31 Mart 2024 Pazar

***1 NİSAN ŞAKASI YAPMAK CAİZ Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu günün Müslümanlar için bir katliam günü olduğuna dair bir rivayet olsa da bu konuyla ilgili sağlam bir bilgiye rastlamadığım için burada bu olaydan bahsetmiyeceğim.

Genellikle değişik ülkelerde Nisan 1 şakası hakkında farklı kültür, inanç ve dillerde efsaneler bulunmaktadır:

Fransa (Poisson d'avril - Nisan Balığı): 1564 yılında Fransa kralı IX. Charles yılbaşını 1 Nisan’dan 1 Ocak’a aldırır. Bu arada 1 Nisan’ı sene başı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan’ı yılbaşı kabul edenlere ise “Nisan Balığı” adı verilir

İngiltere - April Fools' Day - Nisan Kaçıklar Günü

İskoçya - Gowk veya Cuckoo günü

Nisan 1 veya Nisan Balığı, Hollanda, Belçika, Kanada, ABD, İsviçre, Japonya dahil dünyanın pek çok yerinde tanınmaktadır. Nisan 1 ile ilgili başka bir efsane de Pagan kültüründe 1 Nisan'da kutlanan Fous bayramıdır. Antik Roma'da Hilarya adıyla benzer bir bayram da kutlanmaktadır.Hindistan'da ise bu bayram 31 Mart'ta Holi adıyla kutlanmaktadır.

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, 1 Nisan günü, bir din adeti değildir.

Bu sebeple, bu günde -makul, aşırı olmayan, haram unsurları barındırmayan- bazı şakaların yapılmasının - prensip olarak haram olduğunu söyleyemeyiz.Yine de takva gereği gayri-müslimlerin kutladığı bu güne değer vermemek efdal olanı görünüyor.


Her zaman şaka yapmak caizdir fakat şakanın bir mahiyetinin olması gerekmektedir. Bu şartları şu şekilde sıralayabiliriz:

Şaka yaptığımız kişiyi korkutmamalıyız, malını almamalıyız.
Şaka yapacağımız kişiyi üzmemeliyiz,
Kesinlikle şaka yapıyoruz diye şakadan da olsa yalan söylememeliyiz!

İki hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır:
Tartışmaya girmeyen, haklı olsa da kimseyi incitmeyen, şaka veya güldürmek için yalan söylemeyen, iyi huylu olan Müslüman Cennete girer.) [Tirmizî]

(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!)[Ebu Davud]

Yalanla eş anlamlı şakalar , bizzat yalan olduğu için haramdır. Ancak şaka; yalan, alay, hakaret gibi aşağılayıcı manada olmamak ve aşırı gitmemek kaydıyla yapılırsa buna müsaade edilmiştir.

Hz. Peygamber (asm) ve ashabının yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır. Böylesi şakalar ise insanlar arasında muhabbeti arttırır. Ancak her işte olduğu gibi şakada da aşırıya gidilmemelidir.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Bayanın İtikafa Girmesi Mümkün mü?

Sual: Selamün Aleyküm. Allah (cc) sizden razı kalsın inşaallah. Hocama bir sorum olacak. Şekva değil asla da bazen bir bayanın sorumluluğundansa bir erkek olmayı isterdim. Kendinizi hizmete adamak belki daha da kolay olurdu, hele de çocuklarınız varsa bazen namazın sünnetini bile kılamayıp farzı ancak ihya ediyorsunuz. Ben bu ramazanda itikafa girmeyi çok arzulardım. Efendimizin çok önemli sünnetlerinden olduğunu biliyorum hatta günaha girmem inşaallah 1 yıl yapamadığını daha sonraki yıl itikafını 20 gün yaptığını duymuştum. 5 vakit namazın eda edildiği yerde itikafın yapılması gerektiğini biliyorum yanlışsam bizi aydınlatın lütfen. Bir bayan olarak itikafa girebilir miyim? Bunu nasıl yapmamız gerekir? Efendimiz bu konuda ne tavsiye etmiştir? Selam ve Saygı ile.

Cevap: Muhtereme Kardeşim;

Kadın veya erkek olarak yaratılmamız Rabbimizin bir takdiridir, bizi ne hal üzere yarattıysa ona rıza göstermek ve elimizden geldiğince kulluk görevlerimizi yerine getirmek durumundayız. “Bir erkek olmayı isterdim kendinizi hizmete adamak belki daha da kolay olurdu hele de çocuklarınız varsa bazen namazın sünnetini bile kılamayıp farzı ancak ihya ediyosunuz ben bu ramazanda itikaf a girmeyi çok arzulardım.” diyorsunuz, ama inanın belki öyle olsaydı bu ızdırabınız olmayacaktı. Sanki şuan erkeklerin çoğu sünnet namazlarını kılıyor, itikâf yapıyor, İslam’a hizmet noktasında ellerinden gelenleri yapıyorlar mı ki? Dolayısı ile rıza aslolan şeydir, bize de düşen bu olmalıdır.

Sorunuza gelince; İtikâf: “Bir yerde bekleme, durma ve kendini belirlenen yere hapsetme” anlamlarına gelir. Akıl bâliğ veya temyiz kudretine sahip bir müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte veya mescit hükmünde olan bir yerde ibadet niyetiyle bir süre durması anlamında bir fıkıh terimidir.

İtikâf ibadeti, Kur’an ve sünnetle sabittir. Kur’an’da Ramazan ayının gecelerinden söz edilirken;
“… Camilerde itikâfta iken de hanımlarınıza yaklaşmayın…” (el-Bakara, 2/ 187) buyurulur. Başka bir ayette itikâf ibadetinin daha önceki ümmetlerde de yapıldığına işaret edilir (bk. el-Bakara, 2/125). Hz. Peygamber’in özellikle Ramazan içinde ve Ramazanın son on gününde itikâf yaptığını bildiren çeşitli hadis-i şerifler vardır. Hz. Âîşe’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.s) Ramazan’ın son on gününde itikâf yaparlardı. Bu durum vefat zamanına kadar bu şekilde devam etmiştir. Daha sonra Hz. Peygamber’in zevceleri itikâfı sürdürmüşlerdir” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 67, 129; bk. Buhârî, İ’tikâf, 1-18; Ezân, 12, 135; Hayz 10; Müslim, İ’tikâf, 1-6; Ebû Dâvud, Ramazân, 3; Savm, 77).

Dediğiniz gibi hayatının son yılında bir önceki sene yapamadığı için 20 gün itikaf yapmış, bu işin önemini adeta ümmetine göstermiştir. İtikaf, bu yönü ile Müslümanların Hira’sıdır. Hira’da yeniden doğan ve vahye muhatap olan Efendimiz’in (sas) yaşadığı o havayı bir nebze olsun, o havayı solumaya çalışmasıdır.

Ebu Hanife’ye göre içinde beş vakit namaz kılman her mescidde, her yerde itikâfta bulunmak caizdir. Ebu Hanife ve İmam Mâlik’e göre itikâfın nâfile olarak en azı bir gündür. Ebû Yusuf en az süreyi, bir günün yarıdan çoğu olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur. Ama sünnet olan son 10 gündür, imkanı olan bunu yapmalıdır, hatta imkanlar buna göre zorlanmalıdır.

Gelelim sizi asıl ilgilendiren kısma; kadınların itikafı nasıl olacaktır? Onlar mecsitlere gelemeyecekleri için bu ibadetten mahrum mu kalacaklar? Elbette ki, hayır… İslam’dan bahsediyoruz, fıtrat dininden bahsediyoruz. Yaratanın nizamından bahsediyoruz. Dolayısı ile çözümü olmayan bir hususun olmadığını bilmeliyiz. Mescid veya mescid hükmündeki yerlede itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar ise evde mescit edindikleri bir yerde itikâfta bulunabilir (ez-Zebîdî, Tecrîd-i”Sarîh, Terc. Kamil Miras, Ankara 1984, VI, 323-326). Yani hanımlar evlerinin bir odasını bu iş için ayırabilir ve kendi evlerinde itikafa girebilirler. Zaten annelerimiz olan Peygamber hanımları, kendi odalarında itikafa girmişlerdir. Bu süre zarfında ibadet ile meşgul olur, dünyayı hayatlarından biraz olsun çıkarır, Allah’a yakınlık adına bir kamet/duruş ortaya koyarlarsa inşallah maksat hasıl olmuş olur.

Selam ve dua ile…

Muhammed Emin YILDIRIM

30 Mart 2024 Cumartesi

***İTİKAFIN ŞARTLARI

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

*Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:

1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz.
Gayr-i müslim ibadete, mecnun da niyete ehil değildir. Temiz olmayanların da mescidlere girmesi yasaktır.

2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır. Buna göre niyetsiz olarak yapılan bir İtikâf geçerli değildir. Çünkü bunun bir ibadet olabilmesi niyete bağlıdır.

3) İtikâf, mescidde veya o hükümdeki bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük camilerde yapılması daha faziletlidir. Kadınlar da kendi evlerinde mescid edinilen veya mescid olarak ayıracakları bir odada itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır. Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha faziletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha faziletlidir.

(İmam Şafiî'ye göre , itikâf tazime lâyık bir yerde yapılabilir ki, o da mescidlerdir. Evlerde mescid edinilen yerler, bu tazime lâyık değildir.)

4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez. Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur. Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de sahihdir.
(Şafiî'lere göre, vacib bir itikâfda da oruç şart değildir.)

*İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahihdir. Şu kadar var ki, kadının itikâfı kocasının ve kölenin itikâfı da efendisinin iznine bağlıdır. İsterse bunlar itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır. İzin bulunmayınca kadın, nezretmiş olduğu itikâfı kocasından ayrıldıktan sonra, köle de azad edildikten sonra kaza eder.

*Bir kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi doğru olmaz. Efendi ise, kölesine verdiği izinden dönebilir.
Mükâteb (sözleşmeli) bir köle ise, efendisinin izni olmasa da, itikâfda bulunabilir. Çünkü kısmen hürriyetine sahibdir.


Ö.N.Bilmen(Tam ilmihal kitabı)

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

29 Mart 2024 Cuma

SÜNNETE UYGUN İBADET-20- İtikâf

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki üç hadis-i şeriften de Rasulullah’ın Ramazanın son on gününde itikafa girdiklerini, sonra eşlerinin bu sünneti devam ettirdiklerini, vefatlarından önceki Ramazanda ise yirmi gün itikafa girdiklerini öğreneceğiz. [1]

1271. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ramazanın son on gününde i'tikâfa çekilirdi.[2]

1272. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, vefat edinceye kadar ramazanın son on gününde itikâfa girmiştir. Vefatından sonra eşleri itikâfa girmeye devam ettiler.[3]

1273. Ebû Hüreyre radıyallahu anh dedi ki, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem her ramazan on gün itikâfa girerdi. Vefat ettiği senenin ramazanında yirmi gün itikâfa girdi.[4]

* İtikaf: Kulluk ve Allah’a yaklaşmak niyetiyle Ramazanın son on gününde mescide çekilip zaruri işler dışında dışarı çıkmaksızın ibadete soyunmak demektir. İçinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini yakalamaya imkan verecek önemli bir ibadettir. Bu ibadeti kadınlar evlerindeki bir odaya veya köşeye kapanmak suretiyle yaparlar.

Rasûlullah vefat edeceği sene Cibril ile Kur’an’ı iki sefer karşılıklı okumalarının yanı sıra itikafı da yirmi güne çıkarmışlardır. (Bakara: 2/125, 187; Hac: 22/25) ayetlerinde de itikaftan bahsedilmektedir. [5]
sadakat.net/riyazus-salihin- 232) İtikâf (Ramazanın son on gününde ibadete çekilme) Bölümü

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 369.
[2] Buhârî, İ'tikâf 1, 6; Müslim, İ'tikâf 1–4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 77, 78; Tirmizî, Savm 71; İbni Mâce, Sıyâm 58.
[3] Buhârî, İ'tikâf 1; Müslim, İ'tikâf 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 77.
[4] Buhârî, İ'tikâf 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 78; İbni Mâce, Sıyâm 58.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 369.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

28 Mart 2024 Perşembe

***FİTRE – FITIR SADAKASI VE HÜKÜMLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Fıtır Sadakası

Ramazan’ın sonunda orucu açma (el-fıtr) veya insan olarak yaratılma (el-fıtra) anlamlarına gelen fıtır sadakası, Ramazan-ı şerifin sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisap miktarı bir mala sahip bulunan her hür müslümanın kendisi ve velayeti altındaki kimseler için verilmesi vacip olan bir sadakadır. İnsan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan varlığının zekâtı kabul edilmiştir. Buna yalnız “fitre” de denir ki fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış ihsanı, can sadakası veya beden sadakası demektir.

Sadaka-ı fıtır, Cenab-ı Hakk’ın kişiye ve velayeti altındaki kimselere lütfettiği hayat ve vücut nimetine karşı bir şükran olmak üzere dindeki yerini almış bir ibadettir. Bu sebeple nisaba malik bir aile reisi, sorumluluğunu yüklendiği aile fertlerinin her biri adına birer şükür sadakası sayılan fitre vermekle yükümlü tutulmuştur. Hatta bayram gecesi sabaha karşı dünyaya gelen bebeğin dahi şükür sadakasını vermesi gerekmektedir. Çünkü bebek de nihayet yaratılma nimetine kavuşmuştur. Onun yaratılmasına da şükür gerekmekte, fitresi vacip olmaktadır.

Sadaka-ı fıtır, o yılın oruç ibadetini eda edebilen Müslümanların böyle bir ibadeti yapmaya muktedir kıldığı için Allah Teala’ya bir şükür manası da taşır.

Fıtır Sadakasının Hükmü ve Meşru Kılınması

Sadaka-i fıtır, İslâm’da önemli yeri olan mali ibadetlerden biridir. Şafii, Maliki ve Hanbelîlere göre fitre farzdır. Hanefi mezhebine göre ise fitre vaciptir. Zaten Hanefi mezhebinde farz ile vacip arasında ameli açıdan bir farklılık söz konusu değildir. Fark sadece itikadî açıdandır. Buna göre farzı inkar eden kafir olur ama vacibi inkar eden kafir olmaz.

Fitre, hicretin ikinci yılında, Ramazan orucunun farz kılındığı yıl, zekâttan önce meşru kılınmıştır.

Fıtır Sadakasının Hikmeti ve Önemi

Bu sadakanın hikmeti, bir yandan oruç ibadetini yapmış Müslümanlardan ortaya çıkması muhtemel kusurları telâfi etmek, diğer yandan bir sevinç ve bayram gününde fakirleri anmak, onları günlük ihtiyaçlarından kurtarmaktır.

Fitre, bir yardımlaşmadır, orucun kabulüne, ölümün şiddeti, dehşetinden ve kabrin azabından kurtuluşa bir vesiledir. Fitre de zekât gibi sosyal adaleti sağlamaya yönelik malî bir ibadettir. Fakirlerin ihtiyaçlarını gidermeye, Ramazan Bayramı gününün neşesinden onların da istifade etmelerine bir yardımdır. Bu bakımdan sadaka-ı fıtırı vermek, insanî bir hayır ve bir vazifedir.

Kesir b. Abdullah el-Müzenî’nin babasından, O da dedesinden yaptığı rivayete göre: Resûlullah (S.A.V.) Efendimize:

“Batıl inançlardan, inkâr, inat ve kötülüklerden, kötü ahlaklardan iyice temizlenen, arınan ve Rabbisinin adını zikredip de namaz kılan kimse muhakkak felaha ermiş, korktuğundan emin, umduğuna nail olmuştur.” ayet-i kerimesinin tefsiri sorulmuş ve: O ayet-i kerime, sadaka-ı fıtır hakkında inmiştir, buyurmuşlardır.

Abdullah b. Abbas (R.A.) şöyle demiştir: Resûlulah (S.A.V.) Efendimiz, fıtır sadakasını oruçluyu faydasız ve müstehcen söz ve fiillerden, davranışlardan temizleyici, fakirlere de yiyecek olmak üzere farz kılmıştır.

Kim onu Bayram namazından önce verirse, o kabul olunmuş bir zekâttır. Kim de onu Bayram namazından sonra verirse o sadakalardan bir sadakadır.

Tutulan Ramazan orucundaki eksiklikleri telafi etmesi yönüyle, fitreye orucun sehiv secdesi de denilebilir.

Bayramdan önce herkes fakirlere fitresini vermek suretiyle, bayramda fakirlerin de yüzü gülecek, onların da eline biraz para geçecek ve o günün Bayram olduğunu anlayacaklardır. hali ve vakti yerinde olan her Müslüman gerçekten fakir olanlara fitresini vermeli, elinden gelebilen diğer yardımları da yapmalı ve fakirleri sevindirmelidir. Bu şekilde hem borcunu ödemiş, hem de ahirette sevap kazanmış, azaptan kurtulmuş olur. Çünkü sadaka-ı fıtrı vermek, orucun kabul edilmesine, dünya ve ahiret saadetlerine ermeye, ölüm anında acı çekmeden ve kabir azabından kurtulmaya bir sebeptir.

Fıtır Sadakası Ne Zaman Vacip Olur?

Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren yani sabah vaktinin girmesi ile vacip olur. Çünkü bu sadaka bayrama (sadaka-i fıtır) izafe edilmiş, ona ait kılınmıştır.

Bu nedenle Ramazan-ı şerif bayramının ilk günü fecrin doğuşundan önce vefat eden veya fakir düşen veya doğuşundan sonra doğan veya gayrimüslim iken hidayete eren bir Müslümana fıtır sadakası vacip olmaz. Fakat doğuştan sonra vefat eden bir Müslümana vacip olmuş olur. Bundan dolayı vasiyet etmiş ise, geriye bırakmış olduğu mal varlığının üçte birinden verilir. Varislerinin kendi mallarından vermeleri de caizdir.

Fıtır Sadakası Erkenden Verilebilir mi?

Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren yani sabah vaktinin girmesi ile vacip olursa da bundan birkaç gün, hatta bir kaç ay veya sene önce de verilebilir. Erken verilmesi daha iyidir. Böylece fakirler, bununla bayram namazına çıkmadan evvel noksanlarını tedarik etmiş, ihtiyaçlarını karşılamış olurlar.

Fitre Bayramdan Sonraya Kalırsa

Fitrenin geciktirilmesi uygun değildir. Hatta Şafi mezhebine göre haramdır.

Fitrenin bayramdan sonraya bırakılması mükellefiyeti düşürmez. Tövbe ve istiğfarla birlikte ilk fırsatta verilmelidir.

Fıtır Sadakasının Kazası Var mıdır?

Geçmiş senelerin fitreleri verilmemişse, bunlar hemen verilmelidir. Bu ödeme yine de kaza olmayıp eda olur. Fakat gecikmeden ötürü tövbe ve istiğfar edilmelidir.

Fitre Verilmeden Kişi Fakirleşirse

Nisap miktarı mal, fıtır sadakasının vacip olmasından sonra telef olsa, fitre borcu kişiden düşmez. Çünkü kişi fitrenin vacip olmasıyla fakirleşmesi arasında ödeme gücüne sahipti.

Fıtır Sadakası Kimlere Vaciptir?

Fıtır sadakası,
nisap miktarı mala sahip olan her hür Müslüman için vaciptir.

Oruç Tutmayanlar da Fitre Verecek midir?
Fitrenin vacip olması için oruç tutmak şart değildir. Özründen dolayı oruç tutamayan veya özürsüz olarak oruç tutmayanlara da sadaka-ı fıtır vermek vaciptir. Çünkü oruç ve fitre birbirinden farklı ibadetlerdir.

Fitredeki Nisap Miktarı 
Bir kimsenin sadaka-i fıtır ile mükellef olması için öngörülen zenginlik ölçüsü nisap, zekâtta aranan nisaptır.

Nisap ölçüsü, iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal (80 gr.) altın veya bunların kıymetlerine denk olan bir maldır. Bu mal, temel ihtiyaçlardan, yani sahibinin borcundan ikametgâhından, evinin lüzumlu eşyasından binip kuşanacağı at, araba ile silahından ve kendisi ile aile fertlerinin bir aylık veya diğer bir görüşe göre bir senelik nafakalarından fazla bulunmalıdır. Hatta bu fazla, haddizatında nakitler gibi, ticaret malları gibi artıcı sayılan bir mal olmasa bile. Bu fazla malın üzerinden bir sene geçmiş olması da şart değildir.

Fitre Miktarı Nasıl Tespit Edilir?

Fıtır sadakası dört cins şeyden belirli miktarda verilir: Buğdaydan yarım sa’ı, arpadan, kuru üzümden veya kuru hurmadan da bir sa’ı verilir. 1 sa’ı yaklaşık 3 kilograma karşılık gelmektedir.

Sadaka-i fıtrın bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ve sahabe dönemindeki uygulamalar dikkate alındığında, fitre miktarı ile, bir fakirin içinde yaşadığı toplumdaki orta halli bir ailenin hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.

Neden Para Değil de, Gıda Maddesi Ölçü Verilmiştir?
Fıtır sadakası için buğday, arpa, üzüm ile hurma birer sabit ölçüdür. Çünkü bundan maksat, fakirin bir günlük ihtiyacını olsun gidermektir ki, o da bunlar ile mümkün olabilir. Hâlbuki belirli bir para ölçü olarak gösterilmiş olsa idi, bu maksat temin edilmiş olamazdı. Zira erzakın fiyatları zaman zaman değişmekte olduğundan o muayyen para, bazı senelerde bu maksadı temin edebilirdi, bazı senelerde temin edemezdi.

Fitre Ne İle Ödenmelidir?

Fıtır sadakası bu gıda maddelerinin asıllarından olabileceği gibi günümüz insanlarının ihtiyaçları da göz önüne alınarak kıymetlerinin karşılığınca para olarak verilmesi de caizdir.. Hatta ihtiyacın çok olması ve fakirlerin dilencilik yapmaktan kurtarılması için fitrenin para olarak verilmesi daha faziletlidir.

Fakat fakirlerin ihtiyaçları gıda maddelerinin bizzat kendilerine daha fazla olursa, o zaman para olarak verilmesi daha faziletli olmaz.

Ayrıca bir fakirin günlük yemek ihtiyacının tespit edilmesi ve bunun ücretinin verilmesi de caizdir. Ancak bu şekilde olacaksa, belirtilen gıda maddelerinden en ucuz olanının ücretinin altına düşülmemelidir. Bunu da yaparken fitre verilecek fakirin hayat standartlarına göre bir günlük gıda ihtiyacı değil, fitre veren kimsenin bir günlük gıda tüketim ortalamasının ölçü alınması, fitrenin mana ve gayesine daha uygundur.

Fitreyi biraz fazla hesaplayarak ödemek daha uygundur. Bu fazlalıklar sadaka hükmündedir.

Fitre ve Niyet
Fitre verirken niyet etmek şarttır. Fitre bir ibadet olduğu ve niyetsiz de ibadet olamayacağı için niyet şarttır.

Niyetin Zamanı
Fitre için niyet, verilecek malı veya parayı ayırmak zamanında yapılabileceği gibi, verileceği zaman da yapılabilir.

Fitreyi Söylemek Şart mıdır?
Fitreyi fakire verirken bunun fitre olduğunu söylemek şart değildir. Niyetin olması yeterlidir. Fitremizi verirken fakirin insanlık onurunu incitmemeye dikkat etmemiz gerekir. “Al bunu bayram harçlığı yaparsın…” gibi sözlerle de fitremizi verebiliriz.

Fitre ve Temlik
Fıtır sadakası, zekât gibi niyetle birlikte fakirlere temlik (mülk yapmak) suretiyle verilir, serbest bırakılamaz. Yani, bizzat şahsın eline verilir, mülkiyetine geçirilir.

Fitre İftar Olarak Verilebilir mi?
Fitre, iftar olarak yani yemek dağıtma şeklinde ödenemez. Çünkü fitrede temlik şarttır. Yemek yemeyi serbest bırakma, iftar vermede ise temlik yani fakirin eline verme, onun mülküne geçirme gerçekleşmiş olmaz.

Alacak, Fitreye sayılabilir mi?

Kişi, bir fakirdeki alacağını fitreye sayamaz. Çünkü alacağı fitreye mahsup etmek, fitredeki niyet ve temlik şartlarını yerine getirmez. Kişi, o kimseye borç verirken fitre niyetiyle değil, borç niyetiyle vermiştir. Ayrıca bu şekilde bizzat şahsın eline mülk olarak geçirmek gerçekleşmemektedir.

Fitre Kimlere Verilebilir?

Fitre verilecek yerler, zekât verilecek yerlerle aynıdır.

1- Fakirler: Nisap miktarı malı olmayan muhtaç kimselerdir..

2- Miskinler: Hiç bir şeye sahip olamayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimselerdir.

3- Borçlular: Borcu düşüldükten sonra, nisap miktarı malı kalmayan kimseler bu sınıfa girer.

4- ALLAH Teâlâ’nın yolunda cihad edenler:

ALLAH için savaşa hazırlamak veya savaşta olanlara silah almak, bunları donatmak ve ihtiyaçlarını karşılamak için de fitre verilir. El-Kâsânî, el-Bedâyi adlı eserinde “fi sebîlillah = ALLAH Teâlâ’nın yolunda” ifadesini “ALLAH Teâlâ’ya yaklaştıran bütün işler” olarak tefsir etmiştir. Bu yüzden, ALLAH Teâlâ’ya itaat ve hayır yolunda bulunan herkes ihtiyaç sahibi ise bu sınıfa girer. Bu bakımdan “ALLAH Teâlâ’nın yolunda” ifadesi “ilim öğrenmek” anlamını da içine alır. İlim öğrenen kimse zengin de olsa bu sınıfa girer.

5- Yolcu: Sefere çıkan yahut iyilik ve yararlı bir iş için yolculuk yapan ve gittiği yere yardımsız olarak ulaşamayan kimsedir.

Fitre Kimlere Verilemez?

Kendilerine fitre verilmesi caiz olmayan kimseler şunlardır:

a- Bir kimse fakir olan usûlüne yani babasına, dedesine… annesine, ninesine… ve furûuruna yani oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına fitre veremez. Karısına da veremez. Çünkü verdiği fitrenin menfaati kısmen kendisine ait olmuş olur. Hâlbuki bu menfaatin kendisinden tamamen kesilmiş olması lâzımdır. Zaten bir kimse hanımının, muhtaç olan usûl ve furûunun nafakasını temin etmekle mükellef bulunmaktadır. İmam-ı Azam’a göre bir kadın da fitresini, fakir bulunan kocasına veremez. Çünkü âdete nazaran aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre verebilir.

b- Şer’an zengin sayılan kimselere fitre verilemez.

Hangi mal olursa olsun, temel ihtiyaçların dışında nisap miktarı mala sahip olan kimse “zengin” sayılır. Şer’i nisaptan az miktarda mala sahip olan kimse sıhhatli, kuvvetli ve çalışabilecek durumda olsa bile fitre alabilir. Çünkü bir kimse güçlü kuvvetli olduğu halde işleri bozulabilir, yeni iş bulamaz veya çalıştığı işten elde ettiği gelir, geçimini sağlamayabilir. Yine, meskeni, ev eşyası, hizmetçisi, biniti, silahı, elbisesi ve ilim ehli ise ilim kitapları bulunan kimselere zekât verilebilir. Çünkü bu sayılanlar temel ihtiyaçlardır.

c- Haşim oğulları yani Hz.Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin amcaları Hz.Abbas (R.A.) ile Hz. Haris (R.A.)nun evlâd ve torunları ve Hz. Ali (R.A.) ile kardeşleri Akil ve Cafer (R.A.)nun zürriyetleri ile bunların azatlılarına fitre verilemez. Çünkü bunların ihtiyaçları beytü’l-mal tarafından karşılanmaktadır. Ayrıca Rebia b. Haris b. Muttalib ve Abbas b. Muttalib (R.Anhüma)dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:

“Bu sadakalar, ancak insanların kirleridir. Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine helâl değildir.”Buyurmuşlardır.

d- Zengin bir adamın küçük, bulûğa ermemiş 
çocuğuna fitre verilemez. Çünkü bu çocuk, babasının malıyla zengin sayılır. Fakat büyük çocuğuna -fakir ise- verilebilir. Yine zengin bir kimsenin fakir olan karısına veya babasına fitre verilebilir. Çünkü bunlar müstakil şahıslardır, birbirlerinin servetiyle zengin sayılmazlar. Zengin bir kadının yetim, fakir ve babası Müslüman olan çocuğuna fitre verilebilir. Çünkü bu çocuğun nesebi babası yönüyle sabittir, anasının servetiyle de zengin sayılmamaktadır.

e- Müslüman olmayanlara fitre verilemez.

Çünkü onlar fitre vermekle de mükellef değildirler.  fitre; Müslümanlara mahsus içtimaî, dinî bir vazifedir. Bu vazifeye iştirak etmeyenlerin bundan istifade etmeye hakları yoktur.

Fitreye, önemli bir ibadet olduğunu unutmadan ciddiyetle yaklaşmalıyız. Müslümanlar hayır adına verdikleri zekât, fitre ve sadakaların nereye, hangi ellere gittiğine ve ne amaçlarla harcandığına da dikkat etmelidir. Hiç kimse, fitresinin birisinin içki sofrasına gitmesini istemez ve istememelidir.

Fitre Vermede Öncelik

Fitreyi akrabaya vermek daha faziletlidir. Fitre verilirken, öncelikle akrabalar ve yakın komşulardan başlanılması gerekmektedir. Zira yakınları ve komşuları dururken, bir kişinin uzak bir yere fitre vermesi doğru değildir. Şöyle ki: fitreyi önce muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha sonra diğer akrabalara vermek, bunlardan sonra da sırasıyla fakir komşulara ve meslektaşlara vermek daha faziletlidir. Çünkü 
Abdullah b. Mes’ud (R.A.)nun hanımı Zeyneb (R.Anha)dan rivayete göre, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, akrabaya tasaddukta bulunanlara:

“Evet! O’na, biri hısımlık yani hısımla ilgilenme sevabı, diğeri de sadaka sevabı olmak üzere iki sevap verileceğini, haber vermişlerdir.

Fitre Uzağa Gönderilebilir mi?

Fitre öncelikle mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerlere göndermek mekruhtur. Gönderilecek olan kişiler akraba veya daha muhtaç kişilerse mekruh 
olmaz.

Gayrimüslime Fitre Verilebilir mi?
Verilemez. Çünkü bunun verilmesindeki maksat, bayram gününde fakir Müslümanların ihtiyaçlarını gidererek onların da bayrama kalpleri rahat bir halde iştirak etmelerini ve dilenmekten kurtularak ibadet ile uğraşabilmelerini temin gibi şeylerden ibarettir. Bu maksat ise, bu sadakanın gayrimüslim vatandaşlara verilmesiyle meydana gelmez.

Fitre, Birden Çok Fakire Verilebilir mi?

Bir kimse fitresini bir fakire verebileceği gibi birkaç fakire de dağıtabilir. Fakat verilen şahsın ihtiyacının karşılanması açısından bir kişiye verilmesi daha iyidir. Ayrıca birden çok kişi de fitrelerini bir kimseye verebilirler.

Kişi, Kimlerin Fitresini Vermekle Yükümlüdür?
Nisaba sahip olan hür bir Müslüman, hem kendisinin ve hem de velayeti altındaki kimselerin fitresini vermekle mükelleftir. Bu kimseler, kişinin bunak veya deli veya buluğa ermemiş fakir ya da zengin çocukları ve hizmetinde bulunan köle veya cariyesidir.

Kişi, Hanımının Fitresini Ödemekle Yükümlü müdür?
Yükümlü değildir. Çünkü kişinin hanımı kendi nefsinde tam bir velayete ve malında da müstakil olarak tasarruf hakkına sahiptir. Hanımı kendi malından fitre vermekle 
yükümlüdür.


Kişi, Büyük ve Akıllı Çocuğunun Fitresini Ödemekle Yükümlü müdür?
Yükümlü değildir. Çünkü tıpkı kişinin hanımı gibi büyük ve akıllı oğlu da kendi nefsinde tam bir velayete ve malında da müstakil olarak tasarruf hakkına sahiptir. Bu nedenle kişinin büyük ve akıllı çocuğu kendi malından fitre 
vermekle mükelleftir.

Kişi, Hanımı ve Büyük Çocuğunun Fitresini Kendi Malından Verebilir mi?
Fitrenin verilmesinde niyet şarttır, niyetsiz verilemez. İzin de niyet hükmündedir.

İznin, hakikaten veya örf ve âdeten olması gerekmektedir.
Bu nedenle bir kimse kendi malından hanımının veya büyük çocuğunun fitrelerini onların izinleriyle verebilir. Fakat hanımı ve büyük çocukları kendi ailesi içerisinde idaresinde bulunduğu takdirde, onların izinleri olmaksızın vermesi de geçerli olur. Çünkü bu halde örf-adet bakımından izin vardır. Aile arasında bulunan diğer şahıslar hakkında da hüküm böyledir.

Boşanmış Eşlerde Çocuğun Fitresi Kime Aittir?
Boşanmış eşlerde çocuk annenin yanında kalıyor olsa da, fitre yükümlülüğü babaya aittir.
Çünkü bu durumda genel kaide şudur: Bakım anneye, nafaka (geçim) ise babaya 
aittir.

Dede, Torunun Fitresini Verir mi?
Babası ölmüş veya fakir olan bir çocuk için fitre ödemek, dedesi için vacip bir vazife 
değildir. Dilerse, ödeyebilir.

Kişi, Ana-Babasının Fitresini Verir mi?
Bir kimse kendi ailesi içerisinde bulunsalar bile babasının, anasının fıtır sadakasını vermekle 
mükellef değildir. Ancak babası fakir veya deli olursa, o halde mükellef olur.

Doğmamış Çocuğun Fitresi Verilir mi?

Henüz dünyaya 
gelmemiş bir çocuğun fitresini vermek gerekmez.


Ö.N.Bilmen(Tam ilmihal kitabı)


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Mart 2024 Salı

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇLUYU İFTAR ETTİRMEK " Bâbı-18-

 BİR ORUÇLUYU İFTAR ETTİRMENİN VE KENDİSİ ORUÇLUYKEN YANINDA YEMEK YENEN KİMSENİN FAZİLETİ, YİYENİN YEDİRENE DUA ETMESİNİN SEVABI 

Hadisler

1268. Zeyd İbni Hâlid el-Cühenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlu kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.

" Tirmizî, Savm 82. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 44; İbni Mâce, Sıyâm 45

 1270 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1269. Ümmü Umâre el-Ensâriyye radıyallahu anhâ'dan nakledildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Ümmü Umâre'nin evini teşrif etti. O da hemen Resûl-i Ekrem'e yemek ikram etti. Hz. Peygamber:

 - "Buyur, sen de ye!" teklifinde bulundu. Ümmü Umâre:

 - Ben oruçluyum, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Oruçlu bir kimsenin yanında yemek yiyenler yemeği bitirinceye kadar melekler o oruçluya dua ederler." 

Hz.Peygamber bazan da "Yemek yiyenler doyuncaya kadar..." derdi.

 Tirmizî, Savm 66. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 46

 Ümmü Umâre el-Ensâriyye

 İsmi Nesîbe binti Kâ'b olan Ümmü Umâre, hem adı hem de künyesiyle meşhur olan Medineli ve Hazrec kabilesine mensup bir sahâbîdir. Kendisi, kocası ve iki oğluyla birlikte Akabe biatında bulundu. Uhud Savaşı’na önce su taşıyıcısı olarak sonra da savaşçı olarak katıldı, yaralandı. Rıd'van bey'atine de iştirak etti. Oğlu Habîb’i Müseylime öldürtünce, Müseylime ile savaşmaya and içti. Öteki oğlu Abdullah ile birlikte Hz. Hâlid İbni Velîd'in komutasında Yemâme Savaşı’na katıldı. Bu savaşta on iki yerinden yaralandı ve bir kolunu kaybetti.

 Sünen adıyla meşhur olan dört hadis kitabında üç rivayeti yer alır. Birisi bu hadistir. 

Allah ondan razı olsun.

 Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1270. Enes radıyallahu anh'den nakledildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, bir gün Sa'd İbni Ubâde'nin yanına geldi. Sa'd derhal bir parça ekmek ve zeytin çıkarıp Resûlullah'a ikram etti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunları yedikten sonra ona şöyle dua etti:

 "Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin, melekler de duacınız olsun." 

Ebû Dâvûd, Et'ime 54. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 45 

Açıklamalar

 Buraya kadar oruç tutmanın kıymetini anlatan hadisleri görmüş bulunuyoruz. Burada ise, kendisi oruçlu olsun olmasın, herhangi bir oruçlu kimseyi iftar ettiren kişinin durumu ile ilgili Sevgili Peygamberimiz'in müjdelerini görüyoruz. Birinci hadiste, farz veya nâfile oruç tutan bir kimseyi iftar ettiren insanın, o oruçlu kişi kadar sevap kazanacağı müjdelenmektedir. Ayrıca bunun, oruçlunun sevabına ortak olmak anlamına gelmediği, oruçlunun sevabından hiçbir şeyin noksanlaşmayacağı da ifade edilmektedir.

 Öte yandan iftar ettirmek deyince mutlaka oruçluyu iyice doyurmak da anlaşılmamalıdır. Nitekim -İbni Huzeyme'nin Sahih'indeki (III, 192 - 193) bir başka rivayetten öğrendiğimize göre- sahâbîler, herkesin bir oruçluyu doyuracak kadar imkân bulamayacağını Hz. Peygamber'e arzetmişler, bunun üzerine Efendimiz, "Allah Teâlâ, bu sevabı, oruçluyu bir hurma veya bir yudum su yahut bir içim süt ile iftar ettirene de verir" buyurmuştur. O halde sırf bir oruçluyu iftar ettirmek niyetiyle ve elde ne varsa onunla iftar ettirmek, oruçlu kadar sevap kazanmak için yeterli olmaktadır. Bu işte lükse, israfa ve hele gösterişe ve reklama kaçmanın hiçbir anlamı yoktur. Öylesi davranışların vebalinden korkulur. 

İkinci hadiste ise, herhangi bir oruçlu kimsenin yanında yemek yenilmesi halinde o oruçlunun kazancı açıklanmaktadır. Yemek yiyenlerin yemekten kalktıkları veya doydukları ana kadar melekler onların yanındaki oruçlu için dua eder, onun bağışlanmasını dilerler. Meleklerin bu duası, o yemeği oruçlunun ikram etmiş olma şartına bağlı değildir. Yemeği oruçlu da ikram etmiş olabilir, yemek yiyenler hep birlike bir başkasının sofrasında da bulunabilirler. Gerçi hadisimizde yemeği Ümmü Umâre kendisi ikram ediyor ama Peygamber Efendimiz'in beyanında ifade geneldir. Yani meleklerin duasının, yemeği oruçlu kişinin ikrâm etmiş olma şartına bağlı olduğunu gösteren herhangi bir ifade bulunmamaktadır. 

Peygamber Efendimiz'in Ümmü Umâre'ye "Sen de ye!" buyurması, hâne sahibinin yemeğe iştirak etmesi halinde, misafirin daha rahat bir şekilde yemek yiyeceğine işaret olsa gerektir. Oruçlu olmak ise, hâne sahibinin yemeğe iştirak etmemesi için hem mâkul ve meşrû bir mâzeret, hem de yemek sonuna kadar meleklerin duasına muhatap olmasına sebep teşkil etmektedir. O halde oruçlunun gözü önünde yemek yemeyelim diye bir çekimserlik göstermek, ona kazandırılacak sevap açısından doğru değildir. 

Üçüncü hadiste ise, bir kimsenin ikram niyetiyle sunmuş olduğu her hangi bir yemeği yedikten sonra, ikram sahibine teşekkür niteliğinde söylenecek söz ve yapılacak dua örneğini görmekteyiz. Sa'd İbni Ubâde hazretleri cömertliğiyle meşhur bir sahâbîdir. Kendisini ziyarete gelen Hz. Peygamber'e, o anda evinde bulunan ekmekle zeytin ikrâm etmiştir. Bu, pek tabii ve çok samimi bir ikramdır. Telâşlanmaya, ne yapacağını şaşırmaya hiç gerek yoktur. Evinde ve elinde olanı ikram etmek kâfidir. Hele misafir, Hz. Peygamber olunca tam bir gönül rahatlığı içinde elde olandan ikram edilebilir. Zira o, durumu çok iyi bilir ve en üstün anlayışı gösterir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz, o kıymetli sahâbîsinin ikramını memnuniyetle kabul buyurmuş ve memnuniyetini "Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyiler yesin, melekler de duacınız olsun" diye yaptığı dua ile dile getirmiştir. 

Efendimiz'in bu duası, iyilik ve iyilerin her vesile ile toplumda yaygınlaşmasını temenni etmek demektir. Beşerî ilişkilerde beklenen gelişme ve güzelleşmelerin gerçekleşebilmesi için öncelikle dindarlara karşı saygılı olma terbiyesini kazanmak gerekmektedir. Kimilerinin ibadet ederek kazandıkları sevabı, kimilerinin de gösterecekleri saygı ve küçük ikramlarla aynen kazanma şansı vardır. Yeterki insan böylesi bir niyete ve nezakete sahip olsun. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz

 1. Oruçlu bir kimseyi iftar ettiren, oruçlunun aldığı kadar sevap kazanır. 

2. Yanında yemek yenilen bir oruçluya melekler yemek sonuna kadar dua ederler. 

3. Misafir, kendisine ikramda bulunan ev sahibine dua ve teşekkür etmelidir. 

4. Sevap kazanmak için sayısız sebep ve imkânlar vardır. Bunlardan yararlanmak gerekir.

25 Mart 2024 Pazartesi

Zekât kimlere farzdır? Geçerli olmasının şartları nelerdir?


Zekât ibadeti ile ilgili şartlar, zekâtın bir kimseye farz olmasının ve verilen zekâtın geçerli olmasının şartları şeklinde iki ayrı başlık altında ele alınır.

Bir kimseye zekâtın farz olması için o kimsenin müslüman, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve hür olması (Kâsânî, Bedâî’, II, 4-5) bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir.

Artıcı olmaktan kastedilen, malın sahibine gelir, kâr, fayda temin etmesi yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip bulunmasıdır.

Zekâtın farz olması için ayrıca nisap miktarı mal ya da servete sahip olduktan sonra üzerinden bir kameri yılın geçmesi ve yıl sonunda da nisap miktarını koruması gerekir (Kâsânî, Bedâî’, II, 13 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 73-74). Yıl içerisindeki artış ve düşüşlere itibar edilmez. Zekât bu süre dolmadan önce de verilebilir. (Kâsânî, Bedâî’, II, 15).

Zekâtın geçerli olmasının şartlarına gelince, öncelikle “niyet” şarttır. Zekât bir ibadet olduğu için niyetsiz yerine getirilemez (Kâsânî, Bedâî’, II, 40; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 88). Ayrıca fakire verilmesi ve teslimi demek olan “temlik” de şarttır (Kâsânî, Bedâî’, II, 39). Yemek hazırlayıp yedirmek gibi ibâha denilen yollarla fakire zekât verilmiş olmaz.
Zekât hesaplanırken hangi borçlar düşülür?

Zekât vermekle yükümlü olan kişi, elindeki zekâta tâbi olan malından kul haklarına müteallik borçlarını düşer. Hanefî mezhebinin genel görüşüne göre ödeme günü gelmiş veya gelmemiş olan borçlar bu konuda aynı hükme tabidir.

Ancak Hanefîlerden bir kısım âlimlerin görüşüne göre, sadece vadesi gelmiş olarak birikmiş ve alacaklısı tarafından talep edilen borçlar düşülür; henüz ödeme günü gelmemiş olan borçlar düşülmez. Zira bu tür veresiye borçlar genellikle alacaklıları tarafından istenmez; ödeme günü gelmiş olan borçlar istenir (Kâsânî, Bedâî’, II, 6).

Şâfiî mezhebinin meşhur olan görüşüne göre ise hiçbir borç, zekâta tâbi olan malların hiçbirisinden düşülmez, dolayısıyla borçluluk hâli zekât vermeye engel değildir (Nevevî, el-Mecmû’, V, 344).

Günümüzde ödeme planı uzun bir takvime bağlanmış olan ve ileriki yıllarda düzenli olarak ödenecek olan kamu, TOKİ, kooperatif, kredi türü borçlar, bütünüyle zekât malından düşülmemelidir. Zira bu ödeme takvimleri 10-20 yıllık çok uzun vadeleri kapsamakta ve insanlar bu borçları hemen o yılda ödeme durumuyla karşı karşıya kalmamaktadırlar.

Bu bakımdan kişinin elinde bulunan zekâta tabi mallardan, sadece “o zekât yılına ait olan birikmiş borçlar, vadesi o yıl içinde dolmuş veya dolacak olan ve dolayısıyla o zekât yılı içinde hemen ödenmesi gereken borçlar” düşülmelidir. Zira zekât, yıllık bir ibadettir.

Ticaret malının zekâtı nasıl hesaplanır?

Kâr amacıyla alınıp satılan mallara “ticaret malları” denir. 80.18 gr. altın değerinde ticaret malına sahip olan kişinin, nisab miktarı mala sahip olmasının üzerinden bir yıl geçmesi hâlinde, kırkta bir (% 2,5) oranında zekâtını vermesi gerekir.

Zekât, diğer şartlar yanında, hakikaten veya hükmen elde mevcut bulunup üzerinden bir yıl geçen maldan verilir. İleride sağlanması muhtemel artışlar zekâtın hesaplanmasında dikkate alınmaz.

Ticaret malları için de aynı ilke geçerlidir. Bu itibarla, ticaret malının zekâtı verilirken, satıldığı takdirde elde edilecek kâr dikkate alınmadan sanki malın aynından (bizzat kendisinden) zekât veriyormuş gibi zekâtın verileceği tarihteki maliyet değeri esas alınır.

Zekât kimlere verilir?

Zekâtın verileceği kimseler Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir. Bunlar; fakirler, miskinler, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış olanlardır (Tevbe, 9/60).

Fakir ve miskin, temel ihtiyaçları dışında herhangi bir maldan nisab miktarına sahip olmayan kimsedir. Ancak temel ihtiyaçları dışında, ister artıcı (nâmî) vasıfta olsun ister olmasın, herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olan kimse fakir veya miskin kapsamında olmadığından ona zekât verilmez (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 266).

Borçlu, kul hakkı olarak borcu olan ve borcunu ödeyeceği maldan başka nisab miktarı malı bulunmayan kimsedir (İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 268).

Yolda kalmış kimse, sürekli yaşadığı yerde malı bulunsa bile, çıktığı yolculukta parasız kalıp parasına ulaşma imkânı bulamayan, başka bir deyişle, parasızlıktan yolda kalmış ve memleketine dönemeyen kimsedir.

Bu kimseye, malının bulunduğu yere dönmesine ve dönünceye kadarki ihtiyaçlarını gidermesine yetecek kadar zekât verilebilir (Kâsânî, Bedâî’, II, 43-46). Günümüzde yolcu olan kişi istediği zaman memleketindeki parayı banka kartı veya başka bir yöntemle alma imkânına sahipse ona zekât verilmez.

“Allah yolunda” anlamına gelen “fî sebîlillah” ifadesi ise, kendisini Allah yoluna ve İslam’a adamış hac yolcuları, askerler ve ilim için yola çıkan gerçek kişiler olarak yorumlanmıştır. 

İbnu Abbâs (r.a) anlatıyor:
Resülullah (s.a.v) Hz. Muâz (r.a)’ı Yemen’e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki:
"Sen EhI-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey Allah’a ibâdet olsun. Allah’ı tanıdılar mı, kendilerine Allah’ın zekatı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver. Onlar buna da itaat ederlerse kendilerinden zekatı al. Zekat alırken halkın (nazarlarında) kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir."

24 Mart 2024 Pazar

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUCA DAİR BAZI MESELELER " Bâbı-17-


1247. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, ailesiyle ilişkide bulunup cünüp olarak sabahladığı olurdu. Sonra yıkanıp, orucunu tutardı. 

Buhârî, Savm 22, 25; Müslim, Sıyâm 76 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1248. Âişe ve Ümmü Seleme radıyallahu anhümâ şöyle dediler: 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ihtilâm olmaksızın cünüp olarak sabahlardı. Sonra ( yıkanır ve ) oruç tutardı. 

Buhârî, Savm 25; Müslim, Sıyâm 75-77 

Açıklamalar 

Yukarıdaki hadisler Hz Âişe ve Ümmü Seleme annelerimizden rivayet edilmiştir. Rivayetler, gusül abdesti alması gerektiği halde, sabaha kadar yıkanmayan kimsenin yıkandıktan sonra oruç tutup tutamayacağı, daha doğrusu orucuna devam edip edemeyeceği konusuna açıklık getirmektedir. Sahurdan evvel veya sonra ihtilâm olan kimsenin sabah olduktan sonra yıkanıp oruç tutabileceği bilinmektedir. Bu rivayetlerde, Hz. Peygamber'in ihtilâm olduğu için değil, cinsel ilişki sonucu cünüp olarak bazan sabahladığı ve yıkanıp orucuna devam ettiği bildirilmektedir. Vâlidelerimizin, üzerine basa basa Hz. Peygamber'in ailesiyle ilişkiden dolayı cünüp olarak sabahladığına dikkat çekmeleri, bu konuda kimsenin zihninde herhangi bir şüphe kalmamasını sağlamak içindir. Bazı hallerde itiraz edilemez delillere ihtiyaç duyulur. Cünüp olarak sabahlayan bir kimsenin orucuna devam edip edemeyeceği konusu da ancak Hz. Peygamber'in davranışı ile kesinlik kazanabilecek bir konudur. Validelerimiz işte bu sebeple Efendimiz'in zaman zaman başına gelen durumu haber vermektedirler. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Cünüp olarak sabahlamak oruca mâni değildir. 

2. Herhangi bir sebeple cünüp olarak sabahlamış olan kimse yıkanır ve orucunu tutar. 

3. Peygamber Efendimizin ibadetler konusundaki davranışları ümmeti için tartışılmaz ve vazgeçilmez ölçüdür.

23 Mart 2024 Cumartesi

***Öteki Hayatı Kazanmanın Büyük Bir Fırsatı Ramazan-M.Emin Yıldırım

Muhammed Emin Yıldırım Hoca, Ramazan ayının değer ve kıymeti, Ramazan’a nasıl hazırlanalım, bu mübarek ayı nasıl ihya edelim ve bu aydan diğer aylara neler taşıyalım, konusunda çok önemli bilgileri ve mesajları paylaştı.

Dersten Cümleler

“Ey Müslümanlar!

Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü.


 Bu, içinde ‘bin aydan daha hayırlı olan’ Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır.

Bu ay; Allah Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı (mübarek) bir aydır.

Bu ayda kim bir hayr işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır.

Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.
Bu ay ihsan ve yardımlaşma ayıdır.

Bu ay müminin rızkının bereketlendiği bir aydır.

"Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”

Sahabe hayran hayran bu sözleri dinlerken içlerinden biri: “Ya Resulullah! Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değildir ki!”… dedi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah Teâlâ bu sevabı bir oruçluyu bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti:

“Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennemden azad eder.

Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnut edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnut edecek iki işiniz; ‘Lâ ilâhe illallah’ diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlar da Allah’tan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir.

"Kim bir oruçluyu doyuracak olursa Allah onu benim havuzumdan sulayacak, o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (İbn Huzeyme, Sahih, II/911; Beyhaki, Şuabu’İman, V/223)

Ramazan nasıl bir aydır? Ramazan deyince neler aklımıza gelmelidir?


1. Ramazan, kulluğun en hayırlı azığı olan takvanın kuşanılacağı bir aydır.

“…Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden ittika edin (korkup sakının).”
(Bakara 2/197)

“Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
(Bakara, 183)

2. Ramazan, Allah’ın insanlığa en büyük ikramı, nimeti ve hidayet kılavuzu olan Kur’an’ın nazil olduğu aydır.

3. Ramazan, feraset ve basireti elde etmenin en önemli yolu olan furkan vasfının kazanılacağı bir aydır.

“Ramazan ayı ki o ayda insanlar için hidayet kaynağı olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir.”
(Bakara, 185)

4. Ramazan, içerisinde bin aydan daha kıymetli olan Kadir Gecesi’ni saklayan bir aydır.

5. Ramazan, hakkıyla ihya edildiği takdirde geçmiş günahların bağışlanmasına vesile olan bir aydır.

“Kim, inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhari, İman, 28, Müslim, Sıyam, 203)

“Kim inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan umarak Kadir Gecesini ihya edip ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhari, İman, 35; Tirmizî, Savm, 1)

“Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile Cuma bir sonraki Cuma’ya kadar ve Ramazan diğer Ramazan’a kadar, aralarında işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.”
(Müslim, Taharet, 16)

6. Ramazan, cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapatıldığı ve şeytanların en azgınlarının bağlandığı bir aydır.

“Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.”
(Nesâî, Sıyâm, 5)

7. Ramazan, hayırlarda yarışılan, takvada yardımlaşılan ve salih amellerin çoğaltılması gereken bir aydır.

“Ramazan ayı bütün bereketi ile size geliyor. Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir. Hataları yok eder, o ayda duaları çokça kabul eder. Allahu Teâla sizin Ramazan ayında hayırlarla yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O halde iyilik ve hayırdan yana Allahu Teâla’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden bedbaht kimselerden olmayın.”
(Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, III/344)

8. Ramazan, rehavet, uyku, eğlence ve reklamların arttırılacağı bir mevsim değil, mücadelenin, davetin ve cihadın fazlalaştırılacağı bir aydır.

9. Ramazan, Hududullaha/Allah’ın sınırlarına ve Hukukullaha/Allah’ın hukukuna riayet ederek yaşamanın iyice öğrenilebileceği bir aydır.

10. Ramazan, mahşerin en önemli mükâfatı olan arşın gölgesinde gölgelenmenin, öteki hayatı kazanmanın ve cennete özel bir kapıdan girmenin elde edilebileceği bir aydır.

“Cennette reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir.”
(Buhârî, Savm, 4; Müslim, Sıyâm, 166)

Ramazan’a nasıl hazırlanalım?

1. Ciddi bir muhasebe
2. Derin bir tevbe
3. Şuurlu bir istiğfar
4. Güzel bir helalleşme
5. Bilinçli bir niyet
6. Makul bir hedef
7. Sarsılmaz bir istikamet
8. Sadık bir dost
9. Vahdet sağlanmış bir hane
10. Sağlam bir sabır

Neye sabır edeceğiz?
1. İbadetlerin külfetine
2. Günahların cazibesine
3. İmtihanların zorluğuna
4. Eziyetlerin ağırlığına
5. Hayırların istikrarına

Ramazan’ı nasıl ihya edelim?
1. Dışarıdan içeriye dönerek

İtikâf, her Ramazan Hira’nın mesajlarını yeniden yaşamaktır.

2. Düzensizlikten nizama kavuşarak
3. Zaafiyetlerden arınıp, iradenin hakkını vererek

Uyku ahlakı, Göz terbiyesi, Kulak terbiyesi, Dil terbiyesi

4. Zayıflıklardan kurtulup, kuvvetli ve güçlü olmaya azmederek

“Kuvvetli mümin, zayıf / güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.” (Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Zühd, 4168)

5. Değersizlikten ulvi hedeflere kilitlenerek
6. Duyarsızlıktan mükellefiyetlere yürüyerek
7. Cimrilikten cömertliğe alışarak
8. Beşeri yargılardan ilahi telkinlere kavuşarak
9. Üzerimizdeki her türlü hakkı yerine getirme adına gayret göstererek
10. İbadetin beyni olan duadan çokça nasiplenerek

“Üç kimse vardır ki, duaları reddedilmez, mutlaka kabul edilir: İftar anında oruçlunun duası, adil idarecinin/devlet başkanının duası, mazlumun duası (bedduası)." (Tirmizi, Deavat, 128, İbn Mace, Sıyam, 48)”

Ramazan’dan sonrasına kazanımları nasıl taşıyalım?

1. Zamana ve zemine sıkıştırmak yok, hayatın tamamına yaymak var.
2. Kazanılan seviyeyi kaybetmek yok, koruma adına ciddi bir hassasiyet var.
3. Güzel alışkanlıkları unutmak yok, o meltemi hissedecek adımları atmak var.
4. Mükellefiyetleri gevşetmek yok, her daim canlı tutacak vesileleri zorlamak var.
5. Asla ümitsizlik girdabına girmek yok, reca/ümit kapısına dört elle sarılmak var.

Her şeyin bir kalbi var, her kalbe sahip çıkılmalı!

Namazın kalbi secdedir.
Haccın kalbi Arafat’tır.
Cihadın kalbi şehadettir.
Davetin kalbi sabırdır.
İlmin kalbi istikrardır.
Dostluğun kalbi vefadır.
Senenin kalbi Ramazandır.
Ramazanın kalbi Kadir Gecesidir.
Orucun kalbi iftar anlarıdır.

Sahabe’den Ebû Said el-Hudri bize nakil ediyor. Diyor ki: “Peygamber Efendimiz 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir keresinde minbere çıkarken, her adımda “âmin” dedi: Bir adım çıktı, “âmin…”; bir adım daha çıktı, “âmin…”; bir adım daha çıktı, “âmin…”

Hutbesi bittikten sonra: “Yâ Resûlallah! Minbere çıktığınız zaman ‘âmin’ dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?” diyerek sebebini sordular.

Buyurdu ki: “Cebrail 
Aleyhisselam üç dua etti, ben de onlara âmin dedim!”

Birisi: Cebrail 
Aleyhisselam: ‘Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!’ dedi, ben de âmin dedim.”

İkincisi: “Cebrail 
Aleyhisselam: ‘Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun! Onun burnu yere sürünsün!’ dedi. Ben de ona âmin dedim.”

“Üçüncüsü: “Cebrail 
Aleyhisselam: ‘Ramazana eriştiği halde bir insan, buna Ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah’ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah’ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula! Burnu yerde sürtsün!’ diye dua etti. Ben de ona âmin dedim.” (Buharî, el-Edebu’l-Müfred, 1/338; Taberanî, Mü’cemü’l-Evsat, 8994)

Videoyu izlemek için:

22 Mart 2024 Cuma

***Riyâzü's Sâlihîn'in "SAHURUN FAZİLETİ" Bâbı-10-


SAHURUN FAZİLETİ VE ŞAFAK SÖKMESİNDEN KORKULMADIĞI SÜRECE SAHUR YEMEĞİNİN GECİKTİRİLMESİ 

Hadisler 

1232. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır." 

Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 18,19; İbni Mâce, Sıyâm 22 

1235 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1233. Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh dedi ki: 

Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte sahur yemeği yedik sonra da sabah namazını kıldık. 

Sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçti? diye soruldu. " Elli âyet okuyacak kadar" cevabını verdi. 

Buhârî, Savm 19; Müslim, Sıyâm 47. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 14; Nesâî, Sıyâm 21,22; İbni Mâce, Sıyâm 23. 

1235 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1234. İbni Ömer radıyallahu anhümâ dedi ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in iki müezzini vardı: Bilâl ve İbni Ümmü Mektûm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Bilâl geceleyin erkence ezan okur. Siz İbni Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz." 

İbni Ömer, "Bu ikisinin arasındaki zaman, biri inip diğeri çıkıncaya kadar geçen vakitten ibaretti" demiştir. 

Buhârî, Ezân 11, 13, Şehâdât 11, Savm 17; Müslim, Sıyâm 36-39. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 35; Nesâî, Ezân 9-10; İbni Mâce, Sıyâm 30 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.  

1235. Amr İbnu'l-Âs radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir." 

Müslim, Sıyâm 46. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 15; Tirmizî, Savm 17; Nesâî, Sıyâm 27 

Açıklamalar

 Ramazan orucunun günlük hayatımıza kazandırdığı önemli güzelliklerden biri de hiç şüphesiz, halkımızın ifadesiyle söylersek, sahura kalkmaktır. Bu kalkıştan maksat, "bir yudum suy ile de olsa" sahur yapmaktır. Gecenin sonunda yenilen sahur yemeğinin "mübarek bir yemek" olduğunu ifade buyuran Peygamber Efendimiz, birinci hadiste görüldüğü gibi, bu yemeği teşvik ve tavsiye etmiştir. Gerekçe olarak da sahura kalkıp yemek yemekte bereket ve bolluk olduğunu bildirmiştir. Tek kelime ile artış demek olan bereket, mümkündür ki, hem seher vaktinin bereketi, hem de sahura kalkan kimsenin yapacağı ibadet, zikir ve diğer güzel işlerin toplamından meydana gelen bir hayır ve sevap bereketidir. Hatta Peygamber tavsiyesine uymuş olmak da başlı başına bir bereket ve hayır vesilesidir. Ayrıca, sahurda alınacak gıdanın, tutulacak oruca yardımcı olması da bir bereket sayılır. Nitekim Hz. Peygamber bir başka hadiste (İbni Mâce, Sıyâm 23; Hâkim, Müstedrek, I, 425 ) "Gündüz orucu için sahur yemeğinden, gece namazı için de öğle uykusundan (kaylûle) yararlanın" buyurmuştur. Sahura kalkıp bir şeyler yiyip içmek farz ya da vâcip değildir. Bu konudaki emir tavsiye anlamındadır. Bu sebeple de sahura kalkmak sünnettir. Yani sahura kalkmadan da oruç tutulabilir. Ancak, sahur yemeği ile ilgili hadislerinde Peygamber Efendimiz'in haber verdiği bereketten nasip alabilmek için kalkıp bir bardak su ile de olsa sahur yapmak lâzımdır. 

Peki sahur vakti ne zamandır? 

İşte bu soruya da ikinci ve üçüncü hadislerde cevap verilmektedir. Büyük sahâbî Zeyd İbni Sâbit, bir keresinde Hz. Peygamber ile sahur yemeği yediğini ve sonra kalkıp sabah namazını kıldıklarını haber vermektedir. Onun bu tecrübesini nakleden diğer sahâbî Hz. Enes, kendisine sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçtiğini sormuş, Zeyd de, ne çok uzun ne de çok kısa âyetlerden olmamak kaydıyla ve mûtedil bir okuyuşla elli âyet okuyacak kadar bir sürenin geçtiğini bildirmiştir. Bunun dört dakikalık bir süre demek olduğuna işaret edilmişse de, günümüzde imsakten 18 dakika sonra sabah namazının ilk vakti girmiş, fecr-i sâdık gerçekleşmiş kabul edilmektedir. Sabah namazının efdal olan vakti, imsakten 50 dakika kadar sonradır. Geçmişte bu iki durum (yani sabah namazının ilk ve efdal olan vakti) imsâkiyelerde belirtilirdi. Şimdi ise sadece imsak ve güneşin doğuşu gösterilmektedir. 

İkinci hadiste, süre tayininde beden hareketlerini esas almanın mümkün olduğu görülmektedir. Aslında Araplar zamanı genellikle "koyun sağımı" süresiyle tahmin ve takdir ederlerdi. Zeyd İbni Sâbit'in bu hadiste sahur yemeği ile sabah namazı arasında geçen zamanı, âyet okuma (kıraat) süresi ile takdir etmesi, o vaktin ibadet vakti olmasından dolayıdır. Bu bir irfan ve inceliktir. 

Üçüncü hadiste, Peygamber Efendimiz'in sahur vakti ile ilgili bir uygulamasını görmekteyiz. İki müezzininden biri olan Bilâl-i Habeşî, biraz erkence ezan okur, sahura kalkacakları uyandırırdı. İkinci müezzini İbni Ümmü Mektûm ise, sahur vaktinin bitip sabah namazı vaktinin girdiğini ilân etmek için ezan okurdu. Bu ikili uygulama, büyük ihtimalle, daha sonraları özellikle memleketimizde sahura başlama ve bitirme toplarının atılmasına ve bu iki top atımı arasında da ramazan davulu ile müslümanları sahura kaldırma uygulamasına esas teşkil etmiştir. 

Ancak bu hadiste râvi İbni Ömer'in, "İki müezzinin ezanı arasındaki süre, birinin inip diğerinin çıkacağı kadardı" sözü üzerinde durmak gerekmektedir. Söz doğrudur. Ancak, uygulama farklıdır. Bilindiği gibi Hz. Bilâl, gece vakitlice ezan okuduğu yüksekce yere çıkar, ezanı okur ve orada oturur, zikir ve dua ederek gökyüzünü gözetler, şafağın sökmesini beklerdi. Şafak sökmeye başlayınca iner ve âmâ olan İbni Ümmü Mektûm'a vaktin geldiğini haber verir, o da çıkar hem sahurun bittiğini hem de sabah namazı vaktinin girdiğini ilân eden ezanı okurdu. Böylece bu ikisinin ezanı arasında, kalkıp yıkanacak olanların yıkanacağı, sahur yemeği yiyebileceği ibadet ve zikir yapacakların bunu yerine getirebilecekleri kadar bir süre bulunurdu. Yoksa İbni Ömer'in sözünün zâhirinden anlaşıldığı gibi Bilâl'in inip İbni Ümmü Mektûm'un çıkacağı kadar bir süre -ki bu, iki-üç dakikalık bir süredir- söz konusu değildir. 

Bu iki hadisten anlaşıldığına göre sahuru mümkün olduğunca geciktirmek, maksada daha uygundur. Zaten bilindiği gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz, ümmetine en kolay gelecek uygulamaları yeğler ve tavsiye ederdi. Şimdi bir düşünelim; hiç sahur yapmasaydı, şüphesiz bu, müslümanlara zor gelirdi. Özellikle yaz mevsimi gibi uzun günlerde oruç tutmakta son derece zorluk çekilirdi. Yine gecenin yarısında sahur yapacak ve yaptıracak olsaydı, bu da beklenen kolaylığı sağlamaz ve uyku severlere o saatte kalkmak çok zor gelirdi. Netice itibariyle sahurun tamamen terkine sebep olabilirdi. O halde bu durumları dikkate alarak, sünnetteki uygulamaya uyum sağlamış olmak bakımından sahur yemeğini son vaktine kadar geciktirmek uygun olur. 

Dördüncü hadis, sahur yemeği uygulamasının ümmet-i Muhammed'e has bir özellik olduğunu belirlemektedir. Ehl-i kitap yani yahudi ve hıristiyanlar ile biz müslümanların oruçları arasında bir çeşit alâmet-i fârika, sahur sünnetidir. Böyle olunca, sahura kalkıp bir yudum su ile de olsa sahur yapmak ayrıca bir önem kazanmaktadır. Sahurun faziletinin bir yönü de onun müslümanlara has olmasıdır. Sahura kalkmak, bu açıdan bakıldığı zaman bize tanınmış olan bu ruhsata, bu bereketli nimete şükür anlamı taşır. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Ramazan gecelerinde sahura kalkıp birşeyler yiyip içmek sünnettir. 

2. Sahur, ümmet-i Muhammed'in özelliklerindendir. 

3. Sahur yemeğini sabah namazı vaktine kadar geciktirmek, maksada daha uygundur. 

4. Sahur yemeği, geçmiş ümmetlerin orucu ile bizim orucumuz arasındaki en önemli farklılıktır. 

5. Sahur yemeği, İslâm dininin kolaylaştırılmış olduğunu gösterir. 

6. Sünnet-i seniyyeye uymak başlı başına bir berekettir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUCA DAİR BAZI MESELELER " Bâbı-16-


1246. Lakît İbni Sabire radıyallahu anh şöyle dedi: Ben: 

- Ey Allah'ın Resûlü! Bana abdest almayı anlat! dedim. O da: 

- "Güzelce abdest al, parmak aralarına suyu ulaştır. Oruçlu olmadığın zaman suyu burnuna iyice çek!" buyurdu. 

Ebû Dâvûd, Tahâret 56, Savm 27; Tirmizî, Savm 68. Ayrıca bk. Nesâî, Tahâret 70; İbni Mâce, Tahâret 44. 

Lakît İbni Sabire 

Ebû Âsım künyesiyle bilinen Lakît, dedesi Sabire'ye nisbetle İbni Sabire diye bilinir. Babasının adı Abdullah'tır. Benî Müntefik kabilesindendir. Lakît, bu kabilenin elçileri arasında Medine’ye gelmiştir. Rivayetlerini Buhârî, el-Edebül-müfred'de sünen sahipleri de sünen'lerinde nakletmişlerdir. Kendisinden oğlu Âsım rivayette bulunmuştur. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. 

Allah ondan razı olsun.

 Açıklamalar 

Hadisin konumuzu ilgilendiren kısmı son cümlesidir: "Oruçlu olmadığın zaman suyu burnuna iyice çek". Abdestin tam ve güzel alınması, el ve ayak parmaklarının aralarının oğuşturularak suyun oralara intikalinin sağlanması ve oruçlu değilken buruna suyun iyice çekilmesi gibi hususları içermektedir. Farz, vâcip ve sünnetlerine riayet ederek alınan abdest, tam ve güzel bir şekilde alınmış olmaktadır. Ancak oruçlu iken buruna suyu fazla çekmemek gerektiği, zira suyun boğaza kaçması halinde oruca zarar vereceği anlaşılmaktadır. İşte bu sebeple oruçlu iken genize ulaşacak kadar buruna su çekmek mekruh sayılmıştır. 

Hadisteki soru ile cevap arasında bir farklılık görülmektedir. Bunun sebebi şu olabilir: Hz. Peygamber'in, Lakît'in sualinden, onun abdestin nasıl alındığını değil, mükemmel olması için nelere dikkat etmek gerektiğini sorduğu sonucunu çıkararak ona göre cevap vermiştir. Ya da Hz. Peygamber, Lakît'a abdestin nasıl alınacağını iyice tarif etmiş olmasına rağmen, râviler ilgisi dolayısıyla cevabın sadece son bölümünü rivayet etmişlerdir. Bu tür durumlara rivayetlerde zaman zaman rastlanır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Bilinmeyen konular bilenlerden sorulmalıdır. 

2. Oruçlunun burnuna su çekerken ve ağzına su alırken dikkatli olması gerekir. Oruçlu değilken gerek buruna su çekmekte gerekse ağıza su almakta mübâlağa edilebilir. 

3. Soruya bilenlerin cevap vermesi gerekir.