Yüce yaradanı takmayan birisinin O’ndan beride kalan herkesi takması hiç bir anlam ifade etmez.
ADALET
Kul adalet ilişkisini evvel emirde yüce yaradana karşı gözetmeli. Bunun aksi korkunç sonuçlara yol açar.
Allah Teala zulme insanlardan daha çok sabırlıdır. Kendisine karşı adaletsiz kullarına mühlet verir. Kulun bunlardan vazgeçmesi için önce yumuşak uyaranlarla, sonra sert uyaranlarla uyarır.
Bunların hepsi yüce yaradanın kulun aklını başına getirmesi için sağladığı kula dönük rahmetinin sonucu uyaranlardır.
Bunlardan can yakıcı, acıtıcı olanı varsa bile onlar dahi kulun dönmesi için bir çağrıdan ibarettir. “Büyük azaptan önce biz onları küçük azaptan tattırırız. Böylelikle dönerler diye.” (Secde-21)
Kul farkına varmalıdır ki Cenab-ı Hak onun düşünmesi için bir parantez açmış. Yaradanla olan ilişkisinde kendisine gelmesi için. Dönmesi içindir.
Cenab-ı Hak zulme karşı çok sabırlıdır. Kullar ise ivedi tepki verebilirler, onları zulüm, haksızlık, aşağılama çok rahatsız eder, incitir. Cenab-ı Allah’ın ise kibriyası incitmekten uzaktır.
Kulların hepsi O’nu yok saysa bile O’nun hükümranlığı eksilmez ve en küçük bir rahatsızlık duymaz. Fakat kulları adına duyduğu bir rahatsızlık vardır. Kullarının böyle bir sürece girmesi O’nu memnun etmez. O ister ki kulları kendi rahmetine cennetine saadetine yönelsinler. Kulları için iyi olanı isteyen Cenab-ı Hak, kullarının kötü tercihinden bu manada rahatsızdır. Kendi için değil kulları için küfre razı değildir.
Anne şefkatinin ebeveyn şefkatinin de yaratıcısı olan Cenab-ı Hak bunun ötesinde bir şefkatle kulunu esirgemez mi? Kulu için hep iyilik planlar ve hep iyilik içinde manipüle eder yönlendirir. Fakat kul ısrarla inatla yüce yaradana karşı adil olmaz, saygısız olursa, haksızlık ederse bir zaman sonra bu, kararlı bir tepki haline gelir.
Dolayısıyla kul adalete, Cenab-ı Allah’a karşı adaletle başlamalı. Ne yazık ki insanlarımızın çoğunda sosyal çevresinde iyi bilinir olmak, insanların malına mülküne ilişmeyen biri olmak iyiliğin mutlak ölçüsü gibi takdim edilir. Sosyal çevresinde iyi olmanın Allah katında da iyi olmayı gerektirdiği gibi bir zan şeytani bir zandır.
Böyle tarifler kişinin ahiretini kurtarmaz. “Çok iyi bir insandı herkese iyi davranırdı” gibi söylemler ölmüş birinin ardından yeterli değildir. Bunlar insanlara karşı o kişinin adaletini tanımlasa da Cenab-ı Allah’la ilişkisi göz ardı edilemez. Çünkü kulun yeryüzündeki ilişkisi Allah ile başlar ve devam eder.
Yüce Yaradanı takmayan birisinin, O’ndan beri herkesi takması hiç bir anlam ifade etmez. Hiç bir kulun kul üzerindeki hakkı, Cenab-ı Allah’ın kullar üzerindeki halkıyla kıyaslanamaz. Ve O’nu tanımadıktan sonra başkalarını iyi tanımışız anlamı yok.
-O çok iyi bir kimseydi.
-Peki namaz kılar mıydı?
-Aaa yok namaz kılmazdı.
Cenab-ı Allah’ın yap dediği hususlarda kayıtsız kalmış, O’nun periyodik günlük çağrılarına kulak asmamış birinin, toplumun çağrılarına icabet etmiş olması, kırmızıda durup yeşilde geçmiş olması, vergilerini ödemiş olması hiç bir anlam ifade etmez.
Yüce yaradanı takmayan birisinin O’ndan beride kalan herkesi takması hiç bir anlam ifade etmez.
Hiç bir kulun kul üzerindeki hakkı, O’nun kulları üzerindeki hakkıyla kıyaslanamaz. O’nun gibisi yoktur. O’na her şeyimizle borçluyuz, medyunuz. Allah O’nu tanımaya karşı merakımızı ilgimizi araştırmamızı elbetteki hak etmektedir. O’nu tanımadıktan sonra başkalarını tanımışız pek bir anlamı yok.
Barışık adil bir ilişkiyi kul Allah’la kurarsa yaşamına da renk gelir mutluluk gelir ve ahireti için de ümitvar olduğu bir süreç başlar. Gece yarısı araçla giderken karşıdan gelen kişinin uzun ışıkları yakıp bizim gözümüzü kavurması bile adaletin konusu içinde yer alır. Allah adaleti emretmektedir, karşı tarafın size gösterdiği saygı, sizin de bilmukabele onun gözlerine karşı adil davranmanız gerekir ve sizin de ışıklarınızı kısaya almanız gerekir.
Biz karşıdaki kişinin gözlerine saygısızlık göstermekten ziyade Allah’ın adalet emrini ihlal etmekten dolayı rahatsızlık duyarız. İşte Mü’min vicdanıyla seküler vicdan arasındaki fark budur !!!
Seküler vicdan dediğimiz şey kendi yarar-çıkar ilişkisi açısından konuyu kıyaslayarak sonucu bağlar. “Ben doğru davranayım ki doğru davranış yaygınlaşsın. Dolayısıyla ben de birey olarak bu doğru davranıştan hisseme düşeni yaşayabileyim. Benim burada bireysel olarak doğru davranmamın yararı yine bana dönecektir.” Bu seküler bir bakış açısı. Kendi içerisinde doğru olabilir.
Ama Mü’min bakış açısı daha geniş ufukludur. Mü’min, o denklemin içerisine yüce yaradanı katar. Adil davranmadığı sürece O’nu kızdıracağını, O’nu kızdırdığında da hayatındaki her şeyin bozulacağını düşünmeyi başlar. O’nu öfkelendirdikten sonra ters giden kulları da sizin önünüze çıkarır, eşyayı taşları yolları her şeyi karşınızda bulabilirsiniz. Çünkü göğün ve yerin orduları Cenab-ı Allah’ın kudreti içerisindedir. Kapının ansızın açılıp ters çarpması bile, bir şeyin masadan düşüp canınız sıkması bile ters giden ufak tefek her şey yüce yaradanın kontrolü ve bilgisi dışında asla değildir.
Dolayısıyla bu korku kulun takvasını besler. Söz gelimi gecenin yarısında tenhada kimsenin olmadığı yerde de Allah’a karşı olan sorumluluğuyla adaletten ayrılmamayı seçer. Seküler insan "aman kim görecek kimse yok zaten, geçeyim gitsin", derken Mü’min geçmez. Çünkü bu olay yüce yaradanın bilgisi dahilindedir ve en tenhada en gizli yerde de olsa O’na karşı sorumluluğu devam etmektedir.
Dolayısıyla kurallarla, müeyyidelerle, caydırıcı faktörlerle toplumu inşa etmek her zaman sonuçsuz kalacaktır. Çünkü boşlukları bütünüyle doldurmak teorik olarak mümkün değildir. Her hileyi bir müeyyide ile önlemeye çalışmak, ömrümüz boyunca kanun yapsanız yetişemezsiniz. Dolayısıyla da buradan sonuç almak mümkün değil. Sonuç alınabilen yegane bir yol varsa o da Cenab-ı Hakk’a karşı sorumluluğun uyandırılması yani Mü’min vicdanının hakarete geçirilmesi ve ancak böyle bir ortamda barışık huzur içinde geçici de olsa bir hayat kurabiliriz.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q
https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1