21 Haziran 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 113

İnsan 150 sene daha yaşasaydı yine öğüt almayacaktı

Cenab-ı Hak, hakikati kabul edecek, kulluğunu ikrar edecek, öğüt alacak kimsenin, Yüce Yaradan’ına saygı gösterecek bir niyette olan kimsenin bunda muvaffak olacak kadar imkan ve ömrü insanlara nasip ettiğini söylüyor. 


İnsanların yaşama ömürlerinde de çeşitlilik vardır, bazıları bu duruma itiraz ediyor. “20 sene yaşadı, belki 40 sene yaşasaydı öğrenecekleriyle belki hidayet bulacaktı. 

Mesela bak kardeşi 40’ında hidayet buldu. Ama o bu yaşta kaza geçirerek son derece menfi bir hayat üzre vefat etti. Neresinde bunun fırsat eşitliği” gibi sorgulamalar da yanlış. 

Çünkü görünürde bizim 20 senelik gibi gördüğümüz ömürde o dediğimiz şey bu kişi için gerçekleşmiş. 

Yani Cenab-ı Hak kimisine 20 senelik ömürde yaşatır, diğerine daha seyreltilmiş halde 40 senede yaşatır. Biz dışarıdan farklı farklı uzunlukta yaşamlar görürüz ama bunu Cenab-ı Hak nisbî olarak dengeler, adil bir imkan ve fırsatı verir. 

O kişi 20 sene daha değil 150 sene daha yaşasaydı yine öğüt almayacaktı. Yani o öyle bir sınandı ki kalan müddet ne kadar uzun olursa olsun Allah’ın o kişi için hükmü değişmiyor. Tüm insanlar hakkında bu böyle. 

Allah ölçme ve test etmede fire vermez. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Haziran 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 112

İbrahim aleyhisselam evlat sevgisinden vazgeçebileceğini gösterdi

İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselam... 


Bu ikili, baba sevgisinin, oğul sevgisinin ve de can sevgisinin Cenab-ı Allah’ın emri karşısında bir hiç olduğunun en kalıcı, en gözle görülen, en tereddütsüz kanıtını icra ettiler. 

Onlar icra edince Cenabı Hak bize şunu gösterdi; “Ben ne çocuğu istedim ne babaya kıymak istedim. Ben sadece önceliğimi görmek istedim.” 

İbrahim aleyhisselam evlat sevgisinden vazgeçebileceğini gösterdi. 

Cenabı Allah da onu bütün insanlığa baba olarak takdim etti. Çünkü o babalığın en kralını yaptı, çocuğunu bile Yüce Yaratıcı karşısında bir hiç saydı. 

Çocuğunuza bakarken sınavda testin en önemli sorusuna bakar gibi bakın!!!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 


19 Haziran 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 111

Çocuklarına bir iyilik yapacaksan onları ateşten koru!

Allah-u Teala’nın Kuran-ı Kerîm’de öğrettiği salih bir şekilde yaşayıp, Allah’a sığınıp, orada güvenlik aramak varken, çocuklarımız için hayali bir kurgu oluşturuyoruz, sığ bir dünya kuruyoruz, “Bizler çocuklarımız için, çocuklarımız bizler için olacaklar ve onlara iyi bir gelecek bırakarak hayatı devredeceğiz.” 

Bu şeytanın neredeyse her insana yutturduğu basit bir bilmeceden ibaret. Bu kurgunun içinde Yüce Yaratıcı’nın her şeye kudretinin yettiği inancı yok. Bu kurgunun içinde, hayatın zorluklarla dolu olduğu, tedbirin kendi başımıza alınması gerektiği, Allah’a güvenerek olursa “İşin Allah’a kalmış, sokaklarda kalırsın, perişan olursun.” biçiminde, arka planda tamamen seküler bir yaklaşım var. 

Tâhâ 132: “… ailene namaz kılmayı emret. Ve bunun üzerinde sabırlı bir şekilde dur.” 

Yani pes etme. “Bugün emrettim, yarınlarda emrettim ama kılmıyor, ben de yakasını bıraktım” diyorsun ama Cenabı Hak yakasını bırak diye emretmiyor. 

Sen çocuklarına bir iyilik yapacaksan onları ateşten koru. 

Onu gerçekten korumak istiyorsan ona namazı emret. “20 yıldır her sabah kaldırmaya çalışıyorum ama kalkmıyor hocam ne yapacağım?” Öyleyse 21. Yılı da aynı şekilde geçireceksin. Ayette sana “Artık bırakabilirsin” demiyor. Artık senin hanende değil, başka evde yaşıyor. Bundan sonra sorumluluk kalktı mı? Kalkmadı. 

Eğer Allah’ın elçisine bakarsan, namazda eğer Hz. Ali’yi görmediyse doğrudan Fâtıma’nın evine gider ve neden namaza kalkmadıklarını sorardı. Onların namazı konusunda bu denli sabırlı ve titiz bir bekçiydi; çünkü Yüce Yaratıcı’nın emri ortada. 

O namazı terk ettiği halde sen onla iyi olamazsın. O namazı terk ettiğinde, sen onunla iyi isen, artık o senin hayatında Cenab-ı Hak ile yarışa başlamış demektir. 

Artık Cenab-ı Hakk’ın bir emri çocuk dolayısıyla yere düşmüş ve çocuğun hatrı Cenab-ı Hakk’ı dengelemektedir. “N’apalım, şimdilik idare ediyoruz.” demek bir ödündür, bu ödünün ileride neyi getireceği bilinmez. 

Senin ailen hususunda birinci yükümlülüğün onlara namazı emretmek. “Ben sanıyordum ki birinci yükümlülüğüm akşam eve yiyecek götürmek” Hayır değil. “Biz senden rızk istemiyoruz; üstelik seni de biz rızıklandırıyoruz.” diyor ayeti kerime. Seni de biz yedirip giydiriyoruz. 

Eğer bir baba ailede Allah’ın halifesi olmak istiyorsa, ailede Allah’ın sözünün temsilcisi olmak istiyorsa, o babanın sorumluluğu ailede namaz kılınmasını gözetmektir. 

Şunu unutma sonuç müttakîlerin olacaktır. Bu düzeyde sakınma sahibi olan, hayatında Allah’ın buyruklarını öncelemiş olan, çocuğu namazı terk ettiğinde artık onunla problemli hale gelmiş “Sen Allah’la mesafelisin yavrum, ben de seninle mesafeliyim. Sen O’nunla arayı açtıkça benimle de böyle olacaksın” diyebilen. 

O çocuk bilecek ki “Babam bana karşı şuan soğuk çünkü ben Allah’a karşı soğuk duruyorum. Ben Allah’ın emrini yapmadıkça babam bana ısınamıyor. Çünkü ben babamın hayatında, eğer konu Allah’sa, bir hiçim.” 

Çocuk bundan emin olduğu gün, biz o sınavdan geçmişiz demektir. 

Ama çocuk “Yok, babam bana canını verir. Ben namaz kılmasam da katlanır buna. Ben düğünümü içkili de yapsam katlanır. Babam dindar bir insandır ama çocuklarına çok düşkündür.” 

Çocuğun izlenim ve deneyimleri buysa; o zaman Yüce Yaratıcı’yı geride bırakan öne çıkmış bir tanrıdan söz ediyoruz demektir. Kendisi tanrı değil ama, buyrukları Yüce Yaratıcı’yı geride bıraktığı için Allah ona şerik diyor, ortağım diyor, haberimiz yok !!!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

18 Haziran 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 110


Ruh, Allah-u Teala’nın bir parçası değil, emriyle ortaya çıkmış bir varlıktır

Şûrâ Sûresi Mart 2023 


Ruh, Allah-u Teala’nın bir parçası değil, emriyle ortaya çıkmış bir varlıktır. 
Rabb’e saygı ve tazimde bulunur. 

Ruh Allah-u Teala’nın bir parçası değildir, Allah hâşâ ruhtan ibaret değildir. Hz Adem’in yaratılışında “Ona ruhumdan üfledim” demesi, “Ona emrimden olan ruhtan üfledim.” anlamındadır. 

Her birimizin içinde bulunan bu ruh, kişiye kişilik kazandıran Cenab-ı Hakk’ın muazzam bir eseri. Ama Allah’ın bir parçası olarak, O’ndan kopmuş bir unsur olarak görmek söz konusu değil. Asla Yüce Yaratıcı’nın gölgesi veya parçacıkları değillerdir. 

Zaten aklen düşünecek olsak Zâtı İlahi için bu muhaldir. Hz Mesih’in yaratılışında da Cenabı Hak Hz Meryem’e “Ona ruhumuzdan üfleyiverdik” haberini bize veriyor. (Gönderdiği elçi üzerinden) Bu ifadeyi hem Hz Adem’in hem Hz Mesih’in yaratılışında görüyoruz. Yaratılışları benzerdir. OL emriyle yaratıldılar. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

17 Haziran 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 109

Din sadece Cenab-ı Hakk’a tahsis edilmiş olmalı

İnsan hiç bir şeye ümit bağlamayacak, ümidi sadece Cenab-ı Hak olacak, gayesi amacı bütün beklentileri O’na dayalı olacak. 

Böyle olursa din sadece Cenab-ı Hakk’a tahsis edilmiş olur. Buna erişmek kolay değil. 

Kul bu anlamda gayrette bulunursa Cenab-ı Hak onu muvaffak kılar.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

16 Haziran 2024 Pazar

Kurban Bayramında yapılan ibadet ve merasimlerin dindeki yeri nedir?


Ezanımız, camimiz, minaremiz, selamlaşmamız, günlük dildeki dinî motiflerimiz, giderek açılsa bile kılık kıyafetimiz, bayramlarımız, âdâb-ı muaşeretimiz (görgü kurallarımız)... müslümanlar olarak bizim alâmet-i fârıkamızdır (bizi başka din ve kültür mensuplarından ayıran işaretlerimiz, nişanlarımız, şiarlarımız, sembollerimizdir). Bugün bu nişanlarımızı korumak dünkünden daha önemli hale gelmiştir; çünkü artık topluluğumuz çoğulcudur, çok kültürlüdür, çok inançlıdır; bu çoklar yedi renk gibi ayrışmış, birbiri ile alakalarını asgariye indirmiştir; artık bu renklerin birleşerek bir aydınlık, bir aydınlatıcı ışık olması şöyle dursun, bazılarının çok severek kullandıkları mozaik bile oluşturmaktan uzaktır. Bütüne, teke, çokluk içinde birliğe yönelik bir düşünce, bir çaba, bir yöneliş mevcut değildir. Milli eğitim politikası toplumun harcı olacak unsurdan mahrumdur. Tevhîd-i tedrîsât, ideolojilerden bir ideolojiyi diğerlerine dayatmayı, topluluğun tarihinden gelen ve onu bütünleştiren unsurları görmezlikten gelmeyi, dahası zaman içinde yok etmeyi, en fakir, en cılız, en yalınkat, en tevhid amacı yönünden uygunsuz bir "harcı" bütünleştirici olsun diye ileri sürmeyi, devreye sokmayı tercih etmiştir. Her şeye rağmen insanımızda hala varlığını sürdüren, ama Cumhuriyet ideolojisinin dışladığı, hatta zaman zaman düşman ilan ettiği değerlerimiz olmasa bu millet ne ile ayakta durur, niçin yaşar, niçin ölür, niçin itaat veya isyan eder, niçin sever veya nefret eder... soruları cevapsız kalmaktadır; şöyle de denebilir: Bu soru karşısında verilecek cevaplar neredeyse bireylerin sayısınca olacaktır. 

İşte böyle bir kültür ve eğitim ortamında vazgeçilmez değerleri olanların üzerine titremeleri gereken bir unsur da inanç (din, iman) nişanlarıdır. Onlar manaları, muhtevaları, içte ve derinde olanları muhafaza eden zarflardır, siperlerdir, zırhlardır; işleri ve işlevleri yalnızca korumaktan ibaret de değildir, onlar aynı zamanda telkin eder, talim eder, terbiye eder.
Sözü fazla uzatmadan şiarlarımızdan biri olan Kurban bayramına gelelim.
Bu bayramda kurban keseriz, bayram sabahı bayram namazı kılarız, Arafe günü sabah namazından sonra başlayarak bayramın dördüncü günü ikindi namazı sonuna kadar devam etmek üzere "teşrık tekbirleri" getiririz, yoksullara kurban eti dağıtırız, ölü (mezarlarda) ve diri (evlerde) yakınlarımızı ziyaret ederiz, halleşir, dertleşir, hasret giderir, muhabbeti arttırırız. Günümüzde haberleşme imkanları geliştiği için ziyarete gidemediğimiz yakınlarımızı telefon vb. vasıtalarla arar, hal hatır sorar, bayramlarını tebrik ederiz.
Bayramda yapılan bu ibadetler ve merasimlerin dindeki yeri (hükmü; farz mı, vacib mi, sünnet mi olduğu) tartışılıyor. Asıl sorulması gereken soru şudur: Bunlar terkedilirse ne olur, neleri kaybetmiş oluruz? Bence en önemlisi bir şiarımızı kaybetmiş oluruz; "Şiarı kaybetmek caiz midir?", soru böyle sorulmalıdır.
Kurban kesmenin bazı mezheplerde vacibi bazılarında sünnet olduğunu söyleyenler, önce şu soruya cevap vermelidirler: Meselâ kurbana sünnet diyen Şafi'î mezhebini örnek olarak alalım: Şâfiîlere göre sünnet ve vacib olan ibadetler var da kurban bunlar içinde sünnet ibadetlere mi giriyor? Bu sorunun cevabı "Hayır" dır. Şâfiîlerde, "farz ile sünnet arasında yer alan" bir vacib kavramı yoktur; onlara göre ibadetler ya sünnettir ya da vâcib (yani farz)dır; onlara göre vacib ile farz aynı manada kullanılır. Şâfîlerde, Hanefîlerde olan manasında bir vacib olmadığı için onlar kurbana sünnet demişlerdir; başka bir deyişle sünnet demeselerdi farz diyeceklerdi. Kafanız karıştı ise daha açık ifade edeyim; hiçbir İslam mezhebinde kurban, terkedilmesinde sakınca bulunmayan, yapılması da fazla önemli olmayan bir ibadet değildir; kurban önemli bir ibadettir, Hz. Peygamber (s.a.) buna önem vermiş ve hayatı boyunca yerine getirmiştir. 

Bir müslüman gerekli ve meşru olmadıkça otu bile koparmaz. Gerekli ve meşru olunca insanı bile öldürür (savaşta düşman öldürülür ve düşman bir insandır). Kurban kesmek, başka hikmetleri yanında işte bu şuur ve teslimiyetin de sembolüdür, eğitimidir.
Şiarlarımızı koruyalım, yoksa bu toz duman içinde her şeyimizi kaybedebiliriz.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00068.htm

***Kurban Bayramı


Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Kurban Bayramını, her yıl hac ibadetini yerine getiren yüz binlerce mü'min kardeşimizle birlikte, vecd ve huzur içinde idrak ederiz. Ve bu mübarek bayramın, bütün İslâm dünyası için fetihlere, hayırlara ve maddi-manevi gelişmelere vesile olmasını niyaz ederiz.

Cenab-ı Hakka kul olmanın ebedi hazzını namazlarımızla, tekbir ve tehlillerimizle ve kurbanlarımızla bütün kâinata ilan eder; tükenmez bir şükran ve minnet duygusu içinde Cenab-ı Hakka sonsuz şükürlerimizi arz eder ve mukaddes dinine bağlılığımızı yenileriz.

Kurban Bayramı Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'i kurban etmek istemesi ve Hz. İsmail'in buna razı olması, sonunda Allah'a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve mü'minler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah'a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar.

Özellikle hacca gidenlerin ifa ettikleri hac ibadeti sırasında bu hatıraları diğerleriyle de takviye ederek Kurban Bayramının sevincini daha büyük bir heyecanla tadarlar.

Dini bayramlarımızda, Allah'a kulluğun ve yaratılışın bir borcu olan namazların ayrı bir yeri vardır. O günde her gün kıldığımız sabah namazından sonra bayram namazını kılarız. Cemaatle kılınan bu namaza, dini hayattaki yaşantısını büyük ölçüde kaybetmiş kimseler dahi gelmemezlik edemezler. Çünkü bayram namazları toplumun manevi hayatında yer etmiş ve gelenek haline gelmiş güzel birer âdet olmuştur.

Namazda rütbesi, mevkii, serveti ne olursa olsun, herkes kudret ve rahmet sahibi olan Allah'a karşı, Onun huzurunda saf bağlayıp, Ona kul olmanın manasını idrak ile kulluk vazifesini yerine getirir. O kudretin büyüklüğünü tekbirlerle haykırır. Rahmetin ihtişamını, üzerinde tecelli eden sayısız nimetlerde görüp ruhunda coşup taşan şükran hissini Elhamdülillah'larla ilan eder. El açıp Rabbine yalvarır. Bayramın "mehabetti" sabahında, maziden gelip istikbale ve ebede giden zaman çizgisi içinde kendi yerini düşünür ve o şendin böyle saadet dolu kesitlerinde duyduğu hazzı ebedileştirmek için Rabbine verdiği kulluk akdini yeniler.

Diğer taraftan bayram namazları, Yaratıcının dergâhında saf saf dizilen mü'minlerin kardeş olduklarını ilan eden en manalı tablolardır.

Evet, kardeş ne kadar günahkâr, ne kadar hatalı olsa da yine kardeştir. Zaten o kardeşlik ruhudur ki, dünyayı on dört asırdır aydınlatan îslâm ruhunu Kıyamete kadar nesilden nesile devam ettirecek.

Namazdan sonra herkes sevinç içinde birbiriyle bayramlaşır ve arkasında, bayramın ikinci vazifesini yerine getirmek için kurbanlarını kesmek üzere dağılır.

Kurbanlar Allah rızası için kesilir. Namazla başlayan Allah'a yakınlaşma, kurbanla daha ileri merhalelere erişir. Mü'min, kestiği kurbanın kanıyla birlikte günahlarının da akıp gittiğini, iç dünyasında beliren tadına doyulmaz sevinçle hisseder. Allah uğrunda fedakarlık yapmanın en güzel örneğini, kurbanıyla gösterir. Kurban onun Allah'a teslimiyetinin bir işaretidir. Ayrıca kurban onu ve ailesiyle çocuklarını her türlü bela ve musibetlerden, sıkıntılardan kurtarmaya vesile olur.

Kurbanların kesilmesinden sonra sıra kurban etlerinin taksimine gelir. Öteden beri yapılan taksimatla, etin üçte biri fakirlere, üçte biri komşulara, kalan kısmı da evde çoluk çocuğa ayrılır.

Böylece mü'minler bir taraftan Allah'a karşı kulluk vazifelerini yerine getirirken, diğer taraftan da insanlara karşı mes'uliyetlerini ifa etmiş olurlar. Böylece insanlar arasında sevgi ve kardeşlik hisleri gelişir. Kin ve düşmanlık gibi fertleri birbirinden soğutucu duygular kendiliğinden eriyip gider.

Bu suretle kurban ibadeti, fakirlerin gıda ihtiyacını temin ederken, zengin fakir kaynaşması gibi sosyal dayanışmayı da sağlar.

Bütün İslâm âleminde aynı anda milyonlarca Müslümanın kurban kesmesi ne kadar muhteşem bir manzaradır.

Demek ki, bunca insan Rabbinin tek bir emriyle harekete geçip, Onun kendilerinden istediklerini yerine getirmeye hazırdır. Bu hayal ve düşüncenin insana kazandırdığı manevi kuvvetin derecesini düşünmek kolay değildir.

İşte bütün mü'minler İlahi rızaya erebilmek için, güçlerinin ve imkanlarının müsaade ettiği nisbette birer kurban satın alarak Allah için keserler.

Diğer taraftan o mü'minler, kurban kesilmesini akıllarına sığdıramayan kimselerin itirazlarına karşı da hikmet dairesinde düşünerek derler ki:

"Dünyada her gün yüz binlerce hayvan insanların günlük et ihtiyacını karşılamak için kesiliyor. O zaman hayvan sayısında korkunç bir azalma olmuyorsa, Kurban Bayramında neden olsun? Kurban Bayramında kesilen kurbanların sayısı, diğer zamanlarda- aynı dönem içinde-kesilenlerin sayısından hiç de fazla değildir. Çünkü bayrama yakın günlerde kasaplar normal kesimlerini çok azaltırlar."

Kurban Bayramında kurban eti dağıtımının yanı sıra, sadaka ve hediyelerin de büyük yeri vardır. Nitekim Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram namazı sonralarında cemaati sadaka vermeye teşvik etmişlerdir. Bilhassa kadınlara bu hususta ısrarlı teşviklerde bulunmuşlar ve bayramda en çok sevdikleri zinetlerinden verecekleri sadakaların, günahlarının affına vesile olacağına işaret etmişlerdir. (1)

Bayram günlerinde yiyip içmek ve ikramda bulunmak dinimizin mü'minlere tavsiye ettiği güzel vazifeler arasındadır. Hatta bayram günlerinde oruç tutmak bile haram kılınmıştır.

Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bir hadis-i şeriflerinde Kurban Bayramı hakkında "Teşrik günleri yemek içmek günleridir" (2) buyurmuşlardır.

Bu bakımdan namaz sonralarında getirilen teşrik tekbirleri sebebiyle "teşrik günleri"olarak adlandırılan bayram günlerinde yemek, içmek, neşelenmek, sevincini açıkça göstermek ve etrafındakilere, bilhassa çocuklara maddi-manevi ikramlarda bulunmak sünnettir.

Bayramlar neşe ve sevinç günleri olduğu için, içinde günah bulunmayan meşru oyun ve eğlencelere de izin verilmiştir. (3) Çünkü bunlar coşkunluğun ve ruh sevincinin işaretidir. Bu heyecan ve hazzm açığa vurulmasıdır.

Ancak bu sevinç gösterilerinin ve oyunların gaflet haline gelecek kadar taşkınlaşmaması lazımdır. Bayramlarda Allah'ın zikrine ve şükrüne ağırlık verilmesi bundandır.

Böylece bayram sevinci insanda ve hayatında tecelli eden nimetlere duyulan bir şükre dönüşür ve bu suretle nimetler devam edip ziyadeleşir. Çünkü "şükür nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır." (4) Halbuki gaflet dairesinde yaşanan sevinçler, geçicidir. O coşkunluk anı geçtikten sonra geride, o lezzeti kaybetmenin eleminden başka bir şey kalmaz. Bu itibarla, o lezzeti ve nimetleri ikram eden Allah'a şükredilmelidir ki, nimetlerin tükenmeyen kaynağına erişilsin ve böylece mü'min İlahi rahmetin daimi iltifatlarına mazhar olsun.

Bayram günlerinde uyulmasında büyük faydalar bulunan âdâblardan birkaçı:

Bayram sabahında erken kalkmak,

gusletmek, 
misvak veya fırça ile dişleri temizlemek, 
güzel kokular sürünmek, 
temiz ve güzel giyinmek, 
olabildiğince sevinçli olmak, 
mü'minlere güleryüz göstermek, 
sadaka ve hediyeler vermek, 
bayram gecesini ihya etmek, 
evden namaz için çıkarken hiçbir şey yememek ve iftarı, kesilecek kurbanın etiyle yapmak, sokakta açıktan tekbir almak, 
eve dönerken camiye giderken kullandığı yoldan başka bir yolu tercih etmek, 
mü'minlerle bayramlaşmak ve musafaha etmek, aile fertlerini ve bilhassa çocukları hediyelerle sevindirmek, 
bayramın en güzel âdâbları arasındadır.

 Bayramın dördüncü günü ikindisine kadar bütün farz namazların sonunda teşrik tekbirleri almak da vacibdir.

(1) - Müslim. Salatü'l-İydeyn:9.
(2) - A.g.e., Sıyam:144.
(3) - A.g.e., Salatü'l-İydeyn: 4.
(4) - İbrahim Suresi, 7; Lem'alar, s. 260.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR

15 Haziran 2024 Cumartesi

***LEYLA İPEKÇİ'nin yazısı:Kanda ezeliyet sırrı

Hac'cı anlatan mukemmel bir yazı!

... Bir bakıyordun ki, her uzvuna nur inmiş. Allah'ın nuru yerleri ve gökleri kaplar ne demekmiş... İnsanda seyretmeye başlıyordun. Bütün o helak olmuş vücutların nura gark olduğuna şahitlik ettikçe... Ben'inden ve ten'inden soyunarak o nur deryasına dalmanın asıl yolculuk olduğunu görüveriyordun. Bir anda. Milyonlarca kişinin ameli tek bir amel oluyordu. Ve size içinizdeki en güzel amel ile muamele ediliyordu...

...İnsanın o karanlıkta küçük orta ve büyük günahlarının muhasebesini yapması müthiş bir tecrübe...


...Mina'da avucuna aldığın kendi suçların, vicdan azapların, pişmanlıkların. Kendi kanın, terin, gözyaşın idi. Avucuna alıp fırlatıyordun onları. Varlık bir; içinde celal de var cemal de. Terk ettikçe nefsinin putlarını... Şeytan da dahilmiş, fark ediyordun. Sana 'gayrı hak' olarak gözüken şeytana rağmen, Hakka yaklaşıyordun. Ondan istiyor, ondan bekliyordun. Her şey O oluyordu derken.
Artık kurban edeceğin kendi nefsindi:...


...Anlıyorsun ki, akıttığın kan da bir. Senin kanın. Bıçağı dayadığın oğlun sensin. Boğazını kestiğin koyunun canı senin canın. Kurban da sensin, kesen de. Kanda ezeliyet sırrı var. Vücud bir. Hepsi Kendi. Bazen bu külli aşka; direnirken katledilenler şahit, bazen de Mina'da üst üste yığılanlar.


Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/leylaipekci/kanda-ezeliyet-sirri-2022033

Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri

Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları
Karar Yılı: 2021 - Karar No: 19
Konusu: Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri ve Kilogram Birim Fiyatı Üzerinden Kurban Alım-Satımının Dini Hükmü hk.
   

Din İşleri Yüksek Kurulu, 07.04.2021 tarihinde Kurul Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman HAÇKALI başkanlığında toplandı. İbadetler Komisyonu tarafından hazırlanan “Kurbanlık Hayvanın Satış Usûlleri ve Kilogram Birim Fiyatı Üzerinden Kurban Alım-Satımı” başlıklı metin ve gerekçesi müzakere edildi. Yapılan müzakereler neticesinde aşağıdaki metnin Kurul Kararı olarak kabulüne karar verildi:
KARAR
Kurban ibadeti; akıl sağlığı yerinde, bulûğa ermiş, nisap miktarı mala sahip ve mukîm olan her Müslümanın yerine getireceği mâlî bir ibadettir. Kurban ibadetinin geçerli olması için; kişinin, kendi mülkü olan ve gerekli şartları haiz bir hayvanı kesmesi veya kestirmesi gerekir.
Günümüzde kurbanlık alım-satımı genellikle şu üç şekilde gerçekleştirilmektedir.

  1. Götürü (kabala) usûlü ile kurban alım satımı: Bu satışta, satıcı ve müşteri muayyen olan bir hayvan üzerinde pazarlık yapmakta ve belirledikleri bir fiyat üzerinde anlaşmaktadırlar. Kurbanlık hayvanda geçmişten günümüze uygulanagelen yaygın yöntem budur.

  2. Hayvanın canlı olarak tartılarak fiyatının belirlenmesi yoluyla alım-satım: Bu satış işleminde kurbanlık hayvanın fiyatı, canlı haldeki kilosu dikkate alınarak belirlenmektedir. Bu şekilde de kurbanlık alım satımı yapmak mümkündür.

  3. Hayvanın karkas etinin kilogram birim fiyatının belirlenmesi ve toplam fiyatının, kesildikten sonra tartılarak elde edilecek rakam olduğu hususunda tarafların anlaşması yoluyla alım-satım.

Kurbanlık hayvan bu yöntemle de alınıp satılabilir. Ancak bu şekildeki satın alınan kurbanın geçerli olabilmesi ve ibadetin et alım satımına dönüşmemesi için aşağıda belirtilen şartlara riayet edilmesi gerekir:

  1. Karkas etin kilogram birim fiyatının belirlenmiş olması.

  2. Alış-veriş esnasında satışa konu olan hayvanın belirlenmiş olması.

  3. Belirlenen hayvan üzerinde satış işleminin tamamlanmış olması.

  4. Hayvanın, sadece kurban niyetiyle kesilmesi. Yani herhangi bir organının (et, deri, sakatat vb.) satıcıda kalmasının şart koşulmaması veya kesim veya organizasyon ücretine sayılmaması gerekir.

  5. Şayet kurban günlerinden önce alıcı, hayvanı yukarıda belirtilen usullerden biri ile alacağını vadetmiş ve alım-satım tamamlanmamışsa, kurban kesiminden önce satım akdinin tamamlanması-kesinleştirilmesi gerekir.

GEREKÇE
Kurban ibadetinin geçerli olması için kişinin, mülkiyetinde bulunan belirli nitelikleri haiz bir hayvanı kurban kesim günlerinde kesmesi gerekir. Günümüzde kurbanlık hayvan alım satımı hususunda bazı farklı uygulamalar gelişmiştir. Bu uygulamalar, kurban ibadetinin sahih olmasına engel teşkil edebilecek bir takım unsurlar içerebilmektedir. Bu şüpheler, genellikle hayvanın kurban kesen adına belirlenmesi ve alım satımı ile ilgili hususlarda yoğunlaşmaktadır.
Kurbanlık hayvanların alım-satımı hususunda geçmişten günümüze yaygın uygulama, hayvanın göz kararı ile götürü şekilde (kabala usûlü) fiyatının belirlenerek satılmasıdır. Alım satımın diğer bir yolu hayvanın canlı bir şekilde tartılarak fiyatının belirlenmesidir. Kurbanın kesiminden önce satış tamamlandığı için bu iki yöntemde, bir sakınca bulunmamaktadır.
Genel uygulama yukarıdaki şekilde olmakla birlikte şehirleşmenin artmasıyla beraber hayvanın fiyatının belirlenmesi hususunda zorluklar ortaya çıkmış ve insanlar aldanma riskine karşı farklı yöntem arayışı içerisine girmişlerdir. Bu çerçevede son yıllarda kurbanlık alışverişinde yeni bir yöntem yaygınlaşmıştır. Bu yöntemde, taraflar arasında hayvanın karkas etinin kilogram birim fiyatı belirlenmekte ve kesildikten sonra karkas et tartılarak toplam fiyat elde edilmektedir. Hayvanın toplam fiyatı başlangıçta tamamen belli olmamakla birlikte belirlenen birim fiyatta anlaşma sağlandığı için, bu tür satış, taraflar arasında bir belirsizliğe ve anlaşmazlığa yol açmamaktadır. Bu açıdan, toplam fiyatın miktarının belli bir rakam olmaması satım akdinin sıhhatine engel değildir. Nitekim, fiyattaki belirsizlik taraflar arasında çekişmeye sevk edecek derecede fâhiş olmadığında, akdin fesâdını gerektirmediği fakihler tarafından ifade edilmiştir. (Bkz. Kâsânî, Bedâi, V, 158,159; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, IV, 539-542; İbn Hacer, Tuhfetu’l-Muhtâc, IV, 259,260; el-Haraşî, Şerhu Muhtasari’l- Halil, V, 25; Büceyrimî, Haşiyetü’l-Büceyrimî ale’l-Hatîb, III, 8) Ayrıca, fiyatın nasıl belirleneceğinin bilinmesi bizzat fiyatın bilinmesi hükmünde kabul edilmiştir. (Şeybânî, el-Câmiü’s-Sagîr mea Şerhihi en-Nafii’l-Kebîr, s. 338-339; Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr, III, 15; Râfiî, eş-Şerhu’l-Kebîr, IV, 45).

https://kurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/39694/kurbanlik-hayvanin-satis-usulleri-ve-kilogram-birim-fiyati-uzerinden-kurban-alim-satiminin--dini-hukmu-hk-

Teşrik Günleri ve Oruç


Zilhiccenin 11-13. günleri teşrîk günleri diye adlandırılır. Bayramın birinci gününden sonraki üç güne teşrîk denmesi yaygın olmakla birlikte arefe ve nahr günlerini (9 ve 10.günler) ilâve etmek suretiyle bunun sayısını beş güne çıkaranlar da vardır.

Peygamber aleyhisselam Zilhicce ayının ilk on gününde yapılacak ibadetlerin faziletçe üstün olduğunu, teşrîk günlerinin yeme içme ve zikir günleri sayıldığını1, dolayısıyla bu günlerde oruç tutulmayacağını belirtmiş, aynı günlerde tekbir, tehlîl ve tahmîdlerin çoğaltılmasını istemiş, kendisi de teşrîk tekbirlerini okumuştur.

Zilhicce’nin on, on bir, on iki ve on üçüncü günleri (kurban bayramının dört günü) oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Buna haram da denilir.2 Bu günlerde farz ya da vacip oruçların da tutulması caiz değildir. Bu günlerde oruç tutmak yasaklanmıştır.3

1 (Müslim, “Ṣıyâm”, 144-145)

2 TDV İslam Ansiklopedisi

Diyanet İlmihali
Ali Fikri Yavuz İlmihali
Ömer Nasuhi Bilmen İlmihali

3 Mebsut, 3.cilt, 125.sayfa El-İhtiyar, 125.sayfa

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-9-


1287. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Ukâz, Mecinne (Micenne) ve Zülmecâz İslâm öncesi dönemde meşhur panayır yerleri idi. Bu sebeple İslâm döneminde (bazı müslümanlar) bu pazarlarda alış - veriş yapmayı günah sandılar. Bunun üzerine hac mevsiminde "Alış - veriş yaparak Rabbinizin fazl ve kereminden istifade etmenizde sizin için bir günah yoktur" âyeti indi. 

Buhârî, Hac 150, Büyû 1, Tefsîru sûre (2), 24 

Açıklamalar 

Abdullah İbni Abbâs hazretleri bu beyanı ile hac ibadetini yerine getirirken ticaret de yapılabileceğini ortaya koymaktadır. Araplar’ın İslâm öncesi dönemde ve özellikle hac mevsiminde Mekke civarında umumi pazarlar kurdukları, oralarda alış-veriş yaptıkları hatta şiir ve edebiyât yarışmaları düzenledikleri bilinmektedir. İbn Abbâs hazretleri bu dört büyük pazar veya panayırdan üç tanesinin adını vermiştir. Bir de Hubâşe panayırı vardır. Bu panayırların en büyüğü ve en uzun süreli olanı zilkade ayının başında kurulup yirmi gün süren Ukâz panayırı idi. Hz. Peygamber peygamberlik öncesi dönemde Kus İbni Sâide'nin ünlü hitâbesini bu panayırda dinlemişti. 

İslâm geldikten sonra müslümanların bir kısmı, bu eski Câhiliye dönemi panayırlarında hac mevsiminde ticaret yapmayı hoş karşılamamışlar, aksi halde günah işleyecekleri kaygısına kapılmışlardı. Bunun üzerine nâzil olan Bakara sûresi'nin 198. âyeti, hac mevsiminde müslümanların alış - veriş yaparak Rablerinin fazl ve kereminden istifade etmelerinde herhangi bir günah bulunmadığını bildirdi. Böylece hac ibadetinin îfâsı için mukaddes topraklara giden kimselerin ticaret yapmalarında herhangi bir sakınca bulunmadığı kesinleşmiş oldu.

 Günümüzde hacca gidenlere oralara ticaret için değil, ibadet için gittikleri hatırlatılarak âdeta ticaret yapmamaları önerilmektedir. Bu, ticaretin haram veya yasak olduğunu değil, ticarete dalarak hac ibadetinden elde edecekleri mânevî feyz ve bereketi kaçırmamaları anlamında bir uyarıdır. Yoksa bir insan sırf ticaret veya geçimini sağlamak maksadıyla işçi olarak oralara gitse ve hac mevsiminde de haccetse, haccı sahihtir. 

Hac, bir anlamda en büyük dinî turizm olayıdır. Hele günümüzde milyonlarca insanın aynı anda aynı mekânlarda bulunması dikkate alınırsa, elbette o kadar insan arasında sadece mânevî değil maddî ve ticarî birtakım muamelelerin olması hem kaçınılmaz hem de oldukça tabiidir. Bu sebeple hacıların oralarda alış-veriş yapmalarını ve ticaretle iştigal etmelerini garipsememek gerekmektedir. Ancak bütün vaktini ticarete tahsis etmek, elbette hac niyetiyle gitmiş bir kimse için uygun olmaz. İbadeti de ticareti de kararınca yapmak gerekir.

 Memleket ve yörelerin örf ve âdetine göre aşırıya kaçmadan dönüşte eş-dost ve akrabaya hediye edilmek üzere bazı şeyler almak anlayışla karşılanmalıdır. Ancak bu konuda da oldukça mûtedil davranılması gerekir. Fuzûli harcama ve israfa yol açılmamalıdır. Mukaddes topraklara olan hasret, özlem ve saygıyı arttırıcı olumlu tavırlar sergilemek herhalde hac ibadetini yerine getirme bahtiyârlığına kavuşmuş insanlara daha çok yakışır. 

Hac-ticaret ilişkisi söz konusu olunca, halkımız arasında hacı olan kimsenin bir daha ticarî hayata dönmemesi, tartı - terazi başına geçmemesi gerektiği şeklindeki yanlış bir kanaate de işaret etmek yerinde olacaktır. Oysa tam aksine hac ibadetini yerine getirmiş bir müslümanın, eskisinden daha dürüst bir şekilde işinin ve ticaretinin başında olması gerekir. Namaz kılan bir müslüman ne kadar dürüst olmak zorunda ise, haccetmiş olan müslüman da aynı şekilde dürüst olmak zorundadır. Öteki ibadetleri yerine getiren müslümanlar nasıl geçimlerini sağlamak, üretmek için çalışmak zorunda iseler, haccetmiş kişiler de aynı şekilde çalışmak zorundadırlar. Ama onlara yakışan tam anlamıyla dürüst olmaya çalışmak, "hacı" sıfatını asla birtakım sahtecilikleri ört-bas etmek için kullanmamaktır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Hac mevsiminde ticaret yapmak serbesttir.

 2. Hacceden kimselerin iş ve ticaret hayatından el etek çekmesi diye bir şey söz konusu değildir. 

3. “Haccı koruyamam” veya “tutamam” gibi sudan bahanelerle şartlarını elde etmiş olanların haccı ertelemeleri doğru değildir. 

4. Önemli olan ibadetlerin bize kazandırdığı dürüstlüğü günlük hayatımıza aktarabilmek ve böylece müslümanca yaşamanın mutluluğunu hem tatmak hem de çevremizde bulunanlara telkin etmektir. 

5. İslâm'da alış-veriş, sadece cuma günü iç ezanından cumanın farzı kılınıncaya kadar yasaktır. Bunun dışında her zaman ve her yerde serbesttir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-8-


1286. Enes radıyallahu anh'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, erzak ve eşyâsı da aynı deve üzerinde olduğu halde deve ile hacca gitmiştir. 

Buhârî, Hac 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Menâsik 4 

Açıklamalar 

Hadisin râvisi Hz. Enes, azık ve eşyası aynı deve üzerinde olduğu halde hacca gitmişti. Kendisi asla cimri bir insan değildi. Belki de böyle düşünecekleri dikkate alarak bu davranışının sebebini açıklamak istemiş ve "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, azığı ve eşyası da aynı deve üzerinde olduğu halde deve ile hacca gitti" demiştir. 

Hz. Enes bu açıklamasıyla, hem sünnete uymuş olmak için yanında azığı ve eşyasını taşıyan ayrı bir deve (zâmile) götürmediğini belirtmiş, hem deResûl-i Ekrem Efendimiz'in pek sade ve mütevazi bir şekilde azık ve eşyasını yüklediği deveye binerek haccettiğini haber vermiştir. 

Peygamber Efendimiz hayatında bir kere haccetmiştir. O da Vedâ haccıdır. O sırada Efendimiz istese, azık ve eşyasını taşıyacak ayrıca deve veya develer sevkedebilirdi. Ancak o, mümkün olduğunca az eşyâ ve yiyecek almak ve onları da bindiği deveye (râhile) yüklemek suretiyle bu haccını gerçekleştirmiştir. Böylece Efendimiz'in devesi, hem binit hem de erzak taşıyıcı ( râhile ve zâmile ) görevini yapmıştır.

 Bu tutum ve davranış, hac yolculuğunda gösterişten ve riyâdan uzak, mütevazi ve fakat temiz ve vakur olmanın ehemmiyetini gösterir. Günümüzde de markası ve firması ne olursa olsun, kişiyi azığı ve eşyası ile birlikte, temiz bir şekilde hacca götürüp getirecek araçlarla haccedilmesi, gösterişe kaçılmaması, hac ibadetinden beklenen neticenin elde edilmesi için daha uygun olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Peygamber Efendimiz, daima tabii, sâde, gösterişten uzak ve mütevazi davranırdı. Yüz binlerin iştirak ettiği Vedâ haccında da Efendimiz bu tavrını korumuştur. 

2. Sahâbîler mümkün mertebe Efendimiz gibi davranmaya dikkat ve titizlik gösterirlerdi. 

3. Kula, kul gibi davranmak yaraşır.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-7-


1284. Sâib İbni Yezîd radıyallahu anh şöyle dedi: Ben yedi yaşımda iken, Vedâ haccında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bana da haccettirdiler. 

Buhârî, Sayd 25 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1285. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ravhâ denilen yerde bir grupla karşılaştı: 

- "Siz kimlersiniz?" diye sordu. Onlar: 

- Biz müslümanlarız, peki sen kimsin? dediler. Hz. Peygamber: 

- "Ben Allah'ın Resulüyüm" buyurdu. Bunun üzerine içlerinden bir kadın, (kucağındaki) küçük bir çoçuğu Peygamber'e doğru havaya kaldırarak: 

- Bunun için de hac var mı? diye sordu. Resûl-i Ekrem: 

- "Evet, ona hac, sana da sevap vardır" buyurdu. 

Müslim, Hac 409, 410, 411. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 8; Tirmizî, Hac 83; Nesâî, Hac 10; İbni Mâce, Menâsik 11 

Açıklamalar 

Bu iki hadîs-i şerîf, küçük çocukların haccettirilmesi ile ilgili durumu açıklığa kavuşturmaktadır. Birinci hadisin râvisi olan Sâib İbni Yezid radıyallahu anh, kendisi yedi yaşında iken Vedâ haccına iştirak ettirildiğini bildirmektedir. Tirmizî'nin rivayetinde babasının, bir başka rivayette ise, annesinin kendisini hacca götürdüğünü ifade etmektedir. Rivayetler birleştirilince Sâib'in, anne ve babasıyla birlikte Vedâ haccına iştirak ettiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz'in, Medine döneminde hicretin 10. yılında yaptığı yegâne hacca, ashâbıyla vedâlaştığı için Vedâ haccı denilir. Efendimiz'in bu hac esnasında irad ettiği hutbeler de Vedâ hutbesi olarak bilinir. 

Sâib, yedi yaşında mümeyyiz bir çocukken bu hacca iştirak etme şerefine kavuşmuştur. 181 numara ile daha önce geçmiş olan ikinci hadiste ise, henüz annesinin kucağında hiçbir şeyden haberi olmayan (gayr-i mümeyyiz) bir yavruya yaptırılan haccın geçerli (sahih), çocuğun annesine de ona yardımcı olduğu için sevap olduğu Efendimiz tarafından açıklanmaktadır. 

İslâm âlimleri, bulûğ çağından önce çocukların yaptığı haccın nâfile hac olarak sahih olduğunu ancak bulûğ çağından sonra imkân bulabilenlerin haccetmesi gerektiğini, önceki haclarının onları farz olan hac görevinden muaf tutmayacağı görüşündedirler.

 Çocukların namaz ve benzeri ibadetlere alıştırılması ne kadar önemli ve gerekli ise, hac ibadeti için de aynı gerekçe ile çocuklara hac yaptırmanın yerinde ve faziletli bir iş olduğu açıktır. Nevevî merhum da bu hususa dikkat çekmek için bu iki hadisi burada zikretmiştir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Küçük çocuklara hac yaptırmak câiz ve yapılan hac sahihtir. 

2. Sonradan hac yapma şartlarına sahip olan kimseler için çocukken yaptıkları hac kâfi gelmez. Onlar tekrar farz olan haclarını edâ etmelidirler. 

3. Küçük çocukları hacca götüren anne-babaya ayrıca sevap vardır.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-6-


1282. Yine İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre bir kadın: 

- Ey Allah'ın Resulü! Hac farîzası hakkındaki Allah'ın emri, babamın hayvan üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğu bir döneme denk geldi. Onun yerine ben haccedebilir miyim? dedi. Hz. Peygamber: 

- "Evet, haccedebilirsin" buyurdu. 

Buhârî, Hac 1, Cihâd 154, 162, 192, Edeb 68; Müslim, Hac 407, Fedâilü's-sahâbe 135, 137. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 25; Nesâî, Hac, 22, 23, Kudât 9, 10 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1283. Lakît İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre kendisi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip: 

- Babam çok yaşlıdır. Ne hac, ne umre yapabilir, ne de sefere çıkabilir. (Ne emir buyurursunuz?) dedi. Hz. Peygamber de: 

- "O halde babanın yerine sen haccet ve umre yap!" buyurdu. 

Ebû Dâvûd, Menâsik 25; Tirmizî, Hac 87. Ayrıca bk. Nesâî, Menâsik 2, 10; İbni Mâce, Menâsik 10 

Lakît İbni Âmir 

Lakît İbni Âmir ile 1246 numaralı hadisin râvisi Lakît İbni Sabire'nin aynı kişi olma ihtimali oldukça kuvvetlidir. Bilgi için oraya bakılmalıdır.

 Allah ondan razı olsun. 

Açıklamalar 

Bu iki hadîs-i şerîf, başkasının yerine haccetmek yani hacda niyâbet konusunu açıklığa kavuşturmaktadır. Birinci hadis, Resûlullah'a soru soran kadının Has'am kabilesinden olması sebebiyle Has'amiyye hadisi diye bilinir. Hadisin buraya alınmamış olan baş kısmı şöyledir: Peygamber Efendimiz Vedâ haccında, terkisinde amcası Abbas'ın büyük oğlu Fazl bulunduğu halde Müzdelife'den Mina'ya dönerken bir ara Yemenli Has'am kabilesinden bir genç kadın Peygamber Efendimiz'e yaklaşır. Bir taraftan Efendimiz ile kadın arasında hadisteki sorucevap konuşması geçerken bir taraftan da Fazl İbni Abbas ve kadın birbirine bakışmaya başlarlar. Durumu farkeden Hz. Peygamber, mübarek eliyle Hz. Fazl'ın başını öte tarafa çevirir. 

Has'amlı kadının, "Hac farîzası hakkındaki Allah'ın emri, babamın hayvan üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğu bir döneme denk geldi" demesi, yerine haccetmek istediği babasının aczini tam olarak ortaya koymaktadır. Babası yeni müslüman olduğu için mi yoksa hac kendisine farz olacak zenginliğe yeni eriştiği için mi bu durumla karşılaşıldı bilinmemektedir. Aslında bu nokta netice itibariyle pek de önemli değildir. Mühim olan o zatın hacca gidemeyecek derecede yaşlı ve bitkin olmasıdır. Peygamber Efendimiz'in, "Evet, babanın yerine haccedebilirsin" buyurması, hacca vekil gönderme kapısını açmıştır. İkinci hadiste de aynı durumla karşılaşmaktayız. Bütün fark burada, babasının durumunu anlatıp ona vekâleten hac ve umre yapıp yapamayacağını soran bir erkek, Lakît İbni Âmir'dir. 

Bilindiği üzere hac, hem malî hem de bedenî bir ibadettir. Namaz gibi sırf bedenî ibadetlerde vekâlet câiz değildir. Zekât gibi sırf malî ibadetlerde ise, vekâlet câizdir. Hac da ise ancak acz halinde vekâlet câiz, kudret halinde câiz değildir. Nitekim her iki hadiste de yerine haccedilmesine Peygamber Efendimiz'in izin verdiği mükelleflerin, çok yaşlı, yolculuğa çıkamayacak hatta binit üzerinde duramayacak derecede bitkin oldukları açıkca ifade edilmiştir. Buna rağmen başkasının yerine haccetmek konusunda "câizdir", "câiz değildir" gibi farklı görüş beyan eden âlimler de olmuştur. Ancak meselenin özü, ölünceye kadar acz halinin devamı şartıyla hacda vekâlet câizdir. Yapılan haccın, kendisi namına hacca gidilen kişi için mi yoksa vekil giden adına mı gerçekleşeceği de tartışmalıdır. İmam Muhammed'e göre hac, vekil giden adına gerçekleşir; gönderen de yaptığı harcamaların sevabını alır. 

Birinci hadis'te Peygamber Efendimiz'in bir sünnetine daha şahit olmaktayız. Efendimiz, eğer hayvanın taşıma gücü yerinde ise, yolculukta, terkisine bir sahâbîyi alma âdetinde idi. Terkiye alınan kişiye Arapça'da redîf denir. Efendimiz’in redîfi olma şerefine ermiş otuz kadar sahâbî bulunmaktadır. 

Ayrıca birinci hadisin râvisi Abdullah İbni Abbas'ın, bu hadisi ağabeyi Fazl'dan dinlemiş olma ihtimali daha güçlü gözükmektedir. Kendisinin olayı bizzat müşehade etmiş olma ihtimali varsa da oldukça zayıftır. Bu takdirde hadis, hadis usulü açısından sahâbe mürseli niteliğindedir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Acz halinde bulunan kimseye vekâleten haccetmek câizdir. 

2. Kızı babası adına haccedebilir. Yani erkeğe vekâleten kadının haccetmesi câizdir. 

3. Hayvanın güçlü-kuvvetli olması halinde terkiye adam almak câizdir. 

4. Kadınların ihramlı iken yüzlerinin açık olması câizdir. 

5. Bir âlim, şer'î açıdan sakıncalı bir durum görünce onu uygun bir şekilde önlemelidir. Nitekim Hz. Peygamber Fadl'ın başını başka tarafa çevirmek suretiyle kadınla karşılıklı bakışmalarını önlemiştir. 

6. İhtiyaç halinde kadın, erkeğe fetva sorabilir. 

7. Bir kimse kendi adına haccetmemiş bile olsa, başkası namına hacca gidebilir. 

8. Anne-babaya bakmak, hizmetlerinde bulunmak, borçlarını ödemek, gerekirse yerlerine hacca gitmek çocukların vazifesidir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-5-


1281. Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazan ayında yapılan umre, tam bir hac sayılır, yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar." 

Buhârî, Umre 4; Müslim, Hac 221. Ayrıca bk. Tirmizî, Hac 55; Ebû Dâvûd, Menâsik 89; Nesâî, Sıyâm 6; İbni Mâce, Menâsik 45 

Açıklamalar

 Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi umre; umre niyetiyle, mîkat denilen belirli yerlerde ihrama girmek, Kâbe'yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve tıraş olmak veya saçları biraz kısaltmak suretiyle yerine getirilen bir ziyaret ve ibadettir. 

Senenin her gününde yapılabilen umre, ramazan-ı şerîf gibi her ibadetin değerinin son derece arttığı bir mevsimde yapılacak olursa, daha büyük bir kıymet kazanır. Hadisimiz bu kıymetin derecesini bildirmekte, başlı başına bir hac değerinde olduğu müjdesini vermektedir. İkinci bir anlatım olarak da Resûl-i Ekrem Efendimiz'in maiyyetinde yapılan bir hac gibi değerli olduğuna dikkat çekmektedir. Ancak bu değerin, "kazanılacak sevap bakımından" olduğu unutulmamalıdır. Yoksa her bakımdan tam bir hac gibidir demek değildir. Önemli olan sonuçtur, o halde umre yapacak olanların bu müjdeyi dikkate almaları pek tabiidir. Bu hadîs-i şerîf, umrenin ramazan ayında yapılmasını teşvik etmektedir. Ayrıca bize, "İbadetin fazileti, vaktin faziletiyle artar" kaidesini hatırlatmaktadır.

 Her ne kadar yukarıda umrenin, senenin her gününde yapılabileceğine işaret etmişsek de İmam Ebû Hanîfe'ye göre, senenin beş gününde (arefe ve kurban bayramının dört günü) umre yapmak mekruhtur. Bunun dışındaki günlerde imkân bulabilen kimseler için umre yapmanın vâcip mi, sünnet mi olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hanefîler’e göre "umre sünnettir." 

" Hac ile umreyi Allah rızâsı için tamamlayınız!" âyeti [Bakara sûresi (2), 196], umrenin vâcip olduğunu değil, -bilhassa âyetin devamı da göz önüne alınınca başlanmış olan hac ve umrenin tamamlanması gereğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple başlanmış olan hac ve umrenin bitirilmesinin vâcip olduğu konusunda bütün âlimler görüş birliği içindedirler. 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. Peygamber Efendimiz, ramazan ayında umre yapılmasını teşvik etmiştir. 

2. İbâdetlerin değeri icra edildikleri zamanların değeriyle artar. Bu sebeple ramazan umresi, sevap bakımından tam bir hac yerine geçer. 

3. Müslümanlar yapacakları ibadetlerin zamanlamasına önem vermelidirler.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-4-


1280. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Allah'ın, cehennemden en çok kul âzat ettiği gün, arefe günüdür." 

Müslim, Hac 436. Ayrıca bk. Nesâî, Menâsik 194; İbni Mâce, Menâsik 56 

Açıklamalar

 Kurban bayramı gününden önceki güne arefe adı verilmiştir. Hacca giden müslümanlar o gün Arafat'ta haccın rükünlerinden biri olan vakfe görevini yerine getirirler. Bu sebeple de o güne arefe günü denilmiştir. 

Arefe günü zevalden sonra akşam güneş batıncıya kadar bir süre Arafat dağında vakfe yapmak haccın iki rüknünden birincisidir. Bu imkânı bulamayan veya kaçıran kimsenin haccı sahih olmaz. 

Arefe günü tam bir dua ve niyaz zamanıdır. Allah Teâlâ kendisine dua edilmesinden ve bağışlanma dilenmesinden hoşnut olur. Peygamber Efendimiz işte bu gerçeğe işaretle Allah Teâlâ'nın o gün, her zamankinden fazla müslümanı cehennemden âzat ettiğini, yani kullarını bağışladığını ifade buyurmakta ve böylece ümmet-i Muhammed'e cidden pek büyük bir müjde vermektedir. 

Tabiatıyla bu müjde aynı zamanda arefe gününün faziletini de göstermektedir. Hatta kimi âlimler, "Günlerin en faziletlisi arefe günüdür" görüşünü benimserler. "Üzerine güneşin doğduğu en faziletli gün cum'adır" hadisi ( Müslim, Cum'a 17,18 ), haftanın günleri içinde cumanın üstünlüğünü ifade eder. Yıl içinde de arefe, en faziletli gündür. 1252 numaralı hadisin açıklamasında belirtildiği gibi bu iki hadis arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Arefe günü müslümanların en çok bağışlandığı mübarek bir gündür. 

2. Hac ibadetinin bir bütün olarak ihtiva ettiği faziletin yanında her bir cüzünün de ayrı ayrı fazileti vardır. 

3. Arefe günü Arafat’ta haccın birinci rüknü olan vakfe görevi yerine getirilir

14 Haziran 2024 Cuma

***Riyâzü's Sâlihîn'in "AREFE GÜNÜ ORUCU " Bâbı

 AREFE GÜNÜNDE VE MUHARREMİN DOKUZ VE ONUNCU GÜNÜNDE TUTULAN ORUCUN FAZİLETİ 

Hadisler

1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da: 

"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur" buyurdu. 

Müslim, Sıyâm 196, 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40

 Açıklamalar 

Nâfile olarak tutulacak oruçlar arasında kurban bayramından bir gün önceki arefe günü orucunun özel bir yeri bulunmaktadır. Bilindiği gibi arefe günü, hacıların Arafat'ta vakfe yaptıkları gündür ve bu vakfe, hac ibadetinin iki ana rüknünden biridir. Binaenaleyh bu gün, hacılar için âdeta bir bayram günüdür. Bu sebeple de hac yapmakta olanların arefe günü oruç tutmamaları tavsiye edilmiştir. Çünkü o gün onların yapacakları önemli işleri vardır. O işleri yapmakta zorlanmamaları esastır. Ancak hacca gitmemiş olan müslümanlar için arefe günü oruç tutmak müstehaptır. 

Ebû Katâde'nin yukarıdaki rivayetinden öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber'e arefe günü tutulacak orucun durumunun sorulması üzerine Efendimiz, o gün tutulacak orucun geçmiş bir senenin ve gelecek bir senenin günahlarına kefâret olacağı müjdesini vermiştir. Bazı rivayetlerde Efendimiz'in bu müjdeyi "Ben, Allah'ın, arefe günü orucunu, önceki ve sonraki birer senenin günahlarına keffâret kılacağını ümit ederim" şeklinde verdiği kaydedilmektedir. Âlimler, hadiste söz konusu olan günahların, "küçük günahlar" olduğu görüşündedirler. Ancak Nevevî, bağışlanacak küçük günahı olmayanlar için büyük günahlarının bağışlanması da umulur, demektedir. 

Geçmiş bir yılın günahlarının bağışlanması anlaşılmaktadır. Ancak gelecek bir yılın günahlarının bağışlanması nasıl anlaşılmalıdır? Bu konuda, o kimsenin gelecek bir yıl içinde günah işlemesi engellenir, şeklinde yorum getirenler olmuştur. Bu ifadeyi, geçmiş yılda olduğu gibi o yıl içinde de günahlar işlendikten sonra bağışlanır, şeklinde anlayanlar da vardır. 

Aslında günahların nasıl bağışlanacağı değil, müslümanın arefe gününde Allah rızâsı için tutacağı oruç sebebiyle iki yıllık günah yükünden arınacağı müjdesi önemlidir. Arınmanın şekli neticeyi değiştirmez. Bizim için de önemli olan neticedir. 

Hadisin mânasını şöyle anlayanlar da olmuştur: Arefe günü oruç tutan kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefâret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir. Bu mâna, hadisin vermek istediği müjdeye daha uygun düşmektedir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Allah Teâlâ'nın rahmet ve ihsanı boldur. 

2. Arefe günü oruç tutmak, biri geçmiş biri gelecek iki yıllık günaha kefâret olacak kadar sevap kazanmaya vesiledir.


1254. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aşûre gününde oruç tuttu ve oruç tutmayı tavsiye etti." 

Buhârî, Savm 69; Müslim, Sıyâm 127, 128 

1256 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1255. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e aşûre günü tutulan orucun kıymeti soruldu; o da: 

"Geçmiş bir senenin günahlarına kefâret olur" buyurdu. 

Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1256. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Gelecek seneye kadar yaşayacak olursam, muharrem ayının dokuzuncu günü oruç tutarım."

 Müslim, Sıyâm 134. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 41 

Açıklamalar

Dilimizde aşûre günü diye meşhur olmuş bulunan muharrem ayının onuncu (âşûrâ) günü, nâfile oruç tutma günlerindendir. Yukarıdaki üç rivayet, bu günde tutulacak orucun faziletini açıklamaktadır.

