurması ve aynı batında doğmayanların (bir sonrakinde doğanların) öncekilerle evlendikler gibi" akıl ve nakil yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan formüller ileri sürmüşlerse de bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ'nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah'ın ruhundan üflemesinden kayıtları ve şekilleri vardır. Son şekil Hz. Îsâ'nın yaratılması ile ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah'ın ruhundan üflemesi (Enbiyâm 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan "ruhun insan şekline bürünüp Meryem'e görünmesi" (Meryem 19/17) ile hamile kalmış ve Allah'ın ona ulaştırdığı bir kelimesi (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ'yı doğurmuştur. Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, Rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ'yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine "kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini ifade ederek" bunun nasıl olacağını sormuştu, Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: "İşte böyledir, Allah dilediğini yapar" (Âl-i İmrân 3/40), "...bu benim için kolaydır, sen hiçbir şey değilken seni de yarattım" (Meryem 19/9). Hz. Âdem'in yaratılmasında ana da yoktur baba da, Hz. Îsâ'nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ'nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sağlam rivayetlerde "kardeşlerin birbiri ile evlendikleri" bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek bize daha uygun görünmektedir.

Darwin hakkında kısa bir ek bilgi:

"Darwin'in inançlı bir Hıristiyan olarak yetiştirildiği, ancak inancının giderek zayıfladığı bilinen bir gerçektir. Çoğu yorumcu da ‘agnostik' (bilinemezci) olarak öldüğü kanısındadır. Bazılarına göre ise aslında ateizm noktasına varmıştır, ama dindar bir Hıristiyan olan eşi Emma Darwin'i üzmemek için bunu açıkça ifade etmemiştir. İşin ilginç bir yönü, Darwin'in inancındaki erimenin, gördüğü bilimsel kanıtlardan ziyade, yaşadığı psikolojik travmayla ilgili oluşudur. Onu dini inançtan soğutan en büyük etken, kızı Annie'nin 10 yaşında iken hastalanarak ölmesidir. Darwin'in üç kuşak sonradan torunu olan Randal Keynes, ‘Annie'nin Kutusu: Darwin, Kızı ve İnsan Evrimi' adlı kitabında bunu detaylarıyla anlatır. Aslında bu travma Darwin'e has da değildir. New York Üniversitesi psikoloğu Paul C. Vitz, ‘Ateizmin Psikolojisi' adlı 1999 basımı kitabında, önde gelen ateist düşürlerin çoğunun şaşırtıcı biçimde sorunlu aile hayatlarına sahip olduğunu inceler. Vitz'e göre, "Tanrı'ya inancın önündeki engeller rasyonel değil, genel anlamda, psikolojiktir." Eğer Vitz düşüncesinde haklı ise, o zaman ateist Freud'un "Tanrı'ya inanç, çocukluktan kalma bir duygusallıktan gelir" şeklindeki iddiasının neredeyse tam aksi bir sonuca varmak gerekiyor. Kaldı ki zaten Freud'un kendisi de içinde bol miktarda ensest bulunan hayli ‘sorunlu' bir ailenin ürünüdür..."

 h.karaman

2 Haziran 2020 Salı

Dua-Sana Sığındık Allah’ım


Allah’ım,

Bütün hamdler sanadır; sana hamd eder, senden mağfiret dileriz. Nefislerimizin aşırılıklarından, hatalarından sana sığınırız. Sen kimi hidayet ettiysen o hidayet bulmuştur. Kimi sapıttırdıysan da o sapık kalmıştır.

Şehadet ederiz ki:

Senden başka hiçbir ilah yoktur. Senin ortağın yoktur. Ve yine şehadet ederiz ki Muhammed senin kulun ve elçindir.

Allah’ım,

Muhammed’e, onun ailesine; İbrahim’e ve ailesine salat ettiğin gibi salat et.

Sen övgüye layıksın, sen yücesin. Allah’ım,

İbrahim’i ve ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed’i ve ailesini de mübarek kıl.

Sen övgüye layıksın, sen yücesin.

Allah’ım, bütün övgüler sanadır. Senin açtığını kapatacak, kapattığını da açacak yoktur. Verdiğini engelleyecek, vermediğini de verecek yoktur. Uzak ettiğini yaklaştırabilecek, yaklaştırdığını uzaklaştırabilecek yoktur.

Allah’ım, bereketini, rahmetini, ihsanını ve rızkını bize aç. Senden; elden çıkmaz, kaybolmaz nimetler isteriz. Korkulu günlerimizde bize güven vermeni isteriz. Verdiğinin ve vermediğinin şerrinden sana sığınırız.

Allah’ım,

İmanı bize sevdir, küfrü ve günahları da bizden uzak et. Bizi aklını kullanan kullarından yap. Bizi Müslüman olarak yaşat, öyle öldür, öyle dirilt. Bizi dertlere, fitnelere düşürmeden salihlerle beraber tut.

Âmîn. Rabbimiz,

Unutur ya da hata edersek bizi cezalandırma. Bize kaldıramayacağımız bir yük yükleme.

Bizi affet, bağışla, bize merhamet et; sen bizim mevlamızsın.

Kâfirlere ve şerlilere karşı bize yardım et. Bizimle ol, bizi seninle beraber yap. Bize zulmedenlere karşı yardımcımız ol. Zalimlerden bizim intikamımızı sen al. Senin yoluna engeller koymaya çalışan, insanlığı ezen, zayıfları kahreden, bebekleri katleden gözü dönmüşlerin şerlerinden bizi sen koru. Onlara karşı bizi yalnız bırakma. Bizi borç altında ezilmekten koru. Düşmana mağlup olmaktan koru.

Âmîn.
Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin. Arşın, göklerin, yerin sahibi Allah’ım!

Rahmetini umarız. Bizi bir an bile olsa kendi hâlimize bırakma. Rahmetine sığınıyoruz. İşlerimizi sana salıyoruz. Sana tevekkül ettik. Zayıflarımıza, çaresi tükenmişlerimize, unutulmuşlarımıza, hastalarımıza, dertlilerimize sen imdat eyle. Bize dünyada ve ahirette güzellikler ihsan et. Bize iman nimeti verdikten sonra kalplerimizi sapmaktan koru.

Âmîn.

Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Sen bizi mağfiret etmezsen perişan olanlardan oluruz. Rabbimiz, bizi Müslümanlar olarak yaşat ve öldür. Bizi, namazın hakkını verenlerden yap. Dualarımızı kabul buyur. Bizi, anne- babalarımızı ve bütün mü'minleri affet.

Rabbimiz, göğüslerimize genişlik ver. İşlerimizi kolaylaştır. İlmimizi artır. Şeytanın tuzaklarından bizi koru.

Rabbimiz, affet, merhamet et. Cehennem azabını bizden uzak tut.

Rabbimiz, eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz aydınlığı olacak insanlar nasip et. Bize, yaşarken imanlı bir hayat, öldükten sonra da hoş bir seda bırakmayı nasip et.

Rabbimiz, bizi ve bizden önceki mü'min kardeşlerimizi mağfiret buyur. Kalbimizde mü'min kardeşlerimize karşı bir sorun bırakma. Rabbimiz, sana tevekkül ettik. Sana yaslandık. Ve sana döneceğiz sonunda. Bizi kâfirlerin eline düşürme, bizi mağfiret et. Nurumuzu tamamla. Bizi cehennem ateşinden azat et. Ölüm sancılarındayken bize yardım et. Bizi mağfiret et. Bize rahmet et.

Âmîn. Allah’ım,

Faydası olmayan ilimden, ürpermeyen kalpten, makbul olmayan amelden, kabul olmayan duadan sana sığınırız. Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün hayırları senden isteriz. Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün şerlerden de sana sığınırız. Biz sana iman ettik, sana sığındık, sana tevekkül ettik. Senden başka ne güç ne de yardım edecek yoktur. Senin azametinin önünde her şey sönmüştür. İzzetinin önünde her şey bitiktir. Her şey senin mülküne teslim olmuştur. Her şey senin kudretindedir. Cezandan affına sığınırız. Gazabından hoşnutluğuna koşarız. Senden sana sığınırız Allah’ım. Seni layık olduğun gibi övebilecek değiliz. Sen, kendini övdüğün gibisin.

Allah’ım, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Feryatların ulaşacağı makam sensin. Belaları sen uzak edersin. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.

Sen âlemlerin ilahısın, Rabbisin:

Senin de bildiğin dertlerimizi sana arz ederiz. Belalarımızı gidermeni senden isteriz. Hastalarımıza şifa vermeni senden bekleriz. Sen dünyanın da ahiretin de en merhamet edenisin, sen bize rahmet et. Sen bizi bağışla. Sen bizim hastalarımıza şifa ver. Öyle bir rahmet et bize ki senden başkasına muhtaç olmayalım.

Âmîn.
Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin. Allah’ım,

Bütün güzel isimlerinle sana yönelir ve senden isteriz. Bize rahmetinle muamele et. Bizi kullarına muhtaç etme. Hastalıklarımızın altında ezilmekten bizi koru. Bize hayat verdiğin sürece günahlardan da uzak tut bizi. Bizi ilgilendirmeyen işlerle ilgilenmemizden koru bizi.

Kitabınla gözlerimizi aydınlat. Kalplerimizin şifası yap onu. Onunla oturan, onunla kalkan, onunla yaşayan kullarından yap bizi. Elimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı, kalbimizi Kur'an’a teslim et.

Allah’ım, bedenlerimize afiyet ver, kulaklarımıza afiyet ver, gözlerimize afiyet ver... Onları bizden sonraya bırak.

Allah’ım, küfürden, münafıklıktan, fasıklıktan sana sığınırız, bizi koru. Kabir azabından sana sığınırız, bizi koru.

Âmîn. 


Allah’ım, 

Her şeyimiz olan dinimizi koru. Hayatımızı sürdürdüğümüz dünyamızı koru. Dönüş yerimiz olan ahiretimizi hayırlı yap. Yaşamayı bizim için hayırda yükseliş yap. Ölüm vaktimiz gelince de onu bize her beladan uzak kalma anı yap. Allah’ım, senden afiyet isteriz.

Allah’ım, senden affetmeni isteriz, sen ise çok affedicisin. Elimizi boş çevirme. Toprağımıza bereket ver, gökten yağmurunu bizden kesme, dertlerimizi kaldır, sıkıntılarımıza çareler indir. Senden başkasının gideremeyeceği belaları bizden gider. Zenginleşmenin şımarıklığından, fakirliğin zilletinden sen koru bizi. Nimetlerini alıp bizi mahvetme Allah’ım. Zorumuzu kolaylaştır. Sana güvenen ve onlara yettiğin kullarına bizi de kat. Sana olan sevgimizi artır. Şikâyetlerimiz sanadır. Yalvarışımız sanadır. Yardım istenebilecek de sensin. Senden başka güç yok, kuvvet yoktur.

Allah’ım,

Her hâlimiz için sana hamd ederiz, övgüler sanadır, şikâyetlerimiz de sanadır. Çare sensin, rahmet sensin. Çünkü sen dünyanın da ahiretin de Rahmân’ısın, Rahîm’isin. Senden başka güç ve kuvvet yoktur. Senden temiz bir hayat, çilesiz bir ölüm dileriz. Dünyada ve ahirette afiyet ver bize. Borç altında ezilmekten, insan kahrı çekmekten, hastalıktan inlemekten sana sığınırız. Nimetlerin şımarttığı kullarından olmaktan sen bizi koru. Şükretmedikleri için ellerindeki nimetleri geri aldığın kullarından olmaktan korkar ve senin rahmetine sığınırız. Sana istiğfar ederiz, affını dileriz.

Dünyada ve ahirette senden afiyet isteriz. Dünyamız için afiyet isteriz. Ahiretimiz için afiyet isteriz. Ailemiz için afiyet isteriz. Malımız için afiyet isteriz. Ayıplarımızı ört, korkularımız güvene çevir. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden bizi koru. Zeminimizin kayıp gitmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, çirkin işlerden uzak tut bizi. Zevklerimizin peşinde ömür bitirmekten koru bizi. Bu ümmeti hayra yönlendir. Kalplerin sahibi sensin, kalbimizi dininde sabit tut. Nefislerimizin şerlerinden, şeytanın hilelerinden sana sığınırız. Bizi kapından geri çevirme, bizi affettiğin kullarınla beraber kabul et. İslam’ı ayakta tutan ve İslam’ın ayakta tuttuğu kullarından olmamızı kolay et bize.

Âmîn. 

Allah’ım, Rahmetinin ve mağfiretinin gelmesinin, günahlardan kurtulmanın, iyi olmanın, cenneti kazanıp cehennemden kurtulmanın sebepleri neler ise onları bize ver. İyi işleri yapmak ve kötü işlerden uzaklaşmak için yardım isteriz senden. Allah’ım, senin mağfiretin bizim günahlarımızdan daha büyüktür, senin rahmetine olan umudumuz da amellerimize güvenimizden daha büyüktür.

Allah’ım,

Bizi nurlandır. Kabirlerimizi nurlandır. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden, altımızdan bize nur ver. Kulağımızı, gözümüzü, derimizi, etimizi, kanımızı, kemiğimizi nurlandır. Nurumuzu artır.

Âmîn. 

Allah’ım,

Mü'minler olarak kardeşliğimizi hissetmeyi ve yaşamayı bize kolay et, aramızı ıslah et, kalplerimizi birleştir, bizi doğru yola ilet, karanlıklardan kurtar bizi. Açık ve gizli bütün çirkinliklerden uzaklaştır bizi. Kulaklarımıza, gözlerimize, kalplerimize, eşlerimize, neslimize bereket ver. Tevbelerimizi kabul buyur. Sen, tevbeleri çok kabul edensin.

Rabbimiz,

Bizi seni görür gibi sana saygılı olanlardan et. Sana itaat bize mutluluk versin. Sana karşı çıkmak bize ağır gelsin. Bizim için yazdığın kaderi bize mübarek kıl ki senin ertelediğini öne çekmek istemeyelim, acele verdiğini de ertelemek istemeyelim. Zenginliği içimizde ver bize. Kulağımız, gözümüz gibi organlarımızı bizden sonraya bırak. Bize zulmedene karşı sen yanımızda ol. Zoru kolaylaştırarak bize iyilikte bulun. Senin için zoru kolay etmek zor değildir. Dünyada da ahirette de senden kolaylık isteriz.

Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin.

Allah’ım, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Feryatların ulaşacağı makam sensin. Belaları sen uzak edersin. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Sen âlemlerin ilahısın, Rabbisin:
Senin de bildiğin dertlerimizi sana arz ederiz. Belalarımızı gidermeni senden isteriz. Hastalarımıza şifa vermeni senden bekleriz. Sen dünyanın da ahiretin de en merhamet edenisin, sen bize rahmet et. Sen bizi bağışla. Sen bizim hastalarımıza şifa ver. Öyle bir rahmet et bize ki senden başkasına muhtaç olmayalım.

Allah’ım,

Sen gizlimizi de açığımızı da biliyorsun, mazeretlerimizi kabul buyur. Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, bizi affet. Bizi cennetlik kullarından yap. Allah’ım, senin için secde eden, rükû eden kullarından olarak kabul et bizi.

Dünyada ve ahirette senden afiyet isteriz. Dünyamız için afiyet isteriz. Ahiretimiz için afiyet isteriz. Ailemiz için afiyet isteriz. Malımız için afiyet isteriz. Ayıplarımızı ört, korkularımızı güvene çevir. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden bizi koru. Zeminimizin kayıp gitmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, becerip de yapamadıklarımızdaki eksiklerimizi tamamlamayı bize nasip et, bizi mağfiret buyur. Kabul olmayan dualardan sana sığınırız. Ürpermeyen kalp sahabi olmaktan sen bizi koru. Bizi sabırlı kullarından yap. Kendi gözümüzde küçük ama insanların gözünde büyük olmak isteriz, onu bize nasip et. Sana teslim olduk, sana iman ettik.

Allah’ım, sana saygımızı, günahlarla aramıza girecek kadar, ibadetlerimizi de cennetine götürecek kadar, sana itimadımızı dertlerimizi gözümüzde küçültecek kadar büyüt gözümüzde.

Bize, eşlerimize, çocuklarımıza, dostlarımıza afiyetler ver. Ümmetimize afiyet ver. İnsanlığa hidayet ver, afiyet ver. Açık veya gizli bulunduğumuz her yerde bize sana karşı saygılı olmayı nasip et.

Âmîn.

Allah’ım, seni ve senin sevdiklerini sevmeyi bize kolaylaştır. Bizi kolaylıklara yönlendir, zorluklardan uzaklaştır. Her zaman bize mağfiretinle muamele et. Seni umuyor, senden umuyoruz. Açık gizli, görünür görünmez düşmanlardan bizi koru. Nefislerimizden kurtar bizi. Umut sensin, bize rahmet kapılarını aç. Sen selamsın, bize selamet ver. Bizi ve bizi yönetenleri salih kullarından kıl. Bütün güzel isimlerinle ve bize açtığın umut kapıları ile sana yalvarır, senden talep ederiz. Bizi Kur'an ile yürüyen, onunla yaşayan ve onunla ölüp dirilen kullarından yap. Kur'an’ın dünyamızın ve ahiretimizin kurtarıcısı yap. Senin rahmetini ve mağfiretini getiren ne varsa onu isteriz. Günahlardan arınmak isteriz. Bizi günahlardan arındır. Üzerimizdeki dertlerimizi kaldır. Kalplerimize huzur ver. Korkularımızı güvene çevir. Bilmediklerimizi bize öğret, öğrettiklerinle amel etmeyi, amelimizde ihlaslı olmayı bize nasip et.

Âmîn.

Allah’ım, her hâlimiz için sana hamd ederiz, övgüler sanadır, şikâyetlerimiz de sanadır.

Çare sensin, rahmet sensin. Çünkü sen dünyanın da ahiretin de Rahmân’ısın, Rahîm’isin. Senden başka güç ve kuvvet yoktur. Senden temiz bir hayat, çilesiz bir ölüm dileriz.

Dünyada ve ahirette afiyet ver bize. Borç altında ezilmekten, insan kahrı çekmekten, hastalıktan inlemekten sana sığınırız. Nimetlerin şımarttığı kullarından olmaktan sen bizi koru. Şükretmedikleri için ellerindeki nimetleri geri aldığın kullarından olmaktan korkar ve senin rahmetine sığınırız.

Sana istiğfar ederiz, affını dileriz. Bizi nefislerimizle baş başa bırakma, sana iman etmeyenlere gıpta etmekten bizi koru. Her işimizi sen ıslah et. İyi işler yapmaya, kötü işlerden uzak kalmaya bizi yakın et. Kullarına bir fitne indirmeyi murat ettiğin zaman bizi o fitneden uzak tut, kulluğunu hakkıyla yapabilme azmi ve heyecanı içinde yaşat bizi. Bizi sevdiğin ve razı olduğun kullarınla beraber yaşat. Onlarla beraber haşret.

Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin. Allah’ım,

Bize yardım et de seni zikretmeyi, sana şükretmeyi, kulluk yapmayı ve iyi olmayı becerelim. Sana iman ederiz. Kitabına sarılırız. Sana tevekkül ederiz. Bildiğimiz ve bilmediğimiz kötülüklerden, belalardan bizi muhafaza buyur.

Allah’ım, dertlerimizi ve ihtiyacımızı sana sunar ve senden engin rahmetinle bize yardım etmeni isteriz. Bizim zayıflığımızı ve çaresizliğimizi sen kapat. Rahmetinle bizi kuşat.

Allah’ım,

Dünyada ve ahirette senden afiyet isteriz. Dünyamız için afiyet isteriz. Ahiretimiz için afiyet isteriz. Ailemiz için afiyet isteriz. Malımız için afiyet isteriz.

Ayıplarımızı ört, korkularımızı güvene çevir.

Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden bizi koru. Zeminimizin kayıp gitmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, kimde bir nimet varsa o sendendir. Senin hiçbir ortağın yoktur. Bütün övgüler ve şükürler sanadır. Bize verdiğin rızkı sana iyi kulluk yapmak için tüketmeyi bize nasip et. Akıbetimizi hayırlı kıl. Dünya ve ahiret sıkıntılarından koru bizi. Hayat bizim için hayırlı olduğu sürece bize afiyet üzere bir hayat ver. Ölüm bizim için daha hayırlı olduğu zaman da iman ile olan güzel bir ölüm ver bize. Zengin veya fakir iken dengeli olmayı bize nasip et. Saptıran fitnelerden muhafaza et bizi. İmanı bize sevdir. Bizi imanlı, salih kullarından kıl.

Zulmetmekten, zulme uğramaktan, aşırılık yapmaktan veya bize yapılmasından, telafisi zor bir yanlış yapmaktan sana sığınırız, sen bizi koru.

Âmîn.

Allah’ım, pasiflikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, elden düşecek yaşlılıktan, kabir azabından, dayanılmaz hastalıklardan, gamdan, kederden sana sığınırız.

Nefislerimize takva indir. Doymayan nefisten, kabul olmayan duadan, ürpermeyen kalpten sana sığınırız.

Allah’ım, helalin bize yetsin de haramından uzak kalalım.

Senden başkasına muhtaç olmaktan kurtar bizi. Ateşten, kabir azabından, zenginliğin ve fakirliğin belaya dönüşmesinden sen kurtar bizi. Günahlarla aramıza doğu ile batı kadar mesafe koy. Borç yüzünden zelil olmaktan kurtar bizi. Bize peşinden küfür gelmeyen bir iman, bizi kuşatacak bir rahmet ver. Dünya ve ahiretin güzelliklerine kavuştur bizi.

Allah’ım, becerip senden isteyemediklerimizi lütfedip bize ver, becerip sığınamadıklarımızdan bizi koru. Eksiğimizi tamamla, hatamızı bağışla. Bizi sevdiklerinle beraber tut. Bize afiyetler ver. Dertlerimizi, tasalarımızı gider. Kardeşlerimizi huzura kavuştur.

Âmîn. Allah’ım,

Peygamberimiz Muhammed’e salat et, selam et, ailesine ve ashabına salat et, selam et. Bize onun şefaatini nasip et.

Ve bütün övgüler sanadır, sen her hamdin gerçek sahibisin. Âmîn Allah’ım, Âmîn Allah’ım, Âmîn Allah’ım.

1 Haziran 2020 Pazartesi

Özür sahibi kimsenin sabah namazı için aldığı abdest ne zamana kadar devam eder?


Özür sahibinin abdesti Hanefî mezhebinde tercih edilen görüşe göre namaz vaktinin çıkması ile bozulur. Buna göre sabah namazı için alınan abdest de sabah namazının vaktinin çıkması (güneşin doğması) ile bozulmuş olur. Ancak sabah namazının vakti içinde özrünün geçici olarak kesildiği bir anda abdest alır ve henüz özrü tekrar ortaya çıkmadan ve abdestini bozacak başka bir şey de meydana gelmeden güneş doğarsa, bu durumda namaz vaktinin çıkmasıyla abdesti bozulmuş olmaz.
Özür sahibi kişi güneş doğduktan sonra aldığı abdestle abdestini bozacak başka bir şey olmadığı sürece, Cuma namazı dâhil öğle vaktinin sonuna kadar dilediği namazları kılabilir. Çünkü vakit çıkmamıştır (Merğînânî, el-Hidâye, I, 223; Kâsânî, Bedâî’, I, 29).
Mâlikî mezhebine göre özür sahibinin abdesti, vaktin girmesi veya çıkması ile değil, özrün dışında abdesti bozan bir şeyin meydana gelmesi ile bozulur (İbn Rüşd, Bidâye, I, 35; Desûkî, Hâşiye, I, 114-118).
Bir kimsede bulunan özürlülük durumunun o kişiyi ileri derecede sıkıntıya sokması ve abdest almada ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakması hâlinde Mâlikî mezhebinin bu görüşü ile amel edilebilir.


31 Mayıs 2020 Pazar

Mazereti bulunmadan namazı terk edenler dinden çıkarlar mı?


"Hiçbir mazereti olmadığı halde namazı terkeden kâfir olur" mealinde bir hadis var, ama burada geçen "kâfir olur" sözü, "Allah'a şükür vazifesini terketmiş, nimetlerine şükretmemiş (küfrân-ı ni'met etmiş) olur şeklinde yorumlanmıştır. Çünkü ehl-i sünnet inancına göre iman, kalben onaylama ve kabullenmedir, bu ortadan kalkmadıkça insan kâfir olmaz; yani dinden çıkmaz.


30 Mayıs 2020 Cumartesi

Düzenli olarak üç günden az ya da on günden fazla kanaması olan bir kadının âdeti nasıl belirlenir?


Hanefî mezhebine göre üç günden az ve on günden fazla devam eden kanamalar âdet değil, özür olarak kabul edilir (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 99; İbn Nüceym, el-Bahr, I, 120). Şâfiî mezhebine göre ise âdetin asgari süresi bir gün, azami süresi on beş gündür (Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, I, 171).
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının verdiği bilgiye göre; nadiren de olsa kimi kadınların düzenli olarak üç günden az veya on günden fazla kanaması olabilmektedir. Düzenli olarak üç günden az ya da on günden fazla kanaması olan kadınların tıbbî muayenenin de bunu desteklemesi halinde üç günden az ve on beş güne kadar olan kanamalarını âdet olarak kabul etmeleri uygun olur.


29 Mayıs 2020 Cuma

Allah korkusu ile ağlamak

    
Soru Detayı
Bazı hadis ve sohbetlerde Allah korkusu ile ağlamanın önemi belirtiliyor. Bu ağlamak hangi manada anlatılmak isteniyor; yani gözden yaş akarak ağlamak mı yoksa kalbde meydana gelen üzüntü mü?..
Cevap
Allah korkusu ile ağlamak göz yaşı dökerek olabileceği gibi, kalbin hüzünlenmesi ile de olabilir.
İşlenen suçların ve günahların çoğunu, bunları yapan kişilerde Allah korkusunun bulunmayışına bağlarız. “Bu kimseler Allah’tan korkup Onun azabından çekinselerdi, bu işleri yapmazlardı.” deriz. Acaba Allah korkusu nasıl olmalıdır? Yalnızca dehşet ve korku üzerine kurulmuş bir disiplini, İslâm'ın hoşgörü muhtevası ve Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmetiyle nasıl bağdaştırabiliriz?
Kur’ân-ı Kerim’de mü’minler şöyle anlatılır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun âyetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” 1
Bu âyetten anlaşıldığı gibi, iman nurunun artmasıyla Allah korkusunun kalbde yerleşmesi arasında çok yakın bir ilgi ve irtibat vardır. Allah’ın âyetleri okundukça imanın ziyadeleşmesi ne demektir? Bu hususu merhum Elmalılı şöyle izah eder:
“İlim ve amel cihetinden gelen deliller arttıkça tahkikî iman inkişaf eder. Yakîn ve iman ziyadeleşir.”2
Tahkikî imanın da mertebeleri vardır. Bunlardan ilmelyakîn mertebesi, delillere dayanarak şüphelere karşı koyar. Taklidî, yani anne ve babadan devralınan ve derin bir araştırmaya dayanmayan bir iman, bazan tek bir şüphe karşısında bile mağlûp olabilirken, delillere dayanarak elde edilen bir iman sayısız şüphe karşısında dahi sarsılmaz.
Tahkikî imanın ikinci bir mertebesi aynelyakîndir ki, onun da kendi içinde mertebeleri mevcuttur. Allah’ın kâinatta tecellî eden güzel isimleri ve bu isimlerin mertebeleri kadar mertebesi vardır. Mü’min o tecellîleri görüp okuyabilme kabiliyeti nisbetinde sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olur. Bu safhanın en yüksek mertebelerinde artık kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek dereceye gelmiştir. Yani, meselâ bir çiçek üzerinde Cenab-ı Hakk'ın Halık, Musavvir, Müzeyyin, Mülevvin, Cemil, Rahim gibi isimlerini okur. Onu yaratan, sûret veren, süsleyen, renklendiren, güzelleştiren ve şefkat ve merhamet gösteren bir yaratıcısının isimlerinin tecellilerini seyreder.
Üçüncü mertebe de hakkalyakîn olarak isimlendirilir. Bu dereceye ulaşan bir kimse artık varlık âlemlerini saran perdeleri geçmiş ve şüphelerin ordular halinde hücumu karşısında dahi sarsılmayacak bir imana erişmiştir.3
Peygamberlerin ve maneviyat rehberlerinin imanı bu derinliğe sahiptir. Miracda Cenab-ı Hakk'ın cemâl ve kelâmına muhatap olan Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) ve onun izinden giderek yerde iken Arş-ı Âlâyı temâşâ edebilecek kadar ruhen terakkî eden Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin kuvvetli imanları bu mertebeye misal olarak verilebilir.
Bu umman misali imana ancak ilim yoluyla ulaşılabilir. Tabiî ki, bu ilmin, insanı imana götüren bir ilim olması şarttır. İşte her an ilimle bu iman mertebelerinde yükselenlerin, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda imişçesine duydukları haşyet ve ürpertiyi tarif etmek mümkün müdür?
“Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar.”4
meâlindeki âyet-i kerimede bu hakikat ifade edilmektedir. Bu hürmet ve haşyet, her mü’minde imanın derecesine göre tecellî eder.
Çünkü insan ilim vasıtasıyla Rabbini tanıdıkça Ona olan sevgisi ve saygısı artmaktadır. Zira bütün kemâl mertebelerinin üzerindeki sonsuz bir kemâl, elbette ki sonsuz bir hürmete lâyıktır. Üstün vakarıyla ve eşsiz şahsiyetiyle erişilmez bir mertebeye sahip bir maneviyat büyüğünün huzurunda nasıl içimizi sevinçle karışık bir ürperti kaplıyorsa, onun sayısız defa üstünde bir kemâlin sahibi olan Cenab-ı Hak katında nasıl bir ruh hali içine gireceğimizi düşünelim.
Allah sonsuz rahmet ve şefkat sahibi olduğu gibi, sonsuz derecede gayret ve izzet sahibidir aynı zamanda. Pekçok Kur’ân âyetinde tekrarlandığı üzere, Allah hem Rahîm’dir, hem Azîz’dir. Rahîm isminin gereği olarak bütün varlık âlemini sonsuz şefkat ve rahmetiyle kucaklarken, Azîz ismiyle de, kanunlarına isyan edenleri ve bu isyanlarıyla izzetine dokunanları cezalandırmaktadır.
Bu itibarla, Cenab-ı Hakkın huzurunda olan bir kul, bir taraftan o sonsuz rahmetin câzibesiyle kendisinden geçmiş, diğer taraftan da gazabının dehşeti karşısında kalbi titrer bir vaziyettedir. Böyle bir insanın Allah’ın emirlerine isyan edip yasaklarını çiğnemesi mümkün müdür?
Bu korku da, tıpkı sevgi gibi, insanı Allah’a götürür. Bediüzzaman’ın izah ettiği gibi,
“Halik-ı Zülcelâlinden havf etmek [korkmak], Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf [korku] bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır [parıltısıdır]. Demek, havfullahta [Allah korkusunda] bir azîm [büyük] lezzet vardır.” 5
Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a götürmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, büyük zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık görmemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek ve kalbimizdeki onca sevgiye rağmen onlardan ayrılmak gibi acılarla o sevgi bizi ıztıraplar içinde boğan bir duygu haline gelir. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana çevirir. Çünkü korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hiçbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler. Aksine, duygusuz bir merhametsizlikle sırtlarını çevirerek veya hücumlarını şiddetlendirerek bizleri perişan ederler.
Korku hissinin iman ve tevekkülle olan alâkası Sözler’de şöyle anlatılır:
“Tam münevverü’l-kalb bir âbidi [kalbi nurlanmış bir mü’mini] küre-i arz [dünya] bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi [Allah’ın kudret tecellîlerini] lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen [aklını ilim ve düşünce ile aydınlattığı iddia edilen] kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)” 6
Dipnotlar:

1. Enfâl Sûresi, 2.
2. Hak Dini Kur'ân Dili, 3:2367
3. Bediüzzaman Said Nursi. Emirdağ Lahikası-I, s.102, 103.
4. Fâtır Sûresi, 28
5. Sözler, s. 331
6. age.
(Mehmed Paksu, Çağın Getirdiği Sorular)

20 Nisan 2020 Pazartesi

Zikir Yapılmayan Yerler-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Bil ki, zikir, şeriatın istisna ettiği haller dışında bütün ahvalde iyidir. Zikirlerin bablarında geleceklere bir işaret olmak üzere biz burada bir kısmını anlatacağız.
Zikrin yapılmaması gereken yerler:
Büyük-küçük abdest bozarken,
Cinsî münâsebet halinde iken,
Hatibin sesini duyan kimse için hutbe okunurken,
Namaza durulduğu zaman ancak Kur'anla meşgul olunur; Meşru olan duâlardan başkası namazlarda yapılmaz (yalnız rükû ve secdesi olmayan cenaze namazında yapılabilir),
Uyku bastırmışken zikir yapmak mekruhtur.
Yolda ve hamamda mekruh olmaz. En doğrusunu Allah bilir...

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

19 Nisan 2020 Pazar

Zikir Yeri Nasıl Olmalıdır?-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ

Zikir yapılan yerin, insanı meşgul edecek şeylerden boş olması ve temiz bulunması gerekir. Çünkü bu, anılana (Allah'a) ve zikre hürmet bakımından daha büyük saygı, ifâde eder. Bunun için, mescidlerde ve şerefli yerlerde zikir övülmüştür.
Büyük İmam Ebû Meysere'den (radıyallahü anh) nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Allahü teâlâ, ancak pâk yerde zikredilir"
Zikir yapanın ağzının da temiz olması uygundur; eğer ağzında değişiklik varsa, onu misvak (fırça) ile temizler. Bedeninde veya ağzında pis sayılan bir şey varsa, onu su ile yıkayarak giderir. Böyle bir halde zikir yapmak mekruh ise de haram değildir.
Ağzında (içki gibi) pislik varken Kur'an okumak mekruhtur. Haram olduğu hususunda iki görüş var; sahîh olanı haram olmayıştır.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

18 Nisan 2020 Cumartesi

Zikir Yapanın Takınacağı Tavır-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ

Zikir yapanın en mükemmel vasıfları takınması gerekir: Bir yerde oturuyorsa, kıbleye yönelir. Başını eğerek sükûnet ve vakarla, huzur ve huşu ile oturur. Eğer bu hallere riayet etmeyerek zikir yapılırsa caizdir ve bunu yapan hakkında bir kerahet olmaz. Fakat özürsüz olarak böyle bir davranışla en faziletli hal terk edilmiş olur. Bu hususta kerahet olmadığına delil, Allahü teâlâ hazretlerinin şu âyetidir:
"Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişip durmasında, akıl sahibleri için (Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden büyük nişanlar ve) alâmetler vardır. Ayakta iken, otururken, yatarlarken Allah'ı zikredenler ve göklerle yerin yaratılışı üzerinde düşünenler.. .”[Âl-i İmrân: 190]
8- Hazreti Aişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir:
"Ben hayız halde iken, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kucağıma yaslanıp Kur'an okurdu."[Buhârî. MüslimBir rivâyette de:
“Ben hayız iken, Peygamberin başı kucağımda idi." şeklindedir.[Buhârî.]
Yine Hazreti Aişe'den (radıyallahü anha) şöyle dediği nakledilmiştir:
“Ben divan üzerine yaslanırken (yatarken) hizbimi [Hizb, insanın kendisine lüzumlu kıldığı ve hergün yaptığı virdlere denir. İster Kur'ân olsun, ister başkası olsun.(adet edindiğim ezkârımı) okurum."

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

17 Nisan 2020 Cuma

Abdestsiz Zikir Yapılması-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Âlimler, abdestsiz, cünüb, hayız ve nifas halinde olanların hem dil ile, hem de kalb ile zikir yapmalarının cevazında ittifak etmişlerdir. Bu zikirler de, tesbîh (sübhânellah), tehlîl (lâilâhe illallah), tahmîd (Elhamdü lillâh), tekbîr (Allahü Ekber), Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e salât (Allahümme Salli Alâ Muhammed), Duâlar ve bunların benzerleridir. Ancak Kur'an okumak, cünüb olanlara, hayiz ve nifas halinde bulunan kadınlara haramdır. Bunlar, isterse az veya çok okusun, isterse âyetin bir kısmını okusunlar, hüküm aynıdır. Bu kimselerin, telâffuz etmeksizin Kur'ân'i kalbden geçirmeleri caiz olduğu gibi, mushafa bakmak caizdir.
İmamlarımız şöyle demişlerdir.: Musibet ve felâket anlarında, cünüb ve hayız olanların
"Biz, Allah'dan geldik ve O'na döneceğiz."[Bakara,156demeleri ve vasıtaya binme zamanında:
"Bu vasıtayı bizim hizmetimize veren, noksanlıklardan münezzehtir; biz buna güç yetirenler değiliz."[Zuhruf: 13. ve duâ yerinde:
Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru,"[Bakara: 201.demeleri caizdir; bu okuyuşlarla Kur'anı kasdetmedikleri takdirde... Yine cünüb ve hayız olanlar, Kur'anı kasdetmedikleri zaman, "Bismillah" ve "Elhamdü lillah" diyebilirler; zikri kasdetseler de, hiç bir kasıdları olmasa da eşittir, Kur'ân'ı kasdetmedikçe günahkâr olmazlar. Okunuşu neshedilen (kaldırılan) âyeti okumaları caizdir. Meselâ:
“Eşşeyhu veş-şeyhatü izâ zeneyâ fercümûhümâ”
Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina yaparsa, onları recmediniz." gibi...
Bunlar, Kur'anı kasdetmiyerek bir insana:
“Huzi'lkitâbe bi-kuvvetin"
Kitabı kuvvetle al."[Meryem: 12. ]
Yahud:
"Udhulûhâ bi-selâmin âminin''
Girin oraya selâmet ve güven içinde olarak."[Hicr: 46.demeleri haram olmaz.
Cünüb ve hayız olanlar, su bulamadıkları zaman teyemmüm ederler ve böylece Kur'an okumaları caiz olur. Bu teyemmümden sonra abdesti bozan hal olursa, onların kur'an okumaları haram olmaz. Nitekim gusül yaptıktan sonra abdesti bozulan kimsenin Kur'an okuyabilmesi de böyledir. (Ancak bu durumlarda Kur'ana yapışılmaz. Kur'ana tutmak için taharet (abdestli) üzere bulunmak şarttır.) sonra, ister yolculuk halinde ve ister ikâmet halinde olsun, suyun yokluğundan dolayı teyemmüm olmasında bir fark yoktur; teyemmümden sonra (cünüb ve hayız) Kur'an okuyabilir, teyemmüm arkasından abdesti bozulsa bile...
İmamlarımızdan biri demiştir ki, (Cünüb veya hayız) eğer ikâmet halinde ise (seferi durumda değilse), bu teyemmümle namaz kılar ve ancak onunla namazda kur'an okuyabilir; namaz dışında Kur'an okuması caiz değildir. Fakat bunun doğrusu, yukarda söylediğimiz gibi her iki halde de Kur'an okumanın caiz olmasıdır; çünkü teyemmüm gusül yerindedir.
Eğer cünüb olan kimse teyemmüm etse ve sonra su görse, o suyu kullanması (onunla gusletmesi) gerekir. Çünkü gusletmedikçe ona Kur'an okuma haram olduğu gibi, cünub olana haram olan her şey buna da haram olur.
Eğer bu kimse teyemmüm edip namaz kılsa ve Kur'an okusa, sonra abdestsizlikten yahud başka bir farzdan dolayı yahud bunlardan başka bir iş için teyemmüm etse, Kur'an okumak ona haram olmaz.
Sahîh ve muhtar olan mezheb budur; fakat bir kısım âlimlerimizin burada ayrı bir görüşü vardır ki, o da Kur'an okumasının haram oluşudur. Bu görüş zayıftır. Ancak bir cünüb su bulamadığı gibi, teyemmüm edecek toprak cinsi bulamazsa, bulunduğu hal üzere, vakte hürmet için namaz kılar; fakat namaz dışında Kur'an okumak ona haram olur, namaz içinde de, Fatiha sûresinden ziyade okuması da haramdır.
Bu durumda olan kimsenin Fatiha okumasının haram olup olmadığı hususunda iki görüş vardır. Bu iki görüşten sahîh olanı Fatiha sûresinin okunması haram değil, vacibdir. İkinci görüşe göre, Fatiha'yı okumak haramdır; ancak Kur'an okuyamayan bir kimsenin söyleyebildiği zikirler yapılır.
Konumla ilgili olduğu için bu fıkıh meselelerini burada özet olarak anlattım; yoksa fıkıh kitablarında delillere dayalı daha bir çok tamamlayıcı bilgiler vardır, en iyisini Allah bilir.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm