..Prof. Dr. Kandemir: Hadis karşıtları her devirde olagelmiş, İslâm âlimleri de onların iddialarını çürütmüşlerdir. Fakat iki asır öncesinden beri Şark ilimleriyle meşgul oldukları için kendilerine “Şarkiyatçı” veya “Müsteşrik” denen Batılı araştırıcılar Müslümanları dinlerinden, özellikle de hadislerden uzaklaştırmak için çeşitli iddialar ortaya atmışlardır. Onları şuursuzca taklit eden İslâm dünyasındaki mukallitler, bu İslâm düşmanlarının görüşlerini benimsemiş ve tıpkı onlar gibi hadisleri inkâr etmişlerdir.
..İslâmı anlamak ve yaşamak için Kur’ân-ı Kerîm’in yeterli olduğunu söylüyorlar. Hadislere güvenilemeyeceğini, bu sebeple onların dinin ikinci kaynağı olamayacağını ileri sürüyorlar. Bu iddialarını ispatlamak için bazı âyetlere sarılıyor ve diyorlar ki:
Allah Teâlâ, Peygamber’in son günlerinde: “Bugün dininizi kemâle erdirdim”1 âyet-i kerîmesini indirdi ve böylece dinini tamamladığını bildirdi. Şayet dinin tamamlanması için hadislere ihtiyaç olsaydı, Allah dinin tamamlandığını söylemezdi. (Aşağıda bu âyet-i kerîmeyi yeniden ele alacağız)
Görüşlerini ispatlamak için şu âyet-i kerîmeleri de okuyorlar:
“Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”2
“Biz sana her şeyi açıklamak, doğru yolu göstermek, rahmet kaynağı olmak, Müslümanlara da müjde vermek üzere bu kitabı indirdik.”3
İşte bu âyetlere dayanarak Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir şeyin eksik bırakılmadığını, orada her şeyin açıklandığını ileri sürüyor, hadise ve sünnete hiçbir şekilde ihtiyaç bulunmadığını ve zaten hadislere kesinlikle güvenilemeyeceğini iddia ediyorlar.
Sünnete Göre Yaşamak Kur’an’ın Emridir
Taşgetiren: O zaman Kur’an’a bir de Peygamberimizin hukukunu anlamak için bakmak lazım, değil mi? Acaba Rabbimiz nasıl bir “Peygamber hukuku” çiziyor?
Prof. Dr. Kandemir- Evet, tabi ki ölçümüz Kur’an ve orada da önümüze bir “Rasulullah hukuku” konuyor. Müslümanların hayatlarını hadis ve sünnete göre tanzim etmeleri hem Allah Teâlâ’nın, hem de Peygamber aleyhisselâmın kesin emridir.
Kur’an bize yeter diyenler Cenâb-ı Hakk’ın son Peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme verdiği son derece önemli şu görevi görmezden geliyorlar: Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem’ine hem Kur’ân-ı Kerîm’i, hem de onu açıklayacak olan hadis ve sünneti vahyetti ve ona görevini şöyle bildirdi:
“Sana, kendilerine gönderileni insanlara açıklaman, onların da üzerinde düşünmeleri için bu Kur’an’ı indirdik.”4
Demek ki Resûl-i Ekrem’in görevi insanlara sadece Kur’ân-ı Kerîm’i duyurmak değildir. Aynı zamanda onlara dini nasıl yaşayacaklarını göstermek için hem sözleri, hem de uygulamalarıyla Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamaktır.
Allah Teâlâ’nın, Peygamber’ine Kur’ân-ı Kerîm’i indirmesi ve ondan da kitabını açıklamasını istemesi şunu gösterir: Kur’ân-ı Kerîm dinin birinci kaynağı, onu açıklayan hadis ve sünnet de dinin ikinci kaynağıdır.
Hadis ve sünnet karşıtları, Peygamber buyruklarına değer vermemek sûretiyle aslında Kur’ân-ı Kerîm’e karşı olduklarını farketmiyorlar. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin değerini belirtiyor, ardından da herkesi ona tâbi olmaya, ona itâat etmeye ve emirlerine karşı gelmemeye çağırıyor.
Resûlullah’a Tâbi Olmak
Taşgetiren: Bu üç hususu biraz açabilir miyiz Hocam?
Prof. Dr. Kandemir: Allah’ın Elçisi’ne tâbi olmamızı emreden âyet-i kerîmede Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e şöyle emrediyor:
“İnsanlara şöyle de: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”5
Hemen bir sonraki âyette önemine binâen aynı buyruk şöyle vurgulanıyor:
“Şöyle de: Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz. Yüz çevirip, inkâr ederseniz, hiç şüphesiz Allah inkâr edenleri sevmez.”
Bu âyet-i kerîmelere göre, şayet bir kimse Allah’ı sevdiğini ileri sürdüğü halde O’nun Resûlüne itâat etmiyorsa, Allah’ı sevdiği iddiası kocaman bir yalandan ibarettir. Peygamber’e karşı gelenler de elem verici bir azâba uğrayacaklardır.
Resûlullah’a İtâat Etmek
Allah Teâlâ, Kendisinin merhametini kazanabilmek için Allah’a ve Resûlü’ne itâat etmenin şart olduğunu söylüyor.6 Cennete girmek ve böylece büyük kurtuluşa ermek için de Allah’a ve Resûlü’ne itâat etmeyi gerekli görüyor.7
Böylece Kâinâtın Rabbi Kendisine itaat etmiş olmak için Resûlü’ne itâat etmeyi vazgeçilmez buluyor. Neden? Çünkü Peygamber, Allah’ın gönderdiği dini, O’nun kullarına tebliğ eden kimsedir. İnsanlara neleri tebliğ edeceğini en iyi bilendir. Bundan dolayıdır ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği sözler ve yaptığı uygulamalar Allah’ın isteğine uygundur. Şu halde insanlar hem Kur’ân-ı Kerîm’deki, hem de Peygamber’in hadis ve sünnetindeki emirlere kayıtsız şartsız itâat edecek ve Kur’an ve hadisin yasakladığı şeylerden uzak duracaktır.
Şu âyet-i kerîmenin Kur’ân-ı Kerîm’de üç defa tekrarlandığını gözardı edemeyiz:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin”8 Şuna dikkat buyurulsun: Bu üç âyet-i kerîmede “itâat edin” emri hem Allah Teâlâ için, hem de O’nun Resûlü için ayrı ayrı kullanılıyor, bu da şunu gösteriyor:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, onun sözlerini Kur’ân-ı Kerîm’e arzetmeden itâat etmek gerekir. Yani Resûl-i Ekrem’in emrettiği şey Kur’ân-ı Kerîm’de var mı, yok mu diye araştırmadan onun emrine mutlak sûrette itâat etmek gerekir. Çünkü Peygamber aleyhisselâma, kendisinin buyurduğu üzere “Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte onun bir benzeri daha verilmiştir.”9
Bu âyet-i kerîme bize, hadis ve sünnetin Kur’ân-ı Kerîm’den sonra dinin ikinci kaynağı olduğunu gösterir. Çünkü hadîs-i şerîfler olmadan dinimizi tam olarak anlamamız mümkün değildir.
Resûlullah’ın Emirlerine Karşı Gelmemek
Taşgetiren: Hocam bir de Rasulullah’ın emirlerine karşı gelmeme ikazı var Kur’an’da değil mi?
Prof. Dr. Kandemir: Tabii ki. Ben Müslümanım diyen kimse Peygamberine hiçbir şekilde karşı gelmeyecektir. Şayet karşı gelirse her şeyini kaybedecek ve ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Bu konudaki ilâhî hüküm şöyledir:
“Allah ve Resûlü bir konuda hüküm bildirdiği zaman, ne bir mü’min erkeğin, ne de bir mü’min kadının, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Allah’a ve Resûlüne isyan eden ise apaçık bir sapıklığa düşmüştür.”10
Şu halde Allah ve Peygamber Müslümanlar hakkında bir hüküm verince, Müslüman olduğunu söyleyen kimseler hiç itiraz etmeden: “Duyduk ve uyduk” diyeceklerdir.11
Allah Teâlâ peygamberlere hiçbir şekilde muhâlefet edilmeyeceğini, ona karşı gelinmeyeceğini anlatmak için Firavun örneğini veriyor ve sonunda bize bir soru soruyor:
Biz Firavun’a bir peygamber göndermiştik, size de bir peygamber gönderdik. Fakat Firavun o peygambere karşı geldi; Biz de onu şiddetli bir azapla yakaladık. Peki siz peygamberinize karşı gelirseniz, çocukları ihtiyarlatan o günden nasıl korunacaksınız?12
Hâl böyle olunca, bir Müslüman âhiretini mahvedecek hiçbir tehlikeyi göze alamaz ve Peygamberinin hiçbir buyruğuna itiraz edemez.
Hadis ve Sünnete Uymak Resûlullah’ın da Emridir
Taşgetiren: Hocam bir de “Hadis karşıtı” denilen insanların Rasulullah ile hukukları var. Ne diyor Rasulullah Efendimiz hadis ve sünnete uymak konusunda?
Prof. Dr. Kandemir: Bu da önemli bir mesele tabi. Peygamber Efendimiz size kendi hukukunu nasıl anlatıyor?
Çok net:
Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem hadis ve sünnetin dinin ikinci kaynağı olduğunu bizzat belirtmiştir. Pek yakında karnı tok, rahat koltuğuna kurulmuş birilerinin sadece Kur’an’a sarılmayı, onda helâl olarak gösterilen ne varsa onu helâl, haram olarak gösterilen ne varsa onu haram bilmeyi tavsiye edeceklerini söylediği hadîs-i şerîfte şöyle buyuruyor: “Bana Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte onun bir benzeri daha verilmiştir.” Böylece kendisine Allah’ın kitabını açıklama yetkisinden başka, Kur’an’da olmayan şeyleri ortaya koyma yetkisinin de verildiğini belirtiyor.
Sünenü Ebî Davûd’un ilk şârihi Hattâbî (ö. 388/998) bu konuya açıklık getiriyor. Peygamber aleyhisselâmın, “Kur’an’ın bir benzeri” sözüyle iki şeyi kastetmiş olabileceğini söylüyor:
* Bana zâhirî ilim vahyedildiği gibi bâtınî ilim de vahyedildi.
* Bana Kur’an vahyedildiği gibi onu te’vil etmek yani Kur’an’ı açıklamak da vahyedildi.13
Hattâbî’den sonraki İslâm âlimleri de konuya böyle bakmışlardır.
Peygamber Efendimiz’in pek yakında hadis ve sünneti önemsemeyen, karnı tok, rahatını ve koltuğunu düşünen kimselerin çıkacağını haber vermesi, onun mûcizelerinden biridir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli hadislerinde ümmetini hadis ve sünnete sarılmaya teşvik etmiştir. Ashâb-ı kirâmdan İrbâz ibni Sâriye şöyle bir olay anlatır:
Birgün Peygamber aleyhisselâm ashâbına vedâ eder gibi bir konuşma yapınca, onlar bu konuşmadan çok etkilendiler ve kendisinden bazı tavsiyeler istediler. Allah’ın Resûlü de onlara ileride pek çok ihtilaf çıkacağını, o zamana yetişenlerin hem kendisinin, hem de Hulefây-i Râşidîn’in sünnetlerine sımsıkı sarılmalarını, ortaya çıkacak bid’atlardan şiddetle kaçınmalarını tavsiye buyurdu.14
Efendimiz aleyhisselâmın sözünü ettiği ihtilâf daha ilk asırdan itibaren ortaya çıktı. Bugün de aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’in kendilerine yeteceğini, hadise sünnete ihtiyaç duymadıklarını ileri süren birtakım bid’atçılar, Kur’ân-ı Kerîm’de dayanağı bulunmayan iddialarıyla Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerine saldırıyorlar. Bu durum karşısında bizim yapacağımız tek şey, Fahr-i Cihân Efendimiz’in emirlerine bütün gücümüzle sarılmak, bu bid’atçıların asılsız görüşlerine hiçbir değer vermemektir.
Resûl-i Kibriyâ’nın evinde yaptığı nâfile ibadetleri onun bir hanımından öğrendikten sonra, bu ibadetleri azımsayan ve daha çok ibadet etmek isteyen üç sahâbînin durumunu hepimiz biliriz. Allah’ın Resûlü bu sahâbîleri aşırılıktan sakındırmış, ibadet konusunda da kendisini örnek almalarını tavsiye buyurmuş ve sözünü şöyle tamamlamıştı: “Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.”15 “Benden değildir” demek, benim dinimden, şerîatımdan yüzçeviriyor demektir. Bunun ne korkunç bir tehdit olduğu son derece açıktır.
Kur’an ile yetinip Resûlullah’ın hadis ve sünnetini gözardı etme bid’atını ortaya atanların, şayet Müslüman iseler, bu icatlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekir.
Hadis ve Sünnet Sonradan Ortaya Çıkmadı
Taşgetiren: Hocam, bu tartışmayı yürütenlerin bir iddiaları var. Onlar hadislerin Peygamber aleyhisselâm zamanında yazılıp ezberlenmediğini, bu rivâyetlerin iki, üç asır sonra ortaya çıktığını ve Resûlullah’a nispet edildiğini söylüyorlar. Hadislerin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken yazıldığı ve ezberlendiğini kabul etmiyorlar.
Prof. Dr. Kandemir: Bu tabii ki kocaman bir yalan. Allah Teala’nın, Peygamber’e tabi olmayı, onun izinden gitmeyi tavsiye eden, ona kesinlikle karşı gelmemeyi, isyân etmemeyi emreden âyetleri orta yerde dururken, onlar bu âyetleri işlerine geldiği şekilde yorumluyorlar.
Halbuki ashâb-ı kirâm Resûl-i Ekrem’in yirmi üç sene boyunca ne yaptığını, nasıl yaşadığını, nasıl namaz kılıp oruç tuttuğunu, haccettiğini, huzûruna getirilen dâvâları nasıl hallettiğini, savaşlarda nasıl hareket ettiğini gördüler ve onun davranışlarını kendilerine örnek aldılar. Onu canımızdan çok sevmeyi Allah emrediyor diyerek kendisine eşsiz bir muhabbet gösterdiler. Allah’ın Resûlü de hep onların arasında yaşadı, hatalarını düzeltti, güzel davranışlarını takdir etti. Resûlullah Efendimiz’in hanımları da onun ümmetine örnek olacak hal ve tutumlarını bütün açıklığıyla anlattılar.
Allah Teâlâ ise, ashâb-ı kirâma Resûl-i Ekrem’in sözlerinin mutlaka öğrenilmesi ve uygulanması gerektiğini şöyle bildirdi:
“O Peygamber kendi hevâ-hevesine göre konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyolunandan başka bir şey değildir.”16İşte ashâb-ı kirâm da hadîs-i şerîflere bu gözle baktılar ve onun ağzından çıkan her sözü öğrenmeye ve hayatlarını ona göre düzenlemeye çalıştılar.
Ashâb-ı kirâm Hadislere Büyük Önem Verdi
Sahâbîler Peygamber Efendimiz’den on âyetin okunuşunu, mânasını ve ihtivâ ettiği hükümleri öğrenir ve onları yaşamaya çalışırlardı. Ardından aynı şekilde bir on âyeti daha öğrenirlerdi17.
Allah Teâlâ ashâb-ı kirâma ilmi öğrenmelerini, sonra da başkalarına öğretmelerini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Mü’minlerin hep birden savaşa gitmesi doğru değildir. Her topluluktan bir kısmı savaşa gitmeli; bir kısmı da ilimde derinleşip savaşa gidenler geri döndüğünde onlara Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmelidir.”18
Onlar da bu ilâhî emir gereğince, hep birden savaşa gitmediler, Peygamber aleyhisselâmdan hem Kur’ân-ı Kerîm’i, hem de onun sünnetini öğrenip uyguladılar. Ashâb-ı kirâmın bu âyet-i kerîmeyi kulak ardı etmesi, Resûlullah’ın sünnetini öğrenmemesi ve onları başkalarına öğretmemesi olacak şey midir? Peygamber devrinde hadis ve sünnet yoktu demeyi hangi akıl kabul edebilir? İsterseniz buna dâir birkaç misâl verelim:
1-Uzaktan Gelenler Dini Öğrenmek İçin Günlerce Medine’de Kalırlardı
Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimiz’in yanında bulunur, sonra ondan öğrendiklerini ailelerine öğretmek için evlerine giderlerdi. Mâlik ibni Huveyris radıyallahu anhın anlattığına göre, muhtelif yerlerden gelen bir grup genç Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında yirmi gün kalıp dinlerini öğrenmişler, Allah’ın Resûlü onların yakınlarını özlediklerini anlayınca, ailelerinin yanına dönmelerini ve öğrendiklerini onlara öğretmelerini ve kendisinden görüp öğrendikleri gibi namaz kılmalarını emretmişti.19
2-Medine’de Yaşayanlar Resûl-i Ekrem’in Yanında Nöbetleşe Kalırlardı
Herkes gibi ashâb-ı kirâmın da bir ailesi ve onları geçindirmek için icrâ ettikleri meslekleri vardı. Bir yandan mesleklerini icrâ ederken, bir yandan da Peygamber aleyhisselâmın yanında bulunmayı, onu dinlemeyi, yeni vahiyleri duymayı ve dinlerini birinci elden öğrenmeyi isterlerdi. Hz. Ömer’in bu konuda anlattıkları bize yeterli bilgi vermektedir. O, Ensâr’dan olan bir komşusuyla birgün arayla nöbetleşe Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında kalır, o gün gelen vahiyleri ve olup bitenleri akşam birbirlerine anlatırlardı.20
3-Hadis Öğrenmek İçin Sıkıntılara Katlanırlardı
Resûl-i Ekrem vefât edince, onun hadislerini derleme arzusu bazı sahâbîleri harekete geçirdi. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ bu ihtiyacı Medineli bir zâta açtı. Onun, bu kadar sahâbî varken hadisleri derlemeye gerek olmadığını söylemesi üzerine İbni Abbas bu önemli görevi tek başına yapmaya karar verdi. Hadis rivâyet ettiğini tesbit ettiği sahâbîlerin evlerine gider ve onlardan bildikleri hadisleri duyup yazardı. Aradan zaman geçip de insanlar hadis öğrenmek için İbni Abbâs’ın etrafında toplanmaya başlayınca, o Medineli zât hatâsını anladı ve Abdullah ibni Abbâs’ın kendisinden daha akıllı olduğunu söyledi.21
Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümânın, bilmediği bir hadisi Peygamber aleyhisselâmdan bizzat duyan Abdullah ibni Üneys’den öğrenmek için deve sırtında Şam’a gitmesi,22 Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, mü’minin ayıbını gizleme konusundaki bir hadisi Ukbe bin Âmir’den duymak için yine aynı şekilde deve sırtında Medine’den Mısır’a gitmesi23 bunun örnekleridir.
4-Hadisleri Birbiriyle Müzâkere Ederlerdi
Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimiz’den duydukları hadisleri ezberlemek ve onların ihtivâ ettiği fıkhî hükümleri iyice anlamak için, Resûlullah’ın yanından ayrıldıktan sonra bir araya gelir ve onları müzâkere ederlerdi.24
Hz. Âişe’nin bir huyu vardı: Bilmediği bir şeyi duyunca, onu iyice öğrenmek için tekrar tekrar sorardı. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme de bu maksatla pekçok soru sorardı.25
5-Ayıp Sayılan Konuları Bile Sormaya Utanmazlardı
Dini öğrenmek ve Allah Teâlâ’nın istediği gibi yaşamak ashâb-ı kirâmın en büyük emeliydi. İşte bu düşünceyle, genellikle ayıp sayılan konuları bile Peygamber aleyhisselâma sorup öğrenmeye çekinmezlerdi. Hz. Âişe, “utanma duygusu Ensâr kadınlarının dini öğrenmelerine engel olmamıştır” derken bu duruma işaret etmiştir. Nitekim onlar Resûl-i Ekrem’in huzûruna çıkıp, ihtilâm olan kadınların yıkanıp yıkanmayacağını sormaya çekinmemişlerdir.26
Bu misâllerden anlaşılacağı üzere ashâb-ı kirâm sünneti öğrenmiş ve uygulamışlardır.
Daha önce de söylediğimiz gibi hadis ve sünnet ya Kur’ân-ı Kerîm’i bir şekilde açıklamış veya Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilmeyen konularda müstakil hükümler ortaya koymuştur. Demek oluyor ki, hadis ve sünnet Peygamber Efendimiz’in hayatında her zaman vardı. Ashâb-ı kirâm da onları hayatlarının her safhasında uyguladı. İşte bu sebeple hadislerin Resûl-i Ekrem’in vefâtından sonra derlendiğini söyleyenlerin bu iddiası tamâmen tutarsız olup gerçeği yansıtmamaktadır.
Ashâb-ı kirâm hadisleri yazarak ve ezberleyerek öğreniyor, onları kendi aralarında müzâkere ediyor ve öğrendiklerini bilfiil yaşıyorlardı.
Burada çok önemli bir hususu daha hatırlatmak gerekir: Araplar okuma yazma bilmeyen ümmî bir milletti. Bu sebeple kültürlerini, asırlardan beri son derece berrak hâfızalarında saklamak sûretiyle yaşatırlardı. Yazıya güvenen ve onunla yetinenlerin hâfızası o kadar güçlü olmadığı için, onlar ezberlediklerini bir süre sonra unuturlar. Ashâb-ı kirâm işte bu özellikleri yanında, Peygamberlerinin sözünü din diye kabul ettikleri, hadîs-i şerîfleri ezberleyip onları daha sonraki nesillere aktarmayı dinî bir görev saydıkları için, ezberlerini korumaya daha büyük önem vermişlerdir.
Dipnotlar: 1) Mâide 5/3. 2) En‘âm 6/38. 3) Nahl 16/89. 4) Nahl 16/44. 5) Âl-i İmrân 3/31. 6) Âl-i İmrân 3/132. 7) Nisâ 4/13. 8) Nisâ 4/59; Nûr 24/54; Muhammed 47/33. 9) Ebû Dâvûd, Sünnet 5, nr. 4604; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, IV, 130-131, nr. 17306. 10) Ahzâb 33/36. 11) Nûr 24/51. 12) Müzzemmil 73/15-16. 13) Hattâbî, Me‘âlimü’s-sünen, IV, 298 [Halep 1351/1932]. 14) Ebû Dâvûd, Sünnet 5, nr. 4607; Tirmizi, İlim 16, nr. 2676; İbni Mâce, Mukaddime 6, nr. 43. 15) Buhârî, Nikâh 1, nr. 5063; Müslim, Nikâh 5, nr. 1401. 16) Necm 53/3-4. 17) İbni Ebî Şeybe, el-Musannef (Hût), II, 413, nr. 940; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, V, 410, nr. 23878. 18) Enfâl 8/122. 19) Buhârî, Ezân 17, 18, nr. 628, 631; Müslim, Mesâcid 292, nr. 674. 20) Buhârî, İlim 27, nr. 89. 21) Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi’ li-ahlâkı’r-râvî (Tahhân), I, 158, nr. 215. 22) Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III, 495, nr. 16138; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), II, 475, nr. 3638. 23) Abdürrezzâk, el-Musannef (A‘zamî), X, 228-229, nr. 18936; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, IV, 153, 159, nr. 17526, 17593. 24) Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi’ li-ahlâkı’r-râvî (Tahhân), I, 236, nr. 464. 25) Buhârî, İlim 35, nr. 103, Rikāk 49, nr. 6537. 26) Buhârî, İlim 50, nr. 130; Müslim, Hayz 32, nr. 313.
Yazının tamamı için: