13 Ekim 2018 Cumartesi
"İman yetmiş küsur bölümdür" Hadisi
Rasûlullah (asm) şöyle buyurdu:
"İman yetmiş küsur bölümdür; en üstte 'Allah'tan başka ilâh yoktur' sözünü kabul etmek ve en altta 'insanlara sıkıntı veren bir nesneyi yoldan çekmek/kaldırmak' bulunmaktadır, haya da imanın bir parçasıdır." (Buharı, îmân, 3)
İmanın bölümlerini açıklayan müstakil kitaplar telif edilmiştir. Beyhakî'nin (v.458/1066) "Şuabu'l-îman"ı bunlardan birisidir. Beyhakî bu çalışmasında imanı iki kısımda inceler; hafi (mücerred) iman ve celî (müşahhas) iman:
a. Hafi iman, Allah ve Rasûlünden gelenlere zihnen ve kalben inanmak, doğru olduğunu kabullenmektir.
b. Celi iman, beden ve uzuvlarla yerine getirilen ibâdet (kulluk) kısmıdır ki bu, mücerret imanın dışa yansımasıdır. Temizlik, namaz, oruç, cihad vd...
Kur'ân ve Sünnet incelendiğinde bazı ibareler görülür, bunlardan yola çıkarak imanın bölümlerini tespit etmek mümkündür. Ana başlıklar hâlinde imanın şubeleri şunlardır:
1. Allah'a iman ve emirlerinin doğruluğunu kabul etmek,
2. Rasûlüne iman ve emirlerinin doğruluğunu kabul etmek,
3. Diğer peygamberlere iman,
4. Meleklere iman,
5. Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğuna iman ve doğruluğunu kabul etmek,
6. Diğer Kitaplara iman,
7. Kadere iman,
8. Âhiret gününe iman etmek,
9. Allah sevgisi,
10. Allah'ın rahmetinden ümit kesmemek,
11. Allah'a tevekkül etmek,
12. RasûIullah sevgisi,
13. Rasûlullah'ı desteklemek,
14. Doğru bilgi öğrenme çabası,
15. Doğru bilgilerin yaygınlaşması için çalışmak,
16. Küfre düşmekten korkmak ve dikkatli olmak,
17. Kur'ân eğitimine önem vermek,
18. Temizlik,
19. Namaz kılmak,
20. Zekât vermek,
21. Oruç tutmak,
22. İtikâfa girmek,
23. Hac yapmak,
24. Cihad etmek,
25. Müslümanları korumak,
26. Savaşta sebatkâr olmak ve kaçmamak,
27. Ganimette haksızlık yapmamak,
28. Akitlere (sözleşmelere) dikkat etmek,
29. Allah'ın nimetlerini yalanlamamak/nankörlük yapmamak,
30. Dili korumak ve doğruyu söylemek,
31. Sadıklarla/şuurlu kişilerle beraber olmak,
32. Emaneti korumak ve hainlik yapmamak,
33. Cinayet işlememek ve cana kıymamak,
34. Namusu korumak,
35. İnsanların malını haksız yere yememek,
36. Faiz işlemlerini terk etmek,
37. Helal olan şeyleri yemek ve içmek,
38. Helal olan giyecek ve kapları kullanmak,
39. Lehviyyatı (faydasız işleri) terk etmek,
40. Harcamalarda ölçülü olmak,
41. Haset ve kötü düşüncelerden kaçınmak,
42. Ahlâksızlığın yayılmasını engellemek,
43. Samimiyetle hareket etmek,
44. Sevap kazandığında sevinmek ve günah kazandığında üzülmek,
45. Günahtan sonra tövbe etmek,
46. Şeâire (Allah'ın yeryüzündeki sembollerine/kutsal şeylere) saygı duymak,
47. Allah ve Rasûlüne itaat eden emir sahiplerine itaaat etmek,
48. İslâm toplumundan ayrılmamak,
49. Adaletle hükmetmek,
50. Doğruları emretmek (yaygınlaştırmak) ve kötülüğü/yanlışları nehyetmek (ortadan kaldırmak),
51 . Erdem ve takvada yardımlaşmak,
52. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmamak/destek olmamak,
53. Hayâ sahibi olmak,
54. Anne ve babaya iyilik yapmak/iyi davranmak,
55. Akraba ile irtibatı kesmemek,
56. İyi ahlâklı olmak,
57. Akraba ve komşulara ihsanda bulunmak/yardımcı olmak,
58. Eşinin ve çocuklarının haklarına riâyet etmek,
59. Mü'minleri sevmek ve selâmı yaygınlaştırmak,
60. Hastaları ziyaret etmek,
61. Hapşıran/aksıran kişiye rahmetle dua etmek,
62. Saldırgan kâfir ve bozguncularla mücadele etmek,
63. Misafire ikramda bulunmak,
64. Müslümanların hatalarını örtmek ve yaymamak,
65. Musibetlere karşı sabretmek,
66. Zühd sahibi ve kısa emelli olmak,
67. Gayret sahibi (korunması gereken değerlerde hassas) olmak,
68. Lağv (boş/saçma şeyler) ile oyalanmamak,
69. Cömert olmak,
70. Küçüklere merhametli ve büyüklere saygılı olmak,
71. Allah için sevmek ve Allah için kızmak,
72. Kendisi için istediğini kardeşi için de istemek,
73. Ensar ve Muhaciri sevmek,
74. İnsanlara sıkıntı veren bir nesneyi yoldan çekmek/kaldırmak ...
https://sorularlaislamiyet.com/iman-yetmis-kusur-bolumdur-en-ustte-allahtan-baska-ilah-yoktur-sozunu-kabul-etmek-ve-en-altta
12 Ekim 2018 Cuma
Öşür. Zirai mahsullerin zekatı (çay, fındık)
Soru:
Ben Trabzon'un bir köyünde kendime ait tarlada (tarla 6,5 dönüm olup 3,5 dönümünü satın aldım. 3 dönümü de rahmetli babamdan miras kalmıştır. Tapusu yoktur, vergiye tabi değildir. 1986'dan beri benim tarafımdan kullanılmakta ve işlenmektedir) hem fındık hem de çay üretmekteyim.
Tarlamdan 2002 yılında aldığım fındık 420 kg. çay ise 400 kg dır. Gerek fındık gerekse de çay mahsülü yağmur suyuyla sulanmakta, fakat ilaç, gübre, budama, gündelikçi, toplatılma gibi masrafları vardır. Çay mahsülünü yarıya (yarı: bir arkadaş çay topluyor toplam paranın yarısın kendine yarısını da bana veriyor) verdim.
Tarım ürünlerinin zekatı olduğunu okudum ve duydum okuduğum kitaplardan birinde "Tarım ürünlerinin zekatının verilebilmesi için o ürünün 5(beş) vesk olması gerekir ve 1 vesk =250kg " diye yazıyor. Bu bilgiler doğrultusunda;
1- Tarladan 2002 yılında aldığım 420 kg fındık ve 400 kg çay mahsülünden tarım ürünleri zekatı vermem gerekiyor mu miktarı nedir. (Gerekiyorsa)
2- 1986/2002 yılları arasında ürünümü toplayıp sattığım fındık ve çayın geriye dönük tarım ürünleri zekatı var mıdır?
3- Tarım ürünü zekatını veren bir kişi, yılda bir verilen ve 40'ta bire (%2,5) tekabül eden zekat hesaplarken tarım ürünü zekatın hesaptan çıkartmalı mı yoksa nasıl değerlendirmeye almalıdır.
Köy ve yöremizde fındık ve çaydan tarım ürünleri zekat vereni duymadım.Ve yine köyümüzde ve yöremizde bu konularla ilgili müracaat ettiğim kişilerden net bir cevap alamadım.
Net cevabın sizlerden gelebileceğini ve benim gibi bir çok kişiyi aydınlatacağınızı umuyorum. Allah sizden razı olsun (amin) diyor ve diliyorum.
Cevap:
Sorunuza kısaca cevap vereceğim, daha detaylı bilgi için "İslam'ın Işığında Günün Meseleleri" isimli kitabımın 1. cildindeki "zekat" bahsini okumanızı tavsiye ederim.
Buğdaya göre bir vesk -250 kg. değil- yaklaşık 130 kg.dır. Beş vesk de 652 kg. eder.
Bir kimseye ait olan yerden, zirai mahsul olarak her ne çıkarsa, nisab (zekat yükümlüsü olabilmek için gerekli görülen miktar) doldurunca ondan zekat vermek gerekir.
Tarlanızın tapulu, vergiye tabi olup olmaması hükmü değiştirmez.
Hz. Peygamber (s.a.) zamanında, onun yaşadığı bölgede bulunmayan ve bu sebeple ismi zikredilmeyen zirai ürünlerden de zekat verilecektir. Bu ürünlerde nisap şöyle hesap edilir: Buğdaydan nisap miktarı olan 652 kilonun para olarak karşılığı bulunur. Çay, fındık gibi ürünün de çıkan miktarının para olarak karşılığı bulunur. Eğer bu iki karşılık eşit ise veya çıkan ürünün para olarak değeri, buğday nisabının değerinden fazla ise bu üründen zekat verilir.
Çıkan ürünün kendinden veya bedelinden, gübreleme, işçilik, zirai mücadele gibi girdiler düşülür, bundan sonra kalan meblağın nisaba ulaşıp ulaşmadığına bakılır.
Ürün yağmur suyu ile sulanıyorsa onda biri; su taşınarak, tutularak, motorla çıkarılarak... sulanıyorsa yirmide biri zekat olarak verilecektir.
Geçmiş yıllarda verilmemiş zekatlar sonradan verilebilir, verilmelidir.
İki ürünün para olarak toplamı, buğdayın nisap miktarının para olarak değerine ulaşırsa her birinden, yukarıdaki ölçü ve kurallara göre zekat ödenecektir. Her ürünün teker teker nisaba ulaşması şart değildir.
Tarım ürününün zekatını verdikten sonra kalanı satar, paraya çevirirseniz, o yıl paradan ve ticari eşyadan ödeyeceğiniz zekat matırahına bu parayı (ürün parasını) katmazsınız; yani bir maldan, bir yılda iki kere zekat ödenmez. Sonraki yıllarda o para yine elinizde duruyorsa veya diğer paralara katılarak elinizde kalmışsa o zaman (sonraki yıllarda) kırkta bir olarak zekat verilecektir.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00065.htm
10 Ekim 2018 Çarşamba
Yatırım amacıyla edinilmiş mülkün zekatı
Soru:
Para biriktirme aracı olsun diye girdiğim kooperatif evini 3 yıl önce teslim aldım. Depremzede bir aileye verdim ancak, daha sonra çıkartamadım. Çok uğraştırdı. Sonunda çıktı. Hala satamıyorum. Bu evin bedeli için zekat ödemem gerekir mi? Gerekirse hangi bedel esas olmalı. İstediğim fiyat bana olan maliyetinin de altında ama satamıyorum. Vermem gerekli ise takribi bir değer üzerinden verip, satınca tekrar mı hesaplamalıyım.
Cevap:
Ticaret, yatırım, paranın değerini koruma gibi amaçlarla edinilmiş ev, arsa gibi istenildiği zaman hemen satılamayan ve fiyatı da zaman içinde değişen malvarlıklarının zekatı, satılmadığı sürece, "maliyeti ile raic bedelinin ortalaması" üzerinden ödenmelidir.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00061.htm
9 Ekim 2018 Salı
Alacağın zekatı verilir mi?
Soru:
Arkadaşıma verdiğim döviz bazındaki borcu, imkanı 4 yıl sonra olunca ödeyebildi. Şüpheli bir alacak durumunda değildi. Verirken vade de belirlememiştik. Bu parayı alınca zekat ödemem gerekiyor mu? Gerekiyorsa, borç verirken zekat kadar ilave talep edebilir miyim?
Cevap:
Sağlam (ödeneceği umulan, ödenmesinden ümit kesilmiş olmayan) alacakların zekatı, müctehidlerin çoğuna göre (hanefîler dahil) her yıl, alacaklı tarafından ödenir. İmam Mâlik'e göre sağlam olsun olmasın alacakların zekatı, tahsil edildiği yıl -geçmiş yıllarınki değil, yalnızca o yılınki- ödenir. İhtiyaç sahibine borç vermek de bir yardım olduğu için alacağın zekatı ödenmez diyen müctehidler de vardır. Ben İmam Malik'in ictihadını orta ve adil bir çözüm olarak görüyorum.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00060.htm
8 Ekim 2018 Pazartesi
Hesaplanan zekat yıl içinde kısım kısım dağıtılabilir mi?
Soru:
Yılbaşında zekat borcumuzu hesap ediyor, o yılın sonuna kadar uygun yerler buldukça ödüyoruz; bu usul uygun mudur?
Cevap:
Zekatı hesap ettikten sonra yıl içinde peyderpey ödüyorsanız ve bu arada enflasyon da oluyorsa bu farkı da ödemeniz gerekir. Mesela yıl başında bir milyar zekat borcu hesapladınız ve bunu altı ay sonra ödediniz; bu esnada %50 enflasyon olmuşsa birbuçuk milyar ödemeniz gerekir.
Ödemeyi ertelemenin sebebi de sizin menfaatiniz değil, yoksulun menfaati gereği olmalıdır. Azar azar vermenin daha yararlı olması, layık olan bulmak için beklemek caiz olan erteleme sebeplerine örnektir.
7 Ekim 2018 Pazar
İşyeri sahibi işçisine zekat verebilir mi?
Soru:
Çalıştırdığımız işçilerden geçim sıkıntısı çekenlere de zekatımızdan veriyoruz; bunda bir sakınca var mıdır?
Cevap:
Geçim sıkıntısı çeken işçilere (yani ücret aldığı halde yine de yoksul olan, zekat ödemekle yükümlü olacak kadar zengin olmayan, bu sebeple de zekat alması caiz olan işçilerinize) yapılan ve ücrete dahil edilmeyen ödemeler zekat yerine geçer. İşçi alırken, "ücreti düşük veriyoruz ama zekat da vereceğiz" denilmedikçe verdiğiniz zekat ücret yerine geçmez ve bir sakınca yoktur.
6 Ekim 2018 Cumartesi
31. Her Taraftan Kıbleye Yönelmek
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
8. BÖLÜM NAMAZ
31. Her Taraftan Kıbleye Yönelmek
Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kıbleye yönel ve tekbir getir!"
(Her Taraftan Kıbleye Yönelmek) Namaz kılan kişi, ister mukim olsun isterse yolculuk halinde bulunsun her halükârda kıbleye yönelir. Bu durum farz namazlar için geçerlidir.
399- Berâ İbn Âzib'den şöyle nakledilmiştir:' "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem on altı veya on yedi ay kadar (Kudüs'teki) beytu'l-makdise doğru namaz kıldı. Ama Kabe'ye yönelmek onun hoşuna gidiyordu. Bu yüzden Allah Teâlâ şu ayeti indirdi: "(Ey Muhammed) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz.[el-Bakara 2/144] Bundan böyle Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem Kabe'ye yöneldi. "Bu durum karşısında bir takım beyinsiz insanlar (Yahudiler) "Yönelmekte oldukları kıblelerinden onlan çeviren nedir?" dediler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.[el-Bakara 2/142] Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte bir adam namaz kıldı. Namazdan sonra çıktı ve ikindi namazını beyt-i makdise doğru kılan ensardan bir cemaatin yanına vardı. Onlara kendisinin Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte namaz kıldığını Allah Resûlü'nün Sallallahü Aleyhi ve Sellem Kabe'ye yöneldiğini bildirdi. Bunun üzerine cemaat, yön değiştirip Kabe istikametine döndü."
Müslümanlar, beyt-i makdise doğru, Medine'de namaz kılmaya başlamışlardı.
400- Câbir'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bineği ne tarafa dönerse dönsün onun üzerinde namaz kılardı. Farz namazı kılacağı zaman ise, bineğinden inip kıbleye yönelirdi. [Hadisin geçtiği diğer yerler:1094,1099,4140]
Bu hadis, farz namazlarda kıbleye yönelmenin terk edilemeyeceğine delil teşkil eder. Zaten bu konuda icmâ' gerçekleşmiştir. Ancak aşırı korkunun söz konusu olduğu durumlarda binek üzerinde farz namaz kılmaya ruhsat verilmiştir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
8. BÖLÜM NAMAZ
31. Her Taraftan Kıbleye Yönelmek
Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kıbleye yönel ve tekbir getir!"
(Her Taraftan Kıbleye Yönelmek) Namaz kılan kişi, ister mukim olsun isterse yolculuk halinde bulunsun her halükârda kıbleye yönelir. Bu durum farz namazlar için geçerlidir.
399- Berâ İbn Âzib'den şöyle nakledilmiştir:' "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem on altı veya on yedi ay kadar (Kudüs'teki) beytu'l-makdise doğru namaz kıldı. Ama Kabe'ye yönelmek onun hoşuna gidiyordu. Bu yüzden Allah Teâlâ şu ayeti indirdi: "(Ey Muhammed) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz.[el-Bakara 2/144] Bundan böyle Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem Kabe'ye yöneldi. "Bu durum karşısında bir takım beyinsiz insanlar (Yahudiler) "Yönelmekte oldukları kıblelerinden onlan çeviren nedir?" dediler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.[el-Bakara 2/142] Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte bir adam namaz kıldı. Namazdan sonra çıktı ve ikindi namazını beyt-i makdise doğru kılan ensardan bir cemaatin yanına vardı. Onlara kendisinin Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte namaz kıldığını Allah Resûlü'nün Sallallahü Aleyhi ve Sellem Kabe'ye yöneldiğini bildirdi. Bunun üzerine cemaat, yön değiştirip Kabe istikametine döndü."
Müslümanlar, beyt-i makdise doğru, Medine'de namaz kılmaya başlamışlardı.
400- Câbir'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bineği ne tarafa dönerse dönsün onun üzerinde namaz kılardı. Farz namazı kılacağı zaman ise, bineğinden inip kıbleye yönelirdi. [Hadisin geçtiği diğer yerler:1094,1099,4140]
Bu hadis, farz namazlarda kıbleye yönelmenin terk edilemeyeceğine delil teşkil eder. Zaten bu konuda icmâ' gerçekleşmiştir. Ancak aşırı korkunun söz konusu olduğu durumlarda binek üzerinde farz namaz kılmaya ruhsat verilmiştir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Rahatsız olan kişinin oturarak namaz kılması
Soru:
Bilindiği üzere camilerde, safların arka tarafına sandalye, kanape veya benzeri bir şey koyuyorlar, ayakta duramayanlar veya yere oturamayanlar bu şeylerin üzerine oturuyor, farzda da buradan imama uyarak namazlarını kılıyorlar. Rükû ve secdeyi îmâ ile (başların rükûda biraz, secdede de daha fazla öne eğerek) yapıyorlar. Televizyonlarda veya başka yerlerde konuşan, yazan bazı hocalar "sandalye vb. üzerine oturularak kılınan namazların sahih olmadığını, yere oturmanın şart olduğunu" söylüyor, hatta bazılar daha ileri giderek sandalyelerin camilerden kaldırılmasını istiyorlar. Bu konuda bize bilgi verirseniz memnun olacağız; selamlar.
Cevap:
Hasta oldukları için namazın bazı kısımlarını yapamayan müslümanlar Peygamberimize (s.a.) ne yapacakların sormuşlar ve "ayakta duramayanların oturarak, oturamayanların yatarak, rükû ve secde yapamayanların îmâ (işaret ederek, mesela başların öne eğerek) namaz kılabileceklerini, Allah'ın kullarını, güçlerinin yetmediği bir şeyle yükümlü kılmadığını" öğrenmişlerdir. Bu bilginin kaynağı sağlam, güvenilir hadislerdir.
Nasıl ve nereye oturulacağı konusunda Peygamberimizin bir sınırlaması yoktur. Bu konuda şekil ileri sürenler bunu, ictihad ve yorumlarına dayandırmışlar, bu oturmanın şekli üzerinde bir ittifak da oluşmamıştır.
Fıkıhçılar, oturarak, yatarak veya îmâ ile namaz kılmanın caiz olmasına sebep olacak hastalığın derecesi üzerinde de durmuşlardır. Buna göre fiilen ayakta durmayı veya rükû, secde yapmayı imkânsız kılan hastalıklar ve özürler yanında baş dönmesi, kanama, huzuru bozacak ölçüde ağrı ve sancı, hastalığın artması gibi sonuçların doğması da fiilen hasta olmak gibi kabul edilmiştir; yani bu mazeretler ve gerekçelerle de oturarak, yatarak, îmâ ile namaz kılmanın caiz olduğu ifade edilmiştir.
Fıkıhçıların konumuz hakkındaki açıklamalarına örnek olarak meşhur Hanefî Fıkıhçı İbn Âbidîn'den bazı özet nakiller yaptıktan sonra sandalye meselesine geçebiliriz:
"Namazdan önce mevcut olan veya namaz kılarken oluşan bir hastalıktan dolayı veya mevcut hastalığın artması yahut da rahatsızlığın belli hareketler sonucu meydana gelmesi ihtimali bulunduğunda (böyle bir mazereti olanlardan) ayakta duramayanlar "istedikleri şekilde" oturarak, bir süre ayakta durabilenler de o süreden sonra oturarak, yapabiliyorlarsa normal rükû ve secde ile namazlarını kılarlar. "İstedikleri şekilde" otururlar; çünkü mazeret, namazın olmazsa olmaz parçalarının ("erkânı"nın) bulunmamasını/yapılmamasını caiz hale getirdiğine göre, "şekillerin ortadan kalkması"nı elbette sağlayacaktır. Rükû ve secdeyi yapamayanlar da -ayakta da yapması caiz olmakla beraber- tercihan oturdukları yerden îmâ ile rükû ve secde yaparlar; oturdukları yerden îmâ yapmalarının daha iyi olması yere daha yakın ve böylece de secdeye daha benzer olmasındandır. İmâ ile secde yaparken başını, rükû için yaptığından biraz daha fazla eğmek gerekir. Oturmakta da güçlük çekenler ya sırt üstü, ayakları toparlanmış olarak kıbleye dönük vaziyette veya yan üstü kıbleye yönelerek yatar, namazlarını böyle kılarlar. Hayvana binmiş bulunan hasta ile indiği takdirde yerde kalacağından, tekrar binemeyeceğinden korkan kimseler de hayvan üzerinde (semer, eğer veya mahfede oturmuş olarak) namazların kılarlar. Mazereti olanlar namazın hangi kısmın tam yapabilirlerse onu tam yapar, geri kalanını yapabildikleri ölçüde yaparlar..." (C., s.558-560).
Günümüzde, "Sandalye vb. üzerinde oturarak namaz kılmak caiz değildir, ayakta duramayanın yere oturması gerekir" diyenlerin delillerini (din kaynaklarından neye dayandıklarını) yazmamışsınız. Bunu da öğrenir ve bana yazarsanız onlara da cevap veririm. Ama yukarıdaki açıklamaları göz önüne aldığımızda "sandalyeye oturarak namaz kılınamaz" diyenlerin Kur'an'a, Sünnet'e, hatta eski Fıkıhçılarımızın açık bir ifadesine dayanmadıklarını söylemek mümkündür. Kur'an'da ve sünnette böyle bir ifade yoktur ve olamaz; çünkü vahyin geldiği zamanda ve yerde sandalye de yoktur, ona oturma şeklinde bir âdet de mevcut değildir. İnsanlar ayakta duramıyorlarsa yere oturmaktadırlar. Fıkıhçıların sözlerine de dayanamazlar; çünkü bir örneğini yukarıda gördüğümüz Fıkıhçıların sözlerinden, sandalyeye oturarak namaz kılmanın caiz olmadığı değil, tam aksine caiz olduğu sonucu çıkar; çünkü:
1. Allah kulunu gücünün yetmediği, ona zor gelen, eziyet veren, canını acıtan, hasta eden, hastalığını arttıran, sağlık veya hayatını tehlikeye sokan... bir vazife ile yükümlü kılmamıştır. Yere oturamayan, oturduğu zaman acı ve ağrı çeken veya tekrar kalkamayan, bu yüzden de kıyam ve rükû vazifelerini yerine getiremeyecek olan kimseleri yere oturmaya mecbur edenler Allah'ın muradına, dinin temel kurallarına aykırı davranmış olurlar.
2. Mazeretleri sebebiyle hayvandan inemeyenler (inerlerse tekrar binememekten veya inerlerse hastalıklarının artmasından, ağrı ve acı çekmekten korkanlar (böyle ihtimallerin bulunması halinde) hayvan üzerinde oturarak namazlarını kılabildiklerine göre, yere oturdukları takdirde hastalıklarının artması veya ağrı ve acı çekmeleri ihtimali ile karşılaşanların da ya ayakta veya oturmaları gerekiyorsa oturabildikleri bir şeyin üzerinde namaz kılmaları caiz olacaktır.
3. Eski fıkıh alimleri, "mazeret (hastalık, ağrı ve acı çekmek, tehlike vb.) erkânın (kıyam, rükû, secde gibi namazın temel kısımlarının) yapılmamasına sebep teşkil ettiğine göre şeklin ortadan kalkmasına elbette sebep olur" dedikleri halde, yeni bazı "hocaların", "oturmanın şekline tesir etmez, sandalyeye oturmayı caiz kılmaz, illa da yere oturmak gerekir" demeleri eski Fıkıhçıların anlayışına da ters düşer.
4. "İmâ ile namaz kılanların ayakta değil de oturarak îmâ yapmaları daha iyi olur denmiş", bu da "oturulduğu zaman yere daha yakın olunur ve bu secde haline de daha yakın bir duruştur" gerekçesine bağlanmıştır. Ancak bunu söyleyen Fıkıhçılar, ayakta dururken 'imâ yapmanın da caiz olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca secde îmâ ile (ayakta veya oturarak baş eğmek suretiyle) yapıldıktan sonra, bu sırada başın yere daha yakın veya uzak olması sonucu değiştirmez; yakın olsun, uzak olsun yapılan gerçek/normal secde değil, îmâdır; îmâ ile yapılmış secdedir. "Yere yakın olunca secdeye daha çok benzeyeceği ise" bir yakıştırmadan ibarettir; çünkü gerçek/normal secde alın ve burun yere yaklaştırıldığı zaman değil, değdiği zaman olur.
5. "Ayakta duramıyorsa otursun, oturamıyorsa yatarak kılsın..." buyurulmuş, eğer ayakta duramayanların secdeye en yakın durumda olmaları istenseydi "oturarak kılsın" denmez, yatarak kılsın denirdi; çünkü secdeye (alnı, burnu yere koymaya) en yakın durum oturma hali değil, yatma halidir.
Not: Bazı kitaplarda, sandalyede oturmanın büyüklük, kibir alameti olduğu, bunun da namazla bağdaşmadığı bu sebeple sandalye vb.de oturarak namaz kılmanın caiz olmadığı yazılı imiş. Bu tespit ve değerlendirme örf ve adetle ilgilidir, bizim zamanımızda ve ülkemizde sandalyede oturmanın kibirle filan bir alakası yoktur. http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00055.htm
4 Ekim 2018 Perşembe
Kaza borcu olan sünnetleri kılar mı?
Soru:
Bir radyoda bir hocaefendi eğer kişinin kazaya kalmış namazlar varsa kişi bu namaz borçların verene kadar beş vakit namazların sünnetlerinin kılamaz, bunun yerine kazaya kalmış namazları kılması gereklidir diye söyledi. Benim kazaya kalmış namazlarım bir hayli çok. Ben sünnetleri terk edip yerine kazalarımı kılmam m gerekiyor? Şu an sünnetlere devam ediyorum. Veya hem kaza borçlarını hem de sünnetleri devam ettirsek sünnetler kabul olur mu? Bir de kazaya namazı kalmış kişi teheccüd namazı gibi nafile namazlar kılabilir mi?
Cevap:
Kaza namazı olanların sünnet ve "kuşluk, evvâbîn, teheccüd, tahiyyetü'l-mescid" gibi adı konmuş nafile namazları kılması caizdir. Hanefîlere göre adı konmamış (mutlak) nafile namaz kılmak yerine kaza kılmak efdaldir, tercih edilmelidir. Bu sebeple kazaya kalmış namaz bulunan bir mümin, günlük namazların sünnetleriyle beraber kılmalı, vakit buldukça da ihmal etmeden kaza namazlarını kılmalıdır. Lüzumlu lüzumsuz birçok dünya işi için bir ömür geçirirken kaza kılmak için sünnetleri terketmek sorumluluk duygusuna sahip bir kula yakışmaz.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00052.htm
3 Ekim 2018 Çarşamba
İstihare namazı ve rüya
Soru:
Kıldığımız istihare namazından sonra gördüğümüz rüyaya göre mi hareket etmeliyiz. Gördüğümüz bu rüyalara şeytanın etkisi olabilir mi?
Cevap:
İstihare namazı ve duası yeterlidir. Bundan sonra görülecek rüya önemli ve bağlayıcı değildir, her rüyaya şeytan karışabilir. Bu sebeple görülen şeyler, dinin ve aklın kesin hükümlerine göre değerlendirilmeli ve buna göre hareket edilmelidir.
2 Ekim 2018 Salı
Geçmiş namazları kaza etmek kişinin namaz borcunu siler mi?
Soru:
Mezhep imamlarının görüşlerine göre geçmişte kılınmayan farz ve vacip olan namazlar kaza edilir. Ancak Kuran-ı Kerim'in genel atmosferinden çıkardığımız netice günahlardan arınmanın "tevbe" olduğunu biliyoruz. Bir de "namaz olmayanın" dininin de olmadığı hadisinden haberdarız. Netice itibariyle kişilerin geçmişte şuursuzluk yahut farklı sebeplerden dolay kılmadıkları namazların durumu ne olmalıdır?
Cevap:
Mazeretsiz olarak geçirilmiş namazların kazasının farz olduğu konusunda genel kabul bulunmakla beraber, kazanın eda (zamanında kılma) yerine geçeceğini kimse iddia edemez. Namaz, vakti içinde yapılması gereken çok önemli bir ibadettir. Mazeretsiz namaz geçirmek de günahtır. Onu kaza etmek bir bakıma tövbedir, daha doğrusu tövbenin bir parçası olabilir. Ayrıca Allah'a yalvarmak, pişman olmak ve af dilemek gerekir.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00051.htm
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)