 Birinci hadiste, Peygamber Efendimiz'in aşûre günü orucu ile ilgili olarak hem fiilî hem de sözlü sünneti haber verilmektedir. Zira Efendimiz, muharremin onuncu günü hem kendisi oruç tutmuş hem de o gün oruç tutmalarını ashâbına tavsiye etmiştir. 

Aşûre günü orucunun, ramazan orucu farz kılınmadan önce farz olduğu, sonra bu farzıyet hükmünün ortadan kaldırıldığına dair rivayetler bulunmaktadır (bk. Müslim, Sıyâm 122-126; Ebû Dâvûd, Savm 64). Önce farz iken sünnete dönüşen bir hüküm, böyle bir geçmişi olmayan sünnetten daha üstündür. Bu sebeple aşûre günü orucuna ihtimam göstermek gerekir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisi hem tutmuş hem de tutulmasını tavsiye etmiştir. 

İkinci hadis, Efendimiz'e yöneltilen sorulara verdiği cevapları içeren uzunca bir hadisin son kısmında yer almakta ve aşûre günü orucunun geçmiş bir yılın günahlarına kefâret olduğu bildirilmektedir. Yukarıda geçtiği üzere arefe günü orucunun aşûre günü orucundan daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır. Zira arefe orucu hem geçmiş hem de gelecek birer yılın günahlarına kefârettir.

 Üçüncü hadis, aşûre günü muharremin onuncu günü olmakla beraber, aşûre günü orucu diye tutulacak olan orucun sadece o gün tutulmaması, ondan önceki dokuzuncu gün ile birlikte tutulması gerektiğine işaret etmektedir. Zira Peygamber Efendimiz'e yahudilerin ve hıristiyanların sadece onuncu güne tazim ettikleri, bu sebeple o gün oruç tuttukları haber verilince, "Eğer gelecek seneye kadar yaşarsam dokuzuncu gün oruç tutarım" buyurmuştur. Ancak Efendimiz gelecek senenin muharrem ayından önce vefat etmiş, muharremin dokuzunda oruç tutamamıştır. Efendimiz'in, muharrem ayının onuncu günü oruç tuttuğu bilinmektedir. Dokuzuncu günü oruç tutmayı arzu ettiği de bu hadiste görülmektedir. Bu sebeple müslümanların aşûre orucunu muharremin dokuzuncu ve onuncu günlerinde tutmaları müstehaptır. Hz. Peygamber'in sünnetine tam mânasıyla uygun olan tavır budur. Zira Peygamber Efendimiz'in niyet ettikleri de ümmet için sünnet sayılır.

 On muharrem, kaynaklarda işaret edildiğine göre birçok peygamberin hayatında önemli ve olumlu olayların gerçekleştiği bir gündür. Ne yazık ki, İslâm tarihinde Resûl-i Ekrem Efendimiz'in sevgili torunu Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edilmesi de bu güne tesadüf etmiştir. Hicretin 61. yılında vuku bulan bu elîm olay, bütün müslümanlar için büyük üzüntü sebebi olmuştur. 

Tabiatıyla aşûre orucunun bu elîm olay ile hiçbir alâkası yoktur. Aşûre orucunun bu olay ile irtibatlandırılması yanlıştır. Böyle bir niyetle oruç tutulması bid'at olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Kamerî aylardan muharremin onuncu günü aşûre günüdür. Bu gün oruç tutmak sünnettir. 

2. Müslümanların Ehl-i kitabtan farklı olarak muharremin dokuz ve onuncu günleri oruç tutmaları müstehabtır. 

3. Aşûre orucu, geçmiş bir yılın küçük günahlarına kefâret olur

***ALLAH cc İÇİN "KAN AKITMAK"

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Dünyada Allah ve Resulünden daha değerli, sevilmeye daha layık hiçbir şeyin olmadığının, her yıl tekrar tekrar hatırlatılmasıdır Kurban. Atamız İbrahim'in -ki O'na selam olsun- en kıymet verdiği varlığının Allah tarafından istenmesi ve İbrahim (as)'ın denenmesidir Kurban.


Kurban ibadeti, her yıl bütün Müslümanlara, Allah tarafından büyük ödevlerinin hatırlatılmasıdır. Kurban ibadeti, bizlere her yıl dünya ve içindeki her şeyin çok da önemli olmadığının hatırlatılmasıdır. Müminler için, dünyanın en fazla 'geçici bir konak' olduğunun ilanıdır. Ve Kurban, her şeyin asıl sahibinin, her şeyin asıl sahibi olan Âlemlerin Rabbi olduğunu idrak etmektir.


"Ey Fatıma, kalk ve kurbanının yanında bulun!"


Ebu Said (ra)'ın rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sav), Kurban Bayramı günü, biricik kızları Hz. Fatıma validemizin evine giderek, şöyle buyurmuştur: "Ey Fatıma! Kurbanın için kalk ve kurbanının yanında bulun. (Onun kesilmesine şahit ol) Onun kanının her damlasına karşılık senin geçmiş günahların bağışlanacaktır."
Bunun üzerine Hz. Fatıma validemiz: "Ey Allah'ın Peygamberi, bu durum sadece bize mi özel, yoksa bütün müminler için geçerli mi?" diye sordu.
Allah Resulü, şöyle buyurdu: "Bütün müminler için..." [Hâkim, Heysemi]


Kurban kanı akıtmak!
İbn Abbas (ra)'ın rivayet ettiğine göre, Allah Resulü şöyle buyurmuştur:
"Kurban bayramı günü, sıla-i rahim hariç, Âdemoğlu, kurban kanı akıtmaktan daha üstün bir amelde bulunamaz."
Ebu Hüreyre (ra)'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kimin imkanı olup da kurban kesmezse namazgahlarımıza yanaşmasın."


Kurban kesmek yerine parasını bir yoksula verenler, sadece sadaka ibadetlerini yerine getirmiş olurlar. Kurban ibadeti, birçok hikmetiyle birlikte 'Allah için kan akıtmak'tır. Bir büyük hatırlayış olarak atamız İbrahim (as)'ın büyük fedakârlığı üzerinden, O'ndan sonra gelen bütün müminlere bir hatırlatıştır. Kurban ibadeti, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in uyguladığı şekliyle uygulanmak zorundadır.


Hac suresi 37. ayette Rabbimiz durumu açıklamıştır: "Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır, fakat O'na sadece takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!"


Kurban kesmenin fazileti!

Tirmizi'nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, imkânı olan bir Müslüman için, Kurban ibadetiyle kazanacağı fazileti şöyle ifade buyurmuştur:
"Âdemoğlu kurban bayramı günü, Allah katında kurban kesmekten daha sevimli bir iş yapmamıştır. Şüphesiz o kesilen kurban, kıyamet günü boynuzları ve kılları ile gelir. Hiç şüphe yok ki, kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında kabul görür. Öyleyse gönüllerinizi kurban ile hoş edin."

Kurban ibadeti, nefsin insana telkin ettiği, cimrilik ve hasislik gibi kötü hasletleri engellemeye de dönüktür. Nefsin arzu ve isteklerini, içimizdeki Allah ve Resulü'nün dışındaki tüm sevgileri kesmek ve kökünden yok etmek için kurban ibadeti, büyük bir fırsattır. Mülkün sahibi olan Allah'ın verdiği malı, yine O'nun yolunda harcamak için bir vesile olur kurban.


Bakara Suresi, 195. ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "(Mallarınızın bir bölümünü) Allah yolunda harcayın. Sakın kendinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever."

Hz. Peygamber (sav) bir kurban bayramı günü: "Sizden her kim kurban keserse, bayramın üçüncü gecesinden sonra, evinde kurban etinden bir şey bulunduğu halde sabahlamasın" buyurmuştur.
Bir sonraki yıl, tekrar kurban bayramı gelince, sahabeler Hz. Peygamber'e gelip sordular: "Ey Allah'ın Resulü! Kurban'ı geçen sene yaptığımız gibi mi dağıtacağız?
Hz. Peygamber, şöyle cevap verdi: "Bu yıl kendiniz yiyiniz, başkalarına yediriniz ve ailenize azık ediniz. Çünkü geçen sene insanlar arasında geçim zorluğu vardı. Bu sebeple ben o sene insanlara yardım etmenizi istedim." [Buhari]


"Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik." [Hac Suresi, 36]

Kurban ibadetinde, niyet çok önemlidir. Kurbanın hangi niyetle kesildiği, ibadetin de mahiyetini belirler. Kurban ibadeti, içinde 'et yeme niyeti' barındırmamalıdır. Kurban, sadece Allah'a yakınlaşmak ve O'nun rızasını elde etmek için kesilmelidir. Sadece O istediği için kesilmelidir.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR