İmanla amel arasında iliski vardır İmanınızda eksiklik olanın amelinde de eksiklik vardır.
Kul yapıp ettikleriyle yanı amelleriyle cehennemi hakeder cennete girenler ise amelleriyle giremez çünkü hiçbir nimetin karşılığı olamaz.
İmanla amel arasında iliski vardır İmanınızda eksiklik olanın amelinde de eksiklik vardır.
Kul yapıp ettikleriyle yanı amelleriyle cehennemi hakeder cennete girenler ise amelleriyle giremez çünkü hiçbir nimetin karşılığı olamaz.
Samimiyet, ihlas, kişiyi öğrenmeye sevkeder.
Samimiyet yanlışta olsa da, doğruyu öğrenince yanlışı terkederek ilerler.
Samimiyet başladığında kişi öğrenmeye başlar.
Namaz, insanın hidayetini koruyan bir kalkandır.
Alimler imanı ateşe, ameli fanusa benzetir. Fanus olmasa en ufak bir rüzgarda söner.
Namaz, dünya gam ve kederlerini unutmak için en iyi vesiledir. Bundan dolayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem üzücü bir olayla karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı. Namaz iyilik ve müsamahaya davet eder, kötülük ve çirkin hareketlerden de alıkor. İşte bu, insan ruhunu terbiye etmek için en üstün yoldur.
Tabiatta ortaya çıkan hiçbir olay şer olarak nitelendirilemez. Her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Bunlardan bazılarının zararlı ve şer gibi görünmesi, kişinin kendi iradesini kötüye kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bu, kâinatta işleyen ilâhî rahmeti gölgelemez.
Günahsız geçirilecek birkaç günden sonra içinize gelecek güven kırıntılarındansa; günahın zilleti içersinde o çaresiz ama ümit dolu yakarışların daha dogru olduğunu keşfedeceksiniz .
Rum meliklerine Kayser, İran meliklerine Kisra denildiği gibi Amâlika meliklerine de özel olarak Firavun denilir. Firavunlar çok kibirli ve zorba oldukları için, Araplar Firavun kelimesinden türeterek kibirlenen kimseler için “Firavunlaştı” fiilini kullanırlar.
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı/Fırat Üniv. İlahiyat Fak.
Allahu Teala kuranda tehdit etmez bilgilendirir. Bu yolu seçerseniz bu yol cennete. şu yolu seçerseniz cehenneme çıkar der. Bu seni bilgilendirmesidir. Allah’ın cc tehdide ihtiyacı yoktur. Şunun gibi: doktor der ki; şuna riayet etmezsen böyle olur bunun geri dönüşü yok der . Dr beni tehdit etti mi diyeceğim . Dr bilgilendiriyor çünkü o bilgiye herkes ulaşamaz. Mesela cildine şu merhemi çok ince bir tabaka sür diyor. Çok sürersen tahriş olur diyor. Ama niye tehdit ediyorsun beni diyor muyum? Din de böyledir.
Fatma bayram
Küfür, sözlükte nimeti örtmek manasına gelir. Tohumu toprağa gömene kafir denilmesi bu kabildendir. Aynı şekilde gece de karanlığı ile her şeyi örttüğü için “kafir” diye isimlendirilmiştir. Kafire de, nimeti inkar ettiği ve onu örttüğü için kafir denilir. (Safvetü’t Tefasir-Muhammed Ali Es- Sabuni)
İbni Kesir şöyle der: “Nifak, hayır gösterip arkasında bir şer gizlemektir. Nifak itikadi ve ameli olmak üzere iki nevidir. İtikaden münafık olan kimse ebedi Cehennemde kalır. Amelen münafıklık ise en büyük günahlardandır. Çünkü münafığın sözü fiiline, içi dışına uymaz.
Sana verilen nimetler arttıkça, verilenlere sevgin artarken vereni unutuyorsan, dünyadan istifade ediyor ama onu sana, sevgisini gösteren bir nimet olarak sunan Rabbine karşı görevlerini aksatıyorsan bil ki; sende dünyevileşme (dünyayı ahirete tercih etme) alametleri vardır.(Veli Tahir Erdoğan-Kur’an Bana ne diyor?)
Eğer bazı amellerimiz olduğu halde Rabbimiz bize ağır musibetler veriyorsa ve ardı arkası kesilmiyorsa o zaman daha güçlü bir şekilde bizi kendine çağırıyor demektir. İlim boyutunu ihmal etmişizdir. Önce bilmek sonra amel etmek. Ben bilmeyeyim amel edeyim olmaz. Doğru ve hak olduğuna tanık olmamız lazım. "eşhedu" demeden ibadetlerini yapsa olmaz; çünkü bunu hak bir din üzere yaptığının bilincinde değil bu kişi.
Halis Aydemir “Enbiya suresi tefsirinden”
Eslem tarik en garantili yol
İmam Rabbani rahmetullahi aleyh :Zahirle batın arasında çatışma varsa batın bilgi atılır Zahir alınır. farklılık kıl kadar olsa bile. (Faruk Beşer’in bir yazısından)
-Olumsuz konuşma yapma
-Başına gelen herşeye Hüsnü zan et
-Herşey yolunda yürekten inan
-Hz Ömer ra üzgün birini görünce müslüman böyle salmış görünemez dik dur diyerek izin vermiyor
-Duam kesin kabul olacak. Karamsar bakamazsın. Allah cc en hayırlısını verecek. Hüzün duyabilir ama karamsar olamaz mümin
-İnsan olay yaşanırken kolaylıkları farketmeli kolaylıklar orada ama karamsarlıktan göremez
-Allah cc hiç bir sorunu çözümsüz göndermemiştir
-Peygamber efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem her işareti olumlu yorumlamıştır. En zor durumda dahi ileri bakmış, bir hayır görmüştür
-Allah hiç bir şeyi zayi etmez. Her yaşananda bir hayır vardır
-“İnsanlar bozuldu, düzenbaz oldu vs.” demek: aslında bu söylemler insanları helak ediyor. Olumsuz konuşma
Sözlükte sağlam, esaslı ve dayanıklı anlamına gelen muhkem, terim olarak, manası kolaylıkla anlaşılan, haricî bir yoruma ihtiyaç göstermeyen ve tek anlamı olan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılan, manası açık ve net olan, niteliği ve içeriği (seçikliği ve açıklı) belli olan Kur’ân’ın sarih lafızlarına ve ayetlerine denir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/45-muhkem
"“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât, 49/12)
Kur’an-ı Kerim’de kesin bilgi sahibi olmaksızın konuşmak (zan), başkalarının arkasından kırıcı ya da aşağılayıcı söz ve davranışlarda bulunmak (gıybet) yasaklanmıştır. Bu iki fiilin bir bakıma tamamlayıcısı olan ve Kur’an’da sadece bu ayette geçen tecessüs kelimesi “ayıp ve kusurları araştırmak” anlamındadır. Bu davranışların aynı ayet içinde zikredilmesi, birbirleriyle olan ilişkilerine dikkatimizi çekmekte, tümünün yasaklanması insanın şeref, onur ve mahremiyetini korumaya, aynı zamanda toplumun birlik ve beraberliğine zarar verecek hataları engellemeye yöneliktir. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) konuyla ilgili hadisi, bu yasağa uymayanların akıbetini bildirir: “Ey diliyle iman edip kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır.
Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Allah’ın kulları için belirlediği dinin, ahlaki ve hukuki kuralları vardır. Kur’an-ı Kerim’de çerçevesi Allah tarafından belirlenmiş ve hudûdullah olarak adlandırılmış bu sınırları tecavüz insana yasaklanmış, sınırların içindeki hareket alanı ise serbest bırakılmıştır. Kur’an’da ilahi ya da beşerî yasakları ifade için kullanılan haram, muharram, tahrim, mahrum vb. kelimeler h-r-m kökünden türemiştir. Aynı kökten türeyen “yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz” anlamındaki harem kelimesi (Salim Öğüt, “Harem”, DİA, XVI, 127) Allah’ın zatına mahsus ibadet yerleri olarak ayırdığı ve buralara giriş için kurallar koyduğu kutsal toprak parçalarıdır. Bunun gibi yarattığı varlıkların en değerlisi olan ve kendisine bir şeref atfedilen insanın (İsrâ, 17/70) yaratılışına uygun hareket etmesini sağlayan değerler Allah tarafından belirlenmiş bunlardan bir kısmı zamanla aile ve toplum yapısına göre şekillenmiştir. Mahremiyet adı verilen ve insanın özel alanı, dokunulmazlığı, gizli kalmasını istediği durumları ifade eden bu kavram insana mahsus fıtratı, şahsiyeti ve şerefi korumayı hedefler.
Ayetlerden yola çıkarak mahrem alanları; insanın bedeni (Nûr, 24/30-31), aile içi ilişkileri (Nûr, 24/58-59), gizlice konuştukları (Mücâdele, 58/12) ve başkalarına tevdi ettiği sırları (Tahrim, 66/3) şeklinde tasnif edebiliriz. İşlenen günahlar da insanın mahrem alanıdır. Bunları ne işleyenin ne de şahit olanın açığa çıkarması uygun değildir. Çünkü bu tür durumların ifşası sonucunda günahın hafife alınması, örnek teşkil etmesi ve yaygınlaşmasına fırsat verilmesi gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Ancak kul hakkını ihlal eden bir hata, toplumsal suç sayılacağından bunun gizlenmesi uygun değildir.
Mahremiyet, sadece bizim dokunulmazlık alanımız değildir. Bu konuda en az kendimiz kadar diğer insanların da hak sahibi olduğunu dikkate almamız gerekir. Bu alanda yapılan bir anket, katılımcıların mahremiyeti “ben” boyutuyla tanımladıkları, olayı kendilerinin korunmaları gereken gizli alanları olarak vurguladıkları sonucuna ulaşmıştır (Saadet İder, “Yetişkinlerde Mahremiyet Algısının Kaynağına İlişkin Nitel Bir Araştırma”, Marife, 115). Oysa mahremiyet herkes için ortak bir haktır. Bizim özgürlüğümüz, başkasının hakkının başladığı noktada biter. O sınırı çiğnemek girilmesi yasak bir alana girmek demektir ve Hucurât suresi 12. ayette “Gizlilikleri araştırmayın.” şeklinde tercüme edilen yasaklama için İbn Abbas: “Kardeşinizin ayıbını araştırmayın, Allah’ın onun hakkında gizlediğini öğrenmeyi arzu etmeyin!” açıklamasını yapmaktadır (Firuzabadi, el-Mikbâs min tefsir-i İbn Abbas, 549).
Günümüz dünyası, Allah tarafından yasaklanmış tutum ve davranışların alenen işlendiği hatta bunun teknolojik araçlar vasıtasıyla geniş kitlelere ulaştırıldığı bir yapıya sahiptir. Olumlu ya da olumsuz her türlü bilginin yayılışı “dijital çağ” adı verilen XXI. yüzyılla birlikte hızlanmış, hatta kontrolden çıkmış görünmektedir. Normal şartlarda birbirlerinden haberdar olamayacak kitleler sosyal medya sayesinde birbirlerini tanımakta, bazen dünyanın öbür ucunda işlenmiş bir suça/günaha, bazen yenilen bir yemeğe ya da ziyaret edilen bir mekâna şahitlik etmektedirler. Üstelik bunların çoğu, olayın failleri
tarafından irade ortaya konarak paylaşılmaktadır. Bu da Müslüman bilinciyle yaklaştığımızda kaygı ve endişe verici bir ruh hâline bürünmemize sebebiyet vermektedir. Özellikle dünya gündemini meşgul eden ve hakkında bir kısmı spekülatif olarak tanımlanabilecek açıklamalarla pandemi süreci, kadın ya da erkek üzerinden cinsiyetsizliği teşvik eden oluşumlar, elektronik beyin/insan vs. gibi haberler “Dünya nereye gidiyor?” sorusunu sıkça sormamıza neden olmaktadır.
Bu durumda öncelikli olarak kabul etmemiz gereken, değişimin kaçınılmaz olduğudur. Yeni doğan bir bebeğin zamanla bir çocuğa evrilmesi, büyüyüp bir yetişkine dönüşmesi, ömrü uzadıkça bildiğini bilmez hâle gelmesi ya da kışın yapraklarını döken bir ağacın ilkbaharda yeniden yaprak vermesi nasıl doğal bir değişimse insanın bilinç yapısı, duyguları, talepleri ve sorumluluklarının zaman içinde değişim göstermesi kaçınılmazdır. Aslolan değişime karşı çıkmak değil, insana zarar veren, onun veya kâinatın yapısını bozan farklılaşmaya tavır almaktır. Gelişimle doğru orantılı değişime yaklaşımımızla, yaratılışa ve sünnetullaha (Allah’ın kâinata koyduğu yasalara) ters olan değişime yaklaşımımız elbette birbirine benzememelidir.
Öyleyse geldiğimiz noktada zihnimize takılan sorulara nasıl cevaplar bulacağız? Yeni dünya düzeni adıyla oluşturulan gündemlere, pek çoğu değerlerimizle örtüşmeyen ve bir kısmı korku ve kaygı oluşturan haberlere karşı durumumuz ne olmalı? Bize göre bu soruların cevabı Kur’an’ın “gücünüzün yettiği kadar kuvvetli olun.” (Enfal, 8/60) emriyle verilebilir. Yaşadığımız çağın ihtiyacı olan bilgilerle donanımımızı güçlendirir, algılarımızla oynanmasına izin vermez ve kişisel ayarımızı Kur’an ve sünnete uygun biçimde yaparsak karşılaştığımız sorunların büyük ölçüde üstesinden geleceğimize olan inancımızı asla kaybetmeyiz. Sonuçta hayrın ve şerrin yaratıcısı Allah’tır ve “Her bilenin üstünde bir bilen” olarak (Yusuf, 12/76) Allah kullarına kâfidir.
Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem
https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=2109&categoryId=58#